PDA

Tam Sürümü Görüntüle : Reha Başoğul


GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:33 PM
Akıl Karışıklığı

elindeki traş bıçağıyla kadın
dikiyor aynadaki erkeğin sakallarını
kolunu kaybetmişti o sırada vapur düdüğü
susturamadı kaptanın tüten tadını
küvette kurumaya bırakılmıştı çölün sokakları

martıların yazdığı şiirler
ikinci kedinin karnında çiğnenirken
şeffaf bir nüfus cüzdanında
silikti kimliksiz soyadının sesi
ödülünü satın alınıyordu çerçevesiz çivilenen bir sisten

üstsüz bir cinsel organın yamacında
kurtulan bir dağ yakılıyordu satırlarda
yırttılar düşeşe yakalanan kulak zarını
geri kalan Tanrının saatinde
sağnak yağan güneşe açıyordu kırmızı boya

kin yutan mazgalların altında
dönüşü uçuşan bir derviş
Marilyn Monroe gibi zilli
etek takıp ağlıyordu kutsal bir kerhanede
saplandı o gece izin sırtına kaçıncı kırık diş

teraziye söndürülmüş kültablası
akvaryum insanlarından yemlerini alıyordu
kibirliydi kan, kan davasında yediği rüşvetle
üçbeş şırınga çektiler fotoğraflardan
bağırdı o doğumhaneden atomun balık kokusu

kuantum saçılıyordu gözler sağırlar mahkemesinde
beşibirlik takılmıştı sanığın diline
boynubükük bir beyin felci
seviyordu kendisini öldüren ebeyi
patladı o yalan, asılsız bir doğru paketinde

besmelesiz güne başlamayan haham
bütün günahlara aziz diyerek saf tuttu
yetimin annesine sevap çıkartan minberde
kalbine son bir böbrek taşı düşürülmeden
boğdu Tanrının ettiği duaların soluğunu

genişledi ağaç, kalem yapıştırıldığında
ipin boynu takılıydı yüzüğün kilidine
kesikmiş merdiven altından geçen piyango bileti
cenneti eşeleyerek gömüldü rıdvan
kolyesinin göğsüne sıkılan şeytanla basılmış resimle

karışıklığın aklı delirtti akvaryumun şairler defterini
salıncaklar doyurmadı yazı pişiren aralıktaki yemeği
kalemler sildi kaderin yerini
cezalıydı küvetten koparılan karların beraati
renklerin yüzüne kanadı fırçanın bileği
ezilen şaraptan kopamadı ekmeğin kisti
plağa darılmadı alınganlığın musikisi
dışına gürültülü bir duman çekemezse sigara izmariti
sinekkaydı kavuştuğundan beri terketmeliydi
toplu iğneye batırılmış büyük meydanın derisini
martılar kapıp götürmeden uçan kediyi
rahmine sokuldu Tanrının saati

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:33 PM
Âlim

kusura ölüm aşılayan
yalnızlığın son baskısıdır
alim...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:33 PM
Aşk Gecesi

hüzzam kendinden geçmiş, bu gece sahtekâr
tanbur cenk eylemiş, çığlığı zülfikar
rebap ihya yolunda, bedenimde hünkâr
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

Ötüyor alevler denizime durmuş asi
düşünmek hepimize olmuş bu anda vahi
haydi durma dön, karşında işte sani
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

Kaçıyor meclisimden biri, adı mazlum
yakalayamam onu, ben basit bir kulum
süslenmiş mahşere elbet düşecektir yolum
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

dilim karanlık, gözüm gümüşten kamerî
hüznüm sancılı, yaram derinden firdevsi
sözüm bitmiş, duramam ki yeniden mahfi
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

sağıma soluma yerleşmiş, nurdan bir iclâl
adını anamam, biliyor bunu arzuhâl
kaybettim dilimin dinini, kanıyor inceden lâl
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

sorarım fani dilime niye konuşursun udî
bilmez misin kimsesizim nedir bu cebri
yaklaş kalbime, uyandırmayalım iblisi
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

ayyaş dolaşalım ki bu gece
üflenelim neyden
nefes olalım ki bu gece
bezenelim sesten
aşık olalım ki bu gece
doğalım bir'den
Aşk gecesi bu gece
gönlümde acı bir şerbet var

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:33 PM
At Sırtında

At sırtında
kaçırırsın
alnına ak balık düşmüş kızını
bir ıslıkla
Rüzgar Tanrıçalarından
edersin al aşağı
sürgün rüyalarını
eteklerinde taş taşıyan
bir bilgenin öpülecek
sakalı gibi
karlı Kaf Dağı'ndan
kaparsın ruhunun sancağını
gökyüzünün sisli ummanlarına çıkarak, çırılçıplak
fırlarsın yayından
sarsmak için unutulmuş renklerin yamaçlarını
çiğnersin humuslu tarlalarında
çehrene sıçramış çamurlu toprağı
kurumuş akıncıbeyi unvanınla
dalarsın Kızılçam Ormanlarına
kışlatılmış arı kovanları arasından
koşarsın dörtnala
eline dolaşmış testeremsi yelelerin ucuyla
döndürünce kafasını
ayaklarına kapanacak menekşe alacası
eğilerek selamını alır
gözüne kaçan mor boyası
serserilik eder bir atmacayla
gri gölün kenarında
yarışırsın atbaşı
kulağında havayı mahmuzlayan kanatların marşı
sıcaktır daha
kaçışan ördeklerin sudaki perdeli ayak damgası
kadife renkli gölgesiyle
bacası tüten almaşık duvarlı dağ evine karşı
ciğerinde birikir
kekremsi havası
çıkartır seni baştan
kokan balığın bir anlık alın yazısı rüyası
At Sırtında

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:33 PM
Avam Eğlencesi

Gökyüzüne açılan terasta
biri erkek biri dişi
Sırnaşıyor birbirine iki deli
İnlemelerle başlıyor kokofoni

Sorulmuyor artık esaretin bedeli
Duyulmuyor artık at kişnemeleri
İsteme dedim değil mi sana
Kumandilar'ın uçtuğu yeri

Çıplaklığın mı nüksedecek
Kanatların mı açılacak şimdi?

Of seni ipekli
Ah seni dantelli
Kanınla yokluyorsun
alışkanlığımın niyetini
Bozma dediğim değil mi sana
Tao'nun sükunetini

Of seni ferli
Ah seni süslemeli
Sürtünmenle kışkırtıyorsun,
nefsimdeki kudretimi
Açma dedim değil mi sana
Pandora'nın kilidini

Of seni hevesli
Ah seni terli
Dişlerinle soyuyorsun
üstümdeki tek bezi
Oyma dedim değil mi sana
Rodin'in Idollerini

Of seni dövmeli
Ah seni kisveli
Kokunla fırlatıyorsun
salıverdiğim elbiseni
Soyma dedim değil mi sana
Goya'nın kontesini

Of seni işveli
Ah seni şeftali
Arınışınla aşıyorsun
göğsümdeki yükseltiyi
İçme dedim değil mi sana
Soma'nın zehrini

Of seni böğürtlenli
Ah seni lekeli
Dilinle boyuyorsun
tenimin rengini
Tatma dedim değil mi sana
Dionysos'un meyvelerini

Of seni kasvetli
Ah seni iksirli
Kavruluşunla siliyorsun
şeffaflığımdaki nemi
Düşünme dedim değil mi sana
Dosojin'in imgesini

Of seni incili
Ah seni küpeli
Serpilişinle susturuyorsun
zihnimdeki kelimeleri
Uyandırma dedim değil mi sana
Athos'un rahiplerini

Of seni gizemli
Ah seni ateşli
teslimiyetinle okşuyorsun
gözlerimdeki çaresizliği
Dinletme dedim değil mi sana
Paganini'nin capricelerini

Of seni hararetli
Ah seni pileli
Saçlarınla döküyorsun
damarlarıma kadehi
Duyma dedim değil mi sana
Pan'ın ezgisini

Of seni yabani
Ah seni pençeli
Tırnaklarınla çiziyorsun
sırtımdaki çizgileri
Koklama dedim değil mi sana
Lotus'un mavilisini

Of seni şehvetli
Ah seni öfkeli
ruhunla avuçluyorsun
bedenimdeki yükseltiyi
Hatırlama dedim değil mi sana
Hermes'in düşlemini

Of seni dünyevi
Ah seni kibirli
Dişiliğinle ısırıyorsun
boynumdaki deriyi
Savunma dedim değil mi sana
Epicur'un fikrini

Of seni vahşi
Ah seni sinsi
Uyuşturmanla boğuyorsun
kabarttığım istediğini
Uygulama dedim değil mi sana
Tiberius'un emrini

Of seni asi
Ah seni zilli
Ağırlığınla sarmalıyorsun
kudurttuğum zevki
Bulma dedim değil mi sana
İsis'in kaybettiğini

Of seni işveli
Ah seni yabani
Islaklığınla çalkalattırıyorsun
çıkamadığım girintiyi
Çalma dedim değil mi sana
Amour'un senfonisini

Of seni neşeli
Ah seni tiryaki
Özünle kamaştırıyorsun
Çağlayanımın heybetini
Kutsama dedim değil mi sana
Tagata'nın ayinini

Of seni yahşi
Ah seni kaprisli
Hırsınla değiştiriyorsun
oynadığım sahneyi
Okuma dedim değil mi sana
Aretino'nun sonelerini

Of seni titremeli
Ah seni esrimeli
Uçurumunla tutuşturuyorsun
kasıklarımın kenetlenmesini
Yutma dedim değil mi sana
Min'in yemini

Of seni sevimli
Ah seni lanetli
Tükenmişliğinle öpüyorsun
yanak dayanmış göbeğimi
Özlettirme bana dedim değil mi sana
'Homo sum! ' demeyi

Söylettirme bana dedim değil mi sana
'Plaudite, comoedia finita est. amici! '

Yaşattırma bana dedim değil mi sana
Kronos'un Avam eğlencesini

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:33 PM
Ayışığında Yaygara

Geçmişinin derbederliklerini
geleceğin renklerine taşıyorum azar azar
sakın unutma! beklemeseydin beni
sevgime asla değmeyecekti nazar

Etrafımının yıkıldığı diyarda sarıldım sana
Kalbini mırıldanarak açtın bana
Çıplaklığını nefasetinle yatırdın yanıma
Mabedini esaretinle yıkattırdın bağbozumuna

Bak işte!
Gözünün önünde!
göl kenarında belirmiş karmaşalığımızdan bir temaşa...
Duy işte!
Kulağının içinde!
Ayışığında yükselmiş başbaşalığımızdan bir yaygara...

yüzlerce mum yaktıysam da çevrene
çıplaklığın parlattı geceyi
gezindim üstünde bir seyyah gibi
binlerce nağme bıraktıysam da evrene
besteledim sırtına teslimiyetini
o an aldım elime tüyden bir kalemi
köz olmuştu çünkü katranlı yüreğime
dudaklarının sessizliği..

Buram buram lavantalar sürdüm üzerine
delice çizdim anılarımı heryerine
fırçamın kayan sakinliği
daireyi saran hareketleri
başladı bataklıktan çıkışımızin hikayesi
nadasa bırakılmış bir tarla gibi
şimdi meyvelerini veriyor kaçışımızın neticesi

soluk soluk nefesimle uçuşuyor yelelerin
oluk oluk renk havuzunda yüzüyor göğüslerin
karanfil pembesi, papatya sarısı
menekşe mavisi, orkide beyazı
hepsi kokusunu salıyor dipdiri resminde
bir de kıskanç Ay'ın gümüş rengi bulaşmış tenine

sersemletiyor nemli dileğini sivriliğim
güldürüyor tüylü silleni gezinmişliğim
aniden dokunur dokunmaz ona
rengarenk saçlarınla çengelledin beni koynuna

düştüm yine çamsakızından gafletimle sırçaköşküne
kandım yine sızlanışımdan dişlerle cam gözlerine
boğuk bir ulumayla kanattık sızıyı
donuk bir geceyle ısıttık kanımızı

yine de taş attık şeytanın kahpeliğine
yine de kulak tıkadık arkadan söyleneceklere
çünkü bir tek balıkçıllar kesebilirdi sözlerimizi
çünkü bir tek vücutlar tanıyabilirdi resmimizi...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:33 PM
Ayna

Her gece bir mum ışığı arar oldum,
kayboldum.

beni bende bırakmak istemeyenlerden kaçtım,
şanslıydım.

gecesiz düşünemez oldum,
korktum.

geçmişte şiirden nefret edendim,
sevildim.

ikiyüzlülüğü sorguladım kalanlarla,
umutlandım.

içimi keşfetmekten yoruldum,
dinlendim.

her gece soluksuz bir kitabı soludum,
boğuldum.

çok bebeğin kalbine ok attım,
vuruldum.

her gece yılanların koynuna girdim,
sarıldım.

her doğumda uyanık kaldım,
üşüdüm.

hayatı olduğu gibi kabul edemedim,
kızdırdım.

üç şey istedim gözlerim açıkken:
herşeyi bilmek
her bildiğimi paylaşmak
ve başarmak,
yanıldım.

çekindim bahşedilen yirmidokuz harften,
aradım.

su içtim,
yoğruldum.

Ve ben her gece yazamadım,
uyudum...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:33 PM
Balıkçıyla Pazarlık

vuslata yaka silktim kaptan
acele kalk yetiş yanıma
gidelim buralardan
daraldım diyorum
anlasana
haydi bitir şu tekneni beni bunaltmadan
oyalanma çivi çakmayla falan
fazla da kıçını zımparalamadan
yakalım diyorum kısmetse
senle denizci fenerlerimizi
açalım istiyorum şöyle
denize pupa yelkenlerimizi
bütün dubaları aşıp
sen de en uzaklara kırarsan dümeni
inan olsun
yeter bana...

Vuslata yaka silktim kaptan
acele kalk yetiş yanıma
gidelim buralardan
daraldım diyorum
anlasana
rica minnet olmadan
götür istiyorum beni çok uzaklara
inanmıyorsun ama
hemen görmem gerek
yüreğimdeki balık sürülerini
ah yok mu o bıcırık deniz bigudileri
mübarekler gözümde tüttü şimdi
azmışım da
bunlar da kadınım olmuş sanki
anlamıyorsun ama
nasıl da özledim bi bilsen canım denizimi
bir kere olsun
sürsem yüzümü onun hoyrat lodosuna
off var ya
başım üstüne yeminle
yeter bana!

vuslata yaka silktim kaptan
acele kalk yetiş yanıma
gidelim buralardan
daraldım diyorum
anlasana
sen rasgele demeyi ağzıma bir alıştırsan
ben kızdırsam güzelim dalgalarımızı
karanlığın Ay yüzüne kadar bağırsam
heryanım velet donu kadar ıslansa
gelse içime zaten bir kere bunaltı
bak şuraya yazıyorum
yeter bana!

vuslata yaka silktim kaptan
acele kalk yetiş yanıma
gidelim buralardan
daraldım diyorum
anlasana
çilingir soframıza ne koyarsan
öyle hiç mızmızlanmadan öte boka
derim çok şükür amenna!
söz veriyorum
istesen de
duyamazsın artık benden
başka bir terane
ağzımdan çıktı bir kere
demedik mi ne çıkarsa bahtımıza
zaten ne diyorum ben sana
sarı çizmelerimi taksam ayağıma
yağmurluğumu da geçirdim mi üstüme
adımımı atsam güvertenin başına
elimi de kanattım mı bir kere misinayla
versen de istemem daha
palamutunmuş lüferinmiş
sanma sakın gözüm var onlarda
öylece teknenin köşesinde oturayım
daha ne olsun ki
ciğerimi ye
yeter bana!

vuslata yaka silktim kaptan
acele kalk yetiş yanıma
gidelim buralardan
daraldım diyorum
anlasana
bakma bana öyle uzaktan
hiç deli görmemiş gibi
sen de söz vereceksin
çoluk çoluk ayaklarına yatmadan
ne bırakacaksın beni buzhaneye
ne sen de kaçacaksın tersaneye
geçen seferki gibi kandırmazsan
itmezsen beni elinin tersiyle
ölümü gör
yeter bana!

vuslata yaka silktim kaptan
acele kalk yetiş yanıma
gidelim buralardan
daraldım diyorum
anlasana
adamı günaha sokmadan
beni daha fazla daraltmazsan
kimseyle kanlı bıçaklı olmadan
lafımı bir anlarsan
sen de yeter ulan diyip
verdiğin sözü bi tutarsan
birkereliğine dönmeyiz diyorum işte
ruhuma ağını atmış
şu mendireği kayıp namussuz bedene

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:34 PM
Bekle Beni

Kırık bir cam kürenin dışından bakan sen
hep silgi darbeleri yemiş bir kağıdı andırmışsan bana

kirli pencerelerden gözkırpmışsan karlara
gördüklerini işlemişsen ellerime
kale kapılarıma dayanmışsa güllerin
bir tabloda hayat vermişsen oğluna
kazdığın çukurlar cennete açılıyorsa bir zaman
matemler yakışıyorsa ruhuna
yıldızlar şahit oluyorsa yalanlarına
annemi çalmışsan geleceğimden
gözlüğümü değiştirmişsen aynayla
yapraklara günahlarımı yazdırmışsan
masallarda cadıları kollamışsan
sevgilileri kırık okla avlamışsan
ölüleri boğmuşsan toprağında
selleri salmışsan ceddime
filizleri doğarken kavurmuşsan
ceninleri doğmadan kaçırmışsan
insanı insana satmışsan yüzsüzce
yalnızlar vadisine göç ettirmişsen onları
haykırmaları zevke saymışsan
çanları kılıcıma bulamışsan
yüzüğüme mühürlemişsen adını
vaktimi eskitmişsen karanlıklarda

sana söyleyecek son lafım:
bekle beni kurutacağım soyunu

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:34 PM
Ben Bir Uyusam Bir Uyansam

Ben bir uyusam
gözlerim kapansa
yalnızlık sussa
insanlar ağlamasa
dünya dursa
kimseler konuşmasa

Ben bir uyansam
gözlerim kapansa
yalnızlık sussa
insanlar ağlamasa
dünya dursa
kimseler konuşmasa

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:34 PM
Benim Çocuklarım

Kalbimde sayısız oda vardır benim
her odada da hiç büyümeyen ayrı bir çocuk beslerim
hepsi haylaz hepsi yumurcaktır
ama ben hepsini de severim

hepsinin bir hayali bir de aşkı vardır
kimisi de yalnızlık hastasıdır
kimsenin yüzü birbirine benzemez
ama bana göre hepsi de ışıl ışıldır...

yaramazdır benim çocuklarım
biri diğerinin odasını karıştırır
ondan hepsinin odası dağınıktır
ama ben hepsini de sabah olmadan toplarım...

Her odada ayrı bir dünya yaratmıştır benim çocuklarım
her birinin güneşi ayrıdır
ondan her çocuğum farklı saatlerde uyanır
ama ben hepsinin de cıvıl cıvıl kalktığını duyarım.

çalışkandır benim çocuklarım
kimi alimken kimi de sanatçıdır
her gün ödevlerini yaparlar
ama benim hepsine de dokunur bir yardımım

kıskançtır da benim çocuklarım
kendi ödevi için diğerinden birşey aşırmıştır
hepsi inkar eder hepsi bana bağırıp çağırır
ama ben her alınanı tekrar yerine koyarım

kimi zaman da şefkat bekler benim çocuklarım
yanlarına yatıp
bütün gece kendisiyle uyumamı isterler
ama hepsi içinde mutlaka vardır bir masalım

*******i de çok korkar benim çocuklarım
düşlerinde canavarlar yaratır
bütün gece de onlarla savaşılır
ama ben hepsini de yatıştırırım

Ölüme inanmaz benim çocuklarım
onlara sorarsanız her biri ayrı bir ilahtır
hepsi de odalarında sonsuza kadar yaşayacağını sanır
ama ben her gün birinin cenazesini kaldırırım...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:34 PM
Bir Yol Şarkısı

çarşaflara izlerini bırakan
tenleri küllenmiş bedenlerde
kapatıyor karanlık, yaldızlı yollarını...
devrim yapılmış
Ekim duvarı yıkıldı yıkılacak
sanki herşeyin farkında
kaçacağımız yolları açıyor

kalplerde çığlık kuşları
sabah kokmuş pencerelerde ötüyor
saçları elek olmuş yar üzerinden
saçaklanmış güneş, ufuk yolunda
süzülmeye bırakılıyor...

karanfilden yollar dizilmiş sırtta
tan yerinin fısıldadıkları
kızılı emmiş yüze söyleniyor:
haydi kalk! yolculuk vakti geldi geçiyor...
kulakta çizmeli kovboyun nağmeleri
boyunlarda buselerin çizgileri
yeşili gören gözler kurşuni,
giyilen kazakların kokularını ezberliyor...

iyice yaklaşmış yolculuk bulutları
sarmış buğu tutmuş araba camlarını
yağacak gibi yollar
bakılacak haritalara eller ısıtılarak
bilinir ki şarkılar, naneli ağızları ıslatacak...

gözüktü asvalt renkli ilk yağmur
yolların üzerinde öylece soyunur
bir noktadan bir noktaya
biz kaçar o bozulur
o kaçar biz yorulur...

kız gibi sanki şu geçtiğimiz akarsu
bekaret kemeri üstünde
elma bahçeleriyle korunur
kollarına bırakacağı erkeğini arar durur...

dur yolcu kaçırmayalım domates tarlalarını
içine almış gördün mü su yollarını
iyi bak onlara
bunlarla bezer kibarlığını
bunlarla besler nadastaki kırmızılarını...

koyunlar meler tarlanın karşı tarafında
sırayla yolumuzu kapamışlar
asıl yollar bırakacak bizi galiba yarı yolda
oğlakları boynuz dalaşında
çobanı uyumuş, çalıları solmuş merada...
arkasında bir değirmen sinsiliğini korur
tahtadan gözleri hareketsiz
kendisiyle savaşacak hayalpereste doğrudur...

dağlara bakılıp dalınırken virajlı bir yolda
bir köy çeker sizi o yolun kahvesine
ipek kozaları doluşmuş elleriyle...
kararmış ayalarda
belirgin bir hayat yolu çizgisi
adını kasketli dayılar çoktan koymuş:
yoksulluk takvimi...
takvimden bir yaprak koparayım
yollarını onlar da bulsun derseniz
Ho sesleri arabaya birden doluşur
bakraç bakraç yörük ayranıyla doyulur
heey not alalım:
tandır kebabları dönüşte sefer tasına konur

çıkılır patika yollardan anayola
sanırsınız uzakta yürüyor bir kaplumbağa
ezmeyelim duralım orada
yaklaşınca biraz soruya
esmer bir çocuğun kafası yakalanır cevaba
elinde örme sepetler
satmaya çalışır yollara...

işte şuh bakışlı bir göl kenarı
üstünde yeşil bir gömlek
düğmeleri bekliyor açmamızı.
içine kurbağalar sıkıştırılmış karelere
hava yolları kapanmış flamingolar
nazikçe davet ediliyor...

az ötede bir piknik masası
karelerden almış manzarasını
'çinekop mu kefal mi? ' sorar oraların ağası
kemençe sesleri kovalarken havayı
koyulur yola damakta taze çekilmiş kahve tadı...

yollar zamanı delip geçer
utanarak çıkarsınız yola bu sefer
budaklanmış yolun dallarını ararsınız
bir bakarsınız
kaya mezarlarını karşınıza almışsınız
yoldan gönülsüz çıkanlar içinmiş lahitler
gezgin poyrazlar ölü tozlarını üfler...

alacakaranlık düşürürmüş yolları
düşenin dostu olmadan
bir kanyon başında güneşi kaçmadan kıstırmalı
tam da yerinde bağırtırır arabadaki kovboy gitarını:
hadi uzat şimdi ona dudaklarını
hadi uzat şimdi ona dudaklarını...

yolcu yolunda gerek
haritadan sıcak bir oda seçilerek
girersiniz çakıl taşlı yola
hizmetinizde pembe yanaklı bir oyalı kadın
kurulur hemen yer sofrası
of sıcacıkmış yulaf çorbası
yanımıza sığınmış lavaş belli ki ateşe çok kızgın.
parmaklarda ev baklavası
dillerde sazlı türkülü oyun havaları
anlatılır birbir yüzü gülücükten oluşmuşa anlamları

yol der ben yorgun
benden tavsiye siz burada uyuyun
bakarsınız ki gökyüzüne
duruyor ateşli bir kuzgun
sanırsınız gece yoldan suskun
halimizden anlayarak konuşur oyalı hatun:
alın semaver elinize, sırtınıza da battaniye
siz gidin biraz da ker*** evin üstünde konuşun.
cırcırböcekleri aşk yoluna girmeden
usulca çıkılır korkuluksuz merdivenden
sihirli küreye sokulunca evren
ne yollardan geçmişiz,
kim bu yolların efendisi diye
sorulur her tarafı yıldızlarla kaplı küreye...

dilimlenmiş Ay'ı yıkayan karanlıktan
gecenin sözleri iner peynir dilliye
kokusu unutulmamış kazaklara
ip kınalı soğuk eller sokulur
sedir bir yatakta gönüller samanlık olur
ve açılır tekrar yaldızlı yollar
yolu sevgiden geçen
mahrem bir yola akar son yağmur
yollar kavuşur
yollar sevişir
yollar bir olur...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:34 PM
Boş Sokaklarda Bir Gülücüğün Anatomisi

seher, vakitsiz idi bugün
ansızın kulağıma fısıldadı.
zorla götürmek istedi kendine
bir loş ışık, bir kapı...

dumanların tam ortasında
çöplerin biriktiği
kedilerin koklaştığı an.
vakit yersiz, an kaçıyor.

yüzüme tane tane yağıyor sözler
özgürlüğün çoşkulu ilk dansları
uykusuzlar diyarında bir karnaval
üstünü örtmeyenler ve gecenin örttükleri soluyor havayı.

doğa sessiz, doğa sakin
uzaklıkların sana yakın olduğu anlar bunlar...
düşünürsün oluverir hemen
eril, erkil herşey burada

yabancıların dostluğu çevremde
çirkin yüzlerin melek görüldüğü bir kanepe
bir bez, çırada bir ekmek,
ıslak gözlerin biriktirdiği bir teneke

açlar sofrasında bir kurt,
korkulu çocukların oyuncağıyım ben
saçlarımı okşayan
yüzümü tanıyan dostlar.

senden bahsettim biraz onlara
gülümsemeni, bir çiğ tanesinde olabildiğini
gördüğün barksız yavru kediyi anlattım.
çok şaşırmadılar.

her gün görüp ağladıklarıymış
kendi çarelerine biçareyken
sularını paylaştıkları anısıymış.
şaşırmadılar ama yine ağladılar.

ter kokan vücuduma
görülmeyen yaraların kokusu bastırıyor.
arkadan bakanlar dönüp gelmiyor yuvama
sıcak aşın kokusu, gecenin törpüsü oluyor

gidebilecek kadar gücü hissettiğimde
kalktım ortalarından.
bir yarını olan ben
yarınsızları taşıdım evime.

gecelik hayalleri ışıkla yok oluyor birer birer
güzel yüzlerin şeytan görüldüğü bir ayna beliriyor tenlerinde
bir karıncanın kaldıramadığını
isyancılar ordusu kaldırıyor

her gün gülünenlere bileniyor zaman
kalıpsız kalıpları çıkarıyor yüzüstüne
korkusuz korkakların savaşı
an be an yokediyor kahramanları

boş sokakların İstanbul'u burası
asırları deviren şehir
nice aşkı küçülten
nice yetimi büyüten...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:34 PM
Boyandım

bugün deniz boyadı beni masmavi
güneş sarıya
ağaçlar yeşile
özlediğim kırmızıya boyadı
içim beyaza
dışım mora çaldı
yüzüm pembeye
gözüm çakıra kaydı
arzum beyazda kalmak idi
onu da gece siyaha boyadı
sonunda musiki yetişti şeffafa yapıştım
peki şimdi bedenimi kim çıplağa boyayacak?

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:35 PM
Bulutlar

ölüme yakın bulutlar
kardan adamı yıkar gibi beyazlar
bu yol aşk yolu
ney'ime ağlar
kimi için pembe
kimi için kara bulutlar

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:35 PM
Dağ Çileği

Bir sibirya kaplanının her zaman sahip olduğu
ama pencereden hızla eriyen karlar
o beyaz saflığın önünde yorulduğu
yerine sadece ve daha soğuk rüzgarın soluduğu anlar

hiç bilmediği, tanımadığı bir dağ çileği o
sadece uzaktan dağa baktığı
sonsuz beyazlığın içinde
kırmızısından tanıdığı...

o kırmızının içindeki beyazda
bir kürenin şeffaflığı
bir cennetin aralığı
bir yaprağın acısı

hiç görmedği, tanımadığı bir dağ çileği o
oraya tırmandığı
onsuz kalamadığı
ve koparmaya kıyamadığı

zorlu tırmanışın ardından
o çileğin araladığı
bir bahçenin ufacık
ama kocaman kapısı

bir bahçe ki o, minicik adımlarla keşfeden
bir çocuk olarak dolaştığı
koklamaya korktuğu
toprak kokusunda yürümekten sakındığı

çaresizce akan zamanın
çölün susuz kumunun
yağmurun ıslattığı tenin
dışında hiçbirşey, çocuğun hafızasında bıraktığı

sözlüklerin yazamadığı
anaların anlatamadığı
şairlerin soramadığı
bir dağ çileği o

o kürenin bilinmediği
aranmadığı
güneşinin ısıtmadığı bir yerde
çocuğun sadece kalakaldığı bir dünya beklediği

çatınca o küreden çıkma zamanı
çamurun pisliği
camların kırıntısı
akan karın kırmızısı

oysaki o dağ çileğinin tasarladığı
en güzel takısıydı yaprağı
kimi zaman yeşilinin huzuru
kimi zaman kırmızısının sıcaklığı

ayrılma zamanı gelince
kaf dağına çıktı bilgenin rüyası
o dağ çileğini koparmayan
başka bir çocuğa yazdı zamanı

öptüğü, kokladığı
ama koparamadığı
sadece bakakaldığı
yazıldı dağ çileğinin şarkısı

bir minik kardelen aradı
burnuna kondurulmak üzere tavşanı
bir koku sardı etrafı
bahçeden gelen çalıntı

o unutulacak çocuğu sordular bilgeye
ne oldu ona diye
bilge akıttı gözyaşını
ağlattı soranları

her bir limon damlasıyla yazıldı onun ağıtı
ne bitti denebilir ne de başladı
önüne geçemediği, yazık ettiği ölümü
bırakmayacak yakasını

hakkında rivayetler çıktı sonraları
tez hazırlamışlar dar ağacını
üzerine aldığı tek gömlekte
bir beyaz varmış bir kırmızı

sakın sormayın zamanını
anılarını, acılarını
o dağ çileğinin yarattığı
doyamadığı büyük bahçede arayın cevabı

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:35 PM
Deniz kabuğum

Karanlıkları arıyorum Rodos'un derin delhizlerinde
açılmamış bir deniz kabuğu saklıyor incisini
mercan mercan döküyor gözlerini
fersah fersah aşıyor kum denizlerini
inim inim inliyor edepsiz nefesleri...

Kaldır başını ey Rodos'lu!
Kaldır ki görsünler içimizdeki deniz kabuğunu...
soysuzluğuma, sorgusuzluğuma aç soluğunu
sahipsizliğime, ölümsüzlüğüme saç onurunu...
arsızlığıma, katıksızlığıma bırak tutkunu

ve açıldı deniz kabuğu...

kabuğun kaçırdı sakin ruhlarımı
soluğun uyandırdı sessiz çığlıklarımı
onurun araladı matem yarıklarımı
tutkun aydınlattı zevk mağaralarımı

söyle neden basit bir özveride istedin öbür yarımı
söyle neden sormadın yaralı anılarımı
söyle neden dilsizliğin sardı deli kanımı
korkarım ki ebediyen cevapsız bırakacaksın sorularımı...

karanlıktaki kürek mahkumu gibi
koşulsuz *******de katettin içimi
bezmedin, yenilmedin
gözyaşlarımın üzerinde çektin küreklerini...

büyülü renklerle öptük gözlerimizi
masalsı ezgilerle kokladık ellerimizi
benzersiz resimlerle boyadık bedenlerimizi
kirli perdelerle seviştirdik hayallerimizi

yoksa bu yüzden mi sevdim seni
yoksa bu yüzden mi bencilliğim üredi?

masumluğunu koymuştun oysa ki göğsümün kenarına
derin düşler sokmuştun asırlık uykusuzluğuma
çıplak sırtında acılarım akarken
vahşi atlara bindin rüyalarında...

hani dudaklarımız hiç ayrılmayacaktı
bak işte bıçak gibi kesti şimdi onları zaman tanrısı...

Şimdi dönüyorsun seni bulduğum deryaya
kapatıyorsun kabuğunu soranlara
tek bir odan vardı denizkabuğunda
onu da biz doldurmuştuk ayışığıyla

Ay yüzün ve uluyan kurdunla
bir gün bir yerde karşılaşırsak
Kaldır başını ey Rodos'lu
Kaldır ki görsünler içimizdeki deniz kabuğunu...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:35 PM
Dişimin Kovuğu

Ne kadar garip!
bir fındık attım ağzıma
girdi dişimin kovuğuna
dilim döndü yaklaştı ona
ama inatçı bizimki
yanaştırmadı hiç kenarına

ufak olmasına ufaksın anladım da
beni kaç saattir deli ettin
kaç kürdanı da geri çevirdin
sen ne çekilmez birşeymişsin
sayende
kaç defa volta attım
kaç bardak su içtim bilirmisin
çaresi de yokmuş
sen isteyince çekip gidenlerdenmişsin

bana ders oldu
söz bundan sonra
dişimin kovuğunu dolduracaksa biri
ya da geldiğin fındık kabuğunu
ben yemin ettim
en az senin kadar ilgilenmeli
yoksa başa bela
akla ziyan
dili hiç sorma
o hepten perişan

valla olsaydım senin kadar
inan gözümden kaçmazdı
şu bizim doğayı kirleten adamlar
gör bak o zaman
nasıl çıldırttırdım onları sabaha kadar...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:35 PM
Döndüm Durdum

Bir gece baktım, bir rüya gözüktü gözüme
bir ışık süzmesi, bir sayı ve bir kelime
bana dedi, aşk için dön hadi!
sonra yokoldu gitti
ama neyin etrafında döneceğimi hiç söylemedi....

bir gece baktım, bir sikke gözüktü gözüme
harcadık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir kitap gözüktü gözüme
okuduk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir yıldız gözüktü gözüme
parladık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir mektep gözüktü gözüme
öğrendik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir alim gözüktü gözüme
araştırdık durduk onunla tüm gece...
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir sayı kümesi gözüktü gözüme
saydık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir bestekar gözüktü gözüme
çaldık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir rahip gözüktü gözüme
günah çıkardık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir ressam gözüktü gözüme
boyadık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir totem gözüktü gözüme
tapındık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir şair gözüktü gözüme
yazdık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir pagan gözüktü gözüme
korktuk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir yalan gözüktü gözüme
söyleyip durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir şeytan gözüktü gözüme
kandırdık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir cengaver gözüktü gözüme
savaştık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir neyzen gözüktü gözüme
üfledik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir sevgili gözüktü gözüme
seviştik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı....
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir sarhoş gözüktü gözüme
içtik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir sufi gözüktü gözüme
sevdik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir anne gözüktü gözüme
doğurduk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir mecusi gözüktü gözüme
yandık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir filozof gözüktü gözüme
tartıştık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir dinsiz gözüktü gözüme
inkar edip durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir yahudi gözüktü gözüme
büyüledik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir dost gözüktü gözüme
sarıldık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir şaman gözüktü gözüme
uçtuk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir dağ gözüktü gözüme
tırmandık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, ölüm gözüktü gözüme
ağlaşıp durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir bebek gözüktü gözüme
gülüştük durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir Müslim gözüktü gözüme
secde edip durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir sır gözüktü gözüme
gizlendik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir doğulu gözüktü gözüme
sustuk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı....
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir su gözüktü gözüme
aktık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir ışık gözüktü gözüme
aydınlattık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde


bir gece baktım, bir boşluk gözüktü gözüme
kaybolduk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir terazi gözüktü gözüme
dengelendik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir çelişki gözüktü gözüme
sorulduk durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, bir deli gözüktü gözüme
çıldırdık durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, hepsi gözüktü gözüme
ortalarına geçtim, döndü durdu onlar tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, hiçbiri gözükmedi gözüme
aradım durdum onları tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevresine
ve döndüm durdum onun üstünde

bir gece baktım, içim gözüktü gözüme
keşfettim durdum onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir çember çevreme
ve döndüm durdum onun üstünde

o gece baktım ki bir aşk gözüktü gözüme
aşk eyledik durduk onunla tüm gece
dedim aşk bu olmalı...
çizdim bir aşk çevresine
ve döner dururum hala aşkın üstünde

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:35 PM
Düş mü Gerçek mi?

Fırıldağı olan 10 yaşında bir çocuktu
Her sabah çıkar dağlara, rüzgarı ağırlardı.
Rüzgar ise döverdi fırıldağı
Çocuk sevinirdi.

kadın, dertliydi çocuk okumalıydı
Baba hastaydı, zaman acımasızdı.
Günler acele ediyordu
Acılar ise beklemiyordu günü.

Fırıldak, çocuk için cennetti.
Doğa bunun farkındaydı.
Onu üzemiyor, tatlı esintisini bağışlıyordu.
Zaman çocuk için durmuştu.

kadın yanıldı, çocuk okumıyacaktı.
Baba, kabrin soğukluğunu bahrına basmıştı.
Horoz ötmemişti sabah onun için belliydi.
Belki sıla başlamıştı.

Islak kabuslar yanılmadı.
Çocuk fırıldaktan vazgeçti;
Tarlalar terledi.
Arpanın derdine düştü kadın.

Son yaklaşıyordu
Yağmurun soğuk elleri toprağı avuçladı.
Toprak nehirle tanıştı.
Arpa kadına veda etti.

Çocuk, isyancıydı.
İçi yaslıydı.
Kadına koştu.
kadın arpadan vazgeçti.

Mutluluk buydu ikisi için
Kaybedilen çoktu ama
Elindekiler kimsede yoktu.
Onlara artık sonsuz sevgi yaverdi.

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:35 PM
Emanet

Birden tüttün gözümde
farklı bir gönülde
sana yabancı bir dilde...

Çilekeş bir flamenko ağıtına tav olmuştu kısmetimiz
sen endamımda dolaşırken
ben yeri döven güçlü topuk seslerine dalmıştım.
bir ispanyol gitarının süslediği
tırtıklı bir seste kesişti sonunda gözlerimiz
fırfırlı etekler ahenk telaşında
hangi rengin kral olacağını düşünürken
ben çoktan simanı bellemiştim.
penalar tellere dalaşırken
sen yanımda bitivermiştin.

loş kırmızı ışık, lal bakışlarına feryat ediyordu
melez bir dille çözdün gömleğimin düğmelerini
ne takat bırakmıştın bende o gece
ne de talimsiz asude...
düşlerime taktın esmer bir kelepçe
ellerime bırakılmış uzun siyah bir yele
biraz yenildi benden yasak meyve
biraz içildi senden ıslak buse..

kumların üstünde vira dedik ana
günahların oynandığı tiyatroda
bir durmak yoktu senaryoda
bir de bedenlerimizi ayırmak

yaşın benimkinden kibirliydi ama
ufak bedenin kucağıma cuk oturuyordu
benim iksirim kaynar kaynamaz
senin kadehine boşalıyordu

zamanı biraz itekleyince
ege'nin özgür dağlarında bulduk kendimizi
sarp kayalarda da saklı kalmadı hasatımız
arzu zehiri kanımızda yelken almıştı
ne rüzgar arıyordu ne demir atıyordu
ama keyifli serüveni kalbimize merhamet etmeden devam ediyordu.

bazen bir at arabasının arkasında aldandım yanağına
bazen bir ağacın altında sarıldım dudağına
o zaman anladım samanların yumuşaklığını
kirazların tadını...

bana yadigar kısa manzum söylenirken
çağırdın beni boğa kokan diyarlarına
bir göle bakan eski bir kulübeyle
istediğim gibi bir balıkçı teknesi alırız dedin bana

tam da huri diye yazıyordum seni hayatıma
ne iki çift laf edebilmiştik semadan
ne de senin soyağacından...
oysa yıldızlara baktığımızda
hep aynı yıldızın kayışını yakalardık
hep aynı pınarın sesinde dans ederdik
içtiğimiz şerbet yediğimiz turta bile
cilveleşen ağzımızda tad buluyordu.
farklı kimliğimizin üstünde bile
insan olduğumuz yazıyordu

vuslatın bohemliğinden sıyrılışına az kala
bu diyarlardaki bol ışıklı yere gitmek zorunda idin
ben kaygılarımı azat etmişken
sen gülücüklerini bana emanet etmiştin..

ebemkuşağının altında seni bekledim bir süre
kelebeklerin papatyalara ilan-ı aşk edişini zahmetlice izledim
mehtabın suya çıplak poz vermesini gizlice gözetledim
aklıma gelince emanetin
onun geometrisini toprağa çizdim

fakat tutmadı insanlığın aciz ilim hesapları
sevgi köPage Rankingüsüne gelmeden pusu kurmuş Azrail ve arkadaşları
oraya verdiğim bir kadına bir de kuma getirmiştim şimdi
sana vurandan daha ağır bir yük altında kaldım işte o an ben
kanının süzüldüğü yolda emanetini mazgallara düşürdüm neyazık ki ben...

Birden tüttün gözümde
farklı bir gönülde
sana yabancı bir dilde...

yine bir flamenko ağıtında
farklı bir gönülde
bana yabancı bir dilde
kimsenin bilmediği seni
herkesin bildiği bir emanette gördüm.

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:35 PM
Erken Boşalan Şiir

Siz hiç gördünüz mü
bir akrebin
vaktinden önce kendini soktuğunu
ya da dişi kurdun
doğurganlığını tutkusuna kanıt olarak sunduğunu?

hiçbir ağaç
kök salma duygularını bastırmış mıdır
üstünden geçen uçağın
yaprak zarını sersemletişinde
veya üst komşusunun bir fincan kahve hatrı
mâni olabilir mi
azgın martının kanatlarını erkeğine sürtmesine?

kimse tahammül edebilir mi
şehrin göbeğinde
doğal seçimin kulağını yalayan
ve göbeğini emen erkeğe
sokak arasındaki köpeğe ettiği gibi?

bana sorulabilir mi şimdi
insanlardan gayrı
Ay'daki kahve falına bakarak
niye üç vakte kadar
tulum içinde beklerim peynirimi
ya da burada gürleşir
ve vaktini bilir horozun sesi?

çünkü çatlatarak şehrin göbeğini
akarsu yatağında
ve tavuğun coşkusuyla dile gelir
üstelik doğanın bozulmamış rahminde
sevişmeden önce aşılır
ve yazılır erken boşalan şiir

oysa ki
bir erkek belki affedebilir
vaktinden önce
kadının içine erkenden boşalmasını
ama ya şiir
şiir aşabilir mi bunu
rahmine girilmeden
ve soyunabilir mi
duygularını içine dökmeden
hem de kendisinden gayrı?

dikkat çekicidir ki;

bu yüzden tarihi zehir
doğa yasalarının çıplaklığına tabidir
asla onu tatmin etmez
ve elenir erken boşalan şiir

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:35 PM
Evrensel Korku

durduk yerde buhranlandın akşam akşam
yanık günün tuzunda eridim
yılan gibi kıvrıldın gönlümde
okyanusa sarıldım üstümü örtmeden

çizgiler neydi teninde
fırtanın izleri mi yoksa acının darbeleri mi
yorgun düşmanla ikinci bir savaş niye
zamanı uçur gönlünde, ara kendini bende

yangınları say bahrında
kıvrıl hücrelerinde hızlıca
damarlarındaki şarkılarına meze ol
sazlıkları ara kanının son damlasında

yalnız bir çocuk düşün kalbinde
ulaşmadığın, bilmediğin birini
kendini hapsettiğin ama tutuklu kalmak istediğin
ona var, onu hisset çaresini bilmeden, umursamadan

ezgileri gördün mü orda
kılıcınla kesebildimi her birini
taşın ağırlığını bildin mi üstünde
ucunu çözelebildin mi ipin

kızdın mı bana, aradın mı beni tutsaklığımda
nice yürek eskittin başka maphuslarda
oysa ki bakmadın hiç içine
sormadın beni kendine

uçurtmaları hatırlatma bana,
dönen fırıldakların haddi hesabını
hafızama yenik düşürdün
saf gülücükleri gösterdin, kirletmeden
yıkıl karşımdan diyemeden
içimde filizlendin herzaman, aniden

sen kimdin beni üzmeden anan
yaşlandıkça küçülten, soruldukça yanıltan
tanıyamadım seni bir türlü
nolur yine gel, yine uğra bana...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:36 PM
Göçtüler

üzülsen üzülemezsin
görsen bir türlü baksan hiç düşünemezsin
uçar son kuşlar
sen bekleyemezsin

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:36 PM
Gözyaşının Anlamı

Sırra kadem basmış bir çağrı
Uzaklardan bir çilli horozun türküsü
Gün ışığının aydınlık yüzü
Çaresizliğin yıkılmaz gücü

Akreple yelkovanın seviştiği bir an dokundu bana
Açtım yüzümü dünyaya şeytanın ısıttığı yatakta
Engin bir melekler kentine doğru
Açtım yelkenlerimi özgürce, tutkuyla

Bir ufacık cep kitabından daha azı mı
Hayır bu bir kelimede gizli bir kapı olmalı
Sukunetle dinledim onu sürünerek
Çelme takılan bir atlet gibi yorgunca

Sahipsiz bir bebeğin haykırmasıydı benimki
Sade, solgun ve üzgün
Bir kapıyı bulmuştum ya şimdi
Artık yaşlı bir çiftçiye dönmüştüm, belli

Başladı şerit geçmeye
Dağların yücelik merasimi
Nehirlerin hız talimi
Toprağın sade gösterisi
Ormanların inanılmaz rengi

Titreyen kuşların önünden göz kırparak aldım acıyı
Açların arkasından acımasızca güldüm
Zalimlerle aşık attım
Etimi isteyenlere ruhumu sattım

Bir arınma mıydı bu
Yoksa tanrının lütfu muydu gaipten gelen
Rahiplerle imamları atlatıp
O boyutun zebanileri mi beni bekleyen

Sizi bilmem ama ben gördüm oraları
Cennetin heybetini
Cehennemin derinliğini
Sorun şu ki acıları dindiremiyorum hiçbir kuytu inde

Bir gün bir gece bir an
Sizi bekleyenleri düşünün
Önce gözünüzün önünden geçenleri
Sonra niye gözyaşınızın aktığını

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:36 PM
Gözyaşlarının Düeti Sessizdir

gecenin eli kulağında
bir hanımefendi edasıyla
mum ışığının
gölge oyunlarında
kızarmış büftek tadında
konuşuldu seninle havadan sudan
karanlık çok sıcaktı
serinlemek için
üzerinden çok sular aktı
ter kokularının yerini
binbirçeşit bitki özleri aldı
dağları içine alan göllerde yıkanıldı
ardından gölden yansıyan Sırlar Dağı'na tırmanıldı,
Tabiat Ana nasılda doğurmuştu
sanatkar yavrularını
zaten gelmişti de
asırlık darağaçlarının
güller açma zamanı
o an şu gönül görmeyi diledi
Papatyaların Tacı'yla saçlarının tanışacağı anı...

kabul etmek lazım
ürkektik ikimiz
bir ceylan kadar
meraklıydık da
iki yürek tek bir bedende nasıl atar
soruyorduk geçmişimize
yaz gününde kelebekler nasıl uçar
ne zaman arayacak bir nektar?

sessizce yaklaştı Gözyaşının Çocukları
çevirdiler etrafımızı
eskilerden ve yenilerden
acılı bir fener alayı
gören gözlerim ne kadar hissedebilirdi ki
sol anahtarıyla kilitlenmiş kalbini
bastonların sana olan sevgisini...
o bastonlar yüreğimi deldi geçti
her yere değişinde
her makamdan dinleyişimde
açıldı gözüm
buğulandı yüzüm
o Sevginin Nefesi'yle...

tam da sırasıydı
balkonuna kadar gelmiş bak
elindeki sihirli değnekle Uykunun Kızı
dokunuldu onunla ufak bir deryaya...
bir aslan, rüya görür müydü
görse gökyüzünde yürür müydü
Aslanın Rüyası düşlerime gözükür müydü...
takıldı kafama işte
ağrılı sırtının nefesimle ısıtılmasına kadar
şehrin ışıklarının bir perdeyle söndürülmesine kadar
Uykunun Kızı'nın onunla kaçıp gitmesine kadar...

kim inanırdı ki
o Sevginin Nefesi
Buselerin Kırmızılığı'nda
bir Aşıklar Sandalı'nı
yanaştıracak Ruhlar Limanı'na
karşılayacaklar bizi
dilimize doladığımız
Gözlerimizdeki Şarkı'yla
tenimize sürdüğümüz
Nefesimizdeki Koku'yla
çalınan Aşkın Alfabesi'nde
sevgi sözcüklerinin bulunuşuyla
iki bedenin birleştiği
İbadetin Mısraları'yla

olur olmaz demeyin
Gökyüzü Çeşmesi'nin altında sevişti birileri
inanmamazlık etmeyin
yeraltına gizlendi Gazabın Perileri
duyduk duymadık demeyin
ortaya çıktı Süt Anneleri
emzirildi Yağmurun Bebekleri
kutsandı Toprağın Kudreti
çözüldü Meryem'ın dili
şehre uçtu Masumluğun Güvercinleri
altın ok, gümüş yaydan fırladı gitti
gitti bir kelebeğin içine girdi
girdi ve Ateşin Oğlu istendi
o geldi ve Suyun kadını'yla evlendi
Çardak Bakireleri'yle bir düğün senfonisi bestelendi
Gözyaşı Çocukları'nın korolarında söylendi:

sen ve ben kadar
şehirli bir günah dedikodusu
sokaklardaki yollara tohumlarını ekiyor

sen ve ben kadar
dökülen sonbahar yaprakları
azaptaki şeytanın yüzünü saklıyor

sen ve ben kadar
özenle süslenmiş Japon Bahçeleri
İlhamın Rüzgarları'yla sulanıyor

sen ve ben kadar
iffetli *******in Kraliçesi
Ayışığı Kralı'nın önünde soyunuyor.

sen ve ben kadar
zevke dalmış Deniz Civcivleri
kanatlarını okyanusa sarmış, çiftleşiyor

sen ve ben kadar
ıslanmış nilüfer çiçekleri
Ormanların Uğultusu'nda süzülmüş yol alıyor

sen ve ben kadar
yorgun düşmüş Varoluşun Elleri
kapılarını ardına kadar açıyor

sen ve ben kadar
güçlü Kartalların Mecnunu
tüylerini kabartmış uçmaya hazırlanıyor

sen ve ben kadar
geçmiş Tanrıların Çelenkleri
onların parlaklığında yok oluyor

sen ve ben kadar
firarı verilen düşlerde
Ayçiçeklerinin Yüzü güneşini arıyor

sen ve ben kadar
özlemle kavrulmuş çalar saatler
şimdi tövbekarlığa kurulmuş
Zühre Yıldızı'nın doğmasını bekliyor

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:36 PM
Gülizar

seni senden geçirendir sevgilin
beni bedenimden alandır sevincim
harfleri sayılarla mı birleştirdin
işte senin sevgilinin sevincidir bu zikrin

korku değildir geri gelişimin sebebi
muhabbete dalmasın aynadaki akisi
su akar gibi yol dener seni
aşk yoksa damlamaz gerisi

meşgale ararsa sende veledin
içine ulaşmasın çatık kaşlı cemalin
versen ona bir kuş yeter veledin için
yuva yapmayı unutma sakın kuş için

mumların önü gibi ol ki yanmayı öğrenesin
yan ki alevinin ne olduğunu bilesin
duman gibi yükselsin nedenin
karıştırma nedenini sakın kendin için

kelebeklerle yaşa ki gör çelimsizi
bil ki ilerde kanat çırpacak aşk delisi
kimi zaman kozadaki böcek ol ki sussun emelin
kimi zaman binbir rengi ol ki dönsün dilin

hüzün ararsa yüzün, yüz gün ver kendine
bulamamışsan teraziyi yüz gün bile hikaye
sözünü gözünden sakla ki aksın elin
elini kimseden saklama ki çalmasın çirkin

bir gün gelecek fırtınaya sarılacaksın
gün gelecek meltemlerde havalanacaksın
her çeşmeye uygun bir musluk ol ki fırtına olasın
Bir elbiseye sökük ol ki meltem olasın.

her arayışta yeni bir deryaya açılır gemin.
her gemiye yeni bir kaptan alır için
her kaptan gibi yeni bir ufuk arar ilmin.
her ufuk da başka bir senle bir olur gönül çizgin

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:36 PM
Hâmsin

ıssızlık
dağ başında
yıldızyeli
yanı başında
süslemeli
bir kapının menteşesi
tek başına
ufuk çizgisi

sabah
suskun
sabah
durgun
kendi derdinde
dili
paslı
anahtarı
yaslı
göçmen kuşlar renginde

umutsuzluk
hep
susuzluk
hep
çoğunluk
hep
soğuk
kapı aralığında
yoksunluk
hep
saklanan
bulutsuzluk


bahar
beklenen
özlenen
çalınan
kapı
eşiğinde
bulutsu
ve
kendi renginde

Hâmsin
erkenden
bitkin
benden
üflenen
deliğinden
dinlenen
çiçeği kardelen için
kışa edilen bir telin

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:36 PM
Hikaye Bu Ya

Uçurumun kenarında sıcak bir yüreğin çarpıntısı şimdi sana anlatacağım
Kayaların altında gözlerinin ışığından yansıyan aksini anlamsızca andığım
Kırmızı gölgelerin etrafına sarmasıyla sarıldığım bir hikaye bu ona yolladığım

Kitaplar arasında toz yutmuş bir boğazı
Biraz çay ve biraz tütünle boğarak
Yüzüğümü bilerek düşürdüğüm
bir sihiri aradım o an

Sayfalar her hareket ettiğinde
bir finali göğüsler olmuştum
Orada, o ışık süzmesi içerisinde
Masumiyetimi çözerim sanmıştım

Bir anlat hadi deseler
sigaradan olsa gerek susa kalmıştım
ama hikaye bu ya
onsuz boş baka kalmıştım.

Benden yıllar evvel ayrıldığında
örülmüş nakışların ardından bir göz kırpar
bir de yalan söylerdin ardından
şimdi ise doğrular senin gibi yapar oldu ardını bilmediğim kapılardan

İyiki var onlar Allahtan
yoksa ellerimin nasırlarını anlamaz kalırdım öyle
bir ayrılık değil beni böyle yapan
bir yanlış bu sırrı kapatan

Dedim ya sonları aramam ben
arasam aşağı bakmayı yeğlerdim
benim derdim kendimle
yılları rafa kaldırdım ben

Bir sıcak çayla kafa bulurken
şimdi iki kelime beni uçurur oldu
sana isyanım yok bilesin
dedim ya benim derdim kendimle

Parmaklarımın sızladığını farkettim şimdi
bakışlarımın ağırlığını
kefen yakın olsa gerek
buldum galiba yalnızlığımı

Son söz adettendir derler
Aşıkların sözünü erler dinler
Bırak ağlama artık yiğidim
O hikayeleri daha çok dinlerler

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:36 PM
Islıklar

kinimi gömdüm gölgeme
çiçeklerle bezedim sevgilime..
göz nuru el emeği kanımı
yunuslardan aldım kendime sattım...

çarpık kulvarlardan sıkıldım artık
boş duvarlardan bunaldı bu yanık
bilebilseydim kendimi artık
sorardım bu yunuslara nerede taç nerede azık?

her darbe, damak tadı gibi
her göz, kara kaplı defterim gibi
bir bıldırcın ararsın sen ya
ben onu öldürdüm görürsen söylet soyuma kandığın gibi...

bozgun sesleri bunlar
bozguncu dilberleri

hülya seslerde
ifşa eden benzerlerin...
ne buhar göğsümü kanattı
ne kapı eşiğindeki şehvetlerin

tapınak sütunlarıma mı çizeyim seni
karabatak yuvalarında mı vereyim elimi
ne acı ne bal
olmazdı dinginliğin eseri

ah yunus yüzlüm
ah inci dişlim
ne üzdü seni de
bitirdi bahçemdeki firüzeleri
ne terbiye edildi de
ıslıkların adı oldu cazibeli

aşk bağından bir salkım almak için
niye gerekir ki bir demet yasemin
olsaydı ya bir su bir ekmek
senin yüzünü güldürebilmek için

özledim seni özledim tenini
Ne mecusi anlar beni
ne de okyanustaki ahali
yunus yüzünü özledim belli

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:36 PM
İçimdeki Damarda Tıkandım

herşey peygamberdevesinin kendini dişisine kurban etmediği bir dalı kırmasıyla başladı.
Ve ardından yusufçuklar kaçırdı yumurtalarını bataklıklardan...

Ardıç kuşlarına niye saldıramadı kartal o gün,
niye sinemedi gelincikler çukurlarına
bukelamunlar niye renk vermediler
ve koalalar neden yaprak aramadılar gecenin soğuğunda? ? ?

tanrının zekasını kıskanmışımdır hep
çılgınca mı?
kıskançlık ve tanrı...
çözüm ne peki söyle, anlat hadi balarısı?

'çakıltaşlarının sevişmesiyle doğmuştum ben
avlarım mağaramda hazırdı evlatlarıma
bir kayadan akan kanla
yayıldı zekanın sarmaşıkları yeryüzüne

Deniz akrepleri sığ sulara saldırdı sonra
medcezirlerle çoğaldılar toprakta
telef oldu köpük kusan balıklar
bir kere azmışlardı korkunç yaratıklar

kömür suratlar az durmadı yerinde
istilalar başgösterdi azgın sularda
tüyler havalandı kadavra kokulu çağda
kapandı yaralar bir süre de olsa

zeka nefes aldı....

kafataslarını algıladı ışık yarımyamalak
bela geliyordu usulcana
çırpınarak
korkusuzca...

çenelerin donduğu bir yörede
bir aile aldı eline çiviyi
sürüyle bitti gösterileri
sürüyle yüzüldü derileri....

killere boyandı alınlar
boncuklar takıldı boyunlara
izinsiz mideler kalktı ayağa
çöpler birikti tepelerde buram buram

ırk savaşçıları çalışmaya başladı
ihtiraslar büyüttü gözbebeklerini, tıpkı bebek gibi
silkinemedi zeka
anlatamadı derdini bir türlü

akınlar oldu bir sonraki gün
çığlar düştü üstüne
lavlar aktı yerine
dayandı üşümedi, üşütmedi evlatlarını

gece yol aldı
sabah kalkamadı yerinden
karanlık kilimlerle uçtular etrafa
çocuklar ağladı beşiklerde

heykeller uyandırdı sabahı
neşeli çığlıklarla büyüdü ormanlar
el işi görgüler kazandı yarını
ama zekayı iyileştiremedi bir türlü

ıslak bıyıklarla üstün geldi peçeler
kalın ciltler hükmetti hayata
ama bir çıra idi aradığı sonun
küller düştü okyanuslara

kolonilerce arı geldi bir araya
sığırların kuyruklarında buluştular daima
saklandı bilgiler gizli yerlere
ayaklar bulamadı onu bir türlü

çılgın heyacanlar ritm tuttular
ateşler etrafında kaçırdılar nesilleri
özlemediler berilerini
düşünemediler gerisini

ve zeka ayırdı onları
izlediler birbirini
ama birleşmedi türleri
selim basiretler gırtlağa düğümlendi'

ıhlamurlarım kaynamıştı artık
süzüldüm kartalların sırtında
çömleklerim kurumadı ama güneşte
özgürlük haykıramadı yerin dibinden

zeka kayboldu yerinden.....

Babil'deki dilimi arıyorum
suskunluğun özünü
izlerin bedelini
tanrının dilini...

şeytanı bile affettim.
sansa da dost benle
yalan mı kaldım onla bir ömürde
yok oldu bağrıma basınca nedense

kıskandım seni her zaman
sayılarını göstermedin sakladın kaldın
terli çarşaflarda görüntün gözlerime indi
kuru toprakta ağırlığın bedenime bindi.

çelişkilerini bile çözdüm
ne kadar dost olduğunu
sözlerinin beni çağırdığı
içimdeki damarda tıkandım.

Babil'de kaybettiğim dilimi özlüyorum
suskunluğun özünü
izlerin bedelini
tanrının dilini...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:36 PM
İçimizdeki Sonsuzluk Mesafeleri

İnsan
içimizdeki yüzünden
öyle bir varlıktır ki
sonsuzluktaki en küçük noktada
ve noktadaki en büyük sonsuzluktadır

insan
sonsuzluk yüzünden
öyle bir çelişkidir ki
noktasının uçları birbirine en yakın uzaklıkta
ve en uzak yakınlıktadır

İnsan
mesafeleri yüzünden
öyle bir ironidir ki
uçlarının içerisi kadar hiç
ve dışarısı kadar heptir

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:38 PM
İlk Cuma

Yorgun bir akşamüstü bu
sıradan bir kaderin oynandığı ilk cuma
sahiller, sokaklar ve yılanlar yine orada bekliyor onu
kendimin çaresini arıyorum bezmeden, düşmeden

bir çizgi görüyorum ilk başta uzaktan
Biraz yakınlaşınca çukurlukları seçebiliyorum
Ve büyüyor gitgide
ışığa da ihtiyaç yok, hissedebiliyorum çünkü

evet bir yaşamın gözyaşlarının bıraktığı izler bunlar gözlerimin altında
her gün bir savaşta bayrağını kaybeden askeri oynamak gibi bir anı yaşadığım oralarda
bir nilüfer yaprağında yıllardır süzülmek kadar çaresiz, bir o kadar da güzel

nedir istediğim senden benim
kuytu köşelerde para verdiğin dilenciler kadar açsın bu hayata
eğer bir müzisyenin bestelediği hüzün nağmelerinde yaşıyorsan hala
dönüp bakma orada çalana, çünkü duydukların senin ölüm çığlıkların


işte bu yüzden belki yok etmeliyim o izleri oradan
o izleri kimbilir, kırdığım şişelerle beni bekleyen adadaki, zamanı bilen birine ulaştırmalıyım
bir çeltik daha atmaz belki artık

uçların adamı olduğum yıllar
kezzapların sıcaklığını tadardın
doğanın sana verdiği her şimşek
çevrene koyduğun önyargılar kadar yüklüydü

anlayamadım işte, biraz akılmış ihtiyacım olan
o izlerin gördükleri
nedense bir bebeğinki kadar
haketmiyorum işte ondan,
her gördüğümde acı veriyor maalesef

Sandaldaki aşıkları bilir misin
hani kuğuları seyredeler de koklaşırlar
ve sonra aşkı anladık diye bakarlar beraber sudaki akislerine
bilmezler ki baktıkları gördükleri, yaşadıkları aşk değil

Sıradan kaderin ilk cuması
yine istanbul, yine bir ayna
Bu sefer zorlanmadan çıkan sıradan bir gözyaşı daha hızlı damlıyor
Belki yüzümdeki izlerin arttığındandır
Ona sormalı sebebini
Nedersin hayat kardeş, çok mu hızlı akıyorsun artık ha?

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:39 PM
Kaç

çiçekler dul kalmış özünden
koklanmıyorlar artık delgilerin berisinde
beşikler karaya, mezarlar pembeye çalmış
eminim bir gün buluşacaklar aynı yerde
çoğullanan bir durağanlık var
penceremin nefessiz bulutlarında
'geliyorum' dediklerinden fazla
'gidiyorum' dediklerin bu donuk akşamda
şimdi özgürsen kesmeye başla kuvarsı
yansımalarını yok et ve parçalanmadan yaslan suya
dansı kıvrak ellerinden kopar, dola boynuna
kuzguna dönüşsün gözlerin ve
dudaklarıma uçsun her bir zehiri tattığında
yüksek dikitlerin gölgesinde
anıların için değişiyorsa ruh halin,
asla serinliğini takas etme körpe esintiye
kaç! ve orada olacağını bilenle konuş
ikindiden akşama yaklaşan bir çözümsüzlüğün asaletiyle

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:39 PM
Kaçakların Özgürlüğü

Alın yazımda bir kaçak yaşıyor
sanki ruhumun bezirganı
harabe mi elimdekiler
yoksa vakitsiz öten horozlarım mı?

eskiciden alınan bir gözlükle bakmalı geleceğe
denizkabuklarına yaslamalı herkesin kulaklarını bir gece
bir iklimde oynamalı çocukluğumuz
aynı ipe serilmeli hep kirli çamaşırlarımız

ki kaçaklar özgür olsun...

fasıllarda sarılmalı herkes kumrulara
udlarla neylerin hengamesi dinlenmeli
harplarla flütlere ferman salınmalı
felah eylesin musiki semaları

ki göklevni parlak olsun....


mutluluk şekerleri dolaşmalı ağızlarda
güller kondurulmalı göğüslere
leyla gelmeli yanına
derya gitmeli yamacından

ki gece parlak yıldızlarla dolu olsun...

gökkuşaklarına bağlanmalı salıncaklar
öpücüklerimizde dönmeli annelerimiz
akarsularda yıkanmalı kinlerimiz
ah ah Yelda olmalı o gün...

ki ertesi gün güneşli olsun...

kilerlerden çıkmalı incir reçelleri
portakal ağaçları sulanmalı özene bezene
yemyeşil çayırlarda pisletilmeli ancak üstümüz başımız
ıslatılmalı, o uzak rüyalar

ki hatıraların tadı keyifli olsun.

kaçak uçurtmalarım var
kaçak raiyanalara verilmek üzere...
tıpkı hayat gibi
bir ip tutar seni
rüzgarları özlersin hep boynu bükük
ve sen uçmak istersin
hep daha yükseğe
ama hep ince bir ipe bağlısındır
hep düşlerin uçurur seni yükseklere
hep gerçekler indirir seni yere
ama bir anda koparırlar ipini, serilirsin yeryüzüne

ki adı ölüm, namı kaçakların özgürlüğü olsun..

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:39 PM
kadının Durduğu Yerde

özleme konuktur yatsı
elinde kalır kırıksı saçı
kesiği yorgun
tutkusu siyahı
tel tel yoğrulmuş esansı
soluk alır gibi bakar
boğulur gibi yanar
öpülen kokusunda
ten renginde konuşan rüzgarı

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:39 PM
Katyuşa

Bakmaya korkardım
kadınlığını gözlerine sürmüş
bakışlarını da sarışınlığına saklamış
o safdilli Rus kızına...
bu nedenle anlatmak istedim sizlere
ona yazdığım upuzun bir bilina...

adını soranlara
hemen cevap vereyim:
adı Katyuşa
safdilli, temiz kalpli Katyuşa...
eğer sıkılmazsanız
dönmek isterim ta en başa:

Suyun kadınıydın
suda bir akıntıydın
yalnız suyun
yaşlı taşlarıydın sen Katyuşa
birkaç kez yıkandım orada
körtopal yazdıklarına
değnek olmayan yazdıklarımla
elimi soktum suyuna
ama tutunamadım bir türlü
kimi ******* akmayınca
dondu suyun
kimbilir belki
o *******de buz tutmuş
belki de su yutmuştun Katyuşa
galiba Sen akarken Hazar'a
Ben çoktan çatlamıştım Baykal'da...

zar zor beslerdin
kafeslenmiş bedeninde bir kukuşka
o dört duvar arasında
ötmeye çalışırdı
sabahın altısında
her kalkmaya çalıştığında
bağırırdı kukuşkanın nefesi
biliyorum
bülbüllere benzemezdi de hiç sesi
hiç alışamadın değil mi
kokuşmuşluktan hayatlarımızı
satışa çıkardığımız bu Rus pazarına
sebebini iyi biliyorum
çünkü çok yalnızdın sen Katyuşa....

hastalığını anlayınca
Götürdüm seni Doktor Jivago'ya
saatlerce baktı sana
ve geldi anlattı bana:
'Bu Rus kızı çok hasta
kalbinde varmış bir matruşka
her birini tek tek açsalarda
yine varacaklarmış öz bir insana
üzgünüm ama
hastalığı tam bir ümitsiz vaka...'
işte bu çok dokundu gamsızlığıma
çünkü çok hastaydın sen Katyuşa....

ani bir gece baskınında
keder askerlerine yakalanan
kurşuna dizilmeden önce
Sevgi mahkumlarını kışkırtan
Bir Rus kraliçesiydin de sanki
kapatmışlardı seni Kremlin Sarayına.
seni kurtaramayanlar arasında
Bolveşik ihtilalina katılan
aşka susamış bir adamdım bende
o gece Kızıl Meydan'da...
öylece baktık akan kanlarına
çünkü çok acılıydın sen Katyuşa...

bir başka gece
askerleri atlatmıştın
karlı Ural Dağlarını bile aşmıştın
vagonlarına tebessümler yükleyip
sevgi trenini korku garıma bırakmıştın...
biliyorum
hiç de raydan çıkmamıştın
ama ne olduysa ondan sonra
bir daha uğramaz oldun garıma
çünkü çok gururluydun sen Katyuşa...

bazen konuştun adını bilmediğim insanlarla
o zaman kaptırmamıştın kolunu daha
aklı iki bacak arasında
dedikoducu partizanlara.
çoğu zaman benzettiler seni
aşkını bulamamış Anna Karenina'ya
bilirim ki güldün geçtin sen bunlara
hem sen de yaymaz mıydın ortalığa:
'iyi bakın bu adama
o Gorki'nin üniversitelerinden çıkmış bir deha..'
ben de o zaman gülerdim sana
derdim ki
bak şu sibirya kaplanına
bak şu cüce kalmış kayınlara
bak şu taygaya
asıl onlar deha..
konuşurduk senle işte böyle
bir akşamdan öbür akşama
çünkü çok yaralıydın sen Katyuşa...

alışmıştım Tanrı'ya olan isyanına
onun sesini kısıp
dayardın ayinleri kulağına
gözlerini kapayarak
bakardın Ortodoks Klisesindeki mumlara
alev alev yakardın boşluğunu o korolarla
bilmezsin ki
bu yüzden ben her gece
çalınca O Çiçorniya
Tanrının mumlarını söndürüp
birkaç ölünün küllerini serptim oraya
sana söyleyemezdim
çünkü çok sancılıydın sen Katyuşa....

gözyaşlarınla yazdığın her mektubuna
cevap veremedim bir kaç satırla da olsa
lakin acılarım dul kaldığında
boğuştum yazdıklarımı suda boğanlarla
günahlarım esir düşmüştü karabasanlara
güya benzetmişler beni
sayı kaçakçısı bir Rus casusuna
kıskıvrak yakaladılar beni oracıkta
bu sırada benden haber almamalıydın
çünkü çok korunmasızdın sen Katyuşa...

hatırlarsın ki
hüznüm neşelidir
düşündüm de
böyle olmalı da seninki
o yüzden Katyuşa
tam da sus demişken Rachmaninoff'a
Tchaikovsky de girmişken mezara
elime alacağım bir balalayka
ve senle yapacağız şimdi kalinka:
'Üzülme Katyuşa
Gülümse Katyuşa
hayat
hepimize suç ve ceza...'
nasıl nakarat ama
bunlar
sana yazdığım son sözlerden kalma
o yüzden
biraz neşelenelim istedim
çünkü çok güzel gülerdin sen Katyuşa...


aklıma gelmişken
sen hala yenikmisin
Çileklerin Kızıl Ordusuna
bir türlü savaştıramadık onları
Dondurmaların Beyaz Ordusuyla
ya çikolatalar
rehin mi alındılar onlar yoksa
evini kuşatan karıncalarca
sormak istedim
çünkü çok severdin sen Katyuşa...

bense üşüyorum Katyuşa
özlemin Rus Ruleti oynatmadan bana
aklımı çoktan teslim etmeliydim Rus mafyasına
o yüzden ısıtamıyorum yüreğimi
içsem de iki duble votka
başımı da soksam kalpağa
hatta korlanmış orağı saplayıp
çekiçle vursan da bağrıma
sen gülmedikçe
sen dirilmedikçe Katyuşa
ben üşüyorum
ben donuyorum
yüreğimin Moskova soğuğunda...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:39 PM
Kayısı Sabahı

sabah kayısıydı,
iççekmiş bir gözboyamasında
gözyüzü haritasından çıkartarak
yığdılar ortaya
ayakları üşümüş yıldızları
olmuştu bir kere adı
buz dansındaki kayısı sabahı

çobanı ayışığıydı
güneşi otlattığında
kırmızıyı kuyruklarına bağlayarak
havalanan kızkuşları
beklerdi ürkütmesin diye şafağı
üzmüştü bir kere Ayışığı Çobanını
buz dansındaki kayısı sabahı

sarısı kıvrım dudaklıydı
derin bir yol ayrımında
busesi tutsak bırakılarak
biçare çanağı
gecenin uçurumunda
özlemişti bir kere kıvrım dudaklı sarısını
buz dansındaki kayısı sabahı

korkusu bakireydi
istemedi hıçkırığında
sıcak yumurtalarına bakarak
kurlarını hazırlamış
meyve sineğinin ayaklarını
sevmişti bir kere bakire korkusunu
buz dansındaki kayısı sabahı

açlığı karıncalardı
yarının azığı kıskançlığında
saf sümüklüböceğini kandırarak
yüksek bir odun kütüğünde
salına salına taşırken dala kabuğunu
sezmişti bir kere karıncaların açlığını
buz dansındaki kayısı sabahı

raslantısı kırağıydı
seçerdi damağında
gün ışığını akıtarak
gölgesi ince uçlu dallardan
süzülecek tatlı su damlasını
hazırlamıştı bir kere kırağı rastlantısında
buz dansındaki kayısı sabahı

olmuştu sabah kayısı
üzmüş ürken şafağı
özlemiş gecenin uçurumunda
sevmeden meyve sineğinin ayaklarını
sezdi sümüklüböceğin sallantısını
hazırlandı tatlı su damlası
yüzen odun kütüğünde bekleyen
aç kızkuşunun ağzına
derin bir yol ayrımında
çırpıldı kanatları
kıvrım dudaklı sarıdan
güneşin kırmızısına doğru havalanan
yakaladı tutsağının busesini
bozdu bakirelik korkusunu
süzülen gün ışığı
tadı damağında
gölgesi ince uçlu dal başında
içini çekti gözünden kanlar akarak
gökyüzü haritasına dalan kırmızısında
eşinin kuyruğunu kaybetmiş
buz dansındaki kayısı sabahı

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:39 PM
Kelimeler

doğa
deniz
kum
güneş
yeşil
kuş

istediğimiz
yosunlarla
seviştiğimiz
sıcak
akşamüstü
unutulan
mazi
eğlenen
bizler
ansızın
çaldı
açıldı
gözler
mazimiz
arıyordu
yine
kötü
haber

ses
titrek
korkmuş
çaresiz
dil
dönmez
ses
bağırır
gel
nolur
tek
sen
gel....

isim
muğlak
yüzüm
pörsümüş
çehrem
buzlanmış
kulağım
korkmuş
sesim
kısılmış

bunlar
dansetti
birbiriyle
çarpılan
hep
her an

yol
bilinen
an
bilinen
sebep
bilinen
ses
bilinen
gözyaşı
bilinen
sonuç
bilinen
çare
bilinen
zaman
bilinmeyen

uzun
yol
kısa
cümleler
sessiz
isyankar
kendinle
mazinle
zamanla
bilinmedik
hesaplaşma

gözler
gözlerle
buluştu
anlatılanlar
doluştu

kadın
doğal
sıcak
genç
güzel
güçlü
cesur
yalnız
idi
şimdi
zayıf
titrek
çaresiz
kısılmış
korkmuş
buz
pörsümüş
muğlak
dostuyla
beraber
biri


güpegündüz
kimse
orada
yoktu
etini
zorla
bıçakla
tehditle
adice
topluca
umursamazca
aldılar
onlar

gece
kadın
giysileriyle
sarılmış
benle
benden
uzak
kanepede
hiçbirşey
görmüyor
görülen
o an
gözlerde
beliren
yüzler
atılan
çığlıklar

unutan
hastalanan
onlar
sanki
birşey
olmamış
devam
ediyor
herşey
mazi
gelecek
işbirliği

kadın
ilaçlı
boğulmuş
ağlamaklı
önce
bağırmak
sonra
susmak
istiyor

geceyarısı
ben
konuşkan
sarılgan
sadece
ortada
sordukları
ve
cevapları
maziden
damlayan
ama
durdurulan

biran
ben
soğuk
şaşıran
duran
durduran
anlayan
açıklayan
kadın
durgun
solgun
sonra
ben
akan
bakan
okşayan
koklayan
kadın
tekrar
sıcak
genç
güzel
cesur
sakin
güçlü
huzurlu
yüzü
sesi
dili
gülümseyen
gülümseten
dinlenen
mutlu
uyuyan
kalkan

tok
yıkanan
sarılan
çıplak
giyinik
biçilmiş
tedirgin
belirgin
roller
üstünde

bilinen
mazi
arkamızda
gelecek
kanımızla
kolkola
tam
şimdi
bakan
bakmayan
susan
susturan
konuşan
konuşturan
uyuyan
kalkan
ayılan
sızan
bağıran
ağlayan
coşan
büzülen
gülen
güldüren
seven
sevilen
bilen
bilmeyen
kollar
alınmalı
kucaklar
verilmeli

yaşanılan
tarihsiz
yazılmalı
yaşayan
isimsiz
kalmalı
yaşatan
şefkatle
cezalandırılmalı

dinlenilen
sevgiyle
süslenmeli
anlatılan
ilimle
bezenmeli
bilinen
eksiksiz
öğretilmeli
bilinmeyen
sahipsiz
yokedilmeli

aşk
tarifsiz
hissedilmeli
sayılar
biçimsiz
gösterilmeli

Kelimeler
bilinçsiz
kullanılmamalı

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:39 PM
Kendini Bilmeden

özlemi bu kadar o yapan ölümden başka nedir?
en çok ne vurur seni özlerken,
o ölmeden önceki yaşadıkların mı
yoksa sonraki yazdıkların mı
kendini bilmeden? ?

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:51 PM
Kırık Kalpler

her tarafında kırmızı kırmızı kalpler
çıplak bedenine yerleşmişler
içini açtım hepsinin teker teker
hepsi tamdı
hiçbirinde yoktu çatlak ve keder
ama bir yer vardı ki
tam sol göğsünde
paramparça olmuştu
o kalp diğerleri gibi değildi.. niye?

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:52 PM
Kırmızı Pabuçlu Hayal Perisi

el fenerlerinin yumuşakça dokunduğu
dişleri olmayan bir yüzdü o gece gözüken
çamurdan ayaklı ve elleri titreyen
dağınık saçlarıyla ve korkulu gözleriyle seçilen
ufacık ellerini kıymıklar süslemiş
bir güzeller güzeli çıktı yıkık evden

acımasız gecenin kurbanlarını
gördüklerimize inandıramamıştık
kayıp kalplerini durdurmuşken
güzeller güzeline gelmemişti onlar tanıdık

içini ısıttıktan sonra
konuşturabildi yüzü temizlenen
masalsı bir rüyada
hatıraları karıştıran
düğmelerle süslü kutuyu konuşturursa
bir hayal perisi gözükürmüş ona
kırmızı pabuçlarıyla
yıldızlara basa basa
gökyüzünde dansedermiş aklın sıra

yapraklar sararmadan hüzünden ayrılınca
mevsimler beyazlamaya başlayınca
uzun bir rüyada
bir hayal perisi yaklaştı bana
çıkartmış kırmızı pabuçlarını
götürmemi istiyor kendisiyle o gece konuşana

saçlarına ak düşmüş mevsimden
trenler korkup kaçışırmış
yıldızlar koşarken penceremden
canlandırdığı elektrik direklerine
hayal perisi sarılmış, bana bakar
çok da sabırsızlanırmış

eskimiş kilimle dolu
içinde ocak olmayan
bezden eve yaklaşınca
kıpırdanmaya başlamış
kırmızı pabuçtan yürekler
diller mazide gezinince
kucağa gelirmiş inci dişler

kıvılcım seslerinin ortasında
mutluluk dansı yapılınca
tutulurmuş ufacık ellerden
çıkılırmış karanlığa.
gözler çiçek açtığında
bir nefes üflenirmiş
mavi hırkası sökülmüşün kulağına
seslenecekmiş ona masalsı bir rüya
aklın sıra
o hayal perisi yaklaşıp
uzun uzun konuşacakmış onla
mevsimler yeşillenmeye başlamadan
pabuçlarını takmayacakmış ayağına
o gün gelinceye kadar
dansetmeliymiş onun yerine karlarda
eğer dediğini yapıp
bu sırada bakarsa yıldızlara
hep bir gülümseme belirecekmiş
güzeller güzelinin kırmızı pabuçlarında...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:52 PM
Kim Bilir?

hani
sorarırız ya
birbirimize:

bu dünyayı
çok okuyan mı
çok gezen mi bilir?

ben;
hem çok okudum
hem çok gezdim
ama hala cevabını bilemedim...

kim bilir
belki de
çok soran bilir...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:52 PM
Korku ve Kokusu

tenden kaçan kokular sır gibi dilimde
ahenklerin yarını bitmiş
dünü aramış korku treninde

bir sıratsa kokulardan korkmak
raydan çıkmışım ben
o acısı yolcu
sevinci kömür olmuş trende

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:52 PM
Kukla

Kaç saatte büyüttüm seni bir bilsen
bakmazdın bana, sıradan bir sahip gibi
kaç gece oynatmamı istedi seni benden bir bilsen
saklardın beni ketumluğunun altına, savaştan kaçar gibi

ellerim kaçtı
kasıklarım şaştı
sesim rüzgarı aştı
basılı bir kor tanesinde
iplerim bağışlasın beni
kusurlu aşklar çeşmesinde
bedevi kaldım
sabrım taştı
yerin kurudu
sen dağıttın oynar başını

ılık ülkenin bahar akşamında konuşan
yapraklı yollarda alnıma mine koyan
ey duyuların koruyucusu!
ey erkekliğin münzevisi!
yaklaş bana!
bu kuklanın kiriyle
nasıl yıkanır aşk
nasıl imbatlara sarılır
uçar ininden
karanlık niye susmaz ki yerinden
sazını ozana bırakmaz
gözünü sakınmaz tenden

öğret böceklerin dilini
çamura karışayım yarın
kapat kuklamın perdesini
yüzüne bakayım yarın

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:52 PM
Kumar

bozarsın gecenin bekaretini
bir arzu kandilini yakınca
ihanet kovuklarını
aşk macunları ile kapatınca

baharat kokulu lanetlerde
kase kase esanslar üşüştü dilime
rana rakkasıyla
mana ipekleri giydim

işte pare kabul etmez o an da yürek
fetvası kadar korkutmaz
samyeli kadar taşınmaz
bir kadim bilgidir aranmaz

efsunlu tütsülere pervane olursun
meşru dillerde maskara diye kovulursun
ne beden kalır mağfi
ne de yükselişin kavisli

ayinlerin kibar olsa da hunhardır
kavunlar koksa da orada yalandır
ne huşu beklersin benzinde
ne iffet dilersin bereketinde

solungaçların hasatını kutlarsın
teslimiyetin filizlerini toplarsın
ne baykuşun sesine kanarsın
ne de devenin hörgücüne

mordan kırmızıya atlarsın
sudan çoraklığa kaçarsın
erili de erkili de tadarsın
ama yatağından bir milim kaymazsın

oradayken buralarda dönerse kumpas
hamle kabul etmez işte buna kıyas
kimse beklemiyor ki bir kudas
sadece varsa yoksa özdeki elmas

şişirilen camın ıslanıyorsa
gizem tuğran siliniyorsa
gümüş tepsin iştahlanıyorsa
arama artık ne bir malik ne de birlik

aşkın gübresidir sevgi
köhne derler de dizlerine, tutmaz
mermer derler de yüreğine, oyulmaz
bir sayı kumarıdır bu, oynanmaz!

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:52 PM
Küller

Kısık sesle bir çığlık attım cihana
Ağlamaya başladım yalnızlıktan sonsuzluğa giden yolda
Gülücükler saçan hüzünlü palyaçoyu aradım gül bahçelerinde
Ama ızdırabın ölümü hepsinden acımasızdı

Kırık bir oku çıkardım gönlümde
Saf sütü kustum sonunda içimden
Olta attığım kırmızıya beyaz bulaştırdım.
Günleri afaroz ettim mağaralarda

bir kılıç aldım elime
ve biçtim sazlıkları
ölümle burun buruna gelenleri
kafasını kopararak kurtardım

İşte gücün adını koyan sen
Bana verdiğin gözleri
bu uğurda akıttım
Kanımı şerefine kaynattım

Sisin kokusunu
Yaramın tuzunu sevdim
İliklerimdeki soğukluğunu
Kalbimdeki deriyle sakladım

Ellerim yüzüne değdiği her an
Bİr filizin yandığını gördüm
Seni yoketmek isterken
Köpeklerini besledim

O bebekleri arıtan bir kase biliyorum
Yünle kaplanan bir elbise
ÇArşafla kaplanan bir alın
Bunlar benim sana hediyem olsun.

Ancak,
Bilmelisinki
Bu savaş benim değil
Herkesin
Ama Sen beni ilk sıralardan tanıyacaksın

Ve son sıraya geldiğinde adımı anacaksın.

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:52 PM
Küp Şekerden Düşgen-II

-Aşk sanatının sadece hissedilen matematiğine...-

sayısız paralel evrenlerinin üstünde
tanrının attığı bir zarla
kırıldı içlerinden bir düzlem
ve katıldı bardaktan boşalan geceye
zaman tünelinden düşen
Küp Şekerden Düşgen...

Küp Şekerden Düşgen
hapsolduğunu hissetti birden
parmaklıkları demirden
yüzeyi mavisinden bilinen küreye
ölçtü, biçti ve yakaladı kurbanını
zihin kanallarında yuvarlanmak üzere
Halkalı'daki kiralık bir sobalı dairede...

hayrandı hayran olmasına
seçtiğinin kübist tablolarına ama
kiremit teniyle
saçlarının büklüm büklümlüğüyle
kırmasını istiyordu artık zincirlerini
zengin ve kadınlığını keşfedecek bir erkekle

lâkin kaderin cilveli kafesine bakın
küreselleşme karşıtı
baston yutan çember sakallı fakir bir gence
aşk tutsağı edilmişti sütun bacaklı o kadın
efkarlanarak daldırdı
gümüş tablasına parmaklarını
çıkık Kutusundan çıkardığı
kibrit çöpünün tekiyle alındı boğazına
kalın purosunun acı tadı
dansederken yüksek ökçeli topuklarla
şarap şişesindeki son damla
düşüyordu beli kadar ince kadehinin ucuna
gramofondan uçan elmaslar
doluşurken kulağındaki raflara
çaldı kapısını çember sakallı
yüreğinin kirişlerini yakan korla

gömleğindeki odunlarla
mahallelerden birinin kenarında yakaladığı
üçgen bir vücudu alıkoyuyordu çember sakallı
ok gibi kesişti gözyuvarları
ayakkabı dolabının yanından
sahte Picasso tablolarına kadar
yürüyebilirdi ancak ikisinin bacakları...
sonunda dışbükeyden iki dudak
birleşti sobanın kenarında yassılaşarak
sütün bacaklı kadın
çözdü üstündeki fiyonkları
çıkardı kelebek tokasını
dağıttı büklüm büklüm saçlarını
kare cepli donunda
oval bir öpücük izi bırakılınca
yerleşti aniden kucağına
sandalyede birikmiş çember sakallı
aldı eline buzları
dikleştirdi kadının göğüs uçlarını
oluk oluk döküldü kiremit tenine
buzdolabından yeni çıkmış süt kutuları
takozu kaldırılmış tekerlekler gibi
balkonun fayanslarına girince
emretti zurnanın son deliği
kadının sütun bacakları pergele uyunca
çember sakallının kamışı
karanlıklarla kaplandı kadına özgü oyukta
zevkin köşeleri dört olunca
borazankuşları inledi balkonda
uçarken bütün aşk balonları havaya
evin bacasına kaçan metal topla
aşağıya düşen bir tuğla
yamulttu çember sakallının kafasını
ve bozdu pembe panjurların şablonlarını...

üzerinden geçen silindirle
sütun bacaklı kadın
ağladı uzun bir süre
çember sakallının
piramitlerin içi kadar dondurucu göğsünde
yere düşürdüğü her gözyaşı
sütunları çözülemeyen bir karebulmacaydı
sanat-aşk-zaman üçgeninde
tam rayına girdi derken
yap-boza dönmüştü yine yaşamı

koştu salonuna
içi kabarık
sütun bacaklı kadın
buzkıracağıyla saldırdı aynasına
yere yığılıp kalan cam parçalarıyla
yaklaştırdı sivriliğini bileğindeki damarlara
o anda
bir ağaçtan koparak
pencereden girdi yavaşça
iğne uçlu yayvan yeşil yaprak
uçuşarak yapıştı
sütün bacaklı kadının yılankâvi saçlarına
sarkıt oldu kış güneşinin ışıkları
yüzen kağıt gemi gibi
sütün bacaklı kadının
gözyaşlarında saklı prizmasına
ısırgan dudaklarla bakındı aynaya
teğet geçiyordu mematından
tayfını gördükten sonra
öptü kolyesindeki haçı
kare tuşundan hat halınca
duyurdu sesini kablonun öteki ucuna
aldılar cenaze arabasıyla
çember sakallıyı balkondan
yatırdılar
gölgesi yıkık minareye sarılı
tabutu hilal bakışlı
soğuk musalla taşına
gömülü kaldı dualar
kan çanağı Dünya'nın
anıt olmuş toprağına...

baktı dairesine tekrardan
sütun bacaklı kadın
çemberin dışında kalamadığından
kaçıramadı gözlerini televizyon ekranından

ikiz kulelerin yıkılmasıyla
tank sesleri
top seslerine karışıyordu
küreselleşme yanlısı
ya da karşıtı
ne farkederdi ki
kazık kadar adamlar
birbirlerinin karnına çengel sokuyordu
moloz yığınları arasında
herşeyden habersiz çocuk
annesinin sırtında
rulolanmış gazete kağıdıyla
çubuk makarnaya muhtaç ediliyordu
kelimeler düğümlendi boğazına
kendi kendine söylendi olanlara
'bunlar insan hayatını lego mu sanıyordu...'
çıkardı kalemden dolmayı
ve son bir solukla yazdı
zarfı kazıklara saplanacak mektubunun
kanlı satırlarını:

'ben elmas rüyaları olan
küreselleşmeye yanıt
sütun bacaklı kübist bir kadındım
ne sizin minarelerinizin süngüsüne
ne bizim çanlarımızın sesine kapılmış
küreselleşmeye karşıt
çember sakallı fakir bir gence aşıktım
anlamaz mısınız
zeka küpüne çakılı kalmış beyinler
bilmez misiniz
sabır küpüne dönmüş yürekler gibi
insani değerlerin
bir cetvelle kesinkes ölçülemeyeceğini
yumurta kapıya dayanmadan
siz de bizim gibi
eğrisiyle doğrusuyla
yuvarlak bir dünyada
duramaz mıydınız
bir mozaik olarak yan yana
aynı toprakta? '


sayısız paralel evrenlerinin üstünde
tanrının attığı bir zarla
çok kırıldı içlerinden bir düzlem
ve eridi bardaktan boşalan geceden
zaman tünelinden çekilen
Küp Şekerden Düşgen...

------
'
sıyrılır
zeka
küpünden
sabır
küpüne
yapışanlar
anlatır
aslını
bilinçli
yapan
hatalar
'

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:52 PM
Küp Şekerden Düşgen

-sanatsal aşkın sadece hissedilebilen matematiğine...-


sayısız Paralel evrenlerinin üstünde
tanrının attığı bir Zarla
kırıldı içlerinden bir düzlem
ve katıldı bardaktan boşalan geceye
zaman tünelinden düşen
Küp Şekerden Düşgen...


Küp Şekerden Düşgen
hapsolduğunu hissetti birden
demir Parmaklıklı masmavi bir yerküreye
ölçtü biçti ve buldu kurbanını
beyninin kanallarında yuvarlanmak üzere
Halkalı'da tuttuğu sobalı bir kiralık dairede
hayrandı hayran olmasına
seçtiğinin kübist tablolarına ama
kiremit teniyle
saçlarının büklüm büklümlüğüyle
kırmasını istiyordu artık zincirlerini
zengin ve kadınlığını keşfedecek bir erkekle birlikte

lâkin kaderin cilveli kafesine bakın
küreselleşme karşıtı
baston yutmuş gibi yürüyen
çember sakallı fakir bir gence
aşk tutsağı edilmişti sütun bacaklı o kadın
efkarlanarak daldırdı
gümüş tablasına parmaklarını
Çıkık Kutusundan çıkardığı
bir Kibrit Çöpü sayesinde çekti boğazına
kalın purosunun acı tadını
dansederken yüksek ökçeli topuklarıyla
şarap şişesindeki son damla
düşüyordu beli kadar ince kadehinin ucuna
gramafondan uçurduğu Elmasları
girerken birer birer kulağındaki Çekmecelere
çaldı kapısını Çember sakallı
yüreğinin kirişlerini yakan ateşle

oduncu gömleğinin arkasında
kenar mahallelerde inşasına başladığı
üçgen bir vücudu saklıyordu çember sakallı
gözyuvarlarının keşişti ayakkabı dolabının yanından
duvardaki sahte Picasso tablolarına kadar
yürüyebildi ancak ikisinin bacakları
ve sonunda iki dışbükey dudak
birleşti sobanın kenarında...
sütün bacaklı kadın
çözdü geceliğindeki fiyonkları
çıkardı başındaki kelebek tokasını
dağıttı büklüm büklüm saçlarını
kare cepli donuna
oval bir öpücük izi bırakarak
yerleşiverdi aniden sandalyedeki adamın kucağına
çember sakallı erkek aldı eline buzları
ve dikleştirdi kadının göğüs uçlarını
oluk oluk döküldü kiremit tenine
buzdolabından yeni çıkmış süt kutuları
takozu kaldırılmış bir tekerlekler gibi
soğuk balkonun fayanslarına geçince
geldiler zurnanın son deliğine
pergel gibi açıldı kadının sütun bacakları
ve girdi çember sakallı erkeğin kamışı
karanlıklarla kaplanmış kadına özgü bir oyuğa
zevkten dört köşe oldukları anda
borazankuşu gibi inlediler balkonda
uçarken bütün aşk balonları orada
evin bacasına çarpan bir topla
aşağıya düşen bir tuğla
yamulttu çember sakallının kafasını
ve bozdu pembe panjurlarının şablonlarını...

üzerinden silindir geçmişe döndü sütun bacaklı kadın
ağladı uzun bir süre
çember sakallının
piramitlerin içi kadar soğuk göğsünde
yere düşürdüğü her bir gözyaşı
çözülmemiş bir karebulmacaydı
sanat-aşk-zaman üçgeninde
tam rayına girdi derken
yap-boza dönmüştü yine yaşamı

hiddetle koştu salonuna
ve buzkıracağıyla saldırdı aynasına
eline aldı yere düşen bir cam parçasını
ve sivri ucuyla yaklaştırdı bileğindeki damarlara
o sırada bir ağaçtan koparak
pencereden süzülerek girdi yavaşça
iğne uçlu yayvan yeşil yaprak
uçuşarak yapıştı
sütün bacaklı kadının yılankâvi saçlarına
ardından
kış güneşi sarkıttı ışıklarını
Bir kağıt gemi gibi süzülen
sütün bacaklı kadının
gözyaşlarında saklı prizmasına
tekrar baktı aynaya
ve aynı anda düşündüğü ölümden
teğet geçti, ışığını gördükten sonra
öptü kolyesindeki haçı
kare tuşundan hat halarak
duyurdu sesini kablonun öteki ucuna
bir cenaze arabasıyla
aldılar balkonda yatan çember sakallıyı
Ve yatırdılar minare gölgesindeki
hilal bayraklı tabutu
soğuk musalla taşına
dualarla gömüldü sonra
Dünya'nın kan çanağına dönmüş toprağına...

Tekrar dairesine döndü
sütun bacaklı kadın
çemberin dışında kalmadığından olsa gerek
merak etti ne olup bitiyor diye
televizyon ekranına biraz gözgezdirerek...

tank sesleri
Top seslerine karışıyordu
küreselleşme yanlısı
ya da karşıtı
ne farkederdi ki
kazık kadar adamlar
birbirlerinin karnına çengel sokuyordu
moloz yığınları arasında
bir annenin sırtında herşeyden habersiz çocuk
üşümesin diye rulo yapılmış bir gazete kağıdıyla
çubuk makarnaya muhtaç ediliyordu
tüm yaşadıklarından sonra
boğazında kelimeler düğümlenerek
kendi kendine söylendi olanlara
bunlar insan hayatını lego mu sanıyordu
dolmakalemini çıkardı
ve yazdı zarfına koyup
kazık kadar adamlara yollanmak üzere mektubunu:

'ben elmas rüyaları olan
küreselleşme yanlısı
sütun bacaklı kübist bir ressam kadındım
ne sizin minarelerinizin süngüsüne
ne bizim çanlarımızın sesine kapılan
küreselleşme karşıtı
çember sakallı bir gence aşıktım
anlamaz mısınız
zeka küpüne çakılı kalmış beyinler
bilmez misiniz
sabır küpüne dönmüş yürekler gibi
insani değerlerin
bir cetvelle kesinkes ölçülemeyeceğini
yumurta kapıya dayanmadan
sizde bizim gibi
eğrisiyle doğrusuyla
yuvarlak bir dünyada
duramaz mısınız
bir mozaik olarak yan yana? ? ? '


sayısız paralel evrenlerinin üstünde
tanrının attığı bir Zarla
çok kırıldı içlerinden bir düzlem
ve ayrıldı bardaktan boşalan geceden
zaman tünelinden çekilen
Küp Şekerden Düşgen...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:55 PM
Lanet

Bilmem bilir misiniz
boyum çok uzundur benim
ama kimse bilmez ki
bu yüzden üzerimde bir lanet vardır...
inanmayacaksınız belki ama
nereye kafamı vursam
ona aşık oluyorum
işte böyle garip bir lanet benimkisi...

daha anne karnında içime kurt düştü, şu lanet neredeymiş diye huysuzlandım
bıngıldağım bir kalbe değdi, napayım yerimde duramamışım
o gün bugündür o kalbi güldürmek için uğraşırım...

büyüdüm, okula gittim, hemen huysuz bir kız sevdim, tavlamak için
kitaplarını taşımaktı niyetim
önce bir öpücük ver der demez, niyetimin başımın üstünde yeri olduğu öğrendim
o gün bugündür onları okur okur didiklerim...

bu kızlardan bana hayır yok, dedim tek başına gece serinliğinde hava alayım
kafamı gittim Ay'a çarptım, dedi ben düşmeden tutunayım
o gün bugündür onun ışığının altında şiir yazarım...

sakarlığın önde gideniyim, böyle olmayacak ben öğlen sıcağında yürümeliyim
bu sefer de Güneş'i komalık ettim
o gün bugündür doğuşundan batışına kadar onun başında beklerim...

sıcak bastı terledim, gittim denize atladım
kafamı kaldırdığımda bir yunusun burnuyla karşılaştım
o gün bugündür onun gibi ıslık çalarım...

gün geldi bahar oldu
bizim kafa gitti bir arı kovanını buldu
o gün bugündür onların balını yerim...

sınavlar yaklaştı, bu deli kopya çekmeden matematik öğreneyim dedi
hiç aklından geçmezdi başının göğe ereceği
o gün bugündür onunla iştigal ederim...

çalışırken dışarıdan bir koku aldı burnum, çıkayım bakayım neyin nesiymiş
dedim
yağmur bulutlarından önümü göremeyeceğimi nerden bilebilirdim
o gün bugündür onlar gelir gelmez koşuya giderim...

çok koştum artık şu bankta dinleneyim dedim
aniden nefes nefese gelen bir topu kafamda hissettim
o gün bugündür onunla tenis oynarım...

maç bitti eve gideceğim ayaklarım bir yola girdi
yolun ortasındaki ağacın dalı kafamı pek sevdi
o gün bugündür onun gölgesinde uyurum...

devran döndü tekrar gece oldu
hop demeye kalmadı olan yıldızlara oldu
o gün bugündür onların parıltılarında hayal kurarım....

leylayım yaklaşmayın şu aralar dedim
bir kuşun pislemesiyle ancak aklımı başıma getirdim
o gün bugündür onların cıvıltılarıyla uyanırım....

gözümü açtım bir balıkçı teknesinde, görelim dedim hani nerdeymiş benim
balıklarım
şükür ki yelken direğini ıskalamamışım
o gün bugündür onunla yaşamak için kafa patlatırım...

keçileri kaçırmadan gittim bir ağaç köPage Rankingüde soluğu aldım
bala bak, orada da bir keçiye rastladım
o gün bugündür lanetimi herkese söyletmek için inatlaşırım...

dedim bıktım artık şu lanetten, isyan ediyorum
gittim kafamı duvarlara vurdum
o gün bugündür dört duvar arasında ağlar dururum...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:55 PM
Lezzetin Yoktu...(haiku)

lezzetin yoktu
şiirin ismi gibi
acısı katık

göğün sessizdi
ateşböceği gibi
ötüşü ıslık

rengin ıssızdı
ebemkuşağı gibi
yarama sadık

çölün ıslaktı
mezarın üstü gibi
aşka alışık

anın dipsizdi
çocuğun aklı gibi
sızıma layık

düşlerin dardı
bahçe kapısı gibi
kaşları çatık

gözün tazeydi
baykuş bakışı gibi
avına yanık

belin büküktü
yoncanın dalı gibi
yeşili çığlık

yaşın yirmiydi
sudaki erkek gibi
ağdaki balık

yazın bahardı
kalpteki çiçek gibi
özüme kılık

saçın siyahtı
toprakta çelenk gibi
ruhuna azık

dilin bülbüldü
gülüne tapan gibi
boşluğa batık

yüzün geceydi
kaçılan inler gibi
dışı karanlık

sisin dargındı
yağmur damlası gibi
içi aydınlık

busen zehirdi
denizin sesi gibi
elleri açık

izin yeniydi
kelebek seli gibi
gelişi dağınık

yolun uzundu
tarla faresi gibi
çenesi sanık

yerin belliydi
verdiğin sevgi gibi
ufka dağınık

kalan soğuktu
saçılan bakış gibi
başları kalkık

O sonbahardı
kuru yaprağım gibi
ölüme kanık

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:55 PM
Maske

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

Doğduktan sonra
alınır bir tane
ölmeden önce
satılır bin tane

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

benzemez
hiçbiri birbirine
giyilir
duruma göre

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

görünce
göremezsin çirkinliğini
göremeyince
görürsün güzelliğini

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

gün gelir
ağlar sevdiğine
gün gelir
güler sevmediğine

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

bazen
doğruyu gizler
sevmediğinden
bazen
yanlışı ister
sevdiğinden

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

gece
yokedilir varolanı
gündüz
varedilir yokolanı

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

az bulunur
hep çıkarılamayanı
zor bulunur
hiç takılamayanı

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

kanmaz
kendisinin söylediğine
kanar
başkasının söylemediğine

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

Ve böylece
gelir ki
ölüm döşeğine
karşılar herbirimizi
karanlıktan bir maske
koyulur
tüm maskeler öne
sorulur ki
uyar
bu duruma hangi maske
girer
tek başına kabire
istenir ki
benzemelidir
herbirimize
doğarken giydirilene

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:55 PM
Masum Sözler Uğruna...

Sözlerin ok sayıldığı yıllarda büyüdüğüm ben
Kızgın korların fırsat olduğu sokaklarda
Paçavraların gururla taşındığı o zamanda
Bir çocuk olarak elime aldım kemanı

Biriktirdiğim pullarda resmimi gördüm
Kardan adamın gözlerinde acıyı
Çalan okul zillerinde küfrü şakıttırdılar adıma
Ve o çocuk bu sefer aldı çanı eline

Her köşe başında salladım onu sağa sola
Etrafımdaki gülümsemeleri indirdim yarıya
Kuytu köşelerdeki sahipsizleri gösterdim onlara
Bir aşkı başlattı bir ufak melodiye kanarak

Özgürlüğün şarkısı oldu o sonraları
Artık bir ırmağın şırıltısı almıştı bayrağı
Küçük sincaplar taşıdı bir süre
Sonra o yaşlı adam gördü sonu

Yılların kuyusunu kazmaya başlamıştık yavaş yavaş
Sahipsiz sözcüklerimi bağışlamıştım artık
Adresler önüme yığılmıştı ağırcana
Geldiğim yer öksüz kalmıştı şimdi

Bitmedi dedim, işte o an
Yıkamazsınız beni, kalacağım o okların ucunda
bir bülbül bekliyor şimdi yarını
dönüşümü erteleyin kıymayın bana

Ve mazgallar gibi suyumu çektiler
İçimdeki sanatı körelttiler
Artık prangalarla yaşıyordum
Fikri benden çekip alıp götürdüler

Bu cehennemin sıcağını anlatır bana
MEzar taşının soğukluğundan farklıdır hani
Böceklerin tırmalamasından
Gözlerinin akmasından

Bir yaşam şarkısıdır işte bu
Bilemezsin çanların kimin için çalacağını
Ruhunun efendisi olma uğruna
Sadık hizmetkar olarak yaşarsın şeytanın

Kırgınlıkları atsaydım eğer üzerimden
Sevgimi köreltseydim hizmetkarlara
Yalnızlığı salsaydım kalabalığa
Şimdi o paçavraları gururla taşırdım söyle ona

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:55 PM
Mektup

Değiştirilemeyen acı diyarında...

Tarihi kandıramayan bir yavuz
saat seherin dördü, azbuçuk geçmiş dokuz
çarpışmalar, top sesleri,
düşen soluksuz
kantar ise yine topuzsuz

korkunç sesin toprağı kaldırdığı devran
zeytin saçlı bebek yerde, ağlamayan
kanı kurumamış, mektuplu yerde yatan
yer: galibin olmadığı, olamayacağı vatan


umut...

yerde yatan ve ağlamayan
baksaydı birbirine o an

sorar mıydı günahsızı, sebebine
niye yaraşır, kalır bu insanlığın günlüğüne
cevap verir miydi geçmişi, geleceğine
yeter miydi soluğu söylemeye
hata idi, sevmelisin sadece


hüzün...

ah, ah arzuhal
bir soluğa muhtacım lal
akmayacaktın nehire böyle
olmayacaktı küllerden bir sal...

değiştirecekti böğürtlenler rengini
bırakmayacaktı güller peşini
aşk kalacaktı sadece
ve sadece bülbüllerin sesi


keder...

vurmayın artık yüreğine güm güm
eylediniz beni kudüm
nasıl dinecek bu hüznüm
hep ama hep yaşlı gözüm

sazlıklarımı rüzgarsız bıraktınız
güzümü bile yapraksız
yeter artık isyan ediyorum desem
baharım geçecek şarkısız


aşk...

aklımı tutamıyor ellerim
dudaklarını yakalıyor dilim
anlamsızca çıkıyor kelimelerim
oysa daha okunaklı gözlerim

tangoların keskin dönüşleri
kemanların narin sesi
duvakların en incesi
bebeklerin minik ellisi

kin...

analar doğursa da yağızları
kaçırsada şehirlerden
çağırır kaderi
tez yayılırmış savaşın zehiri

ey beden avcılarının aradığı kurban
karşındaki, efendilerin koynundaki yılan
kanacaksın, sararacaksın, kızacaksın
alacak seni kayınlardan

ölüm...

doyamadan emzirilene
kanamadan sevdiğine
gençliğine geleceğine
mektubun verecek mukabele


ekin...

değiştirilemeyen acı diyarında
bıraktığım umutlarımda
karaladım hüzünlerimi
aşkıma sığındım
kinime yenik düştüm

ah ah arzuhal
bir soluğa muhtacım lal
sevgi varken
ölüme kandı hayal...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:55 PM
Mutluluk Oyunu

İnsan
korkar
mutlu olmaktan
çünkü
emin değildir
kendinden kaçırdıklarından

insan
sapar
anılara dokunmaktan
çünkü
emin değildir
güçlüyü oynamaktan

insan
bakar
çıkmaz sokaktan
çünkü
emin değildir
yoluna kusacaklardan

insan
ağlar
yalnız kalmaktan
çünkü
emin değildir
boşlukta solacaklardan

insan
kusar
gecesiz karanlıktan
çünkü
emin değildir
ışığın doğurduklarından

insan
kaçar
gerçeği duymaktan
çünkü
emin değildir
yüreğine bakanlardan

insan
solar
buruşmuş kağıttan
çünkü
emin değildir
kalemin ağlamasından

insan
doğar
yargısız tabiattan
çünkü
emin değildir
ölümün korkuttuklarından

insan
oynar
mutluluk oyunundan
çünkü
emin değildir
insanlığın sapacağından

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:56 PM
Nasıl?

Ellerimle yorgun yüzümü traş ederken
görevi bitip giden deri hücrelerimden ne farkım var şimdi?
neyin tazeliği neyin eskimişliği...
Aynaya yaklaşıp bana bakarken
senin kadar geçici olmadığımı kim söyleyebilir ki şimdi?
çekilirsin oradan
ve yok olur tüm görüntüm doğadan...

Tanıksız bir cenk,
soluksuz bir kelam mahkumuyum.
eşkalimi asmışlar geleceğin bahtsız suratlarına,
oysa ki çoktan hazır benim tabutum.

zamanın arkamdan hançerlediği gövdem
sabırsız bakıyor artık içimdeki dem
çocuklarımın göğüslerine ektim çiğdem
erbabına sorarsanız beni istiyor sanem

yetişemedim taş basılan kursaklara
üzülemedim sabun yapılan balinalara
söyletemedim hile karışan tartılara
soramadım bunları yürek okşayan kavuştuğuma

kendimin ibretini kaybettim
özgürlüğümün tezkeresini verdim
günah kefenini
üstüme göre biçip giydim.

yine de soyup çıplak bıraktılar beni ağaçlar
alnımda yazılana bakmadan yürüdüler benimle kuzular
yol nereye götürür bilemesem de
bekliyordu beni iki türlü sefaret
ya olacaktım bir esrarkeş
ya da basit bir simkeş...

varoluşumu arıyorum
varedenimi...
bana söyleyin nolur
nasıl varız denir
nasıl yokuz denir de
üstümüze başımıza bulaşmaz çamur?

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:56 PM
Neden?

Neden tilki gibi bekleriz hep *******i de
sinsice düşünür ve gündüzü def etmek isteriz inimizden
yavrusunu koruyan anne gibi
içimizin yaşaması için savaşırız her gece gündüzle?

Neden hep zorlukları göğüslemek isteyip de
basit anları gözümüzün önüne getiremeyiz
ve basitce bakamayız kendimize
nasıl olur da sevgililerimizin özünü kabul ettiremeyiz gözlerimize?

Neden mucizeler aradık birbirimize inanmak için de
göremedik bedenimizin her köşesinde saklı olmayan mucizeyi
çok mu basit gördük bunları
ve bunu anlatabilmek için mi soluttuk ömrümüze havayı?

Neden hem uygarlık marşlarıyla coşup da
hem anlatamadığımız acılarla uyuştuk sessiz bir köşede
başkalarının acılarıyla kendimizi susturup
aklımızı kanattık dışarıya doğru?

Neden hep korkularımızı sevdik de
onları gerçekleştirince sevindik
bu yüzden mi savaşlarda kahramanlar yarattık
ve evlerde korkaklar bıraktık?

Acaba acı duymaya bağımlı kaldık da
kemanların konuştuğuna mı inandırdık kendimizi
ve bunun için mi paylaşmak istedik dostlarımızla
yalnızlığımızın bizi daha güçlü gösterdiğini?

Acaba boşlukta yaşamaya alıştık da
neyi ondan mı üfledik tersten
ve bu nedenle mi döndük acı güneşinin etrafında
bedene sıkışmış gezegenler gibi vurduk demden?

Acaba ağlamakla mı boşalttık kinlerimizi de
yine annelerimizin şefkatini özledik
içimizdeki o özlemi
kinlerimizi yok etmek için de karşımızdakine söylemedik?

Neden hep gizemli bilgiyi arar olduk da
esir ettik insanlığın her bilgisiyle kendimizi
bilgi edinip, özgürlük isteyip efendi olunca
hemen haritalarda sınırları çizip hiçliğe kapılmasını istediğimiz köleler diledik?

Neden hırslandık sahip olma gücüne de
çocuğumuzun yaşayacağı yerlere çöpler döktüğümüzü önceden göremedik
orada kokacak çöplerinse
bizim hırslarımızın yenisi getireceğini bilemedik?

Neden sevişmekten korktuk ve gökten yalanlar bulaştırdık ona da
yanımıza yalnız kalmamak uğruna yeni korkaklar topladık
neden ateşli sevişmelerimizi anlatamadık etrafımıza
ve samimiyetimizi ifade etmek için çaba sarfetmek zorunda kaldık?

Neden bedenlerimizi günah diye mimledik de
onlara bakamadık bir ressam gibi
anlatamadık çıplaklığımızın da bir çiçek bir dağ gibi
koklanması ve keşfedilmesi gerektiğini?

Neden doğadaki kutsal bilgileri çalıp da
onu yok etmek için kullandık
sonra evlatlarımıza saray bırakırken
yemyeşil kokulu ağaçlar istedik bahçesinde?

Neden hep uzaklarda olmayı istedik de
yanımızdakilerin de o bilinmeyende olmak istediğini görmedik
söylemeye korktuk mu çevremizde hesap verecek kimse görmek istemediğimizi
ve hala direttik uzakların, bulunduğumuz yerden daha güzel olduğunu söylemeyi?

Neden hatalarımızı anlamadık birbirimizin de
bunun için mutsuz insanlar olduk hepimiz
bunları kabuğumuza korumak adına her gün birbirimizin yüzüne vurup
baskı kurduk oynadığımız bu saçma oyunda kardeşimize?

Neden bu oyunu oynadık binlerce yıldır da
bir an için sevgimizi kalbimizin tozlu çatı katından indiremedik
ve orada bulduğumuz hafızamızın çektiği fotoğrafların
sadece siyah-beyaz olduğuyla kandırdık beynimizi?

Neden karşımızdakinin içindeki özü görmedik de
kendi özümüze ağ ören nefreti yakıştırdık ona
ve her gün kimse beni anlamıyor deyip
aslında herkesin şarkısını söyledik dört duvar arasında?

Neden bu yüzden yalnız kaldığımıza inandık da
intiharlarla yırttık hayat tuvalini
düşünemedik aslında çoğunluk ve bir olduğumuzu
insanlığın mutluluk resminin renksizleşeceğini?

Neden oyaladık bunca yıldır insanlığı felsefi karşıtlıklarla da
kral çıplak ve aşık diyemedik çocuk saflığında
Güç lanetine kapılıp büyük olmaya özendik de
o zaman neden hep çocukluğumuzun özgürlüğünü özledik?

Neden tanımlama ihtiyacı duyduk herşeyi de
hissetiklerimizin ve düşündüklerimizin mezarını kazdık
herkes farklı tanım koyunca haliyle ilim pınarının önüne
önyargıdan barajlarlarla set çekip akamadık sevgi denizine?

Neden bir kez olsun hayallerimize korkularımız kadar şans vermedik de
cenneti boyayamadı yeryüzüne dillerimiz
acaba hep mutlu kalmaktan, daha mutlu olmadan korkuyoruz da
yine cehennemi istiyor haşarı hayallerimiz?

Neden bu kadar soru işaretiyle doldu gözlerimiz de
cevabın sorunun kendisi olduğunu söylemedi bir türlü geçmişimiz
soru işaretini kullanmanın nokta kullanmaktan daha barışçıl olduğunu
bir türlü yediremedi kendine kibrimiz?

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:56 PM
Oannes

Defnelerin kokusunu saçlarına toka yapmış
Badem gözlerinde Ay'ın halesi gözüken sarışınım.

Demiştim sana:

'Eğer ki kalbimi koza bellemiş bir kelebek
senin bahçende kanat çırpabiliyorsa
o bahçeyi önce koklamalı
sonra da sulamalısın' diye

Şimdi ise görüyorum ki
o bahçede gündüzleri çiçek açar oldu
kelebeğim pır pır uçuverir oldu.
*******i kalbindeki özü içine çeker oldu.

niye gözyaşlarını içine akıtıyorsun da
onları yüzüme sürmeme izin vermiyorsun
saatlerce göğsüme saplanıp
hayallerindeki ayak basılmamış sahili bana anlatmıyorsun

belki taşacak benimkilerle birlikte o nehir
belki çam ormanlarında çalacağım seninle özgürce lir

niye takılıyorsun saatin kadranına
gözün ne demek olduğunu bilen sarışınım
Niye mumların alevinde
içindeki karnaval davullarını çalmıyorsun bana

Sen Oannes olmalısın
yarı balık yarı insan
balinaların karnında nefes alan
içinde kin nefret barındırmayan
bilgi dağıtan
hüzünlü efsanelerdeki kadın kahraman

uzun sarı saçlarınla saklıyorsun şuh bakışlarını
Gözlerinden geçen bulutlarda
akıt artık o yağmurlarımı içime
çeksin toprağım onları
bir ağacım daha büyüsün
bir tomurcuk daha açayım evrene

hadi inat etme
bir gülücük resmedeyim yüzüne
güçlü fırçalarım var
şerbetli ellerim
ama senin yüzün kadar saf değil
yine de inanmanı isterim
resimdeki seni seven erkeğe

Hadi inat etme
acıların tutmasın artık bir çetele
palavra sıktıralım dünyaya
işkence edelim savaşa, bozguna

kendi dünyan
kendi bedenin
sevdim onları, içini
on yedi katlı cennet gibi

hadi inat etme
tekrar o sevdiğim ipi bırakalım gökten aşağı
inelim yeryüzüne
tutuşturalım pamuk şeker yanaklarını
onlara aç bebeklerin minik ellerine

hadi inat etme
gel kısrakların üstünde sevişelim senle
kirpiklerimiz dokunsun birbirine
Yine çalsın Pan'ın flütü
toknaklarında ilişeyim bedenine
ceylanlar izlesin yalnızca bizi
bir de Anka kuşları ötsün üzerimizde

oradan çıkalım gidelim şelale altlarına
bedenlerimize bulaşsın suyun şekli
Yıldırımlar çaksın, şimşekler bulaşsın üstümüze
artık dokunsun tenlerimize yağmurun elleri
koparalım çilekleri sürelim birbirinizin diline
sonra öpücüklerimızı elele koşturalım seninle
buzağı sütüyle sataşayım sırtına
yemyeşil yapraklarla boyayım boynundaki ısırığı

bir tılsım kadar hafif narin bir alemde
iincitmeye kıyamadığım
unutmadığım kabuğunu tıklatıyorum işte
keman telleri üzerinde vals yapmaya bekliyorum seni
bizleri göğe çeken senfoniler çalarken
sadece gözlerimdeki güce çağırıyorum gözlerini

hadi inat etme
hayalindeki sahilde
toplayalım senle denizminaresi işte
sığ sularda dolaşıp
ayaklarını ayaklarımda gezdir de
taşıyayım seni dalgaların kalbine

hadi inat etme
göbeğimi gıdıkla işte yine
in çık istediğin yere
avuçla sert göğsümü
sarayını gezdir misafirine
dolaşsın içinde
kaosun çocuklarını doğuralım o serinlikte

Bir salgın hastalık yayalım damaklara
sevgi virüsleri dolaşsın herkesin kanlarında
öldürsün kin hücrelerini
yoketsin bilgeliği bitiren nefretleri

Hadi inat etme Oannes
hadi çıkaralım dilimizin altındaki anahtarları
huzurlu melodiler yumurtlayan balıklara verelim
napacaklarını bilirler onlar içimizdeki saklıyı
bırak iyileştirsin oğullarımızı
bırak iyileştirsin kızlarımızı

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:56 PM
Orhan Veli'yle Konuşuyorum Bedenim Boyalı

alıp başımı gitmiştim
koşmuşum Ay'a kadar
üstümde ter kokularımla
yorulmuşum germiştim hamağımı
bahar rüzgarında
yapraklarını sallayan iki ağaca
tam gözlerimi kapattım kapatacağım
diyordum değmeyin keyfime aman ha! ! !

birdenbire duydum ismini
hani şu gürültülü takalar geçerken
sessizlik senin sesinle üzerime gelirken
çekilin Orhaan Velii geliyor diye
kulağıma kuşlar fısıldarken
ya gidin başımdan dedim
yalan söylemeyin yok daha neler
aa sonra bir baktım
gökyüzünü boyuyor biri mavi mavi
bir baktım deniz yırtılmış dikiyor biri
Uzaktan tanıyamadım ama
deniz feneri aydınlattı çehreni
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

bak bak kıskandım şimdi seni
yahu bu bana yapılır mı
elimden almışın deniz kızını?
oh oh cepler de çıkmış dışarı
utanmadan bide sarmışın sırtına balık ağlarını
bedava bunlar galiba...
ne işin var burada senin diye sordun ya
dedim hiç sormaa...
beni de bu havalar mahvetti...
gel gevezelik edelim senle dedin
mahzun duruyorum istersen ilişme dedim
bir sordun neden
bin ah çektim içimden
yine de senin gibi yarım yazmıyorum öyle mısralarımda
yaklaş hele anlatayım sana da
gör bak adalara giden gemiler artık tertemiz geçmiyor
pisletiyorlar güzelim denizimizi
nerde sizin devirdekiler
ya yan yata yata diye söylenirsin değil mi?
sorarım sonra ben onlara
sen üzülme göremedim diye
kurşunkalemim yanımda
tamam tamam unutmadım kırmızı bayraklı
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

biraz ölümden konuşalım tamam da
ya öterse ağustosböcekleri
o zaman son nefesimizi veririz işte
görürüz o zaman sonra sonsuz denizi
neyse...
Tüm bedenimi boya sen yine
hani aramızda kalsın ebemkuşağı renginde
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

Hayret! ...ne sırlar anlatıyorsun da
kafam şişmiyor hayret!
Hala Londra Konferansları'nda bahsediyorsun anladım da
geçti onlar anam babam geçti geçti
şimdi herkes seçimleri sakız gibi çiğniyor ağızlarında
biliyor musun
hani derdin ya
bu gaz maskeleri ay ışığını bilir mi
hep bir ağızdan şarkı söyleyebilir mi
orda duralım...bak onlar geçmedi işte
şimdi de mekanik insanlar çıkarttılar başımıza
aklın sıra
güya şiir yazacaklarmış yavuklusuna
hem de güneş batışında hem de Rumeli Hisarı'nda
peh.. bu da senin falcı kadının sözü olsa olsa
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

lakırdılarını, aşklarını anlattın bana tüm gece
ne hayatın varmış senin öyle bee
şeytana uymuşun bi de
eski karının dedikodusunu yapmıyor musun bak yine
sakın ha! hiç değişme
avunalım şairliğimizle işte
Bak aman söyleme Melih Cevdet'le Oktay Rıfat'a
bir sır vereceğim sana
ben sırf seni sevdiğim için seviyorum onları
Mahmut gibi dalga geçmesinler sonra
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

Kadınlar mı dedin?
haha ben Mualla'yı atmamıştım sandala ama
senin kadar çılgındım tasalanma
çok çocukluk yaptım senin gibi ben de çok kadınla
adlarını sorma...
yok öyle yağma...
üşenme edebiyat tarihçilerine sor sen de...
ne çektirdin herkese be
bir isim uğruna öyle kütüphanelerde.
hiç komik değil, gülme öyle...
onu bırak da
ben en çok şu balıkçıları anlatırken baktım senin gözlerine
nasıl gözlerdi öyle be
benimkiler bile kıskandı senden akanları
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

hadi içelim şu rakıdaki balıkla
salatayı iliştir üstüne dedin de
süt içerim ben dedim de yüzünü ekşittin
meraksız çocuk musun oğlum dedin
kıramadım seni koydum bir kaç damla
o zaman da kafanı ben şişirdim
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

bilmezler işte yalnız yaşamayanlar
nasıl korku verir sessizlik insana
nasıl koşarlar aynalara
bir cana hasret
Asıl sen söyle bakalım
biliyorum serde erkeklik var ama
Ağlasam
Sesi mi duyar mıydın mısralarımda
dokunabilir misin gözyaşlarıma
o yerdesin işte biliyorsun
epeyce yaklaşmışım ben sana
seni duydum, gördüm tamam da
nasıl anlatacağım seni
geri döndüğümde insanlara
aman boşveer altı üstü derler deli
gel ağ toplayalım senle bir güzel şimdi
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

ya baksana
insan olmak derdin, hür olalım derdin de
niye esir oldum ben sana bu kadar
kelle fiyatına mı yoksa bu da?
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:57 PM
Oyuktaki Güç

Nasılda parmaklarımda eriyor kısacık tazecik saçların
erkekliğimi eskitiyorum bu mor odalı koyunda
avuç dolusu güç kamçılıyorum sana
nasılda zevk kırıntıları bırakıyor arkasında

emilen küpeler
silkinen tenler koyultuyor feleğimin rengini
bezler parçalanıyor ahşap oymalı divanında
sessiz sersemler gibiyiz biz o oyukta...

süt dilin
bade terin
iç iç bitiremiyorum dudaklarımda
ben bittim onlar akmaya devam ediyor sırtıma.
ateş parçası buz damlası oluyor
nostaljik bir roman gibi okuyorum seni
her bir sayfanda bir deli bir de deli edeni

Eros uyanıyor geliyor şafağın gerisinden
ok yetmiyor mızraklarıyla saldırıyor
menekşe kokunu veriyor süzülen yanaklarıma
parmakların dolaşıyor seni kavrayan diri kollarımda
iz bırakıyorum kalçalarında
sözlerim oynaşıyor kulaklarınla

masal perisi değilsin ama ondan güzelsin
nar değilsin ama ondan alevlisin
kırbaç değilsin ama ondan betersin
masmavi gözlerin gözyuvalarıma yerleşirken
ıslaklığım içindekini bitirsin

zamanın çeşnisi başlıyor kokmaya
yalıçapkınları çobanyıldızını oyalıyor
sokak lambalarına kızan gölgem dumanları boğuyor
sızıyoruz köşedeki işlemeli mindere
işlenmiş sahneleniyor bedenlerimizde

nasıl da avuçlarım kayganlaşıyor senle iken
bir posta güvercini gibi heyecanlısın
bir kaplan kadar gururlu
nerede kaldı senin keklik ürkekliğin
ilk nehrinde niye bukadar çabuk boğuldum sorarım sana

olmasaydı etrafta toscanın çikolatalı opera armonisi
kimi zaman sessizlik kimi zaman ney taksimi
yapışırmıydı bu dudaklar boynundan geri
karışırmıydı şişen göğsüm göğsünden ileri

olsun bu da yastıkaltı öyküsü gibiydi
kapı altından bırakılan bir not gibiydi...
bilinmedik ezberlenmedik bir bahçe camında
üstsüzlüğüne kapıldım işte...
tekrar gelir miyim bilmem yanına
beyaz pelerinli prens gibi gizemli an adımı ormanında
belki çeker kanım azgın köpük çıkaran dalgalarını
belki duymak ister korkularım ruhundan serpilen gerilimli hatıraları
istersin sende belki kucağımı, yanımı, bağrımı...

kuş cıvıltılarının duvar öremediği sabahta
hırsız gibi pencerene giren esintinin
aramızdaki yangına yetişmesiyle uyudun da
söndü gözlerinin mavi ışıkları
coştu gözlerimin yeşil akıntıları...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:58 PM
Ölü Cenin Hatıraları

yine o savaşçı deli kadın
soyunun kabuğunu soyuyor
ağlayan doğum ormanlarında
başını çeviriyor günışığı
bir batımlık soğuyor zaman
kalbini dağlıyor sırtlan gülüşü bacakları

yine o savaşçı deli kadın
üstünde kirli çamaşırları
akıl suyu değirmenleri altında
pamuk tarlalarına kayıp gidiyor akıntısı
bir batımlık soğuyor zaman
yüzük parmağında kalakalmış yılan dili acısı

yine o savaşçı deli kadın
rüyasını anlatıyor sürünün sonuna
baharı teselli ediyor karçiçekleri
posasında serpili kum yasası
bir batımlık soğuyor zaman
kozadan çıkartılıyor baltaların sapı

yine o savaşçı deli kadın
ateşten şişlerle örüyor
göz arkasındaki bezleri
inkar ediyor yalnızlığını
bir batımlık soğuyor zaman
dizlerinde kesik düğüm kalıntısı

yine o savaşçı deli kadın
köle siyahı biriktiren ayaları talip
diri diri bayıltılan günahlarına
tek celsede boşaltılıyor yaşamı
bir batımlık soğuyor zaman
buz üstünde bulunuyor kalem kutuları

yine o savaşçı deli kadın
dişlerini arıyor sokakların yırtık cebinde
öykünüyor yelkenli merdivenlere
sıçramış düşlerine sarı adımları
bir batımlık soğuyor zaman
sesinde kızarmış duvar yazıları

yine o savaşçı deli kadın
tüylerinde mandallı çığlıklar
kusarak çizmiş hortlakları
görgü tanığı gardiyanları boğazlıyor tualini
bir batımlık soğuyor zaman
koltuğuna dikiliyor masabaşı çıngırakları

yine o savaşçı deli kadın
dudağında yükseliyor uçuk takımadaları
kaşlarını geriyor çarmıha
göğüs kemiğine bağlanmış kuduz köpek tasmaları
bir batımlık soğuyor zaman
omuzlarına düşüyor asırlık çam ağaçları

yine o savaşçı deli kadın
ödlek ellerine küsüyor suratı
kendi yurdunda bozgunda eklem yuvaları
görülmemiş bir kuşa aşık
bir batımlık soğuyor zaman
kolunu da uçuruyor kanatlarının hafızası

yine o savaşçı deli kadın
kazıyor gökten altı başlı Ayışığını
deri pazarındaki ucubelerle
akik taşı savaşlarını anlatıyor
bir batımlık soğuyor zaman
karaya vuruyor ölü cenin hatıraları

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:58 PM
Ölümüm Ele Geçirdi Kalemini

Sürgüsü çekilmiş gözlerimi açtığımda
beni yücelten kalemler gördüm mezarımda
acıtmak mı istiyorsun ölümümü yoksa
rahmine girmek mi yine anadan doğma?

uslarım için yaratmıştım parmaklarımı
türpülemekti amacım köşeli hatıralarımızı
bostan korkuluğu gibi dikildiler karşıma
korkmamı istiyordu acı tarlaları

üstünkörü yazgılar için
tırpanladım korkularından kaçanları
edepsizdik hepimiz bir o kadar da taze
yalnızlığın için ekmiştik tohumlarımızı

bende bilirim çiylerin tabutuma akışını
süzülen sarının beyaza kaçışını
ama bilmekten öteydi sensizken çürüttüğüm sancılar
tekrar doğurtmak istemiyorum yüreğinde ölümümün kışını

çünkü çoktan donmuş olmalıydı sendeki hislerim
sanki çığ altında kalmalıyım dediğim bir seçim
bir kez olsun kurtarma derinlere gömülmüş sevgimi
bırak karların altında sessizce uyusun seni isteyen sözlerim

istemez miyim sanıyorsun özlemeyi
anmaz mıyım sanıyorsun gözlerime değişini
gökyüzü dolunaya sarılmışken
aramaz mıyım sanıyorsun sevişmelerimizi

toprak altında olsam bile
çağırışın hep kanımın akmasını istiyor
al işte bir damla daha ölüm kurban ediyorum
yokluğumu kemirip bitiren sesine



bu gece sabaha karşıma alarak
konuştum senden kaçan beni artık susturman için
isyan bayrağına silmişken bana bakan gözlerini
’anılarımda asla figuran oynamaz’ demesini bilmeliydin

satır aralarına gizlenmiş esrimelerinle
kalemini ele geçirmeliydim
boğmaya çalışsam da onu mürekkeple
yüz kırbaç vursam da sırtına biliyorum ki
özlemini kağıtlara dökmekten hiç vazgeçmeyeceksin...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:58 PM
Palyaço

her güne gülümsetmek için başlar palyaço
ve özene bezene hazırlanır bu sihirli anlara
yırtık pabuçlarını giyer ve rengarenk elbisesini temizler
sadece işi güldürmektir onun
ve sadece güldürdüğünde mutlu olduğu sanılır...

en çok ufak çocuklar anlar onun neden mutlu olduğunu
çünkü sadece onlarda saf gülüşü yakalar palyaço
kalabalıklarda ancak işini yapabilir
panayırlarda adı anılır ama orada bile nefes alamaz o

ve gün biter palyaço evine döner
içindeki kapıyı aralar
bakımsızlıktan gıcırdamasını bile kulak asmaz
ortalık darmadağındır
heryerde toz, karanlık ve havasızlık hakimdir
bir tek kalın kitapla yaşar orada palyaço
onu içer, onu yer, onla yatar, onla kalkar
okur, bağırır ve yalanlarını yazar oraya tek tek
ya gerçekleri nereye yazar palyaço?
sadece suya yazar parmağıyla...
ve an boyunca bilinir ve yok olur gerçekler....
ışık ise yine bir tek anda gözükür palyaçoya,
o kapıdan minik bir çocuk girdiğinde aydınlanır her taraf
ama hiç gülmez çocuk palyaçoya
hep ağlar onun dizinde
palyaço ne yaparsa yapsın güldüremez o çocuğu
tavuskuşlarını anlatır ona
ahududu kokusunu okur kitaptan
kuşların uçuşunu
arıların vızıltısını
akasyaların masalını dile getirir
taze bir aşk hikayesini paylaşır onunla
gülmesi gerektiğini ve çağırır dilinden kalemine çocuğu
ama nafile...
çocuk çünkü gitmek ister o kapıdan dışarı artık
özgürce oynamak dolaşmak ister palyaçoların toplaştığı kalabalıklarda
cebindeki elma şekerlerini vermek ister.
hergün bisikletini alıp bir gazeteci çocuk olarak,
sadece insanların mutlu olduğu haberleri yazan gazeteyi kapılarına bırakmak
ister
neden kırmızı burunlu olduklarını bir bir anlatmak ister o palyaçolara
ama bizim palyaço hiç bırakmaz onu dışarı..
suratına sert bir tokat atarak bırakıp kaçar o daracık kapıdan
ve sabahın ilk ışıklarına kadar bir papatyayla ağlar onsuz
kimse mutlu değildir o evde...

hep düşünür o çocuk, sadece gözlerinin aydınlattığı odada
bir tarafı cehenneme
bir tarafı cennete bakan
bir dağdaki uçurumun kıyısında
yüzü olmayan bir çıplak bedenin
verdiği piyano resitalini dinler hep
ağlar o notalara tutunarak kurtulmaya çalışanları o sıcakta
güler o notalardan kevserlerin döküldüğü şelalelere atlayanlara...
hiç anlatamaz oysaki o beste,
bir noktadan sonsuz doğru geçtiğini
ve her doğrunun sadece kendi doğrultusunda ilerlediğini
sadece yankılanır o seslerde palyaço olmamız gerektiğini

ve bir alman palyaçonun dediği gibi,
alışkanlıkla inanıverir insanoğlu, bir söz işittiğinde.
Böylece onun neyi düşüneceği belirlenmiş olur...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:58 PM
Pazar Nedimesi

posta güvercinleri...
artık daha sever oldum,
daha sevecen, daha beyaz bakıyorlar artık bana...
hiç de soğuk değil
ve hiç de eskisi kadar yavaş atmıyor minik kalpleri...

sıhhatın sabun köpüklerini patlatan
çocuk gibi oynamak bu sokak aralarında
ve her geçen anın adını koparmak gül yapraklarından...

sessiz konuşmalar söylenecek
sallanan sandalyeler üstünde
ve ebrularda yüzünü çizmeyi beceremeyeceğim yine belki..
bu kaçıncı sergi bu kaçın resim diye saymıyorum artık
ve artık sadece suyun özüne dalıyorum
bir yunus gibi ve Yunus'un içerisindeki deli gibi...

sadece bir obua sesinin hızında yazacağım adını sulara
ve kimse tanıyamayacak böylece yüzünü
sözünü kalbimin kapakçıklarında kanatacağım
ve salacağım atardamarlarıma...
hiç temizlenmeye gerek duymayacaksın orada....

ne denli iri kar taneleri yağıyor artık kitaplarıma
ve soğuyor iyice yazdıklarım
ve sıcaklıklarınızın arasından
sadece enerjiniz
ve bana bakan gülümsemeniz düşüyor
ve bir taçla tutturuyorum onu boş sayfalara...
hiç yazı olmasın istiyorum orada....
sadece düşlerinizi çizmek
ve boyamak istiyorum kara kalemle kalınca....

bir tazecik gül kurusu oldun artık sen
ve neşelice bakıyorsun artık etrafa özgürce...
ya bizlerden ne bıraktın
yıkayamayacağım kokulu pelerinin dışında
ve dostlarım orada mı
soruyorlar mı beni
'ne yapıyor bizim deli? '

şu erkekler niye bu kadar açlar kadına
ve sonra niye bana patlarlar kadınlar
yolda, sokakta, telefonda ve lafta...

işte birini daha aldı benden
erkeklerin bu açlığı
ve çeviremeyecek artık
gül kurum telefon tuşlarını...

orada yaşama düşlerini
ansiklopedilerde bile göremeyeceğiz
artık ilerde...

annenin gözkapaklarına sahip olamayaşını,
babanın mezarsız oluşuna yanışını
ve küçük masum mavi gözlü kardeşinin bağırışlarını ise
duyacağız kulaklarımızda hep birlikte...

ve bilinmez gözler olarak bakacağız
ve artık sarılamayacaksın bana biliyorum
ama yüreğimde saklı kalacaksın yine...

hep bunlar yazacak sinema afişlerinde
ve sadece senin oynadığın bir başrolde
neon lambalarda kahkaha atan fotoğrafın düşecek
şehrin ve doğanın yakamoz lağımlarına...
ve filmin sonunda yazılanlarda alacaksın ödüllleri..
en iyi yönetmen, oyuncu, müzik ve kostüm...

benim hayatımda en iyi filmi olmayacaksın belki ama
ya onlara ne demeli?
ya onlar kimi alkışlayacaklar şimdi
tek seyrettikleri bu trajedi filminde?

anlamsız şakşaklardan başarı öykülerine
sadece sözlükteki adını bilecek herkes
ve tazecik bahçelerde düşleyecekler seni...

bir sevgilinin hediyesinde gülümseteceksin sevileni
ve genç kızlar sürecekler bazen seni boyunlarına işveli...
ya bülbüller?
hep onlar sana aşık olacak değil ya
şimdi sıra sende artık
nidaların onlar için atmalı
ve teşekkür etmelisin onlara....

ben ise sadece susarak alkışlayacağım seni
kaderin cilvesindeki rolümde...
hep bana düşer bu suskunluklar zaten
ve ölüm denen kurtuluşun açıklamasını yapmak da
sızar yapılan konuşma programının son satırlarına..

ne meşhur adammışım ben ki
şu ölümü tatmadan anlatmak
ve özümsetmek olmuş benim görevim..
bi tatsam zaten ne kadar silecekler gözyaşlarını
ve ne kadar gözükecek dişleri?

huzur rüzgarları ve gözlerindeki ışık yıldızları...
bunlarla bırakıyorum seni yeryüzüne
ve ne mutlu ki birinin daha mezarı gözükmedi yüzüme?
sanırım bu yüzden ölümden hiç korkmadım
ve senin gibi susadım obuanın notalardaki saltanatına...
benim için çal
her baktığım resimde
her dinlediğim müzikte
her soluduğum nifakta...

ve gülümse
senin için yaratılan yeni yemyeşil ve berrak denizde
ben mi?
beni düşünme
ben yine saka kuşu gibiyim merak etme
her gözü oyuluşunda daha güzel ötüyorum
ve doluyorum ölüm türkülerini dilime...
birazda fırçamı süreceğim
sudaki bana bakacak akisine
neyse unut bunu beceremeyeceğim gene
sen mi?
sense bir şahin kadar asil bakıyorsun biz fanilere
ve yüzün bir deniz perisi kadar nur gözüküyor gözüme
umarım sözünü unutmazsın

gülümse....
babalar gününde bize verdiğin hediyeyle gülümse ki
saka kuşun coşsun pazar ilahisiyle
pazar nedimesiyle....

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:58 PM
Saatlerime Kar Yağdı

yaşatamıyorsun bu dünyanın aşklarını
bir bebeğin rengini bulmamış gözlerinde
ninnileri dinlettiremiyorsun azmış kinlere
bir türlü uyutamadın onları kabuslu *******de

soğuk kış ayazında, sıcak bir kulübede
şömine başında, Ay eşiğinde
sallanan bir sandalyeye yerleşirkene
yazılıydı bu satırlar saklı bir kitabın içinde

bir tarafta uyuyan sevgilin ve ona bakan gözlerin
bir tarafta tavşanlar ve onları ısıtan gülücüklerin
donmuş bir kale kapısı gibi sanki beklediğin
zorlayıp kırmak istediğin ise sonsuz düşlerin...

insanlığın ziyafetine az kaldı dediğin
çıkılmaz kulelerde el verip çektiğin
orman kokularını üfleyip beslediğin
bir düşü gösterdi hissettiğin

karlar üstünde kan damlalarını saydığın
özgür dağlarda ismini sayıkladığın
kayaların arasında saklayıp bıraktığın
bir aşkı dinlettirdi çağırdığın

tüylü kalemlerden parşömen kağıtlarına
üstad çizimlerinden akit sandığına
gizleyerek kaşıdığın ölümsüz yaralara
bir son güsterildi kalanlara

kara bulutlara bakarak oyduğun
arkana bakmadan soyduğun
ayrıntılarını aradığına sorduğun
bir heykel bitirdi konuştuğun

odun seslerinden sayfa hışırtılarına
kadın dilinden aşk bataklıklarına
kudüm iniltisinden köpek havlamalarına
bir doğumun korkusu yapıştı duyduklarına...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:58 PM
Seni Arayış

arayışın bu yüzünde;

hüzünlü şarkıların tanburuyum
taksimlerde dolaşan
kimi rüyaların şairi
kimi deryaların kayıp kaptanıyım ben.

ehram görmüş tazeciklerin
şarap görmüş hancıların dergahında
sultanların kadehi
çobanların hissedilmeyen asasıyım ben.

irkilen karanfillerden af dileyen
kırılan burçakların hoşgörüsünde
leylakları toplayan
nergislere boş bakan kucağım ben.

dağların yıkamadıklarına hırslanan
önyargıların ezemediği alçaklığın gençliğinde
kanı karla temizleyen çağın
hiçbir zaman olmayacak varisinin özlemiyim ben.

yalnızlar diyarında dost kapısından açılan
karanlık mahzeninde eskitilen fıçıdan kaçırılan
herşeyi çözecek, bulunamamış inci tanesini
gözlerinden akıtan deniz kızının bakışlarıyım ben.

doğmamış çocukların beklenen kaderine
ölmemiş dedelerin son soluğuna
yazılmamış kitabın harflerine
hatla yazılmış laleyim ben.

sürülmemiş toprağın meyvesini veren
çalınmamış güzelliklerin anahtarını diken
işlenmemiş madenlerin parıltısını seçen
kırılmamış kalplerin gülümsemesiyim ben.

girilen kapıların ilk ışığıyım
sönen yıldızların son sözü
kasvetli şimşeklerin gürültüsünde
masumluğun ilk yağmuruyum ben.

anılan oğulların ağıtıyım
kazılan kuyuların ipi
sızılan inlerin ekmeği adına
saçılan yardımların eliyim ben.

bilinmezim
aranmazım
görülmezim
hissedilenim

ben ışığım
ben acıyım

ben tohum
ben ölüm...

bende hangi nota, sendeki nokta
hangi sayı resmin...
söyle sen kimsin?

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:58 PM
Serenat

elindeki son hissi kime bağışlardın...
ya da bağışlayabilir miydin?
dönüp gelir mi bu soru
içine çektiğin görünmez nefesin ortasında
yoksa çıkar gider mi
ciğerlerinin içinden çıkan buhurlu diğer nefesin sonunda
ben düşünsem de
sen düşündün mü hangisi gerçek nefesin
hangisinde ağladın genelde
hangisi seni öldürdü tüm ******* boyunca
hangisiyle bağırdın da
dengeni bozdun,
çizdiğin son çizginin ucu tırtıklı çıktı karşına

yumuşak hatlardan uzaklaşıyorum...
yüzüm daha kemikli
ellerim şimdi daha kirli
istesem de değişmeyecek şeylerin altına
niye koyuyorsun şimdi fitilli bir bomba?
kendini dolaşmaya çıkardığın zaman
gözüne ilişen ilk yeşille yıka gözbebeklerini
benimkinden daha güzel
daha kalıcı
ve eminim daha da kısar sesini
dileğim ki
ipinin her iki ucu senin adına kaçsın..
çözülsen de düğümlensen de
sarılı kalsın üstünde
kelimelerinin kulağını kesip
tablodaki insanın eksikliği doldurdum
sözlerimi anlatamaz oldum sende

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:58 PM
Sert Sessizlik

saat üçte
çıt etse afife
ötse peşpeşe
İshak Kuşu kafeste
pıt pıt kaçsa pisi pisi
kuşak kuşak
seçip takip etsek
küpesi afaki
tokası haki
sokaktaki çıtı pıtı afeti
kâh ekşisek
kâh kapışsak
uçuk kaçık okşasak sapakta
siftah istesek
hatta sıkı fıkı içsek iki tek
köpük köpük içki koksa saçı
fesata kıs kıs peşkeş çekse
hafif pusu şaşsa
şap şup öpüşsek ite kaka
kapısı sökük katta
etekse etek
ipekse ipek
açık saçık çökse apışa
tutuşsa fahişe ateşi
susasa şahikası kasıkta
ufak çapta uçsak
aksi tutup
aşsa ütopik tasası
pışık etsek
takışşak hesap kitapta
tepişsek
pat etse tüfek
affetse şikeste kaşı
ases suç üstü çıkıp
tıksa şu kışta hapse
topu topu iki hafta
kısasa kısas sopa atsa
eskise peteksi ışık
aç tok üşütsek kof taşta
çekikse sehpa
tak tak etse istihkak
sıska ipte
us pekişse şıp şıp
ses ses ses
'ah keşke
sökse kekeç şafak
aheste aheste
ah keşke
sussa şakak
içteki tıpası çıkık o hakikatte'
ise
-inan hepsi bozardı sert sessizliğini-

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:58 PM
Sevişeceksin

ağzında buz kırdığında
ormanda kaybolduğunda
terasa çıktığında
klozeti kapattığında
şelalenin altında
paraşütle atladığında
at sırtında
güneş battığında
havai fişekler patladığında
kurtlar uluduğunda
tren vagonunda
sinema salonunda
dilini kanattığında
ada vapurunda
yaya kaldırımında
tenis kortunda
opera çaldığında
deniz yatağında
tramvay yokuşunda
dolmuş kuyruğunda
sabah kahvaltısında
deniz manzarasında
uçurumun kıyısında
köy pansiyonunda
çadır hayatında
irlanda barında
divanın kenarında
peri bacalarında
saçlarını kokladığında
sütten bıyık olduğunda
arabanın arkasında
reklamlar başladığında
antik tiyatroda
metro çıkışında
yemek masasında
rafting botunda
yerebatan sarayında
boynunu ısırdığında
motor direksiyonunda
yastık savaşı yaptığında
otobüs durağında
flamenko ağıtında
kiralık karavanda
havuz başında
su kaydırağında
mağaranın karanlığında
at arabasında
benzin istasyonunda
sörf tahtasında
çatı katında
şömine başında
çıplak olduğunda
SEVİŞECEKSİN

küvetten çıkmadan
gün doğmadan
utanıp sıkılmadan
vizeler yaklaşmadan
bekçiler basmadan
üzerini çıkarmadan
adını sormadan
masaja başlamadan
gözleri kapanmadan
alkol almadan
nefret duymadan
çayın soğumadan
kucağında uyumadan
hocalar yakalamadan
paçaları sıvamadan
okulu takmadan
mehtap kaybolmadan
denize açılmadan
sümelaya çıkmadan
şiir yazmadan
kapı zili çalmadan
yemek yanmadan
abisine yakalanmadan
tulumun ısınmadan
kalp kırmadan
dağa ayak basmadan
telefona çıkmadan
kuşları kaçırmadan
çiçekler açmadan
duvara tırmanmadan
tadını kaçırmadan
SEVİŞECEKSİN


kapı eşiğinde
iççamaşırı giymediğinde
ağaç dibinde
bahar geldiğinde
şarkı söylediğinde
karşındaki istediğinde
gemi güvertesinde
fotoğrafını çektiğinde
şehirlerarası otobüste
bar tuvaletinde
deniz otobüsünde
samanlar içinde
dilini emdiğinde
şezlong üstünde
burnunda kar tanesiyle
kale içinde
balık pişirdiğinde
iç geçirdiğinde
gök gürültüsünde
sırtını çizdiğinde
kavga ettiğinde
cırcırböcekleri öttüğünde
ölümü sevdiğinde
sallanan sandalyede
deniz iskelesinde
kır kahvesinde
balon yükseldiğinde
soğuk parkede
bronz teninle
saklı kentte
rembetika bittiğinde
faytona bindiğinde
suyun derinliklerinde
seni öptüğünde
kaptan köşkünde
aynı anda istediğinde
Taksimin göbeğinde
elleri üşüdüğünde
yüksek sesle
çamlıca tepesinde
ağaç evde
komşunun bahçesinde
dağın zirvesinde
gel dediğinde
yıldızların büyüsünde
efes harabelerinde
karpuz kestiğinde
masal bittiğinde
denize girdiğinde
finaller bittiğinde
deniz fenerinde
poponu ellediğinde
tarlayı sürdüğünde
yapraklar düştüğünde
çocuk düşündüğünde
köşebaşına geldiğinde
okul kantininde
kız kulesinde
atlar kişnediğinde
SEVİŞECEKSİN

kanın kaynamışken
çimler ıslanmışken
patron gelmeden
sahilde yürürken
tuvalete girmeden
mumlar sönmeden
çapayı çekmeden
rahatsız etmeden
ev boşalmışken
Ay tepedeyken
ayaklarını suya salmışken
çöpü dökmeden
yatak serinken
yıldız kayarken
çilek dilindeyken
gökkuşağı açarken
düşünde görmeden
balkona çıkmışken
bisiklete binerken
son birkez demeden
burnunu öpmüşken
soyunmayı beklemeden
kış gelmeden
asansöre binmişken
traş olurken
dondurma erimeden
göbeğini gıdıklarken
film izlerken
beste yaparken
araba kullanırken
antremana gitmeden
hamaktan düşmeden
köpek gezdirirken
ritmi tutturmuşken
dudaklar ıslakken
uyku sersemiyken
odanı kilitlemeden
parmaklarını sokmuşken
duman ağzındayken
sırtın terliyken
ağda yaparken
karlar soğukken
duş alırken
kimseye gözükmeden
klima açıkken
dilini bilmeden
elbisesini yırtarken
göğsüne yatmışken
kötü adam ölmeden
yağmur yağarken
yazı yazarken
seni istemişken
ailesi gelmeden
müzik dinlerken
ders çalışırken
kumlar sıcakken
çömlek yaparken
onu soyarken
dans ederken
duvara dayamışken
üstünü örtmeden
çoraplar ayağındayken
bedenin boyalıyken
gözlerin kapalıyken
elin değmişken
SEVİŞECEKSİN

Kalbini açtığında
cenazesini kaldırmadan
ruhunla hissettiğinle
yarınını bilmeden
SEVİŞECEKSİN

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:59 PM
Son Nefes

Düşündüm ki;
insan son nefesinde
neleri doldurur içine
ve çeker
bitmesini istemezcesine.
düşünsenize
son nefes
son an
son düşünce bu
o son nefeste

Düşündüm ki;
insan son nefesinde
yalnızca aşklarını çeker içine
düşünsenize
aşık olduğu zamanlarda
düşünmüşlerse
hangi aşkı ölümsüz
hissetmişlerse
bitmesini istemezcesine
onları düşünürler
o son nefeste

Düşündüm ki;
bu konuda da hiç yazmamış şairlerde
bulamadım son nefeslerini hiçbir dizede
düşünsenize
her anı anlatmak için düşünüp
şiire aşık oluyorlar
bitmesini istemezcesine
son nefese gelince
hiçbirşey yazmadan
kaçıp gidiyorlar
o son nefeste


Düşündüm ki;
zeka bu yüzden verilir
Ve hisler
en derin nefesini alır
bitmesini istemezcesine
o son nefeste

Düşündüm ki;
aklımı düşününce nefesimi
nefesimi düşününce aklımı kaçırıyorum
ben çok düşündüm dostlar
son nefesimin vereceği karar:
düşünmek akla zarar
ne kadar düşünmüşsek
kabirde o kadar azab var

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:59 PM
Temmuz Karanlığı Kulağına Fısıldarsa...

Sıradan bir Temmuz zifirisi
ne hatırlatır ki insana,
gökyüzüne baktığında
yalnızlık burcu şekillenir mi?

sonsuzluğa dalarsın
çaresizce,
dosta nameler dökülür kalbinden
hilalin kıvrımlarını çizerken

aydınlanır birden zihnin
zifiri boştur gördüğün,
ışığın sonsuzluğunu
yüzsüzce araklarsın yüreğine

sırdaş bellemişindir yıldızları
soğuk denizle dalgalanır anıların,
yıkımların erimiştir İstanbul'da
kalemin dansöz olmuştur elinde.

kozmos'un bütünlüğü kulaklarında çınlar her an
damarlarındaki kan üzülür taşamadığına
akar taşanlar kuru bir kağıtla
anladığın zaman olsun be dostum.

sihire inanmışındır artık
sızmışsındır sineye,
gözlerin fırça olmuştur
renklerini seçersin kubbeden
gökyüzünün Temmuz karanlığında...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:59 PM
Tombak Dede

yok yok
bir başkaydı onun sanatı
bi başka çekerdi sırmasını
bi başka sürerdi civasını

dükkanı da bi başkaydı onun
girişte yığın yığın hasırdan oturaklar
en arkalara kaçmış bizim tombaklar
yani öyle her müşteri
giremezdi içeri kolay kolay
haliyle pek bilinmezdi ince işleri
kıyamazdı da tabi
yani anlayacağınız
sadece gözüne girmeyenlere
vermemezlik ederdi Tombak Dede
kısacası siz deyin ona
evlere şenlik
biz diyelim
idare ettik gittik
amma
ne tepsileri
ne ibrikleri saklardı orada bi bilseniz
inanın
görür görmez
bir yerleriniz şişerdi hemen
Tombak Dede'nin de nazı
oraya kadardı zaten
fena da olmazdı hani
çarşı pazar
dolaşmazdınız fellik fellik
alıp koydunuz mu evinize
olurdu size işte bi güzel evladiyelik
sahi
ne güzel atardı kahkahalarını
ne güzel süslerdi onlarla tombaklarını
yanakları da bi değişikti sanki
al al
tombik tombik...

sizin de içinizden
geçer mi bazen
yani nasıl desem
hani birisine giderken
düşünür müsünüz
onu orda göremeden
ya geri dönersem?
neden sordum
çünkü
insanın içine doğuyormuş hakkaten
geçen hafta kaldırmışlar naaşını
yetmişe de dayanmıştı gerçi yaşı
kimine göre bu tombaklarla
fazla bile yaşamıştı
ne olursa olsun
Tombak Dedemdi o benim
çok çayını içtim
çok tembihini de küpe bildim

hani kalkmadan önce
biraz daha gül diye
dalga geçerdim ya:
'sende yok tabi yenge
bırakmıyorsun bir türlü be Tombak Dede
acelem var
bekler bizimkisi
hadi
artık bana müsaade '
derdim demesine ama
ama senin şu acelen de
yine bir başka oldu be Tombak Dede
alacağın olsun
nur içinde yat emi...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:59 PM
Toprağın Kırmızısı

Hani toprağa ayağın değer ya
ve ruhun yağan damlalarla birleşir o an.
hani bir sanatçı biçimlendirir ya yüreğinin ham genişliğini
kıvılcımın ta kendisiydi bunlar.

işte senle böyle başladı yol arkadaşlığımız
evreni kucaklayan bir pınarın üzerinde
bir çiğ tanesi kadar olan bizler
akıntısına karşı durmak yerine
bıraktık ya kendimizi derinliklerine
elleyemediğimiz ışıklardı bunlar.

engin bir bilinç ne demek anladık o zaman
isyanların boşluğunu
fırsatçıların narını bulduğumuz
alevlerin ortasındakilerdi bunlar.

kelamımızla muhabbet edişimiz
bir tek yüreğimizle kalışımız
kıyam eden yaseminlere tanıklığımız
karacaları anımsamamızdı bunlar

soygunlar olsa da
elimizden alamadığı bir ruhumuzun
bir gülümsememiz var olduğu
bir yolcuğun ilk durağıydı bunlar

nedir gerçekler sence
hırsımızın kurbanlıkları mı
kardeşimizin kanları mı
hipnozun büyüsünü bozduğumuz tarihti bunlar.

bin çıplak ete
bir güzel yüreği değişmediğimiz
kahkahalara kulak asmadığımız
bir ormandaki filizdi bunlar.

ortada dev bir karyan
bir kaç yılan
biraz da zaman
boğuşacağımız canavarın sunduklarıydı bunlar

dağların zulmü
toprağın hükmü
bilirsinki ferahın arkasındaki
aştığımız zahmetti bunlar.

yastık altında sildiğimiz
ellerimizle büyüttüğümüz
sudan daha berrak
akıttığımız gözyaşlarıydı bunlar.

uykunun haram olduğu
masumluğun suç olduğu
paranın ilah olduğu
yıkmaya and içtiğimiz şehirlerdi bunlar.

kucaklara sığdıramadığımız
paylaşmaktan doymadığımız
en büyük silahımızı kullandığımız
zaferin mimarı sevgimizdi bunlar.

İşte o sevginin sonunda
nebulaların ortasında
bir çileğin bıraktığı
sıcaklığın kırmızısıydı bunlar...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:59 PM
Uzaklar

Ve uzaklardayım şimdi
sonsuz beyaza gömüldüm
tek hissettiğim
içimdeki gücüm

etrafımdaki
bu telaşsız ahenkler
bu sayısız bitkiler
bu acısız yürekler
bu karışık sesler
hepsiyle yok oluyorum
görmüyor musun aşk bu
kavuruyor işte
savuruyor işte
beni birer birer

şimdi sanıksız
şimdi yargısız
şimdi kuralsız
bu eller
bu diller
bu gözler....

yalnızca aşkla başbaşayım
hükmü verilmiş topraklardayım
sonu baş olmuş yollardayım
seni koydum koynuma
sarmaladım soğukluğumla
sımsıcacık
ve sessiz yüzünü
ve anlamadım hala
o mu beni büyütüyor
yoksa ben mi onu
bu benzersiz diyarda

ne yaman çelişkidir ki bu
insanlardan uzaklaşınca teker teker
yüreğimde
daha mazbut
daha büyük
daha yüce
yer edindiler

aşkın göz yaşlarını
sonsuzluğun sanrısını
olduğu gibi kabul etmek lazım
tuzsuz yaraları

ne baktığım bir seraptı
ne tattığım bir şaraptı
bal gibi gördüm seni
bal gibi gözüktün işte
niye inkar edeyim
nolur susturma beni
nolur konuş hadi

Bunca yıl
bunca sayı
bunca kelam
hepsi bomboşmuş
yokoluş varoluşmuş
varoluş bomboşmuş

dönüyorum
duruyorum
karışıyorum işte
bir soruyorum
bir soruluyorum
adım ne
can mıyım
cansız mıyım
canan mıyım?

Ve şimdi
gözlerim delik
dilim kesik
yüreğim ezik

ya bundan sonra
ya bulduktan sonra
nasıl dayanacak
nasıl asılacak
nasıl kanacak
bu delik
bu kesik
bu ezik
hapsolduğum yaşama?

Kan bu
damardaki kan
kanayan kan
susatan kan
akıyor işte
akacak da
sarmaşık gibi
sarmış beni
saracak da
susturacak da
ne büyük acı
ne büyük yara
yakarışım bile
duyulmuyor burada

son bir defa
son bir vefa
hadi uzatma
kırdıralım şu zamanı
yıkalım işte diye
yalvarıyorum sana

ama kan bu
akıyor işte
deli kanı bu
acı kanı bu
konuşmuyor
sokuyor işte
söylemiyor
yakıyor işte
bakmıyor
kaçıyor işte

yine çağırıyor sesin
yine ensemde nefesin
sancısız düşler diliyor
hülya meclisinde bu acizin

bu büyüklük
bu ihtişam
bu nizam
bana çok geliyor
bana yük geliyor
oradan bakınca buralar
çook çok uzak geliyor

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:59 PM
Yal(n) an Mumlar

ışık nesebinden büyük sayılırmışsın
ama gece hakkında ipe sapa gelmez konuşuyor
davet ettiğin gözlerinin doğumgününde
sayacağım bakalım üstünde yal(n) an mumların yaşını
zaten artık yüreğimde kimse onlar kadar uzun yaşamıyor

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL
04-14-2009, 06:59 PM
Yaptım

Arkasına bakmadan gitmek dedim
gözucuyla bile dönmemek dedim aşka
sihirli kavanozların kokusunda
kızgın yüreklerin sesi bağrımda dökülü kaldı.

irkildi bedenim eziklikte
gösterişten uzak barajlar aşsam da
bir minik kalp kapakçığında beslenen
gergin sinirlerde kaybettim soluğunu

ölümcül günün yıldönümü bugün
karların izinde bulamadığım sesini
gözlerindeki ışığın aydınlatmadığı çadırımda
yumruklarımı başıma vurup ağladığım gündü tam bugün.

seneler gezindi zamanda
sen bir türlü gezinemedin kaldın dilimde
bir uçurum astı, çiviledi beni
bilinçsizce aradım adını anacak bir takımyıldızını silüetinde

çok sessiz düşler ve arkadaşların
ne kadar sevgi açtın yapraklarında sonraları
bir hata, bir sıla kadar olamadı gülümsemen
son anında 'üzülme sakın' demen

ne sözler verdim anılarıma
ne kalın kitaplar bitirdim uğruna
anlatamadığım aşkımdın
şimdi ise tutunamadığım dalım

oysa ki bir dağ daha bekliyordu bizi
bir şarkı daha söyleyecektik orada
bir tepede daha adımızı yazacaktık karlara
bir hayal daha yeşerecekti ay ışığında

nokta dedin oysaki bütün bunlara
beni bana hapsettin yas kokan odalarda
az geçmedi o zaman
az düşmedi yere kan

şimdi sen ordasın ve kimi zaman ellerimde
ve kimi zaman beslediğim kelimelerimde
hiç kızmadın bana biliyorum
ve arkankandiler hiç sormadı bana seni

sen bir gelindin beni ormanlardan soran
bir gemiydin açılan okyanusumda yelken açan
bir suydun özümü sevgiyle boğan
bir ruhtun bedenden öte olan

şimdi burada ve yılları yanıma alarak
istediğin gibi
bir mum bir gül ve bir kırçiçeği
en sevdiğin ses olan cırcırböcekleri

az zaman kaldı doğumuna
buluştuğumuz zaman asacağım fotoğrafını
gel kal diye dönme yıldızlara
verme artık leylaklarını, sinme artık kazağıma

gel artık tekrar yüreğime
ve gözüm ol yeniden bedenimde
dudaklarımı karıştırsın yüzün
önünü görmez olsun öksüzün

biçimsizim biter geçer oyalarına
yaptığın ebrulara dalar düşerim
senimi ararım boyalı sularda
belki olur benden bir tane daha

'üzülme' dedin, 'gül' dedin son boşlukta
'hatan yok' dedin 'seviyorum' dedin
'özleme' dedin, 'beni doğada büyüt' dedin
'yaptım' dedim, her gün için için
her gün senin için...

Reha Başoğul