Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : Davranış


M@D_VIPer
09-25-2006, 12:58 AM
DAVRANIŞ
Davranışlar, insanların veya hayvanların, anlamlı ve yorumlayabilir faaliyetlerini
kapsar. Konumuz itibariyle, hayvan davranışlarından ziyade insan davranışlarını inceliliğimiz
için, insan davranışlarını inceleyeceğimiz için, insan davranışlarını tanımlayan temel noktaları
belirleyelim. İnsan davranışları:
(1) Esas itibarıyla bir nedene dayanır
(2) Bir hedefe ve amaca yöneliktir.
(3) Bu davranışa yol açan bir ( ihtiyaçtan kaynaklanan) güdü yada etki vardır.
İnsan davranışının kendine özgü bir mantığı ve çoğunlukla, diğer insan davranışlarıyla
bütünleşmiş sosyal (Toplumsal) bir yönü vardır. Dışarıdan gözlemlendiğinde, bireyse olarak
görülen bir çok davranış biçimi, aslında sosyal bir davranış biçimidir. Her insan, belirli bir
toplumsal, grupsal, örgütsel çevrede, diğer insanlarla birlikte yaşar. Çalıştığı masasında
bilgisayarının ekranına bakan kişi, tek başına olmasına rağmen, aslında, örgütsel iş bölümü
içinde kendine düşen görevi yerine getirmektedir. Taksisini süren sürücü de gene, toplumsal
rolünü oluşturan mesleğini icra etmektedir. Daha geniş olarak düşünürsek, aslında her
davranış, her iş, her görevi her rol, toplumsal iş bölümünün ve gerekliliklerin bir sonucudur.
Davranışın “Ne denli, hedefe yönelik ve güdülü” olduğu var sayımı, rasgeleliği ve
nedensizliği ortadan kaldırır; oluşan her davranışın bir dış uyaranı vardır. Güdüleme ise,
“Organizmayı harekete geçiren içsel bir dürtü veya güç” anlamına gelir; ve genellikle insanın
ihtiyaçlarına dayanır. Son olarak, organizmanın faaliyetlerini yönelttiği bir sonuç, bir hedef
bulunduğundan, davranış rasgele değildir.

M@D_VIPer
09-25-2006, 12:58 AM
DAVRANIŞ BİLİMLERİ
Toplum ne grup ilişkilerinin incelenmesinde, davranışsal ve durumsal yaklaşımın
geçerli olması, davranış bilimleri adı verilen bir bilim dalı oluşmasına yol açmıştır. Davranış
bilimlerini oluşturan bilim alt – disiplinleri yeni birer uygulama alanları oluşturmazlar; fakat,
bunların birbirleriyle ilişkisinin kurulması ve günlük yaşantının analizinde bunlardan daha
etkin biçimde yararlanılması oldukça yendir.
Davranış bilimlerini meydana getiren alt – disiplinlerin başlangıcını, MÖ IV. Yy.’da
eski Yunanistan’da yaşayan Aristotle’a kadar götürmek mümkündür. 1830’larda ise A. Comte
“Sosyoloji” terimini ortaya atarak, davranış bilimlerinin özünü oluşturmaya yardımcı olan
disiplinin ana hatlarını kurmaya başlamıştır. Bugünkü anlamına yaklaşan davranış
bilimlerinin de gene, 1800’lerin sonlarında, 1900’lerin başlarında ortaya çıktığını
söyleyebiliriz. İnsan davranışlarının ilk kez sistematik araştırması, 1879 yılında Almanya’da
Wilhel Wundt’un deney laboratuarında başlamıştır. Gene, 1800’lerin ikinci yarısında,
antropoloji alanında önemli çalışmalar görülür. “Davranış Bilimleri” ise, 1940 yıllarında
geliştirilmiş bir deyim olup, ABD’de Ford Vakfı’nın insan davranışlarıyla ilgili bir araştırma
programının sınırlarını çizmek amacıyla ortaya atılmıştır. Programın amacı, “Sosyal
Bilimlerden Biyoloji ve Fizyoloji Bilimleri’ne kadar, insanla ilgili bilimlerin, insan
davranışları arasından bulgularını organik bir bütünlüğe kavuşturmaktır.” Bu bilimden
beklenen amaç, insan davranışlarını yöneten evrensel kuralların anlaşılmasıyla, dünyada,
ekonomi, devlet yönetimi, uluslar arası ilişkiler, yöneticilik vb. gibi alanlarda, barış ve
esenliğin sağlanmasına daha etkili bir katkıda bulunma umuduydu.
Davranış bilimlerini oluşturan alt – disiplinler, sosyoloji, antropoloji ve psikoloji
(Sosyal Psikoloji dahil) temel olmak üzere, ekonomi (pazarlama dahil), siyasal bilimler,
eğitim, tarih ve en yeni olarak da iletişimdir. Davranış bilimlerini temel disiplinlerine göre
düzenlenmiş bir şemayla gösterirsek, şöyle bir görünün ortaya çikar.

M@D_VIPer
09-25-2006, 12:58 AM
Diğer sosyal bilimler ile davranış bilimleri arasında ne fark vardır ? diye sorulursa, ana
farkın, bilgi toplamada kullanılan metodolojide olduğunu söyleyebiliriz. Davranış
bilimlerinde veri toplamada, orijinal ve doğrudan gözleme dayanan bilimsel yöntemler
kullanılırken; örneğin, ekonomi, tarih vb. bilim dalları dolaylı yollardan inceledikleri olaylar
hakkında bilgi toplamak, dökümanlara inmek zorunda kalmaktadır. Davranış bilimlerinin
içinde yer aldığını belirttiğimiz “Bu alt – disiplinler ne zaman ve hangi durumda” “davranış
bilimi” olarak tanımlanırlar? Diye sorulursa, “bunların insan davranışlarını gözlem ve
araştırma yoluyla inceledikleri bölümleri” davranış bilimleri kapsamına sokulmalıdır.
Örneğin, arkeolojide eski çanakların salt biçimlerine duyulan ilgi, antropolojinin bu alt
bölümünün davranış bölümlerinin kapsamına girmesi için yeterli değildir. Veya devlet
kurumlarının yapısını hukuksal açıdan inceleyen bir siyasal birim çalışması da bu kapsama
sokulamaz; ama seçmenlerin oy kullanma davranışına ilişkin bir inceleme, bir davranış bilimi
çalışmasıdır. Aslında, sosyal bilimler ile davranış bilimleri arasındaki farklar biraz belirsiz
olduğu gibi, bu bilimlerin kendi içlerinde alt – disiplinlere ayrılması da (Bunların birbiri ile
çok yakın bağıntısı nedeni ile) yapay ve akademik bir amaç taşır. Fakat, davranış bilimlerinin,
uygulamada, çeşitli bilim disiplinlerini kapsayan bütüncül ve birleştirici yaklaşımı, bu yapay
bölünmeyi bir ölçüde ortadan kaldırmaktadır.
Davranış bilimlerini oluşturan alt – disiplinleri tek tek kısaca gözden geçirmemiz
bunların, davranış bilimleri yaklaşımına katkılarını daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

M@D_VIPer
09-25-2006, 12:58 AM
SOSYOLOJİ (TOPLUM BİLİMİ)
Sosyolojinin ilgi alanı, esas itibarıyla, insan – insan ilişkileri ve bu ilişkiler
doğrultusunda oluşan sosyal grupların sebep ve sonucunu tartışmak olduğuna; ve sosyolojik
incelemelerde, tarihsel ekonomik ve politik analizlerde bulunduğuna göre, sosyoloji bilimini
“İnsanla ilgili tüm sosyal ilişkilerin sentezini yapan ve genelleyen bilim dalı” olarak
tanımlamak mümkündür. Sosyoloji, insanların sosyal davranışlarına yönelmiş bilimsel bir
yaklaşımdır. Toplumdaki özsel süreklilik ve temelde benzer olma gerçeği, sosyal yaşamın
bilimsel açıdan incelenmesini olanaklı kılmaktadır. Sosyoloji, bireylerle tek tek uğraşarak
değil, insan “birlikteliği” gerçeği üzerine odaklaşarak, toplumun her yerinde var olan sosyal
etkileşimin örüntüleşmiş düzenliliklerini inceler.
Psikolojinin konusu, insan ve insana yakın hayvanların (Lower Animal)
davranışlarıdır. Davranış , organizmanın öylesine bir eylemidir ki, başkaları tarafından
gözlenebilir yada geliştirilen bir aygıt aracılığıyla ölçülebilir. İnsan davranışlarının
karmaşıklığı yukarıda vurgulanmıştı. İnsan çevreden ve kendisinden gelen güçlerin etkisiyle
davranışını farklı form ve şiddetlerde sergileyebilir. Bu nedenle, “ insan davranışı hangi
faktörlere göre değişir ?” sorusunun yanıtlanması, uzun bir çabayı gerektireceği halde, yinede
verilecek yanıt geçersiz kalacaktır. İnsanın yaşı, cinsiyeti, içinde bulunduğu fiziki ortamın
özellikleri, sağlık düzeyi, ait olduğu alt kültür, kullandığı araçlar, daha önceden öğrenmiş
olduğu şeylerin gösterdiği davranış açısından kullanılabilirliği, güdülenme düzeyi, değer
yargıları, konu ile ilgili daha önceki deneyimleri, genel yaşam amacı, vb. bir yığın
özelliklerinin bilinmiş olmasına karşın, yinede yargısal düzeyde davranışının anlaşılabilmesi
güçtür. Diğer yandan psikolojinin konusu olarak davranışının çok determinantlı olması ve
devamlılık göstermesi, bir handikap olarak değil, insan davranışını zenginleştirici bir özellik
olarak değerlendirilmelidir.
Toplumsal yapı içerisinde yaşamını sürdüren insanın davranışları, davranışına anlam
vermeyi kolaylaştırmak amacıyla göreli olarak farklı biçimlerde sınıflanabilir. Ekonomik,
sosyal, sanatsal, askeri, siyasal, dini, vb. davranışlardan söz edilebileceği gibi gösterilen
davranış, davranışın yöneldiği objeye göre de sınıflanabilir. Örneğin; kendimize yönelik –
diğer insanlara yönelik davranışlarımız gibi. Davranışın yöneldiği objenin canlı – cansız
olması, tanıdıklık düzeyi, çekiciliği vb. özellikleri de davranışı farklılaştırır.
Yukarıda belirtilenler dışında, insanın fizyolojik yapısının sonucu gösterdiği
davranışları da vardır. Fizyolojik davranışlar, gösterdiği özelliklerine göre istemli – istemsiz
boyutunda sınıflanabilir. Çoğunlukta, nöroloji, biyoloji ve diğer sağlık bilimlerinin çalışma
alanlarını oluşturan bu tür davranışlar psikoloji açısından da önemlidir. Çünkü, psikoloji
açısından dolaşım sisteminin nöro – fizyolojik yapı ve fonksiyonu değil, örneğin stres
vericilerin bu sistemin işleyişine olan etkilerini çalışmak önemlidir. Özet olarak, nöro –
fizyolojik yapının özellikleri ve işleyişi, doğrudan psiko – sosyal davranışların form ve
şiddetini etkileyecektir.

M@D_VIPer
09-25-2006, 12:58 AM
DAVRANIŞIN ÜÇ BOYUTU
Davranış, gözlenebilen ve geliştirilen bir aygıt aracılığı ile ölçülebilen bir eylem olarak
tanımlanır. (Hilgard, 1962, S. 6) Davranışçı psikolojinin empoze ettiği bu davranış kavramı,
yalın anlamıyla yorumlandığında, psikolojinin çalışma alanını daraltır, psikolojik olay
olgularını açıklama çabalarını kısırlaştırır. Günümüz psikoloji bilgi birikimi, davranış
kavramının kapsamını genişletmiş, anlamca zenginleştirmiş, insan davranışları için
gözlenebilir, ölçülebilir olma koşullarına daha geniş, yeni anlamlar yüklemiştir. Eski psikoloji
literatüründe yer alan davranış = tepki formülü, artık yeteri kadar açıklayıcı değildir. Güncel
literatürde, insan davranışının potansiyel yada eylemde üç boyutlu olabileceği görüşü giderek
kabul görmektedir. Bireyin davranışları, BİLİŞSEL (Cognitive), DUYUŞSAL (Emotional),
DEVİMSEL (Motor) niteliklerden birinin ön planda olup, diğerlerinin fonda yer aldığı bir
özellik gösterir. Matematik ödevlerini yapmakta olan ilk okul ikinci sınıf öğrencisinin
davranışlarından söz ederken, onun kalemiyle deftere işaretler koymasından değil, (bu eylem
fon özelliği gösterir) zihinsel eylemlerinden söz etmekteyizdir. Yine, insanın her davranışına
duygusal bir tonun hakim olduğu hatırlanırsa, duygusal boyut ile zihinsel boyutun
birbirleriyle yakından ilişkili olduğu, birbirlerinin oluşumunu etkiledikleri kolayca
anlaşılabilir. Her davranış, şekil – fon ilişkilerine bağlı olarak üç temel boyut içerir.

M@D_VIPer
09-25-2006, 12:58 AM
DAVRANIŞ AÇISINDAN İNSANIN DONANIMI
Psikolojik olay ve olgu kavramını daha iyi anlayabilmek için, insanın davranışsal
kapasitesinin zenginliğine dikkat çekilmelidir. İnsan vücudu vasıtasıyla davranışta bulunur.
İster eylem biçiminde, isterse zihinsel – emosyonel biçimde olsun her davranışın vücutta
nörofizyolojik öncülleri ve sonuçları vardır. Karmaşık nörofizyolojik yapısı insanı diğer
hayvanlara göre, davranış bakımından daha zengin duruma getirir. Nörofizyolojik yapısı
gelişmemiş insanlardaki davranış sınırlılığı bu yargıyı doğrular niteliktedir.
İnsan, iki özelliğinin ürünü olarak zengin bir davranış potansiyeline sahiptir.
1. İnsan, engin zihinsel işlem kapasitesine sahiptir. Bu özellik ona geçmiş olayları
hatırlama, olay ve olgular arasında ilişkiler kurabilme, olay ve olguların seyrini
değerlendirerek tahminlerde bulunabilme ve gelecekteki davranışlarını planlayabilme
olanağı verir.
2. İnsan, nöro – maskülar ve morfolojik yapısının ürünü olarak zengin bir vücut
manipülasyon yeteneğine sahiptir. Özellikle el manipülasyonu açısından diğer
hayvanlardan çok üstündür (Lane, 1964, S. 25). İnsan, manipülasyon yeteneğine
dayanarak bir çok materyali, (Zihinsel gücünün de yardımıyla) kullanarak çevresini
düzenleyebilir. Davranış açısından değerlendirildiğinde, insan oğlunun oluşturduğu
medeniyetler anılan iki özelliğin etkileşiminin ürünüdür. Makineler, aygıtlar, çevresel
yapıdaki yeni düzenlemeler, vb. insanın zihin ve vücut davranışlarındaki zenginliğinin
göstergeleridir.
Günümüzde insanın el davranışlarının yerini, zihin manipülasyonlarının ürünü olan,
bilgi işlem makineleriyle donatılmış aygıtların aldığı gözlenmektedir. Bu aygıtların
yaygınlaşmasının, insanın genel anlamda, vücut ve el becerilerinin önemini azaltacağını ön
görmek gerçekçi bir yargı olamaz. En azından sanatta ve sporda insanlık, iki zenginlik
kaynağından ikisini de birlikte kullanma ihtiyacı duyacaktır.
İnsan davranışlarının bazı özelliklerini hatırlamamız, onu daha iyi anlayabilmemize
yardımcı olacaktır. Öncelikle, tüm davranışlar nedenseldir. Birey olarak şu andaki biz, daha
önce gerçekleşmiş olan tüm oluşumların ürünüyüzdür. Davranışlarımız, doğum öncesinden
getirdiğimiz kalıtsal özelliklerimiz ile, içinde yaşadığımız çevresel koşulların bize sunduğu
olanakların ürünüdür. İki kaynaktan gelen potansiyelin kullanılması, bireyin deneyimlerine ve
öğrenme düzeyine bağlı olacaktır. Davranışın açıklanmasında kalıtım ve çevre faktörlerinden
birisine verilecek aşırı önem, doğal olarak diğer faktörü unutturacaktır. Bu nedenle bir
kaynaktan gelen faktörlerin önemi gösterilmeye çalışılırken diğer kaynaktan gelebilecek
faktörler göz ardı edilmemelidir. Örneğin, sosyal izolasyonun okul başarısına olan etkisini
çalışırken, bireyin IQ’sunun kalıtsal faktörler ile de ilişkili olduğunu, psikoloji literatür
bilgilerimize dayalı olarak hatırlamalıyız.
Canlı ve etkin bir varlık olan (irade gücüne sahip) insanın davranışları için ortaya
konulacak nedenlerin sabit (Statik, değişmez) olamayacağı açıktır. Yaşam durmaksızın devam
ederken insan da sürekli olarak birbirleriyle etkileşen, değişen nedenlere bağlı olarak
davranışlarını yeniden yorumlamakta, değerlendirmekte, yapılandırmakta ve sonuçta
değiştirmektedir.
Davranışın iki kaynağı
Kalıtsal Çevresel
Davranış = Özellikler Koşullar
Davranışın nedenleri o kadar birbirine geçmiş ve birbirine bağımlıdır ki, bu nedenle
psikolojide tek determinanta dayalı açıklamaların doğru olabilmesi, yalnızca bir şans
olacaktır.
Psikolojik Olaylarda Neden – Sonuç İlişkisi
Ara değişkenler.
(sabit tutulmaya
çalışılmalıdır)
Bağımsız ... Bağımlı
Değişken Değişken
(Değişkenler Kombinezonu) Isı
0°C …………………… Buz
30°C …………………… Ilık
100°C …………………… Buhar
30 IQ …………………… Öğrenemez
75 IQ …………………… Zor Öğrenir
110 IQ …………………… Öğrenir
Örneğin, çocuğun okuldaki başarısını yalnızca IQ’ ne bağlayarak bir tek belirleyici ile
açıklamaya çalışmak problemi yalınlaştırmak gibi görünebilir. Hatta, dayanak aldığımız
determinantın olgunun ortaya çıkmasını sağlayanların en önemlisi olduğunu söyleyebiliriz.
Yine de okul başarı – başarısızlığının nedenlerini doğru olarak tanıyıp, problemin göreli
çözümüne ulaşılmak isteniyorsa, belirleyici etkilerinin ölçümü yapılmalı, sabit değerler olarak
tutulmaları güç de olsa, tüm determinantlar ( IQ, ailenin sosyo – ekonomik düzeyi, çocuğun
güdülenme düzeyi, okulun sosyal yapısı, öğretmen yeterliliği, arkadaş grubunun etkisi,
TV’nin etkisi vb.) dikkate alınmalı, olası etkileri ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Yukarıdaki
açıklamalardan sonra, bireyin yargılamak durumunda olduğumuz davranışlarının çok nedenli
ve çok boyutlu nitelikte olduğu sürekli hatırlanmalıdır. Çok nedenlilik ve çok boyutluluk
ilkesinin, söz konusu davranışın her bir nedeni ( determinant ) için de geçerli olduğu açıktır.
Davranışlarımız doğrudan yada dolaylı olarak çevreye yöneliktir. Sosyal ve fiziki
çevremize yönelik davranışlarımızı karşılaştıracak olursak, fiziki çevremizi düzenlemeye
yönelik davranışlarımızın sanıldığı kadar büyük boyutlarda olmadığı, çabalarımızın daha çok
( fiziki çevremizdeki yapıyı değiştirmeye yönelik çabalarımızın çoğunu da kapsayacak
biçimde ) doğrudan diğer insanları yada ilişkitlerini hedef aldığı söylenebilir. Evinde çiçek
yetiştiren birey, bu davranışıyla fiziki anlamda sadece çiçek yetiştirmeyi değil, psiko – sosyal
farklılığının bir göstergesi olarak, psikolojik düzeyde estetik beğenisini çevresindeki diğer
insanlara gösterme, yetiştirdiği çiçeklerle bir eser, değer oluşturma duygusunu yaşamayı da
amaçlayabilir. Ancak; bireyin söz konusu amaçlarının ne düzeyde bilinçli olduğunun
söylenebilmesi güçtür. Sadece gözlemlere dayalı olarak bireysel davranışların psiko
dinamiğini açıklamaya yönelik çabalar bilimsel bir yaklaşımın ifadesi olmadığı, yanılgılara da
son derece açıktır.
Bireyin gösterdiği davranışlarının önemli nedenlerinden biriside içinde bulunduğu
sosyo – ekonomik ve kültürel yapıdır. Davranışta bulunan bireyin değer yargılarını, inanç
sistemini, ideolojik görüşünü, geleceğe yönelik umutlarını vb. bilmeden davranışını
anlamlandırabilmek olanaksızdır. Söz konusu bu özellikler, bireysel olmaktan çok, kültürel
olarak kazanılmıştır. Ancak, yukarıdaki anlatımdan, insan davranışının oluşumunda bireysel
özelliklerin etkili olmadığı gibi bir sonuç çıkarmak yanlış olur. Vurgulanmak istenilen,
bireyin içinde yaşadığı kültürel yapının da davranışın oluşumunda önemli etkiye sahip
olduğudur.

M@D_VIPer
09-25-2006, 12:58 AM
İnsan organizması, dış dünyadan gelen uyarıcıları pasif olarak kodlayan ve gelen
mesajlara aynı anlamları veren otomatik aygıtlar değildir. Gelen mesajların (Uyarıcı)
anlamları, bireylerin deneyimine, kronolojik yaşına toplumsal statüsüne vb. bağlı olduğu
kadar, temel belirleyici, söz konusu anılan determinantların ürünü de olsa, bireyin özgün
zihinsel yapısıdır (Lane, 1964, S. 23 – 28)
Algı psikolojisi, günlük yaşamın her anında, sürekli olarak uyaran bombardımanı
altında olduğumuzu uyarıcıdan gelen özellikler ve kendi özelliklerimize göre söz konusu
uyaranları seçip, algıladığımızı bildirmektedir. Algısal süreçte, algısal kayıp ve çarpıtmanın
kaçınılmazlığı bir yana, özellikle kültürel niteliklerimiz, algısal yapılandırmamızı doğrudan
göstereceğimiz tepkileri ise dolaylı olarak belirler. Yaklaşık aynı şiddetteki bir uyaran
arasından, niçin özellikle bazılarına ilgiliyiz ? Bu olgunun bir nedeni içinde bulunulan kültürel
yapının özellikleri ise diğer bir nedeni, bireyin bir biçimde oluşturduğu, büyük oranda
öğrenmelerinin ürünü olan, sistemli yargılar bütünü; “Felsefi görüşü”dür. Bireyin “Felsefi
yapısı” olarak adlandırılan değer temelli bu mantık sistemi, kendi içinde şu yada bu düzeyde
tutarlıdır (Lane, 1964, S. 30). Sistem içerisinde tutarsız olarak görülen öğeler (Tutumlar,
inançlar, değer yargıları) bireyin özgün değerlendirmesiyle, birbirleriyle ilişkisiz görülerek
tutarlı mantık sistemi korunmaya çalışılır.
Hem nedenlerde, hem de nedenin gelişim sürecinde, davranışların çok boyutlu ve
sürekli bir değişim halinde olduğu hatırlanmalıdır. Bilimsel tutumun bir gerekliliği olarak,
(Mutlaklık ve değişmezliğe inanmayarak), madde ve olgular için değişim ve ardıllığın esas
olduğuna inanıyorsak, söz konusu çoklu nedensellik ve değişim süreci içerisinde insan
davranışlarını verilendirip yargılayabilir. Bunu sağlamak için, her bilimde olduğu gibi
psikolojide de özgün araştırma yöntemleri geliştirilmiştir.
Bilimsel çalışma dinamik olduğu kadar şaşırtıcı, bazen de çelişkili bir eylemdir.
Gözlem, açıklama ve anlama arasında sürekli bir etkileşim söz konusudur. Bu nedenle bir
defaya özgü değerlendirme, olgunun bilimsel açıklaması için yeterli değildir.

M@D_VIPer
09-25-2006, 12:59 AM
Bilimsel bir anlayışın gelişmesi için aşağıdaki sürecin izlenmesi gerekir.
1. İnformal gözlem ve temel sorunun oluşturulması.
2. Soruya verilebilecek deneme türü, geçici bir yanıtın oluşturulması.
3. Sorunun yanıtı olan hipotezin geliştirilmesi.
4. Hipotezin geçerliliğinin test edilmesi.
5. Teorinin oluşturulması.
Bilimsel eylemin başlangıç noktası daima, bilim adamının bir gözlemidir. Bazen bilim
adamları bir kaza sonucu gözledikleri olgulara dayalı olarak hipotezlerini oluştururlar.
Olgunun niçin ve nasıl oluştuğu sorusu, araştırmacının gözlemine dayalı olarak, geçici bir
süre için yanıtlanabilir. Mantıksal olarak ulaşılan bu geçici yanıt daha sonra kontrollü
koşullarda test edilir. Oysa sıradan insanlar için, olguya ilişkin ulaşılan yanıt son duraktır ve
insanlar daha fazlasını merak etmezler. Bilim adamı olayın oluşumunu kontrol edinceye kadar
araştırmasını sürdürür.(Bu aşamadan sonra ise yeni olgular ve yeni sorular söz konusudur).
Bilim adamının gözlemleri, gözlemlerine dayalı olguları saptaması, oluşturduğu geçici soru
ve yanıtları benimsediği kuramsal yaklaşıma bağlı olduğu gibi, uygulayacağı araştırma
metodu ve ulaşacağı yeni sorular da, anılan kuramsal temele bağlı olacaktır. Bu anlamı ile
kuram, ulaşılan yeni bilginin temelini oluşturur. Diğer yandan bilimsel araştırmalarla ulaşılan
yeni bilgilere dayalı olarak kuramlarda gelişerek daha fonksiyonel hale gelirler.
Psikolojik olguların çok determinantlılığı ve çok fonksiyonluluğu onları statik olarak
belirleye bilmemizi olanaksızlaştırır. Ancak alınan olgular ne adar manüpüle edilebilir ve
onlara ilişkin ne kadar bilgi sahibi olunabilirse, psikolojik olgulara ilişkin o oranda anlayış
geliştirilebilir. Örneğin psikoloji yazınlığında, stres kavramının tanımlamasına ilişkin farklı
yaklaşımlara rastlanır. Bu tanımlamaların bazılarında uyaran koşulları, bazılarında ise bireyin
gösterdiği tepkilere önem verilmiştir. İki kaynağın birlikte değerlendirilmesi kavramı daha
anlaşılır hale getirecektir.
OLGU
Uyaran temelli tanımlamalar
Tepkisel tanımlamalar
Acı verici bir durumla
karşılaşma korkusu
Organizmanın
varlığına yönelik ciddi bir
tehdit
Korkutucu bir
durumla karşılaşma, durumu
gözleme
Zaman sınırlamasında
bireye yapamayacağı kadar zor
görev verme
STRES
Fizyolojik
göstergelerin ölçüm sonucu
(Kalp atışı, terleme, kas
gerginliği)
Bireylerin kaygı,
endişe ve gerginliklerini ifade
etmeleri
Başkalarının bireyin
stres açıklayan
davranışlarından anlam
çıkarması
Stres altında bireyin görev
içeren davranışlarını
(Performans) gözlemek
PSİKOLOJİNİN KONUSU
İnsanlar tarih boyunca kendi aralarındaki ilişkilere ve kendilerine yönelik problemleri
çözümünü bulmak için çaba göstermişlerdir. Kaynaklar psikolojinin başlangıcı eski Yunan
filozoflarına ve özelikle de Aristoteles ve Plato’na dayandırır. Felsefe içerisinde yer alan
psikolojik konusu insanın ruhsal davranışlarıdır.
Psikolojik sözcük anlamı, psycho = ruh, logie = bilim, iki sözcüğün birleşmesiyle,
ruhbilim olarak kavramlaştırılır. Bu kavramlaştırılmaya, psikolojiye giriş kitaplarında
çoğunda rastlanabilir. Ruhsal olay tanımının, bazen sadece zihinsel-duygusal yaşantıları için
(Sarp, 1966,s.1-8), bazen de organizmanın nörofizyolojik yapısının fonksiyonu anlamında
kullanıldığını gözlemek olanaklıdır ( Öz ak pınar, 1987.s.1). klasik Yunan uygarlığında hakim
olan düalist düşünce biçimi göz önüne alındığında, psikolojinin ruhsal olayları konu
edinmesinin kaçınılmaz olduğu kolayca kavranılabilir. Özelikle platon’un (M.Ö 427-347)
eserlerinde açıkça gözlenebileceği gibi, bu düşünce biçimine göre yeryüzündeki varlıklar,
idea’lar dünyasındaki varlıkların görüntüleridir (mağara benzetmesi).
Eski Yunan düşünce sistemi değerlendirmeye alınırsa; bu uygarlıkta plüralist bir inanç
yapısı yaygın iken, düalist bir düşüncenin hakim olduğu görülür. Varlık iki bölümden oluşur.
Birincisi gerçek olan ve ideler dünyasında yer alan bölüm, ikincisi ise bu gerçek bölümün yer
yüzündeki yansıması, gördüğümüz, dokunduğumuz bölüm. Psikoloji görünen varlıkların
davranışlarının bilimi olmak yerine gerçek varlıkların (ruhların)bilimidir.Oysa en azından bu
dünyada idelere (ruhlar) ulaşmak olanaksız olduğuna göre pratikte antik Yunan
medeniyetinde de psikolojik insanın davranışlarını konu edilmiştir.Aristo’nun öğrenmeyi
çağrışın ilkesine dayandırması, insanların kişilik özelikleri kan renklerine bağlaması vb. bu
düşünceyi doğrulamaktadır.
İnsanın ruhu özü, bedeni ise ruhunun görüntüsüdür. Psikolojinin konusu da, doğal
olarak, gerçek varlık olan insanın ruhu olmalıdır.