Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : Divan Edebiyatı...


M@D_VIPer
05-15-2007, 11:58 AM
DİVAN EDEBİYATI

Milletlerin kendi özgeçmişleriyle,kültür yapılarıyla doğru orantılı edebiyatları vardır.

Türk milleti olarak bizim edebiyatımız ve onun bir bölümü her ne kadar zaman zaman inkar edilmiş,anlaşılamamış,yok sayılmış olsa bile dünyanın sayılı edebiyatlarındandır.

Türk milletinin varoluşundan bu yana yaşadıkları,hayat tecrübesi,sanat anlayışı, medeniyeti edebiyatına yansımıştır.Edebi eserler,yüzyıllardan bu güne kadar her dönemin toplumsal ve kültürel özelliklerini,insanlığı ve insani değerlerini farklı açılardan ele almış,anlatmıştır.

Bir milletin geçmişteki düşünce yapısını,hayat tarzını,kültür ve medeniyet birikimini, dünya görüşünü gelecek nesillere aktaran en önemli araç edebi eserlerdir.Dolayısıyla eserlerin incelenmesi,yazılış maceraları bize geçmişteki bilmediğimiz dünyaların kapısını açacaktır.Hayat şartlarının ve düşünce sisteminin değişmesi,Osmanlıya ait herşeye iyi-kötü ayırdetmeden karşı tavır koyan bir sözde aydın kitlesi sayesinde insanımız yıllardır eski edebiyatımızı tanıyamamış veya yanlış tanımıştır.Ancak son yıllarda yapılan objektif çalışmalar bize atalarımızı anlatan geçmişle bağımızı tekrar kurmamızı sağlayabilecek bir adım niteliğindedir.

Milletleri en güzel bir şeklide tanıyabilmenin yolu onların edebiyatlarını öğrenmekten geçer. Edebiyatımız da toplumun duygu , düşünce , kültür ve medeniyet değişimine ayak uydurmuş , zaman içinde farklı özellikler göstermiştir.

Divan Edebiyatı Türklerin 11.yüzyılda Islam dinini kabul etmesiyle Maveraünnehir’de başlamış , 13. yüzyıldan itibaren gelişmesini Anadolu’da sürdürmüştür.

Bu edebiyat Islam kültürüne dayalı olarak Arap ve Fars edebiyatlarının tesiri altında meydana geldiğinden “ Islami Türk Edebiyatı “ diye de anılır.Belirli bir kültür seviyesine ulaşmış ,eğitimli kişilere hitab etmesi sebebiyle “ Yüksek Zümre Edebiyatı “ da denilmektedir.

Divan Edebiyatı, Islam dininin tesiri ile ortaya çıkmış olsa da , Iran ve Arap edebiyatlarının ve onların medeniyetlerinin izleri görülse de, zamanla bu tesirden kurtulmuş , kendine has bir takım özellikler kazanarak millileşmiştir . Türk kimliğini bulmuş ,bağlı olduğu medeniyet ve kültür dünyasının zevkini , estetiğini , sanat anlayışını aksettirmiştir. Yine aynı şiirlerde halkın örf ve adetleri , hayat bakışı , kılık-kıyafet , düğün ,sünnet eğlenceleri , devletin işleyişi ,bazı aksaklıklar dile getirilmiştir.

Divan Edebiyatı’nın halktan ve günlük hayattan kopuk olduğu iddiasının ne kadar boş olduğu verilecek örneklerde görülecektir.Şu inkar edilemez bir gerçektir ki Divan şiiri , bir hayaller dünyasıdır.Stilize edilmiş bir tabiat anlayışı hakimdir. Tabiat tasvirleri , hayvan , bahar,yaz ,kış ,yaz mevsimlerini tasvirleri şairlerin hayal gücü ile süslenmiş , kalıplaşmış motifler halindedir.Bu bir gelenektir ve daha sonra gelen şairler aynı hayalleri daha güzel söylemek için yarışırlar.

Aşk bu edebiyatın vazgeçilmez konusudur.Aşık daima bahtsız ,sevgili ise vefasız ve zalimdir.Acı çektirir.Bu, platonik bir aşktır. Bu şiir anlayışında ideal insan , maddeye değer vermemeli, dünya nimetlerine itibar etmemelidir . “ Rind “ adı verilen , malda mülkte gözü olmayan , insanların ilgisinden rahatsız olan , hoşgörülü bu insan tipi, hep itibar görmüştür. Şair de kendisini böyle gösterir.



Divan Edebiyatı , şiir ağırlıklı bir edebiyattır.Nesirden çok nazma değer verilmiş, bu alanda söz ustalığı yapmak gayretine düşülmüştür . Divan şiiri beyitlerle kurulur . Beyit sayısına , kafiye düzenine ve konularına göre isimler alan şiir şekilleri ; gazel ,kaside , mesnevi, musammat , terkib-i bent , terci-i bent , rubai ,kıta , mürfed...dir.

Divan Edebiyatı’nın bir imparatorluk edebiyatı olduğu unutulmamalıdır.Çok geniş bir sahaya yayılmış bir bahçede elbette değişik renkler , değişik tad ve kokular bulunacaktır . Burada güzeller hep selvi boylu , kirpikleri ok, kaşları yay, gözleri ahu ,saçları sümbül ,ağızları gonca ,yanakları gül olsa da , öyle hayal edilse de bizim insanımız bizim dilimizle anlatılır.

Agah Sırrı Levend, Divan Edebiyatı’nı başlı başına bir alem olarak nitelendiriyor ve şöyle diyor : “Her gün biraz daha kesifleşen bir sis tabakası altında örtülüp giden bu alemin karanlık köşelerini aydınlatmak , bu suretle artık tarihe mal olmuş bulunan bu fikir , his ve hayal dünyasını tespite çalışmak en büyük emelimizdir.”

Divan Edebiyatı üç beş eserden müteşekkil değildir.Bu dönemin dili hakkında bir kaç esere bakarak hüküm vermek yanlış olur.Süleyman Çelebi’nin Mevlid ‘i , Nabi’nin Hayriyye’si gibi dili sade, yazıldıkları zaman ve sonrasında halk tarafından çok okunan eserler mevcuttur.Bu edebiyatın içinde meydana getirilmiş olan Kuran tefsirleri , Hadis tercümeleri , mevlidler, siyerler, miraciyeler ,dini-destani halk hikayeleri, seyahatnameler, o gün halkın, dilini kolayca anlayabildiği eserlerdir . Divanların içindeki şiirlerin hemen hepsi yazıldıkları dönemde insanımızın anlayabildiği ve zevk alarak okuyabildiği sadeliktedir. Divan şiirinde bize yabancı gelen kelimeler, bugün kullanılmadığı için anlaşılamamaktadır. Halbuki çağında bu eserler halkın ekseriyeti tarafından okunup anlaşılıyordu.




Biz bu çalışmamızda Divan şiirlerinden bir olaya dayalı olanları, hikayeleri ile birlikte vermeye çalıştık.Anlatılanların çoğu elbette rivayetlerdir . Kayda geçmiş olanları olduğu gibi , söylenti halinde yayılmış , bu arada değişmiş , bir kaç şekilde anlatılan hadiseler de vardır.

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:59 AM
AHMEDI ( 14.yüzyıl)


Ahmedi , 14.yüzyılda yaşamış Anadolu Türkçesi’nin en başarılı şairlerindendir.Öğrenimine Kütahya’da başlamış, sonra Mısır’a giderek tahsil hayatını orada tamamlamış , ilmini geliştirmiştir. Anadolu‘ya döndüğünde Sultan I.Murad’ın himayesine girmiş , sonraları Yıldırım Bayezid’in sohbet arkadaşı olmuş, padişahtan büyük iltifat görmüştür.

Yıldırım Bayezid ile Timur arasındaki çekişmeyi ve savaşı gören, sevdiği padişahın yenilgisine çok üzülen şair , Timur tarafından da takdir edilmiş , fakat bu zalim hükümdarı bir türlü sevememiştir.

Bazı kaynaklarda Nasreddin Hoca’ya atfedilen meşhur bir hikayenin aslında şair Ahmedi ile Timur arasında geçtiği rivayet edilir .



“ Şairin olgunluğuna ve tespitlerinin isabetine güvenen Timur , bir hamama bir gün bir çok güzeli toplamış . Bunları teker teker Ahmedi’nin önünden geçirip ,

-Molla , sen güzelden anlarsın ,bunlara bir değer biç ,der.

Ahmedi , her güzele , kimisi şu kadar altın ,kimisi şu kadar gümüş diyerek doğru değer biçince Timur ,

-Bre Ahmedi , bana da bir değer biç, benim değerim ne kadardır ? der.

Ahmedi ,” Sen seksen akçe edersin .” cevabını verir . Timur ,

-Nasıl olur ? diye itiraz eder.Şu belimdeki peştamalın değeri seksen akçedir .

Ahmedi ise ,

-Benim de değer biçtiğim odur , yoksa sen beş para etmezsin , cevabını verir .”



Timur’un bu cevaba hiddetlenmediği , aksine cesaretinden dolayı şaire iltifatlarda bulunduğu söylenir .Fakat şair Ahmedi’nin yıldızı Timur ile hiç bir zman barışmamıştır.

Timur’un ölümü dolayısı ile şu mısraları söylemiştir .



Felek yire gövürüben Temur’u

Konukladı et ile mar u muru





felekünya,kader

gövürüben:geçirerek

konukladı :ziyafet verdi

mar u mur :yılan ve karınca

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:59 AM
ERZURUMLU KADI DARİR ( 14.yüzyıl)


Doğuştan kör olmasına rağmen hafızası çok kuvvetli olan ve bu sayede Islam ilimlerini ve Arapça’yı çok iyi öğrenen Darir , aynı zamanda iyi bir şairdir . Darir , gözleri görmeyen ama demektir.

Şair , 1377 yılında Mısır’a gitmiş ,Mısır sultanlığına bağlılığını bildirip , intisap etmek istemiştir.Ilminin genişliği , sohbetinin güzelliği sayesinde sultanını meclisine kabul edilen şair, kendisi hakkında şunları söylüyor .” Gerçi gözsün kişinin gözü yoktur ,ancak hafızası kuvvetli olur ; sözü gönlünde toplamaya , hatırda tutmaya kuvvetinin tesiri olur.”

Darir , Mısır’da hükümdarın yanında beş yıl kalmış ,sultanın toplantılarına, şiir meclislerine katılmıştır . Hükümdar bir gün Darir’e demişti :



Gel ey gözsüz bana bir sire söyle

Kim anda suret ü hem siret olsun

Hem anda ilm anılsın adl anılsın

Içinde ma’ni vü ma’rifet olsun

Bize eğlence olsun dinlemekde

Yüregümüze dahı kuvvet olsun



Darir , hükümdarın bu isteği üzerine Kitabu Siretü’r-Resulullah adlı Arapça bir kitabı Türkçe’ye çevirmiş ve Türk diline kıymetli bir eser kazandırmıştır.





sireeygamberin hayatından kısa bir anekdot

suret :görünüş,kılık

siret:bir kimsenin içi,hali,tavrı,ahlakı.Hal tercümesi

adl:adalet

ma’ni :mana

ma’rifet:herkesin yapamadığı ustalık

dahı:dahi

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:59 AM
ŞEYHİ (15.yüzyıl)


Sultan I.Murad,Yıldırım Bayezid,Çelebi Mehmed ve II.Murad ‘ın padişahlıkları zamanında yaşamış olan Şeyhi, Iran’da hekimlik, tasavvuf ve hikmet tahsili yapmıştır.Osmanlı sarayında itibar görmüş, sonra Kütahya’ya dönerek bir aktar dükkanı

açmış,eczacılık ve hekimlik yapmıştır.Bilhassa göz hekimliği alanında büyük şöhret yapmış,Çelebi Sultan Mehmed’i iyileştirmiştir.Bu hadise üzerine padişah,şaire büyük

ihsanlarda bulunmuş,hususi doktoru tayin etmiş,Tokuzlar adındaki bir köyü Şeyhi’ye

tımar olarak vermiştir.Şeyhi,köye giderken,köyün eski sahipleri şairin yolunu keserler ve onu döverler.Şeyhi saraya geri döner ve halini anlatmak için “Harname” adlı mesneviyi yazar.Padişah da yol kesen köylüleri cezalandırır,şaire ihsanlarda bulunur.

Harname,hiciv türünün başarılı örneklerinden biridir.Şeyhi,bu eserinde ince bir mizah ile insani zaafları hicvetmiştir.Eserin kahramanı bir eşektir.Hakettiğinden fazlasını ister.Çayırda gördüğü öküzlere özenir.Onlar gibi olmayı ister.Fakat bu hatasının sonunda kulaklarından ve kuyruğundan olur.

Hikaye şöyledir;



Bir eşek var idi zaif ü nizar

Yük elinden katı şikeste vü zar



Gah odundu vü gah suda idi

Dün ü gün kahr ile kısuda idi

.........

Arkasından alınsa palanı

Sanki it artığıydı kalanı



Birgün ıssı ider himayet ana

Yani kim gösterir inayet ana



Aldı palanını vü saldı ota

Otlayarak biraz yürüdü öte



Gördü otlatda yürür öküzler

Odlu gözler ü gerlü göğüzler

.........

Boynuzı bazısının ay bigi

Kiminün halka halka yay bigi

........

Var idi bir eşek firasetlü

Hem ulu yollu hem kisayetlü



Ol ulu katına bu miskin har

Vardı yüz sürdü dedi ey server

.........





Bugün otlakda gördüm öküzler

Gerüben yürür idi göğüzler



Yok mudur gökde bizim ıldızımız

K’olmadı yeryüzünde boynuzumuz

........

Böyle cevab verdi pir eşek

K’ey bela bendine esir eşek



Dün ü gün arpa buğday işlerler

Anı otlayıp anı dişlerler



Bizim ulu işimiz odundur

Od uran içimize o dundur

.........

Gezerek gördü bir göğermiş ekin

Sanki dutardı ol ekin ile kin



Yiyerek toydı karnı çağnadı

Yuvalandı vü biraz ağnadı



Çıkarır har çün enkerü’l-esvat

Ekin ıssına arz olur arasat



Ağaç elinde azm-i rah etdi

Tarlasını göricek ah etdi



Yüreği soğumadı söğmeg ile

Olımadı eşeği döğmeg ile



Bıçağını çekdi kodı ayruğunu

Kesdi kulağını vü kuyruğunu



Uğrayu geldi pir eşek nagah

Sordı halini kıldı derd ile ah



Batıl isteyü hakdan ayrıldım

Boynuz umdum kulakdan ayrıldım



Insanların imkanlar bakımından eşit olmadıkları,kiminin doğuştan imtiyazlı olduğu, kiminin ise ne yapsa yoksulluktan kurtulamadığı ana fikrinden hareketle şair şu mesajı verir:Herşeyin mutlaka bir bedeli vardır.







zaif:zayıf

nizar:zayıf,halsiz

katı:çok

şikeste:kırık

zar:ağlayan,inleyen

gah:bazen,kah

kısu:üzüntü

palan:eşeğe vurulan eğer

ıss:sahip

himayet:koruma

anana

inayet:yardım,iyilik

odlu:ateşli

gerlü:gerili

firasetlü:anlayışlı,bilgin

bigi:gibi

kiyasetlü:akıllı,zeki

har:eşek

server:başkan,reis

ıldız:yıldız

dun:alçak

göğermiş:yeşermiş

toydı:doydu

çağnadı:şarkı söyledi

ağnadı:yattı

çün:çünkü

enkerü’l-esvat:seslerin en çirkini

arasat:mahşer yeri

azm-ı rah:yola çıkmak

ayrug:başkası

pir:yaşlı

nagah:ansızın

batıl:Hak olmayan

M@D_VIPer
05-15-2007, 11:59 AM
SÜLEYMAN ÇELEBİ ( 15.yüzyıl)


Mübarek günlerin vazgeçilmez bir parçası haline gelen Mevlid’in yazarı Süleyman Çelebi 15.yüzyılda Bursa’da yaşamış,Yıldırım Bayezid devrinin ünlü şeyhi Emir Sultan’a intisab etmiştir.Bursa’da Ulu Cami’in imamıdır.Mevlid’in asıl adı “Vesiletü’n-necat” tır.

Süleyman Çelebi “Vesiletü’n-necat” ını bir dava ve bir iddia üzerine yazmıştır.1409 yıllarında Ulu Cami’in imamı olduğu sırada Iranlı bir vaizin “La nuferriku beyne ehadin min rusulihi”(Biz Allah’ın peygamberlerinden hiçbirini ötekinden ayırmayız.) ayetini yanlış yorumlaması Süleyman Çelebi’yi çok kızdırdı.Vaiz bu ayete dayanarak Allah’ın, peygamberleri arasında hiç fark gözetmediğini,o halde Hz.Muhammed’in Isa Peygamber’den daha üstün tutulamayacağını söyledi.Halbuki bu ayet Allah’ın değil,kulların dilinden söylenmişti.Aslında Acem vaiz,Fetret devrini yaşayan Osmanlıları yıpratmak,halkı birbirine düşürmek maksadıyla bilhassa böyle söylüyordu. Müslümanların Hz.Muhammed’e olan saygı ve sevgisini zedelemeye çalışıyordu.Işte Süleyman Çelebi bu kötü niyetlileri susturmak,Hz.Muhammed’in bütün peygamberlerden üstün,en son peygamber olduğunu isbatlamak,şii-batıni akımlara karşı ehl-i sünnet görüşünü savunmak için “Vesiletü’n-necat” adlı eserini yazmıştır.



Mevlid’den



Allah adın zıkredelim evvela

Vacip oldur cümle işte her kula



Allah adın her kim ol evvel ana

Her işi asan eder Allah ana

............



Aşk ile her ikm ki dinlerse bunu

Açıla gönlünde rahmet gülşeni



...................



Amine hatun Muhammed anesi

Olsadeften doğdu ol dür danesi



Çünki Abdullah’tan oldu hamile

Vakt erişti hafta vü eyyam ile



Hem Muhammed gelmesi oldı yakin

Çok alametler belirdi gelmedin



.............







Ol gece kim doğdı ol hayru’l-beşer

Anesi anda neler gördü neler

.............



Dedi gördüm ol habibün anesi

Bir acep nur kim güneş pervanesi



Berk urup çıktı evimden nagehan

Göklere irdi vu nur oldı cihan



Indi göklerden melekler saf saf

Ka’be gibi kıldılar evim tavaf



Hem heva üzde döşendi bir döşek

Adı Sündüs döşeyen anı melek



Üç alem dahi dikildi üç yere

Her birisi eydeyim nire nire



Mağrib u başrıkta ikisi anın

Biri damında dikildi Ka’be’nin



Bildim anlardan ki ol halkın yeği

Kim yakın oldu cihana gelmeği



Çünki bu işler bana oldı yakın

Ben evimden otururken yalnızın



Yarılıp divar çıktı nagehan

Üç bile huri bana oldı ayan



Çevre yanıma gelip oturdılar

Mustafa’yı bir birine muştılar



Dediler oğlın gibi hiç bir oğul

Yaradılalı cihan gelmiş değil





vacip:Farz derecesine yakın bulunan,yapılması gereken

cümle:Bütün

asan ider:Kolaylaştırır

ana:Ona

dürr:Inci

eyyam:Günler

Hayrü’l-beşer:Insanların en hayırlısı

habibhttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.gifevgili

acep:Acaip

berk:Şimşek

nagehan:Ansızın

alem:Bayrak,sancak,işaret

dahıahi

eyitmekhttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.giföylemek

mağrıb:Batı

maşrıkoğu

yeğ:Üstün

yakin olmak:Kat’i olarak bilme

ayan:Açık,belli,meydanda

muştu:Müjde

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:00 PM
NECATİ BEY (15. yüzyıl)


Şair Necati Bey, Fatih Sultan Mehmed’in dikkatini çekmek istemektedir. Padişahın sohbet arkadaşı ve sadrazam Mahmut Paşa’nın akrabası olan Yorgi Amiruki’nin külahına, padişahla satranç oynamaya giderken bir gazeleni sıkıştırır. Külahtaki kağıt padişahın dikkatini çeker. Okur ve çok beğenir. 17 akçe ve Divan Katipliği ile Necati Beyi mükafatlandırır. Daha sonraları Necati Bey’in Fatih’e üç kaside daha yazdığı bilinir.



Eser itmez nidelüm ah-ı sehergah sana

Meğer insaf vire dostum Allah sana



Hoş olur sohbet-i mey gecede mehtap olıcak

Nur saç meclise gel kim demişüz mah sana



Nidelüm devr sunarsa sana şerbet bana zehr

Bu cihan böyle olur gah sana gah sana



Levh-i çehremde okumağa hikayat-ı gamı

******* subha değin şem’ tutar ah sana



Göz yaşı encümeni rehber idünmezse eğer

Şeb-i gamda iremez aşık-ı gümrah sana



Gece gelmeyeceğin sohbete ey dil biliriz

Hele var gör ki ne yüzden toğar ol mah sana



............



Ey Necati taş iken lal ide hurşid gibi

Bir nazar eyler ise himmet ile şah sana.





ah-sehergahhttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.gifeher vakti inleme

sohbet-i mey:Içki sohbeti

olıcak:Olunca

mah:Ay

gah:Bazen,kah

levh-i çihre:Yüz

hikayat-ı gam:Acı,keder hikayeleri

subhhttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.gifabah

şem:Mum

encüm:Yıldızlar

şeb-i gam:Gam gecesi

aşık-ı gümrah:Yolunu şaşırmış aşık

toğaroğar

la’l:Kırmızı ve değerli bir süs taşı

hurşid:Güneş

himmet:Gayret, emek

nazar eylemek:Bakmak

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:00 PM
AHMET PAŞA (15. yüzyıl)


XV. yüzyılda yaşamış olan Ahmet Paşa, dönemin konuşma dilini şiirlerine yansıtmış olmanın yanında bir devlet adamıdır. Fatih Sultan Mehmed’in hocası ve sohbet arkadaşıdır. Osmanlı Sarayı’nda görev yapmış vezirmliğe kadar yükselmiştir.

Şiirlerinin çoğunda aşk ve tabiat güzelliklerini işleyen şairin gözdelerinden birine aşık olduğu söylenir. Fatih Sultan Mehmed, Ahmet Paşa’yı çok sevmesine rağmen olan bitenden rahatsız olmuş, bu davranışı Saray gelenek ve göreneklerine hakaret saymış ve Ahmet Paşa’yı Yedi Kule Zindanlarına kapattırmıştır.

Yedi Kule Zindanlarında ölüm korkusuyla yaşamış olan şair, çok zor ve acı günler geçirir. Orada aklına bağışlanmak için bir kaside yazmak gelir. Ve ünlü kerem kasidesini yazar.



Ey muhit-i keremin katresi umman-ı kerem

Bağ-ı cud ebr-i kefinden dolu baran-ı kerem



.......



Ayağı toprağıdır cevher-i iksir-i hayat

Asitanı tozudur sürme-yi ayan-ı kerem



Açılır hulk-ı nesimiyle gül-i gülşen-i cud

Bezenir lütf-i zülaliyle gülistan-ı kerem



.........



Gün gibi saltanatın topu göğe ağsa ne ta’n

Sana sunuldu bu meydanda çü çevgan-ı kerem



Kul hata etse nola aff-ı şehinşah kanı

Tutalım iki elim kandayımış hani kerem



Ahmedim gam makası kesti dilim şem’ gibi

Sana ruşen diyemez halini sultan-ı kerem



Ahmet Paşa son arzusu olarak zindan görevlilerinden şiirin, padişaha ulaştırılmasını ister. Şiirden iyi anlayan, kendisi de şair olan Fatih Sultan Mehmed, kasidenin güzelliği karşısında duygulanır, yanındakilere “Böyle güzel şiirler yazabilen bir aşk adamına biz zarar vermemeliyiz” diyerek, şairi affeder.

Ahmet Paşa bundan sonra Saray’daki eski yerini alamaz. Bir rivayete göre de Fatih tarafından Tuti Hatun biriyle evlendirilmiştir.



muhit-i kerem:Cömertliği ile etrafı kuşatan

katreamla

umman-ı kerem:Cömertlik denizi

bağ-ı cud:Cömertlik bağı

ebr-i kef:Yağmur bulutu

baran-ı kerem: Cömertlik yağmuru

cevher-i iksir-i hayat:Hayat iksirinin özü

astan:Eşik

sürme-i ayan-ı kerem: Cömertlik meclisinin sürmesi

hulk-ı nesim: Rüzgarın tabiatı, huyu

gül-i gülşen-i cud: Cömertlik bahçesinin gülü

lutf-ı zülal: Soğuk, güzel suyun lutfu

gülistan-ı kerem: Cömertliğin gül bahçesi

ta’n: Yerme, ayıplama

ağsa:Yükselse , çıksa

çü:Çünkü

cevgan-ı kerem:Cömertlik değneği, bastonu

kanı:Hani

şem:Mum

ruşen:Açıkça









Bu bahsi, daha sonra Fatih’in de nazire yazdığı Ahmet Paşa’nın güzel bir dörtlüğü ile bitirelim:







Bizi hak etti heva yoluna sevda nidelim

Pay -mal eyledi bu zülfü seman-sa nidelim

Kul edinmezdi güzeller bizi illa nidelim

Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül..



hak:Toprak

heva:Heves, istek

pay-mal:Ayak altında kalmış, çiğnenmiş

zülf-i semensahttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.gifevgilinin yasemin kokulu saçı

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:00 PM
MİHRİ HATUN (15. yüzyıl)


XV. yüzyılın hanım şairlerinden Mihri Hatun, şairlikte Necati Bey’i kendisine örnek almış, ona benzemek istemektedir. Her yazdığı şiiri şaire gönderir fikrini almak ister. Bir rivayete göre Necati Bey, bundan hoşnut değildir. Kızdığını ve şu mısraları yazdığını Latifi söyler:

Ey benüm şi’rime nazire diyen

Çıkma rah-ı edepten eyle hazer



Dime kim işte vezn ü kafiyede

Şiirüm oldu Necati’ye hem-sar



Harfi üç olmağ ile ikisünün

Bir midür filhakika ayb u hüner







diyen: Söyleyen, yazan

nazire:Örnek , karşılık

rah-ı edeb:Edeb yolu

hazer eyle : Sakın, çekin, dikkat et

hem-sar :Arkadaş, yakın

filhakika:Hakikaten, gerçekten, doğrusu

ayb :Ayıp



II. Bayezid’in oğlu Şehzade Ahmed’in Amasya Valiliği sırasında Amasya’da yaşayan, güzelliği ve şairliği ile ünlü Mihri Hatun’un Necati Bey’e hissi yakınlığı olduğu ve duygularını mısralarla ifade etmeğe çalıştığı bilinir.



Ben umardım ki seni yar-ı vefa-dar olasın

Ne bileydim ki seni böyle cefa-kar olasın



Reh-i aşkında neler çektüğüm ey dost benüm

Bilesin bir gün ola aşka giriftar olasın



Beni azade iken aşka giriftar itdün

Göreyim sen de benim gibi giriftar olasun



Beddua etmezem amma Huda’dan dilerim

Bir senin gibi cefa-kara heva-dar olasun



Şimdi bir haldeyüz kim, ilenen düşmanına

Der ki, Mihri gibi sen dahi siyeh-kar olasun





yar-ı vefadar:Vefalı sevgili

cefa-kar:Cefa, eziyet eden

reh-i aşk:Aşk yolu

giriftar:Tutulmuş, yakalanmış,esir

heva-dar:Yar, dost, aşık

ilenmek:Beddua etmek

siyeh-kar:Günahkar, günaha giren

azade:Hür, serbest



Necati Bey’in de Mihri Hatun için “Mihr u Mah” adlı bir mesnevi yazdığı söylenir ise de eserin hiç bir nüshası ele geçmemiştir.

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:00 PM
AŞIK PAŞAZADE (15. yüzyıl)


F a t i h’ i n Ö l ü m ü



Fatih Sultan Mehmed çağ açıp çağ kapayan, sanatkar, alim ve büyük devlet adamı. Bu büyük padişahın hayatıyla olduğu kadar, ölümüyle ilgili rivayetler var. Aşıkpaşazade, Fatih’in suikaste kurban edildiğini şöyle anlatıyor:

“Vefatına sebep ayağında zahmet vardı. Tabipler ilacından aciz oldular. Sonra bütün tabipler toplandılar. Oy birliği ile karar verdiler. Ayağından kan aldılar. Sancısı daha da arttı. Şarab-ı fariğ verdiler Allah’ıh rahmetine vardı.



Tabibler şerbeti ki verdi Han’e

O han içti şarabı kane kane



Ciğerin doğradı şerbet o hanın

Hemin dem zari etti yane yane



Didi neyçün bana kıydı tabibler

Boyadılar ciğer-i canı kane



Isabet etmedi tabib şarabı

Tımarları kamu vardı ziyane



Tabibler hane çok taksirlik ittü

Budur doğru sözüm düşme gümane.



hemin:Hemen

zari etmek: Ağlayıp sızlamak

isabet etmedi :Iyi gelmedi, fayda vermedi

tımar:Yara bakımı

kamu:Bütün

taksirlik etmek :Kusur etmek

güman :Şüphe

şarab-ı fariğ http://forum.kanka.net/images/smilies/booo.gifakinleştirici

şarab:Ilaç

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:00 PM
CEM SULTAN ( 15.yüzyıl )


Şehzade Mustafa vefat ettiğinde Şehzade Bayezid 34 yaşında Isstansul’da tahta oturur. 23 yaşındaki Konya valisi Şehzade Cem , Bursa üzerine yürüyerek adına hutbe okutup sikke bastırır ve ağabeyine elçeler göndererek kendisinin Anadolu’da , onun da Rumeli’de hükümran olmasını teklif eder. Sultan II. Bayezid devletin taksim kabul etmeyeceğini söyleyerek teklifi reddeder.

Sultan II.Bayezid Bursa üzerine yürür , Cem Sultan yenilir ve Konya’ya çekilir. Daha sonra Kahere’ye geçer . Orada iken hacca gitmeye niyet eder. Hacı olan ilk Osmanoğlu’dur.Duygularını şiirlerinde şöyle ifade eder.



Olsan şahenşah-ı Rum olmazdı hacc nasibin

.................................................. .....................

Kabetullah’a varıp bir kez tavaf itdüğin

Bin Karaman bin Acem bin mülk-i Osman’dur



şahenşah-ı Rum :Anadolu’nun hükümdarı

Acem:Iran

mülk-i Osman:Osmanlı ülkesi



Cem Sultan böyle söyler ama , devlete sahip olma iddiasından da vazgeçmez.Konya’yı Ankara’yı kuşatır. Sultan Bayezid “Kudüs’te otur , tahsilatını vereyim, saltanat davasından vazgeç.” Diye elçi gönderir. Kabul etmez . Daha sonra Rodos’a geçer.Şövalyeler onun Fransa’ya götürürler.Rodos şövalyeleri , Sultan’ı Fransa kralı ile anlaşmış olan Papa’ya teslim ederler. Roma’ya getirilir.Papa Cem Sultan’a Hıristiyanlık teklif eder . Büyük bir Haçlı ordusunun hazırlandığını, Istanbul üzerine yürüyeceğini , kendisini de padişah yapacaklarını, bunun için onlara yardımcı olması gerektiğini söyler. Cem Sultan “Ben dinimi , değil Osmanlı Sultanlığı için , dünya padişahlığı için bile değişmem. “Cevabını verir.Yaptığı yanlışın farkına varan Sultan , varlığının Osmanlı aleyhine kullanılamasına engel olmak için , öldüğü haberini etrafa yaymağa çalışır. Bu hazin hikayenin bilinen yönü. Bir de iki düşman kardeşin birbiriyle mısralar vasıtasıyla mektuplaşması vardır.Cem Sultan, Bayezid Han’a



Sen bister-i gülde yatasun şevk ile handan

Ben kül döşenem külhan-ı mihnette sebeb ne



diye sorar. Hakan ağabeyi cevap verir.



Çün zur-ı ezelde kısmet olınmuş bize devlet

Takdire rıza vermeyesün böyle sebeb ne



Haccü’l-haremeynüm deyüben davi kılırsun

Bu saltanat-ı dünyeviye bunca talep ne







Birbirleriyle atışmaları da kavgaları da nezaket içinde.Elbette saray ehline yakışan da budur .



bister-i gül:Gül gibi yatak

şevk:Keyif, neşe, sevinç

handanhttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.gifevinçli, gülen

külhan-ı mihnet:Gam, keder, dert ocağı

ruz-ı ezel:Başlangıç (kaderin yazıldığı gün)

Haccü’l-Haremeyn:Zamanında şeri merasime uyarak Mekke ile Medine’yi ziyaret eden kimse

diyübeniyerek

davi kılmak:Iddia etmek

saltanat-ı dünyevi: Dünya saltanatı

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:00 PM
YAVUZ SULTAN SELİM ( 15.-16.yüzyıl )


Osmanlı hanedanının şair padişahlarından biri de Yavuz Sultan Selim’dir. Alimlere ve şairlere her zaman iltifatlarda bulunur, el üstünde tutar , çıktığı seferlerde bile alimleri , şairleri yanından ayırmazdı.Yavuz’a ait olmadığı iddia edilen ama yıllardır ona yakıştırılan bir dörtlük vardır ki ; güya padişah bir seferden dönerken Adana Kozan yaylasında mola verir, bir çeşme başında su içmek ister. Orada bulunan köylüler arasından bir genç kız padişaha bir testi ile su ikram eder. Bu köylü güzelinin bakışları , endamı padişahı çok etkiler , büyülenmiş gibi şu mısraları söyler.



Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek

Giryemi kıldı füzun eşkimi hun etti felek

Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan

Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek



merdüm-i dide: Gözbebeği

füsun: Sihir, büyü

felek:Kader

girye:Gözyaşı,ağlayış

füzun:Çok fazla

eşk:Gözyaşı

hun:Kan

şir:Aslan

pençe-i kahr:Mahveden el, kahır pençesi

lerzan:Titreyen

ahu:Ceylan( sevgili)

zebun:Aciz, zayıf

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:01 PM
VİZELİ BEHİŞTİ


Eskiler de Allah’ın yeryüzüne en güzel armağanı, kadını , insanı seviyorlar. Güzel , onlara herşeyden üstün bir varlık olarak gözüküyor. Sultan şehre geliyor ,halk da sultanı görmeye çıkıyor.Tabii ki içlerinde bir çok güzel de var. Fakat aşıklar sultana değil güzellere bakıyorlar. Şair Behişti bunu veciz bir şekilde şöyle ifade ediyor.



Hünkar şehre geldi deyu seyre çıkdılar

Her kuşe mehlika dolu hünkara kim bakar



hünkar:Padişah

kuşe:Köşe

mehlika:Ay yüzlü sevgili
__________________

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:01 PM
ZATİ (16.yüzyıl )


16.yüzyıl Divan şairlerindendir. Balıkesir’de doğdu.Iyi bir eğitim görmediği , mesleğinin ayakkabıcılık olduğu bilnmektedir. II.Bayezid zamanında Istanbul’a gelmiş, caize adı verilen ihsanlardan faydalanmak için padişaha şiirler söylemiştir.Yavuz sultan Selim ve Kanuni SultanSüleyman zamanlarında da devlet adamlarına kasideler sunarak hayatını sürdüren Zati’nin, Bayezid Cam’nin avlusunda bugünkü Çınaraltı’nda bir dükkanı olduğu , burada misk , tespih, misvak,Kuran-ı Kerim sattığı, fal bakıp, muska yazdığı ,para karşılığı kadınlara ve erkeklere küçük gazeller , mektuplar yazdığı anlatılır.Ayrıca dönemin genç şairlerine ders verip hocalık yapmıştır.80 yaşlarına kadar yaşamış olan şairin ömrünün son günlerini ihtiyaç içinde geçirdiğini Aşık Çelebi şöyle anlatır.” Merhumun evi Sarı Gürz Hamamı Mahallesi’nde , dükkanı da Bayezid Camii avlusundaydı. Her gün dükkanına yürüyerek giderdi. Elinde bir asa taşır , yollar çamur olduğu zaman ona dayanırdı.Bir gün dükkanına giderken yolda rastgeldim.Beli bükülmüş ve dermansız bir haldeydi.Ama dudağı kımıldıyor ve dili söylüyordu.

-Bu ne hal ? dedi.Cevap olarak şunları söyledi .



Yiğitlik cevherin elden yitürdüm hasreta kanı

Eğlip ararım şimdi bulamam neyleyim anı “



hasreta :Hasretle

kanı:Hani

anı:Onu

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:01 PM
BAKİ ( 16. yüzyıl )


16. yüzyıl Divan şiirinin gerçek Türk kimliğini bulduğu ,yerli bir nitelik kazandığı, parlak dönemlerin başlangıcıdır.Baki bu dönemin büyük şairlerindendir.

Kanuni’nin ölümüyle şair Baki , en büyük desteğini, velinimetini kaybetmiştir. Şair, bir medrese odasına kapanarak duyduğu acıyı bir mersiye ile dile getirir.Mersiye, bilindiği gibi Divan Edebiyatı’nın ölüm acısını, ıstırabını dile getiren şiirleridir.Muhteşem Süleyman’ın inanılmaz ölümü karşısında bütün varlıkları ağlar görmek isteyen şair, duygularını gözyaşları ile şöyle ifade eder.



Olsun gamunda bencileyin zar u bi-karar

Afakı gezsün ağlayarak ebr-i nevbahar



Tutsun cihanı nale-i mürgan subh-dem

Güller yolunsun ah u figan eylesün hezar



Sümbüllerini matem edüp çözsün ağlasun

Damane döksün eşk-i firavanı kühsar



.................................................. .............



Gül hasretünle yollara tutsun kulağını

Nergis gibi kıyamete kadar çeksin intizar



Deryalar etse alemi çeşm-i güher-feşan

Gelmez vücuda sencileyin dürr-i şah-var



Ey dil bu demde sensin bana olan hem-nefes

Gel nay gibi inleyelüm bari zar zar



Aheng-i ah u naleleri edelüp bülend

Ashab-ı derdi cuşa getürsün bu heft bend







Başı Nef’i kadar derde girmese bile Baki de dilini tutamayan şairlerdendir.Zaten kaside ile hicviye daima beraber yürüyen nazımlardır.Ancak Baki’nin Nef’i’den farkı kendisine zarar vereceği ne inandığı kimseleri hicv etmemesidir.O ancak arkadaşlarını , kendi seviyesindeki kişileri hicveder.Bu konu ile ilgili bir hikaye şöyledir .

Baki bir gün tayin olunduğu vazifeye giderken Edirne’ye uğrar.Orada eski okul arkadaşı olan Edirneli Emri ve arkadaşları tarafından Edirne bağlarına ziyafete çağırılır. Kendisine “ Edirnemizi nasıl buldunuz ? “ diye sorarlar. “Doğrusu Cennet gibi yer , fakat içinde adem yok .” diyerek hepsini gücendirir.

Bunun üzerine başta Emri olmak üzere o mecliste bulunan şairler , Baki’yi hicv etmişlerdir.

Tuti Hanım , Kanuni Sultan Süleyman’ın haremindeki cariyelerden biridir. Bir gün bir boğaz gezintisine çıkılacağı sırada saraydan kayığa binerken birden ayağı kayar , sendeler , düşecek gibi olur. Baki hemen yetişir ,güzel cariyeyi ayağa kaldırır. Baki’nin bu hareketi , yardımı bir müddet sonra sarayda bir dedikodunun çıkmasına sebeb olur. Güya Tuti Hanım , Baki’nin ilgisini çekebilmek için böyle bir “ kaza” geçirmiştir.Yine bir rivayete göre de güzel ve kültürlü cariye şiirler yazıyor ve şiirlerini Baki’ye gönderip düzeltmesini istiyordur. Aralarında bir gizli gönül ilişkisi vardır.Saray bu dedikodularla çalkalanırken elbette olanlardan padişahın da haberi olur. Söylenilenlerin ne kadarının doğru, ne kadarının yakıştırma olduğu bilinmez ama çok sevdiği ve takdir ettiği bir şair olan Baki’yi, padişah , güzel cariyesini armağan ederek mükafatlandırır.

Baki ,Tuti Hanım için şu mısraları yazmıştır.



Giryan ol Leyli-veş n’ola sahraya salsa Baki’yi

Mecnun’un ab-ı çeşmine hak-i beyaban teşnedir



giryan:Ağlayan

Leyli-veş:Leyla gibi

ab-ı çeşm:Gözyaşı

hak-i beyaban:Çöl toprağı, kum

teşnehttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.gifusamış







Baki’ye patavatsızlıklarından dolayı kızan arkadaşları hicivlerinde bir çok kereler bu evliliği malzeme olarak kullanmışlardır.

Baki çirkince bir adammış.Bundan dolayı arkadaşları “Karga Baki “ derlermiş. Hanımının adı da Tuti (papağan) olunca çokça mizahi rivayetler çıkmış ortaya . Bir rivayete göre şair ile hanımı arasında geçimsizlik meydana gelmiş, sormuşlar “Tuti Hanım ne alemde ? “diye. Baki cevaben “ Birader , Tuti ,Tuti diye şunu uçurup durmayınız !O da beni m gibi karganın biri !” demiştir.

Arkadaşları Baki’nin bu sözlerini vesile tutarak hicviyeler yazmışlardır.

“Ne garip bir tesadüf Tuti (papağan) ile kargayı hemser (arkadaş) eylemişler de yine şikayeti karga etmektedir.”

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:01 PM
TAŞLICALI YAHYA BEY ( 16.yüzyıl )


Bir Arnavut beyzadesi iken delikanlılık çağında devşirme olarak Istanbul’a getirilmiş , Yeniçeri Ocağı’nda tahsil ve terbiye görmüş , askerlik mesleğinde ilerlemiştir. Yahya Bey , Kanuni Sultan Süleyman’ın teveccühünü kazanmış, padişahla birlikte savaşlara katılmıştır.

Hürrem Sultan’ın entrikaları sonucu katledilen Şehzade Mustafa için söylediği güzel bir mersiye ile bu hadiseyi tenkid ettiğinden Rüstem Paşa ve hükümdar tarafından azarlanmıştır. Tarihçi Ali’nin naklettiği bir rivayete göre Yahya Bey aslında yazdığı kasideyi kimseye göstermek istememiş , ancak bir dostu şiiri kitapları arasında bulmuş ve manzume Yeniçeriler arasında yayılmaya başlamış. Mersiyenin orduda büyük yankı bulması, özellikle Rüstem Paşa’yı çok kızdırır. Şairin idam edilmesi için çaba sarfeden Paşa’yı, Kanuni’nin şaire duyduğu sevgi durdurmuştur.

Bu hadise üzerine Yahya Bey, Istanbul’dan uzaklaşmayı tercih etmiş, Tamışvar civarındaki hudud boylarına çekilmiştir.

Şair, sevilen bir şehzadenin bir entrikaya kurban gitmesindeki zulme ve haksızlığa isyan eden nice gönüllere tercüman olmuştur.

Şehzade Mustafa Mersiyesi’nin en beğenilen bölümlerinden bazı mısralar:



Medet medet bu cihanun yıkıldı bir yanı

Ecel celalileri aldı Mustafa hanı.



Tutuldu mihr-i cemali bozuldı erkanı

Vebalde koydular al ile Al-i Osmanı



Geçerler idi geçende o merd-i meydanı

Felek o canibe döndürdü şah-ı devranı



Yalancının kuru bühtanı buğz-ı pinhanı

Akıttı yaşımızı yaktı nar-ı hicranı



......................



Nolaydı görmeyeydi bu macerayı gözüm

Yazıklar ana reva görmedi bu rayı gözüm

......................



Sipihrin ayinesinde göründü ruy-ı fena

Kodı bu kesret-i dünyayı etti azm-i beka



Garibler gibi gitti o yollara tenha

Çekildi alem-i balaya hem çü mürg-i hüma



Hakikaten sebeb-i rifat oldı düşmen ana

Nasip olmasa ta’n mı bu ciyfe-i dünya







Hayat-ı bakiyeye erdi ruhu ey Yahya

Şefii ruh-ı Muhammed, refik-i Zat-ı Huda



Enisi ola melekler, celisi ehl-i safa

Ziyade ide yaşum gibi rahmetünü Mevla.



...............



Ilahi, Cennet-i firdevs ana durağ olsun

Nizam-ı Alem olan padişah sağ olsun





meded:Imdat

celali:Anadolu’da ortaya çıkan eşkiyaya verilen ad

mihr-i cemal:Güzel yüzünün güneşi

erkanhttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.gifubaylar, askerler

vebal:Azap, günah

al:Hile, düzen

Al-i Osman:Osmanlı sülalesi

merd-i meydan:Meydanların yiğidi

canib:Taraf, yön

şah-ı devran:Cihan padişahı, zamanın padişahı

bühtan:Yalan, iftira

buğz-ı pinhan:Gizli nefret

nar-ı hicran:Ayrılık ateşi

reva görmek:Yakıştırmak

ray:Fikir

sipihr:Talih

ayine:Ayna

ruy-ı fena:Yokluk yüzü

kesret-i dünyaünya işleri

azm-i beka:Bakilik kararı

alem-i bala:Yüce alem

hem-çü:Gibi

mürg-i hüma:Hüma kuşu, devlet kuşu

sebeb-i rif’at:Yükseklik sebebi

ta’n:Ayıp

ciyfe-i dünya: Dünyanın leşi

hayat-ı baki: Ebedi hayat

şefi’:Şefaat eden

refik:Arkadaş

enisost, arkadaş

celis:Birlikte oturan, arkadaş

ehl-i safa:Keyif adamı

ziyade:Çok

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:01 PM
FUZULİ (16. yüzyıl )


Araştırmalara göre büyük Türk şairi Fuzuli, hem Safeviler, hem de Osmanlıların egemenlikleri devrinde Irak’ta yaşamıştır. Asıl adı Mehmet’tir. Şair, dünyaya ehemmiyet vermeyen, Allah’ın büyüklüğü karşısında ne kadar küçük olduğunu bilen bir kişi olarak Fuzuli mahlasını kullanmıştır.

16. yüzyıl Divan şiirinin , Türk Edebiyatı’nın tartışmasız en büyük şairidir.Divan şiirinin bütün kurallarını, söz sanatlarını büyük ustalıkla ortaya koymuştur. Şiirlerini Azeri şivesi ile söyleyen şair derin hassasiyeti ile gazellerine diğer şairlerinde bulunmayan bir özellik verir.Kuvvetli bir lirizme sahip olan şair, tasavvufi hayatla da yakından ilgilidir.Dert, elem, hüzün,bağlılık, samimilik gibi vasıflarla tezahür eden aşktan hiç bir zaman kurtulmayı istemez.



Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib



diyen Fuzuli, bir başka şiirinde



Aşk derdinin devası kabil-i derman değil

Terk-i can derler bu derdin muteber dermanına



diyerek sevgiliye kavuşmak gibi bir derdinin olmadığını belirtir. O, aşka aşıktır.



Bende Mecnun’dan füzun aşıklık istidadı var

Aşık-ı sadık menem Mecnun’un ancak adı var



diyerek gerçek Mecnun’un kendisi olduğunu vurgular.

Fuzuli, eşsiz sanatı ve yüksek şahsiyeti ile çağdaşları üzerinde olduğu gibi , kendisinden sonra gelen hemen bütün Türk şairleri üzerinde de tesir icra etmiş en büyük şairimizdir.

Fuzuli’nin hayatı çok iyi bilinmemekle beraber bir çok yazarlardan bu çok bilgili ve derin şairin yoksulluk içinde yaşadığı anlaşılmaktadır.

Fuzuli’nin hayatındaki yoksulluğu ve bunun şairin ruhundaki acı izlerini ortaya koyan eseri “Şikayetname”sidir.

Padişah fermanıyla Fuzuli’ye vakıfların gelirinden dokuz akçelik bir maaş bağlanır. Fakat vakıf görevlileri bu parayı şaire ödemezler. Fuzuli, elindeki padişah emriyle vakıf yöneticilerini yanına çıkar. Görür ki herkes kendi derdinde. Ortalık karma karışık. Kimse şairle ilgilenmez. Şair durumu “Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar / Karırı gösterdim, yararsızdur deyu bakmadılar” diyerek ifade eder.

Herkesin kaşları çatık, yüzleri asıktır. Vakfın hiç parası olmadığını ancak, gelir artığı olunca kendisine ödeme yapılacağını söylerler. Bu da hiç olmamıştır. Çünkü artan geliri kendileri kullanırlar. Şair, bunun doğru olmadığını, haram olduğunu söylese de kimseye anlatamaz. Düzenin bozukluğu, insanların ahlaksızlığı, kütü gidiş karşısında büyük umutsuzluğa düşer.

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:02 PM
KANUNİ (16. yüzyıl)


16. yüzyılın muhteşem sultanı Kanuni, aynı zamanda Muhibbi mahlasıyla şirler söyleyen bir şairdir. Büyük ve duygulu hükümdar, Türk dilinde bir ata sözü kıymeti kazanan



“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”



Kanuni Sultan Süleyman’ın en büyük talihsizliği, Osmanlı iktidarında, devletin bütünlüğünü devam ettirmek için geleneksel bir siyaset haline gelmiş olan kardeş şehzadeler arasındaki ölüm kalım mücadelesini bir baba olarak yaşamasıydı.

Kanuni, 1543’te en sevdiği oğlu Şehzade Mehmed’in ölümü üzerine, içindeki yangını “Şehzadeler güzidesi Sultan Mehemmedim” mısraına işleyerek, tarih düşürmüş, Şehzade Camii’ni oğlunun anısına yaptırmıştır.

Bu hadiseden on sene sonra bu sefer kahramanlıklarıyla ünlü Şehzade Mustafa’yı idam ettirmek zorunda kaldı. Şehzade Mustafa’nın boğduruluşu, hastalıklı bir şehzade olan ve ağabeyini çok seven Şehzade Cihangir’i o kadar sarstı ki, bu hüzün onun ölümüne sebep oldu.

Kanuni, bütün sevgisini üzerinde topladığı Şehzade Cihangir’in ölümü üzerine hatırasına Cihangir Camii’ni yaptırdı.

Kanuni’nun diğer iki oğlundan Şehzade Bayezid, kardeşi Şehzade Selim ile mücadeleye girmiştir. Etrafındaki bazı kişilerin kışkırtmasıyla hadiseler isyana dönüşmüştür. Başarılı olamayınca Iran’a iltica etmek zorunda kalan Şehzadeye, şair padişahın yazdığı, onu affetmek istediğini belirten şiiri çok güzeldir.

Bir büyük padişahın, çektiği acıları düşününce insan, dünya saltanatının bedelinin bu kadar ağır olmasının, “ Sultan Süleyman “ olarak dünyaya gelmenin ve bu kaderle yaşamanın hiç de imrenilecek tarafı olmadığını görebiliyor.



Ey demadem mazhar-ı tuğyan u isyanım oğul

Takmayan boynuna hergiz tavk-ı fermanım oğul

Ben kıyar mıydım sana ey Bayezid hanım oğul

Bi-günahım dime bari tevbe kıl canım oğul



Neşet-i Haktır übüvvet ram olan olur kerim

“La tekul üf” kavlini inkar eden kalur yetim

Taat ü isyana alimdür Hudavend-i Kerim

Bi-günahım dime bari tevbe kıl canım oğul



Tutalım iki elün baştan başa kanda ola

Çünki istiğfar edersün biz de affetsek n’ola

Bayezid’im suçuna bağışlarum gelsen yola

Bi-günahım dime bari tevbe kıl canım oğul















demadem:Zaman zaman

mazhar-ı tuğyan u isyan:Isyan ve azgınlık çıkaran

her giz:Asla, katiyen

tavk-ı ferman:Ferman tasması

bi-günah:Günahsız

neş’et-i Hak:Allah vergisi

übüvvet:Babalık, atalık

ram olmak:Boyun eğmek

kerim:Ulu, büyük

la tekul üf:Üf deme

kavlhttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.giföz

taat:Itaat

Hudavend-i Kerim:Yüce Allah

istiğfar:Tevbe

alim:Çok bilen

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:02 PM
HÜRREM SULTAN (16. yüzyıl )


Kanuni Sultan Süleyman devrinde Osmanlı sarayı yüksek bir kültür muhiti ve bir sanat mektebi haline gelmiştir. Saray’da padişahlar, şehzadeler yanında sultan hanımlar, saray kadınları da bu sanat ve eğitim faaliyetlerinden istifade ediyorlar, etkileniyorlar, şiir kültürü kazanıyorlardı.

Bir Slav papazının kızı olarak saraya getirilen, zekası ve güzelliği sayesinde Kanuni Sultan Süleyman’ın gözdesi olan Hürrem Sultan, Türkçeyi sonradan öğrenmiş olmasına rağmen Kanuni’ye seferde iken mektuplarında şiirler yazacak kadar şiir bilgisi kazanmıştır.

Hürrem Sultan bir şiirinde rüzgarı kendisine elçi tayin ederek seferdeki padişaha şöyle sesleniyor:

Ey saba sultanıma zar u perişan diyesün

Gül yüzünsüz işi bülbül gibi efgan diyesün





saba: Sabah rüzgarı

zar: Ağlayan

perişan: Dağıtmış, kendini kaybetmiş

efgan: Feryad edip ağlama, inleme

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:02 PM
NEF’İ (17. yüzyıl )


Nef’i, Padişah I. Ahmed zamanında Erzurum’dan Istanbul’a gelmiştir. Babası Erzurum eşrafındandır ve Kırım hanının nedimlerindendir. Dönemin Kırım hanı Canıberk Giray, Sadrazam Kuyucu Murat Paşa’ya bir mektup göndererek, şairin Istanbul’da çevre bulması, sıkıntı çekmemesi için yardım istemiştir.

Şairliği ile kısa sürede büyük şöhret kazanan Nef’inin, saray katipliği yaptığı dönemde, Padişah I. Ahmed’e sunduğu ilk kaside, Sutan Ahmed Camii’nin yapımıyla ilgilidir. Kasidede camiin büyüklüğünden, ihtişamından bahsederken, şairleri desteklemenin padişahın büyüklüğüne yakıştığını belirtir. Padişahın ilgisini beklediğini ifade eder.





Nef’i’nin, zamanla yıldızı parlamış, meşhur olmuş, saygılığı artmıştır. I. Ahmed, I. Mustafa, Genç Osman ve IV. Murad zamanlarında yaşayan şair, sadece I. Ahmed ve IV. Murad için şiirler söylemiştir.

Kendisi de şair olan IV. Murad onu himaye etmiş, hicviyelerine anlayış göstermiştir.

Nef’i’ ye göre şiir, hem anlam, hem de söyleyiş bakımından mükemmel olmalıdır. Şiirlerinde çokça Farsça kelime ve deyim kullanmıştır. En başarılı olduğu şiirleri kasideleridir. Büyük bir kaside ustası olmakla birlikte çok güçlü ve etkili bir hiciv şairimizdir.





Siham-ı Kaza adlı eserinde hiç çekinmeden, devrin ileri gelen devlet adamlarını, şeyhülislamını, vezirini, hatta padişah IV. Murad’ı bile eleştirmiştir. Dili yüzünden üç defa görevinden azledilmesini şöyle dile getirmiştir:



Üçüncü defadur Hakk belasın vire melunun

Ki yok yire beni azletti olmuşken sena-hanı



sena-han: Öven, medheden

melun:Lanetlenmiş

azletmek:Görevden almak



Bir çok kişiyi öfkelendiren, kızdıran bu sözler, padişah IV. Murad tarafından hep olgunlukla karşılanmış, hoş görülmüştür. Ancak bir gün padişah, Nef’i’nin “ Siham-ı Kaza” adlı hicviyesini okurken, hemen yanına yıldırım düşmüş, ölümden zor kurtulmuştur. Elindeki şiir mecmuasına



“Gökten nazire indi Siham-ı kazasına

Nef’i diliyle uğradı Hakk’ın belasına “



diye yazmış, bunu bir uğursuzluk sayarak, Nef’i’yi huzuruna çağırmış ve bir daha hiciv yazmamasını emretmiştir.



nazire:Karşılık, örnek

Siham-ı kaza: Kaza oku (Nef’i’nin eserinin adı)



Fakat şair, söz vermesine rağmen, hiciv yazmaktan vazgeçememiş, Bayram Paşa hakkında bir şiir yazmış ve tekrar hicviye yazdığını padişaha itiraf etmiştir.

Bazı edebiyat araştırmacılarına göre, bir eski mecmuada padişah hakkında yazdığı ağır hakaretler içeren bir kasideden dolayı öldürülmüştür. Veya Nef’i’nin düşmanları tarafından şiir , ona isnad edilmiş, padişaha gönderilmiş ve şairin katledilmesine sebep olmuştur.

Şeyhülislam Yahya, bir gün etrafındakilere Nef’i hakkında ileri geri konuşarak, “kafir” demiş. Şair, bu sözü işitince Şeyhülislama bir dörtlükle cevap vermiş:



“Bize kafir demiş müfti efendi

Tutalım ben ana diyem müselman

Varıldıkta yarın ruz-ı cezaya

Ikimiz de çıkarız anda yalan!”



ruz-ı ceza:Ceza günü









Bana Tahir Efendi kelb demiş

Iltifatı bu sözde zahirdir

Malikidir mezhebim benim zira

Itikadımca kelb tahirdir



kelb:Köpek

zahir:Açık, belli

tahir:Temiz

itikad:Inanış



Nef’i’nin, manası derin, hayalleri ince, güçlü ses ve sanatlı bir anlatım taşıyan gazelleri dönemin büyük musıki üstadı Mustafa Itri Efendi’nin de dikkatini çekmiştir. Günümüzün hala zevkle dinlenen ve sevilen şarkılarından bir olan:



Tuti-yi mucize guyem ne desem laf değil

Çerh ile söyleşemem ayinesi saf değil

Ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana

Ehl-i dil birbirin bilmemek insaf değil



mısraları Nef’i’ye aittir. Yahya Kemal onu, “ Nef’i ,Türk’ün ayranının kabarmasıdır.” diye tarif eder.

..................

tuti-i mucize guyem: Mucizeler söyleyen papağanım

çerh:Felek, gök

ayine:Ayna, yüz

ehl-i dil:Gönül ehli

sine:Göğüs

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:02 PM
NABİ (17. yüzyıl )


Nabi, büyük bir şair ve edip, aynı zamanda büyük bir alimdir.Peygamberimiz “Ilim beşikten mezara kadar herkese farzdır. “ buyuruyorlar.Nabi, “Hayriyye” adlı mesnevisinde ilim ve ahlaka dair konulara şöyle dikkat çekiyor.



Ilm bir lücce-i bi-sahildir

Anda alim geçinen cahildir

Cehle Hak mevt dedi ilme hayat

Olma hem-hal-i güruh-ı emvat

..............

Bilmek elbette değil mi ahsen

Sorsalar “Ben onu bilmem “ demeden



(AÇIKLAMASI: Ilim, kıyısı bulunmayan bir denizdir. Bu deniz karşısında alim geçinen cahildir.Allah, cehalete ölüm, ilme de hayat dedi.Sana sordukları zaman “ Ben bilmiyorum” demekten, bilmek daha güzel değil midir? )





( AÇIKLAMASI:Ehlinden, bilenlerden oku, öğren, utanma. Herşeyi bilmek, bilmemekten hayırlıdır.Ilim kadar yüksek bir iş yoktur. Ilimden hiç kimse zarar görmedi.)





(AÇIKLAMASI: Ilmin yüzeyinde (kabuğunda) kalma, ama mananın özüne ulaş. Deniz kıyısında inci olur mu? Inci istiyor isen, denizin derinliklerine dalmalısın.)







Nabi, ilmin her alanda uygulanması gerektiğini düşünüyor. Devlet idaresinde de ilme ihtiyaç vardır.Çünkü dinin ve devletin işleri, ancak ilim ve akıl ile halledilebilir. Eğer devlet adamları işlerinde akıl ve ilmi ön planda tutmuyorlarsa, o ülkede düzen bozulur, adalet kalmaz.Bu da kargaşaya, devlete itimatsızlığa , başıboşluğa sebep olur. Zalim idareciler halkı isyana, anarşiye, ahlak çöküntüsüne, huzursuzluğa sürükler.

Nabi, yine aynı eserinde devrin alimlerinden olan kadıların (hukukçular) bir kısmının maalesef cahil, vicdansız ve rüşvetçi olduğundan bahseder.





(AÇIKLAMASI: Kadıların çoğunun ilmi yoktur.Dinsiz ve mezhepsizdirler. Gözleri rüşvet ve elde edilebilecek başka şeylerdedir. Elindeki ölçü, ölçek ve terazidir.Şeriat mahkemesini dükkan haline sokmuştur. Kadı tellal, mübaşir aracı, kethüda ise mal almaya hazırdır.Padişah korkusu, Allah korkusu yok. Rüşvete hırsı kadar , borcu da çok.)





(AÇIKLAMASI:Eğer o kadı istese, alacaklıyı borçlu çıkarır. Istese iflas etmiş, işini bilmeyen kişiyi, aldanmış olarak gösterir. Kadılar, şeriatın hizmetkarı olmaları gerekirken, bunların ettikleri zulmü haşerat etmez.)





(AÇIKLAMASI:Nabi bu insanlara şöyle hitap ediyor.Rüşvet hakkı için, zengin olmak uğruna hakkı, doğruyu hükümsüz, geçersiz kılarsın.Dini, malla değişirsin.Ey azgın, bunu bilmez misin ki Allah’ın dini şereflidir. Ey zalim ! Hiç halim nasıl olur demeden, sen ne cesaretle onu bozarsın?Allah’a imanı olan bu azgınlığı yapar, rüşvet yer mi? )



Nabi, bunları yaklaşık 300 yıl evvel söylemiş ama o günden bu güne değişen pek birşey yok gibi.Hukuk sisteminin bozulup yozlaşması,otorite boşluğunu ve ahlaki çöküntüyü beraberinde getiriyor.

Nabi,bir nasihatname olan “Hayriyye” adlı eserini oğlu için ,onun şahsında bütün gençler için kaleme almış.Herşeyin parayla ölçüldüğü,insanların zenginlik ve rütbe peşinde koştuğu bir toplumu,onun düzenini,ahlak kavramını,güngörmüş ve erdemli bir insan gözüyle aktaran Nabi, bu durumdan son derece rahatsızdır.Oğluna idareci olmaması yolunda nasihatler verir.



Etme ayanlığa zinhar heves

Evsatu’n-nas ol o devlet sana bes



(Açıklamahttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.gifakın ayanlığa(idareci,yönetici) heves etme.Halkın orta hallilerinden ol,o saadet sana yeter.)





Bu konuyu Osmanlı dönemi kadıları ile ilgili anlatılan pek çok hikayeden biri ile bitirelim.

“Rumeli’de bir kasabanın kadısı ahaliye çok eziyet eder. Adam kayırma, zulüm, rüşvet halkı canından bezdirir. Kasabalı kadıyı Istanbul’a şikayet eder.Neden sonra padişaha ulaşılır ve padişah kadıyı görevinden alır. Kadı eşyalarını toplar, ahali de kadıyı uğurlamaya gelmiş gibi ama aslında ne kadar malı olduğunu öğrenmek için evinin önünde toplanmıştır. Görürler ki geldiğindeki eşyası ile şimdiki arasında dağlar kadar fark var. Kadı en son mahzenden bir küp çıkarır.Evin etrafındaki halkı yanına çağırır. Herkes merakla küpe yaklaşır. Bakarlar ki kocaman küp altınla dolu. Bu altınlar kendilerinden zorla , rüşvetle alınan paralardır. Halk altınlara ve küpe bakadursun kadı şöyle der :

-Ey ahali, doğrusu size acıyorum. Şu küpe bakın. Dolmasına iki parmak kalmıştı.Halbuki yeni kadı, boş küp ile gelecek !...





MEKKE YOLCULUĞU



Nabi , 1642 yılında Urfa’da doğar.Urfa’nın tanınmış ailelerindendir. Iyi bir eğitim görmüştür.Arapça’yı ve Farsça’yı çok iyi bilir. Devrinde “ Sultanü’ş-Şuara “ diye anılmıştır.

Nabi ile ilgili, 1678 yılında hacca giderken yaşadığı rivayet edilen bir hadise vardır.

Şair , hacca gitmeye niyet eder ve bir kafile ile yola koyulur. O dönemde günlerce süren meşakkatli bir yolculukla ancak menzile ulaşılabiliyordu.Şairin de içinde bulunduğu kafile Medine’ye yakın bir yerde vakit geç olduğu için mola verir. Nabi , mübarek yerlere yaklaşmış olmanın heyecanı ile uyuyamamıştır. Gözleri etrafta gezinirken bir kişinin ayakları kıbleye karşı yattığını görür. Böyle durumlarda çok hassas olan şair, irticalen şu mısraları söyler.



Sakın terk-i edebden kuy-ı mahbub-ı Huda’dır bu

Nazargah-ı Ilahi’dir makam-ı Mustafa’dır bu



terk-i edeb: Edebi terketmek

kuy-ı mahbub-ı Huda:Allah’ın sevgilisinin beldesi

nazargah : Bakılan yer



Bu beyti duyan kişi hemen toparlanır, ayağa kalkar. Davranışı kasti değildir ama çok utanır. Bir müddet sonra herkes toparlanır ve yola çıkarlar. Sabah ezanları okunurken Medine’ye yaklaşmışlardır.Fakat hayrete düşerler. Mescid-i Nebi’nin bütün minarelerinden müezzinler sala verir gibi şunları okumaktadır.



Sakın terk-i edebden kuy-ı mahbub-ı Huda’dır bu

Nazargah-ı Ilahi’dir makam-ı Mustafa’dır bu



Namazlar kılındıktan sonra kafilede bulunanlar büyük bir şaşkınlık içinde müezzine sorarlar. “ Bu şiiri şair Nabi daha bu gece yolda iken söylemişti.Siz nereden biliyorsunuz?” Aldıkları cevap hem enteresan, hem de muhteşemdir. “Peygamber efendimiz (sav) bu gece rüyamızda bize bu beyti öğretti ve sabah ezandan önce okumamızı istedi.”





Şair Nabi evinin Çorlulu Ali Paşa tarafından elinden alınması üzerine aşağıdaki gazeli yazmıştır...

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:03 PM
NEDİM ( 18. yüzyıl )



Malumdur benim sühanım mahlas istemez

Fark eyler anı şehrimizin nükte-danları ,



diyen Nedim Istanbulludur. Istanbul kültürü ile bezenmiş ,ayrıca iyi bir medrese eğitimi almıştır.

18. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı Imparatorluğu bir rehavet dönemine girmişti. Sanatkar ruhlu ve eğlenceyi seven bir padişah olan III.Ahmed ve onun sadrazamı Nevşehirli Ibrahim Paşa zamanında Istanbul bir çok güzel saray, yalı, köşk, medrese ve bahçeler kazanmıştı. Buralarda yapılan eğlenceler, o dönem Istanbul’unu daha da muhteşem bir parıltılar dünyası haline getirmişti. “Lale Devri “ adı verilen bu dönemde sanatçılar devlet adamlarının çok yakınında yer almışlar, şiirlerinde o günkü yaşantıyı dile getirmişlerdir.

Nedim , bu devirde Sadrazam Nevşehirli Damat Ibrahim Paşa’nın yanından ayırmadığı yakın arkadaşıdır.Padişahın da sevgisini kazanmış, Sadabad eğlencelerinde, Çırağan safalarında ,çeşitli ziyafetlerde , Boğaz gezmelerinde , bayram törenlerinde , helva sohbetlerinde yer almıştır.



Hattın gelicek aşıkına buse mukarrer

Helva gecesidir hatın ey lebleri sükker



Helvalara söz yok hepisi nazük ü şirin

Hoş cümlesi amma ki efendim leb-i dilber



hatt:Yazı,mektup

gelicek::Gelince

buse mukarrer:Öpücükle bitirilmiş

lebudak

sükker:Şeker

leb-i dilber: Dilber dudağı



Bu arada devlet tarafından kendisine verilen rütbelere , hediyelere, makamlara, şiirleri ile teşekkür etmesini bilen şair , sevincini ve memnuniyetini şöyle dile getirir.



Bir iki gün dideden oldunsa pinhan bari gel

Bir neşat-aver haberle hüdhüd-i bina gibi



Söyle kim milk-i Seba’nın var mı bir pirayesi

Kasr-ı zerrin-tak-ı Sadabad-ı nev-peyda gibi



Bahusus aram ede sadrında bir mihr-i kemal

Hazret-i Sultan Ahmed Han-ı milk-ara gibi







Hem anın dahi ola pişinde bir bedr-i tamam

Asaf Ibrahim Paşa’yı cihan-ara gibi





dide:Göz

pinhan:Gizli

neşat-averhttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.gifevinç getiren

hüdhüdhttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.gifüleyman Peygamber ile Seba melikesi Belkıs arasında haber getirip götüren kuş

milk-i Sebahttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.gifeba ülkesi

pirayehttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.gifüs

Kasr-ı zerrin-tak-ı Sadabad-ı nev-peyda:Yeni yapılmış Sadabad takının süslü kasrı

bahusus:Özellikle

aram etmek:Eğlenme, dinlenme, istirahat etme

sadr:Herşeyin önü, başı, ilerisi

mihr-i kemal:Batmak üzere olan güneş

milk-ara:Ülkeyi süsleyen, güzelleştiren

pişinde:Peşinde

bedr-i tamam: Dolunay

cihan-araünyayı süsleyen, güzelleştiren





18. yüzyıl kültür ve medeniyet alanında da çok hareketlidir.Ilk Türk matbaası kurulmuş, Yalova’da kağıt imalathanesi açılmış, Istanbul’da kumaş fabrikası kurulmuştur. Ayrıca bu dönemde çini imal edilmeye başlanmıştır. Bunlar Avrupa’dan geri kaldığının farkına varan Osmanlı’nın belki de ilk ileri hamleleridir.

Divan şiirinde çok verimli bir dönem olan bu günlerde bir çok şairler yetişmiş, hatta aralarında gizli bir rekabet oluşmuştur.

Osmanzade Taib adında o dönemde “ Reis-i Şairan” unvanını almış bir şair, devirinin şairlerini bir şiirle tanıtmış, ama Nedim’den hiç bahsetmemiştir. Buna içerlenen Nedim şu mısralarla karşılık vermiştir.



Zahirde eğerçi cümleden ednayız

Erbab-ı nazar yanında liyk a’layız

Saymazsa hesaba n’ola ahbab bizi

Biz zümre-i şairanda müstesnayız



zahir:Açık, belli

eğerçi:Her nekadar

cümle:Herkes

edna:Aşağı

erbab-ı nazarüşünce ehli

liyk :Ancak

zümre-i şairan:Şairler zümresi

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:03 PM
ŞEYH GALİP (18 . yüzyıl)


Zannetme ki şöyle böyle bir söz

Gel sen dahi söyle böyle bir söz





diyerek kendine ve sanatına olan güvenini ortaya koyan Şeyh Galip, 18. yüzyılın ikinci yarısında Istanbul’da yaşamıştır. Galata Mevlevihanesi’nin şeyhidir.

Devrin padişahı III.Selim, Mevleviliğe ilgi duymuş, Şeyh Galip ‘in Galata Mevlevihanesi’ndeki dergahını sık sık ziyaret etmiş, onu şeyhi bilmiş, memnun etmiştir.

Şeyh Galip de sık sık sarayda misafir edilmiş, padişah ve ailesi tarafından hep saygı, sevgi görmüştür.Bazı söylentilere göre Mevlevi dergahının genç şeyhi ile Osmanlı sarayının güzel kızlarından Beyhan Sultan arasında bir aşk yaşanmıştır.Iki genç birbirini sevmiş ama aralarındaki aşk ,açığa çıkmamıştır.Şair, şiirlerinde mısraları arasına gizlediği aşkını,



Senden ey şuh ben ümmid-i visal eylemedim

Tab’ıma hadşe verüp fikr-i muhal eylemedim



Ruz-ı aşkı şeb-i tarik-i hayal eylemedim

Zülf-i kafir gibi inkar-ı cemal eylemedim



Kakülün ah ile berhemzede-hal eylemedim

Havf edip gamzene bir harf sual eylemedim



Kalmadı sabra mecalim bilemem isyanım

Daha yetmez mi tegafüle garaz Sultanım diyerek dile getirmiştir.







ümmid-i visal:Kavuşma ümidi

tab:Yaradılış, huy, tabiat

hadşe:Vesvesi, merak, manevi rahatsızlık

fikr-i muhal: Imkansız düşünce

ruz-ı aşk:Aşk günü

şeb-i tarik-i hayal:Hayal yolunun gecesi

zülf-i kafir:Nankör zülf (görünen saç)

inkar-ı cemal:Güzelliği gizleme

berhemzede-hal:Karmakarışık hal

havf etmek:Korkmak

gamze:Yan bakış

tegafül:Anlamamazlıktan gelme

garaz:Kin, düşmanlık



Galip, hocası Neş’et’ten ders alırken kendisine “ Es’ad “ mahlası verilir. Bu arada şair, kendine güvenin sembolü olan “ Galib” mahlasını kullanıyordur.Devrin bir çok şairi kısa zamanda şöhrete ulaşan bu kabiliyetli şairi kıskanırlar. Dönemin hicivci şairi Sururi, iki mahlas kullanan Galip’i şöyle hicvediyor.



Bilmem ey menhus adın Es’ad mıdır Galib midir

Zatını tarif kıl kimsin kime mensupsun

Gerçi dersin şairane bir tegallüb eyledim

Piş-i erbab-ı sühande Galib-i mağlubsun



Halbuki bu mısraları yazan Sururi de iki mahlaslı idi. Eski mahlası “Hüzni” idi. Galip kendisi için söylenilenlere hiç bir zaman cevap vermedi. Devrin bir başka şairi dayanamayıp bu eleştirilere şöyle cevap verir.



Mağrurluğun olmada günden güne efzun

Şayeste idi mahlasın olsaydı gururi

Galip görünen Es’ad’a mağlub diyorsun

Hüzni’yi unuttun mu ne yaptın a Sururi



menhus:Uğursuz

tegallüb:Üstünlük

piş-i erbab-ı sühanhttp://forum.kanka.net/images/smilies/booo.giföz erbabının önü

mağrur:Gururlu

efzun:Çok, yukarı, fazla

şayeste:Yakışır

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:03 PM
KEÇECİZADE İZZET MOLLA (18.-19.yüzyıl)



Mevlevi tarikatına bağlı , derviş ruhlu, olgun bir insan olan Izzet Molla, nüktedan bir şairdir.Dürüst tabiatlı, kendisine yapılan iyilikleri unutmayan bir insan olduğundan , çok iyilik ve iltifatlarını gördüğü Halet Efendi ‘nin idamı üzerine , bu önemli adamın aleyhine dönmemiş, onun medheden, düşmanlarını yeren şiirleri yüzünden Keşan’a sürülmüştür. Keşan’a gidişini, yolculuğunu ve orada yaşadıklarını Mihnet-Keşan adlı eserinde hikayeleştirmiştir.Keşan’da ,Keşan caminin imamı ile yaşadığı hadise, enteresan bir hicviyedir.

Imam efendi, Keşan’a bir şairin sürgün edildiğini duyunca onu saz şairi sanmış.Bir gün Izzet Molla’dan saz çalmasını istemiş. Imam şaire şöyle demiş



Işitdik ki siz şair-i şahsız

Maarif semavatına mahsız

Değil haddimiz gerçi çaldırma saz

Gönül bir iki nağme eyler niyaz



Molla , imamın cahilliğini anlamış fakat kalbini kırmak istemediğinden Keşan’a sürülmesinin sebebini de izah eden şu mısraları söylemiş :



Dedim bedce çıkmıştı avazımız

Stanbul’da terk eyledik sazımız



şair-i şahsız:Şairlerin şahısınız

maarif:Bilgi

semavat:Gökyüzü

mahsız:Aysınız

niyaz:Istek

bed:Kötü

avaz: ses

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:03 PM
ŞAİR EŞREF (19. yüzyıl)



Divan şiirinin son dönem hiciv şairlerindendir. Sultan II.Abdülhamid’i ve devlet idaresini,devrini ,sosyal meseleleri çok sert ve acımasız bir dille hicvetmiştir.

Süleyman Nazif, Şair Eşref için “Eşref, Nef’i ‘nin yüzlerce beyitle gökyüzüne çıkardığı bir adamı, bir kıta ile yerin dibine batırır.” der.

Insanların herşeyi maddeye havale etmelerini , manevi değerlere kıymet vermemelerini şair bakın nasıl hicvediyor.





Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için

Gelmesin reddeylerim billahi öz kardaşımı

Gözlerim ebna-yı ademden o rütbe yıldı kim

Istemem ben fatiha , tek çalmasınlar taşımı



Bir hırsız Şair Eşref’i öldükten sonra da utandırmamış , mezar taşını çalmıştır.





Eylemem ölsem de kizbi ihtiyar

Doğruyu söyler gezer bir şairim

Bir güzel mazmun bulunca Eşrefa

Kendimi hicveylemezsem kafirim



ebna-yı adem:Ademoğulları

kizb:Yalan

ihtiyar eylemek: Isteyerek söylemek

mazmun:Nükteli, sanatlı, ince söz

hicveylemek:Eleştirmek

M@D_VIPer
05-15-2007, 12:03 PM
ADİLE SULTAN ( 19. yüzyıl)


Osmanlı hükümdarı II.Mahmud’un kızıdır.Tophane müşiri Mehmed Ali Paşa ile evlenmiş, Hayriye adında bir kızı olmuştur. Adile Sultan önce kocasını, ardından da biricik kızını kaybedince çok müteessir olmuş, “Iftirakname” adlı şiirinde acı çeken bir anne olarak duygularını şöyle dile getirmiştir.



Başka bir acı da gösterdi bana zalim felek

Yani kim zevcim Ali Paşa da gitti adne dek



Yadigarı kalmış idi Hayriye Sultan bana

Kalb-i mahzunum anınla eğlenürdi daima



Nur-ı çeşmimdi sürur-ı kalb-i viranım idi

Hemdem ü yar-ı şefikım sinede canım idi



Hüsn ü hulku veş cemil ü pek güzel idi kızım

Hayre mail merhametlü bi-bedel idi kızım



Ah kim ol nev-cevan ü gülfidanım nagehan

Uğradı bir derde asla bulmadı çare heman



Bülbül-i ruh-ı latifi uçdı bağ-ı cennete

Maderiyle zevcini yandırdı nar-ı firkate





felek:Kader

zevc:Eş

adn:Cennet

yadigar:Hatıra

kalb-i mahzun:Hüzünlü kalp

nur-ı çeşm:Göz nuru

sürur-ı kalb-i viran:Yıkık kalbin sevinci

hemdem:Can ciğer arkadaş

yar-ı şefik:Şefkatli, merhametli sevgili

hüsn ü hulk: Güzellik ve huy

veş:Gibi

cemil:Güzel, iyilikle anma

hayr:Hayır,iyilik

bi bedel:Paha biçilemeyecek kadar kıymetli

nev-cevan:Taze, genç

nagehan:Ansızın

bülbül-i ruh-ı latifi:Latif,ince ruh kuşu

mader:Anne

nar-ı firkat:Ayrılık ateşi



METNİ HAZIRLAYAN

NESLİHAN ÖZTİN