![]() |
.Savaşı Durduruunn
başımı alıp gidiyorum kurşun sıkmamak adına ka.çı.yo.rum ne ayaklarım bana yar ne de ellerim yüreğimin esiriyim savaşın ortasındayım kav.ga.nın ne gün belli ne gece bağırıyorum bağırıyorum sesimi çalıyor kuşlar kanatlanıp gidiyorlar bir başıma kalıyorum kan revan içinde dinle / eyy insanlık / duy beni her nerdeysen / gel artık / gel kurşun topluyor yüreğim biliyorum / birazdan öleceğim yüreğime yükleniyorum son kez birbirinden ağır birkaç harf anca toplanıp /dağılıyorlar /dilimin üstüne .sa.va.şı dur.du.run. .sa.va.şııı durr.duu.ruuunnn. Ercan Cengiz |
Kelaynak’
-benim kelaynak kötüdür senin kelaynak iyi- ne güzel öğretirler adama ne güzel….sürünce kör dövüş benim kelaynak sele karşı sel ki yıkıp geçerken geçtiği yeri ardına bırakırdı o kirli izi, benimki taştan yapıyor duvarı korusun diye tarlayı, bağı-bahçeyi … senin kelaynak okuyor ezberden vatan – millet derken Sakarya’ya dayanır, bir bir gençleri sürünce ateşe kendisi uzak, tadını çıkarır yaşamın benim kelaynak el açarken yağmura bir nedeni de yıkansın diyedir toprağı bulaşan o kiri söküp katsın diye sele… senin kelaynak kinli, kibirli, kiri kirle – kanı kanla temizlemeye atıyor kendini benim kelaynak aç, sefil öte iklimleri tanımaz, bilmez yalanı dili küçük anlatamaz derdini, seninki sırta binmenin modasında baba, dede mesleğini sürdürür oturacağız seninle, oturacağız da biz kadar kelaynaklarımız da farklı yıldızların altında sırıtınca farklı yanımız bir masada görünsek ilahi, sormazlar kan alır götürür gövdeyi benim dağım karlı senin dağın tuzludur kelaynak bilmez bu hattı uyan, geldi gidiyor zaman bağlasan durmaz saniye sen – ben ölünce, onlar da ölür kelaynaklar ölünce, al aynaklar çıkar yan aynaklar çıkar..., çıkar da çıkar kelaynak bitmez bu kör dövüş, bitmez kelaynak… bitmez… dinmedikçe gözyaşı Ercan Cengiz |
AB'de Düğün
konuştular, koklaştılar sonunda çekincelerini çantalarına katıp el ele verdiler söz kesildi, sonra davetiyeleri basıldı ucuz bir matbaada kız kendi tarafına gitti adam kendi tarafına iki tarafta da dağıttılar sınırlarında tel örgü ve uzayıp giden mayın tarlası salonun girişinde toplandılar biribirine yabancı alttan süzen gözlerle yüz yüze gelince bakıştılar kameralara zoraki gülmeye çalışan yüzlerde sırıtılmış ifadeleri kazındı gazetelere iki şahidin huzurunda nasipse nikahları kıyılacak şahitlerin biri Amerika'dan gelmiş diğeri İsrail'den nikah memuru bizden ayağının tozuyla oturmuş aralarına kız davula vurunca tokmağı salonda yankılandı sesi kız çoktan hazır dediler çekemeyenler adam zurnayı üfledi son nefesle yanık yanık duyuluyordu sesi kız tarafı dargın zurnacıya gidiyor diye kızları adam tarafı dargın davulcuya gidiyor diye oğulları ikisinin de yakınları yedekte var bir bir asıl, bir yedekle oluyor bu işler ayrı ayrı vurdular ellerini ucuz davetiyelerle çalınca kapıları ayrı ayrı oynadılar çiftetellide adamın tarafı dansta kızın tarafı var uyumsuz iki oyun kim daha çabuk kavrarsa diğerini takıları taktılar nihayet bitmeyecek yarış bitti gibi topluca resimler çekildi ayrılıklar geride kaldı kucaklaşınca ısındılar kol kola girdiler biri gelinse biri damat şimdi oynamanın zamanı çal davulcu döndürsünler göbeği pistte yer kalmamış ama zurnacının nefesi kesilmiş ötmüyor zurna Ercan Cengiz |
Acımı Bıraktım Dönüşü Olmayan Yollara
Acımı bıraktım dönüşü olmayan yollara Kavşak kavşak Yarası kaldı bende, ah çekmek neyime Elinden tuttuğum çocukların gözlerine verdim Güç bela büyüttüğüm sevgiyi Silindi ayak izleri, çoktan eskidi yollar Oyuncaksız büyüdü çocuklar Ve ben yaşlandım erkenden Artık gülemem o yabancı fıkralara Baştan başa sızlarken omurgam Sızı ki gebedir yarına Diri tutar adamı Seni anlatırım, seni birgün Dilim döner de tutarsa elim Kimsecikler olmasa bile U dönüşsüz yollarda Bu şehrin lambaları durur Başıboş bombalar vurmamışsa eğer Bir de köşedeki sokağın ismi okunur Kavgaya sürülen nokta gibi Avutur dururum kendimi Karanlığı yardı diye önceden Cigaramın ateşi Vardır biryerlerde, vardır mutlaka Bahar bahar yeşeren dikili bir ağaç Ağırlayadursun göçmen kuşları Varsın saklasın selamımı sabahımı Ev değil ki kapısı olsun bir yerde Kilitsiz açamadığında Toslayıp da giresin Anlarım, anlamaya yakın durduğumda Yarım kalan bir hayatı senin elinden Çekip alamam ne yazık Söyler misin sevdiğim Durmaksızın haykırmanın zamanı Gökyüzünde gördüğün her yıldıza Duyuruncaya sesini Söyle, dün mü uzaktı bana Yoksa yarın mı kaçıyor benden Ben mi yoksa Hoş, gün uzuyor bugün, gece uzuyor Hiç yere zehir zemberek Bir dünya dönüyor üzerimde Şimdi ne yana baksam Tülden duvarlar belirir, lekeli Kırılmış sözlerle örülü, göbekli Bir de arasında insanların, görürüm Derisini yenileyen yılanın Ürkmüyorum desem de aldırma boş söze Görüyorsun yaşlanıyorum bir korkak gibi Kim inanır ki bana Bal gibi ürküyorum işte O donuk gözlerden Bir de soğukluğundan yılanın ... Ercan Cengiz |
Adın Yansın Eyy Zulüm
adın yansın eyy zulüm cennetin cehennemdir senin, bilesin adın batsın, her kimden aldıysan adını her kiminle sürdürüyorsan bu saltanatını her kime, her neye dayıyorsan sırtını karanlığa gömülsün seninle yan yana uçsuz bucaksız bir dünya damar damara bindi, bense bir taşı koyamadım duvarın üstüne sendendir, sendendir bilesin kaç mevsim geçti, kaç iklim değişti sensiz kucaklamak için güneşi bu kaçıncı vuruluşumdur, bu kaçıncı zamansız, sorgusuz inadına bu kaçıncı ayağa kalkışım sormalı, gidip o adsız fırtınalara sormalı sensiz kanat vurmak için gökyüzüne bir kartal gibi dağların zirvesine çıkıp da senin yüzüne, yüzüne mi vurmalı sen ki bir köstebek, farkında mısın bilemem fark edilmeden ölür köstebekler kendi ellerinle kendi mezarını kazıyorsun bilesin ki bilesin kendi üstüne atıyorsun toprağı adın yansın ki yansın eyy zulüm sıkı sıkıya sarıldığın bu karanlığa adın batsın, adın … ‘büyüklerimizden’ öğrendik ki öğreniriz öteden beri yüzünü görmediğimiz tanrılara el açıp da şükretmesini biz ki boynu bükük çaresiz bırakılmışız ve bir ekmeğe muhtaç ele bakmışız senin cennetin, cehennemse bize bundandır ‘büyüklerimize’ o kusursuz saygımız, bilesin ki bilesin sönüp giden her hayatın arkasından neden mumyalanmış bir ceset gibiyiz her hayat bizden kopan bir parça oysa bakar bakar ağlaşırız, neden kurban olduğumuz toprağa sırtımızı verdiğimiz dağlara senin bulandırıp da bize içirdiğin bu suda kaybolduğunda siluetimiz arkamıza bakmaya korkarız bir dünya ki başımızın tacı efendilerimiz ve efendilerin efendisi sen eyy zulüm zalimlere kurulu bir dünya, ve zalimce sürülürüz ordan oraya üst üste vurulur, gömülürüz üst üste kimse, ama hiç kimse bilemez ki senden başka nasılda sarılmışız sahipsiz yattığımız bu kara toprağa … sen, sen ki kurnaz köylü, 'az olsun da benim olsun' diyen adam doyursaydın ya çobanı kuşkusuz çoban doyururdu koyunu koyun kuzusunu ve sen, ve ben… ömrü uzasın diye bu karanlığın ellerimizi açıp da boş yere şükretmezdik elçilerine, şükretmezdik bilesin o büyük büyük 'efendilerimize' Ercan Cengiz |
Adır
Erxati amê arara ravêr adır vazenê tersê mı hêga nıçine wesnenê. k.01 Ercan Cengiz |
Adırbı Mıro Bo
adırbı mıro bo adır mıro bo qı bonê mı wesêno xellê todı niyo ciranina to qi hentê to bena adır qı mêro to ser qê nê ricayi düyê xo eno to ser K-07 Ercan Cengiz |
Adsız Fırtınalar Doğuyor
büyümesin diye ayaklarım o kınalı elleriyle ölçüp de bostana gömdüğü kaçıncı çubuğuydu annemin / gün güne binmiş akıyor zaman doğa sancılı / yeryüzünü sarmış göz yaşartıcı bir hava dolanıp vuruyor yüzüme / yer /gök / bilmeli ki onları satılmış kalemleri besleyerek girdiler teslim aldıkları topraklara… zulüm üstüne zulüm ektiler / ekiyorlar silah seslerini dinlettiler zoraki / durmadan, doymadan dinletiyorlar hala patlamaya hazır tomurcukların önünde tecavüz ettikleri doğaya / ellerim büyüyüp de işe mi gelmişti ne gençliğim mi uçmuştu yoksa parmak izlerini alıyorlarsa eğer işaret parmağımdan olmalı neyine güvenip de dikilirmiş ki devleşen / devşirmelerin önüne / ötede yükseliyormuş kat kat kirlerini yutturdukları sahillerde denize sıfır gökdelenlerle doyumsuzluğunu kanıtlarcasına / görmeseler de / göreceklerdir bir gün el ele verip de betonlarken toprağı durmasını / doymasını bilmeyenler denizi kaynattılar sonunda / yer, gök öfkeli toprak ve deniz / kabında durmaz artık birbirine besleyerek yükselen dalgalar içinde barındırıyor o adsız fırtınaları buzlar eriyor yattıkları yerde / buzlar köpük köpük / köpürüyorlar sahillerin üstünde bir başka mevsim / işte böyle bir günden önce olmalıydı doğmuş gibi bir anadan / ve kardeşçesine tertemiz duygularla sevmeliydik doğayı demem o ki / dünden görmeliydik yarını içimizdeki sevileri öldürdüğümüzde bir bir kirlettiğimizde doğayı / kanattığımız her yüreği ve ayaklarımız / dolaşmak yerine birbirine yol alıp giderdi bugün / tam bir insan gibi suyu, şerbeti, çiçeği, meyvesi…/ hayvanı… böceğine varıncaya doyuran bu topraksa kuşkusuz / ellerinin üstünde taşırdı bizi kardeş olabilirdik ey insanoğlu her neresinde yaşıyorsan bu dünyanın doğurmasaydık eğer kendi ellerimizle ve de beslemeseydik bir canavar gibi sırtımızdan geçinip devleşemezdi bu keneler yarınlarımızı karartamazlardı örneğin diyeceğim o ki unutsaydı bu toprak kalbine saplanan bunca ayıbı utanmaz yüzlerine vursaydı onların arada bir büyüklüğünü gösterseydi insanlar insan olarak kalacaktı haliyle savaşsız / ve de sömürüsüz olarak ve güzelleştikçe yaşanılası bir dünya… kimin gücü yeterdi ki dengesini bozmaya ozon tabakasını delmeye / buzulları eritmeye kapitalizmin dizginlenmeyen hırsından başka kim katledebilirdi ki doğayı… Ercan Cengiz |
Ağaç Dikmeyin Dediler
ağaç dikmeyen adam ne anlardı ki topraktan sevdiğinden mi yakardı yaprakların çatırtısına yalanırken kuşların çırpınışına mı aldırırdı ağaç dikmeyen adam gözükara ormanı yakardı çocukları var mıydı sevgiden anlar mıydı ağaç yetiştirmeyen adam suyun sesini mi bilirdi öyle bir vururdu ki baltayı daha düşmeden biri diğerine indirirdi darbeyi eskiler topraklarından koparken seslendiler evlerine konanlara ağaç dikmeyin dediler -toprağımıza girmeyin der gibi- ağaç dikmeyin boynunuza erdiğinde ağacın gövdesi bir bir ölürsünüz ağaç dikenlerin toprağından ölenlerin toprağını ayırdılar meyve kurudu dalında artık topraklarında değillerdi bir çoğu yollarda kaldı gören olmadı değil görenler dönemediler köylüler ki, bizim bu köylüler tavuğu giriyor diye tarlasına komşusunun kafasını yarardı eskidendi cemaatin toplanması bağdaş kurup dara durması eskidendi suçlunun toprağa batışı Ercan Cengiz |
Ağır Gelir Bu Yürek
Bugün de ayakta görmedim kimseyi Ümitsizce uzandım yollara dün gibi Ne kedi, ne köpek ne de tüten bacalar Solmuş bir gül, kırılmış bir dal gibiyim Uçaklarla dövülmüş yeşertilen topraklar Nehirler bulanmış uçmuş köprüler Yitip gitmiş anılar, bir bir silinmiş izleri Sararmış yapraklarla kaplı her yer Kekik kokan toprakta kurşunu eritip Sevgiyi yüklemek istemiştim doğarken Üşümeseydi o çıplak kalan ağaçlar Ve göçmeseydi yarım ağız gülmeler de olsa O kadar ağır gelmezdi bu yaralı yürek Bir yanım dağa vermiş kendini kartal kanadı Bir yanım denize girmiş kulaç atar durmadan Ayrılmışım yar, ortasından iki parçaya ayrılmışım Her parçaya bir el düşer, bir ayak bir göz bir kulak Kazık da çaksan suya eğilir artık Bundan böyle bu böyle biline yar Böyleyse bu dünya var sen düşün bu ne zulüm Kaç ömre bedeldir o **** izlerin çıkması Ve ardından yeşermesi toprağın Çifte duvar örüp kestiler yolumu Balık mı olsam yar, kartal mı Umudum yoksa yarına Nasıl yaşarım yar, nasıl yaşarım Hangi yüzle, hangi bendi aşarım Ağır gelir bu yürek, ağır gelir insana... Ercan Cengiz |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:59 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.