www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Edebiyat (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=268)
-   -   Reha Başoğul (https://www.cakal.net/showthread.php?t=144194)

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:51 PM

Kırık Kalpler

her tarafında kırmızı kırmızı kalpler
çıplak bedenine yerleşmişler
içini açtım hepsinin teker teker
hepsi tamdı
hiçbirinde yoktu çatlak ve keder
ama bir yer vardı ki
tam sol göğsünde
paramparça olmuştu
o kalp diğerleri gibi değildi.. niye?

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:52 PM

Kırmızı Pabuçlu Hayal Perisi

el fenerlerinin yumuşakça dokunduğu
dişleri olmayan bir yüzdü o gece gözüken
çamurdan ayaklı ve elleri titreyen
dağınık saçlarıyla ve korkulu gözleriyle seçilen
ufacık ellerini kıymıklar süslemiş
bir güzeller güzeli çıktı yıkık evden

acımasız gecenin kurbanlarını
gördüklerimize inandıramamıştık
kayıp kalplerini durdurmuşken
güzeller güzeline gelmemişti onlar tanıdık

içini ısıttıktan sonra
konuşturabildi yüzü temizlenen
masalsı bir rüyada
hatıraları karıştıran
düğmelerle süslü kutuyu konuşturursa
bir hayal perisi gözükürmüş ona
kırmızı pabuçlarıyla
yıldızlara basa basa
gökyüzünde dansedermiş aklın sıra

yapraklar sararmadan hüzünden ayrılınca
mevsimler beyazlamaya başlayınca
uzun bir rüyada
bir hayal perisi yaklaştı bana
çıkartmış kırmızı pabuçlarını
götürmemi istiyor kendisiyle o gece konuşana

saçlarına ak düşmüş mevsimden
trenler korkup kaçışırmış
yıldızlar koşarken penceremden
canlandırdığı elektrik direklerine
hayal perisi sarılmış, bana bakar
çok da sabırsızlanırmış

eskimiş kilimle dolu
içinde ocak olmayan
bezden eve yaklaşınca
kıpırdanmaya başlamış
kırmızı pabuçtan yürekler
diller mazide gezinince
kucağa gelirmiş inci dişler

kıvılcım seslerinin ortasında
mutluluk dansı yapılınca
tutulurmuş ufacık ellerden
çıkılırmış karanlığa.
gözler çiçek açtığında
bir nefes üflenirmiş
mavi hırkası sökülmüşün kulağına
seslenecekmiş ona masalsı bir rüya
aklın sıra
o hayal perisi yaklaşıp
uzun uzun konuşacakmış onla
mevsimler yeşillenmeye başlamadan
pabuçlarını takmayacakmış ayağına
o gün gelinceye kadar
dansetmeliymiş onun yerine karlarda
eğer dediğini yapıp
bu sırada bakarsa yıldızlara
hep bir gülümseme belirecekmiş
güzeller güzelinin kırmızı pabuçlarında...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:52 PM

Kim Bilir?

hani
sorarırız ya
birbirimize:

bu dünyayı
çok okuyan mı
çok gezen mi bilir?

ben;
hem çok okudum
hem çok gezdim
ama hala cevabını bilemedim...

kim bilir
belki de
çok soran bilir...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:52 PM

Korku ve Kokusu

tenden kaçan kokular sır gibi dilimde
ahenklerin yarını bitmiş
dünü aramış korku treninde

bir sıratsa kokulardan korkmak
raydan çıkmışım ben
o acısı yolcu
sevinci kömür olmuş trende

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:52 PM

Kukla

Kaç saatte büyüttüm seni bir bilsen
bakmazdın bana, sıradan bir sahip gibi
kaç gece oynatmamı istedi seni benden bir bilsen
saklardın beni ketumluğunun altına, savaştan kaçar gibi

ellerim kaçtı
kasıklarım şaştı
sesim rüzgarı aştı
basılı bir kor tanesinde
iplerim bağışlasın beni
kusurlu aşklar çeşmesinde
bedevi kaldım
sabrım taştı
yerin kurudu
sen dağıttın oynar başını

ılık ülkenin bahar akşamında konuşan
yapraklı yollarda alnıma mine koyan
ey duyuların koruyucusu!
ey erkekliğin münzevisi!
yaklaş bana!
bu kuklanın kiriyle
nasıl yıkanır aşk
nasıl imbatlara sarılır
uçar ininden
karanlık niye susmaz ki yerinden
sazını ozana bırakmaz
gözünü sakınmaz tenden

öğret böceklerin dilini
çamura karışayım yarın
kapat kuklamın perdesini
yüzüne bakayım yarın

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:52 PM

Kumar

bozarsın gecenin bekaretini
bir arzu kandilini yakınca
ihanet kovuklarını
aşk macunları ile kapatınca

baharat kokulu lanetlerde
kase kase esanslar üşüştü dilime
rana rakkasıyla
mana ipekleri giydim

işte pare kabul etmez o an da yürek
fetvası kadar korkutmaz
samyeli kadar taşınmaz
bir kadim bilgidir aranmaz

efsunlu tütsülere pervane olursun
meşru dillerde maskara diye kovulursun
ne beden kalır mağfi
ne de yükselişin kavisli

ayinlerin kibar olsa da hunhardır
kavunlar koksa da orada yalandır
ne huşu beklersin benzinde
ne iffet dilersin bereketinde

solungaçların hasatını kutlarsın
teslimiyetin filizlerini toplarsın
ne baykuşun sesine kanarsın
ne de devenin hörgücüne

mordan kırmızıya atlarsın
sudan çoraklığa kaçarsın
erili de erkili de tadarsın
ama yatağından bir milim kaymazsın

oradayken buralarda dönerse kumpas
hamle kabul etmez işte buna kıyas
kimse beklemiyor ki bir kudas
sadece varsa yoksa özdeki elmas

şişirilen camın ıslanıyorsa
gizem tuğran siliniyorsa
gümüş tepsin iştahlanıyorsa
arama artık ne bir malik ne de birlik

aşkın gübresidir sevgi
köhne derler de dizlerine, tutmaz
mermer derler de yüreğine, oyulmaz
bir sayı kumarıdır bu, oynanmaz!

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:52 PM

Küller

Kısık sesle bir çığlık attım cihana
Ağlamaya başladım yalnızlıktan sonsuzluğa giden yolda
Gülücükler saçan hüzünlü palyaçoyu aradım gül bahçelerinde
Ama ızdırabın ölümü hepsinden acımasızdı

Kırık bir oku çıkardım gönlümde
Saf sütü kustum sonunda içimden
Olta attığım kırmızıya beyaz bulaştırdım.
Günleri afaroz ettim mağaralarda

bir kılıç aldım elime
ve biçtim sazlıkları
ölümle burun buruna gelenleri
kafasını kopararak kurtardım

İşte gücün adını koyan sen
Bana verdiğin gözleri
bu uğurda akıttım
Kanımı şerefine kaynattım

Sisin kokusunu
Yaramın tuzunu sevdim
İliklerimdeki soğukluğunu
Kalbimdeki deriyle sakladım

Ellerim yüzüne değdiği her an
Bİr filizin yandığını gördüm
Seni yoketmek isterken
Köpeklerini besledim

O bebekleri arıtan bir kase biliyorum
Yünle kaplanan bir elbise
ÇArşafla kaplanan bir alın
Bunlar benim sana hediyem olsun.

Ancak,
Bilmelisinki
Bu savaş benim değil
Herkesin
Ama Sen beni ilk sıralardan tanıyacaksın

Ve son sıraya geldiğinde adımı anacaksın.

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:52 PM

Küp Şekerden Düşgen-II

-Aşk sanatının sadece hissedilen matematiğine...-

sayısız paralel evrenlerinin üstünde
tanrının attığı bir zarla
kırıldı içlerinden bir düzlem
ve katıldı bardaktan boşalan geceye
zaman tünelinden düşen
Küp Şekerden Düşgen...

Küp Şekerden Düşgen
hapsolduğunu hissetti birden
parmaklıkları demirden
yüzeyi mavisinden bilinen küreye
ölçtü, biçti ve yakaladı kurbanını
zihin kanallarında yuvarlanmak üzere
Halkalı'daki kiralık bir sobalı dairede...

hayrandı hayran olmasına
seçtiğinin kübist tablolarına ama
kiremit teniyle
saçlarının büklüm büklümlüğüyle
kırmasını istiyordu artık zincirlerini
zengin ve kadınlığını keşfedecek bir erkekle

lâkin kaderin cilveli kafesine bakın
küreselleşme karşıtı
baston yutan çember sakallı fakir bir gence
aşk tutsağı edilmişti sütun bacaklı o kadın
efkarlanarak daldırdı
gümüş tablasına parmaklarını
çıkık Kutusundan çıkardığı
kibrit çöpünün tekiyle alındı boğazına
kalın purosunun acı tadı
dansederken yüksek ökçeli topuklarla
şarap şişesindeki son damla
düşüyordu beli kadar ince kadehinin ucuna
gramofondan uçan elmaslar
doluşurken kulağındaki raflara
çaldı kapısını çember sakallı
yüreğinin kirişlerini yakan korla

gömleğindeki odunlarla
mahallelerden birinin kenarında yakaladığı
üçgen bir vücudu alıkoyuyordu çember sakallı
ok gibi kesişti gözyuvarları
ayakkabı dolabının yanından
sahte Picasso tablolarına kadar
yürüyebilirdi ancak ikisinin bacakları...
sonunda dışbükeyden iki dudak
birleşti sobanın kenarında yassılaşarak
sütün bacaklı kadın
çözdü üstündeki fiyonkları
çıkardı kelebek tokasını
dağıttı büklüm büklüm saçlarını
kare cepli donunda
oval bir öpücük izi bırakılınca
yerleşti aniden kucağına
sandalyede birikmiş çember sakallı
aldı eline buzları
dikleştirdi kadının göğüs uçlarını
oluk oluk döküldü kiremit tenine
buzdolabından yeni çıkmış süt kutuları
takozu kaldırılmış tekerlekler gibi
balkonun fayanslarına girince
emretti zurnanın son deliği
kadının sütun bacakları pergele uyunca
çember sakallının kamışı
karanlıklarla kaplandı kadına özgü oyukta
zevkin köşeleri dört olunca
borazankuşları inledi balkonda
uçarken bütün aşk balonları havaya
evin bacasına kaçan metal topla
aşağıya düşen bir tuğla
yamulttu çember sakallının kafasını
ve bozdu pembe panjurların şablonlarını...

üzerinden geçen silindirle
sütun bacaklı kadın
ağladı uzun bir süre
çember sakallının
piramitlerin içi kadar dondurucu göğsünde
yere düşürdüğü her gözyaşı
sütunları çözülemeyen bir karebulmacaydı
sanat-aşk-zaman üçgeninde
tam rayına girdi derken
yap-boza dönmüştü yine yaşamı

koştu salonuna
içi kabarık
sütun bacaklı kadın
buzkıracağıyla saldırdı aynasına
yere yığılıp kalan cam parçalarıyla
yaklaştırdı sivriliğini bileğindeki damarlara
o anda
bir ağaçtan koparak
pencereden girdi yavaşça
iğne uçlu yayvan yeşil yaprak
uçuşarak yapıştı
sütün bacaklı kadının yılankâvi saçlarına
sarkıt oldu kış güneşinin ışıkları
yüzen kağıt gemi gibi
sütün bacaklı kadının
gözyaşlarında saklı prizmasına
ısırgan dudaklarla bakındı aynaya
teğet geçiyordu mematından
tayfını gördükten sonra
öptü kolyesindeki haçı
kare tuşundan hat halınca
duyurdu sesini kablonun öteki ucuna
aldılar cenaze arabasıyla
çember sakallıyı balkondan
yatırdılar
gölgesi yıkık minareye sarılı
tabutu hilal bakışlı
soğuk musalla taşına
gömülü kaldı dualar
kan çanağı Dünya'nın
anıt olmuş toprağına...

baktı dairesine tekrardan
sütun bacaklı kadın
çemberin dışında kalamadığından
kaçıramadı gözlerini televizyon ekranından

ikiz kulelerin yıkılmasıyla
tank sesleri
top seslerine karışıyordu
küreselleşme yanlısı
ya da karşıtı
ne farkederdi ki
kazık kadar adamlar
birbirlerinin karnına çengel sokuyordu
moloz yığınları arasında
herşeyden habersiz çocuk
annesinin sırtında
rulolanmış gazete kağıdıyla
çubuk makarnaya muhtaç ediliyordu
kelimeler düğümlendi boğazına
kendi kendine söylendi olanlara
'bunlar insan hayatını lego mu sanıyordu...'
çıkardı kalemden dolmayı
ve son bir solukla yazdı
zarfı kazıklara saplanacak mektubunun
kanlı satırlarını:

'ben elmas rüyaları olan
küreselleşmeye yanıt
sütun bacaklı kübist bir kadındım
ne sizin minarelerinizin süngüsüne
ne bizim çanlarımızın sesine kapılmış
küreselleşmeye karşıt
çember sakallı fakir bir gence aşıktım
anlamaz mısınız
zeka küpüne çakılı kalmış beyinler
bilmez misiniz
sabır küpüne dönmüş yürekler gibi
insani değerlerin
bir cetvelle kesinkes ölçülemeyeceğini
yumurta kapıya dayanmadan
siz de bizim gibi
eğrisiyle doğrusuyla
yuvarlak bir dünyada
duramaz mıydınız
bir mozaik olarak yan yana
aynı toprakta? '


sayısız paralel evrenlerinin üstünde
tanrının attığı bir zarla
çok kırıldı içlerinden bir düzlem
ve eridi bardaktan boşalan geceden
zaman tünelinden çekilen
Küp Şekerden Düşgen...

------
'
sıyrılır
zeka
küpünden
sabır
küpüne
yapışanlar
anlatır
aslını
bilinçli
yapan
hatalar
'

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:52 PM

Küp Şekerden Düşgen

-sanatsal aşkın sadece hissedilebilen matematiğine...-


sayısız Paralel evrenlerinin üstünde
tanrının attığı bir Zarla
kırıldı içlerinden bir düzlem
ve katıldı bardaktan boşalan geceye
zaman tünelinden düşen
Küp Şekerden Düşgen...


Küp Şekerden Düşgen
hapsolduğunu hissetti birden
demir Parmaklıklı masmavi bir yerküreye
ölçtü biçti ve buldu kurbanını
beyninin kanallarında yuvarlanmak üzere
Halkalı'da tuttuğu sobalı bir kiralık dairede
hayrandı hayran olmasına
seçtiğinin kübist tablolarına ama
kiremit teniyle
saçlarının büklüm büklümlüğüyle
kırmasını istiyordu artık zincirlerini
zengin ve kadınlığını keşfedecek bir erkekle birlikte

lâkin kaderin cilveli kafesine bakın
küreselleşme karşıtı
baston yutmuş gibi yürüyen
çember sakallı fakir bir gence
aşk tutsağı edilmişti sütun bacaklı o kadın
efkarlanarak daldırdı
gümüş tablasına parmaklarını
Çıkık Kutusundan çıkardığı
bir Kibrit Çöpü sayesinde çekti boğazına
kalın purosunun acı tadını
dansederken yüksek ökçeli topuklarıyla
şarap şişesindeki son damla
düşüyordu beli kadar ince kadehinin ucuna
gramafondan uçurduğu Elmasları
girerken birer birer kulağındaki Çekmecelere
çaldı kapısını Çember sakallı
yüreğinin kirişlerini yakan ateşle

oduncu gömleğinin arkasında
kenar mahallelerde inşasına başladığı
üçgen bir vücudu saklıyordu çember sakallı
gözyuvarlarının keşişti ayakkabı dolabının yanından
duvardaki sahte Picasso tablolarına kadar
yürüyebildi ancak ikisinin bacakları
ve sonunda iki dışbükey dudak
birleşti sobanın kenarında...
sütün bacaklı kadın
çözdü geceliğindeki fiyonkları
çıkardı başındaki kelebek tokasını
dağıttı büklüm büklüm saçlarını
kare cepli donuna
oval bir öpücük izi bırakarak
yerleşiverdi aniden sandalyedeki adamın kucağına
çember sakallı erkek aldı eline buzları
ve dikleştirdi kadının göğüs uçlarını
oluk oluk döküldü kiremit tenine
buzdolabından yeni çıkmış süt kutuları
takozu kaldırılmış bir tekerlekler gibi
soğuk balkonun fayanslarına geçince
geldiler zurnanın son deliğine
pergel gibi açıldı kadının sütun bacakları
ve girdi çember sakallı erkeğin kamışı
karanlıklarla kaplanmış kadına özgü bir oyuğa
zevkten dört köşe oldukları anda
borazankuşu gibi inlediler balkonda
uçarken bütün aşk balonları orada
evin bacasına çarpan bir topla
aşağıya düşen bir tuğla
yamulttu çember sakallının kafasını
ve bozdu pembe panjurlarının şablonlarını...

üzerinden silindir geçmişe döndü sütun bacaklı kadın
ağladı uzun bir süre
çember sakallının
piramitlerin içi kadar soğuk göğsünde
yere düşürdüğü her bir gözyaşı
çözülmemiş bir karebulmacaydı
sanat-aşk-zaman üçgeninde
tam rayına girdi derken
yap-boza dönmüştü yine yaşamı

hiddetle koştu salonuna
ve buzkıracağıyla saldırdı aynasına
eline aldı yere düşen bir cam parçasını
ve sivri ucuyla yaklaştırdı bileğindeki damarlara
o sırada bir ağaçtan koparak
pencereden süzülerek girdi yavaşça
iğne uçlu yayvan yeşil yaprak
uçuşarak yapıştı
sütün bacaklı kadının yılankâvi saçlarına
ardından
kış güneşi sarkıttı ışıklarını
Bir kağıt gemi gibi süzülen
sütün bacaklı kadının
gözyaşlarında saklı prizmasına
tekrar baktı aynaya
ve aynı anda düşündüğü ölümden
teğet geçti, ışığını gördükten sonra
öptü kolyesindeki haçı
kare tuşundan hat halarak
duyurdu sesini kablonun öteki ucuna
bir cenaze arabasıyla
aldılar balkonda yatan çember sakallıyı
Ve yatırdılar minare gölgesindeki
hilal bayraklı tabutu
soğuk musalla taşına
dualarla gömüldü sonra
Dünya'nın kan çanağına dönmüş toprağına...

Tekrar dairesine döndü
sütun bacaklı kadın
çemberin dışında kalmadığından olsa gerek
merak etti ne olup bitiyor diye
televizyon ekranına biraz gözgezdirerek...

tank sesleri
Top seslerine karışıyordu
küreselleşme yanlısı
ya da karşıtı
ne farkederdi ki
kazık kadar adamlar
birbirlerinin karnına çengel sokuyordu
moloz yığınları arasında
bir annenin sırtında herşeyden habersiz çocuk
üşümesin diye rulo yapılmış bir gazete kağıdıyla
çubuk makarnaya muhtaç ediliyordu
tüm yaşadıklarından sonra
boğazında kelimeler düğümlenerek
kendi kendine söylendi olanlara
bunlar insan hayatını lego mu sanıyordu
dolmakalemini çıkardı
ve yazdı zarfına koyup
kazık kadar adamlara yollanmak üzere mektubunu:

'ben elmas rüyaları olan
küreselleşme yanlısı
sütun bacaklı kübist bir ressam kadındım
ne sizin minarelerinizin süngüsüne
ne bizim çanlarımızın sesine kapılan
küreselleşme karşıtı
çember sakallı bir gence aşıktım
anlamaz mısınız
zeka küpüne çakılı kalmış beyinler
bilmez misiniz
sabır küpüne dönmüş yürekler gibi
insani değerlerin
bir cetvelle kesinkes ölçülemeyeceğini
yumurta kapıya dayanmadan
sizde bizim gibi
eğrisiyle doğrusuyla
yuvarlak bir dünyada
duramaz mısınız
bir mozaik olarak yan yana? ? ? '


sayısız paralel evrenlerinin üstünde
tanrının attığı bir Zarla
çok kırıldı içlerinden bir düzlem
ve ayrıldı bardaktan boşalan geceden
zaman tünelinden çekilen
Küp Şekerden Düşgen...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:55 PM

Lanet

Bilmem bilir misiniz
boyum çok uzundur benim
ama kimse bilmez ki
bu yüzden üzerimde bir lanet vardır...
inanmayacaksınız belki ama
nereye kafamı vursam
ona aşık oluyorum
işte böyle garip bir lanet benimkisi...

daha anne karnında içime kurt düştü, şu lanet neredeymiş diye huysuzlandım
bıngıldağım bir kalbe değdi, napayım yerimde duramamışım
o gün bugündür o kalbi güldürmek için uğraşırım...

büyüdüm, okula gittim, hemen huysuz bir kız sevdim, tavlamak için
kitaplarını taşımaktı niyetim
önce bir öpücük ver der demez, niyetimin başımın üstünde yeri olduğu öğrendim
o gün bugündür onları okur okur didiklerim...

bu kızlardan bana hayır yok, dedim tek başına gece serinliğinde hava alayım
kafamı gittim Ay'a çarptım, dedi ben düşmeden tutunayım
o gün bugündür onun ışığının altında şiir yazarım...

sakarlığın önde gideniyim, böyle olmayacak ben öğlen sıcağında yürümeliyim
bu sefer de Güneş'i komalık ettim
o gün bugündür doğuşundan batışına kadar onun başında beklerim...

sıcak bastı terledim, gittim denize atladım
kafamı kaldırdığımda bir yunusun burnuyla karşılaştım
o gün bugündür onun gibi ıslık çalarım...

gün geldi bahar oldu
bizim kafa gitti bir arı kovanını buldu
o gün bugündür onların balını yerim...

sınavlar yaklaştı, bu deli kopya çekmeden matematik öğreneyim dedi
hiç aklından geçmezdi başının göğe ereceği
o gün bugündür onunla iştigal ederim...

çalışırken dışarıdan bir koku aldı burnum, çıkayım bakayım neyin nesiymiş
dedim
yağmur bulutlarından önümü göremeyeceğimi nerden bilebilirdim
o gün bugündür onlar gelir gelmez koşuya giderim...

çok koştum artık şu bankta dinleneyim dedim
aniden nefes nefese gelen bir topu kafamda hissettim
o gün bugündür onunla tenis oynarım...

maç bitti eve gideceğim ayaklarım bir yola girdi
yolun ortasındaki ağacın dalı kafamı pek sevdi
o gün bugündür onun gölgesinde uyurum...

devran döndü tekrar gece oldu
hop demeye kalmadı olan yıldızlara oldu
o gün bugündür onların parıltılarında hayal kurarım....

leylayım yaklaşmayın şu aralar dedim
bir kuşun pislemesiyle ancak aklımı başıma getirdim
o gün bugündür onların cıvıltılarıyla uyanırım....

gözümü açtım bir balıkçı teknesinde, görelim dedim hani nerdeymiş benim
balıklarım
şükür ki yelken direğini ıskalamamışım
o gün bugündür onunla yaşamak için kafa patlatırım...

keçileri kaçırmadan gittim bir ağaç köPage Rankingüde soluğu aldım
bala bak, orada da bir keçiye rastladım
o gün bugündür lanetimi herkese söyletmek için inatlaşırım...

dedim bıktım artık şu lanetten, isyan ediyorum
gittim kafamı duvarlara vurdum
o gün bugündür dört duvar arasında ağlar dururum...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:55 PM

Lezzetin Yoktu...(haiku)

lezzetin yoktu
şiirin ismi gibi
acısı katık

göğün sessizdi
ateşböceği gibi
ötüşü ıslık

rengin ıssızdı
ebemkuşağı gibi
yarama sadık

çölün ıslaktı
mezarın üstü gibi
aşka alışık

anın dipsizdi
çocuğun aklı gibi
sızıma layık

düşlerin dardı
bahçe kapısı gibi
kaşları çatık

gözün tazeydi
baykuş bakışı gibi
avına yanık

belin büküktü
yoncanın dalı gibi
yeşili çığlık

yaşın yirmiydi
sudaki erkek gibi
ağdaki balık

yazın bahardı
kalpteki çiçek gibi
özüme kılık

saçın siyahtı
toprakta çelenk gibi
ruhuna azık

dilin bülbüldü
gülüne tapan gibi
boşluğa batık

yüzün geceydi
kaçılan inler gibi
dışı karanlık

sisin dargındı
yağmur damlası gibi
içi aydınlık

busen zehirdi
denizin sesi gibi
elleri açık

izin yeniydi
kelebek seli gibi
gelişi dağınık

yolun uzundu
tarla faresi gibi
çenesi sanık

yerin belliydi
verdiğin sevgi gibi
ufka dağınık

kalan soğuktu
saçılan bakış gibi
başları kalkık

O sonbahardı
kuru yaprağım gibi
ölüme kanık

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:55 PM

Maske

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

Doğduktan sonra
alınır bir tane
ölmeden önce
satılır bin tane

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

benzemez
hiçbiri birbirine
giyilir
duruma göre

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

görünce
göremezsin çirkinliğini
göremeyince
görürsün güzelliğini

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

gün gelir
ağlar sevdiğine
gün gelir
güler sevmediğine

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

bazen
doğruyu gizler
sevmediğinden
bazen
yanlışı ister
sevdiğinden

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

gece
yokedilir varolanı
gündüz
varedilir yokolanı

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

az bulunur
hep çıkarılamayanı
zor bulunur
hiç takılamayanı

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

kanmaz
kendisinin söylediğine
kanar
başkasının söylemediğine

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

Ve böylece
gelir ki
ölüm döşeğine
karşılar herbirimizi
karanlıktan bir maske
koyulur
tüm maskeler öne
sorulur ki
uyar
bu duruma hangi maske
girer
tek başına kabire
istenir ki
benzemelidir
herbirimize
doğarken giydirilene

herbirimizin yüzünde
çeşit çeşit maske

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:55 PM

Masum Sözler Uğruna...

Sözlerin ok sayıldığı yıllarda büyüdüğüm ben
Kızgın korların fırsat olduğu sokaklarda
Paçavraların gururla taşındığı o zamanda
Bir çocuk olarak elime aldım kemanı

Biriktirdiğim pullarda resmimi gördüm
Kardan adamın gözlerinde acıyı
Çalan okul zillerinde küfrü şakıttırdılar adıma
Ve o çocuk bu sefer aldı çanı eline

Her köşe başında salladım onu sağa sola
Etrafımdaki gülümsemeleri indirdim yarıya
Kuytu köşelerdeki sahipsizleri gösterdim onlara
Bir aşkı başlattı bir ufak melodiye kanarak

Özgürlüğün şarkısı oldu o sonraları
Artık bir ırmağın şırıltısı almıştı bayrağı
Küçük sincaplar taşıdı bir süre
Sonra o yaşlı adam gördü sonu

Yılların kuyusunu kazmaya başlamıştık yavaş yavaş
Sahipsiz sözcüklerimi bağışlamıştım artık
Adresler önüme yığılmıştı ağırcana
Geldiğim yer öksüz kalmıştı şimdi

Bitmedi dedim, işte o an
Yıkamazsınız beni, kalacağım o okların ucunda
bir bülbül bekliyor şimdi yarını
dönüşümü erteleyin kıymayın bana

Ve mazgallar gibi suyumu çektiler
İçimdeki sanatı körelttiler
Artık prangalarla yaşıyordum
Fikri benden çekip alıp götürdüler

Bu cehennemin sıcağını anlatır bana
MEzar taşının soğukluğundan farklıdır hani
Böceklerin tırmalamasından
Gözlerinin akmasından

Bir yaşam şarkısıdır işte bu
Bilemezsin çanların kimin için çalacağını
Ruhunun efendisi olma uğruna
Sadık hizmetkar olarak yaşarsın şeytanın

Kırgınlıkları atsaydım eğer üzerimden
Sevgimi köreltseydim hizmetkarlara
Yalnızlığı salsaydım kalabalığa
Şimdi o paçavraları gururla taşırdım söyle ona

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:55 PM

Mektup

Değiştirilemeyen acı diyarında...

Tarihi kandıramayan bir yavuz
saat seherin dördü, azbuçuk geçmiş dokuz
çarpışmalar, top sesleri,
düşen soluksuz
kantar ise yine topuzsuz

korkunç sesin toprağı kaldırdığı devran
zeytin saçlı bebek yerde, ağlamayan
kanı kurumamış, mektuplu yerde yatan
yer: galibin olmadığı, olamayacağı vatan


umut...

yerde yatan ve ağlamayan
baksaydı birbirine o an

sorar mıydı günahsızı, sebebine
niye yaraşır, kalır bu insanlığın günlüğüne
cevap verir miydi geçmişi, geleceğine
yeter miydi soluğu söylemeye
hata idi, sevmelisin sadece


hüzün...

ah, ah arzuhal
bir soluğa muhtacım lal
akmayacaktın nehire böyle
olmayacaktı küllerden bir sal...

değiştirecekti böğürtlenler rengini
bırakmayacaktı güller peşini
aşk kalacaktı sadece
ve sadece bülbüllerin sesi


keder...

vurmayın artık yüreğine güm güm
eylediniz beni kudüm
nasıl dinecek bu hüznüm
hep ama hep yaşlı gözüm

sazlıklarımı rüzgarsız bıraktınız
güzümü bile yapraksız
yeter artık isyan ediyorum desem
baharım geçecek şarkısız


aşk...

aklımı tutamıyor ellerim
dudaklarını yakalıyor dilim
anlamsızca çıkıyor kelimelerim
oysa daha okunaklı gözlerim

tangoların keskin dönüşleri
kemanların narin sesi
duvakların en incesi
bebeklerin minik ellisi

kin...

analar doğursa da yağızları
kaçırsada şehirlerden
çağırır kaderi
tez yayılırmış savaşın zehiri

ey beden avcılarının aradığı kurban
karşındaki, efendilerin koynundaki yılan
kanacaksın, sararacaksın, kızacaksın
alacak seni kayınlardan

ölüm...

doyamadan emzirilene
kanamadan sevdiğine
gençliğine geleceğine
mektubun verecek mukabele


ekin...

değiştirilemeyen acı diyarında
bıraktığım umutlarımda
karaladım hüzünlerimi
aşkıma sığındım
kinime yenik düştüm

ah ah arzuhal
bir soluğa muhtacım lal
sevgi varken
ölüme kandı hayal...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:55 PM

Mutluluk Oyunu

İnsan
korkar
mutlu olmaktan
çünkü
emin değildir
kendinden kaçırdıklarından

insan
sapar
anılara dokunmaktan
çünkü
emin değildir
güçlüyü oynamaktan

insan
bakar
çıkmaz sokaktan
çünkü
emin değildir
yoluna kusacaklardan

insan
ağlar
yalnız kalmaktan
çünkü
emin değildir
boşlukta solacaklardan

insan
kusar
gecesiz karanlıktan
çünkü
emin değildir
ışığın doğurduklarından

insan
kaçar
gerçeği duymaktan
çünkü
emin değildir
yüreğine bakanlardan

insan
solar
buruşmuş kağıttan
çünkü
emin değildir
kalemin ağlamasından

insan
doğar
yargısız tabiattan
çünkü
emin değildir
ölümün korkuttuklarından

insan
oynar
mutluluk oyunundan
çünkü
emin değildir
insanlığın sapacağından

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:56 PM

Nasıl?

Ellerimle yorgun yüzümü traş ederken
görevi bitip giden deri hücrelerimden ne farkım var şimdi?
neyin tazeliği neyin eskimişliği...
Aynaya yaklaşıp bana bakarken
senin kadar geçici olmadığımı kim söyleyebilir ki şimdi?
çekilirsin oradan
ve yok olur tüm görüntüm doğadan...

Tanıksız bir cenk,
soluksuz bir kelam mahkumuyum.
eşkalimi asmışlar geleceğin bahtsız suratlarına,
oysa ki çoktan hazır benim tabutum.

zamanın arkamdan hançerlediği gövdem
sabırsız bakıyor artık içimdeki dem
çocuklarımın göğüslerine ektim çiğdem
erbabına sorarsanız beni istiyor sanem

yetişemedim taş basılan kursaklara
üzülemedim sabun yapılan balinalara
söyletemedim hile karışan tartılara
soramadım bunları yürek okşayan kavuştuğuma

kendimin ibretini kaybettim
özgürlüğümün tezkeresini verdim
günah kefenini
üstüme göre biçip giydim.

yine de soyup çıplak bıraktılar beni ağaçlar
alnımda yazılana bakmadan yürüdüler benimle kuzular
yol nereye götürür bilemesem de
bekliyordu beni iki türlü sefaret
ya olacaktım bir esrarkeş
ya da basit bir simkeş...

varoluşumu arıyorum
varedenimi...
bana söyleyin nolur
nasıl varız denir
nasıl yokuz denir de
üstümüze başımıza bulaşmaz çamur?

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:56 PM

Neden?

Neden tilki gibi bekleriz hep *******i de
sinsice düşünür ve gündüzü def etmek isteriz inimizden
yavrusunu koruyan anne gibi
içimizin yaşaması için savaşırız her gece gündüzle?

Neden hep zorlukları göğüslemek isteyip de
basit anları gözümüzün önüne getiremeyiz
ve basitce bakamayız kendimize
nasıl olur da sevgililerimizin özünü kabul ettiremeyiz gözlerimize?

Neden mucizeler aradık birbirimize inanmak için de
göremedik bedenimizin her köşesinde saklı olmayan mucizeyi
çok mu basit gördük bunları
ve bunu anlatabilmek için mi soluttuk ömrümüze havayı?

Neden hem uygarlık marşlarıyla coşup da
hem anlatamadığımız acılarla uyuştuk sessiz bir köşede
başkalarının acılarıyla kendimizi susturup
aklımızı kanattık dışarıya doğru?

Neden hep korkularımızı sevdik de
onları gerçekleştirince sevindik
bu yüzden mi savaşlarda kahramanlar yarattık
ve evlerde korkaklar bıraktık?

Acaba acı duymaya bağımlı kaldık da
kemanların konuştuğuna mı inandırdık kendimizi
ve bunun için mi paylaşmak istedik dostlarımızla
yalnızlığımızın bizi daha güçlü gösterdiğini?

Acaba boşlukta yaşamaya alıştık da
neyi ondan mı üfledik tersten
ve bu nedenle mi döndük acı güneşinin etrafında
bedene sıkışmış gezegenler gibi vurduk demden?

Acaba ağlamakla mı boşalttık kinlerimizi de
yine annelerimizin şefkatini özledik
içimizdeki o özlemi
kinlerimizi yok etmek için de karşımızdakine söylemedik?

Neden hep gizemli bilgiyi arar olduk da
esir ettik insanlığın her bilgisiyle kendimizi
bilgi edinip, özgürlük isteyip efendi olunca
hemen haritalarda sınırları çizip hiçliğe kapılmasını istediğimiz köleler diledik?

Neden hırslandık sahip olma gücüne de
çocuğumuzun yaşayacağı yerlere çöpler döktüğümüzü önceden göremedik
orada kokacak çöplerinse
bizim hırslarımızın yenisi getireceğini bilemedik?

Neden sevişmekten korktuk ve gökten yalanlar bulaştırdık ona da
yanımıza yalnız kalmamak uğruna yeni korkaklar topladık
neden ateşli sevişmelerimizi anlatamadık etrafımıza
ve samimiyetimizi ifade etmek için çaba sarfetmek zorunda kaldık?

Neden bedenlerimizi günah diye mimledik de
onlara bakamadık bir ressam gibi
anlatamadık çıplaklığımızın da bir çiçek bir dağ gibi
koklanması ve keşfedilmesi gerektiğini?

Neden doğadaki kutsal bilgileri çalıp da
onu yok etmek için kullandık
sonra evlatlarımıza saray bırakırken
yemyeşil kokulu ağaçlar istedik bahçesinde?

Neden hep uzaklarda olmayı istedik de
yanımızdakilerin de o bilinmeyende olmak istediğini görmedik
söylemeye korktuk mu çevremizde hesap verecek kimse görmek istemediğimizi
ve hala direttik uzakların, bulunduğumuz yerden daha güzel olduğunu söylemeyi?

Neden hatalarımızı anlamadık birbirimizin de
bunun için mutsuz insanlar olduk hepimiz
bunları kabuğumuza korumak adına her gün birbirimizin yüzüne vurup
baskı kurduk oynadığımız bu saçma oyunda kardeşimize?

Neden bu oyunu oynadık binlerce yıldır da
bir an için sevgimizi kalbimizin tozlu çatı katından indiremedik
ve orada bulduğumuz hafızamızın çektiği fotoğrafların
sadece siyah-beyaz olduğuyla kandırdık beynimizi?

Neden karşımızdakinin içindeki özü görmedik de
kendi özümüze ağ ören nefreti yakıştırdık ona
ve her gün kimse beni anlamıyor deyip
aslında herkesin şarkısını söyledik dört duvar arasında?

Neden bu yüzden yalnız kaldığımıza inandık da
intiharlarla yırttık hayat tuvalini
düşünemedik aslında çoğunluk ve bir olduğumuzu
insanlığın mutluluk resminin renksizleşeceğini?

Neden oyaladık bunca yıldır insanlığı felsefi karşıtlıklarla da
kral çıplak ve aşık diyemedik çocuk saflığında
Güç lanetine kapılıp büyük olmaya özendik de
o zaman neden hep çocukluğumuzun özgürlüğünü özledik?

Neden tanımlama ihtiyacı duyduk herşeyi de
hissetiklerimizin ve düşündüklerimizin mezarını kazdık
herkes farklı tanım koyunca haliyle ilim pınarının önüne
önyargıdan barajlarlarla set çekip akamadık sevgi denizine?

Neden bir kez olsun hayallerimize korkularımız kadar şans vermedik de
cenneti boyayamadı yeryüzüne dillerimiz
acaba hep mutlu kalmaktan, daha mutlu olmadan korkuyoruz da
yine cehennemi istiyor haşarı hayallerimiz?

Neden bu kadar soru işaretiyle doldu gözlerimiz de
cevabın sorunun kendisi olduğunu söylemedi bir türlü geçmişimiz
soru işaretini kullanmanın nokta kullanmaktan daha barışçıl olduğunu
bir türlü yediremedi kendine kibrimiz?

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:56 PM

Oannes

Defnelerin kokusunu saçlarına toka yapmış
Badem gözlerinde Ay'ın halesi gözüken sarışınım.

Demiştim sana:

'Eğer ki kalbimi koza bellemiş bir kelebek
senin bahçende kanat çırpabiliyorsa
o bahçeyi önce koklamalı
sonra da sulamalısın' diye

Şimdi ise görüyorum ki
o bahçede gündüzleri çiçek açar oldu
kelebeğim pır pır uçuverir oldu.
*******i kalbindeki özü içine çeker oldu.

niye gözyaşlarını içine akıtıyorsun da
onları yüzüme sürmeme izin vermiyorsun
saatlerce göğsüme saplanıp
hayallerindeki ayak basılmamış sahili bana anlatmıyorsun

belki taşacak benimkilerle birlikte o nehir
belki çam ormanlarında çalacağım seninle özgürce lir

niye takılıyorsun saatin kadranına
gözün ne demek olduğunu bilen sarışınım
Niye mumların alevinde
içindeki karnaval davullarını çalmıyorsun bana

Sen Oannes olmalısın
yarı balık yarı insan
balinaların karnında nefes alan
içinde kin nefret barındırmayan
bilgi dağıtan
hüzünlü efsanelerdeki kadın kahraman

uzun sarı saçlarınla saklıyorsun şuh bakışlarını
Gözlerinden geçen bulutlarda
akıt artık o yağmurlarımı içime
çeksin toprağım onları
bir ağacım daha büyüsün
bir tomurcuk daha açayım evrene

hadi inat etme
bir gülücük resmedeyim yüzüne
güçlü fırçalarım var
şerbetli ellerim
ama senin yüzün kadar saf değil
yine de inanmanı isterim
resimdeki seni seven erkeğe

Hadi inat etme
acıların tutmasın artık bir çetele
palavra sıktıralım dünyaya
işkence edelim savaşa, bozguna

kendi dünyan
kendi bedenin
sevdim onları, içini
on yedi katlı cennet gibi

hadi inat etme
tekrar o sevdiğim ipi bırakalım gökten aşağı
inelim yeryüzüne
tutuşturalım pamuk şeker yanaklarını
onlara aç bebeklerin minik ellerine

hadi inat etme
gel kısrakların üstünde sevişelim senle
kirpiklerimiz dokunsun birbirine
Yine çalsın Pan'ın flütü
toknaklarında ilişeyim bedenine
ceylanlar izlesin yalnızca bizi
bir de Anka kuşları ötsün üzerimizde

oradan çıkalım gidelim şelale altlarına
bedenlerimize bulaşsın suyun şekli
Yıldırımlar çaksın, şimşekler bulaşsın üstümüze
artık dokunsun tenlerimize yağmurun elleri
koparalım çilekleri sürelim birbirinizin diline
sonra öpücüklerimızı elele koşturalım seninle
buzağı sütüyle sataşayım sırtına
yemyeşil yapraklarla boyayım boynundaki ısırığı

bir tılsım kadar hafif narin bir alemde
iincitmeye kıyamadığım
unutmadığım kabuğunu tıklatıyorum işte
keman telleri üzerinde vals yapmaya bekliyorum seni
bizleri göğe çeken senfoniler çalarken
sadece gözlerimdeki güce çağırıyorum gözlerini

hadi inat etme
hayalindeki sahilde
toplayalım senle denizminaresi işte
sığ sularda dolaşıp
ayaklarını ayaklarımda gezdir de
taşıyayım seni dalgaların kalbine

hadi inat etme
göbeğimi gıdıkla işte yine
in çık istediğin yere
avuçla sert göğsümü
sarayını gezdir misafirine
dolaşsın içinde
kaosun çocuklarını doğuralım o serinlikte

Bir salgın hastalık yayalım damaklara
sevgi virüsleri dolaşsın herkesin kanlarında
öldürsün kin hücrelerini
yoketsin bilgeliği bitiren nefretleri

Hadi inat etme Oannes
hadi çıkaralım dilimizin altındaki anahtarları
huzurlu melodiler yumurtlayan balıklara verelim
napacaklarını bilirler onlar içimizdeki saklıyı
bırak iyileştirsin oğullarımızı
bırak iyileştirsin kızlarımızı

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:56 PM

Orhan Veli'yle Konuşuyorum Bedenim Boyalı

alıp başımı gitmiştim
koşmuşum Ay'a kadar
üstümde ter kokularımla
yorulmuşum germiştim hamağımı
bahar rüzgarında
yapraklarını sallayan iki ağaca
tam gözlerimi kapattım kapatacağım
diyordum değmeyin keyfime aman ha! ! !

birdenbire duydum ismini
hani şu gürültülü takalar geçerken
sessizlik senin sesinle üzerime gelirken
çekilin Orhaan Velii geliyor diye
kulağıma kuşlar fısıldarken
ya gidin başımdan dedim
yalan söylemeyin yok daha neler
aa sonra bir baktım
gökyüzünü boyuyor biri mavi mavi
bir baktım deniz yırtılmış dikiyor biri
Uzaktan tanıyamadım ama
deniz feneri aydınlattı çehreni
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

bak bak kıskandım şimdi seni
yahu bu bana yapılır mı
elimden almışın deniz kızını?
oh oh cepler de çıkmış dışarı
utanmadan bide sarmışın sırtına balık ağlarını
bedava bunlar galiba...
ne işin var burada senin diye sordun ya
dedim hiç sormaa...
beni de bu havalar mahvetti...
gel gevezelik edelim senle dedin
mahzun duruyorum istersen ilişme dedim
bir sordun neden
bin ah çektim içimden
yine de senin gibi yarım yazmıyorum öyle mısralarımda
yaklaş hele anlatayım sana da
gör bak adalara giden gemiler artık tertemiz geçmiyor
pisletiyorlar güzelim denizimizi
nerde sizin devirdekiler
ya yan yata yata diye söylenirsin değil mi?
sorarım sonra ben onlara
sen üzülme göremedim diye
kurşunkalemim yanımda
tamam tamam unutmadım kırmızı bayraklı
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

biraz ölümden konuşalım tamam da
ya öterse ağustosböcekleri
o zaman son nefesimizi veririz işte
görürüz o zaman sonra sonsuz denizi
neyse...
Tüm bedenimi boya sen yine
hani aramızda kalsın ebemkuşağı renginde
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

Hayret! ...ne sırlar anlatıyorsun da
kafam şişmiyor hayret!
Hala Londra Konferansları'nda bahsediyorsun anladım da
geçti onlar anam babam geçti geçti
şimdi herkes seçimleri sakız gibi çiğniyor ağızlarında
biliyor musun
hani derdin ya
bu gaz maskeleri ay ışığını bilir mi
hep bir ağızdan şarkı söyleyebilir mi
orda duralım...bak onlar geçmedi işte
şimdi de mekanik insanlar çıkarttılar başımıza
aklın sıra
güya şiir yazacaklarmış yavuklusuna
hem de güneş batışında hem de Rumeli Hisarı'nda
peh.. bu da senin falcı kadının sözü olsa olsa
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

lakırdılarını, aşklarını anlattın bana tüm gece
ne hayatın varmış senin öyle bee
şeytana uymuşun bi de
eski karının dedikodusunu yapmıyor musun bak yine
sakın ha! hiç değişme
avunalım şairliğimizle işte
Bak aman söyleme Melih Cevdet'le Oktay Rıfat'a
bir sır vereceğim sana
ben sırf seni sevdiğim için seviyorum onları
Mahmut gibi dalga geçmesinler sonra
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

Kadınlar mı dedin?
haha ben Mualla'yı atmamıştım sandala ama
senin kadar çılgındım tasalanma
çok çocukluk yaptım senin gibi ben de çok kadınla
adlarını sorma...
yok öyle yağma...
üşenme edebiyat tarihçilerine sor sen de...
ne çektirdin herkese be
bir isim uğruna öyle kütüphanelerde.
hiç komik değil, gülme öyle...
onu bırak da
ben en çok şu balıkçıları anlatırken baktım senin gözlerine
nasıl gözlerdi öyle be
benimkiler bile kıskandı senden akanları
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

hadi içelim şu rakıdaki balıkla
salatayı iliştir üstüne dedin de
süt içerim ben dedim de yüzünü ekşittin
meraksız çocuk musun oğlum dedin
kıramadım seni koydum bir kaç damla
o zaman da kafanı ben şişirdim
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

bilmezler işte yalnız yaşamayanlar
nasıl korku verir sessizlik insana
nasıl koşarlar aynalara
bir cana hasret
Asıl sen söyle bakalım
biliyorum serde erkeklik var ama
Ağlasam
Sesi mi duyar mıydın mısralarımda
dokunabilir misin gözyaşlarıma
o yerdesin işte biliyorsun
epeyce yaklaşmışım ben sana
seni duydum, gördüm tamam da
nasıl anlatacağım seni
geri döndüğümde insanlara
aman boşveer altı üstü derler deli
gel ağ toplayalım senle bir güzel şimdi
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

ya baksana
insan olmak derdin, hür olalım derdin de
niye esir oldum ben sana bu kadar
kelle fiyatına mı yoksa bu da?
Ah ah Orhan Veli
biliyor musun çok özlemişim ben seni

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:57 PM

Oyuktaki Güç

Nasılda parmaklarımda eriyor kısacık tazecik saçların
erkekliğimi eskitiyorum bu mor odalı koyunda
avuç dolusu güç kamçılıyorum sana
nasılda zevk kırıntıları bırakıyor arkasında

emilen küpeler
silkinen tenler koyultuyor feleğimin rengini
bezler parçalanıyor ahşap oymalı divanında
sessiz sersemler gibiyiz biz o oyukta...

süt dilin
bade terin
iç iç bitiremiyorum dudaklarımda
ben bittim onlar akmaya devam ediyor sırtıma.
ateş parçası buz damlası oluyor
nostaljik bir roman gibi okuyorum seni
her bir sayfanda bir deli bir de deli edeni

Eros uyanıyor geliyor şafağın gerisinden
ok yetmiyor mızraklarıyla saldırıyor
menekşe kokunu veriyor süzülen yanaklarıma
parmakların dolaşıyor seni kavrayan diri kollarımda
iz bırakıyorum kalçalarında
sözlerim oynaşıyor kulaklarınla

masal perisi değilsin ama ondan güzelsin
nar değilsin ama ondan alevlisin
kırbaç değilsin ama ondan betersin
masmavi gözlerin gözyuvalarıma yerleşirken
ıslaklığım içindekini bitirsin

zamanın çeşnisi başlıyor kokmaya
yalıçapkınları çobanyıldızını oyalıyor
sokak lambalarına kızan gölgem dumanları boğuyor
sızıyoruz köşedeki işlemeli mindere
işlenmiş sahneleniyor bedenlerimizde

nasıl da avuçlarım kayganlaşıyor senle iken
bir posta güvercini gibi heyecanlısın
bir kaplan kadar gururlu
nerede kaldı senin keklik ürkekliğin
ilk nehrinde niye bukadar çabuk boğuldum sorarım sana

olmasaydı etrafta toscanın çikolatalı opera armonisi
kimi zaman sessizlik kimi zaman ney taksimi
yapışırmıydı bu dudaklar boynundan geri
karışırmıydı şişen göğsüm göğsünden ileri

olsun bu da yastıkaltı öyküsü gibiydi
kapı altından bırakılan bir not gibiydi...
bilinmedik ezberlenmedik bir bahçe camında
üstsüzlüğüne kapıldım işte...
tekrar gelir miyim bilmem yanına
beyaz pelerinli prens gibi gizemli an adımı ormanında
belki çeker kanım azgın köpük çıkaran dalgalarını
belki duymak ister korkularım ruhundan serpilen gerilimli hatıraları
istersin sende belki kucağımı, yanımı, bağrımı...

kuş cıvıltılarının duvar öremediği sabahta
hırsız gibi pencerene giren esintinin
aramızdaki yangına yetişmesiyle uyudun da
söndü gözlerinin mavi ışıkları
coştu gözlerimin yeşil akıntıları...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:58 PM

Ölü Cenin Hatıraları

yine o savaşçı deli kadın
soyunun kabuğunu soyuyor
ağlayan doğum ormanlarında
başını çeviriyor günışığı
bir batımlık soğuyor zaman
kalbini dağlıyor sırtlan gülüşü bacakları

yine o savaşçı deli kadın
üstünde kirli çamaşırları
akıl suyu değirmenleri altında
pamuk tarlalarına kayıp gidiyor akıntısı
bir batımlık soğuyor zaman
yüzük parmağında kalakalmış yılan dili acısı

yine o savaşçı deli kadın
rüyasını anlatıyor sürünün sonuna
baharı teselli ediyor karçiçekleri
posasında serpili kum yasası
bir batımlık soğuyor zaman
kozadan çıkartılıyor baltaların sapı

yine o savaşçı deli kadın
ateşten şişlerle örüyor
göz arkasındaki bezleri
inkar ediyor yalnızlığını
bir batımlık soğuyor zaman
dizlerinde kesik düğüm kalıntısı

yine o savaşçı deli kadın
köle siyahı biriktiren ayaları talip
diri diri bayıltılan günahlarına
tek celsede boşaltılıyor yaşamı
bir batımlık soğuyor zaman
buz üstünde bulunuyor kalem kutuları

yine o savaşçı deli kadın
dişlerini arıyor sokakların yırtık cebinde
öykünüyor yelkenli merdivenlere
sıçramış düşlerine sarı adımları
bir batımlık soğuyor zaman
sesinde kızarmış duvar yazıları

yine o savaşçı deli kadın
tüylerinde mandallı çığlıklar
kusarak çizmiş hortlakları
görgü tanığı gardiyanları boğazlıyor tualini
bir batımlık soğuyor zaman
koltuğuna dikiliyor masabaşı çıngırakları

yine o savaşçı deli kadın
dudağında yükseliyor uçuk takımadaları
kaşlarını geriyor çarmıha
göğüs kemiğine bağlanmış kuduz köpek tasmaları
bir batımlık soğuyor zaman
omuzlarına düşüyor asırlık çam ağaçları

yine o savaşçı deli kadın
ödlek ellerine küsüyor suratı
kendi yurdunda bozgunda eklem yuvaları
görülmemiş bir kuşa aşık
bir batımlık soğuyor zaman
kolunu da uçuruyor kanatlarının hafızası

yine o savaşçı deli kadın
kazıyor gökten altı başlı Ayışığını
deri pazarındaki ucubelerle
akik taşı savaşlarını anlatıyor
bir batımlık soğuyor zaman
karaya vuruyor ölü cenin hatıraları

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:58 PM

Ölümüm Ele Geçirdi Kalemini

Sürgüsü çekilmiş gözlerimi açtığımda
beni yücelten kalemler gördüm mezarımda
acıtmak mı istiyorsun ölümümü yoksa
rahmine girmek mi yine anadan doğma?

uslarım için yaratmıştım parmaklarımı
türpülemekti amacım köşeli hatıralarımızı
bostan korkuluğu gibi dikildiler karşıma
korkmamı istiyordu acı tarlaları

üstünkörü yazgılar için
tırpanladım korkularından kaçanları
edepsizdik hepimiz bir o kadar da taze
yalnızlığın için ekmiştik tohumlarımızı

bende bilirim çiylerin tabutuma akışını
süzülen sarının beyaza kaçışını
ama bilmekten öteydi sensizken çürüttüğüm sancılar
tekrar doğurtmak istemiyorum yüreğinde ölümümün kışını

çünkü çoktan donmuş olmalıydı sendeki hislerim
sanki çığ altında kalmalıyım dediğim bir seçim
bir kez olsun kurtarma derinlere gömülmüş sevgimi
bırak karların altında sessizce uyusun seni isteyen sözlerim

istemez miyim sanıyorsun özlemeyi
anmaz mıyım sanıyorsun gözlerime değişini
gökyüzü dolunaya sarılmışken
aramaz mıyım sanıyorsun sevişmelerimizi

toprak altında olsam bile
çağırışın hep kanımın akmasını istiyor
al işte bir damla daha ölüm kurban ediyorum
yokluğumu kemirip bitiren sesine



bu gece sabaha karşıma alarak
konuştum senden kaçan beni artık susturman için
isyan bayrağına silmişken bana bakan gözlerini
’anılarımda asla figuran oynamaz’ demesini bilmeliydin

satır aralarına gizlenmiş esrimelerinle
kalemini ele geçirmeliydim
boğmaya çalışsam da onu mürekkeple
yüz kırbaç vursam da sırtına biliyorum ki
özlemini kağıtlara dökmekten hiç vazgeçmeyeceksin...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:58 PM

Palyaço

her güne gülümsetmek için başlar palyaço
ve özene bezene hazırlanır bu sihirli anlara
yırtık pabuçlarını giyer ve rengarenk elbisesini temizler
sadece işi güldürmektir onun
ve sadece güldürdüğünde mutlu olduğu sanılır...

en çok ufak çocuklar anlar onun neden mutlu olduğunu
çünkü sadece onlarda saf gülüşü yakalar palyaço
kalabalıklarda ancak işini yapabilir
panayırlarda adı anılır ama orada bile nefes alamaz o

ve gün biter palyaço evine döner
içindeki kapıyı aralar
bakımsızlıktan gıcırdamasını bile kulak asmaz
ortalık darmadağındır
heryerde toz, karanlık ve havasızlık hakimdir
bir tek kalın kitapla yaşar orada palyaço
onu içer, onu yer, onla yatar, onla kalkar
okur, bağırır ve yalanlarını yazar oraya tek tek
ya gerçekleri nereye yazar palyaço?
sadece suya yazar parmağıyla...
ve an boyunca bilinir ve yok olur gerçekler....
ışık ise yine bir tek anda gözükür palyaçoya,
o kapıdan minik bir çocuk girdiğinde aydınlanır her taraf
ama hiç gülmez çocuk palyaçoya
hep ağlar onun dizinde
palyaço ne yaparsa yapsın güldüremez o çocuğu
tavuskuşlarını anlatır ona
ahududu kokusunu okur kitaptan
kuşların uçuşunu
arıların vızıltısını
akasyaların masalını dile getirir
taze bir aşk hikayesini paylaşır onunla
gülmesi gerektiğini ve çağırır dilinden kalemine çocuğu
ama nafile...
çocuk çünkü gitmek ister o kapıdan dışarı artık
özgürce oynamak dolaşmak ister palyaçoların toplaştığı kalabalıklarda
cebindeki elma şekerlerini vermek ister.
hergün bisikletini alıp bir gazeteci çocuk olarak,
sadece insanların mutlu olduğu haberleri yazan gazeteyi kapılarına bırakmak
ister
neden kırmızı burunlu olduklarını bir bir anlatmak ister o palyaçolara
ama bizim palyaço hiç bırakmaz onu dışarı..
suratına sert bir tokat atarak bırakıp kaçar o daracık kapıdan
ve sabahın ilk ışıklarına kadar bir papatyayla ağlar onsuz
kimse mutlu değildir o evde...

hep düşünür o çocuk, sadece gözlerinin aydınlattığı odada
bir tarafı cehenneme
bir tarafı cennete bakan
bir dağdaki uçurumun kıyısında
yüzü olmayan bir çıplak bedenin
verdiği piyano resitalini dinler hep
ağlar o notalara tutunarak kurtulmaya çalışanları o sıcakta
güler o notalardan kevserlerin döküldüğü şelalelere atlayanlara...
hiç anlatamaz oysaki o beste,
bir noktadan sonsuz doğru geçtiğini
ve her doğrunun sadece kendi doğrultusunda ilerlediğini
sadece yankılanır o seslerde palyaço olmamız gerektiğini

ve bir alman palyaçonun dediği gibi,
alışkanlıkla inanıverir insanoğlu, bir söz işittiğinde.
Böylece onun neyi düşüneceği belirlenmiş olur...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:58 PM

Pazar Nedimesi

posta güvercinleri...
artık daha sever oldum,
daha sevecen, daha beyaz bakıyorlar artık bana...
hiç de soğuk değil
ve hiç de eskisi kadar yavaş atmıyor minik kalpleri...

sıhhatın sabun köpüklerini patlatan
çocuk gibi oynamak bu sokak aralarında
ve her geçen anın adını koparmak gül yapraklarından...

sessiz konuşmalar söylenecek
sallanan sandalyeler üstünde
ve ebrularda yüzünü çizmeyi beceremeyeceğim yine belki..
bu kaçıncı sergi bu kaçın resim diye saymıyorum artık
ve artık sadece suyun özüne dalıyorum
bir yunus gibi ve Yunus'un içerisindeki deli gibi...

sadece bir obua sesinin hızında yazacağım adını sulara
ve kimse tanıyamayacak böylece yüzünü
sözünü kalbimin kapakçıklarında kanatacağım
ve salacağım atardamarlarıma...
hiç temizlenmeye gerek duymayacaksın orada....

ne denli iri kar taneleri yağıyor artık kitaplarıma
ve soğuyor iyice yazdıklarım
ve sıcaklıklarınızın arasından
sadece enerjiniz
ve bana bakan gülümsemeniz düşüyor
ve bir taçla tutturuyorum onu boş sayfalara...
hiç yazı olmasın istiyorum orada....
sadece düşlerinizi çizmek
ve boyamak istiyorum kara kalemle kalınca....

bir tazecik gül kurusu oldun artık sen
ve neşelice bakıyorsun artık etrafa özgürce...
ya bizlerden ne bıraktın
yıkayamayacağım kokulu pelerinin dışında
ve dostlarım orada mı
soruyorlar mı beni
'ne yapıyor bizim deli? '

şu erkekler niye bu kadar açlar kadına
ve sonra niye bana patlarlar kadınlar
yolda, sokakta, telefonda ve lafta...

işte birini daha aldı benden
erkeklerin bu açlığı
ve çeviremeyecek artık
gül kurum telefon tuşlarını...

orada yaşama düşlerini
ansiklopedilerde bile göremeyeceğiz
artık ilerde...

annenin gözkapaklarına sahip olamayaşını,
babanın mezarsız oluşuna yanışını
ve küçük masum mavi gözlü kardeşinin bağırışlarını ise
duyacağız kulaklarımızda hep birlikte...

ve bilinmez gözler olarak bakacağız
ve artık sarılamayacaksın bana biliyorum
ama yüreğimde saklı kalacaksın yine...

hep bunlar yazacak sinema afişlerinde
ve sadece senin oynadığın bir başrolde
neon lambalarda kahkaha atan fotoğrafın düşecek
şehrin ve doğanın yakamoz lağımlarına...
ve filmin sonunda yazılanlarda alacaksın ödüllleri..
en iyi yönetmen, oyuncu, müzik ve kostüm...

benim hayatımda en iyi filmi olmayacaksın belki ama
ya onlara ne demeli?
ya onlar kimi alkışlayacaklar şimdi
tek seyrettikleri bu trajedi filminde?

anlamsız şakşaklardan başarı öykülerine
sadece sözlükteki adını bilecek herkes
ve tazecik bahçelerde düşleyecekler seni...

bir sevgilinin hediyesinde gülümseteceksin sevileni
ve genç kızlar sürecekler bazen seni boyunlarına işveli...
ya bülbüller?
hep onlar sana aşık olacak değil ya
şimdi sıra sende artık
nidaların onlar için atmalı
ve teşekkür etmelisin onlara....

ben ise sadece susarak alkışlayacağım seni
kaderin cilvesindeki rolümde...
hep bana düşer bu suskunluklar zaten
ve ölüm denen kurtuluşun açıklamasını yapmak da
sızar yapılan konuşma programının son satırlarına..

ne meşhur adammışım ben ki
şu ölümü tatmadan anlatmak
ve özümsetmek olmuş benim görevim..
bi tatsam zaten ne kadar silecekler gözyaşlarını
ve ne kadar gözükecek dişleri?

huzur rüzgarları ve gözlerindeki ışık yıldızları...
bunlarla bırakıyorum seni yeryüzüne
ve ne mutlu ki birinin daha mezarı gözükmedi yüzüme?
sanırım bu yüzden ölümden hiç korkmadım
ve senin gibi susadım obuanın notalardaki saltanatına...
benim için çal
her baktığım resimde
her dinlediğim müzikte
her soluduğum nifakta...

ve gülümse
senin için yaratılan yeni yemyeşil ve berrak denizde
ben mi?
beni düşünme
ben yine saka kuşu gibiyim merak etme
her gözü oyuluşunda daha güzel ötüyorum
ve doluyorum ölüm türkülerini dilime...
birazda fırçamı süreceğim
sudaki bana bakacak akisine
neyse unut bunu beceremeyeceğim gene
sen mi?
sense bir şahin kadar asil bakıyorsun biz fanilere
ve yüzün bir deniz perisi kadar nur gözüküyor gözüme
umarım sözünü unutmazsın

gülümse....
babalar gününde bize verdiğin hediyeyle gülümse ki
saka kuşun coşsun pazar ilahisiyle
pazar nedimesiyle....

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:58 PM

Saatlerime Kar Yağdı

yaşatamıyorsun bu dünyanın aşklarını
bir bebeğin rengini bulmamış gözlerinde
ninnileri dinlettiremiyorsun azmış kinlere
bir türlü uyutamadın onları kabuslu *******de

soğuk kış ayazında, sıcak bir kulübede
şömine başında, Ay eşiğinde
sallanan bir sandalyeye yerleşirkene
yazılıydı bu satırlar saklı bir kitabın içinde

bir tarafta uyuyan sevgilin ve ona bakan gözlerin
bir tarafta tavşanlar ve onları ısıtan gülücüklerin
donmuş bir kale kapısı gibi sanki beklediğin
zorlayıp kırmak istediğin ise sonsuz düşlerin...

insanlığın ziyafetine az kaldı dediğin
çıkılmaz kulelerde el verip çektiğin
orman kokularını üfleyip beslediğin
bir düşü gösterdi hissettiğin

karlar üstünde kan damlalarını saydığın
özgür dağlarda ismini sayıkladığın
kayaların arasında saklayıp bıraktığın
bir aşkı dinlettirdi çağırdığın

tüylü kalemlerden parşömen kağıtlarına
üstad çizimlerinden akit sandığına
gizleyerek kaşıdığın ölümsüz yaralara
bir son güsterildi kalanlara

kara bulutlara bakarak oyduğun
arkana bakmadan soyduğun
ayrıntılarını aradığına sorduğun
bir heykel bitirdi konuştuğun

odun seslerinden sayfa hışırtılarına
kadın dilinden aşk bataklıklarına
kudüm iniltisinden köpek havlamalarına
bir doğumun korkusu yapıştı duyduklarına...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:58 PM

Seni Arayış

arayışın bu yüzünde;

hüzünlü şarkıların tanburuyum
taksimlerde dolaşan
kimi rüyaların şairi
kimi deryaların kayıp kaptanıyım ben.

ehram görmüş tazeciklerin
şarap görmüş hancıların dergahında
sultanların kadehi
çobanların hissedilmeyen asasıyım ben.

irkilen karanfillerden af dileyen
kırılan burçakların hoşgörüsünde
leylakları toplayan
nergislere boş bakan kucağım ben.

dağların yıkamadıklarına hırslanan
önyargıların ezemediği alçaklığın gençliğinde
kanı karla temizleyen çağın
hiçbir zaman olmayacak varisinin özlemiyim ben.

yalnızlar diyarında dost kapısından açılan
karanlık mahzeninde eskitilen fıçıdan kaçırılan
herşeyi çözecek, bulunamamış inci tanesini
gözlerinden akıtan deniz kızının bakışlarıyım ben.

doğmamış çocukların beklenen kaderine
ölmemiş dedelerin son soluğuna
yazılmamış kitabın harflerine
hatla yazılmış laleyim ben.

sürülmemiş toprağın meyvesini veren
çalınmamış güzelliklerin anahtarını diken
işlenmemiş madenlerin parıltısını seçen
kırılmamış kalplerin gülümsemesiyim ben.

girilen kapıların ilk ışığıyım
sönen yıldızların son sözü
kasvetli şimşeklerin gürültüsünde
masumluğun ilk yağmuruyum ben.

anılan oğulların ağıtıyım
kazılan kuyuların ipi
sızılan inlerin ekmeği adına
saçılan yardımların eliyim ben.

bilinmezim
aranmazım
görülmezim
hissedilenim

ben ışığım
ben acıyım

ben tohum
ben ölüm...

bende hangi nota, sendeki nokta
hangi sayı resmin...
söyle sen kimsin?

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:58 PM

Serenat

elindeki son hissi kime bağışlardın...
ya da bağışlayabilir miydin?
dönüp gelir mi bu soru
içine çektiğin görünmez nefesin ortasında
yoksa çıkar gider mi
ciğerlerinin içinden çıkan buhurlu diğer nefesin sonunda
ben düşünsem de
sen düşündün mü hangisi gerçek nefesin
hangisinde ağladın genelde
hangisi seni öldürdü tüm ******* boyunca
hangisiyle bağırdın da
dengeni bozdun,
çizdiğin son çizginin ucu tırtıklı çıktı karşına

yumuşak hatlardan uzaklaşıyorum...
yüzüm daha kemikli
ellerim şimdi daha kirli
istesem de değişmeyecek şeylerin altına
niye koyuyorsun şimdi fitilli bir bomba?
kendini dolaşmaya çıkardığın zaman
gözüne ilişen ilk yeşille yıka gözbebeklerini
benimkinden daha güzel
daha kalıcı
ve eminim daha da kısar sesini
dileğim ki
ipinin her iki ucu senin adına kaçsın..
çözülsen de düğümlensen de
sarılı kalsın üstünde
kelimelerinin kulağını kesip
tablodaki insanın eksikliği doldurdum
sözlerimi anlatamaz oldum sende

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:58 PM

Sert Sessizlik

saat üçte
çıt etse afife
ötse peşpeşe
İshak Kuşu kafeste
pıt pıt kaçsa pisi pisi
kuşak kuşak
seçip takip etsek
küpesi afaki
tokası haki
sokaktaki çıtı pıtı afeti
kâh ekşisek
kâh kapışsak
uçuk kaçık okşasak sapakta
siftah istesek
hatta sıkı fıkı içsek iki tek
köpük köpük içki koksa saçı
fesata kıs kıs peşkeş çekse
hafif pusu şaşsa
şap şup öpüşsek ite kaka
kapısı sökük katta
etekse etek
ipekse ipek
açık saçık çökse apışa
tutuşsa fahişe ateşi
susasa şahikası kasıkta
ufak çapta uçsak
aksi tutup
aşsa ütopik tasası
pışık etsek
takışşak hesap kitapta
tepişsek
pat etse tüfek
affetse şikeste kaşı
ases suç üstü çıkıp
tıksa şu kışta hapse
topu topu iki hafta
kısasa kısas sopa atsa
eskise peteksi ışık
aç tok üşütsek kof taşta
çekikse sehpa
tak tak etse istihkak
sıska ipte
us pekişse şıp şıp
ses ses ses
'ah keşke
sökse kekeç şafak
aheste aheste
ah keşke
sussa şakak
içteki tıpası çıkık o hakikatte'
ise
-inan hepsi bozardı sert sessizliğini-

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:58 PM

Sevişeceksin

ağzında buz kırdığında
ormanda kaybolduğunda
terasa çıktığında
klozeti kapattığında
şelalenin altında
paraşütle atladığında
at sırtında
güneş battığında
havai fişekler patladığında
kurtlar uluduğunda
tren vagonunda
sinema salonunda
dilini kanattığında
ada vapurunda
yaya kaldırımında
tenis kortunda
opera çaldığında
deniz yatağında
tramvay yokuşunda
dolmuş kuyruğunda
sabah kahvaltısında
deniz manzarasında
uçurumun kıyısında
köy pansiyonunda
çadır hayatında
irlanda barında
divanın kenarında
peri bacalarında
saçlarını kokladığında
sütten bıyık olduğunda
arabanın arkasında
reklamlar başladığında
antik tiyatroda
metro çıkışında
yemek masasında
rafting botunda
yerebatan sarayında
boynunu ısırdığında
motor direksiyonunda
yastık savaşı yaptığında
otobüs durağında
flamenko ağıtında
kiralık karavanda
havuz başında
su kaydırağında
mağaranın karanlığında
at arabasında
benzin istasyonunda
sörf tahtasında
çatı katında
şömine başında
çıplak olduğunda
SEVİŞECEKSİN

küvetten çıkmadan
gün doğmadan
utanıp sıkılmadan
vizeler yaklaşmadan
bekçiler basmadan
üzerini çıkarmadan
adını sormadan
masaja başlamadan
gözleri kapanmadan
alkol almadan
nefret duymadan
çayın soğumadan
kucağında uyumadan
hocalar yakalamadan
paçaları sıvamadan
okulu takmadan
mehtap kaybolmadan
denize açılmadan
sümelaya çıkmadan
şiir yazmadan
kapı zili çalmadan
yemek yanmadan
abisine yakalanmadan
tulumun ısınmadan
kalp kırmadan
dağa ayak basmadan
telefona çıkmadan
kuşları kaçırmadan
çiçekler açmadan
duvara tırmanmadan
tadını kaçırmadan
SEVİŞECEKSİN


kapı eşiğinde
iççamaşırı giymediğinde
ağaç dibinde
bahar geldiğinde
şarkı söylediğinde
karşındaki istediğinde
gemi güvertesinde
fotoğrafını çektiğinde
şehirlerarası otobüste
bar tuvaletinde
deniz otobüsünde
samanlar içinde
dilini emdiğinde
şezlong üstünde
burnunda kar tanesiyle
kale içinde
balık pişirdiğinde
iç geçirdiğinde
gök gürültüsünde
sırtını çizdiğinde
kavga ettiğinde
cırcırböcekleri öttüğünde
ölümü sevdiğinde
sallanan sandalyede
deniz iskelesinde
kır kahvesinde
balon yükseldiğinde
soğuk parkede
bronz teninle
saklı kentte
rembetika bittiğinde
faytona bindiğinde
suyun derinliklerinde
seni öptüğünde
kaptan köşkünde
aynı anda istediğinde
Taksimin göbeğinde
elleri üşüdüğünde
yüksek sesle
çamlıca tepesinde
ağaç evde
komşunun bahçesinde
dağın zirvesinde
gel dediğinde
yıldızların büyüsünde
efes harabelerinde
karpuz kestiğinde
masal bittiğinde
denize girdiğinde
finaller bittiğinde
deniz fenerinde
poponu ellediğinde
tarlayı sürdüğünde
yapraklar düştüğünde
çocuk düşündüğünde
köşebaşına geldiğinde
okul kantininde
kız kulesinde
atlar kişnediğinde
SEVİŞECEKSİN

kanın kaynamışken
çimler ıslanmışken
patron gelmeden
sahilde yürürken
tuvalete girmeden
mumlar sönmeden
çapayı çekmeden
rahatsız etmeden
ev boşalmışken
Ay tepedeyken
ayaklarını suya salmışken
çöpü dökmeden
yatak serinken
yıldız kayarken
çilek dilindeyken
gökkuşağı açarken
düşünde görmeden
balkona çıkmışken
bisiklete binerken
son birkez demeden
burnunu öpmüşken
soyunmayı beklemeden
kış gelmeden
asansöre binmişken
traş olurken
dondurma erimeden
göbeğini gıdıklarken
film izlerken
beste yaparken
araba kullanırken
antremana gitmeden
hamaktan düşmeden
köpek gezdirirken
ritmi tutturmuşken
dudaklar ıslakken
uyku sersemiyken
odanı kilitlemeden
parmaklarını sokmuşken
duman ağzındayken
sırtın terliyken
ağda yaparken
karlar soğukken
duş alırken
kimseye gözükmeden
klima açıkken
dilini bilmeden
elbisesini yırtarken
göğsüne yatmışken
kötü adam ölmeden
yağmur yağarken
yazı yazarken
seni istemişken
ailesi gelmeden
müzik dinlerken
ders çalışırken
kumlar sıcakken
çömlek yaparken
onu soyarken
dans ederken
duvara dayamışken
üstünü örtmeden
çoraplar ayağındayken
bedenin boyalıyken
gözlerin kapalıyken
elin değmişken
SEVİŞECEKSİN

Kalbini açtığında
cenazesini kaldırmadan
ruhunla hissettiğinle
yarınını bilmeden
SEVİŞECEKSİN

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:59 PM

Son Nefes

Düşündüm ki;
insan son nefesinde
neleri doldurur içine
ve çeker
bitmesini istemezcesine.
düşünsenize
son nefes
son an
son düşünce bu
o son nefeste

Düşündüm ki;
insan son nefesinde
yalnızca aşklarını çeker içine
düşünsenize
aşık olduğu zamanlarda
düşünmüşlerse
hangi aşkı ölümsüz
hissetmişlerse
bitmesini istemezcesine
onları düşünürler
o son nefeste

Düşündüm ki;
bu konuda da hiç yazmamış şairlerde
bulamadım son nefeslerini hiçbir dizede
düşünsenize
her anı anlatmak için düşünüp
şiire aşık oluyorlar
bitmesini istemezcesine
son nefese gelince
hiçbirşey yazmadan
kaçıp gidiyorlar
o son nefeste


Düşündüm ki;
zeka bu yüzden verilir
Ve hisler
en derin nefesini alır
bitmesini istemezcesine
o son nefeste

Düşündüm ki;
aklımı düşününce nefesimi
nefesimi düşününce aklımı kaçırıyorum
ben çok düşündüm dostlar
son nefesimin vereceği karar:
düşünmek akla zarar
ne kadar düşünmüşsek
kabirde o kadar azab var

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:59 PM

Temmuz Karanlığı Kulağına Fısıldarsa...

Sıradan bir Temmuz zifirisi
ne hatırlatır ki insana,
gökyüzüne baktığında
yalnızlık burcu şekillenir mi?

sonsuzluğa dalarsın
çaresizce,
dosta nameler dökülür kalbinden
hilalin kıvrımlarını çizerken

aydınlanır birden zihnin
zifiri boştur gördüğün,
ışığın sonsuzluğunu
yüzsüzce araklarsın yüreğine

sırdaş bellemişindir yıldızları
soğuk denizle dalgalanır anıların,
yıkımların erimiştir İstanbul'da
kalemin dansöz olmuştur elinde.

kozmos'un bütünlüğü kulaklarında çınlar her an
damarlarındaki kan üzülür taşamadığına
akar taşanlar kuru bir kağıtla
anladığın zaman olsun be dostum.

sihire inanmışındır artık
sızmışsındır sineye,
gözlerin fırça olmuştur
renklerini seçersin kubbeden
gökyüzünün Temmuz karanlığında...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:59 PM

Tombak Dede

yok yok
bir başkaydı onun sanatı
bi başka çekerdi sırmasını
bi başka sürerdi civasını

dükkanı da bi başkaydı onun
girişte yığın yığın hasırdan oturaklar
en arkalara kaçmış bizim tombaklar
yani öyle her müşteri
giremezdi içeri kolay kolay
haliyle pek bilinmezdi ince işleri
kıyamazdı da tabi
yani anlayacağınız
sadece gözüne girmeyenlere
vermemezlik ederdi Tombak Dede
kısacası siz deyin ona
evlere şenlik
biz diyelim
idare ettik gittik
amma
ne tepsileri
ne ibrikleri saklardı orada bi bilseniz
inanın
görür görmez
bir yerleriniz şişerdi hemen
Tombak Dede'nin de nazı
oraya kadardı zaten
fena da olmazdı hani
çarşı pazar
dolaşmazdınız fellik fellik
alıp koydunuz mu evinize
olurdu size işte bi güzel evladiyelik
sahi
ne güzel atardı kahkahalarını
ne güzel süslerdi onlarla tombaklarını
yanakları da bi değişikti sanki
al al
tombik tombik...

sizin de içinizden
geçer mi bazen
yani nasıl desem
hani birisine giderken
düşünür müsünüz
onu orda göremeden
ya geri dönersem?
neden sordum
çünkü
insanın içine doğuyormuş hakkaten
geçen hafta kaldırmışlar naaşını
yetmişe de dayanmıştı gerçi yaşı
kimine göre bu tombaklarla
fazla bile yaşamıştı
ne olursa olsun
Tombak Dedemdi o benim
çok çayını içtim
çok tembihini de küpe bildim

hani kalkmadan önce
biraz daha gül diye
dalga geçerdim ya:
'sende yok tabi yenge
bırakmıyorsun bir türlü be Tombak Dede
acelem var
bekler bizimkisi
hadi
artık bana müsaade '
derdim demesine ama
ama senin şu acelen de
yine bir başka oldu be Tombak Dede
alacağın olsun
nur içinde yat emi...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:59 PM

Toprağın Kırmızısı

Hani toprağa ayağın değer ya
ve ruhun yağan damlalarla birleşir o an.
hani bir sanatçı biçimlendirir ya yüreğinin ham genişliğini
kıvılcımın ta kendisiydi bunlar.

işte senle böyle başladı yol arkadaşlığımız
evreni kucaklayan bir pınarın üzerinde
bir çiğ tanesi kadar olan bizler
akıntısına karşı durmak yerine
bıraktık ya kendimizi derinliklerine
elleyemediğimiz ışıklardı bunlar.

engin bir bilinç ne demek anladık o zaman
isyanların boşluğunu
fırsatçıların narını bulduğumuz
alevlerin ortasındakilerdi bunlar.

kelamımızla muhabbet edişimiz
bir tek yüreğimizle kalışımız
kıyam eden yaseminlere tanıklığımız
karacaları anımsamamızdı bunlar

soygunlar olsa da
elimizden alamadığı bir ruhumuzun
bir gülümsememiz var olduğu
bir yolcuğun ilk durağıydı bunlar

nedir gerçekler sence
hırsımızın kurbanlıkları mı
kardeşimizin kanları mı
hipnozun büyüsünü bozduğumuz tarihti bunlar.

bin çıplak ete
bir güzel yüreği değişmediğimiz
kahkahalara kulak asmadığımız
bir ormandaki filizdi bunlar.

ortada dev bir karyan
bir kaç yılan
biraz da zaman
boğuşacağımız canavarın sunduklarıydı bunlar

dağların zulmü
toprağın hükmü
bilirsinki ferahın arkasındaki
aştığımız zahmetti bunlar.

yastık altında sildiğimiz
ellerimizle büyüttüğümüz
sudan daha berrak
akıttığımız gözyaşlarıydı bunlar.

uykunun haram olduğu
masumluğun suç olduğu
paranın ilah olduğu
yıkmaya and içtiğimiz şehirlerdi bunlar.

kucaklara sığdıramadığımız
paylaşmaktan doymadığımız
en büyük silahımızı kullandığımız
zaferin mimarı sevgimizdi bunlar.

İşte o sevginin sonunda
nebulaların ortasında
bir çileğin bıraktığı
sıcaklığın kırmızısıydı bunlar...

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:59 PM

Uzaklar

Ve uzaklardayım şimdi
sonsuz beyaza gömüldüm
tek hissettiğim
içimdeki gücüm

etrafımdaki
bu telaşsız ahenkler
bu sayısız bitkiler
bu acısız yürekler
bu karışık sesler
hepsiyle yok oluyorum
görmüyor musun aşk bu
kavuruyor işte
savuruyor işte
beni birer birer

şimdi sanıksız
şimdi yargısız
şimdi kuralsız
bu eller
bu diller
bu gözler....

yalnızca aşkla başbaşayım
hükmü verilmiş topraklardayım
sonu baş olmuş yollardayım
seni koydum koynuma
sarmaladım soğukluğumla
sımsıcacık
ve sessiz yüzünü
ve anlamadım hala
o mu beni büyütüyor
yoksa ben mi onu
bu benzersiz diyarda

ne yaman çelişkidir ki bu
insanlardan uzaklaşınca teker teker
yüreğimde
daha mazbut
daha büyük
daha yüce
yer edindiler

aşkın göz yaşlarını
sonsuzluğun sanrısını
olduğu gibi kabul etmek lazım
tuzsuz yaraları

ne baktığım bir seraptı
ne tattığım bir şaraptı
bal gibi gördüm seni
bal gibi gözüktün işte
niye inkar edeyim
nolur susturma beni
nolur konuş hadi

Bunca yıl
bunca sayı
bunca kelam
hepsi bomboşmuş
yokoluş varoluşmuş
varoluş bomboşmuş

dönüyorum
duruyorum
karışıyorum işte
bir soruyorum
bir soruluyorum
adım ne
can mıyım
cansız mıyım
canan mıyım?

Ve şimdi
gözlerim delik
dilim kesik
yüreğim ezik

ya bundan sonra
ya bulduktan sonra
nasıl dayanacak
nasıl asılacak
nasıl kanacak
bu delik
bu kesik
bu ezik
hapsolduğum yaşama?

Kan bu
damardaki kan
kanayan kan
susatan kan
akıyor işte
akacak da
sarmaşık gibi
sarmış beni
saracak da
susturacak da
ne büyük acı
ne büyük yara
yakarışım bile
duyulmuyor burada

son bir defa
son bir vefa
hadi uzatma
kırdıralım şu zamanı
yıkalım işte diye
yalvarıyorum sana

ama kan bu
akıyor işte
deli kanı bu
acı kanı bu
konuşmuyor
sokuyor işte
söylemiyor
yakıyor işte
bakmıyor
kaçıyor işte

yine çağırıyor sesin
yine ensemde nefesin
sancısız düşler diliyor
hülya meclisinde bu acizin

bu büyüklük
bu ihtişam
bu nizam
bana çok geliyor
bana yük geliyor
oradan bakınca buralar
çook çok uzak geliyor

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:59 PM

Yal(n) an Mumlar

ışık nesebinden büyük sayılırmışsın
ama gece hakkında ipe sapa gelmez konuşuyor
davet ettiğin gözlerinin doğumgününde
sayacağım bakalım üstünde yal(n) an mumların yaşını
zaten artık yüreğimde kimse onlar kadar uzun yaşamıyor

Reha Başoğul

GooD aNd EvıL 04-14-2009 06:59 PM

Yaptım

Arkasına bakmadan gitmek dedim
gözucuyla bile dönmemek dedim aşka
sihirli kavanozların kokusunda
kızgın yüreklerin sesi bağrımda dökülü kaldı.

irkildi bedenim eziklikte
gösterişten uzak barajlar aşsam da
bir minik kalp kapakçığında beslenen
gergin sinirlerde kaybettim soluğunu

ölümcül günün yıldönümü bugün
karların izinde bulamadığım sesini
gözlerindeki ışığın aydınlatmadığı çadırımda
yumruklarımı başıma vurup ağladığım gündü tam bugün.

seneler gezindi zamanda
sen bir türlü gezinemedin kaldın dilimde
bir uçurum astı, çiviledi beni
bilinçsizce aradım adını anacak bir takımyıldızını silüetinde

çok sessiz düşler ve arkadaşların
ne kadar sevgi açtın yapraklarında sonraları
bir hata, bir sıla kadar olamadı gülümsemen
son anında 'üzülme sakın' demen

ne sözler verdim anılarıma
ne kalın kitaplar bitirdim uğruna
anlatamadığım aşkımdın
şimdi ise tutunamadığım dalım

oysa ki bir dağ daha bekliyordu bizi
bir şarkı daha söyleyecektik orada
bir tepede daha adımızı yazacaktık karlara
bir hayal daha yeşerecekti ay ışığında

nokta dedin oysaki bütün bunlara
beni bana hapsettin yas kokan odalarda
az geçmedi o zaman
az düşmedi yere kan

şimdi sen ordasın ve kimi zaman ellerimde
ve kimi zaman beslediğim kelimelerimde
hiç kızmadın bana biliyorum
ve arkankandiler hiç sormadı bana seni

sen bir gelindin beni ormanlardan soran
bir gemiydin açılan okyanusumda yelken açan
bir suydun özümü sevgiyle boğan
bir ruhtun bedenden öte olan

şimdi burada ve yılları yanıma alarak
istediğin gibi
bir mum bir gül ve bir kırçiçeği
en sevdiğin ses olan cırcırböcekleri

az zaman kaldı doğumuna
buluştuğumuz zaman asacağım fotoğrafını
gel kal diye dönme yıldızlara
verme artık leylaklarını, sinme artık kazağıma

gel artık tekrar yüreğime
ve gözüm ol yeniden bedenimde
dudaklarımı karıştırsın yüzün
önünü görmez olsun öksüzün

biçimsizim biter geçer oyalarına
yaptığın ebrulara dalar düşerim
senimi ararım boyalı sularda
belki olur benden bir tane daha

'üzülme' dedin, 'gül' dedin son boşlukta
'hatan yok' dedin 'seviyorum' dedin
'özleme' dedin, 'beni doğada büyüt' dedin
'yaptım' dedim, her gün için için
her gün senin için...

Reha Başoğul


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 07:16 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.