![]() |
Hazar
Deniz görmemiş bozkırlı çocuklar yaşar, Etrafı çetin dağlarla çevrili göl kıyısında… Emin olunki, onlar su hasreti çekmezler Bilirler, sandalı, martıları, sudaki ışıltıları … Derin mavi gölün dalgaları rüyalarını süsler Doyum olmaz ne zaman baksa seyirle Hazar’a * Geçerken kıyısına yolu düşse birinin kazara Hayran olur, alamaz kendini, doyamaz Hazar’a … Hazar Baba dinelir yanı başında adını verir göle Saf ve temizdir insanı, pek bilmezler hile Anlatılır, çok eski bir batık kentin hikâyesi Anlatılır, dinlenmek için inerken sahile … Kent; bir hamile kadının isteklerini geri çevirir Yayla kent, yedi kat yerin dibine geçiverir Biline! Hazar, Türkiye’nin en derin gölüdür Mavi sularında antik bir kent gömülüdür. … Üzümü, vişnesi, armudu, hem tatlı hem boldur *******i etrafını süsleyen kuzeyden geçen yoldur Kıyısında “Hazar Şiir Akşamları” düzenlenir Geleni, gideni, söyleyeniyle şenlenir Hasan Kocamanoğlu |
Hoca Ahmet Yesevi
Gönüllere merhem, mazlumlara yoldaştı Hikmetli sözleri derdi olanları dolaştı Cahille işi olmazdı Hoca Ahmet Yesevi’nin… … Hizmet eder, Allah’a kul olurdu Yolunda toprak gibi yol olurdu Aşkıyla yanar, söner kül olurdu Hoca Ahmet Yesevi… … Nefsini öldürür, yüzünü güldürürdü Sırlar âleminden hikmetler doldururdu Aşk ile canı köze koydururdu Hoca Ahmet Yesevi… … Dolaşırdı şeriatın bostanında Gezinirdi tarikatın gül zarında Satardı hakikatin pazarında Hoca Ahmet Yesevi… … Hakk’a tabi olup taat kıldı Baş eğdi, oruca adet kaldı Zikirle gece-gündüz rahat kaldı Hoca Ahmet Yesevi… … Genç yaşta nice makamlar aştı Kurtlar ve kuşlarla selamlaştı Kırklar’la, Hızır’la kucaklaştı Hoca Ahmet Yesevi… … Hakk’ın cemaline âşık oldu Mihnetler çekip sadık oldu Hakk’ın dergâhına layık oldu Hoca Ahmet Yesevi… … Allah aşkından haraptı hali Aşk yolunda türaptı hali Gözü yaşlı, bağrı kebaptı hali Hoca Ahmet Yesevi’nin… … Alırdı Hak’tan fermanını Kullara verirdi armağanını Ölüm anında sunardı imanını Hoca Ahmet Yesevi… … Talip olup girdi, Hak yola İhlâsla gönlü verdi Hak’ta mola Yolu Arş, Kürs, Lehv, Kalem’de ola Hoca Ahmet Yesevi’nin… … Hak yoluna vücudunu nalân kıldı Marifet meydanına cevelan kaldı Aziz canı İsmail gibi kurban saldı Hoca Ahmet Yesevi… … Utanırdı İlah’ından Korkardı günahından Dilerdi Allah’ından Hoca Ahmet Yesevi… Hasan Kocamanoğlu |
İnsan Olmanın Onuru
Ben Müslüman’ım diyorsan, Müslüman gibi yaşamak zorundasın… Kıldığın namaz, Tuttuğun oruç, Verdiğin zekât, İyi bir Müslüman olduğunu söylemeli… Secdeye vardığında Günahlarını gözyaşların silmeli… Seni kötülüklerden men etmeli, İçindeki Allah sevgisi, Sana sorumluluk ve güç vermeli… Cemiyet içinde Müslüman gibi Yaşamanın bir bedeli olmalı… Tüm yanlışlarının sorumluluğunu, Vicdanen üstlenebilmelisin. Yalnızca dürüst olmak, Kötülüklere kapını kapamak, Kurtuluş İslam’da demek, Asla senin için yeterli olmamalı… Yazarının, Sanatkârının, İş adamının, Ve arka çıktıklarının, Yanlışlarını söyleyebilmelisin… Güzel olanları söylerken, Diğer yanda, Yanlışları eleştirebilmeli… İnsan olmanın onurunu yaşamalısın. Hasan Kocamanoğlu |
İstanbul
Seni sevip anlatmaya; nereden, nasıl başlasam Bebek gibisin İstanbul… Uzanan eli haşlasam Ey güzelim, İstanbul’um; yeryüzünün cennetisin Fatih Sultan Mehmet’imin en kutsal emanetisin Yıkık enkazında bile; bir yanın en şanlı Asya, Diğer bir yanın Avrupa; asıl sensin tek Avrasya Beyoğlu’n eloğlu gibi; zengin, süslü, şatafatlı Şişli, Maslak ve Tarabya’n başkaldırmış hem çok katlı Tarih kokuyor her yanın, Boğaz’ın güzelliğinde Herkes birçok anlam bulur, senin her özelliğinde Fatih, Beyazıt ve Eyüp; hep manevi kıvamında Yine Ayasofya mahzun, Sultan Ahmet kıyamında Kim ki Üsküdar’a gitse; ak bir yağmura tutulur Aşkla ansa, dua etse; tüm günahlardan kurtulur Yedi tepen yedi cennet, derdin bile cana minnet Yatar bir yanda evliyan; diğer bir yanında cinnet Bir kara sevda gibisin, doyulmaz aşkla yanarsın Ezanların huzur verir, gözün yaşlı hak anarsın Sana dokunacak eller; kırılmalı, yanmalı be! Yan gözle bakanlar bile, dönerek etmeli tövbe Görüyorum ağlıyorsun; kaybolmuş sanki değerin Kirlense de sahillerin, seven insanlarda yerin Sen masallar diyarısın, bin bir geceyi anlatır Sultanlar şehrim; âşıklar, şairler seni ağlatır Yediveren gülüşlüdür, şu Haliç ve Boğaziçi’n Ayrılanı hasret çeker, özler, ağlar senin için Güneş sende başka doğar, günler başka batar sende Kanatlanır manzaralar, iştahla uçar ensende Her bakanın farklı görür, adım başı mana dolu Hayran, hayran seyreder de; farklı görür Anadolu Ey sevgili İstanbul’um dünyada bir tek incisin Ki sen her halinle güzel; güzellikte birincisin Bir yanında Necip Fazıl, bir yanında Garip Veli’n Ki sen sultanlar şehrisin, dün bugün daha evvelin Yüreğimin rüzgârıyla, sallanır seker sandalın Senin aşkının uğrunda, acılar çeker sevdalın Senin her köşe başında, Sinan’ın bir şaheseri Hep dualarla seyrettim şafakta senin seheri Nerde şu gönül titreten şairlerin hani nerde? Birer ekmek kapısısın, adım başı her bir ferde Haramdır sensiz yaşamak, koynunda ölmekse makbul Herkes yitse de koynunda, bulabilirsen bak ve bul Seni yazmaya güç yetmez, takat mı kalır saymaya Hoş görsün tüm sevenlerin, yazmadık diye kızmaya İstanbul’um her bir anın, her bir günün, has bir maya Sevenin, sevilenin de sevgiden mahrum olmaya. Hasan Kocamanoğlu |
İşte Geldim Efendim
Yalnız geçip gidilir ölümün altından, Yaradana gidilen en doğru yolundan. Ölüm bir arayıştır, cihanın efendisini… Bir vuslat, bir buluş olur görünce kendisini… … Geride kalanların gönderdikleri, Kalp sıcaklığında sunulur Fatiha’ları… Saadet dolu tebessümler taşır, Kızım, Oğlum ve dostlarımın sureleri… … Gelecektim… İşte, geldim efendim… İyiliklerimle… Sevincimle… Güvencimle… Size olan bitip tükenmez hasretimle, Yanarak işte, geldim Efendim… … Hep Hak için sevinmiş, hep Hak için gülmüş, Hep Hak için mum gibi tükenmiştim, Ne kendim utandım, yaptıklarımdan Ne dostlarımı utandırdım, ne de sizi Efendim. Yüreğim yalansız, bedenim haramsız, Yanımda kırık dökük birkaç Fatiha’yla… Şahittir, ay hilalken, erikler çiçek açarken, Seherle güvercinler uçarken işte, geldim Efendim… … Şahittir, zikir tesbihimin ilk tanesi, Salâvatla içtiğim zemzemin ilk damlası, Okuduğum, Elifba’nın elif, be, te’si Koşarak işte geldim Efendim… … Ölüm, o kadar uzak ve o kadar yakındı, Unutmayan, tek ve en büyük vefalıydı, Ebedi yarınların aralık duran kapısından Süzülerek işte geldim Efendim… Hasan Kocamanoğlu |
Kabul Etmez Seni
Gönlüm ettiğini unutmaz Hile ve desiseni yutmaz Günahlarına alkış tutmaz Yer ve gök kabul etmez seni * Kahrım ki sırtına yük olur Saçların dağılır bük olur Gün gelir yerdiğin dük olur Yer ve gök kabul etmez seni * Hep verdiklerin delil olur Çok sevdiklerin zelil olur Gönül uslanır ehil olur Yer ve gök kabul etmez seni * Haznen boşalır takır olur Kalayın gider bakır olur Güzellik gider hakir olur Yer ve gök kabul etmez seni * Alıp giden bir kopuk olur Arda yediğin topuk olur Rüyana girer sapık olur Yer ve gök kabul etmez seni Hasan Kocamanoğlu |
Kardelen
Bendeki bir dert ki, Anlatamam kimseye, Kulak verip de beni Dinler misin Kardelen? Sardı tüm benliğimi, Mecalim yok gülmeye Sende benle ağlayıp, İnler misin Kardelen? Hatıralarımızla dolu Gurbet aksamlarında Hasret denen türküyü Söyler misin Kardelen? Senin de gözlerin yaş Ağlamışsın besbelli Mevsimin gelmeyince Açar mısın Kardelen? Dostu oldum *******in Çözemedim bilmecelerin Cevabını sen bana Çözer misin Kardelen? Ayrılık tattırsa da acısını, Unutamazsın hatırasını Hepsini bir kalemde Siler misin kardelen? Yurdun dağlar senin Hep yükseklerdesin Eğilip de elimden Tutar misin Kardelen? Sevda içimde bir sancı İyisin amma çoğu zaman acı Çaldım işte kapını Açar misin kardelen? Hasan Kocamanoğlu |
Kederli Gül
Seher vakti karlar içindeydi Ankara Yoktu peronlarda ne zengin, ne fukara Genç bir kadın, başını almış gidiyordu Perdesi aralık duran karanlıklara… * Bilmem nerden gelip nereye gittiğini Ona baktım durdum, durdum baktım merakla Kederli bir gül açıyordu ilk şafakla Gördüm yudum yudum hasreti içtiğini… * Caddeler bembeyaz kardı, ayak izleri Yoktu izi, ayak izleri arasında… Kederlere kaçıyordu bir gül, kederli Karanlıkta yağan karların arasında… * Tandoğan, Kızılay’a çıkıyordu yolu Kurtuluş, Cebeci’ye taşır taksi onu Kader, kederli güle oynuyor oyunu Siyasal’ın dar ve arka sokaklarında * Kış kederli, yaz kederli avuçlarında Mehtapla parlıyor ayaz kucaklarında Gözü yaşlı, kederli bir gül ağlıyordu Bembeyaz karlar kaplıydı şafaklarında Hasan Kocamanoğlu |
Kınalı Gelin
Yurdunun toprağı cevher, suyu Kevser’di Cennet misali tatlı tatlı rüzgârlar eserdi Şehrin ortasında göz alıcı muhteşem bir konak Beyin yeni yetme oğlu, çengiden daha oynak Bey, gözünü sakınmazken daldan budaktan Beyzade dilerse; yar severdi kundaktan Bey başını kaldırıp bakmazdı kimsenin kapısına Söz yoktu, halkın kızına, kısrağına, karısına Bey ferman buyurmuş, bir gün sır kâtibine Kâtibi elçi gönderir, dostu, gönül sahibine Bey: “Al şu keseyi de karşıla evinin ihtiyacını Var ise ödeyiver, sağa sola borcunu, harcını…” Kâtibin bir kaynar kazan su devrilir başına Ağzı kurur, dili tutulur, hüzün düşer kaşına Henüz yeni evliydi, fidan gibiydi karısı Güzeller güzeliydi, sanki ayın diğer yarısı Düşünür, taşınır, bir dala konduramaz halini Beti benzi kül keser, söyleyemez beye ahvalini Gelin: “Al duvağımın sahibi, yüzünden çekilmiş kanlar” “Gönül evinden şu körpe yüreğime kanlar damlar” “Gam yükünü yüklendin de yükünü alanın mı yok” “Yaran yürekte de, hiç yaranı saranın mı yok? ” Kâtip: “Sorma sevdiğim, zalim felek, acı katar aşımıza” “Duyma sevdiğim, uzunca ayrılık sarar başımıza! ” “Bilirim ki Beyin fermanı çıkar, durur karşımıza” “Ayırır ayrılık bizi, kıyar şu gencecik yaşımıza…” Acılar sarar, gelinliğine doymayan şu taze gelini Doğrulamaz, şimdiden ayrılık acısı büker belini Oturur, gelin iki gözü iki çeşme ocak başında Soldurur ayrılık, ne zor imiş şu gencecik yaşında Gelin: “Dertliyim, kopsa da kıyamet yine severim seni…” “Gurbet ele dalıp da; yalnızlıklara koyma beni…” Kâtip: “Bu gönlüm vurgundur bilirsin, kumru diline…” “Bülbül olur tezce dönerim ben, gonca gülüme…” Günler zor geçer, gelin eşikten adımını atmaz Ayrılık acısından doyasıya hiç uykuya yatmaz Yâri gitti de haber gelmez kara dağlar ardından Günler geçmez, pas tutar hasret hançeri bağrından Bir gün beyzade görür, vurulur şu taze geline Beylik fırsatı ganimet olarak sunar onun eline Beyzade, yeter ki murad etmeye görsün bir şeyi Alt eder, üst eder, yem eder kendine her şeyi Beyzade: “Ya o eller yazacak benim şu bahtımı” Ya da yâd eller kazacak benim şu mezar tahtımı” Ne bu beyzadeye yar olur, şu tazecik gelinden Ne de tazecik gelin kurtulur, ölümün elinden Dilden dile anlatılır, şu “Kınalı Gelin” hikâyesi Yasa boğar cümle âlemi, bu hikâyensin acılı yası Hasan Kocamanoğlu |
Kırık Desti Gibi
Yüklenen manaları bilemedim Emirlerini eda edemedim Sırrınla kalbimi besleyemedim Kırık desti gibi geldim efendim … Zekatla zengin fakirle yan yana Oruç en güzel perhiz anlayana Yolunda bir, bir şeyler yaptım ama Kırık desti gibi geldim efendim … Namazla erdim yüce makamına Lütfundan canlar buldum imanıma Ezildim, izzet ve azametine Kırık desti gibi geldim efendim … Sundun meccanen sonsuz nimetini Bildirdin, anlamadım hikmetini Umdum da celilinden, cemalini Kırık desti gibi geldim efendim … Gücüm yetiremedim kul olmaya Dalmışım dünyadan murad almaya Günahkar kulu kapıdan kovmaya Kırık desti gibi geldim efendim Hasan Kocamanoğlu |
Kimseler Bilmesin
Yoluma, şu yoluma taşlar attığını Düşüme girip koynumda yattığını Gönlümde bal şerbetim tattığını Kimseler ama kimseler bilmesin … Hayallerime kâbuslar gibi indiğini Beyaz at üstünde prensesler gibi Gönül sarayıma kendin geldiğini Kimseler ama kimseler bilmesin … Aşkımı hasret bohçanda sakladığını Gönlünü gözyaşlarında akladığını Gönül sarayını yıkayıp pakladığını Kimseler ama kimseler bilmesin … Vefa denizinde benimle boğulduğunu El kapılarından kahırla kovulduğunu Dost yollarında severek yorulduğunu Kimseler ama kimseler bilmesin … Yüreğinin yangın yerine döndüğünü Baharların muştularıyla söndüğünü Kadıların kızları asaletinde olduğunu Kimseler ama kimseler bilmesin … Akşamın alacakaranlığında yar beklediğini Dolunaydan güzelliğine ar eklediğini Muştularla mutluluklara kar eklediğini Kimseler ama kimseler bilmesin Hasan Kocamanoğlu |
Kurtlar Vadisinde
Ana, bir fırtına ki göz gözü görmüyor Nefes almaya bile fırsat vermiyor Şu olanlara akıl sır ermiyor Şaşkına döndük be anam Kurtlar Vadisinde… … Ana, akar gözyaşların akar gamzene Payeler verilir hep mazlumu ezene Silahlar çekilir hakikati sezene Baskına uğradık be anam Kurtlar Vadisinde… … Ana, genç kurtlar yaralı, kurtlar inine çekildi Tüm çakalların sürüsü meydana döküldü Fitne, fedasın ortaya tohumu ekildi Toza toprağa bulandık be anam Kurtlar Vadisinde… … Ana, Anadolu’mun dört bir yangın yeri Kana bulamakta ecnebinin eri İlimde, hikmette kaldık geri Ahmağa döndük be anam Kurtlar Vadisinde… … Ana, ay doğsa da üstümüze gölgeler düşer Bilinmedik birçok eller bileğimizi büker Eşek bile ancak bir defa çamura çöker Kar üşütür, ateş yakar be anam Kurtlar Vadisinde… … Ana, yürüdük sel olduk, durduk da göl olduk Fakire, fukaraya, mazluma azıcık dil olduk Cehennem sıcağında birazcık serin yel olduk Kim ne derse desin be anam Kurtlar Vadisinde… … Ana, menfaat ve çıkarcıların davulunu çalmadık Gizli yerlerden makam ve rütbeler almadık Bildiğimizi söylemekten de korkmadık Sözümüz bir yerlere değdi be anam Kurtlar Vadisinde… … Ana, yıllardır bu millet, bu devlet soyuluyor dedik Böyyük makamlardan nice zılgıtlar yedik Müslümanlar gavur gibi oluyor dedik Her şey birbirine karıştı be anam Kurtlar Vadisinde… … Ana, bilirim ki her yokuşun bir inişi var Her yiğidin bir yiyişi, bir de at binişi var Genç kurtların elbet bir dönüşü var Şu Hasan’ın da bir görüşü var Kurtlar Vadisinde… Hasan Kocamanoğlu |
Meçhul Sevgili
Delikanlıydı Ama delilikle de hiç alakası yoktu O gençti ve heyecanlıydı Gaflet salıncağındaki sallananlara bakıyor, Bakıyor, ister istemez kafaya takıyordu. O aptal ve ahmakta değildi Az çok mürekkepte yalamıştı Mahşeri yalnızlığının içinde, En ince ayrıntılara takılmıştı. Bir yanda, Şehrin en kalabalık yerinde gezinen fahişeler Bir yanda rüşvetsiz iş görmeyen memurlar Bir yanda ihalelerde dönen dolaplar Bir yanda her şeyden çalan müteahhitler Bir yanda kurtlar sofrasında Türkiye Günahları, günah olanlar sevemiyor, Bu halinin de bir hazine olduğunu bilemiyordu Mehtaplı *******de bir heykel sessizliğinde bekler Hayalleri düşlere, düşleri hayallere eklerdi. Ruhundaki boşluğu bir türlü dolduramıyordu Nizamın nizamını arıyor Hakikate acılan kapıları aralamaya çabalıyordu Sanki o yeryüzünün dışına çıkmış, Kulağını arza dayamış, Dünyanın kalbini dinliyordu. Süratle değişen hayat seyri içinde, Bir sürü niçinler, nedenler sıralıyordu zihninde Hepsi de cevapsız kalıyordu… Bunca mahlûkat, bu sonsuz sema Nasıl bir tesadüfün eline bırakılabilir? Büyük nizamın nizamı nasıl inkâr edilebilir? Kudreti Mutlak nasıl bilinmezlikten gelinebilir? Her harfin bir kâtibi, Her eşyanın bir sahibi, Her derdin bir tabibi, Her matlubun bir habibi varken Kimsesiz yollarda o, O meçhul sevgiliyi arıyordu Hasan Kocamanoğlu |
Men Sevmişem Seni
Sende gözüm kaldı Yüzde izim kaldı Bir de sözüm kaldı Men sevmişem seni * Dumanlı dağlarım Hazandır bağlarım Seherde ağlarım Men sevmişem seni * Ayrıldım eşimden Yoruldum peşinden Kovuldum işimden Men sevmişem seni * Meni de batırdın Yiyerek bitirdin Almadan götürdün Men sevmişem seni * Muradın almışam Hasrete kalmışam Köşende ölmüşem Men sevmişem seni Hasan Kocamanoğlu |
Merkez Efendi
Zekâlı, ilme hevesli, bedeni buğday benizli Asıl adı Musa onun, doğduğu yerse Denizli Denizli, Bursa, İstanbul, tahsil yaptı medresede O ilmine devam etti, herkes bir şey söylese de Çok çalıştı, çok yoruldu, çok iyi bir âlim oldu Onun devri zamanında birçok mesele soruldu Sayılan bir âlim oldu, o günlerde çevresinde Ki ilmi tasdik edilmiş Ebussü ud devresinde Pek yüceldiği günlerde Sünbülü Sinan’ın şanı Gidip gelmelerde kaldı Efendi Musa’nın canı Şu âlem öyle mükemmel, tatlı nizam içindeki O ne fazla ne eksiktir, âlemin merkezindeki Merkez Efendi çiğ, hamdı, riyazet, sohbetle pişti Sünbülü Sinan Efendi teveccühüyle yetişti Sinan’ın kızı Rahime hatunla evlenmek ister Der “Deve yükü altınla, gel de hünerini göster” Bir gün Manisa’ya geldi, Valide Sultan Hanım’la Kırk bir çeşit baharatla macun yapardı tanımla Meşhurdur mesir macunu Merkez Efendi’den kalan O hep okur, okuturdu, yaşardı, gerisi yalan Hakkın marifet ilminden bilgiler ayandır ona Hakkın hakikat sırrından bilgiler beyandır ona Erdi Hakkın sırlarına, toprak bile altın ona Yeşil tuba dalındaki yapraklar çok yakın ona Yıl bin dört yüz altmış üçtü o dünyaya geldiği gün Yıl bin beş yüz elli birdi hakka vasıl olduğu gün O İstanbul’un manevi bir mimarıdır bu günde Hep şifa arayanlarla dolup taşar o, bu günde Hasan Kocamanoğlu |
Molla Gürani
Molla Gürani bilinir, o bir âlim, büyük veli Aslı Suriye Güran’a dayanır onun evveli O Kuranı ezberledi şevk ile çok küçük yaşta Sarf, Nahiv, Beyan, Meani öğrendi doydu en başta Şam, Kahire, Bağdat, Hayfa, çekip almıştı kendine Hadis, tefsir ile fıkhı icazetledi bendine İbni Hacer Askalani devrin en meşhur âlimi Hep onun nezaretinde okudu hadis ilimi O ders vermeye başladı, yavaş yavaş tanınmaya Yağan Molla tuttu onu, yol gözüktü taşınmaya İkinci Murat Han sordu “Mollam bize ne getirdin? ” Molla Gürani’yi dinler Han Murad “Hoşça yetirdin! ” Molla İstanbul’a geldi, sarayda hoş kabul gördü O bir yetkili kılındı, tasarrufunda hep hürdü Müderris tayin edildi Yıldırım medresesine Dinleyenler bayılırdı, sohbetinde hoşça sesine Bir emirdir Manisa’da gencecik şehzade Mehmed Gelen âlim geri gider, hep aczinden ister meded Emek verdi, yetiştirdi, şu şehzade Mehmet Han’a Tuttu da onun elinden, fetihle saldı cihana Bursa vakıf ve kadılık vazifesinde bulundu Bir süre Mısır’a gitti, hürmetle kabul olundu Nasihat eder Fatih’e hem de yardımcı olurdu O tam bir şeyhülislam’dı, hak ve adalet sorulurdu O vakur ve heybetliydi, sarsılmaz ilme sahipti Uzun boylu, açık sözlü, dirayetli bir naipti İlme önemle tanındı, pek çok âlim yetiştirdi Hayatını ders ve kitap, hep ibadetle geçirdi O bin dört yüz on’da doğdu, huzur içinde yaşadı Şu iki cihana birden yayıldı onun irşadı Bin dört yüz seksen sekiz’de bir gün hakka vasıl oldu Her yer insana kesildi, sevenler yasa boğuldu Kabri Aksaray-Topkapı, camisinin arsasında Huzur içinde yaşadı, seyri İslam gemisinde Hasan Kocamanoğlu |
Muştusu Gidiyordu Sevgiliye
Dertlerimizi dost gibi bağrımıza bastık Sevgililer gibi güldüler bize Çilelerimizi fikir mazgalına astık Deli divane oldular bize Kaçıncı kez yükselirken miracımıza Yine buseler düştü acımıza En acılı seferiydi tüm mihnetlerin Dualar etmek düştü bacımıza Bir ömür boyu özlemiyle yandık Ancak abı hayatla kandık Başını okşayınca ölümün Vuslata fırsat verir sandık Senin, senin oldu mu hiç gülün Gülizar, doldu mu feryadıyla bülbülün Âlemlere açılırken kelamın kapıları Muştusu gidiyordu Sevgiliye Sümbülün Vuslata, muhabbete günler saydık Hasretin sırtlarında patenler kaydık Dudağı çatlayan tüm yanık gönüllerin Mehtaplarında parlayan tek ay’dık Kanar sensiz sinemiz, gel sür em’ini Soylu güneşler gibi donat gecemizi Işık, ışık gönüllerde gözlerin sevinci Uzaklardan şafakla gönderin ecemizi Al kanımıza cennetler bağışlandı Bu vatan gönüllere nakışlandı Ne kadar güzelmiş şu ölüm Onunla şu topraklar vatanlaştı. Hasan Kocamanoğlu |
Olmadı
Güzelliğin pazara çıkardım Günahların kazara yıkardım Cevri cefandan bile bıkardım Soran olmadı, alan olmadı * Yağmur gelir bembeyaz buluttan Deniz inciler dolar umuttan Nice güzeller yetişir Mut’tan Gören olmadı, deren olmadı * Kor ateşinden güller topladım Aradım durdum, koştum hopladım Hep etrafında döndüm, zıpladım Bakan olmadı, takan olmadı * Taze bir nazenin hareminden Ne çiçekler yolduk bademinden Baden neşe vermez kereminden İçip kendinden geçen olmadı * Madem kaçar, neden gam saçarın Yaz demez, kış demez hep açarsın Hasan gelir, sen ise kaçarsın Sevmem olmadı, sevmen olmadı Hasan Kocamanoğlu |
Olmaz mı?
Gerçek olsan, düşler görmesem, Gelsen ve bir daha gitmesen Yanımda kalsan, benim olsan Olmaz mı? Be gülüm olmaz mı? * Susarak gözlerine baksam Uzanıp dizlerine yatsam Gökteki yıldızları saysam Olmaz mı? Be gülüm olmaz mı? * Mehtapta türküler söylesem Sen anlatsan da ben dinlesem Ben anlatsam da sen dinlesen Olmaz mı? Be gülüm olmaz mı? * Seni sözlerimle şımartsam Sevinçli gözyaşların olsam Kıskanılacak yuva kursam Olmaz mı? Be gülüm olmaz mı? * Gülüşlerinde, mutlu olsam Bir ömür boyu senin olsam Yaşlansam, kollarında ölsem Olmaz mı? Be gülüm olmaz mı? Hasan Kocamanoğlu |
Rüya Gibisin
Rüya gibisin İnsanın ömründe bir defa Görebileceği… Ve uyanınca pişman olduğu Affet beni… Anılarda aradım güzeli, Kırdım, üzdüm seni Ezeli… Bilirim ki! Yalnızlık kaderidir doğruların Yine bilirim ki kargalar sürüyle, Kartallar yalnız uçar… Yıldızları dost edindim yokluğunda, Sensiz zor geçen *******de… Günün ilk ışıklarıyla, Yıldızlar bile, aldattı beni… Eğer kalbim, Adi olsaydı seni unutacak kadar Asildi ellerim; Onu boğacak kadar. Bitmek nedir bilmeyen dertler, Yağmur olup yağdı üstüme, üstüme… Yine bilirim ki Gökkuşağı yağmurdan sonra çıkar. Ne kadar yaşarsan yaşa, Ancak sevdiğin kadar sevilirsin Öyle mutlu ol ki! Gözyaşların sadakan olsun Hayatımda iki tane kör tanıdım Biri senden başkasını tanımayan ben Diğeri ise; bir türlü Aşkımı göremeyen sen Bir gün güzelliklerini terk edip; Sessiz sedasız ölüme gitmek istersen, Gel ki sensiz yaşamanın, sensiz olmanın Ölüm olduğunu göstereyim. Hasan Kocamanoğlu |
Sana Yüreğimi Bırakıyorum
Ey Sevgili, Sana yüreğimi bırakıyorum, Anamın sütü kadar helal ve ak, Sevgiyle, şefkatle al onu yanına, Bir ömür boyu, göz bebeğin gibi bak… … Ey Sevgili, Sana yüreğimi bırakıyorum, En idealist ülkülerle beslediğim, Sevgi ve sevdalarla nefeslediğim, Dostluk ve mertliklerle kafeslediğim. … Ey Sevgili, Sana yüreğimi bırakıyorum, Bir yanı Allah korkusuyla titreyen Bir yanı Allah sevgisiyle kükreyen Her olur olamaza boyun bükmeyen … Ey Sevgili, Sana yüreğimi bırakıyorum, Sevdiğini, sevdiklerini boş yere terletmeyen Yürek ülkesini ve ülküsünü kirletmeyen Ölse bile dava ve cephesini terk etmeyen … Ey Sevgili, Sana yüreğimi bırakıyorum, Sözlüğünde küfür ve hakaret olmayan En katı acılarla ve sancılarla solmayan Ummanlar gibi geniş, sevgiyle dolmayan … Ey Sevgili, Sana yüreğimi bırakıyorum, İffet ve haysiyetini asla hiçe saymayan İftira, tahrik ve tazyikle sarsılmayan Para ve pulla sağa sola kaymayan … Ey Sevgili, Sana yüreğimi bırakıyorum, İzzet ve ikramdan uzak durmayan Fazilet ve erdemlerle yorulmayan Sevdiği yanında olmayınca durulmayan Hasan Kocamanoğlu |
Sararım Seni
Gülen yüzün göze gelir Dünya âlem söze gelir Artık özüm yüze gelir Anarım, sorarım seni * Sana gücüm yetmedi ki Sevda baştan gitmedi ki Yaren nazım gütmedi ki Anarım, sorarım seni * Gelin olup gülmeyesin Huzur yüzü görmeyesin Seyri sefa sürmeyesin Anarım, sorarım seni * *******im sensiz geçmez Gündüzlere gücüm yetmez Yaşım geçer, gözüm seçmez Anarım, sorarım seni * Yıllar geçer, umut biter Koca ömrüm boşa gider Yalnız başa Hasan nider Anarım, sorarım seni Hasan Kocamanoğlu |
Savaş ve Barış
Arzu ve isteklerin hiç bitemez mi? Perişan hallerim seni hiç üzmez mi? Ak güller dikmiştim de senin yoluna Öfkeyle tepeler atların görmez mi? * Cömert olsan da göstersen gül yüzünü Fazla nazların, âşık usandırmaz mı? Aysız gecede görmedin de yüzümü Gözler ışığını gönülden almaz mı? * Bu eziyet ve cefaların nedendir? Zulmeden zalim aynı zulmü görmez mi? Düşünce denizlerinde boğulurum Seven yar, yar eline elin sunmaz mı? * Söz dalgaların sahillerimi döver Her kederli gönül buna gücenmez mi? Ömür ırmağım akar da geri dönmez Kirlenen yar inerek hiç yıkanmaz mı? * Hasan sözünü söyler de esirgemez Ateş-su-hava-toprak dört zıt değil mi? Hayatımız zıtların bir barışıdır Ölümse zıtların savaşı değil mi? Hasan Kocamanoğlu |
Seni Kıskanır
İçimde bir maral gezer Ceylanlar seni kıskanır Yanağında rüzgâr gezer Bulutlar seni kıskanır * Bakışın gönül yaralar Güllerim seni kıskanır Güzeller gönül aralar Bakışlar seni kıskanır * İçimde bir ateş yanar Dalları seni kıskanır Gönlüm daim seni anar Görenler seni kıskanır * Sevdama karların yağar Baharlar seni kıskanır Ruhuma sırların doğar ******* seni kıskanır Hasan Kocamanoğlu |
Senin Gibi
Şimdi çayır, çimen göllerim Taşkın akar coşkun sellerim Serin eser, okşar yellerim Bana senin gibi yar gerek * Etekleri çiçek ak dağlarım Yârim yitirdim hep ağlarım Viran oldu, güzel bağlarım Bana senin gibi yar gerek * Bayram eder, gamım kederim Hayran eder yârim, severim Seyran eder, güler giderim Bana senin gibi yar gerek * Cevri cefanı ben çekerim Gün olur sefanı sürerim Sinene girer yüz sürerim Bana senin gibi yar gerek * Dökerim gözlerimden yaşım Dumansız geçmez yüce başım Geçti ömrüm, geçti be yaşım Bana senin gibi yar gerek Hasan Kocamanoğlu |
Sevda ve Ölüm
Umutlar düşlerin anası imiş Düşler, aydınlığa giden yolun aynası imiş Her güzelliğin altında yatan hırçınlık Onun, onun en hassas noktası imiş Mavi, tatlı düşlerin rengi imiş Denizler dağların Dağlar denizlerin dengi imiş Donsuzluğa giden Hak yolunda Çile ve dertler mutluluğun ahengi imiş Aşılması zor dağlar Geçilmez nehirlere yar imiş Bu destansı topraklara verilen mehirler az imiş Yedi uyurların geçmez akçesi gibi Kimsesizlerle dolmakta olan şehirlerde İnsan gibi yaşamak zor imiş İnançsızın gazabı inana dokunur olmuş Çar çakalın türküsü insana okunur olmuş Fitnenin, fücurun fesadı yakarken Mutlu insanımız muzdaribe özenir olmuş Hayat kendi öz gayesini yitirir olmuş Para pul el altından iş bitirir olmuş Şu üç günlük dünyada, Herkesin gözü önünde çirkinlikler, Güzellikleri elense götürür olmuş Benim ülkemde; Sevda ile ölüm kardeş imiş İslam yolunda, Türkün kanı beleş imiş Yavuz, Murad, Fatihlerin ardında duran Sütü ak, Sözü pak, gönlü hak birer eş imiş Hasan Kocamanoğlu |
Sevdalar Saklanır
Sevdalanan bakışlarında Akan kanlı gözyaşlarında Hep utanan bakışlarında Kara sevdaların saklanır * Bu nasıl bir kara sevdadır Bu gencecik taze yaşında Mektuplar vardı avuçlarında Kara sevdaların saklanır * Karanlık *******i sarsa Etrafların bembeyaz karsa Yüreğinde ayazlar varsa Kara sevdaların saklanır * Bu öyle bir kara sevda ki İninde dağların saklanır Hakikatli yar sevenlerde Kara sevdaların saklanır * Gencecik bu taze yaşında Karalar bağlarsın başında Sonra da mezar taşlarında Kara sevdaların saklanır Hasan Kocamanoğlu |
Sevgili Yarim-2
Halden avareyim Deli divaneyim Sensiz avaneyim Gel sevgili yarim * Susuverdi dillerim Duruverdi yellerim Gurbet ellerdeyim Bul sevgili yarim * Bağlandı yollarım Arkandan ağlarım Virandır bağlarım Yan sevgili yarim * Sevenlere imrendim Yollarına debrendim Sözlerinle eğlendim Duy sevgili yarim * Koparıldım dalımdan Ayrıldım balımdan Usandım canımdan Gör sevgili yarim Hasan Kocamanoğlu |
Sevgililer Sevgilisi
O, hem yetim, hem de öksüzdü. Hayatı boyunca öksüzlerin yardımcısı oldu. Çocukları kucağına alır, okşar, bağrına basardı. Çatık kaşlı değildi, nazik ve cömertti. O, bir kişiye sadece yüzüyle değil, bütün vücuduyla dönerdi. Kısa ve öz konuşurdu. Sözlerini tekrar, öğrettiklerini kontrol ederdi. Kolay olanı tercih ederdi. Herkese selam verirdi. Boş bulduğu yere otururdu. Muhatabını mahcup etmezdi. Ayıpları yüze vurmazdı. Güler yüzlüydü. Bilmediğinde sükût ederdi. Çalışkandı, ince ruhluydu. İsteyeni ret etmezdi. Acıkmadan yemezdi. İyilikleri asla unutmazdı. Evleneceklere yardım ederdi. Şükrederdi. İnsanların en faziletlisi, en mükemmeliydi. Yaratılmışların en şereflisiydi. Peygamberlerin en sonuncusuydu. O, sevgililerin sevgilisi, Allah’ın sevgilisiydi. Hasan Kocamanoğlu |
Seyreyle Güzel
Gözlerin âlemi yakar Görenler yolundan çıkar Benzi solar, nefes tıkar Cemalin, seyreyle güzel * Sevenlerin serden geçer Aşkın şerbetinden içer Hasretten gurbete göçer Celali, seyreyle güzel * Boşuna dökme yaşların Nişane olsun taşların Aşkına yıkma kaşların Halimi, seyreyle güzel * Canına canan istersin Yüreğe mihman istersin Sonradan ihsan istersin Halini, seyreyle güzel * Hasan’ın yaşarsa eğer Yolların düşerse eğer Gözlerin seçerse eğer Zevali, seyreyle güzel Hasan Kocamanoğlu |
Sıradan Bir Taş
Burnunun dikine gidiyordu. Ayağı bir taşa çakıldı, sendeledi. Öfkeyle taşa baktı, bildiğimiz taştı. Durdu, düşündü, “şu taşı alsam mı ki! ” diye … İnce eleyip sık dokumaya, Son verip taşı aldı. Artık bir taşı vardı, Üşenmeyi bırakıp yıkadı çeşmede… … Taş yıkadıkça güzelleşti, Temizlendikçe şeffaflaştı. “Niye yıkadım ki! ” diye Sordu kendi kendine… … Tuhaf sorulara meraklıydı, İnsan kendi kendine sormalıydı. Kendine bazı şeyleri danışmalıydı. Tavrını, ölçüleri özüne vurmalıydı. … Bulduğu sırdan bir taştı, Meraklandı, parka uzandı ayakları Elinin sıcaklığı taşa geçmişti, Taşa kendinden bir şeyler eklenmişti. … “Acaba? ” diye düşündü. “Atsam mı ki? ” içindeki ses “yooo..” dedi. Kendisiyle, ailesiyle, çevresiyle, Kasabasıyla, ülkesiyle barışık biriydi. … Bir kenara oturup gelen gidenleri seyretti. Bu taş bir işe yaramalıydı. Güler yüzlü bir babanın, Hayırdualı, bir annenin yakınında… … Rüzgârla boynu bükük bir çiçeğe destek, Bir okula, bir camiye, bir konağa… Bir kaldırma, bir duvara… Yarayabilirdi. … Yıkılmış bir medrese duvarında, Sılayı özlemiş bir Mehmetçiğin siperinde, Hatırı sayılır bir ustanın ellerinde, Vazife görmüş olamaz mıydı? … İnsan aklı da bir taşa benzemiyor muydu? İyiye de, kötüye de yönelebiliyordu. “Sahi, bu taşı ne yapmalı? ” Bir gülün ayaklarına dayadı. ... Bu taş yerini bulmalı… Bir çivi çakmaya… Bir aracın tekeri önüne yarayabilirdi. Kalktı, ardına bakmadan yürüdü. Hasan Kocamanoğlu |
Şair Nabi
Onun asıl adı Yusuf, bilinen adıysa Nabi Evliyalar, enbiyalar şehrinde doğdu bit-tabi Yusuf Nabi tabi oldu, şeyhi Yakup Halife’ye Kuzulara çoban oldu, başladı muhasebeye Nefsi fesada başladı, “Hani Hakk’ı bulacaktım? ” “Hani ilimle, zikirle, dolu dolu olacaktım? ” Uzun sürmez içindeki, ayan olur hocasına Onun gözlerine bakar, varır ilim locasına Çobanlık bir denemeydi, ilmi doğuştan almıştı Eğtime ihtiyacı yok, o deryasına dalmıştı Urfa’da düştü yollara bir gün vardı İstanbul’a Şu İstanbul kaynar kazan, ere hemencik kabule Kabulüne sebep oldu, onun edebi şiiri İltifata ve takdire birden sebep oldu piri Şahsi duygulardan uzak arzuları aşıp geçti O, güzeli ve doğruyu, ilim ve hikmetle seçti O, vazifesinden artan zamanlarda eser yazdı Güzel düşüncelerini, tek tek gönüllere kazdı O, bir gönül insanıdır, o bir hikmet şairidir Hakikatten uzak değil, o yaşayan bir diridir Dili sade, düzgün rahat, söyleyişi çekicidir Tüm hikmetli sözlerini gönüllere ekicidir Unutulmayan kaç şair vardır şu koca dünyada Nabi’de bunlardan biri, ilhamlar oldu rüyada “Sakın terki edepten kuyi mahbubi Huda’dır bu” “Nazargahi İlahi’dir, makamı Mustafa’dır bu” Müezzinler sabah okur, Mekke’de bunu ezanla Nabi düşerek bayıldı, sevincinden feyezanla Yıl bin altı yüz kırk iki gösterir doğduğu yılı Yıl bin yedi yüz on iki gösterir öldüğü yılı Yatar Karaca Ahmet’te, huzurlu hüsnü kabulle Şu tarihler bile yazar, bir veli şair teville Varıp bizde hayır ile Nabi’yi çok yâd edelim Kabrine düşürüp yollar, onu ziyaret edelim. Şair Nabi, |
Şimdi
Sabahlar katili gecenin Yüzleri kanadı hücrenin Alnından öptüm ecesinin Söyletme zamanıdır şimdi * Cennetsi kokardı gözleri Yüreğinin çığlık sesleri Yanan, inleyen duyguları Söyletme zamanıdır şimdi * Uğruna tüm renkleri yaktım Bakire sularında yattım Dağlara taşlara anlattım Söyletme zamanıdır şimdi * Heykelsi hasretler büyüttüm Yosma kentin sokaklarında Kıpkızıl bir ihanetini Söyletme zamanıdır şimdi Hasan Kocamanoğlu |
Tertemiz Günah
Batı bütün günah duygusunu kaybetti, Bırakın hürriyeti, Eşitliği, Kardeşliği, Bütün batılılar Günah işleme hakkında eşitlendiler. Ergenlik çağına girer girmez Cinsel ilişkide bulunak, Dişleri fırçalamak, Kadar normal hale geldi… Semavi dinlerin “Büyük günahlar” Adını verdikleri bu suçları, Artık papazlar bile işliyorlar…” Bunu yazan ne batının aşırı bir dinci gurubu Ne bir sağcı, ne de bir politikacı… Ne de idealist bir rahibe değil, Yıllardır Dine ve ahlaka saldıra gelmiş, Bir solcuya ait… Le Nouvel Observatuar Dergisi, “Bütün Günahlara Kapı Açan Mevsim: Yaz” Adlı yazısında… Nihayet hepimiz hür, eşit ve kardeşiz, Şimdi bizler eşit derecede günah işleyebiliriz. Eski dönemde Sadece büyükler hata yapmak hakkına sahipti. Bu gün şeytana şükür Herkes ümüğüne kadar batmış durumda Seks bayramından, Saray hazlarından, Zevk yarışlarından, Kim kaçmaya kalkarsa alaya alınır Sefaletle tembelliğin, Evlilik yaptığı günümüzde… Kıskançlığından ar perdesi yırtılmış Tertemiz bir günah kalıyor geriye… Hasan Kocamanoğlu |
Türkiye’ye Hasretlisi Gül
Yeşilköy’e adım atar atmaz, Yine gümrükçü kan kusturacak… Hamal bavulumu kaparken, Polis gözaltıyla susturacak… … Otururken Rumeli Hisarı Balıkçısında, Bir yanda beni hafiyeler izleyecek… Önüme konan faturanın kabarıklığı, Sevincimin zelzelesini gizleyecek… … Köşe başında rütbe ve terfi isteyen biri Adaletsizliğe yem yapacak hırsının kiri Kolay yenilip yutulmam amma Bir vicdan müflisine satacak, bu piri … Frankurt havaalanından bir dostu uğurlamak O uzaklara yelken açarken, turlamak… Zor geliyor, inan bana zor geliyor Hayırlarla dolu bir sefer dilemek… … Nuru Osmaniye Camii gözlerimin önünde âli Kubbelerden saçaklara Oradan ağaçlara Kumruların inişinin hayali… … Köln Katedrali avlusunda yürür Bin naz ile gerdan kırar güvercinler Birer kart karga gibi görünür Aklıma hücum eder ciniler … İlahi sevda ateşiyle tutuşur gönlüm Bir “Türkiye Hasretlisi Gül”üm Kabaklı Hoca: “Yine mi hasret, İlhan…” diyecek Ben teslim bayrağı tekmiş bir tevekkülüm… Hasan Kocamanoğlu |
Türkler-1
Dokuz yüz yıldır nasihat eylemişti İslam’ı Bu kadar çabaya rağmen; bilmediler imanı Kabul olunca duası Nuh aleyhi selamın Tufan en büyük akıbeti oldu şu dünyanın Dört oğlu var idi zira Nuh aleyhi selamın Ham, Sam, Yafes ve isyanlarda Ram’ın Yafes’in on iki oğlu vardı yaşayan hayatta Altıncı oğlu Türk olarak bilinir idi hatta Sırlardan çok şey öğretmişti oğlu Türk’e Bir benzeri de yok idi Türk gibi yiğitlikte Yada’yı hibe etti de şarka doğru yolladı Türk kendine sahip oldu, doğruyu kolladı Aradan uzun yıllar geçti şu şark-i âlemde Şanlı, şerefli, cihangir, yiğit idi dedende İsa dünyaya gelmeden yedi bin yıl evvelde Şu ve Aka’lar hüküm sürdü bu güzel illerde Alper Tunga Türk’tür öz Turan’nın yurdunda Adı Afresyab geçer Firdevs’inin yurdunda Servi gibi uzun boylu, hem de iyi huyluydu O, aslan kadar kuvvetli, fil gibi güçlüydü İran’ın üzerine birçok defa sefer eyledi Hükümdarı esir alarak hep yanında eğledi Kabil hükümdarı Turan ili üzerine yürüdü Ancak Zal içindeki yanan ateşi söndürdü Aradan zamanlar geçti, esir hükümdar öldü O, Turan ilinde meçhul bir yerlere gömüldü Alper Tunga birçok sefer eyledi de İran’a Zal oğlu Rüstem gelmedi bir türlü imana Firdevs’i yazar Şahname’de Alpertunga’dan Hem de över hayli Rüstemi Alpertunga’dan Kaykavüs’ün oğlu gücenir kaçar Turan’a Bir Türk kızıyla evlenir, benzer tufana Türk kızından yiğit bir oğlu olur, büyür Turan’dan kaçar, Farisililerle bir yürür Kaykavüs oğlu Keyhüsrev yine döner aslına İran’a baş olur, başlar yine eski faslına Uzun yıllar ihtiyarlatınca yiğit Alpertunga’yı Kaybeder en son kendisiyle oynanan kavgayı Bir mağarada kendi halinde yaşayıp giderken Buldular, günler sonrası izini keşfederken Yorgundu, ihtiyardı, yine de yiğitçe dövüştü Tek başınaydı ama yine de çarpışarak ölmüştü Bir zamanlar Turan ilinde, Bala-sağun kentinde Şu’lar hakandı Türk’e Zeki Toğan’ın rivayetinde Türklerindi, çağların en güçlü en büyük ordusu Şan ve şöhretleri dünyanın her yanına duyulurdu Mekodonya kralı İskender çıktı uzun bir seferine O, emir verince; kimse mani olamadı neferine O yürüdü, Grek’ten Anadolu’ya, Hazar’dan İran’a Seferin boyunca kıymadı, her önüne gelen insana Erdi, Kabil, Semerkand, Ötüken’den Bala-Sağun’a İnanırdı, Allah’ın yarattığı cihanın şu hoşluğuna İran ordusunu yenerek; Semerkand’a kadar gelmiş Bunu gören Türkler, şöyle bir temkinle gerilemiş İskender Türk’ü görünce Türk’e “Türkmen” dermiş Allah’tan olsa gerek, Türkleri çokça da severmiş Belki okurken tarihte iki İskender’e rastlarsın Okuduğun her şeye de inanmış gibi görünürsün İskender’den bahs eder bilinen tarihler Tarihi Taberi’de İki İskender’i birden sarihler Hasan Kocamanoğlu |
Türkler-2
İsa’dan dört bin yıl kadar bil husus önceydi Orta Doğu’lu Sümerlerden iki yüz yıl sonraydı Beyaz tenli, geniş kafalı, çelik kuvvetli Türk Altay’la, Tanrı Dağlarını mesken tutan Türk Yabaniler önünde it, itlerin bit olduğu zaman Orta Asya vardı, uçsuz bucaksız gür bir orman At, it, koyun, yak, ren, develer önünde ehildi Günyüzü görmez coğrafyalar, onun önünde eğildi Evi omzundaydı, ona bir yerde durmak zor gelirdi Yiğitlikte, doğrulukta tek bir Allah’a eğilirdi Tası bakır, bakracı tunçtan, bileziği altından Zorluk yoktu, yiğitlik ve cihangirlik katından Bahseder Çinliler İsa’dan evvel bin yedi yüzler Kıskançlıkla seyrederlerdi seni, kederli yüzler Pek bilenin yok, iki yüz yirmiye kadar şöhretini Otağ, kürk, tunç ve demirle duyarlar maharetini İsa’dan önce yazar bin üç yüz yirmi sekizde adını Çinliler yazmışlar ta o devirde en güzel muradını Cihangirliktir, efendiliktir daima senin vasfın İyilik etmek, iyilik görmek her yerde ki kastın Tuman, Mete veya Oğuz adın olsa da ne değişir Türk deyince herkes hep aynı noktada birleşir Tarihçiler Teoman, Mete veya Oğuz Han derdi sana Temsil ettiğin devlet, ün ve şan salardı cihana Yüz yetmiş yedide erişince Avrupa’nın kapılarına Bakan dona kalır, şaşardı imar ettiğin yapılarına Sınırın kuzeyde buzullar, güneyde Himalayalar’dı Doğuda büyük okyanus, batıda Hazarla Urallar’dı Teşkilat, askerlik ve devlet adamlığı dâhisiydi İşte Türkler, yirmi milyon kilo metre varisiydi Günün birinde, Ay Hanım doğum sancısına tutulur Güzel bir oğlan doğurunca bütün dertler unutulur Yıl iki yüz doksandan iki yüz yirmiye geliyordu At koşturduğu yer, Hazar’dan Kore’ye uzanıyordu O çağlarda Türk elinde büyük ulu ormanlar vardı Sayısız dereleri ve birçok gür ırmakları akardı Ay Hanım’ın oğlu Oğuz Han olunca yiğit cengâver Ona ne bir engel dayanırdı, ne de bir canavar Bir gün ulu bir ormanda yalvarırken ulu tanrıya Sahibi oldu yılar sonra şanlı, erce bir karıya Ondan üç oğlu oldu. Adları Gün, Ay ve Yıldız’dı İkinci hanımdan doğanlarsa Gök, Dağ ve Deniz’di Gün Han, Ay Han, Yıldız Hanın şanları Boz Ok’tur Gök Han, Dağ Han, Deniz Hanın şanları Üç Ok’tur Hasan Kocamanoğlu |
Uğrunda Yanarım
Bu vatan koynunda çok yılan besledi Döndü sahibini tekrar zehirledi Çıktı iki çakal arslanı tersledi Ey şanlı vatanım uğrunda yanarım … Dünyaya Hak geldi batıl zail oldu İmanla yaşayan Rabbe nail oldu Küfür tek millettir küfre dâhil oldu Ey şanlı vatanım uğrunda yanarım … Uçuk, kaçık, kanlı, çıktı ta en başa Bir de zavır sallar kıdemsiz bir paşa Gürültüden uzak huzurla bin yaşa Ey şanlı vatanım uğrunda yanarım … İhanet etse de sana birkaç soysuz Gemilerin kalsa limansız ve koysuz Alçaklara karşı yiğitlerin huysuz Ey şanlı vatanım uğrunda yanarım … Neyin var neyin yok tamamen soydular Birer vampir gibi kanına doydular Has evlatlarını bir yana koydular Ey şanlı vatanım uğrunda yanarım … Bu vatan uğruna sayısız can ister Her bir karışına bedelsiz kan ister Yorgun savaşçına emsalsiz han ister Ey şanlı vatanım uğrunda yanarım Hasan Kocamanoğlu |
Uzaklardan Sevdim Seni
Şu deli gönlümü ipek saçlarının tellerine taktım Sevdim seni, sana sesimi duyuramadım ki Sensiz *******i uzaktaki yıldızlara bıraktım Düşümde sevdim uyandıramadım ki Dün yıldızlara bakarken seni düşünüp de ağladım Yalnızlık nedir bilir misin? Yalnızlık tatmadın ki Ateş uzaktan sevilirmiş daha yeni anladım Yalnızlığın ateşini sen içine katmadın ki Kaldırıp başımı gördüm mehtabın serinliklerinde İçimde, senin için kopan fırtınaları duymadın ki Bin sevda demledim kalbimin derinliklerinde Doyasıya hasretimden içtin de tınmadın ki Hasretinde büyüttüğüm güller kan kırmızı açtı Çaresizliğimi, yıkılışlarımı, sen hiç görmedin ki Yokluğunun özlemi dağ gibi içime kaçtı Dönüp de yıkılan yerlerimi örmedin ki Günler geçtikçe yüreğime alışılmış acılar doldurdun Yanı başımda ayrılıktın, acısına bakmadın ki İçimdeki mermer kuleleri yıkıp durdun Yerine hiç taş koymayı bilmedin ki Baharımdın yazımdın, tamburum sazımdın, mezarımı kazdın Uzaklardan sevdim seni, haberdar bile olamadın ki Kaderime kızdım, şarkılar yazdım, yolunda sızdım Farkına varıp sen beni hiç görmedin ki Hasan Kocamanoğlu |
Türkmen Kızı
Döver saçların rüzgârı Gönül yamacın çok arı Gezerek geldim diyarı Bak yüzüme Türkmen kızı … İncitme gel sen gönlümü Zehir etmesen günümü Duyarsın sonra ünümü Bak yüzüme Türkmen kızı … Gezdim de geldim obana Haberler saldım babana Sözümü atma yabana Bak yüzüme Türkmen kızı … Türkmen’im türkü söylerim Sanma ki gönül eylerim Almadan seni giderim Bak yüzüme Türkmen kızı Hasan Kocamanoğlu |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:39 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.