![]() |
Saim Bey'den Gazel (V)
Bütün sevgilerdeki zehir de ne? O son buluşların fısıldadığı En çok sevdiğimiz andır yine, En çok duyduğumuz an yalnızlığı. |
Saim Bey'in Gazeli (II)
Sevda, çıkmaz yolu izlemektir, Kavuşmaktan çok, özlemektir. Kapanmasın diye hasret yarası, Pir Sultan misali tuzlamaktır Gönüllü avutucuların şerrinden, Derdini herkesten gizlemektir (medet heeeey) Yapyalnız akşamlar bastırıyorken Kıvrılan yolları gözlemektir. Derdini kendine saklamaktır ey Saim! Sanma ki inlemek, sızlamaktır. |
Buruk Bir Faşing Şarkısı
Sen dönüksün, ben de İçe mi dışa mı, bilmem Sen bana değil, ben sana değil, Yolumuz sonunda bizi bekleyen Kaybolacağımız ormana değil. Değil hayata, günlere ve çocuklara, Gelecek denen düşe mi bilmem... Yuvarlan, doğrul, titre ve eğil Bu halimiz ne, neşe mi bilmem. Rol yapıyoruz Batı İnsanı, İkimiz de bu çarka tutsak olmuşuz Ne içe dönmemiz mümkün ne dışa, Kendi benliğimizde burkulmuşuz. |
Saim Bey'den Gazel (IV)
Sanma sevgim benim bencillikti, Sen olmak isteğiydi, sencillikti. Ne de güzel şekillenmiştin dünyada, Kalacaktın sanırdım bu ne bolluktu. Sen olmayınca sade Taşkasap semti oldu Sen olunca gülistanlık, güllüktü. Ben gökyüzünün dilsizliğine isyan etmiştim, Tanrım ne yakıcı ne zor kulluktu. |
Servistan IV/Yâsin sükûneti
Sevilen sevene karşı sessiz, Başkasına sevinçler de dağıtsa... Sükût, kara yazısı sevenlerin, Onlar da ne türlü bir kâğıtsa, Hep keder üstüne yazdılar aşkı. Sessizce haykırıp durdular, Bu da ne biçim bir ağıtsa. Bizim illerde kara sevdâ gibiydi kar Çünkü sessizdi ak da olsa. Karanlık ve derin bir sükût idi kar, Acısı uzardı, sevinci kısa; Şimdi dilerim yine yağsın, buz kessin ortalık, Buz kessin, karayel essin, her bir şey tükensin. Bilirim helâke gidecek ben, Kalacaklar arasında sensin. Yetmez mi, “ Hüzünler Perisi” yetmez mi? Sana bir “ İnşirah Sûresi” neşesi Bana bir “Yâsin”. |
İstanbul Şarkısı
Orda, uzaklarda, İstanbul’da, Herkesin bir sonbahar toplayışı vardır... Günlerden sonbahar toplayanların ustası; Orda, Atillâ İlhan’dır. Burası bir Alman kasabası, Ve ben ağaçlardan, kuşlardan değil de sonbaharı, Hayâlimdeki gözlerinden topluyorum. Batıda da çözüm yolu yok yalnızlığa, Yalnız şu gerçeği buldum galiba: Kimi unutmak istesem bir daha, Bu işe gözlerden başlamalıyım. Çünkü ne zaman unuttumsa seni, Gözlerin yeniden çizdi yüzünü. |
Kendi Kendine Geometri
Dört adam, paçaları çamurlu, Arkadan sırtları yamuk, Pantolonları silindir. Omuzlayıp götürmektedir, Yere paralel bir kişiyi. Dört adam, yere dikey, Ve gönülleri iç bükey, Sonsuza çizilmiş doğrular... Önce yere dik, Sonra paralel, Sonra parçalanıp sağa sola, Bir atom bombardımanı olacaklar. Dört adam, şimdi yeri kazıp, Toprağa bir ceset bıraktılar; Yer küresine bir yerinden Değen bir teğet bıraktılar. Dört adam, şimdi İstanbul’un Dört yanına dağılacaklar. Toprak Ve yere bıraktıkları ile Dik açıyı koruyacaklar. Sonra onlar da yere paralel, Beklesin paraleller, beklesin Sonsuzda kesişecekler. |
Güzelleme
Ey âfet-i cihansûz, Ey dilber-i ter ü tâze! Bir defileye girsen yüzde yüz, Defile olur kepâze... Ve boyalı yüzlerde, Müstehzi gamzeler; Bükerler dudaklarını, Devirirler gözaklarını, İncelmiş zevkli teyzeler. Mübaşir pederinin Çektiği bütün sıkıntıları, Sen de etinin ve derinin İçinde taşıyorsun. Şükür koruyor Tanrı, Dokunmuyor verem basili Şimdilik yaşıyorsun. Ey bîkes ü garip, Seni görse başının çevirip, Bir kere bakmazdı Nedim. Ne terakkidir ki ben, Bu nazmı seninçin söyledim. Bir sakız çiğneme olsun kusûrun, -o kadar olur- Bir de sarı yüzünde ağzının iriliği. Garîk-i ye’s elem etme babanı Senden daha çok bakım görse de, Lüks bir evde bir deve tabanı Sen yaşamağa devam et. Sen yolunu bul da yaşa kızım Bizim çabuk azap çeken vicdanlarımızın Rahatı için bu lâzım. |
Boz Dünya
Bize renkleri getir. Sana verilenlerin, Yanında renkler nedir? Sen O’nun önünde hür, Bizse bunlara esir. Bize renkleri getir, O dağın ötesinden Sana hitap edenin, Unutulmaz sesinden Dinlediklerin bir bir, Önümüze serilsin. Evet, esirgemezsin, Haydi getir renkleri... Bak bağladık denkleri, Ve geçip gidiyoruz. Biraz arzû önce hız, Sonra bitkinlik, keder Bu mu müjdelenenler? Hep bizler mi suçluyuz? Bak geldik gidiyoruz... Daha yok mu bir haber? Bir harf olsa da yeter, N’olur renkleri gönder. |
Münacat (Koro)
Sonumuzu unutmağa değil miydi? Sonlu çizgilere o kadar bağlandığımız, Bir güzel söz, gülünce çukurlaşan yanak Ve bir ses şimdi süzülen anılardan Sonumuzu unutmağa değil miydi? Hep seni anmağa değil miydi? Pişmanlık kanatlarını kuşandığımız? Suçlar gururumuzu kırar, eksiltirdi Sonra pişmanlık gelir, sana yükseltirdi... Nedâmet zevkine alıştıksa, Hep seni anmağa değil miydi? Ama günahla kuşanılan, bu kanatlar, Senden uzaklaştırırmış, düşünmedik. Bilemedik fakat ne değişirdi bilsek? Sonumuz yine iterdi, bu çıkmaza bizi Ve Tanrım şimdi sana yakın değilsek, Neyi değiştiriyor üzüntümüz? Neyi değiştirir ki üzüntümüz? Nedâmetsiz erişilmez mi mutluluğa? Ömür boyu aramaktan yorulmuş, Kapını çalacağız soluk soluğa; Senden bir ses gelecekse eğer, Ne soracaksa sorsun melekler. Bu gürültülü sessizlikten Diğer yanda çektiğimiz yeter. |
Kır Çiçekleri
Merhabalar olsun, merhabalar Bahar geldi, yine ballıbabalar... Daktilo ve karbon kağıdı kullanmadan, Harcamayıp gereksiz çabalar Bütün bu taraflarda, birden... Baharı başlattılar. Gerçi tesbihlerini dinleyen, Erenlerden eser yoksa da... Bütün çocuklar için, Ve akşam diz ağrılarıyla inerken, Evinin yolunda onları görüp “Evlâdım ne güzel açmış” Diyebilen nineler için, Baharı başlattılar üşenmeden. |
Tapu Sicil Muhafızı
“Benim şiirim tüfeğidir kavgamın” Diye kükreyerek, Zehir zemberek Bir şiire başlamanın özlemiyle öleceğim; Ama neyleyim ki ellerim, Yedek subay eğitimi dışında Görmedi tüfek. Benim şiirim ne tüfektir... Ne kelebek. Ne de hâyal ülkesinin nârin bir kızıdır; O, gözlüklü ve siyah kolluklu Bir tapu sicil muhafızıdır ki, Eski günler ve anıların Tapularını saklar. Şimdi gel ey Muhafız Bey, lütfen Cenuptan karanlık çocukluk, Şimalden ilkokul başlangıcı, Şarkından Feriköy mezarlığı, Garbından İkinci Dünya Savaşı İle muhat arsanın, Tapusunu ver. O arsa ki 1943 yıllarının Anılarıyla dopdoludur, Bir anı müteahhidi alıp 1979 anılarından Kat karşılığı bina dikecek. |
Na't
Güçlüydü günahlar,güçlüydü peygamberler Tanrım,biz ne kadar da güçsüz kaldık... Veliler,ıztırapların çocuklarıydı, Biz ıztıraptan da,zevkten de,senden de öksüz kaldık. . |
İlahi
Tanrım,sen yalnız iyi döşenmiş, Yüreklere mi doğarsın? Duaların lambrileriyle kaplanmamış Duvarında ne tablo ne desen Şömine-soba hak getire, Fareli ve rutubetli yüreğime, Davetlisin,bekliyorum Ölüm yıkıcısı,sen gelmeden Onu altüst etse bile; Sen her yerde var olansın, Sana geç kalınmaz asla. |
Yol Sonunda Reddiye
Kimse ihtiyaç duymasaydı sevgiye Güzel ve kısa anlardı. Yoksa hayalim, Hayalimle mi dolmuştu billûr şişe? Itır yok, şişe boş, hiçlik kasırgası; Duygu tanımaz bir karayel işte... Bir karayel bu şimdi kasıp kavuran, Son yolculuğunda yürek kadırgası. Suç onun, sevgiye ne gerek vardı... Dost sesler mutluluktur ıtır dolu ve billûr, Bir gün boşalır içi bir sesin, mâlum olur, Artık kalbimiz kutup denizinde ve yalnız. Tanrım suç kimindi, nerde hata yaptık? Keşke sevgiye muhtaç olmasaydık... İşte ama lâkin ricâ ederim fakat, Şimdi asla ona gerek duymasaydık... Ne kadar uzardı düşler, günlerse çok kısaydı Olaylar geçip gitti, yüreğim yerinde saydı Bir yere varamadı, ölümse arkasında, Suç onda sevgiye ne gerek vardı? Hep başka şartlar düşlerdi, bir de uzak iklimler Gidenlerden güzel miydi gelen mevsimler? Yolda düşüp kaldılar şimdi unuttum kimler, Lütfen lâkin ama tekrar söylemeliyim, Kimse sevgiye muhtaç olmasaydı. |
Bedahşan İli Ve Yüreğim
Sen çık ve salın, gün akşamlıdır Tükeniyor, yok oldu bile sevgi Yazılsın tarihi ve sezilsin Sonlanışı aşkın, artık o yok ki... Öyleyse gülüm, neye yarar bilim; Ezelden ölümün ettiği zulüm, Granit kayalara kazılsın. Umardık yüreğimizin yazıtları, Yâni o kayalar, bir de kanımız, Bir gün lâl olur Bedahşan’da. Ah kuzu, bıçak hep senin boynuna Kirlenmiş çöllerde şimdi Leylâ... Teneke kutu ve çöpler yanında, Yüreğimiz lâl olmaz asla. Yeridir, bu yürek şimdi ezilsin, Yazılsın tarihi ve sezilsin... Bir zaman vardı, şimdi yok sevgi Sen çık ve salın, şunu da bil ki, Küskün gider gidenler yer altına Nice gevher bedenler çürüdüler Gevher canlar imiş, parlıyor hâlâ Tek sahipli ve çok yüzlü bir tebessüm Özlem ve buluşmalar hep onunla. Ben kınanma hırkasını kendim giydim eğnime Sağtöre kadehini taşa çaldım kime ne Bu kimi ilgilendirir Beyefendi? Çünkü nice beden, gevher misâli Arzın sandukasına kondu. Ah çık ve salın ki gün akşamlıdır Dilim ise lâl olacak yakındır Ama yüreğimin kanı ve kayalar, Lâl olmayacak Bedahşan’da... Of kuzu, bıçak hep senin boynuna Sen çık ve salın, gün akşamlıdır. |
Ellili Yıllar İçin Acılı Alaturka Şarkı
Meded ey zaman, bir parça kestir Kestir bir parça ucundan zülfünün; Gönül şarkılarını söylerken Safiye Aylâ, Firak ey felek firak! Ve bir o kadar da hüzün. Ilık gazozlu, aynalı taraklı Çok tramvaylı geçen yazlar Spor ve Sergi Sarayı’na hayran şehir... Cambazhaneli *******, gök havai fişekli Budur ellili yılların hayâlimdeki şekli. Yenildik sana ey zaman, bu kesin fakat yine de, Yine de demek isterim ki derdimi, Yahya Efendi dergâhına en muvafık derdimi, Arzetmeğe bir dem bulamadım Buna izin vermedi felek. Sana yaptırayım ey zaman-aman İnsan kemiği tarak, Tara kâküllerini ve ellili yılları Bir yana bırak. Derdimi arzetmeğe bir dem bulmamışken ben, Ey dost, tanıdılar seni ve derhal geri aldılar Sarı giymesek de olacağı buydu zâten. Bekle orda üzerin sarı yapraklarla örtülü Âhüzarı beni muhtemelen ağlatabilir, Lütfen uyarın Bülbülü. Söyleyin Bülbüle nâliş filân etmesin Bu bahar Feriköy’de kalsın İstinye’ye hiç gitmesin Esther Williams’lı ayna, plastik tarak Çok Fahrettin Kerim’li ve Ulunay’lı bir yaz Ey zaman, tara sen yine kâküllerini Ve ellili yılları Bir yana bırak. |
Selanik Şarkısı
Eski duyarlıkları özleme hiç, Aramak boşuna, yok onlar... Giriş kapısı yıllardır çivili, Kırık camlı otelde olmalılar; Çünkü onlar da Selânik’de Metrûk bir otelde öldü. Vardar kapısı mıydı ey kalbim, Yoksa Egnatia caddesi miydi? Günlerimiz zaman çeşmesinden, Akarak tükendi bitti; Beyaz kuleler ömrümüzde ender... Ve güvercinlerdir ki sevinçler, Muttasıl kaçarlar bizden. Ah Namıka Hanım, bilmem kimdiniz. Bana mümkünse söyleseniz... Neden bu Hüzün Bedesteni? Bir de nedendir ki sevinçler, Hep terkederler beni. |
Grili Çocuk ıı
Gidiş’i Bir kış günü, sabah dönüşürken öğleye, Gittin, griler giyerek ötelere... Boz idi bulutlar ve bozdular, Güneşli görünümünü havanın. Giden sendin, gelenlerden bana ne? Eski gelmelerin çekildi gerilere, Bundan böyle, bürünmüş grilere, Kalacak gözümde gidiş ânın. Ah çocuk, gri giymeyi de nerden buldun, Gitmek mi sis rengi giydirdi sana? Yamaçları sıyırıp göğe ağar gibi, Akşam karanlığında savrulan kar gibi, Bu ellerde geç kalmağa korkar gibi, Gittin çocuk, sislere büründün de. Ve süreklileşti benim için artık, Bu kısa bölümü zamanın. |
İstanbul'a ağıt
Kaybettiğim eski İstanbul bir gün Yaşlı, hasta bir beyefendinin, Terekesinden çıkacak -vefatından hayli sonra – Ben o günü sanmam ki göreyim Fakat o gün geldiğinde Büyük bir sarı zarf içinde Üstünde “muhibbim” filan beyefendiye İthafıyla yaldızlı bir kent Yarı küflenmiş fakat olağanüstü güzel Zuhur edecek bir evden... O zaman kentimiz çoktan, Hani erkek çocukları ürperden Hımar tıraşından geçerek İmar görmüş tepeleriyle New İstanbul olacağından İş işten geçmiş olacak Sadece gönül sahipleri umarım Derinden ve insanın içine işleyen Bir musıki duyacaklar kısa süre Beton tepeler üzerinde... “İşte onların mahvolmuş yurtları”. |
Ave Praha
Can akımı küçük bir kediden geçer, Üç günlükken ölür kedi, daha nice... Daha nice iletkenden, Geçmeyi sürdürür akım; Bu gece Bilmem nedendir sustu şarkım. Batan günün kızıllığı yayılırken, Şarkı başlamıştı ve sesler... Sesler Vaslav bulvarından, Bir erganun âhengiyle doğup, Külâhlı kulelerine şehrin Topkapı Sarayı’ndaki kardeşlerinin Selâmlarını henüz sunmuştu ki; Bilmem nedendir, sustu şarkım. Bunca Bohemya kralının, Anılarını yaşatan Prag, sen Değişen düzenlerle sarsılmadın... Hatırlatma bana bizdeki Sulugöz ve içten olmayan özlemi... Bir Ortaçağ katedralimiz sayılan Bergama Ulucâmii’ne uğramadan Sâdece antik kenti gezdikten sonra, Cehennemî otobüslere dolarak, Cehennem olan kıroları ve Tünel’de, Galip Dede’ye baş çevirip bakmadan Sent Antuan’a seğirten zontaları... Bizim işimiz çok zor biz ki, Nazım Hikmet’in ve Yahya Kemal’in Âkif’in ve Hacı Bektaş’ın Hâşim’in ve Pir Sultan’ın Yüreklerini anlarız. İslav kederinden ve Tanburi Cemil’den Ayrı zevkler devşiren dervişleriz ki, Yâremiz merhem kabul etmez Kokteyllerden sormak ile, Köftelere saplanan kürdan mızrak ile Belli olmaz ahvalimiz... Fakat sayılırız parmak ile, Kırmak ile de tükeniriz... Tükendik bile, Hüvelbaki... Hemşerilerinin vefâsı sana, Mübarek olsun ey Prag Biz bedbaht ettik Dersadet’i; Sağol, beni karşıladın, Şimdi de bulvar ve köPage Rankingülerinde, Heryere taşıdığım dertlerimle, Beni başbaşa bırak. |
Uzlet Köşesi
Yıllar birikir ardımızda, yürek, Yıpranır ve soluk daralır Güneşli geniş bulvarlardan, Isıtan dost tebessümlerden Uzlet köşemize ne kalır? Hele elden gidince teselliler Teslim oluruz teessüflere... Mazinin seyrüsefer memurları, Sühulet gösterirdi seyyahlara Keder ki bir siyâhi seyyahtı, onu sen, Onu sen hoş tutmadın ey yüreğim! Güller dökülür bülbül ölür, sevgi gider Çimen çocukları yeşerir sonra, Onlar da çekilir birer birer, Neydi ey yürek ne sandın ki? Hüzün kalır mıydı gitmişken sevgi. Bir gün “Devletle efendim” diyerek, Hüznü ve Sevgi’yi uğurlayan kimdi? Ey yüreğim ne kadar da değiştin, Seni tanıyamıyorum inan ki... Dört yönden uğultusu olayların, Yine düğümlendi dün ve yarın; Taş döşeli bahçede ağaçların, Altında kızıl ve sarı yığın, Belirdi, demek ki sonbahardır... Gün ardı karanlık güz ardı kardır Hele elden gidince teselliler, Yalnızlık köşemize ne kalır? Teslim oluruz teessüflere. Neydi ey yürek sen ne beklerdin ki? Hüzün kalır mıydı gitmişken Sevgi... |
Ağustos Melali
1 Cesâret kalbim, cesâret! Sustun bütün kış, ürktün kırılmaktan; Çok gerilerde kaldı derken kar, Sonra bahar Ve Temmuz geçti. Yasımız duruldu, coşkumuz geçti... Ne ümit var artık ne korku; Ağustos gecesinde ağulu Sesleri yalnız böceklerin... Cisim sarayı yıkılmadan, Yeni bir sevinçle yıka haydi Geçmiş günlerin kıştan kalan, Balçığını sanmam ki arınsın. Bir devletin inkırazı sanırsın, Ağustos güze terk eder mülkünü Ve Zaman’ın Mehter Bölüğü, İcra-yı âhenk edip sürekli, Örtüyor gidenlerin çığlığını... Cesâret ey kalbim, cesâret! II. Seni eleme emanet etmeliyim Çünkü elem, Sevinçten çok sağlam Ve kalıcı. Çocuk! Bu acımasız, Bu can alıcı Zaman, üstün gelir hepimize... Ben seni elemin ellerine, Emanet edip gidiyorum. Kıyılar, dağlar Ve ormanlar, Senin de ardında kalır Çocuk! Gün gelir, fakat onlar da Zaman’a yenilip giderler... Sonunda yenilenmez yenilgiler; Zaman, bir başına kalır... Ve bizim çoktan geçtiğimiz, Öte âleme geçince Zaman, Orada hepimiz istisnâsız, O’ndan daha kıdemli oluruz... Hiç üzülme seni elemin, Emin ellerine terk ederek, Gidiyorum. |
Hazin Kurallar
Kurgusu değişince hayatın, Şirin görünür ölüm; bu kuraldır. Sanırım ki korkumuzdan, Öyle bir duruma düşmüşüz... Düşler bile düz, mâcerasız; Duygular nehri mecrâsız, Yürek vadisi nehirsiz, Zehirsiz ve panzehirsiz, Bir ömür. Sözde özgür... Coşkudan uzak ve yavan Gök yerine bir basık tavan, Güneş yerine bir kandil. Bunun farkına varılınca Arkada tek geçit, bin menzil Önümüzde yolun sonu görünür; Bu da kuraldır. |
Toprak Aynasında Âlem
Gönül çeşmesini tâ durulunca pâk... Etmeye bir ömür yetmedi. Güller ki neyden fazla inlerken, Nemli gözlerle bir mâzi, Ve tâlik yazılı çeşme Nerdeydi? Zemin denirdi, arz denirdi, sağlam Ve sıkı basarken ona biz neden? Serviler, kekik otlarıyla bir âlem, O eski âlem neden kaydı? Ölüm beklemezdi serviler gerçi, Bilmem hangi hayal kırıklığı, yâhut Hangi kederle müntehir onlar, Kına giren kılıçlar misali, Yeraltını süslemektedir şimdi. Güller, yılanlar ve bütün O eski âlem’in çocukları, Semada ararken servileri. |
Keder Denizi
Yürekler vardır ki Devran elinden, Onlara gam sunulduğunda, İri güller gibi kan ağlayıp Sessiz, dünyayı seyrederler... Yürekler vardır ki onlar, Kırgınlık ve yalnızlığı tadınca; Sokak gösterilerinde yakılan, Taşıt lastikleri gibi, Alevli ve gösterişli yanarlar... Yürekler vardır, gam denizi derinlerinde Mürekkep balıklarıdır ki, Onlara sitem eriştiğinde, Deniz içine ağlarlar... Laciverd ve dilsiz. |
Gül olmak Külleşmeye hazırlıktır
Firak çakmaktaşından doğan kıvılcım, Değdiğinde sevdanın kavına... Fesleğen yerine gül bitebilir, Gül yerine fesleğen de... Sevda okunun keskin ucu, Saplandığında yüreğe, yani avına Ateş renkli bir gül kesilirdi; Ateş en iyi kavuşturucudur... Halbuki, sükûn idi O’nun yoldaşı Itır, onu saran bir bulut... Deryâ ise derinliğinde berdevâm, Of çocuk neden uzaklaştın sen? Fakat, işte, şimdi hemen söyle neden? Füsun ve hüsün, onun çağrışımlarıydı Gül olmak, külleşmeye hazırlıktır Külleşmek, acıların dinişi. |
Anabasis
Yürekler yenilmiş ve suskun, dönüşteler Bu bezgin yolculukta başlar eğik Orak mı tırpan mı elinde bir yaşlı adam, Bir yaşlı adam, en önde gider. Ufku kapatmış bir dağ, sarp ve yola dik. Sen küçücük yüreğinle bu mâcerayı Hep şaşıyorum ki nasıl yaşadın? Ceylanlar vurulmuş, kurtlar nerde; Bu acımasız zamanda onlar da vurulmuş. İlerde yola bakan yüksek yerde, Kendini yırtıcı gösteren bir mazlum kuş, -Korkusundan olmalı bu gayreti- Yol yeşildi, bozkırlaşıyor şimdi, Taş ocakları ve delik deşik kayalar. Sen elimi tutma geriye koş, bekleyenlerin var. Sen bir kuşsun, kanatların Seni buradan uçursun. Eski dünyanın hayalini bana bırak, O benim gözlerimde dursun. Sen yüksel ve gerilerde Gölünü bulduğun zaman in. Bırak bu Dünya sana hain, Davransın, bu bedeldir, Bu bedelidir bir gül olmanın Ey! Kurbanlardan daha kurban çocuk Dönüşe geçme sen, dayan çocuk... Seni de mi Ezel meclisinden Yazıya yabana saldılar. Öyleyse kaybolmana imkân mı var? Kurbanlığı kabul etme İsyan-çocuk. |
Sırtlanlar Serenadı
Dilrübâ sırtlanlar sırıtıyor bak, Kamyonlar seni ezer Çocuk muhakkak... Kerli ferliler yasalarıyla, Yarasaları serçelerden Çok daha fazla koruyacak. Sel gider kum kalır diyorsun Çocuk, Kum kalır bu doğru fakat gül kalmaz; Güller kalmaz, kuşlar kalmaz inan ki Çocuk Sırtları sağlam yere dayalı sırtlanlar Pek dilrübâ sırıtırlar Çocuk... Canavarlar ve cinayetler çoğalır; Ortada seni seven tek kul kalmaz... O ürkek kumrudur ki senin ruhun, Yakındır, yokluğundan yakınan bir kul kalmaz. Kalmaz inan ki Çocuk... İskete iskeletleri ağaç dibinde, Dilrübâ sırtlanlar sırıtır Çocuk... |
Muhayyer Sünbüle
Bu rüzgârla, şimdi çoktan unuttuğum Tarlalarda başaklar eğiliyor; Değirmen miydi depo mu, o yıkık... Terkedilmiş yapının bacasında, Derin düşüncelerde iki leylek; Birisi ayakta ve çökmüş diğeri. Bu rüzgâr, şimdi deniz kokusunu, O kadîm sâhilde gezdirirken Bir şeyi yapamayacak yalnız... Ölmüş güzellerin saçlarını, -Onları ben unutmamış olsam da- Artık dağıtmayacak bu imkânsız. Duyulan bir sünbülün şarkısı mı? Sünbül, eski saçların anısı; Sanırım bizim de ardımızda... Ölüm, zaman ormanının parsı. |
Düşsel Süvari
Suvar atını sen düşsel süvâri, Serin sularında göklerin... Bir daha olmayacak ki seferin. Bizi kiminle bilirdin ey can? Bu kent, Herşeyin kirlendiği bir şehirdir Of çocuk elemler sana göredir Hüzün senin için biçilmiş kaftan, Sahi sen bizi kiminle bilirdin ey can? Çocuk, seni gördüğümü kim söyleyebilir Nerde düşsel refref ve su içtiği nehir, Nerde düşlerde dolu içiren pir? Kim duvardaki sazı indirebilir... Düşsel süvâriyi kim getirebilir? Ah çocuk, elemler sana göredir... |
Kitap Ve Biz
Bütün olaylardan önceydi Kitap, Hayli uzun zaman yumağı bir de Bir ölüm gecesi...doğum ve nice Ölümler, doğumlar, yine ölüm... Yürek çöküntüsü ya da sevinç haberi, Gördüm yüzünde ışıyan yazları, Yüzünde kazılmış kışları gördüm. Sözler serpilmişti sazlıklara, Sızan ışık altında sözler nemli, Sözler serpilmişti sıcak kumlara, Güneş altında da sözler gördüm Duydum... Kuşkuların yoğun kedere, kederin yasa Yasın yıkıma dönüştüğünü Kitap aslında çok önceden bir muştuydu Neden öyleyse çocuk, neden Yüzünün taç yaprağından çekilmiş su? Küçük bir çiçek için ne uzun... Ne hazin bir öykü bu. |
Lacivert Gece
Gülüşün kovamaz lâcivert geceyi Bir hilâl belirir gecede, sâdece... Kederle de kararmaz gözlerinin lâciverdi Yıldızlar belirir, kayan yıldızlar Yeryüzündeki bütün yalnızlar Ürperir, derler ki “çocuk kederli” Sert çocuk, sarp çocuk, lâcivert Çocuk, Biraz neşelensen bu ne dert Çocuk? Ürkme baykuşlardan, baykuşlar güzel Keşki bu kadar azalmasalardı... Hele kirpiler, yarasalar Hepsinin başımın üstünde yeri var. Ölü değil senin gecen, canlılarla dolu çocuk Sisli çocuk, puslu çocuk, buğu çocuk. |
Beykoz'da Gece Başlarken
Bir eski temmuz mu bu geçmiş yıllardan? Yosun, kavun ve deniz kokan... Hem küflü hem sıcak bir Temmuz Hiçbir yerden hiçbir beste duyulmuyor İster istemez geçmişi düşünüyor insan; Siz söyleyin Filozof Rıza Bey, Yenmek, bir kabristan mı almaktır? Yoksa dönüşümlü müdür sevinç ve hüsran, Yoksa hayatın özeti sadece, Bir eski temmuz mudur geçmiş yıllardan? Yosun, kavun ve deniz kokan... Hem küflü hem sıcak bir Temmuz Baharat kokulu kış çarşılardan, Farklı ve uzak bir Temmuz... Gün akşam oldu karardı kayalıklar, Işıdı birkaç yıldız gökte Yerdeyse birkaç diskotek ve restoran. |
Maktul Yürek
Keskin ağzından ayrılık kılıcının, Yüreğimin yediği darbe, Bu acının; En uç örneğini bana tanıttı: Neden kısas uygulandı ki yüreğime? Ne suçtu ne de bir suça kanıttı, Eski Dünya’nın ölümünü seyretmesi... Yılları yele vermiş olması da belki İkinci bir ağır suç sayılarak, Nâhak yere zaman yargıcı, Yüreğim için bu hükmü verdi. Görmeden sevdiği kentler: Bağdat, Saraybosna ve Priştine’nin Harabolduğunu duymuştu Kendini savunmaması bundandır... Ben yirminci yüzyılı, bu sebeple Yüreğimsiz bitiriyorum. |
Ağıt
Bir yas anıtı olmadan yat Uğultunun kol gezdiğini, Duyduğum ve bildiğim tepede; Hâl nice? Güller de... Görünüyorlar mı zaman zaman? Mevsim hep kış ve vakit gece Olduğu sürece... Uyu, kötü rüyalar yıldırmasın seni, Bir yas anıtı olmadan yat... Hüznün anıtı ol sadece... Sen bir su damlası gibi arı, Sen bir saç teli kadar ince. Bir yas anıtı olmadan yat. |
Deidesheim Düşünceleri
Gün bitiyor, gece de sona erecek, Başladığı gibi, Bütün yüzyıllarda Ve her gün Tekrarlanmada mı bu, Akşamın inişiyle yürekleri ezen duygu? Hallac ki bireysel günlerin pamuğunu atar, Tanrının tek zamanında toplardı Mutluydu, çünkü tek zamana Koşutluğu sürdürenler, Sürtünme kuvvetinden doğan elemi, En aza indirenlerdir. Mutluluk, Tanrısal tek Zamanla Birlikte yahut ona koşut, Olmaktadır bunu duydum... Tekrar ediyorum: Bunu duydum, Otuzyıl Savaşlarını görmüş, Hemen her köşesi gibi yeryüzünün, Acıdan pay almış Deidesheim’da... Kuşlarla, yaban ördekleriyle, Meşelerle, bütün yaratıklarla bir olup, Hatta ölümden sonra da Tanrısal Zamanda olmaktır mutluluk. |
Aşka Reddiye
Kapılmayı göğün maviliğine, Bir güneşle bütün bir gün mutluluğu Unutalı yıllar geçmiş aradan İnansaydım sana eskisi gibi Hatırlat derdim belki yine Sen yoksun ey aşk insanlar arasında yangın yerleri, Kısa yakınlıkların yıkıntıları var İşin kötüsü daha sevginin başında Ellerinde hesap cetvelleri, Kar ve zarar hesaplıyor insanlar Kişiler acıyacak ve kin duyacak Ve sevecek de bir zaman Fakat sürekli sevgiler sağanağını sildim aklımdan Bir zaman resmin olan cebimde ey sevgili! Şimdi dörde katlanmış, İlk kolesterin tahlili Ve aslı olmayan bir şeye, Beni bunca yıl inandırdı diye, Dargın öleceğim Fuzuli ye Aşk yoksun sen seni biz uydurduk, Saatleri unuttuk, aklımızca zamanı durdurduk. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:34 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.