![]() |
Vahdet Nafiz Aksu
-'Bir Vakte 'Dair
Sesine kulak verme zamanı şimdi Ne yazmalarda gönül, ne konuşmalarda Deryaya kesintisiz bakma zamanı şimdi Yüzünün şavkı bütün sularda Aynalarda ne sır kaldı ne bir zerre cam Aynasızlık zamanı şimdi, aynasızlık Güneş neden batmıyor artık her akşam Nedir yıldızlardaki bu kararsızlık Sen yine senden bahset, ben zamanı değil Şaşkınlığıma gülümse taa uzaklardan Eksikliğimi de bağışla, noksanlığımı da Sürdür kuşku duymayı tamamlığımdan Azarını kesme üstümden, kesme yine Nazarından pay düşür fersiz gözlerime Sözlerini uçur rüzgâr vaktinde aman Harflerini gelin gönder sözlerime |
-.Bir Aşkın Ölümü
sabah yeni olmuş ışık daha toy seher henüz çıkardığı gelinliğiyle örtmüş ufku taaa boydan boya ufkun arkasından nasıl da bakıyor hasretle kirpiklerini kırpıştırarak bir çift yeşil göz bahar çekip gitme hevesinde yola koyulmuş bile yorgun adımlarla derin ağlayışlar gizli rüzgarın sesinde ikindiye vardığında vakit aktini erken bozan baharda bir utanç devralmış daralan bir yürek ihanet nöbetini bin bir kurşun gizli feleğin gülümsemesinde akşam, hey gidi gamın ev sahibi hey bir kere koklatsaydı ya ellerini sevgili bir kere gamzeleriyle selam alsaydı ya hasretlere döşekler sermiş dudaklarımdan gece yeni gelmiş mehtap daha toy oooyyy kutsadığım karanlık oyyy toplayıver ufkun mübarek giysisini |
-Ah....
ah şu gelmeden geri dönmelerin şöyle bir göstermelerin yüzünü şöyle bir selam vermelerin ah şu ufuklar ardından gülümsemelerin sonra ikizliği seçişin karanlıklarla ah şu yüreğimle her atışında tokalaşan minnacık, beyaz, yaramaz ellerin ah şu aşk kanatlarıyla uçup uçup duran temiz,duru,derin ve emsalsiz gönlün ah ah kuşkulu, kararsız ve muvakkat sevmelerin ah şu ölümsüzlüklere şifreli ışıklar gönderen ölümlü yüreklerin ab-ı hayatı dudakların felç olmuş duygulara yeşil kanatlar veren... derin,anlamlı,sevecen gözlerin ah şu boş dünyada tatlı sersemliğim benim ah susuzluğumu zemzemlerle gideren kadeh ah dünyamı velveleye veren sözlerin ah can suyumu bardaksız koyanım sehpalara çekenim masum sevdalarımı ah ah her şeye rağmen cananım, canım! |
-Akşam Sensizliğin Adı
bak hele ufkun sevgilisine bak hele bak hele ışıkların aşığı dağlara bak hele soyunmuş gelinliğini yine bahar umudunu bağlamış gözlerine gözlerime konuşlandırdım gönlümü gözlerinden bahar solusun diye ne umutlar bağladım bir bilsen ne umutlar göz yaşlarının karıştığı yağmurlara ab-ı hayat içmek dileyen canlar göz kırpıp durmada bulutlara yolumu bilmiyor mu demiş sevgili bilmiyor mu döşediğim merdivenleri o nasıl vuslat hevesi öyle o nasıl susamışlık acıkmayı bilmiyor mu acıkmayı o nasıl aşıklık? ah işte geliyor akşam akşam sensizliğin adı sessizliğin adı akşam ve kopkoyu bir kimsesizliğin çiyden bile incinir bilirim teni dokunma gözlerinin yeşil süsüne akşam kurbanın olayım usul dök karanlığı yarin üstüne artık gelmiyor mu demiş sevgili sevmiyor mu demiş artık seher çağında açılacak şişe ve şaraba benim katık körkütük sarhoşluklar istemiyor mu şöyle uçup uçup gitmeler yedi kat göğe beklemiyor mu elimizden mezeler yoksa hala bilmiyor mu: koynumuzda uyumanın adı sarhoşluk ah işte geliyor seher seher cana gelmenin adı varolmanın adı seher ve sonsuzluğa erebilmenin… |
-Alışveriş
Yola koyulmuş cilveli bir kadın gibidir zaman Kime dokunsa ihtiraslı dudaklarıyla ihtiyar olur Bilinmez hangi handa konaklayacağı Hangi oda ayırtılmıştır önceden Bilinmez hangi seherde Kimin koynuna girer Kim vuslatıyla Bahtiyar olur Nizami kıvrımlarla yüce dağlara tırmanan Bir yolun fersiz dizleriyle emekleyen yolcusu Sevdayı ağına düşürmek için beklemektedir Her hangi bir Ekim gününde doldurulur çifteler Yerde çırpınan bir ay parçasıdır gördüğünüz Kanlı gömleklerini meleklerin gelinliğe çevirdiği Ve gözlerini kanatlara mücevher kılmış dilber odur Odur yelkenlerini sonsuzluk rüzgârlarının doldurduğu Ve faniliği bir engerek dikkatiyle soyunan Hüznün iliklerimizle oynaştığı demdir bu işte Yola koyulmuş cilveli bir kadınının ellerindedir İpekböceklerinin özenle ambalajladığı gönüllerimiz Yüreklerimiz sızıya talimlidir çok zamandan beri Üflenmiştir burnumuza dudaklarından narkoz özenle Can nasıl çekilip gitmiştir tenimizden haberdar değiliz Vakit seherse eğer ve gelmişse beklenen konuk Can fark edemez ölümün soğukluğuyla Tatlı bir uykunun anne sıcaklığını Alışveriş zamanıdır zaman Vermektir bu an almanın adı Böyle verir aşk sultanı Verdi mi muradı… |
-Ama
Şarap, kadehi sevmedi hiç, sevdi kanımı ama Almadı sarhoşluğun aklımı, aldı canımı ama Bir sır söylemek istedim fısıltıyla kulağına Sardı âşıklar birdenbire her yanımı ama Bir kumruya yoldaş olmuş çoktandır omzum Bir tek nağme bile okşamadı kulağımı ama Ağlayan bulutlara çok yoldaşlık etti gözlerim Hak etmedi çöller bir katre ihsanımı ama Nice yıldızlar yuttu gönlümün kara deliği Zühre tanımadı hala zindanımı ama Cana can katma davasından vazgeçtim Cananistan kıldım dergâhımı ama Sürüp durmadayım bir dilberin izini Yapamadım sevdanın izahını ama Şarap, kadehi sevmedi hiç, sevdi kanımı ama Almadı sarhoşluğun aklımı, aldı canımı ama |
-Analar ve Oğulları
Ellerini sızılar içindeki dizlerine Düzgün aralıklarla vurarak İlahi müzikler bestelemekteler Pişkin yüzlere karşı sesiz, ümitsiz Çığlıklarla okunsun diyerek Anacıklarım hey anacıklarım Körpe bir fidanın baltayla kesilmesinden Titremesi gibidir ormanın… İnlemeleri Ses tellerinin ev sahibidir kara haberler Yürekler ah yürekler ne kadar harabeler Sırf bir evlat musallaya konulmuş diyedir Böyle içtenlikle ezan dinlemeler Anacıklarım hey anacıklarım Başlarında yuva yapıp durmada Zulmün alıcı kuşları Bütün saatler eceli vurmada Bundandır telaşları “Ölüler hey ölüler Doyulmaz sevgililer “ Diyerek ağıtlar yakmada yine Anacıklarım hey anacıklarım Bir daha gelmemenin adı burada sevda Bir daha sessiz yürek vuruşlarıyla Selam vermemenin yani Bir daha gülümsememenin adı burada ölüm Bir daha ana diyememenin yani Bir daha oğul diyememenin Anacıklarım hey anacıklarım… |
-Ansızın
ansızın müjdeciler göründü ufuklarda gül kokuları sardı etrafı ansızın nasıl olmuşsa kurtarıp yüzünü aynalardan güzelim dayandı kapımıza ansızın yollar imana geldi ansızın vazgeçti ayrılıklar ısrarından dağlar geçit verdi sevgiliye ansızın ansızın cana bir sevinç düştü ki sorma kanatlar armağan etti kuşlar gönlümüze bulutlarla saklambaç başladı ansızın badeleri çift koydu saki önümüze al dudaklar imdada geldi ansızın göğüsler yastık kılındı başa düşlere hücum etti alem ansızın meclis ab-ı hayat müjdesiyle çınladı diz vurmaya başladı yarimiz ansızın ricamızı galiba yanlış anladı gönlüne nice yaşmak çekti ansızın bir velvele sardı şehri ansızın bir feryada bin orkestra eşlikte israfil el koydu kulaklara ansızın sonra gergin dudağında müşvik bir tebessüm gamzelerde sonsuz bir merhamet ansızın seher gelir gelmez okundu hüküm her suça bin beraat verildi ansızın ard ardına uyanmalar ansızın aşk su döktü sarhoşların başına şaraplar sirkeye döndü ansızın ansızın müjdeciler göründü ufuklarda gül kokuları sardı etrafı ansızın nasıl olmuşsa kurtarıp yüzünü aynalardan güzelim dayandı kapımıza ansızın |
-Aramanın Şiiri
Göz gözeliği özlemiştim zahir Efsunkâr bakışlar arıyordum Her hangi bir akşamın Her hangi bir vaktinde Yeşil ışıkları yakan sendin Hayatın en kasvetli kavşağında İliklerimde kutup rüzgârı… Sımsıcak nefesler arıyordum Her hangi bir gecenin Her hangi bir vaktinde Her zerresi buz tutmuş bir şehri Isıtan sendin soluklarınla Kirlenmemiş aydınlıklar arıyordum Her hangi bir seherin Her hangi bir vaktinde Titrek nurlar düşüren sendin Yağmur yerine gökyüzünden Duymak için bir ses arıyordum Her hangi bir şafağın Her hangi bir deminde Orkestralara notalar dağıtan Sendin dağarcığından Tutmak için eller arıyordum Her hangi bir günün Her hangi bir vaktinde Omzuma bir gölge düştü Buldum kendimi kollarında Bir koyu bensizlik arıyordum Her hangi bir zamanın Her hangi bir anında Sensizlikti menzil Sevda aynalarında |
-Aşkolmak!
hasretin sımsıcak kollarında derin uykular hayal ededursun gönül yüreğimde çifte kanatlar çırpmada sevda aşk otağlar kurmuş ruhumun yücelerine gözümün nurunu yeşile boyadı bahar dağlar rüzgar beklemede nefesimden sesimden orkestralar medet ummmada hey hey gidi ses tellerimi dudaklarıyla sulayan sevgili heyyy tövbelerimi bozduran işvene ne deyim ne ne söyleyim ferman dinlemeyen parmaklarıma dudaklarıma zemzemler ikram etmede saki günahkar niyetlerimi alkışlamada tövbe nur topu bebekler koşmada kucağıma gölgeni salsan ne zaman menzile gel demelere niyetlensen usuldan dağalar bir bir çekilmede yollardan uçaklar imrenmede ayaklarıma hele bir göz at şehre bir göz at aşıklar halkalanmış köşe başlarında aman neylere bir bak, aman tefleri dinle diz vurup sarsmada dansçılar yerleri her nefeste bir düğün, her nefeste bayram yüreğimde çifte kanatlar çırpmada sevda aşk otağlar kurmuş ruhumun yücelerine aşık zincirlere vurulmuş bir koca sarayda gel bir and içelim bir and içelim gel ne tasamız olsun ayrılıklardan ne buluşmalardan umudumuz aşkolsun sevdanıza aşkolsun denmiş aşkolmuşuz |
-Baharla Gelsen…
Bir dağ inşa etmeye koyulduk Gözlerinden ruhsat alarak Tam da şehrin bittiği yerde Tan vaktinde tarifsiz bir sevinç Yeni bir ufku olacak seherin Ama gönlüne bıraksak Güneş hiç doğmayacak Gözlerinde zifiri karanlığın O küstah egemenliği… Dudaklarına hiç bilmediğim bir dilin Bakir İtiraz sözcükleri sinmiş Gözlerinden ruhsat alarak Tam da şehrin bittiği yerde İnşa etmeye koyulduğumuz Mor sümbüllü dağa Bir de kokunu versen Baharla gelsen… Böyle tatlı telaşlara alışık değiliz Uğramaz semtimize şiddetli fırtınalar Bir de kurtulsak boynumuza asılı dağlardan Anlarız ki uzatmış pembe dudaklarını Yumuşak huylu ilkbahar |
-Barıştık Karanlıklarla Bu Sefer
sarhoş girdik meyhaneye sakiye de küsüz, kadehe de döner durur başımız sebep aman aman barışmalar arzu eder sevgili karışır birden bire meydan 'devran yine o devran ' bir tazelik gelir cana heyecan üstüne heyecan duman dağılmak üzre mahcup bir şekilde el uğuşturmada zaman kavgalar başlamadan daha daha kanlar dökülmeden ayak yollarına çekip gitsek mi diye geçer aklımızdan da kaş çatışlar düşer gönül aynamıza şu ayaz geceden ürkermiydim hiç bir yudum mahmurluk giyindirseydi kendi elleriyle sevgili ve soyundursaydı cümle mahmurluklardan şafaklar semtimize uğramadan perdeler kıpırdıyor nihayet bir nefes ötede seher zifiri karanlıklarla can düşmanı değiliz bu sefer |
-Bayram Ederler Kim İle Şimdi?
Mübarek kurban bayramında, sms, mektup, e-mail göndererek bayramlaşma yerine, fırsatım olsaydı da gönül dostlarıma güzel güzel tatlılar, şekerler, çikolatalar ikram edebilseydim; onlara bayramlıklar, hediyeler alabilseydim… Ama ne mümkün... Dünya iletişim ve ulaşım alanında küçüldükçe küçülüp 'küresel bir köy' haline dönüştüğü ölçüde, gönül yadlıklarının ve ruh uzaklıklarının da kavileşmesine sahne oluyor. Mesafeler kısalıyor, ayrılıklar derinleşiyor. Dostunuzun, sevgilinizin ruhunuza gıda veren tatlı sesleri aha bir tuş mesafesi ötenizde… Lakin hasretiyle kavrulduğunuz mütebessim yüzlerle aranızda kilometrelerce mesafe var. Artık yalnızlıklar dağ başı yalnızlığı değil. İnsanlık zorunlu bir 'halvet der encümen' halini yaşıyor. Halk içinde yalnızlık... Büyük kent kimsesizliği... Milyonların içinde tecrit hali, şehir denen medeni koğuşların tam göbeğinde hücre mahpusluğu... Üstelik bu zahiri garipliği bir ruhi vuslata çevirebilecek 'hak ile olma' keyfiyeti de mevcut değil. Bayramlar çare olabilirdi buna, hakkıyla yaşanılabilseydi. Böyle haklı dertlenmelerle zaman zaman gönlümüz meyus olsa da,'Ah eski bayramlar' nidasıyla dizlerimizi boş yere dövmeyelim. Ne kadar eskiye gitsek, eskinin adamının da aynı veya benzer sözlerle kendinden önceki zamanları özlediğine tanık oluyoruz. 'Eskiden böyle miydi dünyanın hali' feryatları, binlerce yıl evvelinin tabletlerine kargacık burgacık yazılarla nakşedilmemiş midir? O yüzden büyüklerimizin geçmişi kutsayan iyi niyetli ahlanmalarını, göçüp giden gençliklerine duydukları haklı ve masum özlem olarak görmeli biraz. Elbette vardı eski zamanların da, bayramların da bu gün kaybettiğimiz insani faziletleri... Ahlaki ve kültürel yozlaşmanın alıp götürdüğü nice değerlerimiz gibi, zamanın aşındırdığı nice güzel bayram hasletlerimiz de mevcut. Bir yandan da düşünüyorum. Bindir acıyla, hüzünle yoğrulmuş tarihimizi. Harple, darpla geçmiş yüz yılları. Yenilgilerin, işgallerin, mezalimlerin hırpaladığı toplumumuzu. Mesela 17.18.19.yüzyılların çileli Erzurum’unu... Yedi cepheye kurban niyetine gönderilen genç Dadaşları... Onların yuvalarından, ailelilerinin kendilerinden uzak geçirdiği gamlı bayramları... Ve o fukaralık yıllarının ' kurban alamamak üzüntüsüyle ','hacca gidememek hüznüyle' dizlerini döven samimi müminlerinin hayali, çağlar ötesinden mıh gibi saplanıyor zaman zaman yüreğime. Allah'a yüz binlerce şükürler olsun. Müstakil vatanımızda harpten darptan uzak... Başı dik yaşıyoruz. Birde şu iç sıkıntılar, hıyanetler olmasa... Yavrularımız kendi vatanımızın dağlarında, yollarında kahpe kurşunlarla şehit edilmeseler... Bayram o bayram olacak. Şükür dedim de... İnsaf ve vicdan ile bir düşünsek. Ne kadar şükretsek gerçekten az vallahi. Sorunlarımız, sıkıntılarımız, geçim darlıklarını yok sasıyor değilim. Bu memlekette fakir fukara kalmadı da demiyorum. İşsizimiz de çok, aşsızımız da... Ama birde madalyonun diğer tarafı yok mu yani... Bakın her mahallemizde en az üç beş evden, her apartmanın bir iki dairesinden hacca gidebilen hemşerilerimiz var. Zorluklarla da olsa, hemen hemen her kapıda bir kurban kesiliyor. Her gelininin kapısına, sarı sarı altınlarla süslü koçlar çekiliyor. Çoğu evin kapısından buram buram kurban kavurması kokuları ulaşıyor burunlarımıza... Her aile çoluk çocuğuna iyi kötü bayramlık alabilecek durumda. Üstelik birçok yavrumuz yeni elbise giyinmek, bir tike et yiyebilmek için bayram gelsin diye beklemiyor artık. Sanıyorum ki, kadim İmparatorluğumuzun haşmetli zamanları hariç, tarihimizin büyük bölümünü kapsayan bir araştırma yapılacak olsa... Hane başına kesilen kurban, kişi başına verilen zekât, ev başına hac yapabilen şahıs sayısında bu gün daha iyi bir durumdayız. İslam’ın toplumsal ve breysel olarak daha iyi yaşanıp yaşanmaması ayrı bir bahis. Amma, kişi isterse eğer bu vecibeleri daha kolaylıkla yerine getirebilecek ortama kavuşmuş durumda, şükür... Yani ben kendi hesabıma, ' ah nerede o eski bayramlar' diye dövünmüyorum, aksine bu günün bayramlarıyla birçok açıdan övünüyorum. Siz bakmayın, kapısını bacasını kilitleyip sahillere koşanların günden güne çoğalmasına... Bakın bu fakir gibi nice can, sılayı rahm için, zemheri, kar kış demeden baba ocağına, ana kucağına koşup durmada...'Derin Millet' kahır ekseriyetle dini, ahlaki, kültürel değerlerine öyle sıkı sıkıya sarılmış ki, yedi cihan bir araya gelse o aslanpençeleri gevşetemez, soysuzluğa ve milletsizliğe doğru düzülen kervanlara müşteri bulamaz, hiç endişelenmeyin... Asırlardan beri, dört gün süren kurban bayramının ilk günlerinde kurbanlar kesilir. Eti fakirlere dağıtılır... Ne güzel bir İslam âdetidir, inşallah kıyamete kadar böylece sürüp gitsin... Büyüklerin ziyaret edilmesi, el öpülmesi, harçlıkların alınması eskiden pek itibar edilen adetler idi... Bu güzellikler de inşallah milletimiz var oldukça yaşayacaktır. Yaşması için aile büyüklerinin çok özen göstermesi lazım, ama... Tabi Bayramların çocuklar için çok özel anlamları vardı eskiden, şimdide öyle değil mi? Ve eskiden onlara özgü eğlence yerleri bile tertip edilirmiş... Acaba diyorum, bizim Belediyelerimiz de, çok özel ve değişik Bayram şenlikleri düzenleyemezler mi? Bayram süresince açık mekânlar, çocuk tiyatroları... Dini, ahlaki ve milli terbiyelerin de ihmal edilmediği neşeli, keyifli eğlence programları... Çocukların da interaktif katılacakları organizasyonlar... Başkanlarımız düşünsünler bence bu noktayı... Bu kadar kuru laf ettik, sıkıldınız belli... Eğer kabul ederseniz, bayram baklavası niyetine hatırımda kalmış bir kaç güzel beyti, şiiri sunayım size de dimağınızı tatlandırayım… Bayram için ne çok şiirler kaleme almışlardır Divan şairleri, bilirsiniz. Bence en güzel bayram beyti, Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman (Muhibbi) 'ye aittir. Sadece o beyti yazıp bir başka şey söylemesek Kurban Bayramı için kâfi bir armağan olur... Kabedir kuyun nigara gelmişiz kurban için Dostum etmez misin uşşakı kurban vaktidir (Ey sevgili mahallen Kâbedir, kurban için gelmişiz: Dostum, âşıkları kesmez misin, kurban zamanıdır) Ve Mevlana şöyle buyuruyor: Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, İnananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü. Büyük Mutasavvıf ve Şair Avlarlı Lütfî Efendinin O muhteşem Bayram şiirini hepinizi birisiniz, ilk kıtasını alayım sadece. Mevla bizi affede Gör ne güzel ıyd olur Cürmü hatalar gide Bayram o bayram olu Nedim, Damat İbrahim Paşa’ya sunduğu Iydiyede şöyle diyor: “Iydin mübarek olsun eyâ âsaf-ı cihân Gelsin edeble pâyına bûs etsin âsümân Tutsun cihânı debdebe-i tabl-ı haşmetin Olsun felekte devlet-i câhın cihan cihan cihan” Ve yine Nedim’in Coşkulu Bayram anlatımı: Ve likin bu mübarek ıyd vakti eyleyip teşrif Stanbulun ferahla ıyd be ıyd oldu her yanı Binip sat iz zü naz ile semend-i şühreftara Güzeller at meydanında alır şimdi meydanı Hususa hazreti eyyub ile meydan-ı tophane Birer takrip ile elbette cezbeyler civanananı … İyd erişsin bais-i şevki cedid olsun da gör Seyr-i sadabad’ı sen bir kere ıyd olsun da gör Guşe guşe mihrler mehler bedid olsun da gör Seyr-i sadabad’ı sen bir kere ıyd olsun da gör 16. yy. yaşamış, Hayalî’nin bir bayram şiiri: “Iyd-ı kurban erdi halkı yine şadan eyledi Gonce-leb dilberleri gül gibi handan eyledi” Yahya Kemal’in, Süleymaniye’de Bayram Sabahı adlı nefis şiirinin başlangıç kısmını da hatırlayalım mı? “Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye`de Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan, Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.” Bizden evvel göçüp gidenleri de, Âşık Veysel’in şu dörtlüğü ile analım hadi: “Ben giderim adım kalır Dostlar beni hatırlasın Düğün olur bayram gelir Dostlar beni hatırlasın” Necip Fazıl’ı da iki güzel mısraı ile analım: “Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var; Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var” Orhan Veli’nin “Rüya” adlı şiirinden… Annemi ölmüş gördüm rüyamda Ağlayarak uyanışım hatırlattı bana, Bir bayram sabahı Gökyüzüne kaçırdığım balonuma bakarak Ağlayışımı... Kul Himmet, Yüzyıllar öncesinden bakın nasıl gurbet üflüyor ruhumuza: Diyar-ı gurbette Cezayir'lerde Eller bayram etsin ben ah edeyim Ağ gerdan üstünde siyah tellerde Teller bayram etsin ben ah edeyim Abdurrahim Karakoç, “bayramlar hani “ sorusuyla, eski bayramlara özlem duyanlardan: Bayram demek takvimdeki yazı mı? Bayram hasret, bayram ağrı, sızı mı? Açıp yüreğimi, yumup gözümü Özüne girdiğim bayramlar hani? Türkülerimizde de, neşesiyle hüznüyle bayramı buluruz. “ Bayram kurbansız olmaz – Ben de sana kurban kız “ da deriz, “Bayram gelmiş neyime /Anam anam garibem/Kan dolmuş yüreğime / Anam anam garibem...” mısralarıyla da ayrılığımızı bayramla paylaşırız, bir nevi… Ve Büyük Hacı Bayram-ı Veli’nin Bayram şiiri, hakikaten bayram kadar güzel, bayram kadar muhteşem… Bayramım imdi bayramım imdi Bayram ederler yâr ile şimdi Hamd-ü senâlar hamd-ü senâlar Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm Yar ile bayram kılan gönüllere selam olsun. Ve bu güzel bayram gününde, gönlümüze asılıp duran bir sual var ki, günde beş vakit cevabını aramamız lazım? Ya o… Pakistan’ın evsiz barksız çocukları… Ya o Irak’ın asrın en hoyrat zulüm ve istilası altında inleyen, bayram topu yerine düşman bombalarıyla sabahı karşılayan; aç, ilaçsız, hasta çocukları… Ya o Kerkük’te, Filistin’de, Türkistan’da, Afganistan’da Afrika’da... Boynunda esaret ve açlık zinciriyle dolaşan… Bayram ruhu ve neşesinden uzak… Milyonlarca çocuk… Ya elimizi uzatsak değecek mesafedeki, açlığını ölmüş tavuklarla gidermeye çalışıp, virüslerle saklambaç oynayan bizim yavrularımız…' O kimsesiz avare çocuklar,hele sizler hele sizler ' dediği şairin...O yetimler,öksüzler...Yuvalarda yurtlarda bir tutam şefkate muhtaç olanlar...Ve onlardanda beterleri, ana kucağının sıcaklığına doymadan, köprü altlarının soğuk yüzüne mahkum olanlar...Tinere,esrara,kapkaça kurbanv erdiklerimiz şu kurban bayramında... YA ONLAR, Bayram ederler KİM İLE şimdi? |
-Bazen
olmazlar, olamazlar şaha kalkar oksijeni bol yaylalarda bile nefes alamayız bazen geliş yollarına mayınlar döşer felek gitmelere kutsal anlamlar yükleriz kalmak hayatın ta kendisidir oysa kalamayız bazen ayrılıklardan medet ummak niye niye kelepçeler vurmak vuslat kollarına mutluluk aha şuralarda bir yerde bulacağız azıcık arasak aramayız bazen gezinir dururuz sahillerde avare tenimiz bir yudum su özlemiyle kavruk ne deniz, ne okyanus susuzluğa çare... hafif serinlemelerdir denizle alışverişimiz ama derinlerde bir yerde hazine dalamayız bazen kulağına bin bir özenle söylediğimiz şu sevda sırrı var ya şu sevda sırrı gönlümüzü alevistan yapalı beri her gün yeşil manşetler atar gözlerimiz bilinmez diyarlarda arar dururuz bilineni aramaktan başka ne işimiz var ne gücümüz bulamayız bazen |
-Belki de…
Görünmez kalemlerle alnıma yazdıkları Belki de senin sevdan, belki de Aynaya her bakışımda Gözlerini gözlerime alışım Bu yüzdendir, bu yüzden… belki de Karışık bir rüyanın orta yerinde Çatlak dudaklarımı yakan öpücük… Yeşil prangalara vuran gözlerimi … Nazlı emzirmelerle körkütük edip Saçlarıyla bağlayan ellerimi Sensin ey sevgili sensin belki de Belki de şafağın o kızıl rengi Feleğin kadehine döktüğün şarap… Yorgun başını göğsüne dayayıp Hıçkırıklarla ağlayan çocuğu Kandırıp susturmak için Her seher emzirdiğin zehir Şu gönül yarama şifa belki de Belki de ılık ve tatlı nefesinle Her sabah uyanmakta şehir İlkönce yüzüne uğrar ilkbahar Yağmur dersi alır bulutlar gözlerinden Ne zaman açmaya niyet etse bir gonca Minnacık dudaklarıyla öper ellerinden Belki de başımda dönüp dolaşan Tatlı belaların ta kendisisin Kem gözlere milsin belki de Belki de meleklerin dua sesisin Sevdam sonsuz bir susuzluk Dudaklarınla bentler vurmuşsun suya Bu yüzden şarapla dostluğum bu yüzden Bu yüzden ebedi sarhoşluğum, belki de Görünmez kalemlerle alnıma yazdıkları Belki de senin sevdan, belki de Aynaya her bakışımda Gözlerini Gözlerime alışım Bu yüzdendir, bu yüzden… belki de |
-Bilmiyordu Ne Çok Susadığımı
Sadece dudaklarımı kıpırdatarak Sessiz bir şarkı söyledim peşinden bu gece Saldım gök kubbeye yüreğimin yiğit sesini Dolaştım sokakları gönlüme masallar anlatarak Rüyalarımı esir alan ısrarlı kederlerin Hiç birine yüz vermek istemezdim bu gece Ama neden ama neden bu kadar soğuktu ellerin Ama neden ısınamıyordum gönlünde Ve sonra yine ıssız ve sesiz Patikalardan geçerek doluverdi Gözlerimizden ruhumuza karanlık Perdeler erkenden çekilmiş Kapılar kilitlenmiş çabucak Sığınmış duvarların ardına Bütün insanlık Bu gece rüyalar çok karışıktı Saçlarını döşek döşek sermiştin İşareti bana,işmarı bana Gözlerini başkasına vermiştin Bu gece rüyamda sana İmalı bir şeyler söyler gibiydim Kapında taht taç bırakmış Padişahlar gibiydim Hasretten çatlamış dudaklarım Taaa şafak sökünceye kadar sevgilim Gölgelerle sevişip durdular Çünkü dudakların derin bir uykudaydılar Omzunda bir başka baş Koynunda bir başka aşık Uykuya dalmada yavaş yavaş Ne bir tek ses, ne ışık Vakit geceden sehere döndüğünde Fark ettim ne kadar susadığımı Deryalar içinde yüzüyordu sevgili Bilmiyordu su aradığımı Bilmiyordu su aradığımı Bilmiyordu ne çok susadığımı |
-Bilmiyorum
Gölgelerin özlemesi birbirini Alabildiğine aydınlık bir günde Bir minik bulut bile yokken Güneşin önünde… Hazin olan nedir bilir misin? Ufuk seyyahı gözlerim için… Yeşile hudutlar çizmiş mevsim Mavinin bir küçük hükmü yok Ve daha akşam bile değil Ve daha sehere çok var Şu yolcu niye susuz Tam da pınarın başında Kurumuş dudaklara hasret su Şişeler bulmak telaşında Hazin olan hasret değil hayır Ayrılık edepli bir konuk Umutlar kelepçelenmemiş Yarınlar mütebessim Ya niye bu yorgunluk? |
-Bir Aşkın Anısına
sabah yeni olmuş ışık daha toy seher henüz çıkardığı gelinliğiyle örtmüş ufku taaa boydan boya ufkun arkasından nasıl da bakıyor hasretle kirpiklerini kırpıştırarak bir çift yeşil göz bahar çekip gitme hevesinde yola koyulmuş bile yorgun adımlarla derin ağlayışlar gizli rüzgarın sesinde ikindiye vardığında vakit aktini erken bozan baharda bir utanç devralmış daralan bir yürek ihanet nöbetini bin bir kurşun gizli feleğin gülümsemesinde akşam, hey gidi gamın ev sahibi hey bir kere koklatsaydı ya ellerini sevgili bir kere gamzeleriyle selam alsaydı ya hasretlere döşekler sermiş dudaklarımdan gece yeni gelmiş mehtap daha toy oooyyy kutsadığım karanlık oyyy toplayıver ufkun mübarek giysisini başımın üstüne koy |
-Bir Helalleşme Öyküsü
Ağustos sıcakları bunaltıyordu… Göklerin uçsuz bucaksızlığında Sessizlik kanat takmış uçuyordu Bir ihtilaf vardı hayatla aramızda İşte tam da böyle bir anda Bir şafak vaktinde yani Bir olup eşkıyayla Hayatın yolunu kestik Sahipsiz ve efkârlı rüzgârlarla buluşup Estik ha estik Soyup soğana çevirmek vardı Ve bağlamak ellerini anasını satayım Ama yorgundu ellerimiz Ve tonlarca narkoza bedel bir seher mahmurluğu Üstelik önümüz ölüm sevdalısı sonbahardı Hayat kurtuldu elimizden Sökmedi sevdaya eşkıyalığımız Borçlu kaldık üstelik el âleme Yok, kimseden alacağımız Böyle olacağı belliydi ama Yola çıktığımız ilk anda taa Issız ve sesiz bir şafak vaktinde yani Aşkla helalleşmiştik… |
-Bir Sevda Çıkmazı
rüzgârlar gemilerin istemediği yönden esiyor* güneş bazen doğudan doğmuyor sevgilim bazen yıldızların gözü kör alabildiğine ruhum karanlıklarda geziyor... gönlümün tutunuşu bu yüzden yeşil gözlerine her fırtına koptuğunda uçsuz bucaksız denizlerimde kürekleri onlar çekiyor o kadar uzağız ki sahile feri kesilmiş deniz fenerlerinin bir tarifsiz sevda yine iflahımı kesiyor ruhum karanlıklarda geziyor yıldızların gözü kör alabildiğine güneş bazen doğudan doğmuyor sevgilim rüzgârlar gemilerin istemediği yönden esiyor |
-Bir Sevda Sonrasının Karlı Düşleri
Fark etmeyecektim susuzluğumu Dudaklarıma düşmeseydi çiy taneleri Seher vaktinin o kutsal ayazında Bir yudum çay hasretiyle ettik sabahı yine Yine nice canlar söküp aldık haşin dalgalardan Sırrımızı bir sana verdik, bir de rüzgâra Omuz yaptık kendimize palandökeni Kanat kuşandık sonra ejderden Mihnet mi eder artık gönül Yıldızlara Sessizliğin kibrinden kurtar notalarını Şiir değil diye dudak büktüğün sözler Aşk dergâhında saltanat sürmekte şimdi Yüreğimizle nice gözler sürmelenmekte Gözlerimizle nice körler görmekte şimdi Beyaz işveleriyle gecemize baş kaldıran Ve sonra koynumuzun bütün soğuğunu Sırtlanıp bir sadık hamal gibi taşıyan Şu kanatsız kuşlara bir öpücük ver Bari benim payımdan |
-Bir Şehir Dolusu Ben
Uyurgezer insanlar kılığında Bir şehir dolusu ben Hiç ayılmaya hevesli değilim Özlemim yok sıcak döşeklere Ve bir tek rüya bile görmeyeceğim İstemesen Çakırkeyif sarhoşlar kılığında Bin meyhane dolusu ben Usanmışım üzüm şaraplarından Bir bıkkınlık gelmiş teflerden Seslerden… Tenime değen Nefeslerden Bir aba, bir hırka dervişler kılığında Yüz bin mescit dolusu ben Bu gün uçma talimlerinde gönül Dün yürüyemezken Lanetlenmiş iblis kılığında Viraneler dolusu ben Vesveselerle oynaştayım işte Kuşkularla aynı sofrada Çalınmış imanlar, koro halinde İsmini haykırmada yedi kat göğe Tanıyacaksın milyon ses içinden sesimi Kulak versen Eli tırpanlı Azrail kılığında Köşeler dolusu ben Her hasta başında en nizami nöbetçi Her can üstünde limitsiz hak sahibi Düşecek elimden tırpan Şefkatle gülümsesen Söz sultanı şairler kılığında Kitaplar dolusu ben Kitaplara sığmıyorken sen |
-Birazcık Ölüm
ne zaman geleceğini bildirmeyen iki konuktan birisin sen diğeri ölüm yokluğun böyle bir şey işte varsan ölüm yok yoksan ölümle kardeşsin gülüm... |
-Boşluk
Söyleyeceklerim her hangi bir zamana ait Akşam diyemem, ikindi hiç diyemem Belki gecenin yarısından biraz önce Belki sabaha biraz daha yakın İyisi mi vakti bana bırakın Bir hıçkırık öncesi hazırlığı gibi Bulutların havada oynaşması Rüzgarda tarifsiz bir huzursuzluk Ufukların canı fena sıkılmış yine Dağların arkasında sınırsız bir boşluk Yalnızlığın bayram anı Evhamların coşku saati Kuşkular, kaygılar el ele Ruhlarda bir galeyan Ve tükenmez bir velvele Söyleyeceklerim her hangi bir zamana ait Akşam diyemem, ikindi hiç diyemem Belki sabaha biraz daha yakın Seherin tam öncesi belki de.. Bir nazlı rüzgar dağ eteklerinde Çiçekleri öperek dolaşmada Bulutlar yar koynundan küme küme Gök yüzüne taşınmada …. Bak yine yenildin karanlık Bak yine yakınlarda bir yerde Şefkatli ve tanıdık ışıklar yanmada …. Tam da nehri geçtim derken Tökezleyip suya düşen Bir cana Minnacık bir el Uzanmada …. |
-Brazcık Şafak
Şöhreti ıskalamış babacan bir türkücünün Yorgun sesiyle uğurlanırız gurbetten Nedir ki gurbet? Her gün bin ölüm doğuran şu sesiz kuyudan Yükselen güçsüz feryatların bestekârı kim? Kim subaşlarında deliksiz uykular çekip Sonu gelmeyen kâbuslar tasarlayan Kimdir şu dönmemek üzre gidenlere Her gün adet olsun diye ağlayan Gariban? Sıradan bir öykünün anlatıcı meleği Feleği gamzeleriyle kandırmasaydı Altından kalkamazdık bu sevdanın Yenemezdik bir hamlede feleği Annemin börek açması gibi açmasaydı Yüreğini kat kat ve özenle sevgili… Ulaşabilir miydik şafağa Çözülür müydü seherin dili |
-Bu Sabah Ben Yenilmeye Gidiyorum
güneş ha doğdu ha doğacak anlıyorum seherin telaşını rengini solukluğa rehin vermiş her hangi bir dağın yamacındaki her hangi bir papatyayla bir yudum suyu paylaşmak için telaşlı adımlarla yürüyorum düşler kurmuyorum bu sabah bu sabah ben yenilmeye gidiyorum yokuşu dik yolların tanrı yolcularına nice meyveler vermiş şu dost ağaçlar savmışlarsa ikram sırasını iş dağarcığımızdakilere kalmıştır hepten ve vakit telaş vaktidir telaş ve vakit tutma vaktidir yeşil gözlerinin yasını telekleri pençe darbeleriyle seyrekleşmiş bir alaca kargayla karşılaşmak alaca karanlıkta hüznün gölge düşümüdür yürek ortasına |
-Bu Sefer
Bu sefer hangi siyah Dalımıza tüneyen Zifiri karanlık gecede Pervasızca gülümseyen Dallarında ateşten meyveler Dizilen bir ağacın Upuzun gölgesinde Huzurlu bir serinlik Derinlik doz aşımı İhtiyar denizimde Gövermeye yakın bir mavilik Suya düşen yüzümde Bu sefer hangi beyaz Sayfamıza musallat Bu devran hangi devran Bu saat hangi saat |
-Büyücü
Notalarla barıştırdı bizi suskunluğun Pes etmeye karar vermeden az önce Madem gizlilerin gizlediği Ve aşikâr olanların açıkladığısın Nedir öyleyse gözlerinin Bakışlarımdan sakladığı Nedir kızıl saçlarının Avuçlarıma meydan okuyuşu… Bırak kilitlemeyi nerde kapı varsa Nerde yol varsa kapamayı bırak Kör tıpalar üretme musluklara Nehirlere bent vurmayı bırak Yol ver gitsin şu gamlı eylülde Yol ver sararmış kuşkulara Bak biz “taşa çaldık arı namusu” Bırak utanmayı, sıkılmayı bırak Saçları kızıla boyalı kadın Perdenin tam arkasında Belki de her solukta bin kapı açtığımız Şu pembe duvarın öte yanında Kurmamış olsaydı dergâhını Cömert nefesiyle ısıtmasaydı bizi Canansız kalacaktık ikimiz: Ben ve can yoldaşımız Eylül... Gözlerine ferler yükle diyor göçmen kuşlar Bakışlarında uçuş hevesleri gizli çünkü Tak kanatlarımıza bir sevdalı yürek Boynumuza narin bir mektup bağlar gibi… |
-Çiçeksizlik Zamanı
Bahçe öyküleri anlatan “can”lar arasında Adı hiç geçmeyen çiçeksin sen Çiçek sayılmayacak Ve öykülere girmeyecek kadar Gerçeksin sen “Ben yârime gül demem Gülün ömrü az olur” Türküsü bazen Bize farz olur Lakin bu da değil gerçek sebep Çiçeksizlik özlemimin daha derin Ve hem de daha makul Gerekçesi var Ne çatlamak üzre tohum Ne mevsim ilkbahar Hazan öyküleri anlatan insanlar arasında Yüzünü avuçlarında gizleyerek Ufkun arkasına rüzgârlarla Gözyaşı havale eden Bir sesiz ihtiyaarrrrr Kadarrrrr Keyifsizim Çiçeksizim şu an |
-Çözerse Yeşil Gözlerin Çözer....
Bir zayıf aydınlık, bir titrek ışık Şafak sökmemekte ısrarlı Seherin nemli gözleri yenik uykuya Karanlık çekilmemekte kararlı Felek kirli gelinlikler giydirmiş Geceden cesaret alıp namlı fahişelere Bozmuş sözleşmesini gönlümüzle sevda Kapamış cümle kapılarını yüreğimiz Alış verişlere Aşk nurlarına hasret Binlerce canın a güzel Sarması bundan etrafını Çözerse yeşil gözlerin çözer Güneşle ufkun ihtilafını |
-Dedim Dedi
dedim vuslatsızsa sevda zulümdür dedi aşkta başka ihtimal olmaz dedim sensizliğin adı ölümdür dedi ondan öte daha yol olmaz dedim ayrılığın pek zor pek çetin dedi sevme eğer yoksa kuvvetin dedim senin kadar tatlı hasretin dedi koklanmadan gonca, gül olmaz dedim şifa gözlerinin yeşili dedi bakıp durma çok tehlikeli dedim tutkunuyum aşka düşeli dedi daha bundan güzel hal olmaz dedim dudakların deva derdime dedi ayırmışım ilaç kendime dedim coştum sığmıyorum bendime dedi aşıklara bend misal olmaz dedim gel de sönsün biraz bu ateş dedi aşk yangını cehenneme eş dedim olsak bari biz bacı kardeş dedi bundan saçma bir masal olmaz dedim nefesin misk, mest olur adem dedi yakın durma bas sırra kadem dedim dudağın bal,dilinse badem dedi ya şu sinem, hiç emsal olmaz dedim gezip durma böyle yolumda dedi zaten başkası var kolumda dedim şampiyonsun gönle zulümde dedi kolum her konana dal olmaz dedim söyle bu sevdada mana ne dedi sevda senin bundan bana ne dedim hem sarhoşum hem de divane dedi böyle yüke can hamal olmaz dedi ne muradın söyle uzatma dedim yumup gözün ruhum karartma dedi çok methedip beni şımartma dedim methetmekle dilim lal olmaz dedim yeşil gözlüm aşk olsun sana dedi aşktır bilir misin can katan cana dedim yüzün çevir bari bu yana dedi yüz vermekle ateş kül olmaz! dedim vuslatsızsa sevda zulümdür dedi aşkta başka ihtimal olmaz dedim sensizliğin adı ölümdür dedi ondan öte daha yol olmaz |
-Demem O ki...
bir sadelik var canda karışık duygulara inat ellerim hüznün gırtlağında gönlümde milyonlarca kanat uçuş talimleri boşuna karanlıktan setler kurmuş felek vurmuşum kendimi yine sevda yokuşuna demem o ki sevgili kuzum uykusuzum huzursuzum ellerinden tutmayı çok istedim tutuşmayı çok seven ellerinden takıldım dudaklarının tuzağına özür diliyorum gözlerinden demem o ki sevgili kuzum korkusuzum soluksuzum biraz çakırkeyfim,hayır sarhoşum otağ kurmuşum üzüm bağlarına badeler içmişim sayısız bardak takılmışım saki ağlarına yollar eğri büğrü yürünemiyor yılan arzuyla süzüyor avını sürünemiyor demem o ki sevgili kuzum varmam sana imkansız yolsuzum ufkun hemen arkasında seher saçlarıyla örtmüş geceyi yıldızlara kıyamıyor belli indirmiyor peçeyi demem o ki sevgili kuzum umutsuzum mutsuzum |
-Dün Akşama Dair Karışık Notlar….
Bahçeye girer girmez yöneldiğin Dalları mağrur bir oyunla kıpırdayan Genç bir ağacın altında uykuya dalmışım Galiba bu yüzden, evet bu yüzden Ancak karışık rüyalarda görülen cinsten Ağlayışlar içindeyim Başımda tüneyen dalak balı bulutların Koynunda mı hala sicim sicim yağmurlar Yüzlerce dille konuşan sevdanın Bir sözcüğünü bile anlamadan Geçip giden şu rüzgâra bak hele Bak hele ıslıklarıyla kendini kutsayışına Bak hele karanlığa dert anlatışına Ve telaşına… Karakış… Gözlerinden düşür beyazı artık *******e meydan okuma renginle Bahara meylet biraz bahara Dövüş kendinle Ağır kadehlerle sarhoşluklara veda… Veda gözlerinle sunduğun mezelere Bir daha çalmasın kapımızı Meclisimize misafir olmasın bir daha Gömleği yırtık sakiye veda Öncü bir sözcük gelip geçsin sayfamızdan Kitaplarımızla ocaklar tutuşturduğumuzda Aklımıza mıhlanacak olan Anlam var oldukça Kalacak olan |
-Eğer
Nazdan surlar döşemeseydin eğer Yüreğinin etrafına her gece Bilmecelerle etmezdim sabah Sehere sırlar söylemezdim Gizlice Ne köşkler inşa ettim ne köşkler Hüznün arka sokaklarında Gelmeyi çok istedim çok Şu sevda şenliğine Kırmızı ışıklar yanıyordu Aşk kavşaklarında Ne ömürler tükettim ne ömürler Gurbetin patika yollarında Sılaya bir adım kala tükendi azık Can verdi umudum can verdi Kuşkunun şefkatsiz kollarında Sessizlik bayramına denk geldi Şarkılar haykırma isteğim İzin verirse yine de sevgili Kulağına bir şey söyleyeceğim |
-Ellerinde Büyüttün Yüreğimi…
Bir minik civcivi avuçlarında okşayıp Üşüdüğünde nefesinle ısıtır gibi Isıttın soluklarınla kış bahçesi gönlümü Ellerinde büyüttün, ellerinde yüreğimi Bir küçük tohumun toprağa sevdası gibi Gözlerine tutkum ey sevgili, gözlerine Gönlüme verdim gözlerimin görevini Gözlerimin bakış borcu var gözlerine Dupduru ağlayışlar süzülsün göklere Dualarıma kanat olsun iç çekişlerim Göğsünde bir baş ihtiyarlasın istedim Süs olsun dudaklarında gülümseyişlerim Bir sabah ezanının muhteşem musikisiyle Uyanır gibi fani fakat sımsıcak düşlerden Kucağımda uyansın istedim sarhoşluğundan Sevgili, tatlı sayıklamalara benzeyen sesiyle Bir sonsuzluk soluğu gibi yoldaş nefesimize Faniliği koyup gelmiş eşiklerde Asırlardır duyulmamış ninniler eşliğinde Sallayıp durur gönlümüzü esrarlı beşiklerde Ne zaman hülyalı gözlerini asıp aynama Hayaliyle resimler çizmeye dursam Gizli bir el kurar alarmını saatin Zaman durur ne zaman Tahtının önüne otursam |
-Gece Huylanmaları
Uykuya tebdil hava verdiğim bir geceydi Sıcak bir nefes çekmişti canım yine Gözlerini dikmiş öyle bakıyordun Ama perdeleri indirmişti felek Nedense gözlerine Zaman su yolu etmiş mekanımızı Konukluğu pek zor, ağırlanması pek çetin Her öğünde bir parça ömürdür ikramımız Her parçada bir taze can Zamanı dudaklarından öptüğüm bir gece Çözüldü bilmece sandım ey sevgili Yırtıp attım beynimin prangalarını Yıktım bir darbede gönlümün surlarını Ayak seslerine değiştim bütün gündüzleri Krallığım baki o yüzden karanlık diyarında Ellerine kelepçeler vurmuşum bir fermanla Ve ellerim zincir seherin ayaklarında |
-Gece ve O...
elleriyle perdeyi aralayıp bakar yollara bir hayalin sınırlı çerçevesine sığmayan karanlıkların korkunçlaştırdığı *******de sessiz bir kararlılıkla için için ağlar ve bin bir mana yükler yalancı masallara... seherin ıssız ve sessiz ve kimsesiz bir deminde ufuklara gamze vurarak zamanın tahtı önünde el pençe divan durur derin gözleriyle zifiri karanlıkların rakibi aydınlık yüzüyle mehtabın taaa kendisi olur ıssız ve zifiri karanlık bir gecede daha ayak basılmamış karanlıklar üzerinde nefesiyle yüzünü ısıtarak yürüyen bir hayalin parlak kıvılcımları çakar sakin bir rüyaya hazırlanan gözlerinde kimsesiz gönlüne uzaakkk ufuklardan yorumlanmaya muhtaç haberler gelir şafağın hemen öncesinde ışıklardan çoook evvel gözlerine fersiz bir umut yerleşir eliyle perdeyi aralayıp bakar yollara bir sevdanın sınırlı çerçevesine sığmayan coşkun duygularını bastırır elleriyle göğsüne sonra kıyamaz insanlığın karanlıklara mahkum olmasına da saçlarından asar yüzünü uçsuz bucaksız göklere her gece açar perdesini,her gece ayrı bir oyun sahnede bir birinden habersiz aktörler gezinip durur ötelerde bir yerden belli belirsiz heceler duyulur suflör tane tane okur özenle yazılmış bir metni ve sesizce yola koyulur gamın peşinden koşar durur tasanın üç vakit öper ellerini her gece, bin bir törenle uğurlar kendi seherini her seher binbir törenle karşılar kendi şafağını |
-Gece ve Sancı
Ne var elinde senin a canım elinde ne var Titreyen parmaklarınla okşayıp durduğun Nurlarla zırhlanmış yürek kimin, kimin söyle.. Ufuklarla oynaşıp duran gözlerinde ne var Şu maviler kimin, şu rengarenk yeşil kimin, söyle Bir parça nur ver gözlerime, şu görmeyen gözleri bir gör Tut götür ellerimden,yahut bir asa ver kuşburnu ağacından Bir gül bul şu diken ehline, şu güle bir bülbül tayin et Al meyveleri al hele şu fersiz ağacın kucağından Yüzleri topla dallardan, yüzsüzleri bir gör Heyyy taptaze yüzünde yüzlerce kıvrım barındıran Heyyy baygın bakışlarıyla serhoşları andıran Dağıt bu meclisi, kov sakiyi de, serhoşu da meyhoru da Yık gitsin duvarları, sök pencereleri, kır camları Hastayı da yoksay, ilacı da, doktoru da Gel, sadece sen gel, öykülerini de koy kapıda Diline prangalar vur, sök ses tellerini yerinden Gözlerimle bak hatta kutsadığın dünyaya Vazgeç gözlerinden Yahut git bu kapılardan a canım, bu bahçeyi yok bil Sök bütün ağaçları kökünden, tüm dalları kır hatta Yık gitsin asfaltları, patikalara setler kur Kır uçakların kanatlarını, patlat tüm tekerleri Yıka yüzünü de gel sofraya a canım, gel otur! Ne var elinde senin a canım elinde ne var Titreyen parmaklarınla okşayıp durduğun Nurlarla zırhlanmış yürek kimin, kimin söyle.. Ufuklarla oynaşıp duran gözlerinde ne var Şu maviler kimin, şu rengarenk yeşil kimin, söyle |
-Geceyle Gündüz Arasında....
Konuksever akşamlar buldum ikindilerden kaçarak Hayalime gölgeler vursun istemedim Gamla kan kardeşi yaptım sevdamı Besledim hüznümü buruk sevinçlerle Kimseden bir lütuf beklemedim Kardeş ******* buldum akşamlardan kaçarak Her yıldızın boynuna bir hüküm astım Ve saatler boyu ağlayarak Senden ve benden uzaklaştım Isısız şafaklar buldum *******den kaçarak Zifiri karanlıklar yıldızımı boğsun istemedim Ay ışığı vuslatımı kıskanmaya başladı Hasetlikti feleğin son ettiği oyun Üzülmedim Dost seherler buldum şafaklardan kaçarak Güneş ufkun koynunda huzursuz ve uykusuz… Mutsuz gözlere doğmayı dilemekte Uyanmış derin uykusundan bir kadın Umut ve özlemle gülümsemekte… |
-Gitmek
Bir umudu ertelemenin adı gitmek Gitmek geleceğe ödünç vermektir “hal”i Ve zayıf bir boyna yüklenen İhanet denen vebali Taa derinden Özümsemektir Gitmek Gitmek Arkada bir şey bırakmak değil Öne almak ihtirasla süslü vesveseleri Bir gönlü abad etmek delice hayallerle Dağıtmak isterik kahkahalarla sisleri Derin bir yürek acısıyla saatlerce süren Bir kâbusun iz bırakan etkisidir gitmek Gitmek Uçsuz bucaksız yolların Şifrelenmesidir yürekte Gitmek Palandöken başında özgür bir duman Issız ovalarda sessiz bir rüzgar On dörtlük ayın peçesi bulut Milyonluk şehirde bir yalnız umut Gürültü patırtıda sahipsiz sükut Ve gitmek sanki gelmeye nispet Ve bir kısmet ki alna yazılı değil Gitmek, istemez mi sanırsın emek Gitmek, Sendeleyerek diz üstü çökmek Gitmek nur yağarken gökten Çelikten şemsiyelerle örtünmek…. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:11 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.