![]() |
Reha Başoğul
Akıl Karışıklığı
elindeki traş bıçağıyla kadın dikiyor aynadaki erkeğin sakallarını kolunu kaybetmişti o sırada vapur düdüğü susturamadı kaptanın tüten tadını küvette kurumaya bırakılmıştı çölün sokakları martıların yazdığı şiirler ikinci kedinin karnında çiğnenirken şeffaf bir nüfus cüzdanında silikti kimliksiz soyadının sesi ödülünü satın alınıyordu çerçevesiz çivilenen bir sisten üstsüz bir cinsel organın yamacında kurtulan bir dağ yakılıyordu satırlarda yırttılar düşeşe yakalanan kulak zarını geri kalan Tanrının saatinde sağnak yağan güneşe açıyordu kırmızı boya kin yutan mazgalların altında dönüşü uçuşan bir derviş Marilyn Monroe gibi zilli etek takıp ağlıyordu kutsal bir kerhanede saplandı o gece izin sırtına kaçıncı kırık diş teraziye söndürülmüş kültablası akvaryum insanlarından yemlerini alıyordu kibirliydi kan, kan davasında yediği rüşvetle üçbeş şırınga çektiler fotoğraflardan bağırdı o doğumhaneden atomun balık kokusu kuantum saçılıyordu gözler sağırlar mahkemesinde beşibirlik takılmıştı sanığın diline boynubükük bir beyin felci seviyordu kendisini öldüren ebeyi patladı o yalan, asılsız bir doğru paketinde besmelesiz güne başlamayan haham bütün günahlara aziz diyerek saf tuttu yetimin annesine sevap çıkartan minberde kalbine son bir böbrek taşı düşürülmeden boğdu Tanrının ettiği duaların soluğunu genişledi ağaç, kalem yapıştırıldığında ipin boynu takılıydı yüzüğün kilidine kesikmiş merdiven altından geçen piyango bileti cenneti eşeleyerek gömüldü rıdvan kolyesinin göğsüne sıkılan şeytanla basılmış resimle karışıklığın aklı delirtti akvaryumun şairler defterini salıncaklar doyurmadı yazı pişiren aralıktaki yemeği kalemler sildi kaderin yerini cezalıydı küvetten koparılan karların beraati renklerin yüzüne kanadı fırçanın bileği ezilen şaraptan kopamadı ekmeğin kisti plağa darılmadı alınganlığın musikisi dışına gürültülü bir duman çekemezse sigara izmariti sinekkaydı kavuştuğundan beri terketmeliydi toplu iğneye batırılmış büyük meydanın derisini martılar kapıp götürmeden uçan kediyi rahmine sokuldu Tanrının saati Reha Başoğul |
Âlim
kusura ölüm aşılayan yalnızlığın son baskısıdır alim... Reha Başoğul |
Aşk Gecesi
hüzzam kendinden geçmiş, bu gece sahtekâr tanbur cenk eylemiş, çığlığı zülfikar rebap ihya yolunda, bedenimde hünkâr Aşk gecesi bu gece gönlümde acı bir şerbet var Ötüyor alevler denizime durmuş asi düşünmek hepimize olmuş bu anda vahi haydi durma dön, karşında işte sani Aşk gecesi bu gece gönlümde acı bir şerbet var Kaçıyor meclisimden biri, adı mazlum yakalayamam onu, ben basit bir kulum süslenmiş mahşere elbet düşecektir yolum Aşk gecesi bu gece gönlümde acı bir şerbet var dilim karanlık, gözüm gümüşten kamerî hüznüm sancılı, yaram derinden firdevsi sözüm bitmiş, duramam ki yeniden mahfi Aşk gecesi bu gece gönlümde acı bir şerbet var sağıma soluma yerleşmiş, nurdan bir iclâl adını anamam, biliyor bunu arzuhâl kaybettim dilimin dinini, kanıyor inceden lâl Aşk gecesi bu gece gönlümde acı bir şerbet var sorarım fani dilime niye konuşursun udî bilmez misin kimsesizim nedir bu cebri yaklaş kalbime, uyandırmayalım iblisi Aşk gecesi bu gece gönlümde acı bir şerbet var ayyaş dolaşalım ki bu gece üflenelim neyden nefes olalım ki bu gece bezenelim sesten aşık olalım ki bu gece doğalım bir'den Aşk gecesi bu gece gönlümde acı bir şerbet var Reha Başoğul |
At Sırtında
At sırtında kaçırırsın alnına ak balık düşmüş kızını bir ıslıkla Rüzgar Tanrıçalarından edersin al aşağı sürgün rüyalarını eteklerinde taş taşıyan bir bilgenin öpülecek sakalı gibi karlı Kaf Dağı'ndan kaparsın ruhunun sancağını gökyüzünün sisli ummanlarına çıkarak, çırılçıplak fırlarsın yayından sarsmak için unutulmuş renklerin yamaçlarını çiğnersin humuslu tarlalarında çehrene sıçramış çamurlu toprağı kurumuş akıncıbeyi unvanınla dalarsın Kızılçam Ormanlarına kışlatılmış arı kovanları arasından koşarsın dörtnala eline dolaşmış testeremsi yelelerin ucuyla döndürünce kafasını ayaklarına kapanacak menekşe alacası eğilerek selamını alır gözüne kaçan mor boyası serserilik eder bir atmacayla gri gölün kenarında yarışırsın atbaşı kulağında havayı mahmuzlayan kanatların marşı sıcaktır daha kaçışan ördeklerin sudaki perdeli ayak damgası kadife renkli gölgesiyle bacası tüten almaşık duvarlı dağ evine karşı ciğerinde birikir kekremsi havası çıkartır seni baştan kokan balığın bir anlık alın yazısı rüyası At Sırtında Reha Başoğul |
Avam Eğlencesi
Gökyüzüne açılan terasta biri erkek biri dişi Sırnaşıyor birbirine iki deli İnlemelerle başlıyor kokofoni Sorulmuyor artık esaretin bedeli Duyulmuyor artık at kişnemeleri İsteme dedim değil mi sana Kumandilar'ın uçtuğu yeri Çıplaklığın mı nüksedecek Kanatların mı açılacak şimdi? Of seni ipekli Ah seni dantelli Kanınla yokluyorsun alışkanlığımın niyetini Bozma dediğim değil mi sana Tao'nun sükunetini Of seni ferli Ah seni süslemeli Sürtünmenle kışkırtıyorsun, nefsimdeki kudretimi Açma dedim değil mi sana Pandora'nın kilidini Of seni hevesli Ah seni terli Dişlerinle soyuyorsun üstümdeki tek bezi Oyma dedim değil mi sana Rodin'in Idollerini Of seni dövmeli Ah seni kisveli Kokunla fırlatıyorsun salıverdiğim elbiseni Soyma dedim değil mi sana Goya'nın kontesini Of seni işveli Ah seni şeftali Arınışınla aşıyorsun göğsümdeki yükseltiyi İçme dedim değil mi sana Soma'nın zehrini Of seni böğürtlenli Ah seni lekeli Dilinle boyuyorsun tenimin rengini Tatma dedim değil mi sana Dionysos'un meyvelerini Of seni kasvetli Ah seni iksirli Kavruluşunla siliyorsun şeffaflığımdaki nemi Düşünme dedim değil mi sana Dosojin'in imgesini Of seni incili Ah seni küpeli Serpilişinle susturuyorsun zihnimdeki kelimeleri Uyandırma dedim değil mi sana Athos'un rahiplerini Of seni gizemli Ah seni ateşli teslimiyetinle okşuyorsun gözlerimdeki çaresizliği Dinletme dedim değil mi sana Paganini'nin capricelerini Of seni hararetli Ah seni pileli Saçlarınla döküyorsun damarlarıma kadehi Duyma dedim değil mi sana Pan'ın ezgisini Of seni yabani Ah seni pençeli Tırnaklarınla çiziyorsun sırtımdaki çizgileri Koklama dedim değil mi sana Lotus'un mavilisini Of seni şehvetli Ah seni öfkeli ruhunla avuçluyorsun bedenimdeki yükseltiyi Hatırlama dedim değil mi sana Hermes'in düşlemini Of seni dünyevi Ah seni kibirli Dişiliğinle ısırıyorsun boynumdaki deriyi Savunma dedim değil mi sana Epicur'un fikrini Of seni vahşi Ah seni sinsi Uyuşturmanla boğuyorsun kabarttığım istediğini Uygulama dedim değil mi sana Tiberius'un emrini Of seni asi Ah seni zilli Ağırlığınla sarmalıyorsun kudurttuğum zevki Bulma dedim değil mi sana İsis'in kaybettiğini Of seni işveli Ah seni yabani Islaklığınla çalkalattırıyorsun çıkamadığım girintiyi Çalma dedim değil mi sana Amour'un senfonisini Of seni neşeli Ah seni tiryaki Özünle kamaştırıyorsun Çağlayanımın heybetini Kutsama dedim değil mi sana Tagata'nın ayinini Of seni yahşi Ah seni kaprisli Hırsınla değiştiriyorsun oynadığım sahneyi Okuma dedim değil mi sana Aretino'nun sonelerini Of seni titremeli Ah seni esrimeli Uçurumunla tutuşturuyorsun kasıklarımın kenetlenmesini Yutma dedim değil mi sana Min'in yemini Of seni sevimli Ah seni lanetli Tükenmişliğinle öpüyorsun yanak dayanmış göbeğimi Özlettirme bana dedim değil mi sana 'Homo sum! ' demeyi Söylettirme bana dedim değil mi sana 'Plaudite, comoedia finita est. amici! ' Yaşattırma bana dedim değil mi sana Kronos'un Avam eğlencesini Reha Başoğul |
Ayışığında Yaygara
Geçmişinin derbederliklerini geleceğin renklerine taşıyorum azar azar sakın unutma! beklemeseydin beni sevgime asla değmeyecekti nazar Etrafımının yıkıldığı diyarda sarıldım sana Kalbini mırıldanarak açtın bana Çıplaklığını nefasetinle yatırdın yanıma Mabedini esaretinle yıkattırdın bağbozumuna Bak işte! Gözünün önünde! göl kenarında belirmiş karmaşalığımızdan bir temaşa... Duy işte! Kulağının içinde! Ayışığında yükselmiş başbaşalığımızdan bir yaygara... yüzlerce mum yaktıysam da çevrene çıplaklığın parlattı geceyi gezindim üstünde bir seyyah gibi binlerce nağme bıraktıysam da evrene besteledim sırtına teslimiyetini o an aldım elime tüyden bir kalemi köz olmuştu çünkü katranlı yüreğime dudaklarının sessizliği.. Buram buram lavantalar sürdüm üzerine delice çizdim anılarımı heryerine fırçamın kayan sakinliği daireyi saran hareketleri başladı bataklıktan çıkışımızin hikayesi nadasa bırakılmış bir tarla gibi şimdi meyvelerini veriyor kaçışımızın neticesi soluk soluk nefesimle uçuşuyor yelelerin oluk oluk renk havuzunda yüzüyor göğüslerin karanfil pembesi, papatya sarısı menekşe mavisi, orkide beyazı hepsi kokusunu salıyor dipdiri resminde bir de kıskanç Ay'ın gümüş rengi bulaşmış tenine sersemletiyor nemli dileğini sivriliğim güldürüyor tüylü silleni gezinmişliğim aniden dokunur dokunmaz ona rengarenk saçlarınla çengelledin beni koynuna düştüm yine çamsakızından gafletimle sırçaköşküne kandım yine sızlanışımdan dişlerle cam gözlerine boğuk bir ulumayla kanattık sızıyı donuk bir geceyle ısıttık kanımızı yine de taş attık şeytanın kahpeliğine yine de kulak tıkadık arkadan söyleneceklere çünkü bir tek balıkçıllar kesebilirdi sözlerimizi çünkü bir tek vücutlar tanıyabilirdi resmimizi... Reha Başoğul |
Ayna
Her gece bir mum ışığı arar oldum, kayboldum. beni bende bırakmak istemeyenlerden kaçtım, şanslıydım. gecesiz düşünemez oldum, korktum. geçmişte şiirden nefret edendim, sevildim. ikiyüzlülüğü sorguladım kalanlarla, umutlandım. içimi keşfetmekten yoruldum, dinlendim. her gece soluksuz bir kitabı soludum, boğuldum. çok bebeğin kalbine ok attım, vuruldum. her gece yılanların koynuna girdim, sarıldım. her doğumda uyanık kaldım, üşüdüm. hayatı olduğu gibi kabul edemedim, kızdırdım. üç şey istedim gözlerim açıkken: herşeyi bilmek her bildiğimi paylaşmak ve başarmak, yanıldım. çekindim bahşedilen yirmidokuz harften, aradım. su içtim, yoğruldum. Ve ben her gece yazamadım, uyudum... Reha Başoğul |
Balıkçıyla Pazarlık
vuslata yaka silktim kaptan acele kalk yetiş yanıma gidelim buralardan daraldım diyorum anlasana haydi bitir şu tekneni beni bunaltmadan oyalanma çivi çakmayla falan fazla da kıçını zımparalamadan yakalım diyorum kısmetse senle denizci fenerlerimizi açalım istiyorum şöyle denize pupa yelkenlerimizi bütün dubaları aşıp sen de en uzaklara kırarsan dümeni inan olsun yeter bana... Vuslata yaka silktim kaptan acele kalk yetiş yanıma gidelim buralardan daraldım diyorum anlasana rica minnet olmadan götür istiyorum beni çok uzaklara inanmıyorsun ama hemen görmem gerek yüreğimdeki balık sürülerini ah yok mu o bıcırık deniz bigudileri mübarekler gözümde tüttü şimdi azmışım da bunlar da kadınım olmuş sanki anlamıyorsun ama nasıl da özledim bi bilsen canım denizimi bir kere olsun sürsem yüzümü onun hoyrat lodosuna off var ya başım üstüne yeminle yeter bana! vuslata yaka silktim kaptan acele kalk yetiş yanıma gidelim buralardan daraldım diyorum anlasana sen rasgele demeyi ağzıma bir alıştırsan ben kızdırsam güzelim dalgalarımızı karanlığın Ay yüzüne kadar bağırsam heryanım velet donu kadar ıslansa gelse içime zaten bir kere bunaltı bak şuraya yazıyorum yeter bana! vuslata yaka silktim kaptan acele kalk yetiş yanıma gidelim buralardan daraldım diyorum anlasana çilingir soframıza ne koyarsan öyle hiç mızmızlanmadan öte boka derim çok şükür amenna! söz veriyorum istesen de duyamazsın artık benden başka bir terane ağzımdan çıktı bir kere demedik mi ne çıkarsa bahtımıza zaten ne diyorum ben sana sarı çizmelerimi taksam ayağıma yağmurluğumu da geçirdim mi üstüme adımımı atsam güvertenin başına elimi de kanattım mı bir kere misinayla versen de istemem daha palamutunmuş lüferinmiş sanma sakın gözüm var onlarda öylece teknenin köşesinde oturayım daha ne olsun ki ciğerimi ye yeter bana! vuslata yaka silktim kaptan acele kalk yetiş yanıma gidelim buralardan daraldım diyorum anlasana bakma bana öyle uzaktan hiç deli görmemiş gibi sen de söz vereceksin çoluk çoluk ayaklarına yatmadan ne bırakacaksın beni buzhaneye ne sen de kaçacaksın tersaneye geçen seferki gibi kandırmazsan itmezsen beni elinin tersiyle ölümü gör yeter bana! vuslata yaka silktim kaptan acele kalk yetiş yanıma gidelim buralardan daraldım diyorum anlasana adamı günaha sokmadan beni daha fazla daraltmazsan kimseyle kanlı bıçaklı olmadan lafımı bir anlarsan sen de yeter ulan diyip verdiğin sözü bi tutarsan birkereliğine dönmeyiz diyorum işte ruhuma ağını atmış şu mendireği kayıp namussuz bedene Reha Başoğul |
Bekle Beni
Kırık bir cam kürenin dışından bakan sen hep silgi darbeleri yemiş bir kağıdı andırmışsan bana kirli pencerelerden gözkırpmışsan karlara gördüklerini işlemişsen ellerime kale kapılarıma dayanmışsa güllerin bir tabloda hayat vermişsen oğluna kazdığın çukurlar cennete açılıyorsa bir zaman matemler yakışıyorsa ruhuna yıldızlar şahit oluyorsa yalanlarına annemi çalmışsan geleceğimden gözlüğümü değiştirmişsen aynayla yapraklara günahlarımı yazdırmışsan masallarda cadıları kollamışsan sevgilileri kırık okla avlamışsan ölüleri boğmuşsan toprağında selleri salmışsan ceddime filizleri doğarken kavurmuşsan ceninleri doğmadan kaçırmışsan insanı insana satmışsan yüzsüzce yalnızlar vadisine göç ettirmişsen onları haykırmaları zevke saymışsan çanları kılıcıma bulamışsan yüzüğüme mühürlemişsen adını vaktimi eskitmişsen karanlıklarda sana söyleyecek son lafım: bekle beni kurutacağım soyunu Reha Başoğul |
Ben Bir Uyusam Bir Uyansam
Ben bir uyusam gözlerim kapansa yalnızlık sussa insanlar ağlamasa dünya dursa kimseler konuşmasa Ben bir uyansam gözlerim kapansa yalnızlık sussa insanlar ağlamasa dünya dursa kimseler konuşmasa Reha Başoğul |
Benim Çocuklarım
Kalbimde sayısız oda vardır benim her odada da hiç büyümeyen ayrı bir çocuk beslerim hepsi haylaz hepsi yumurcaktır ama ben hepsini de severim hepsinin bir hayali bir de aşkı vardır kimisi de yalnızlık hastasıdır kimsenin yüzü birbirine benzemez ama bana göre hepsi de ışıl ışıldır... yaramazdır benim çocuklarım biri diğerinin odasını karıştırır ondan hepsinin odası dağınıktır ama ben hepsini de sabah olmadan toplarım... Her odada ayrı bir dünya yaratmıştır benim çocuklarım her birinin güneşi ayrıdır ondan her çocuğum farklı saatlerde uyanır ama ben hepsinin de cıvıl cıvıl kalktığını duyarım. çalışkandır benim çocuklarım kimi alimken kimi de sanatçıdır her gün ödevlerini yaparlar ama benim hepsine de dokunur bir yardımım kıskançtır da benim çocuklarım kendi ödevi için diğerinden birşey aşırmıştır hepsi inkar eder hepsi bana bağırıp çağırır ama ben her alınanı tekrar yerine koyarım kimi zaman da şefkat bekler benim çocuklarım yanlarına yatıp bütün gece kendisiyle uyumamı isterler ama hepsi içinde mutlaka vardır bir masalım *******i de çok korkar benim çocuklarım düşlerinde canavarlar yaratır bütün gece de onlarla savaşılır ama ben hepsini de yatıştırırım Ölüme inanmaz benim çocuklarım onlara sorarsanız her biri ayrı bir ilahtır hepsi de odalarında sonsuza kadar yaşayacağını sanır ama ben her gün birinin cenazesini kaldırırım... Reha Başoğul |
Bir Yol Şarkısı
çarşaflara izlerini bırakan tenleri küllenmiş bedenlerde kapatıyor karanlık, yaldızlı yollarını... devrim yapılmış Ekim duvarı yıkıldı yıkılacak sanki herşeyin farkında kaçacağımız yolları açıyor kalplerde çığlık kuşları sabah kokmuş pencerelerde ötüyor saçları elek olmuş yar üzerinden saçaklanmış güneş, ufuk yolunda süzülmeye bırakılıyor... karanfilden yollar dizilmiş sırtta tan yerinin fısıldadıkları kızılı emmiş yüze söyleniyor: haydi kalk! yolculuk vakti geldi geçiyor... kulakta çizmeli kovboyun nağmeleri boyunlarda buselerin çizgileri yeşili gören gözler kurşuni, giyilen kazakların kokularını ezberliyor... iyice yaklaşmış yolculuk bulutları sarmış buğu tutmuş araba camlarını yağacak gibi yollar bakılacak haritalara eller ısıtılarak bilinir ki şarkılar, naneli ağızları ıslatacak... gözüktü asvalt renkli ilk yağmur yolların üzerinde öylece soyunur bir noktadan bir noktaya biz kaçar o bozulur o kaçar biz yorulur... kız gibi sanki şu geçtiğimiz akarsu bekaret kemeri üstünde elma bahçeleriyle korunur kollarına bırakacağı erkeğini arar durur... dur yolcu kaçırmayalım domates tarlalarını içine almış gördün mü su yollarını iyi bak onlara bunlarla bezer kibarlığını bunlarla besler nadastaki kırmızılarını... koyunlar meler tarlanın karşı tarafında sırayla yolumuzu kapamışlar asıl yollar bırakacak bizi galiba yarı yolda oğlakları boynuz dalaşında çobanı uyumuş, çalıları solmuş merada... arkasında bir değirmen sinsiliğini korur tahtadan gözleri hareketsiz kendisiyle savaşacak hayalpereste doğrudur... dağlara bakılıp dalınırken virajlı bir yolda bir köy çeker sizi o yolun kahvesine ipek kozaları doluşmuş elleriyle... kararmış ayalarda belirgin bir hayat yolu çizgisi adını kasketli dayılar çoktan koymuş: yoksulluk takvimi... takvimden bir yaprak koparayım yollarını onlar da bulsun derseniz Ho sesleri arabaya birden doluşur bakraç bakraç yörük ayranıyla doyulur heey not alalım: tandır kebabları dönüşte sefer tasına konur çıkılır patika yollardan anayola sanırsınız uzakta yürüyor bir kaplumbağa ezmeyelim duralım orada yaklaşınca biraz soruya esmer bir çocuğun kafası yakalanır cevaba elinde örme sepetler satmaya çalışır yollara... işte şuh bakışlı bir göl kenarı üstünde yeşil bir gömlek düğmeleri bekliyor açmamızı. içine kurbağalar sıkıştırılmış karelere hava yolları kapanmış flamingolar nazikçe davet ediliyor... az ötede bir piknik masası karelerden almış manzarasını 'çinekop mu kefal mi? ' sorar oraların ağası kemençe sesleri kovalarken havayı koyulur yola damakta taze çekilmiş kahve tadı... yollar zamanı delip geçer utanarak çıkarsınız yola bu sefer budaklanmış yolun dallarını ararsınız bir bakarsınız kaya mezarlarını karşınıza almışsınız yoldan gönülsüz çıkanlar içinmiş lahitler gezgin poyrazlar ölü tozlarını üfler... alacakaranlık düşürürmüş yolları düşenin dostu olmadan bir kanyon başında güneşi kaçmadan kıstırmalı tam da yerinde bağırtırır arabadaki kovboy gitarını: hadi uzat şimdi ona dudaklarını hadi uzat şimdi ona dudaklarını... yolcu yolunda gerek haritadan sıcak bir oda seçilerek girersiniz çakıl taşlı yola hizmetinizde pembe yanaklı bir oyalı kadın kurulur hemen yer sofrası of sıcacıkmış yulaf çorbası yanımıza sığınmış lavaş belli ki ateşe çok kızgın. parmaklarda ev baklavası dillerde sazlı türkülü oyun havaları anlatılır birbir yüzü gülücükten oluşmuşa anlamları yol der ben yorgun benden tavsiye siz burada uyuyun bakarsınız ki gökyüzüne duruyor ateşli bir kuzgun sanırsınız gece yoldan suskun halimizden anlayarak konuşur oyalı hatun: alın semaver elinize, sırtınıza da battaniye siz gidin biraz da ker*** evin üstünde konuşun. cırcırböcekleri aşk yoluna girmeden usulca çıkılır korkuluksuz merdivenden sihirli küreye sokulunca evren ne yollardan geçmişiz, kim bu yolların efendisi diye sorulur her tarafı yıldızlarla kaplı küreye... dilimlenmiş Ay'ı yıkayan karanlıktan gecenin sözleri iner peynir dilliye kokusu unutulmamış kazaklara ip kınalı soğuk eller sokulur sedir bir yatakta gönüller samanlık olur ve açılır tekrar yaldızlı yollar yolu sevgiden geçen mahrem bir yola akar son yağmur yollar kavuşur yollar sevişir yollar bir olur... Reha Başoğul |
Boş Sokaklarda Bir Gülücüğün Anatomisi
seher, vakitsiz idi bugün ansızın kulağıma fısıldadı. zorla götürmek istedi kendine bir loş ışık, bir kapı... dumanların tam ortasında çöplerin biriktiği kedilerin koklaştığı an. vakit yersiz, an kaçıyor. yüzüme tane tane yağıyor sözler özgürlüğün çoşkulu ilk dansları uykusuzlar diyarında bir karnaval üstünü örtmeyenler ve gecenin örttükleri soluyor havayı. doğa sessiz, doğa sakin uzaklıkların sana yakın olduğu anlar bunlar... düşünürsün oluverir hemen eril, erkil herşey burada yabancıların dostluğu çevremde çirkin yüzlerin melek görüldüğü bir kanepe bir bez, çırada bir ekmek, ıslak gözlerin biriktirdiği bir teneke açlar sofrasında bir kurt, korkulu çocukların oyuncağıyım ben saçlarımı okşayan yüzümü tanıyan dostlar. senden bahsettim biraz onlara gülümsemeni, bir çiğ tanesinde olabildiğini gördüğün barksız yavru kediyi anlattım. çok şaşırmadılar. her gün görüp ağladıklarıymış kendi çarelerine biçareyken sularını paylaştıkları anısıymış. şaşırmadılar ama yine ağladılar. ter kokan vücuduma görülmeyen yaraların kokusu bastırıyor. arkadan bakanlar dönüp gelmiyor yuvama sıcak aşın kokusu, gecenin törpüsü oluyor gidebilecek kadar gücü hissettiğimde kalktım ortalarından. bir yarını olan ben yarınsızları taşıdım evime. gecelik hayalleri ışıkla yok oluyor birer birer güzel yüzlerin şeytan görüldüğü bir ayna beliriyor tenlerinde bir karıncanın kaldıramadığını isyancılar ordusu kaldırıyor her gün gülünenlere bileniyor zaman kalıpsız kalıpları çıkarıyor yüzüstüne korkusuz korkakların savaşı an be an yokediyor kahramanları boş sokakların İstanbul'u burası asırları deviren şehir nice aşkı küçülten nice yetimi büyüten... Reha Başoğul |
Boyandım
bugün deniz boyadı beni masmavi güneş sarıya ağaçlar yeşile özlediğim kırmızıya boyadı içim beyaza dışım mora çaldı yüzüm pembeye gözüm çakıra kaydı arzum beyazda kalmak idi onu da gece siyaha boyadı sonunda musiki yetişti şeffafa yapıştım peki şimdi bedenimi kim çıplağa boyayacak? Reha Başoğul |
Bulutlar
ölüme yakın bulutlar kardan adamı yıkar gibi beyazlar bu yol aşk yolu ney'ime ağlar kimi için pembe kimi için kara bulutlar Reha Başoğul |
Dağ Çileği
Bir sibirya kaplanının her zaman sahip olduğu ama pencereden hızla eriyen karlar o beyaz saflığın önünde yorulduğu yerine sadece ve daha soğuk rüzgarın soluduğu anlar hiç bilmediği, tanımadığı bir dağ çileği o sadece uzaktan dağa baktığı sonsuz beyazlığın içinde kırmızısından tanıdığı... o kırmızının içindeki beyazda bir kürenin şeffaflığı bir cennetin aralığı bir yaprağın acısı hiç görmedği, tanımadığı bir dağ çileği o oraya tırmandığı onsuz kalamadığı ve koparmaya kıyamadığı zorlu tırmanışın ardından o çileğin araladığı bir bahçenin ufacık ama kocaman kapısı bir bahçe ki o, minicik adımlarla keşfeden bir çocuk olarak dolaştığı koklamaya korktuğu toprak kokusunda yürümekten sakındığı çaresizce akan zamanın çölün susuz kumunun yağmurun ıslattığı tenin dışında hiçbirşey, çocuğun hafızasında bıraktığı sözlüklerin yazamadığı anaların anlatamadığı şairlerin soramadığı bir dağ çileği o o kürenin bilinmediği aranmadığı güneşinin ısıtmadığı bir yerde çocuğun sadece kalakaldığı bir dünya beklediği çatınca o küreden çıkma zamanı çamurun pisliği camların kırıntısı akan karın kırmızısı oysaki o dağ çileğinin tasarladığı en güzel takısıydı yaprağı kimi zaman yeşilinin huzuru kimi zaman kırmızısının sıcaklığı ayrılma zamanı gelince kaf dağına çıktı bilgenin rüyası o dağ çileğini koparmayan başka bir çocuğa yazdı zamanı öptüğü, kokladığı ama koparamadığı sadece bakakaldığı yazıldı dağ çileğinin şarkısı bir minik kardelen aradı burnuna kondurulmak üzere tavşanı bir koku sardı etrafı bahçeden gelen çalıntı o unutulacak çocuğu sordular bilgeye ne oldu ona diye bilge akıttı gözyaşını ağlattı soranları her bir limon damlasıyla yazıldı onun ağıtı ne bitti denebilir ne de başladı önüne geçemediği, yazık ettiği ölümü bırakmayacak yakasını hakkında rivayetler çıktı sonraları tez hazırlamışlar dar ağacını üzerine aldığı tek gömlekte bir beyaz varmış bir kırmızı sakın sormayın zamanını anılarını, acılarını o dağ çileğinin yarattığı doyamadığı büyük bahçede arayın cevabı Reha Başoğul |
Deniz kabuğum
Karanlıkları arıyorum Rodos'un derin delhizlerinde açılmamış bir deniz kabuğu saklıyor incisini mercan mercan döküyor gözlerini fersah fersah aşıyor kum denizlerini inim inim inliyor edepsiz nefesleri... Kaldır başını ey Rodos'lu! Kaldır ki görsünler içimizdeki deniz kabuğunu... soysuzluğuma, sorgusuzluğuma aç soluğunu sahipsizliğime, ölümsüzlüğüme saç onurunu... arsızlığıma, katıksızlığıma bırak tutkunu ve açıldı deniz kabuğu... kabuğun kaçırdı sakin ruhlarımı soluğun uyandırdı sessiz çığlıklarımı onurun araladı matem yarıklarımı tutkun aydınlattı zevk mağaralarımı söyle neden basit bir özveride istedin öbür yarımı söyle neden sormadın yaralı anılarımı söyle neden dilsizliğin sardı deli kanımı korkarım ki ebediyen cevapsız bırakacaksın sorularımı... karanlıktaki kürek mahkumu gibi koşulsuz *******de katettin içimi bezmedin, yenilmedin gözyaşlarımın üzerinde çektin küreklerini... büyülü renklerle öptük gözlerimizi masalsı ezgilerle kokladık ellerimizi benzersiz resimlerle boyadık bedenlerimizi kirli perdelerle seviştirdik hayallerimizi yoksa bu yüzden mi sevdim seni yoksa bu yüzden mi bencilliğim üredi? masumluğunu koymuştun oysa ki göğsümün kenarına derin düşler sokmuştun asırlık uykusuzluğuma çıplak sırtında acılarım akarken vahşi atlara bindin rüyalarında... hani dudaklarımız hiç ayrılmayacaktı bak işte bıçak gibi kesti şimdi onları zaman tanrısı... Şimdi dönüyorsun seni bulduğum deryaya kapatıyorsun kabuğunu soranlara tek bir odan vardı denizkabuğunda onu da biz doldurmuştuk ayışığıyla Ay yüzün ve uluyan kurdunla bir gün bir yerde karşılaşırsak Kaldır başını ey Rodos'lu Kaldır ki görsünler içimizdeki deniz kabuğunu... Reha Başoğul |
Dişimin Kovuğu
Ne kadar garip! bir fındık attım ağzıma girdi dişimin kovuğuna dilim döndü yaklaştı ona ama inatçı bizimki yanaştırmadı hiç kenarına ufak olmasına ufaksın anladım da beni kaç saattir deli ettin kaç kürdanı da geri çevirdin sen ne çekilmez birşeymişsin sayende kaç defa volta attım kaç bardak su içtim bilirmisin çaresi de yokmuş sen isteyince çekip gidenlerdenmişsin bana ders oldu söz bundan sonra dişimin kovuğunu dolduracaksa biri ya da geldiğin fındık kabuğunu ben yemin ettim en az senin kadar ilgilenmeli yoksa başa bela akla ziyan dili hiç sorma o hepten perişan valla olsaydım senin kadar inan gözümden kaçmazdı şu bizim doğayı kirleten adamlar gör bak o zaman nasıl çıldırttırdım onları sabaha kadar... Reha Başoğul |
Döndüm Durdum
Bir gece baktım, bir rüya gözüktü gözüme bir ışık süzmesi, bir sayı ve bir kelime bana dedi, aşk için dön hadi! sonra yokoldu gitti ama neyin etrafında döneceğimi hiç söylemedi.... bir gece baktım, bir sikke gözüktü gözüme harcadık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir kitap gözüktü gözüme okuduk durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir yıldız gözüktü gözüme parladık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir mektep gözüktü gözüme öğrendik durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir alim gözüktü gözüme araştırdık durduk onunla tüm gece... dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir sayı kümesi gözüktü gözüme saydık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir bestekar gözüktü gözüme çaldık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir rahip gözüktü gözüme günah çıkardık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir ressam gözüktü gözüme boyadık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir totem gözüktü gözüme tapındık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir şair gözüktü gözüme yazdık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir pagan gözüktü gözüme korktuk durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir yalan gözüktü gözüme söyleyip durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir şeytan gözüktü gözüme kandırdık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir cengaver gözüktü gözüme savaştık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir neyzen gözüktü gözüme üfledik durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir sevgili gözüktü gözüme seviştik durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı.... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir sarhoş gözüktü gözüme içtik durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir sufi gözüktü gözüme sevdik durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir anne gözüktü gözüme doğurduk durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir mecusi gözüktü gözüme yandık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir filozof gözüktü gözüme tartıştık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir dinsiz gözüktü gözüme inkar edip durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir yahudi gözüktü gözüme büyüledik durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir dost gözüktü gözüme sarıldık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir şaman gözüktü gözüme uçtuk durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir dağ gözüktü gözüme tırmandık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, ölüm gözüktü gözüme ağlaşıp durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir bebek gözüktü gözüme gülüştük durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir Müslim gözüktü gözüme secde edip durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir sır gözüktü gözüme gizlendik durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir doğulu gözüktü gözüme sustuk durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı.... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir su gözüktü gözüme aktık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir ışık gözüktü gözüme aydınlattık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir boşluk gözüktü gözüme kaybolduk durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir terazi gözüktü gözüme dengelendik durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir çelişki gözüktü gözüme sorulduk durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, bir deli gözüktü gözüme çıldırdık durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, hepsi gözüktü gözüme ortalarına geçtim, döndü durdu onlar tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, hiçbiri gözükmedi gözüme aradım durdum onları tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevresine ve döndüm durdum onun üstünde bir gece baktım, içim gözüktü gözüme keşfettim durdum onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir çember çevreme ve döndüm durdum onun üstünde o gece baktım ki bir aşk gözüktü gözüme aşk eyledik durduk onunla tüm gece dedim aşk bu olmalı... çizdim bir aşk çevresine ve döner dururum hala aşkın üstünde Reha Başoğul |
Düş mü Gerçek mi?
Fırıldağı olan 10 yaşında bir çocuktu Her sabah çıkar dağlara, rüzgarı ağırlardı. Rüzgar ise döverdi fırıldağı Çocuk sevinirdi. kadın, dertliydi çocuk okumalıydı Baba hastaydı, zaman acımasızdı. Günler acele ediyordu Acılar ise beklemiyordu günü. Fırıldak, çocuk için cennetti. Doğa bunun farkındaydı. Onu üzemiyor, tatlı esintisini bağışlıyordu. Zaman çocuk için durmuştu. kadın yanıldı, çocuk okumıyacaktı. Baba, kabrin soğukluğunu bahrına basmıştı. Horoz ötmemişti sabah onun için belliydi. Belki sıla başlamıştı. Islak kabuslar yanılmadı. Çocuk fırıldaktan vazgeçti; Tarlalar terledi. Arpanın derdine düştü kadın. Son yaklaşıyordu Yağmurun soğuk elleri toprağı avuçladı. Toprak nehirle tanıştı. Arpa kadına veda etti. Çocuk, isyancıydı. İçi yaslıydı. Kadına koştu. kadın arpadan vazgeçti. Mutluluk buydu ikisi için Kaybedilen çoktu ama Elindekiler kimsede yoktu. Onlara artık sonsuz sevgi yaverdi. Reha Başoğul |
Emanet
Birden tüttün gözümde farklı bir gönülde sana yabancı bir dilde... Çilekeş bir flamenko ağıtına tav olmuştu kısmetimiz sen endamımda dolaşırken ben yeri döven güçlü topuk seslerine dalmıştım. bir ispanyol gitarının süslediği tırtıklı bir seste kesişti sonunda gözlerimiz fırfırlı etekler ahenk telaşında hangi rengin kral olacağını düşünürken ben çoktan simanı bellemiştim. penalar tellere dalaşırken sen yanımda bitivermiştin. loş kırmızı ışık, lal bakışlarına feryat ediyordu melez bir dille çözdün gömleğimin düğmelerini ne takat bırakmıştın bende o gece ne de talimsiz asude... düşlerime taktın esmer bir kelepçe ellerime bırakılmış uzun siyah bir yele biraz yenildi benden yasak meyve biraz içildi senden ıslak buse.. kumların üstünde vira dedik ana günahların oynandığı tiyatroda bir durmak yoktu senaryoda bir de bedenlerimizi ayırmak yaşın benimkinden kibirliydi ama ufak bedenin kucağıma cuk oturuyordu benim iksirim kaynar kaynamaz senin kadehine boşalıyordu zamanı biraz itekleyince ege'nin özgür dağlarında bulduk kendimizi sarp kayalarda da saklı kalmadı hasatımız arzu zehiri kanımızda yelken almıştı ne rüzgar arıyordu ne demir atıyordu ama keyifli serüveni kalbimize merhamet etmeden devam ediyordu. bazen bir at arabasının arkasında aldandım yanağına bazen bir ağacın altında sarıldım dudağına o zaman anladım samanların yumuşaklığını kirazların tadını... bana yadigar kısa manzum söylenirken çağırdın beni boğa kokan diyarlarına bir göle bakan eski bir kulübeyle istediğim gibi bir balıkçı teknesi alırız dedin bana tam da huri diye yazıyordum seni hayatıma ne iki çift laf edebilmiştik semadan ne de senin soyağacından... oysa yıldızlara baktığımızda hep aynı yıldızın kayışını yakalardık hep aynı pınarın sesinde dans ederdik içtiğimiz şerbet yediğimiz turta bile cilveleşen ağzımızda tad buluyordu. farklı kimliğimizin üstünde bile insan olduğumuz yazıyordu vuslatın bohemliğinden sıyrılışına az kala bu diyarlardaki bol ışıklı yere gitmek zorunda idin ben kaygılarımı azat etmişken sen gülücüklerini bana emanet etmiştin.. ebemkuşağının altında seni bekledim bir süre kelebeklerin papatyalara ilan-ı aşk edişini zahmetlice izledim mehtabın suya çıplak poz vermesini gizlice gözetledim aklıma gelince emanetin onun geometrisini toprağa çizdim fakat tutmadı insanlığın aciz ilim hesapları sevgi köPage Rankingüsüne gelmeden pusu kurmuş Azrail ve arkadaşları oraya verdiğim bir kadına bir de kuma getirmiştim şimdi sana vurandan daha ağır bir yük altında kaldım işte o an ben kanının süzüldüğü yolda emanetini mazgallara düşürdüm neyazık ki ben... Birden tüttün gözümde farklı bir gönülde sana yabancı bir dilde... yine bir flamenko ağıtında farklı bir gönülde bana yabancı bir dilde kimsenin bilmediği seni herkesin bildiği bir emanette gördüm. Reha Başoğul |
Erken Boşalan Şiir
Siz hiç gördünüz mü bir akrebin vaktinden önce kendini soktuğunu ya da dişi kurdun doğurganlığını tutkusuna kanıt olarak sunduğunu? hiçbir ağaç kök salma duygularını bastırmış mıdır üstünden geçen uçağın yaprak zarını sersemletişinde veya üst komşusunun bir fincan kahve hatrı mâni olabilir mi azgın martının kanatlarını erkeğine sürtmesine? kimse tahammül edebilir mi şehrin göbeğinde doğal seçimin kulağını yalayan ve göbeğini emen erkeğe sokak arasındaki köpeğe ettiği gibi? bana sorulabilir mi şimdi insanlardan gayrı Ay'daki kahve falına bakarak niye üç vakte kadar tulum içinde beklerim peynirimi ya da burada gürleşir ve vaktini bilir horozun sesi? çünkü çatlatarak şehrin göbeğini akarsu yatağında ve tavuğun coşkusuyla dile gelir üstelik doğanın bozulmamış rahminde sevişmeden önce aşılır ve yazılır erken boşalan şiir oysa ki bir erkek belki affedebilir vaktinden önce kadının içine erkenden boşalmasını ama ya şiir şiir aşabilir mi bunu rahmine girilmeden ve soyunabilir mi duygularını içine dökmeden hem de kendisinden gayrı? dikkat çekicidir ki; bu yüzden tarihi zehir doğa yasalarının çıplaklığına tabidir asla onu tatmin etmez ve elenir erken boşalan şiir Reha Başoğul |
Evrensel Korku
durduk yerde buhranlandın akşam akşam yanık günün tuzunda eridim yılan gibi kıvrıldın gönlümde okyanusa sarıldım üstümü örtmeden çizgiler neydi teninde fırtanın izleri mi yoksa acının darbeleri mi yorgun düşmanla ikinci bir savaş niye zamanı uçur gönlünde, ara kendini bende yangınları say bahrında kıvrıl hücrelerinde hızlıca damarlarındaki şarkılarına meze ol sazlıkları ara kanının son damlasında yalnız bir çocuk düşün kalbinde ulaşmadığın, bilmediğin birini kendini hapsettiğin ama tutuklu kalmak istediğin ona var, onu hisset çaresini bilmeden, umursamadan ezgileri gördün mü orda kılıcınla kesebildimi her birini taşın ağırlığını bildin mi üstünde ucunu çözelebildin mi ipin kızdın mı bana, aradın mı beni tutsaklığımda nice yürek eskittin başka maphuslarda oysa ki bakmadın hiç içine sormadın beni kendine uçurtmaları hatırlatma bana, dönen fırıldakların haddi hesabını hafızama yenik düşürdün saf gülücükleri gösterdin, kirletmeden yıkıl karşımdan diyemeden içimde filizlendin herzaman, aniden sen kimdin beni üzmeden anan yaşlandıkça küçülten, soruldukça yanıltan tanıyamadım seni bir türlü nolur yine gel, yine uğra bana... Reha Başoğul |
Göçtüler
üzülsen üzülemezsin görsen bir türlü baksan hiç düşünemezsin uçar son kuşlar sen bekleyemezsin Reha Başoğul |
Gözyaşının Anlamı
Sırra kadem basmış bir çağrı Uzaklardan bir çilli horozun türküsü Gün ışığının aydınlık yüzü Çaresizliğin yıkılmaz gücü Akreple yelkovanın seviştiği bir an dokundu bana Açtım yüzümü dünyaya şeytanın ısıttığı yatakta Engin bir melekler kentine doğru Açtım yelkenlerimi özgürce, tutkuyla Bir ufacık cep kitabından daha azı mı Hayır bu bir kelimede gizli bir kapı olmalı Sukunetle dinledim onu sürünerek Çelme takılan bir atlet gibi yorgunca Sahipsiz bir bebeğin haykırmasıydı benimki Sade, solgun ve üzgün Bir kapıyı bulmuştum ya şimdi Artık yaşlı bir çiftçiye dönmüştüm, belli Başladı şerit geçmeye Dağların yücelik merasimi Nehirlerin hız talimi Toprağın sade gösterisi Ormanların inanılmaz rengi Titreyen kuşların önünden göz kırparak aldım acıyı Açların arkasından acımasızca güldüm Zalimlerle aşık attım Etimi isteyenlere ruhumu sattım Bir arınma mıydı bu Yoksa tanrının lütfu muydu gaipten gelen Rahiplerle imamları atlatıp O boyutun zebanileri mi beni bekleyen Sizi bilmem ama ben gördüm oraları Cennetin heybetini Cehennemin derinliğini Sorun şu ki acıları dindiremiyorum hiçbir kuytu inde Bir gün bir gece bir an Sizi bekleyenleri düşünün Önce gözünüzün önünden geçenleri Sonra niye gözyaşınızın aktığını Reha Başoğul |
Gözyaşlarının Düeti Sessizdir
gecenin eli kulağında bir hanımefendi edasıyla mum ışığının gölge oyunlarında kızarmış büftek tadında konuşuldu seninle havadan sudan karanlık çok sıcaktı serinlemek için üzerinden çok sular aktı ter kokularının yerini binbirçeşit bitki özleri aldı dağları içine alan göllerde yıkanıldı ardından gölden yansıyan Sırlar Dağı'na tırmanıldı, Tabiat Ana nasılda doğurmuştu sanatkar yavrularını zaten gelmişti de asırlık darağaçlarının güller açma zamanı o an şu gönül görmeyi diledi Papatyaların Tacı'yla saçlarının tanışacağı anı... kabul etmek lazım ürkektik ikimiz bir ceylan kadar meraklıydık da iki yürek tek bir bedende nasıl atar soruyorduk geçmişimize yaz gününde kelebekler nasıl uçar ne zaman arayacak bir nektar? sessizce yaklaştı Gözyaşının Çocukları çevirdiler etrafımızı eskilerden ve yenilerden acılı bir fener alayı gören gözlerim ne kadar hissedebilirdi ki sol anahtarıyla kilitlenmiş kalbini bastonların sana olan sevgisini... o bastonlar yüreğimi deldi geçti her yere değişinde her makamdan dinleyişimde açıldı gözüm buğulandı yüzüm o Sevginin Nefesi'yle... tam da sırasıydı balkonuna kadar gelmiş bak elindeki sihirli değnekle Uykunun Kızı dokunuldu onunla ufak bir deryaya... bir aslan, rüya görür müydü görse gökyüzünde yürür müydü Aslanın Rüyası düşlerime gözükür müydü... takıldı kafama işte ağrılı sırtının nefesimle ısıtılmasına kadar şehrin ışıklarının bir perdeyle söndürülmesine kadar Uykunun Kızı'nın onunla kaçıp gitmesine kadar... kim inanırdı ki o Sevginin Nefesi Buselerin Kırmızılığı'nda bir Aşıklar Sandalı'nı yanaştıracak Ruhlar Limanı'na karşılayacaklar bizi dilimize doladığımız Gözlerimizdeki Şarkı'yla tenimize sürdüğümüz Nefesimizdeki Koku'yla çalınan Aşkın Alfabesi'nde sevgi sözcüklerinin bulunuşuyla iki bedenin birleştiği İbadetin Mısraları'yla olur olmaz demeyin Gökyüzü Çeşmesi'nin altında sevişti birileri inanmamazlık etmeyin yeraltına gizlendi Gazabın Perileri duyduk duymadık demeyin ortaya çıktı Süt Anneleri emzirildi Yağmurun Bebekleri kutsandı Toprağın Kudreti çözüldü Meryem'ın dili şehre uçtu Masumluğun Güvercinleri altın ok, gümüş yaydan fırladı gitti gitti bir kelebeğin içine girdi girdi ve Ateşin Oğlu istendi o geldi ve Suyun kadını'yla evlendi Çardak Bakireleri'yle bir düğün senfonisi bestelendi Gözyaşı Çocukları'nın korolarında söylendi: sen ve ben kadar şehirli bir günah dedikodusu sokaklardaki yollara tohumlarını ekiyor sen ve ben kadar dökülen sonbahar yaprakları azaptaki şeytanın yüzünü saklıyor sen ve ben kadar özenle süslenmiş Japon Bahçeleri İlhamın Rüzgarları'yla sulanıyor sen ve ben kadar iffetli *******in Kraliçesi Ayışığı Kralı'nın önünde soyunuyor. sen ve ben kadar zevke dalmış Deniz Civcivleri kanatlarını okyanusa sarmış, çiftleşiyor sen ve ben kadar ıslanmış nilüfer çiçekleri Ormanların Uğultusu'nda süzülmüş yol alıyor sen ve ben kadar yorgun düşmüş Varoluşun Elleri kapılarını ardına kadar açıyor sen ve ben kadar güçlü Kartalların Mecnunu tüylerini kabartmış uçmaya hazırlanıyor sen ve ben kadar geçmiş Tanrıların Çelenkleri onların parlaklığında yok oluyor sen ve ben kadar firarı verilen düşlerde Ayçiçeklerinin Yüzü güneşini arıyor sen ve ben kadar özlemle kavrulmuş çalar saatler şimdi tövbekarlığa kurulmuş Zühre Yıldızı'nın doğmasını bekliyor Reha Başoğul |
Gülizar
seni senden geçirendir sevgilin beni bedenimden alandır sevincim harfleri sayılarla mı birleştirdin işte senin sevgilinin sevincidir bu zikrin korku değildir geri gelişimin sebebi muhabbete dalmasın aynadaki akisi su akar gibi yol dener seni aşk yoksa damlamaz gerisi meşgale ararsa sende veledin içine ulaşmasın çatık kaşlı cemalin versen ona bir kuş yeter veledin için yuva yapmayı unutma sakın kuş için mumların önü gibi ol ki yanmayı öğrenesin yan ki alevinin ne olduğunu bilesin duman gibi yükselsin nedenin karıştırma nedenini sakın kendin için kelebeklerle yaşa ki gör çelimsizi bil ki ilerde kanat çırpacak aşk delisi kimi zaman kozadaki böcek ol ki sussun emelin kimi zaman binbir rengi ol ki dönsün dilin hüzün ararsa yüzün, yüz gün ver kendine bulamamışsan teraziyi yüz gün bile hikaye sözünü gözünden sakla ki aksın elin elini kimseden saklama ki çalmasın çirkin bir gün gelecek fırtınaya sarılacaksın gün gelecek meltemlerde havalanacaksın her çeşmeye uygun bir musluk ol ki fırtına olasın Bir elbiseye sökük ol ki meltem olasın. her arayışta yeni bir deryaya açılır gemin. her gemiye yeni bir kaptan alır için her kaptan gibi yeni bir ufuk arar ilmin. her ufuk da başka bir senle bir olur gönül çizgin Reha Başoğul |
Hâmsin
ıssızlık dağ başında yıldızyeli yanı başında süslemeli bir kapının menteşesi tek başına ufuk çizgisi sabah suskun sabah durgun kendi derdinde dili paslı anahtarı yaslı göçmen kuşlar renginde umutsuzluk hep susuzluk hep çoğunluk hep soğuk kapı aralığında yoksunluk hep saklanan bulutsuzluk bahar beklenen özlenen çalınan kapı eşiğinde bulutsu ve kendi renginde Hâmsin erkenden bitkin benden üflenen deliğinden dinlenen çiçeği kardelen için kışa edilen bir telin Reha Başoğul |
Hikaye Bu Ya
Uçurumun kenarında sıcak bir yüreğin çarpıntısı şimdi sana anlatacağım Kayaların altında gözlerinin ışığından yansıyan aksini anlamsızca andığım Kırmızı gölgelerin etrafına sarmasıyla sarıldığım bir hikaye bu ona yolladığım Kitaplar arasında toz yutmuş bir boğazı Biraz çay ve biraz tütünle boğarak Yüzüğümü bilerek düşürdüğüm bir sihiri aradım o an Sayfalar her hareket ettiğinde bir finali göğüsler olmuştum Orada, o ışık süzmesi içerisinde Masumiyetimi çözerim sanmıştım Bir anlat hadi deseler sigaradan olsa gerek susa kalmıştım ama hikaye bu ya onsuz boş baka kalmıştım. Benden yıllar evvel ayrıldığında örülmüş nakışların ardından bir göz kırpar bir de yalan söylerdin ardından şimdi ise doğrular senin gibi yapar oldu ardını bilmediğim kapılardan İyiki var onlar Allahtan yoksa ellerimin nasırlarını anlamaz kalırdım öyle bir ayrılık değil beni böyle yapan bir yanlış bu sırrı kapatan Dedim ya sonları aramam ben arasam aşağı bakmayı yeğlerdim benim derdim kendimle yılları rafa kaldırdım ben Bir sıcak çayla kafa bulurken şimdi iki kelime beni uçurur oldu sana isyanım yok bilesin dedim ya benim derdim kendimle Parmaklarımın sızladığını farkettim şimdi bakışlarımın ağırlığını kefen yakın olsa gerek buldum galiba yalnızlığımı Son söz adettendir derler Aşıkların sözünü erler dinler Bırak ağlama artık yiğidim O hikayeleri daha çok dinlerler Reha Başoğul |
Islıklar
kinimi gömdüm gölgeme çiçeklerle bezedim sevgilime.. göz nuru el emeği kanımı yunuslardan aldım kendime sattım... çarpık kulvarlardan sıkıldım artık boş duvarlardan bunaldı bu yanık bilebilseydim kendimi artık sorardım bu yunuslara nerede taç nerede azık? her darbe, damak tadı gibi her göz, kara kaplı defterim gibi bir bıldırcın ararsın sen ya ben onu öldürdüm görürsen söylet soyuma kandığın gibi... bozgun sesleri bunlar bozguncu dilberleri hülya seslerde ifşa eden benzerlerin... ne buhar göğsümü kanattı ne kapı eşiğindeki şehvetlerin tapınak sütunlarıma mı çizeyim seni karabatak yuvalarında mı vereyim elimi ne acı ne bal olmazdı dinginliğin eseri ah yunus yüzlüm ah inci dişlim ne üzdü seni de bitirdi bahçemdeki firüzeleri ne terbiye edildi de ıslıkların adı oldu cazibeli aşk bağından bir salkım almak için niye gerekir ki bir demet yasemin olsaydı ya bir su bir ekmek senin yüzünü güldürebilmek için özledim seni özledim tenini Ne mecusi anlar beni ne de okyanustaki ahali yunus yüzünü özledim belli Reha Başoğul |
İçimdeki Damarda Tıkandım
herşey peygamberdevesinin kendini dişisine kurban etmediği bir dalı kırmasıyla başladı. Ve ardından yusufçuklar kaçırdı yumurtalarını bataklıklardan... Ardıç kuşlarına niye saldıramadı kartal o gün, niye sinemedi gelincikler çukurlarına bukelamunlar niye renk vermediler ve koalalar neden yaprak aramadılar gecenin soğuğunda? ? ? tanrının zekasını kıskanmışımdır hep çılgınca mı? kıskançlık ve tanrı... çözüm ne peki söyle, anlat hadi balarısı? 'çakıltaşlarının sevişmesiyle doğmuştum ben avlarım mağaramda hazırdı evlatlarıma bir kayadan akan kanla yayıldı zekanın sarmaşıkları yeryüzüne Deniz akrepleri sığ sulara saldırdı sonra medcezirlerle çoğaldılar toprakta telef oldu köpük kusan balıklar bir kere azmışlardı korkunç yaratıklar kömür suratlar az durmadı yerinde istilalar başgösterdi azgın sularda tüyler havalandı kadavra kokulu çağda kapandı yaralar bir süre de olsa zeka nefes aldı.... kafataslarını algıladı ışık yarımyamalak bela geliyordu usulcana çırpınarak korkusuzca... çenelerin donduğu bir yörede bir aile aldı eline çiviyi sürüyle bitti gösterileri sürüyle yüzüldü derileri.... killere boyandı alınlar boncuklar takıldı boyunlara izinsiz mideler kalktı ayağa çöpler birikti tepelerde buram buram ırk savaşçıları çalışmaya başladı ihtiraslar büyüttü gözbebeklerini, tıpkı bebek gibi silkinemedi zeka anlatamadı derdini bir türlü akınlar oldu bir sonraki gün çığlar düştü üstüne lavlar aktı yerine dayandı üşümedi, üşütmedi evlatlarını gece yol aldı sabah kalkamadı yerinden karanlık kilimlerle uçtular etrafa çocuklar ağladı beşiklerde heykeller uyandırdı sabahı neşeli çığlıklarla büyüdü ormanlar el işi görgüler kazandı yarını ama zekayı iyileştiremedi bir türlü ıslak bıyıklarla üstün geldi peçeler kalın ciltler hükmetti hayata ama bir çıra idi aradığı sonun küller düştü okyanuslara kolonilerce arı geldi bir araya sığırların kuyruklarında buluştular daima saklandı bilgiler gizli yerlere ayaklar bulamadı onu bir türlü çılgın heyacanlar ritm tuttular ateşler etrafında kaçırdılar nesilleri özlemediler berilerini düşünemediler gerisini ve zeka ayırdı onları izlediler birbirini ama birleşmedi türleri selim basiretler gırtlağa düğümlendi' ıhlamurlarım kaynamıştı artık süzüldüm kartalların sırtında çömleklerim kurumadı ama güneşte özgürlük haykıramadı yerin dibinden zeka kayboldu yerinden..... Babil'deki dilimi arıyorum suskunluğun özünü izlerin bedelini tanrının dilini... şeytanı bile affettim. sansa da dost benle yalan mı kaldım onla bir ömürde yok oldu bağrıma basınca nedense kıskandım seni her zaman sayılarını göstermedin sakladın kaldın terli çarşaflarda görüntün gözlerime indi kuru toprakta ağırlığın bedenime bindi. çelişkilerini bile çözdüm ne kadar dost olduğunu sözlerinin beni çağırdığı içimdeki damarda tıkandım. Babil'de kaybettiğim dilimi özlüyorum suskunluğun özünü izlerin bedelini tanrının dilini... Reha Başoğul |
İçimizdeki Sonsuzluk Mesafeleri
İnsan içimizdeki yüzünden öyle bir varlıktır ki sonsuzluktaki en küçük noktada ve noktadaki en büyük sonsuzluktadır insan sonsuzluk yüzünden öyle bir çelişkidir ki noktasının uçları birbirine en yakın uzaklıkta ve en uzak yakınlıktadır İnsan mesafeleri yüzünden öyle bir ironidir ki uçlarının içerisi kadar hiç ve dışarısı kadar heptir Reha Başoğul |
İlk Cuma
Yorgun bir akşamüstü bu sıradan bir kaderin oynandığı ilk cuma sahiller, sokaklar ve yılanlar yine orada bekliyor onu kendimin çaresini arıyorum bezmeden, düşmeden bir çizgi görüyorum ilk başta uzaktan Biraz yakınlaşınca çukurlukları seçebiliyorum Ve büyüyor gitgide ışığa da ihtiyaç yok, hissedebiliyorum çünkü evet bir yaşamın gözyaşlarının bıraktığı izler bunlar gözlerimin altında her gün bir savaşta bayrağını kaybeden askeri oynamak gibi bir anı yaşadığım oralarda bir nilüfer yaprağında yıllardır süzülmek kadar çaresiz, bir o kadar da güzel nedir istediğim senden benim kuytu köşelerde para verdiğin dilenciler kadar açsın bu hayata eğer bir müzisyenin bestelediği hüzün nağmelerinde yaşıyorsan hala dönüp bakma orada çalana, çünkü duydukların senin ölüm çığlıkların işte bu yüzden belki yok etmeliyim o izleri oradan o izleri kimbilir, kırdığım şişelerle beni bekleyen adadaki, zamanı bilen birine ulaştırmalıyım bir çeltik daha atmaz belki artık uçların adamı olduğum yıllar kezzapların sıcaklığını tadardın doğanın sana verdiği her şimşek çevrene koyduğun önyargılar kadar yüklüydü anlayamadım işte, biraz akılmış ihtiyacım olan o izlerin gördükleri nedense bir bebeğinki kadar haketmiyorum işte ondan, her gördüğümde acı veriyor maalesef Sandaldaki aşıkları bilir misin hani kuğuları seyredeler de koklaşırlar ve sonra aşkı anladık diye bakarlar beraber sudaki akislerine bilmezler ki baktıkları gördükleri, yaşadıkları aşk değil Sıradan kaderin ilk cuması yine istanbul, yine bir ayna Bu sefer zorlanmadan çıkan sıradan bir gözyaşı daha hızlı damlıyor Belki yüzümdeki izlerin arttığındandır Ona sormalı sebebini Nedersin hayat kardeş, çok mu hızlı akıyorsun artık ha? Reha Başoğul |
Kaç
çiçekler dul kalmış özünden koklanmıyorlar artık delgilerin berisinde beşikler karaya, mezarlar pembeye çalmış eminim bir gün buluşacaklar aynı yerde çoğullanan bir durağanlık var penceremin nefessiz bulutlarında 'geliyorum' dediklerinden fazla 'gidiyorum' dediklerin bu donuk akşamda şimdi özgürsen kesmeye başla kuvarsı yansımalarını yok et ve parçalanmadan yaslan suya dansı kıvrak ellerinden kopar, dola boynuna kuzguna dönüşsün gözlerin ve dudaklarıma uçsun her bir zehiri tattığında yüksek dikitlerin gölgesinde anıların için değişiyorsa ruh halin, asla serinliğini takas etme körpe esintiye kaç! ve orada olacağını bilenle konuş ikindiden akşama yaklaşan bir çözümsüzlüğün asaletiyle Reha Başoğul |
Kaçakların Özgürlüğü
Alın yazımda bir kaçak yaşıyor sanki ruhumun bezirganı harabe mi elimdekiler yoksa vakitsiz öten horozlarım mı? eskiciden alınan bir gözlükle bakmalı geleceğe denizkabuklarına yaslamalı herkesin kulaklarını bir gece bir iklimde oynamalı çocukluğumuz aynı ipe serilmeli hep kirli çamaşırlarımız ki kaçaklar özgür olsun... fasıllarda sarılmalı herkes kumrulara udlarla neylerin hengamesi dinlenmeli harplarla flütlere ferman salınmalı felah eylesin musiki semaları ki göklevni parlak olsun.... mutluluk şekerleri dolaşmalı ağızlarda güller kondurulmalı göğüslere leyla gelmeli yanına derya gitmeli yamacından ki gece parlak yıldızlarla dolu olsun... gökkuşaklarına bağlanmalı salıncaklar öpücüklerimizde dönmeli annelerimiz akarsularda yıkanmalı kinlerimiz ah ah Yelda olmalı o gün... ki ertesi gün güneşli olsun... kilerlerden çıkmalı incir reçelleri portakal ağaçları sulanmalı özene bezene yemyeşil çayırlarda pisletilmeli ancak üstümüz başımız ıslatılmalı, o uzak rüyalar ki hatıraların tadı keyifli olsun. kaçak uçurtmalarım var kaçak raiyanalara verilmek üzere... tıpkı hayat gibi bir ip tutar seni rüzgarları özlersin hep boynu bükük ve sen uçmak istersin hep daha yükseğe ama hep ince bir ipe bağlısındır hep düşlerin uçurur seni yükseklere hep gerçekler indirir seni yere ama bir anda koparırlar ipini, serilirsin yeryüzüne ki adı ölüm, namı kaçakların özgürlüğü olsun.. Reha Başoğul |
kadının Durduğu Yerde
özleme konuktur yatsı elinde kalır kırıksı saçı kesiği yorgun tutkusu siyahı tel tel yoğrulmuş esansı soluk alır gibi bakar boğulur gibi yanar öpülen kokusunda ten renginde konuşan rüzgarı Reha Başoğul |
Katyuşa
Bakmaya korkardım kadınlığını gözlerine sürmüş bakışlarını da sarışınlığına saklamış o safdilli Rus kızına... bu nedenle anlatmak istedim sizlere ona yazdığım upuzun bir bilina... adını soranlara hemen cevap vereyim: adı Katyuşa safdilli, temiz kalpli Katyuşa... eğer sıkılmazsanız dönmek isterim ta en başa: Suyun kadınıydın suda bir akıntıydın yalnız suyun yaşlı taşlarıydın sen Katyuşa birkaç kez yıkandım orada körtopal yazdıklarına değnek olmayan yazdıklarımla elimi soktum suyuna ama tutunamadım bir türlü kimi ******* akmayınca dondu suyun kimbilir belki o *******de buz tutmuş belki de su yutmuştun Katyuşa galiba Sen akarken Hazar'a Ben çoktan çatlamıştım Baykal'da... zar zor beslerdin kafeslenmiş bedeninde bir kukuşka o dört duvar arasında ötmeye çalışırdı sabahın altısında her kalkmaya çalıştığında bağırırdı kukuşkanın nefesi biliyorum bülbüllere benzemezdi de hiç sesi hiç alışamadın değil mi kokuşmuşluktan hayatlarımızı satışa çıkardığımız bu Rus pazarına sebebini iyi biliyorum çünkü çok yalnızdın sen Katyuşa.... hastalığını anlayınca Götürdüm seni Doktor Jivago'ya saatlerce baktı sana ve geldi anlattı bana: 'Bu Rus kızı çok hasta kalbinde varmış bir matruşka her birini tek tek açsalarda yine varacaklarmış öz bir insana üzgünüm ama hastalığı tam bir ümitsiz vaka...' işte bu çok dokundu gamsızlığıma çünkü çok hastaydın sen Katyuşa.... ani bir gece baskınında keder askerlerine yakalanan kurşuna dizilmeden önce Sevgi mahkumlarını kışkırtan Bir Rus kraliçesiydin de sanki kapatmışlardı seni Kremlin Sarayına. seni kurtaramayanlar arasında Bolveşik ihtilalina katılan aşka susamış bir adamdım bende o gece Kızıl Meydan'da... öylece baktık akan kanlarına çünkü çok acılıydın sen Katyuşa... bir başka gece askerleri atlatmıştın karlı Ural Dağlarını bile aşmıştın vagonlarına tebessümler yükleyip sevgi trenini korku garıma bırakmıştın... biliyorum hiç de raydan çıkmamıştın ama ne olduysa ondan sonra bir daha uğramaz oldun garıma çünkü çok gururluydun sen Katyuşa... bazen konuştun adını bilmediğim insanlarla o zaman kaptırmamıştın kolunu daha aklı iki bacak arasında dedikoducu partizanlara. çoğu zaman benzettiler seni aşkını bulamamış Anna Karenina'ya bilirim ki güldün geçtin sen bunlara hem sen de yaymaz mıydın ortalığa: 'iyi bakın bu adama o Gorki'nin üniversitelerinden çıkmış bir deha..' ben de o zaman gülerdim sana derdim ki bak şu sibirya kaplanına bak şu cüce kalmış kayınlara bak şu taygaya asıl onlar deha.. konuşurduk senle işte böyle bir akşamdan öbür akşama çünkü çok yaralıydın sen Katyuşa... alışmıştım Tanrı'ya olan isyanına onun sesini kısıp dayardın ayinleri kulağına gözlerini kapayarak bakardın Ortodoks Klisesindeki mumlara alev alev yakardın boşluğunu o korolarla bilmezsin ki bu yüzden ben her gece çalınca O Çiçorniya Tanrının mumlarını söndürüp birkaç ölünün küllerini serptim oraya sana söyleyemezdim çünkü çok sancılıydın sen Katyuşa.... gözyaşlarınla yazdığın her mektubuna cevap veremedim bir kaç satırla da olsa lakin acılarım dul kaldığında boğuştum yazdıklarımı suda boğanlarla günahlarım esir düşmüştü karabasanlara güya benzetmişler beni sayı kaçakçısı bir Rus casusuna kıskıvrak yakaladılar beni oracıkta bu sırada benden haber almamalıydın çünkü çok korunmasızdın sen Katyuşa... hatırlarsın ki hüznüm neşelidir düşündüm de böyle olmalı da seninki o yüzden Katyuşa tam da sus demişken Rachmaninoff'a Tchaikovsky de girmişken mezara elime alacağım bir balalayka ve senle yapacağız şimdi kalinka: 'Üzülme Katyuşa Gülümse Katyuşa hayat hepimize suç ve ceza...' nasıl nakarat ama bunlar sana yazdığım son sözlerden kalma o yüzden biraz neşelenelim istedim çünkü çok güzel gülerdin sen Katyuşa... aklıma gelmişken sen hala yenikmisin Çileklerin Kızıl Ordusuna bir türlü savaştıramadık onları Dondurmaların Beyaz Ordusuyla ya çikolatalar rehin mi alındılar onlar yoksa evini kuşatan karıncalarca sormak istedim çünkü çok severdin sen Katyuşa... bense üşüyorum Katyuşa özlemin Rus Ruleti oynatmadan bana aklımı çoktan teslim etmeliydim Rus mafyasına o yüzden ısıtamıyorum yüreğimi içsem de iki duble votka başımı da soksam kalpağa hatta korlanmış orağı saplayıp çekiçle vursan da bağrıma sen gülmedikçe sen dirilmedikçe Katyuşa ben üşüyorum ben donuyorum yüreğimin Moskova soğuğunda... Reha Başoğul |
Kayısı Sabahı
sabah kayısıydı, iççekmiş bir gözboyamasında gözyüzü haritasından çıkartarak yığdılar ortaya ayakları üşümüş yıldızları olmuştu bir kere adı buz dansındaki kayısı sabahı çobanı ayışığıydı güneşi otlattığında kırmızıyı kuyruklarına bağlayarak havalanan kızkuşları beklerdi ürkütmesin diye şafağı üzmüştü bir kere Ayışığı Çobanını buz dansındaki kayısı sabahı sarısı kıvrım dudaklıydı derin bir yol ayrımında busesi tutsak bırakılarak biçare çanağı gecenin uçurumunda özlemişti bir kere kıvrım dudaklı sarısını buz dansındaki kayısı sabahı korkusu bakireydi istemedi hıçkırığında sıcak yumurtalarına bakarak kurlarını hazırlamış meyve sineğinin ayaklarını sevmişti bir kere bakire korkusunu buz dansındaki kayısı sabahı açlığı karıncalardı yarının azığı kıskançlığında saf sümüklüböceğini kandırarak yüksek bir odun kütüğünde salına salına taşırken dala kabuğunu sezmişti bir kere karıncaların açlığını buz dansındaki kayısı sabahı raslantısı kırağıydı seçerdi damağında gün ışığını akıtarak gölgesi ince uçlu dallardan süzülecek tatlı su damlasını hazırlamıştı bir kere kırağı rastlantısında buz dansındaki kayısı sabahı olmuştu sabah kayısı üzmüş ürken şafağı özlemiş gecenin uçurumunda sevmeden meyve sineğinin ayaklarını sezdi sümüklüböceğin sallantısını hazırlandı tatlı su damlası yüzen odun kütüğünde bekleyen aç kızkuşunun ağzına derin bir yol ayrımında çırpıldı kanatları kıvrım dudaklı sarıdan güneşin kırmızısına doğru havalanan yakaladı tutsağının busesini bozdu bakirelik korkusunu süzülen gün ışığı tadı damağında gölgesi ince uçlu dal başında içini çekti gözünden kanlar akarak gökyüzü haritasına dalan kırmızısında eşinin kuyruğunu kaybetmiş buz dansındaki kayısı sabahı Reha Başoğul |
Kelimeler
doğa deniz kum güneş yeşil kuş eş istediğimiz yosunlarla seviştiğimiz sıcak akşamüstü unutulan mazi eğlenen bizler ansızın çaldı açıldı gözler mazimiz arıyordu yine kötü haber ses titrek korkmuş çaresiz dil dönmez ses bağırır gel nolur tek sen gel.... isim muğlak yüzüm pörsümüş çehrem buzlanmış kulağım korkmuş sesim kısılmış bunlar dansetti birbiriyle çarpılan hep her an yol bilinen an bilinen sebep bilinen ses bilinen gözyaşı bilinen sonuç bilinen çare bilinen zaman bilinmeyen uzun yol kısa cümleler sessiz isyankar kendinle mazinle zamanla bilinmedik hesaplaşma gözler gözlerle buluştu anlatılanlar doluştu kadın doğal sıcak genç güzel güçlü cesur yalnız idi şimdi zayıf titrek çaresiz kısılmış korkmuş buz pörsümüş muğlak dostuyla beraber biri güpegündüz kimse orada yoktu etini zorla bıçakla tehditle adice topluca umursamazca aldılar onlar gece kadın giysileriyle sarılmış benle benden uzak kanepede hiçbirşey görmüyor görülen o an gözlerde beliren yüzler atılan çığlıklar unutan hastalanan onlar sanki birşey olmamış devam ediyor herşey mazi gelecek işbirliği kadın ilaçlı boğulmuş ağlamaklı önce bağırmak sonra susmak istiyor geceyarısı ben konuşkan sarılgan sadece ortada sordukları ve cevapları maziden damlayan ama durdurulan biran ben soğuk şaşıran duran durduran anlayan açıklayan kadın durgun solgun sonra ben akan bakan okşayan koklayan kadın tekrar sıcak genç güzel cesur sakin güçlü huzurlu yüzü sesi dili gülümseyen gülümseten dinlenen mutlu uyuyan kalkan aç tok yıkanan sarılan çıplak giyinik biçilmiş tedirgin belirgin roller üstünde bilinen mazi arkamızda gelecek kanımızla kolkola tam şimdi bakan bakmayan susan susturan konuşan konuşturan uyuyan kalkan ayılan sızan bağıran ağlayan coşan büzülen gülen güldüren seven sevilen bilen bilmeyen kollar alınmalı kucaklar verilmeli yaşanılan tarihsiz yazılmalı yaşayan isimsiz kalmalı yaşatan şefkatle cezalandırılmalı dinlenilen sevgiyle süslenmeli anlatılan ilimle bezenmeli bilinen eksiksiz öğretilmeli bilinmeyen sahipsiz yokedilmeli aşk tarifsiz hissedilmeli sayılar biçimsiz gösterilmeli Kelimeler bilinçsiz kullanılmamalı Reha Başoğul |
Kendini Bilmeden
özlemi bu kadar o yapan ölümden başka nedir? en çok ne vurur seni özlerken, o ölmeden önceki yaşadıkların mı yoksa sonraki yazdıkların mı kendini bilmeden? ? Reha Başoğul |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 10:41 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.