![]() |
Attila İlhan
ADIM SONBAHAR
nasıl iş bu her yanına çiçek yağmış erik ağacının ışık içinde yüzüyor neresinden baksan gözlerin kamaşır oysa ben akşam olmuşum yapraklarım dökülüyor usul usul adım sonbahar |
AN GELİR
an gelir paldır küldür yıkılır bulutlar gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet o eski heyecan ölür an gelir biter muhabbet çalgılar susar heves kalmaz şatârâbân ölür şarabın gazabından kork çünkü fena kırmızıdır kan tutar / tutan ölür sokaklar kuşatılmış karakollar taranır yağmurda bir militan ölür an gelir ömrünün hırsızıdır her ölen pişman ölür hep yanlış anlaşılmıştır hayalleri yasaklanmış an gelir şimşek yalar masmavi dehşetiyle siyaset meydanını direkler çatırdar yalnızlıktan sehpada pir sultan ölür son umut kırılmıştır kaf dağı'nın ardındaki ne selam artık ne sabah kimseler bilmez nerdeler namlı masal sevdalıları evvel zaman içinde kalbur saman ölür kubbelerde uğuldar bâkî çeşmelerden akar sinan an gelir -lâ ilâhe illallah- kanunî süleyman ölür görünmez bir mezarlıktır zaman şairler dolaşır saf saf tenhalarında şiir söyleyerek kim duysa / korkudan ölür -tahrip gücü yüksek- saatli bir bombadır patlar an gelir Attila ölür |
BELÂ ÇİÇEĞİ
alsancak garı'na devrildiler gece garın saati belâ çiçeği hiçbir şeyin farkında değildiler kalleş bir titreme aldı erkeği elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler çantasını karısı taşıyordu hiç kimse tanımıyordu kimdiler gece garın saati belâ çiçeği üçüncü mevki bir vagona bindiler anlaşıldı erkeğin gideceği bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler bir türlü karısına bakamıyordu ayaküstü birer bafra içtiler gece garın saati belâ çiçeği şimdiden bir yalnızlık içindeydiler karanlık gelmişi geleceği birdenbire sapsarı kesildiler vagonlar usul usul kımıldıyordu |
BEN SANA MECBURUM
Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum. Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor Bu şehir o eski İstanbul mudur Karanlıkta bulutlar parçalanıyor Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu Ben sana mecburum sen yoksun. Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur Tutsak ustura ağzında yaşamaktan Kimi zaman ellerini kırar tutkusu Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından Hangi kapıyı çalsa kimi zaman Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor Eski zamanlardan bir cuma çalıyor Durup köşe başında deliksiz dinlesem Sana kullanılmamış bir gök getirsem Haftalar ellerimde ufalanıyor Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem Ben sana mecburum sen yoksun. Belki haziran da mavi benekli çocuksun Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin Kötü rüzgar saçlarını götürüyor Ne vakit bir yaşamak düşünsem Bu kurtlar sofrasında belki zor Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden Ne vakit bir yaşamak düşünsem Sus deyip adınla başlıyorum İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin Hayır başka türlü olmayacak Ben sana mecburum bilemezsin. |
BÖYLE BİR SEVMEK
ne kadınlar sevdim zaten yoktular yağmur giyerlerdi sonbaharla bir azıcık okşasam sanki çocuktular bıraksam korkudan gözleri sislenir ne kadınlar sevdim zaten yoktular böyle bir sevmek görülmemiştir hayır sanmayın ki beni unuttular hâlâ arasıra mektupları gelir gerçek değildiler birer umuttular eski bir şarkı belki bir şiir ne kadınlar sevdim zaten yoktular böyle bir sevmek görülmemiştir yalnızlıklarımda elimden tuttular uzak fısıltıları içimi ürpertir sanki gökyüzünde bir buluttular nereye kayboldular şimdi kimbilir ne kadınlar sevdim zaten yoktular böyle bir sevmek görülmemiştir |
CEBBAR OĞLU MEHEMMED
kaman cıvarına bahar gelince yıkılır ovadan apdal çadırları yücesinde pâre pâre duman tutmuş düdüldağ'ın yaylâsında mekân kurulur hoş gelmişsin evvel bahar nisan ayı içinde donanır dağlar donanır yeşilinden alından istasyon deresi kabarmıştır hacıdağ'ın selinden dağlar sıra sıradır eylim eylim dağlar uzanır bir uçtan bir uca dağlar bir birinden yüce yamaçlarında kireç yakılır bir ömür boyunca kahrı çekilir kimse anlamamış sırrını hikmetini bu bereket nereden gelir başınızdan duman eksilmesin gâvurdağları siz hikâyet eylediniz bana bahçe kazasının kaman köyünden cebbar oğlu mehemmed'in hikâyesini yılların yücesinden şöyle bir seyran edelim bir avuç toprağıma çöreklenmek için yürümüş selâmsız sabahsız destursuz girmiş memleketime yedi çeşit frenk askeri uğursuz bir hava çökmüş üstüne memleketimin uğursuz ve karanlık çocuklar gülmemiş artık sessiz sessiz ağlamış analar oduna giderken vurulmuş ve yahut harman yerinde avuçları buğday kokan delikanlılar ve nice gâvurdağı kızlarının birer birer ırzına geçilmiş yalvarmış ihtiyarlar allah'a - rivayet şöyledir kim - dumanlı bir güz akşamı şu mor dağlar efendim destur demiş de yürümüş silkinip kalkmış ayağa gel haberi öteden verelim çıkmış dağlara kendiliğinden cebbar oğlu mehemmed fransız'a silâh çekmiş hür yaşamak uğruna ırz uğruna namus uğruna ana için baba ve kardeş için şu mübarek topraklar şu mübarek vatan için derken efendim bir gün kaman'dan öte uğrun uğrun haber ulaşmış urfa'nın antep'in köylerine gözü kanlı maraş beylerine cebbar oğlu mehemmed burcu burcu çam kokan bir yaz akşamı omuz vermiş bir ağaç gölgesine usul usul türkü söylüyor - hasret kuşun kanadında deli kuşlar uçun gayrı yazımız böyle yazılmış bu diyardan göçün gayrı - kirveleri durdu ve süleyman on sekiz adım gerisinde şahin gibi tünemişler kayaların üstüne avuçları sıcak bakışları ok gibi deliyor her dokunduğu yeri biri doğuya bakıyor diğeri batıya iptida durdu görüyor geleni yel midir toz mudur anlamıyor lâkin bıyıkları terlemeden çeteci olan garip ökkeş çok geçmeden getiriyor haberi tabur tabur üstümüze varıyor düşman yola çıktı savranlı'dan hemen mevzie sokuldu mehemmed yanıbaşında durdu ve gerisinde süleyman çeteler yer tutup pusu kurdular kanlı geçit boyuna düşman yanaşırken kaman köyüne bekletmeden yaylım ateş açıldı mermi kurşun yağmur gibi saçıldı ilk seferinde on beş kişi vurdular ve bir hayli düşman kırdılar yamaçlarda koptu kızılca kıyamet cesaretlerine söz yoktu ama neyleyip nitsinler düşman daha çoktu düştü birer birer bütün yiğitler gürültüler boğazda sustu nihayet demek diz üstü düşmüş mehemmed kirvesi durdu'nun yanıbaşına kanlar akar yarasından al al olmuş çevresinden köpük köpük gözlerini doldurur bir başına mehemmed yedi düşman öldürür mavzerinin namlusu hâlâ sıcak tutulmaz ölümün derdi büyük yiğenim çâre bulunmaz aynı akşam doğurmuş karısı döne mavi gözlü bir çocuk sarışın bir avuç toprak sarmışlar altına ve kemal koymuşlar adını |
CİNAYET SAATİ
haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu dört bıçak çekip vurdular dört kişi yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu deli cafer ismail tayfur ve şaşı maktulün onbeş yıllık arkadaşı üçü kamarot öteki aşçıbaşı dört bıçak çekip vurdular dört kişi cinayeti kör bir kayıkçı gördü ben gördüm kulaklarım gördü vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü hiç biriniz orada yoktunuz demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu on üç damla gözyaşını saydım allahına kitabına sövüp saydım şafak nabız gibi atıyordu sarhoştum kasımpaşa'daydım hiç biriniz orada yoktunuz haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi polis kaatilleri arıyordu deli cafer ismail tayfur ve şaşı üzerime yüklediler bu işi sarhoştum kasımpaşa'daydım vapuru onlar vurdu ben vurmadım cinayeti kör bir kayıkçı gördü ben vursam kendimi vuracaktım |
DUVAR
- bu şiir ikinci dünya savaşı içinde kahredilen bütün dünya duvarları için yazılmıştır.- ben bir duvarım hiç güneş görmedim sen hiç güneş görmemiş bir başka duvar yüzümüz benek benek tahta kurusundan ve sinemiz baştan başa ak üstünde karalar - kelepçeden kahroldu kahroldu bileklerim - sıyrılıp çıktım artık ölüm korkusundan - dilim dilim sırtımdaki yaralar ben demirbaşım sığır siniriyle dayak yedim biz de duvarız dinliyen duyan düşünen duvarlar bizim kucağımız terkedilmiş bir yatak gibi kirli soğuk ve bizim kucağımızda kasırgalı insanlar yüzündeki deniz parlaklığıyla durur hatıramızda o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda bir cumartesi akşamı girdi kapımızdan gözlerinde kıpkızıl diken diken öfkesi adeta birden bire aydınlandı zindan onu böyle görünce nasıl da korkmuştuk sapından fırlamış bir balta gibi çehresi ve omuzlarında delikanlı gölgesi o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda o sırt üstü yatağında yatardı sımsıcak gözleri şimdi bile aklımdadır bir sana bakardı bir bana bakardı dışarda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır toprak ana bütün zincirlerinden çözülmüş sabahlar akşam üstleri manolya gibi parlak tarlaların yüzü gülmüş işte her akşam geçtiği denize çıkan sokak ah işte annesi annesi sevgilisi işte biz dinliyen duyan düşünen duvarlar işte o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk dışarda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır bizim kucağımız terkedilmiş bir yatak gibi kirli soğuk o bir kaç defa kartal gibi gitti kartal gibi döndü çığlıklarını değil kırbaç sesini duyduk biz duvarız neyleyim gözlerimiz ağlamayı bilmez onu bir gece sabaha karşı büsbütün götürdüler kendi gitti ismi kaldı yadigâr bağrımızda o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda ya biz idam duvarıyız karşımızda çok insan öldürdüler onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık temelimiz kanla beslendi ama nedense uzamadık öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil getirirler vururlar biz öyle dururuz yağmurlar gözyaşı bulutlar mendil elimizden ne geldi de yapmadık ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık bir mayıs sabahı toprak rezil gök rezil yıldızlar küfür gibi yüzümüze tükürür gibi şafak sancılarıyla iki büklümdü ufuk ve simsiyah çamur gibi bir manga ortasında siyaset meydanına geldi dev yumruklu çocuk bulutlar eğilip alnının terini sildiler ve mermiler birdenbire ölümü getirdiler o düştü biz yine ayakta kaldık halbuki ne kadar yorgunuz öyle bakmayın bu yaralar şerefli yaralar değil ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz |
ELDE VAR HÜZÜN
söyleşir evvelce biz bu tenhalarda ziyade gülüşürdük pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının ne meseller söylerdi mercan köz nargileler zamanlar değişti ayrılık girdi araya hicrana düştük bugün ah nerde gençliğimiz sahilde savruluşları başıboş dalgaların yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller elde var hüzün o şehrâyin fakat çıkar mı akıldan çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması sırılsıklam âşık incesaz kadehlerin mehtaba kaldırılması adeta düğün hayat zamanda iz bırakmaz bir boşluğa düşersin bir boşluktan birikip yeniden sıçramak için elde var hüzün |
KİM O?
kapının ziliyle sıçradım gecenin saat üçü açtım baktım kimseler yok zili duyduğum kesin birisi çalmış olmalı gelen yoksa ben miyim kırk yıl daha genç polisten bırakmışlar |
KİMİ SEVSEM SENSİN
kimi sevsem sensin / hayret sevgi hepsini nasıl değiştiriyor gözleri maviyken yaprak yeşili senin sesinle konuşuyor elbet yarım bakışları o kadar tehlikeli senin sigaranı senin gibi içiyor kimi sevsem sensin / hayret senden nedense vazgeçilemiyor her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet sarışın başladığım esmer bitiyor anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli dudakları keskin kırmızı jilet bir belaya çattık / nasıl bitirmeli gitar kımıldadı mı zaman deliniyor kimi sevsem sensin / hayret kapıların kapalı girilemiyor kimi sevsem sensin / senden ibaret hepsini senin adınla çağırıyorum arkamdan şımarık gülüşüyorlar getirdikleri yağmur / sende unuttuğum hani o sımsıcak iri çekirdekli senin gibi vahşi öpüşüyorlar kimi sevsem sensin / hayret in misin cin misin anlamıyorum |
KİRLİ YÜZLÜ MELEKLER
sayende sayebân olduk istanbul şehri sayende sebil olduk aç kaldık sefil olduk yıldızlar dem çekti güvercinler gibi başucumuzda ve yaktı perişan eyledi sine-i sâd-pâremizi saplanıp hançer misâli bir hilâl sokaklar serseri biz serseri yüksekkaldırım da bir cezayir şarkısını dile getirdi plâklar cadde-i kebir: bütün ışıklarını yakmış bir gemidir sinemalar neredeyse boşalacaklar vay anam vay sen ne dersin istanbul sen garip bir şair olsan söyle ne halt edersin kimin gücü yeterse kahretsin parasızlığı sefalet akıyor gürül gürül sokaklardan yol üstünde bir şehvet çarşısı tıklım tıklım yol üstünde sevda pazarlığı aşk pazarlığı kurtulamadık gitti bu denlü kepaze hayattan hep böyle *******in koynunda yaşadık ******* serseri biz serseri karakoldaki aynada safran gibi kirli yüzümüz gözlerimiz hasta gözleri ellerimiz hasta elleri kırılmış kavala dönmüşüz sen söyle serseriler kralı istanbul sen söyle iki gözüm hangi merhem çâredir şu bizim yaramıza yel üfürdü su götürdü gençliğimizi elimiz boşa geldi meydanlarda kaldık meydanlar serseri biz serseri sağımız sefalet solumuz ölüm işte geldik gidiyoruz kahrolasın kahrolasın istanbul şehri |
MUHAYYER
önemli gizli boyutlarıyla yeryüzündeki yaşantımız ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız söylediklerimizle değil söylemediklerimizle varız o gün ki ölümün perdesine yapayalnız yansırız ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız bir incesaz ki süreklidir yaprak döken korularda çılgınlıkları oluşturur en çapraşık duygularda büyük çıkmaz akla gelip de sorulmayan sorularda bazı insan içten içe düşünür hesaplar da ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız üflediğimiz sustuğumuz tutkuların düşlerimizi çokçadır çocukluktan çıktığımızı sanmak aslında çocukçadır gerçi gençlik bir uçta yaşlılık bir uçtadır birleştikleri gerçek o müthiş sonuçtadır ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız tutuklunun günlüğü |
MUSTAFA KEMAL
dağ başını efkâr almış gümüş dere durmaz ağlar gözyaşından kana kesmiş gözlerim ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar ağlar ağlar cihan ağlar mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür altmış üç ilimiz altmış üç yetim yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer her geçen seni bizden parça parça götürür mustafa'm mustafa kemal'im diz dövdüm gözlerim şavkı aktı sakarya'nın suyuna sakarya'nın suları nâmın söyleşir hemşehrim sakarya öksüz sakarya ankara'dan uçan kuşlar kemal'im der günler günü çağrışır kahrolur bulutlara karışır gök bulut yaşmak bulut uca dağlar dev boyunlu morca dağlar divan durmuş bekleşir mustafa'm mustafa kemal'im nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin şol yüzünde güneş südü sıcaklık ellerinden öperim mustafa kemal senin dalın yaprağın biz senin fidanların biz bunları yapmadık sen elbette bilirsin bilirsin mustafa kemal elsiz ayaksız bir yeşil yılan yaptıklarını yıkıyorlar mustafa kemal hani bir vakitler kubilay'ı kestiler çün buyurdun kesenleri astılar sen uyudun asılanlar dirildi mustafa'm mustafa kemal'im karalar kuşanmış karadeniz akmam diyor dokunmayın ağlamaktan bıkmam diyor bu gece kıyamet gecesi bu vapur bandırma vapuru yattığı yer nur olsun mustafa kemal ben ölümden korkmam diyor korkmam diyen dilleri toz oldu toprak oldu değirmen döndü dolandı yıllar oldu bir kusur işledik bağışlar mı kimbilir o bize öğretmedi kazan kaldırmasını günahı vebali öğretenin boynuna erdirip oldurana ana avrat sövmesini yüreğim kırıldı kanım kurudu var git karadeniz var git başımdan mızıka çalındı düğün mü sandın bir yol koyup gideni gelir mi sandın mustafa'm mustafa kemal'im ankara'nın taşına bak tut ki baktım uzar gider efkârım çayır ağlar çimen ağlar ben ağlarım gözlerimin yaşına bak ankara kalesi'nde rasattepe'de bir akça şahan gezer dolanır yaşın yaşın mezarını aranır şu dünyanın işine bak mustafa'm mustafa kemal'im |
PİA
ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın ellerini bir tutsam ölsem böyle uzak uzak seslenmese ben bir şehre geldiğim vakit o başka bir şehre gitmese otelleri bomboş bulmasam içlenip buzlu bir kadeh gibi buğulanıp buğulanıp durmasam ne olur sabaha karşı rıhtımda çocuklar pia'yı görseler bana haber salsalar bilsem içimi büsbütün yıldız basar bir hançer gibi çıkıp giderdim ben bir şehre geldiğim vakit o başka bir şehre gitmese singapur yolunda demeseler bana bunu yapmasalar yorgunum üstelik parasızım pasaportsuzum ne olur sabaha karşı rıhtımda seslendiğini duysam pia'nın sırtında yoksul bir yağmurluk çocuk gözleri büyük büyük üşümüş ürpermiş soluk ellerini tutabilsem pia'nın ölsem eksiksiz ölürdüm |
RÜZGÂR GÜLÜ
önümden çekilirsen istanbul görünecek nerede olduğumu bileceğim sisler utanacak eğilecek ağzının ucundan öpeceğim saçına kalbimi takacağım avcunda bir şiir büyüyecek nerede olduğumu bileceğim bu çıplak ******* yok mu bu plak böyle ağlamıyor mu camları kırmak işten değil delirecek miyim neyim kirpiklerimden mısra dökülüyor kenya'da simsiyah yalnızım yoksul bir şilepte gemiciyim malezya'da yük bekliyorum önümden çekilirsen istanbul görünecek nerede olduğumu bileceğim gözlerini söndürme muhtacım ben senin aydınlığına muhtacım yepyeni bir ilkbahar harcayıp bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp rüzgâr gülünü arayacağım oran'da pernanbouc'ta tombuktu'da vinçler yine akşamları indirecekler yine karanlığa bulaşacağım gözlerin rüzgârda savrulacak ikimiz iki sap buğday olsak sen benim olsan ben senin olsam bir gece vakti aklına gelsem uykunu tutsam bırakmasam seni kucaklasam kucaklasam birbirimizin kalbini dinlesek dünyanın kalbini dinlesek büyük ateşler yaksalar iki güvercin uçursalar nerede olduğumuzu bilsek |
SANA NE YAPTILAR
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi Bir bıçağın ağzında yürür gibiydin Demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında Gözlerinde karanlığı dar hücrelerin Seni görür görmez özgürlüğümden utandım Söyle ne içersin, çay mı kahve mi Çok değişmişsin birden tanıyamadım. Saçların uzundu, omuzlarına akardı Gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından Onlar mı kestiler, sen mi kısalttın Gülerdin, içimize aylar doğardı Görünmez dağların arkasından Eski gülümsemeni beyhude aradım O sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi Çok değişmişsin birden tanıyamadım. Bir çay içer misin, yoksa kahve mi Kibritim yok, demek cigaraya başladın Ellerin de titriyor, bir şeyin mi var Böyle bir kız değildin sen eskiden Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar? Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi Çok değişmişsin birden tanıyamadım. |
SİSLER BULVARI
elinin arkasında güneş duruyordu aylardan kasımdı üşüyorduk ağacın biri bulvarda ölüyordu şehrin camları kaygısız gülüyordu her köşe başında öpüşüyorduk ********************** sisler bulvarı'na akşam çökmüştü omuzlarımıza çoktan çökmüştü kesik birer kol gibi yalnızdık dağlarda ateşler yanmıyordu deniz fenerleri sönmüştü birbirimizin gözlerini arıyorduk ************************* sisler bulvarı'nda seni kaybettim sokak lambaları öksürüyordu yukarıda bulutlar yürüyordu terkedilmiş bir çocuk gibiydim dokunsanız ağlayacaktım yenikapı'da bir tren vardı ********************** sisler bulvarı'nda öleceğim sol kasığımdan vuracaklar bulvar durağında düşeceğim gözlüklerim kırılacaklar sen rüyasını göreceksin çığlık çığlığa uyanacaksın sabah kapını çalacaklar elinden tutup getirecekler beni görünce taş kesileceksin ağlamayacaksın! ağlamayacaksın! ************************** sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı ıslak kaldırımlar parlıyordu durup dururken gözlerim dalıyordu bir bardak şarabda kayboluyordum gece bekçilerine saati soruyordum evime gitmekten korkuyordum sisler boğazıma sarılmışlardı ************************** bir gemi beni afrika'ya götürecek ismi bilmiyorum ne olacak kazablanka'da bir gün kalacağım sisler bulvarını hatırlayacağım kırmızı melek şarkısından bir satır lodos'tan bir satır yağmur'dan iki senin kirpiklerinden bir satır simsiyah bir satır hatırlayacağım seni hatırlatanın çenesini kıracağım limanda vapur uğuldayacak ************************* sisler bulvarı bir gece haykırmıştı ağaçları yatıyordu yoksuldu bütün yaprakları sararmıştı bütün bir sonbahar ağlamıştı ağlayan sanki istanbul'du öl desen belki ölecektim içimde biber gibi bir kahır bütün şiirlerimi yakacaktım yalnızlık bana dokunuyordu ********************** eğer sisler bulvarı olmasa eğer bu şehirde bu bulvar olmasa sabah ezanında yağmur yağmasa şüphesiz bir delilik yapardım hiç kimse beni anlayamazdı on beş sene hüküm giyerdim dördüncü yılında kaçardım belki kaçarken vururlardı ********************** sisler bulvarı'ndan geçmediğim gün sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm yağmurun altında yalnızım ağzım elim yüzüm ıslanıyor tren düdükleri iç içe giriyorlar aklımı fikrimi çeliyorlar aksaray'da ışıklar yanıyor sisler bulvarı ayaklanıyor artık kalbimi susturamıyorum |
SULTAN-I YEGÂH
şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın nemli yumuşaklığı tende denizden gelen âhın gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak su yasak rüzgâr yasak açık kapılar yasak belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın |
TUTUKLUNUN GÜNLÜĞÜ'NDEN
/ salı gecesi / kara bir balta buldu akşam vuracak noktayı hücreler doldu bir ıslık en yakın maçka tramvayı kim bırakmış yalnızlığıma bu hüzzâm şarkıyı kimin bu karanlık kimler sürgülemişler kapıyı insan olan bağlar her koptuğu yerden yaşamayı daktilolar camları bulutlu sorgu odalarında didiklemez mi özgürlüğünü sansaryan hanı'nda küflenir suyun bir bakır çalığı birikir ağzında kendini öldürmeyi belki bin kere tasarlarsın da bir kere aklından geçmez bitirmeden ölmek şarkıyı gönlünde büyüttüğün o müthiş ünlem içindir ki seni kapattıkları öyle rezil o kadar çirkindir ki çıplak bir lâmba mısın dört duvar içindeki ne lâmbası/söndürülen bütün ilk gençliğindir ki gözlerin zehirlense de suç sayarsın ağlamayı görülmez dev böceklerdir sanki büyülü duyargalar uçaksavar ışıldakları gökyüzünde bir yanlış arar tophane rıhtımı'nda acı acı gemiler kalkar hücreleri akşam olur haydut öfkeleri kaplar ezerim sanırsın vurursan tek bir yumrukta dünyayı tutanak 2 elektrik elletirler kıvılcım yalatırlar tuzruhu damlatırlar kulak boşluğuna çekip alınlar kerpetenle tırnaklarını öğrenmek istedikleri aslında bildikleridir *******i rüyalarına girip uykularını kaçıran insanın insanı soyduğu derisini yüzdüğü duruşma arası ( o varsa kırılır buzlu camları kışın anlamı yoğunlaşır anlamsız bir yaşayışın gerçi farkındayız adı belirsiz bir yanlışın acaba ben çok mu esmerim o çok mu sarışın yansımaz oldu aydınlığı yüzüme haftalardır yazdıklarında bile gizli bir uzaklık vardır eylem bir dağıldı mı bütün boğazlar daralır ben başka bir erkek olurum o başka bir kadın) gereği düşünüldü mahcup yaseminler son balkonların süsü özgürlük özlemleridir genişletir gönlümüzü savcılar ağır sürgünlerden yankılansa da bir yer gelir ki artık ne savunma içgüdüsü ne heyecandır kalır ne de yürek üzüntüsü yalnız bir daktilo çıplak bir masada toplumcularız karakollarda açtık gözümüzü verirse halklar verir tarihte hükmümüzü gizle de yargılansak 3.ağırceza'da |
ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ
gözlerin gözlerime değince felâketim olurdu ağlardım beni sevmiyordun bilirdim bir sevdiğin vardı duyardım çöp gibi bir oğlan ipince hayırsızın biriydi fikrimce ne vakit karşımda görsem öldüreceğimden korkardım felâketim olurdu ağlardım ne vakit maçka'dan geçsem limanda hep gemiler olurdu ağaçlar kuş gibi gülerdi bir rüzgâr aklımı alırdı sessizce bir cıgara yakardın parmaklarımın ucunu yakardın kirpiklerini eğerdin bakardın üşürdüm içim ürperirdi felâketim olurdu ağlardım akşamlar bir roman gibi biterdi jezabel kan içinde yatardı limandan bir gemi giderdi sen kalkıp ona giderdin benzin mum gibi giderdin sabaha kadar kalırdın hayırsızın biriydi fikrimce güldü mü cenazeye benzerdi hele seni kollarına aldı mı felâketim olurdu ağlardım |
YAĞMUR KAÇAĞI
elimden tut yoksa düşeceğim yoksa bir bir yıldızlar düşecek eğer şairsem beni tanırsan yağmurdan korktuğumu bilirsen gözlerim aklına gelirse elimden tut yoksa düşeceğim yağmur beni götürecek yoksa beni *******i bir çarpıntı duyarsan telâş telâş yağmurdan kaçıyorum sarayburnu'ndan geçiyorum akşamsa eylül'se ıslanmışsam beni görsen belki anlayamazsın içlenir gizli gizli ağlarsın eğer ben yalnızsam yanılmışsam elimden tut yoksa düşeceğim yağmur beni götürecek yoksa beni |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 08:34 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.