www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 10-05-2006, 06:48 PM   #1
GeCeLeR
Guest
 
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
Varsayılan

Potaların yaşayan efsanesi: Michael Jordan

NBA Ligi'nin tartışılmaz en iyi oyuncusu Michael Jordan, bugün potaların yaşayan efsanesi haline geldi.

ABD'nin New York kentinde, 17 Şubat 1963'de dünyaya gelen Michael Jeffrey Jordan, Brooklyn'de geçen yaşantısını basketbola olan ilgisi sayesinde değiştirmeyi başardı. 1982 yılında Ulusal Kolej Atletizm Derneği (NCAA)'in iddialı isimlerinden North Carolina Üniversitesi'ne kendisine teklif edilen basketbol bursunu kabul ederek kaydoldu.
North Carolina takımı ile tanıştığı NCAA ligindeki ilk yılında Georgetown'a karşı oynanan şampiyonluk maçının galibiyet sayısını atarak tüm dikkatleri üzerine çekti. 1983 ve 1984 yıllarında da NCAA'de yılın basketbolcusu seçilen Michael Jordan, Los Angeles Olimpiyatları'nda ABD'yi temsil eden milli takımda forma giydi.
Bu başarılarının ardından NBA takımlarından Chicago Bulls'dan çok cazip bir teklif alan Michael Jordan, Bulls forması giyebilmek için North Carolina'dan ayrıldı.
Chicago Bulls forması ve NBA ile tanıştığı ilk sezonda (1984-85), maç başına 28.2 sayı ortalamasıyla, ligin sayı kralı oldu.

Jordan efsanesi doğuyor

NBA'de gösterdiği performansla, 'Yılın Çaylak Oyuncusu' seçilen Jordan, kariyerindeki 9 All-Star maçının ilkinde de yine aynı sezon oynadı. 1986-1987 sezonu sona erdiğinde, Michael Jordan artık NBA Ligi'nin efsane oyuncusu Wilt Chamberlain'in ardından bir sezonda 3 bin sayı rekorunu geçen ikinci oyuncu oldu.
1987-1993 yılları arasında üst üste yedi kez sayı kralı olan Jordan, her sezon maç başına 30 sayı ortalamasının da üzerine çıkarak Chamberlain'in rekorunu kırdı.
Chicago Bulls formasını giydiği günden itibaren play-off maçları da dahil inanılmaz sayı rekorlarına imza atan Jordan, 1986 yılında Boston Celtics'e karşı kaydettiği 63 sayı ile tüm rekorları altüst etti.
1991 yılında Chicago Bulls'un ilk NBA şampiyonluğunu yaşamasında büyük rol oynayan Michael Jordan, bu başarısını 1992 ve 1993 yıllarında da tekrarlamayı başardı.
1988, 1991 ve 1992 yıllarında ligin 'En Değerli Oyuncusu', 1988 ve 1996'da All-Star maçlarının 'En Değerli Oyuncusu' seçilen Jordan, 1991, 1992 ve 1993 yıllarında da NBA play-off serisinin 'En Değerli Oyuncusu' ünvanını kazandı.
Ayrıca ilk kez NBA oyuncularının yer aldığı ve Dream Team (Rüya Takım) adı verilen ABD Olimpik Milli Basketbol Takımı'nda da görev yapan Michael Jordan, İspanya'daki Barselona Olimpiyatları'nda takımının altın madalya kazanmasında en büyük rolü oynadı.
1993 - 1994 sezonunun ardından, babasını bıçaklı bir saldırı sonucunda kaybeden ünlü basketbolcu, sinirleri de bozulunca basketbola veda ettiğini açıklayarak tüm hayranlarını şok etti.

Basketboldan beyzbola

Basketboldan kopsa da spordan kopmayı bir türlü başaramayan Michael Jordan, 1994 yılında bu kez beyzbol oyuncusu olarak sevenlerinin karşısına çıktı. Yine Chicago forması giyen Jordan, Chicago White Sox 'Beyaz Çorap' takımı ile Amerikan Ligi'ndeki (AL) ilk sezonunda ligin önemli oyuncularından biri haline geldi. Beyzbolu iyi oynamasına karşın içindeki basketbol ateşini bir türlü söndüremeyen efsane oyuncu, 1994-1995 sezonun sonunda NBA Ligi'ne dönme kararı alarak beyzbola veda etti. Basketbola verdiği araya rağmen performansından hiçbir şey kaybetmeyen Michael Jordan, 1995-1996 sezonunda maç başına ortalama 30.4 sayı ortalaması ile 'En Değerli Oyuncu' seçilirken, Chicago Bulls takımı da bir sezonda 72 maç kazanan ilk NBA takımı olarak tarihe geçti.
NBA finallerinde de 'En Değerli Oyuncu' seçilen Jordan, aynı zamanda bu ünvanı dört kez kazanan ilk basketbolcu olarak da tüm zamanların en iyi basketbolcusu olarak anılmaya başladı.

Film yıldızı Jordan

1996 yılında Hollywood'a da el atan Michael, Looney Toons karakterlerinin rol aldığı bir çizgi filmde de 'Space Jam' kendisini oynadı.
1998 yılında altıncı şampiyonluğa çok yaklaşan Chicago Bulls, Utah Jazz karşısında son 5.2 saniyede maçı kaybedince, 1999 yılında Jordan tekrar basketboldan ayrıldığını açıkladı.
Juanita ile evlenen ve üç çocuk sahibi olan Michael Jordan, aynı zamanda lüks bir lokanta açarak işletmeye başladı.
Her ne yaparsa yapsın içindeki basketbol aşkından kurtulamayan Michael Jordan son olarak Washington Wizards formasıyla tekrar potalara geri döndü.
Wizards'ı tam anlamıyla sırtlayan Jordan, potalardan uzun süre ayrı kalmasına rağmen, eski günlerine çabuk döndü. All-Star maçında tekrar en iyi olduğunu kanıtladı ve 2003 yılında basketbolu bıraktı.
  Alıntı ile Cevapla
Old 10-05-2006, 06:48 PM   #2
GeCeLeR
Guest
 
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
Varsayılan

YENİ NESLİN -FAZLA SEVİLMEYEN- SÜPER STARI,
KOBE BRYANT #8

(Bu yazı pivot dergisinin 40.sayısında yayınlanmıştır.)

Lise yıllarında efsane Wilt Chamberlain’in 4 yıllık toplam sayı rekorunu kıran, NBA’e girdiği yıllarda oynadığı oyunla herkesin taktirini toplayan 18 yaşındaki ufaklık, aradan geçen yıllarda önce Shaq ile takımın en önemli gücü kim tartışmasını başlattı, ardından bu senede saldırgan tavırlarıyla takım arkadaşları ve rakip oyuncularla kavga etti.

Kariyerinin başındaki güler yüzlü ve neşeli insan gitti, yerine saldırgan, hırçın ve kavgacı bir insan geldi.

Kobe bu sene başı ile bir anda huysuzlaştı, laf dalaşı yapmaya ve kavga çıkartmaya başladı. Acaba ne kadar sert olduğunu mu kanıtlamaya çalışıyor? Yoksa sadece hala büyümeye devam ettiğini mi?

23 yaşına 2 NBA şampiyonluğu ve 1 All-Star MVP ödülü sığdıran Kobe, bu sezon Memphis maçında 56 sayı üreterek kariyer rekorunu kırdı.

EFSANE TAKIM VE EFSANE OYUNCULARI
Los Angeles şehrinin 2 takımından biri olan Lakers; 80’li yıllarda Magic Johnson, Kareem Abdul-Jabbar, James Worthy, Byron Scoot, Michael Cooper, A.C. Green ve coach Pat Riley önderliğinde Lakersball adını alan hızlı hücuma ve show’a dayalı oyunları ile gönüllerde taht kurmuş, 8 NBA Finali sonucunda da 5 defa şampiyonluğa ulaşmıştı. Bu başarılı takım 90’ların başında yaşlanan kadrosunu Vlade Divaç, Sam Perkins ve Elden Campbell gibi genç oyuncularla takviye ederek sadece 1 yıl aradan sonra 1991’de tekrar NBA Finaline çıkmıştı. Ama final serisinde -6 şampiyonluğun ilkine ulaşacak olan- Chicago’ya 4-1 kaybeden Lakers için bu sonuç, başarılı bir döneminin sonu olmuştu.
1992’de Lakers, 82 maçlık normal sezonun sonunda ilk defa Los Angeles’ın diğer takımı olan Clippers’ın altına düşüyor (Oysa 1987’de Clippers ile aralarında 53 maçlık bir galibiyet sayısı farkı vardı) ve ancak 8. sırayı alabiliyordu. 1993’de bir kez daha Clippers’ın ardında kalan Lakers yine 8. sıradan playofflara dahil oldu ama aynı bir evvelki sene gibi ilk turda elendi. Ama daha kötüsü 1994’de oldu. Lakers 33 galibiyet ile 19 yıl sonra ilk defa playofflara katılamadı. 1995’de Cedric Ceballas, Eddie Jones takviyeleri sonucunda biraz toparlanan Lakers, Magic’in basketbola tekrar dönmesi ile 1996’da Batı’da 4. sıraya kadar yükseldi. Fakat ilk turda Houston’a 3-1’lik skorla elenerek bir kez daha sezonu erken kapadı.
Şaşalı ve zengin Los Angeles’ın tarihi başarılarla dolu takımı Lakers, 1996 yılının yazında büyük bir transfer gerçekleştirerek Orlando takımından dev pivot Shaquille O’Neal’ı kadrosuna kattı. Bir de Charlotte’ın draftta 13. sırada seçtiği -henüz 18 yaşındaki- Kobe Bryant’ı, Vlade Divaç karşılığında takas etti. Shaq, NBA’de oynadığı 4 yılda kendini ispatlamıştı ama bu 18 yaşındaki çocuk NBA’in devleri arasında ne yapabilirdi?
Kobe, bunun cevabını çok geciktirmeden daha ilk yılında verdi. NBA tarihinde en küçük yaşta forma giyen oyuncu olurken, 31 sayı ile Rookie All-Star maçın hala kırılamayan sayı rekorunu eline geçirdi. Ardından Slam Dunk yarışmasının en genç şampiyonu oldu. Bir sene sonra, kendi takımında ilk 5 başlamamasına rağmen seyircilerden aldığı oylarla gerçek All-Star’ların arasına katıldı ve yine bir ilki gerçekleştirerek All-Star maçları tarihinin en genç oyuncusu oldu. Shaq, pota altını cehenneme çevirirken, Kobe kritik anlarda penetreleri, fake-away şutları ve birbirinden güzel smaçları ile Lakers’ı 9 yıl aradan sonra 2000 yılında tekrar NBA Finaline taşıdı. Bu Final serisi ile NBA şampiyonluğu sevincini 22 yaşında tadan Kobe, hep karşılaştırıldığı Jordan’ın 7 yıl sonunda yakaladığı bu başarıyı 5. NBA sezonunda elde etti.
KOBE’DEKİ BÜYÜK DEĞİŞİM
Kobe, parmaklarında 2 şampiyonluk yüzüğü taşıyan 24 yaşında bir NBA yıldızı. Ama lige katıldığı ilk dönemlerde bir çok kişinin sevgilisi haline gelen bu genç yıldız şimdi bir o kadar kişi tarafından da sevilmeyenler listesinde.
18 yaşında bir çaylakken herkes tarafından taktir gören ve maçları ilgi ile izlenen Kobe, 4 yıl sonra Shaq’la takımın en önemli gücü kim kavgası yapmasıyla manşetlerde negatif düşüncelerle yer almaya başlamıştı. O sırada 22 yaşındaydı, 2 kez All-Star seçilmişti ve 1 şampiyonluğa sahipti. Buna rağmen ligdeki hiçbir oyuncuyla yakın ilişki geliştirmeyi başaramamıştı. Lakers’dan ayrılmak istediğini söylüyor ve gerçek liderin kendisi olacağı bir takım istiyordu. Coach Phil Jackson’ın çabaları ile Shaq ile arasındaki buzlar eridi ve 2001’de 2. şampiyonluk yüzüğü geldi.
2001 sezonun ardından geçtiğimiz yaz Shaq ile arasındaki sorunları gideren Kobe, onun çok büyük bir oyuncu olduğunu belirten açıklamalarda bulundu. Shaq’ta Kobe’yi himayesine aldığını, ona yapılacak her türlü gereksiz sertlik ve haksızlıkla savaşacağını söylüyordu. Evet Kobe, Shaq ile aralarındaki sürtüşmeyi bitirmesinden dolayı taktir toplamıştı ama sezonun start alması ile başka büyük sorunlar çıkarttı.
Bir çok maçta hem kendi hem de rakip takım oyuncuları ile laf dalaşı yapmaya ve kavga çıkartmaya başladı. Hatta bu dalaşmanın boyutunu Indiana maçında Reggie Miller ile yumruk yumruğa kavga etmeye kadar ilerletti. Takım arkadaşı Samaki Walker’la da idman sonrası takım otobüsünde kavga etti. 2 ay evvel Şubat ayında All-Star maçında 31 sayı atmasına rağmen bencil oyunu ile doğduğu şehir’in taraftarlarınca yuhalandı. Evet artık işler hiç iyi gitmiyordu. Acaba 18 yaşındaki çocuk büyümüştü de ne kadar sert olduğunu mu kanıtlamaya çalışıyordu? Yoksa hala büyümeye devam ettiğini mi?
Kobe’nin bu sezonki saldırgan davranışlarının nedenlerine geçmeden, çocukluktan NBA yıldızlığına nasıl geldiğini inceleyelim...
WILT CHAMBERLAIN’İN REKORUNU KIRAN UFAKLIK
Babası da bir NBA oyuncusu olan Kobe, Joe "Jellybean" Bryant’ın Sixers forması giydiği sırada 23 Ağustos 1978’de Philadelphia’da doğdu. Adını babasının en sevdiği lokantalardan birindeki bir et yemeği menüsünden alan Kobe, San Diego Clippers ve Houston Rockets takımlarına transfer olan baba Bryant ile birlikte çocukluğunda oldukça dolaştı. Ama asıl uzun mesafeli yolculuğunu babasının basketbol macerasını Avrupa’da devam ettirmesi sebebi ile İtalya’ya yaptı. 8 yaşındayken İtalya’ya gelen Kobe, okul hayatına burada başladı. Bryant ailesi 5 yıl boyunca İtalya’da kalırken, Kobe o yılların gözde takımı olan Lakers’ın maçlarının sürekli İtalyan televizyonlarında yayınlanmasından dolayı Magic Johnson hayranı oluyordu.
13 yaşındayken Amerika’ya dönen Bryant ailesi Kobe’yi Pennsylvania’daki seçkin Lower Marion Lisesine yazdırdı. Kobe’nin takıma katılımından evvel 24 maçta sadece 6 galibiyet alan Marion Lisesi genç oyuncunun katılımı ile bundan sonraki 3 yılda 91 maçta 77 galibiyet almayı başardı.
İtalya’dayken Magic Johnson hayranı olan Kobe, Amerika’ya gelir gelmez Michael Jordan’ı izlemeye başladı. Onun her yaptığı hareketi okul müdüründen aldığı salon anahtarları sayesinde Merion lisesinin salonunda yüzlerce hatta binlerce defa tekrarladı. Bu çalışma azmi ve Allah vergisi kabiliyeti sayesinde 18 yaşında bir Jordan kopyası haline geldi. Onun gibi drive ediyor, onun gibi fake atarak dönüşler yapıyor, fake’den sonra geriye doğru uçarak şut çekiyor, son saniye atışlarını kullanıyor ve hatta onun gibi faul atıyordu.
Son sezonunda 30.8 sayı, 12.0 ribaund, 6.5 asist, 4.0 top çalma, 3.8 blok ortalamalarını tutturan ve 34 maçta 31 galibiyet ile takımına eyalet şampiyonluğunu kazandıran Kobe, liseler arasında Naismith, Gatorade Circle, USA Today ve Parade Magazine tarafından yılın oyuncusu seçilirken, McDonalds All-America Takımının da bir üyesi oldu. Ayrıca Pennsylvania eyaletinin o seneye kadar en skorer lise oyuncusu olan efsane Wilt Chamberlain’in toplam 2359 sayılık rekorunu da 2883 sayı ile tarihe gömmeyi başardı.
Kobe, bu çok başarılı lise sezonun ardından kendini hazır hissettiğini söyledi ve üniversiteye gitmek yerine, tercihini direk profesyonel olmak yolunda kullandı.
NBA LİGİNİN EN KÜÇÜK OYUNCUSU
Draftta Charlotte tarafından 13. sırada seçilen Kobe Bryant, Vlade Divaç karşılığında Lakers’a takas edildi. Yaz ayını ağırlık idmanları ile geçiren Kobe, ligin ilk maçını belindeki rahatsızlıktan dolayı kenardan izledi. 3 Kasım 1996’da, sezonun 2. maçında Minnesota karşısında son dakikalarda oyuna giren Kobe, 18 yıl, 2 ay ve 11 gün ile NBA ligi tarihinde en küçük yaşta forma giyen oyuncu oldu. (Daha sonra -o yıllarda- Portland forması giyen –şimdi Indiana’lı- Jermaine O’Neal bu rekoru daha aşağılara çekti.) Maçta sadece 6 dakika oynayan ve 1 şut girişiminde bulunan Kobe ilk NBA maçını 1 ribaund, 1 top kaybı ve 1 faul ile tamamladı.
Ligdeki ilk sayısını bir sonraki maçta New York’a karşı faul atışından bulan Kobe, ligdeki 4. maçında Toronto karşısında bu sefer 17 dakika sahada kaldı ve kariyerinde ilk çift haneli rakama ulaşarak maçı 10 sayı ile tamamladı. 28 Ocak’ta Dallas maçında (12 sayı üretti) sahaya ilk 5 çıkan Kobe, 18 yıl, 5 ay ve 5 gün ile NBA tarihinin en küçük yaşta ilk 5’te sahaya çıkan oyuncusu oldu. İlk sezonunda 25 maçta 10 sayı, 4 maçta 20 sayı barajını geçerken, 8 Nisan’da Golden State karşısında 25 dakikada 8/7 ikilik, 3/2 üçlük ve 7/4 faul atışı ile 24 sayı üreterek kariyerinin en yüksek skoruna ulaştı. Ama asıl başarısını Rookie All-Star maçında Doğu takımı adına hala kırılamayan 31 sayılık performansı ile yaptı. Aynı organizasyonda Slam Dunk şampiyonluğuna ulaşan en genç oyuncuda oldu. İlk sezonunu 71 maçta (6 kere ilk 5 çıktı) 15.5 dakika oyunda kalarak 7.6 sayı ortalaması ile tamamlayan Kobe, ligin en iyi ikinci rookie 5’ine de seçilmeyi başardı.
İlk playoff maçına Portland karşısında çıkan Kobe, bu ilk maçında sadece 2 sayı üretebildi. Serinin 3. karşılaşmasında 27 dakikada 22 sayı atarken 4 maçlık seriyi 7.5 sayı ortalaması ile tamamladı. Fakat 2. turda işler hiç iyi gitmedi. Oysa 3. maçta 19 dakikada 19 sayı üretmiş ve Lakers’ın serideki ilk galibiyeti almasını sağlayan oyunculardan olmuştu. Ama 5. maçta normal sürenin bitimine 11 saniye kala skor 87-87 berabere iken son şutu kaçıran Kobe, uzatmada da 2 kritik şut kaçırarak Lakers’ın maçı ve seriyi kaybetmesine yol açmıştı. Evet 18 yaşındaki genç oyuncu ilk sezonunu kaçırdığı bu kritik şutlarla kapadı.
ALL-STAR MAÇLARI TARİHİNİN EN GENÇ OYUNCUSU
Kobe, 1997 yazını ağırlık ve şut idmanları ile geçirdi. Ayrıca birkaç kilo aldı. 2. sezonun başında 17 Aralıkta Jordan’lı Chicago karşısında kariyerinin en başarılı oyunlarından birini çıkardı ve 33 sayı üretti. New York’taki All-Star maçında Batı takımında 19 yaşında ilk 5 başlayarak en küçük yaşta ilk 5 başlayan oyuncu oldu. Bununla da kalmayarak 18 sayı ve 6 ribaund ile takımının en yüksek rakamlarına ulaştı. İlk sezonundaki 15.5 olan oyunda kalma süresini, 2. sezonunda 26 dakikaya çıkaran Kobe, sayı ortalamasını da 15.4’e yükseltti. Artık 19 yaşındaki Kobe’yi tüm dünya tanıyordu.
3. sezonunda Lakers’ın ilk 5’ine yerleşen Kobe, lokavt nedeni ile sadece 50 maç olarak gerçekleştirilen normal sezona fırtına gibi girdi. İlk 5 maçta üst üste double-double yaptı ve 21.0 sayı, 10.4 ribaund, 2.8 asist ortalamalarını tutturdu. Normal sezonda 50 maçın 11’inde takımının en skorer oyuncusu olan Kobe, 19.9 ortalama ile lig genelinde sayı krallığında 15. sırayı aldı. 21 Mart’taki Orlando maçında 33’ü ikinci yarıda olmak üzere 38 sayı ile kariyerinin en yüksek skoruna ulaştı. Evet Kobe, 3. NBA sezonunda ligin en iyi 3. beşine seçiliyordu. Fakat takım içinde bazı huzursuzluklarda adı geçmeye başlamıştı.
Playoff’larda ilk tur ilk maçında Houston karşısında son 5.3 saniye kala 2 kritik faul atışında başarılı olarak 101-100’lük galibiyeti getirdi. 4. ve son maçta da 24 sayı ile sahanın en skorer oyuncusu oldu. Seride Lakers 3-1 üstünlük sağlarken Kobe, 18.3 sayı, 7.3 ribaund, 5.8 asist ortalamalarını tutturdu. Fakat 2. turda San Antonio karşısında 21.3 sayı ortalaması 4-0’lık hezimet karşısında unutuldu.

KOBE-SHAQ ATIŞMASI BAŞLIYOR
2000 sezonunun başı ile Kobe, maçlarda gerektiği kadar top alamadığından ve tüm topları Shaq’ın harcadığından yakınmaya başladı. Aslında bunu 2001 sezonunda yapacağı gibi basının karşısında dobra dobra söylemiyordu ama bir çok konuşmasında bu konuya da üstü kapalı değiniyordu. Daha fazla top kullanabileceği daha fazla sorumluluk alabileceği bir takımda oynamak istediğine dair ilk sözleri de bu dönemde ortaya çıktı. Basketbolda “ben” diye bir şey olmamasına rağmen Kobe, Lakers’ın başarılarında kendisinin en büyük etken olduğu teorisine inanıyordu. O’na göre başarısı da bunun kanıtıydı. Bencilliğiyle beraber koroya ve şefe (Phil Jackson) güvenmiyordu. Takımla hiç uyumlu olmuyordu. Yolculuklar sırasında herkes birbirleri ile geçen maçların tartışmalarını, gelişen olayları konuşuyor ama Kobe bunların hiç birine katılmıyordu. O kendini onlardan uzak tutuyordu. Bu düşüncelerini konuşmalarına ve oyununa da yansıtınca biranda ligin sevilmeyenleri arasına dahil oldu.
Bir de NBA’de yer alan bir çok oyuncunun aksine rahat bir çocukluk geçirmesinden dolayı bazı oyunculardan tepki görmeye başlamıştı. Seyircilerde, her zaman zorluk çeken ve ezilen kesimin yanında olduğundan yavaş yavaş ona karşı olan olumlu izlenimde ortadan kalkmıştı. Fakat ortadan kalkmayan bir gerçek onun gün geçtikçe yükselen performansı idi. Bir çok maçta son saniyelerde galibiyeti getiren sayılara imza atarken, geriye doğru zıplayarak attığı fake-away şutlarla çok can yakmaya başlamıştı. Oda aynı Jordan gibi tüm zorlu savunmalara karşı kolay sayı üretebiliyor ve maç içine sazı eline aldığında ard arda sayılar bularak Lakers’a kritik maçlar kazandırıyordu. Tabi yıldız olabilmek için sadece hücuma yönelik bir oyuncu olmak büyük eksiklikti. Bunun bilincine varan Kobe, ligdeki bu 4. sezonunda savunması ile de kendini gösterdi. Sezonun en iyi savunma beşine seçilirken, ligin en iyi 2. beşinin de elemanı oluyordu. 10/16 Nisan tarihleri arasında 29.7 sayı, 7.0 asist, 6.0 ribaund ortalamaları ile haftanın oyuncusu seçilen Kobe, 12 Mart’ta da Sacramento karşısında 40 sayı ile kariyer rekorunu kırdı. Fakat tüm bu başarıların yanında sağ elinden sakatlanan genç oyuncu 16 maç kaçırdı.
Sezonu 22.5 sayı (lig 12.si), 6.3 ribaund ve 4.8 asist ortalamaları ile tamamlayan Kobe, playoff’larda da çok başarılı maçlar çıkardı. İlk turda Sacramento karşısında 2. ve 4. maçlarda 32, 3. maçta 35 sayı attı. Batı finalinde Portland karşısında 5. maçta 33 sayı üretirken 6. maçta 25 sayı, 11 ribaund, 7 asist, 4 blok ile tüm bu kategorilerde sahanın en iyisi olarak Lakers’ı 9 yıl sonra NBA Finaline taşıdı. Final serisinde rakip Indiana’ydı ve ilk maçta 104-87’lik farklı skorda Kobe’nin 14 sayılık bir katkısı oldu. Ama 2. maçın 9. dakikasında sakatlandı ve bir daha oyuna dönemedi. 3. maçta da yer alamayan Kobe, deplasmandaki 4. maçta 8’i uzatma bölümünde 28 sayı üretirken, 36 sayı, 21 ribaund ile oynayan O’Neal ile birlikte bu kritik maçın kazanılmasında (120-118) başroldeydi. Fakat 4. maçta uzatma bölümünde bulduğu 8 sayıyı, 5. maçta 20/4 şut yüzdesi ile tüm maç boyunca atabilince seri 6. maça uzadı.
6. maçın son periyoduna Lakers 85-79 geride girdi. 4’ü son 13 saniyede olmak üzere bu son periyotta 8 sayı üreten Kobe maçı da 26 sayı, 10 ribaund ve 4 asist ile tamamlayarak kariyerindeki ilk NBA şampiyonluğuna 22 yaşında ulaştı. Bir çok NBA yıldızının tüm kariyerini bu uğurda harcadığını ve bu yüzüğe sahip olamadan kariyerini noktaladığını düşündükçe benliği ve egosu daha da büyüdü.
ARTAN GERİLİME RAĞMEN GELEN 2. ŞAMPİYONLUK
2001 sezonu ile Kobe ile Shaq arasındaki gerginlik giderek arttı. Kobe, basına Shaq ile maç içinde top bölüşmekten bıktığını maç boyunca topların ona indirilmesinden sıkıldığını söylüyordu. Shaq’ta daha fazla sessiz kalamadı ve Kobe’nin elinde olsa maç boyunca tüm topları kullanacağını, onun maçı kazanmak gibi bir düşüncesi olmadığını tek amacının sayı ortalamasını yükselterek herkesten üstün olduğunu göstermeye çalışan, egosu altında ezilen ve sevilmeyen zengin bir züppe olduğunu söyledi. Tüm bu atışmalar sezon boyunca devam etti. Ama bu tartışmaların yanında, Aralık’ta 16 maçta 32.3 sayı ortalaması ile ayın oyuncusu seçildi. Sezon boyunca 24 defa 30, 6 defa 40 sayı barajını geçti. 2 kere triple-double, 8 kere double-double gerçekleştirdi. 6 Aralıkta Golden State maçında 51 sayı ile kariyer rekorunu kırdı. 8-18 Kasım tarihleri arasında oynanan 5 maçta ard arda 30 sayı barajını geçerken, 68 maçta 28.5 ortalama ile sayı krallığında lig genelinde 4. sırayı aldı. Sol eli ve sağ ayak bileği sakatlıkları sebebi ile 14 maçta oynamazken, 20 Aralıktaki Clippers maçında 2 teknik faulden dolayı ilk defa oyundan atıldı.
Playoff’larda fırtına gibi esen Lakers takımı NBA Finaline kadar Portland, Sacramento ve San Antonio engellerini yenilgisiz geçti. Kobe özellikle Batı Finalinde San Antonio karşısında çok başarılı maçlar çıkardı. İlk maçta 35/19 şut yüzdesi ile 45 sayı atarak kariyer Playoff rekorunu kırarken, seriyi de 4 maçta 33.3 sayı, 7.0 ribaund ve 7.0 asist ortalamaları ile tamamladı.
NBA Finalinde yeni rakip Philadelphia’ydi ve herkes Lakers’dan yenilgisiz bir süpürme daha bekliyordu. 11 playoff maçını ard arda kazanarak bir NBA rekorunu egale eden Lakers bir galibiyet daha aldığı taktirde rekoru geliştirecekti. Ama San Antonio serisinin yıldızı Kobe uzatmaya giden ilk maçta kendi seyircisinin önünde 52 dakika oyunda kalıp, 22/7 şut yüzdesi ile sadece 15 sayı üretebilirken, 6 da top kaybı yapınca Shaq’ın 44 sayı, 20 ribaund’luk performansına rağmen gülen taraf 107-101’lik skorla Sixers oldu. Ligin bir başka genç süper starı Iverson ilk raundu kazanan taraf olmuştu. Bu şok yenilginin ardından 2. maçta 31, 3. maçta 32 sayı ile oynayan Kobe seride durumu 2-1’e getirdi. 4. maçta düşük şut yüzdesine rağmen 19 sayı, 10 ribaund ve 9 asistlik performansının ardından, 5. maçta 26 sayı, 12 ribaund ve 6 asist ile oynayarak ilk maçtaki düşük performansını unutturuyor ve ard arda 2. defa şampiyonluk kupasını kaldırıyordu. Ama seride yine MVP ödülünü alan Shaq olmuştu.
Ölü sezonda herkes Shaq ve Kobe ikilisinin arasındaki soğuk savaşın büyüyeceğini ve belki de bu 2 oyuncudan birinin takımdan ayrılacağını düşünüyordu. Ama böyle olmadı. Bu 2 oyuncuda rota değiştirerek birbirlerini öven ve yücelten demeçler vermeye başladı. Buna en çok sevinen coach Jackson oldu. Çünkü yeni sezonda bu süper ikilinin çok iyi anlaşmaları Lakers’a yeni rekorlar getirebilirdi. Yaz boyunca Shaq, yeni sezonda Kobe’nin MVP ödülüne ulaşacağını umduğunu söylerken, Kobe’de Shaq’ın vazgeçilemez ve durdurulamaz bir oyuncu olduğunu söylüyordu. Ve hatta bir makinenin dişlileri gibi olduklarını ikisinin de görevlerinin farklı olduğunu ve kazanmak için ne gerekiyorsa onu yapacaklarını söylüyordu.
Bu olumlu gelişmeler sezonun ilk ayında kendini gösterdi ve Lakers 17 maçta 16 galibiyet alarak zirveye oturdu. Fakat daha sonra istikrarsız ve isteksiz oyun Lakers’ın bu süper başlangıcını gölgeledi ve ard arda alınan yenilgilerle ekip 3. Sıraya kadar düştü. Kobe’de ligdeki ilk 5 yılında olmadığı kadar sinirli, saldırgan bir yapıya bürünmüştü. Hem takım arkadaşları ile hem de rakiplerle tartışıyordu. Shaq’ta kendine yapılan sert faullere yumrukları ile karşılık verince Lakers başarılı takım sıfatından olaylar takımı unvanını aldı.
NAZİK ÇOCUKTAN SALDIRGAN ADAMA GEÇİŞ
Artık aralarından su sızmayan ikiliden Shaq’ın Bryant’a yaptığı bir muzurluktan bahsederek Kobe’nin tüm bu başarılara rağmen son dönemlerdeki davranışlarındaki saldırgan tavrı ve neden fazla sevilmediğini anlamaya çalışalım.
Mart ayının ilk günlerinde Shaq, soyunma odasında pakete sarılmış bir şeyi Kobe’nin anı olarak imzalamasını isteyerek ona verdi. Bryant paketi açınca aslında 5 gün evvel meşhur olan kapışmasını yaptığı Indiana guard’ı Reggie Miller’ın Bobble-Head bebeğini buldu. (Bobble-Head bebekler şu anda Amerika’da çok moda olan ve ufak temaslarda bile deli gibi sallanan büyük kafaları olan oyuncaklar) O anda kahkahalara boğularak “Hey, bunun yüzünde çizikler var ve hatta bir kaç tane ezik bile var” dedi.
Aslında son zamanlarda Bryant’ın davranış şekline bakarak eğer oyuncağı parçalayıp kafasını bir sağ hook atışla fırlatsa şaşırmamak gerekirdi. Belki hala espri yeteneğini korumasına rağmen Kobe’de yeni beliren saldırgan davranışlar ortaya çıktı. Bu sadece hakemlere aşırı derecede sıklıkla laf atması, sezonun daha ilk ayında geçen sezonun tümünde aldığından çok teknik faul alması, takım otobüsünde power forvet Samaki Walker’ın söylediği küçük bir şey nedeni ile ikisinin yumruk yumruğa kavga etmesi ve ardından Miller’la ikisinin iki maç ceza almasına neden olan kavga değil. Aynı zamanda saha dışında da daha sinirli davranışlarda bulunuyor. Eskiden karşısına çıktığında her bakımdan üstün bir profil çizmeye dikkat ettiği medya karşısında bile daha ahlaksız konuşuyor. Konuşmalarını eskiden kullanmayacağı şekilde şiddet referansları ile süslüyor, ne kadar rekabetçi bir oyuncu olduğunu belirtirken “Senin kalbini sökmek istiyorum” diyor ve tahminen biri kendisi olmak üzere diğeri de Jordan’ı ima ederek ”Ligdeki sadece iki katilden biri olduğunu” deklare ediyor. Dostu, düşmanı, taraftarı, herkes ondaki değişimi fark etti ve hepsi aynı şeyi merak ediyor: Kobe’nin nesi var?
Bryant, hiçbir problemi olmadığı konusunda ısrar ediyor ve kavgalarına rağmen, performansı onu kurtarıyor. Mart ayı sonunda 25.3 sayı, 5.5 asist ve 5.6 ribaund ortalamaları ile Lakers’a Batıda en iyi üçüncü konumu kazandıran 50-21’lik duruma gelinmesinde Shaq ile birlikte başrollerde. Coach Phil Jackson, Bryant’ı daha çok duygusal olan bir lider olması için uyarmıştı ama bu kadar da duygusal değil. ”Onda başka dereceye yönlenmesini istedim, agresif olmasını istiyoruz düşmanlık yapıp kavga çıkartmasını değil” diyor Jackson. Yeni “Huysuz” Kobe huysuzluğunu azaltmak isterken bile kendisini belli ediyor. ”Bence herkes aşırı analiz yapıyor, Medya durmadan bu Miller olayı üstünde konuşmaya devam ediyor sanki biz kahrolası Mike Tyson ve Evander Holyfield‘ız. Bu çok saçma! Alt tarafı biraz boğuştuk herifin kulağını ısırıp koparmadım” diyor.
Peki Kobe’nin bu saldırgan tutumunun altında bir çok NBA oyuncusundan ayıran imtiyazlı geçmişi söz konusu olabilir mi? Çocukluğunun bir kısmını babası Joe’nun basketbol oynadığı italya’da geri kalanını da Philadelphia‘nın ferah Lower Merion semtinde geçirmiş olması şatafata düşkün ve seçkin çevresi olan yılları geçmişinde taşıması, kendisine göre çok daha az avantajla büyümüş diğer NBA oyuncularının ona karşı olan saygılarını kazanmasını zorlaştıran bir geçmiş. Kobe lige bir sokak kredisi olmadan girdi ve sevilmemesindeki en büyük neden belki de bu!. Şu anki patırtılı kavgaları, yeni modası olan soyunma odasında rap çığırarak yürümesi bu saygıyı kazanmak için bir çaba olabilir.
Rick Fox: “Eğer NBA’de 6 yıl geçirdiyseniz sonunda ya daha güçlü olursunuz ya da artık etrafta olmazsınız!.”
Bryant’ın bir zor durumu da, onun halk tarafından sevilmesine neden olan bazı özelliklerinin takım arkadaşları tarafından hanım evladı olarak algılanmasına neden olabilmesi. Sevgi dolu, duyarlı, çocuksu olmanın Kobe’yi ürün oyuncusuna dönüştürmek isteyen firmalar için bir sakıncası yok ama NBA’de hayatta kalabilmek için sınırlarınızı zorlamanız gerekli. ”6 yıl evvel lige girdiği ilk andan itibaren, Bryant‘a olan saldırının temeli şu hem fiziksel hem de zihinsel olarak saldır. Eğer onun ruhuna işlerseniz ve maçı kişiselleştirmesine neden olursanız bundan uzak dursanız iyi olur” diyor ve ekliyor bir NBA gözlemcisi ”Oyuncular eskiden vücut temasına girip onu itip kakarlardı ama şimdi daha güçlü ve hakemler onu daha çok koruyorlar. Dolayısıyla bunu ancak konuşarak onun kafasına girip yapabilirsiniz.”
Peki ya rakipleri onun konsantrasyonunu sarsmaya çalıştıkları zamanlarda ne söylüyorlar? 11 aylık karısı Vanessa hakkındaki yorumlara karşı hassas olduğunu herkes biliyor. Çift hakkında bir kaç TV ve radyo programına espri olmaktan çok daha fazlası var. Nişanlandıkları zaman Vanessa’nın Huntinton Beach Californiada Marina Lisesi son sınıf öğrencisiydi. Belki bu yüzden oldukça gizli olarak hareket ediyorlardı. Karısı maçlarda nadiren gözükür veya fotoğrafı çekilir, Kobe de halkın karşısında nadiren onu tartışır. Bu limitlerinin dışına ait bölge hakkında konuşmaya niyetlenen rakipleri karşısında Kobe’den boşalan öfkeyi hayal etmek güç olmasa gerek.
“23 yaşındayken 18 ya da 20 yaşında olduğu aynı insan olması onun için pek mantıklı olmazdı, özellikle o yılları etrafta kolej çocuğu olmak yerine erkek olmakla geçirmiş biriyseniz” diyor takım arkadaşı Rick Fox ve ekliyor ”Eğer NBA’de 6 yıl geçirdiyseniz sonunda ya daha güçlü olursunuz ya da artık etrafta olmazsınız.”
Bryant’taki değişiklik ayrıca daha çok bilinçli bir seçim gibi gözüküyor. Uzun süreçte onun için ne kadar iyi işleyeceği ise pek berrak değil. Hem takım arkadaşları hem de kamuoyu onu zaten tatlı, duyarlı bir genç adam olarak tanıyorlar ve bu gruplardan hiçbiri onu kaçak numaralarla dövüşen sert bir adam olarak satın almayı arzulamaz. Kavga etmek acaba rakiplerinin ona zalimce davranmasını engelleyecek mi yoksa sadece onun sarsılabileceği ve onların bunu daha sık denemesi gerektiği konusunda ikna edici mi olacak? Bryant için tehlikeli olan şu an kendisini eğlenceli bir yetenekken karanlık mutsuz bir stara dönüştüren Ken Jefferey Jr’ın NBA versiyonuna dönüşme yolunda olması.
Yüzündeki öfke Allen Iverson veya Gary Payton için işe yarayabilir ama Bryant doğal olarak nazik, kötü yapısı olmayan biri. Eğer gerçekten imajını yenilemeye kalkıyorsa çok geç olabilir. Çünkü Onu seven sayısı zaten pek fazla değil!...
  Alıntı ile Cevapla
Old 10-05-2006, 06:49 PM   #3
GeCeLeR
Guest
 
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
Varsayılan

MR. FUNDEMENTAL" TIM DUNCAN


BASİT, SESSİZ, DERİNDEN VE ÖLDÜRÜCÜ: TIM DUNCAN

Tim Duncan; Patrick Ewing, Hakeem O'lajuwon ve David Robinson gibi ustalardan sonra belki de pota altı hareketlerini en iyi bilen ve en etkili kullanan uzun. Onun en büyük silahı "bilgi" ve o bu oyunun aslında ne kadar basit olduğunun farkında. Bu yüzden gösterişe kaçmadan olabildiğince sade oynamaya ve basketbolun temel doğrularını sahaya yansıtmaya çalışıyor. Aslında insanlar çoğu zaman onun ne kadar etkili bir oyuncu olduğunu anlamakta zorlanıyor çünkü Tim Duncan, bazı oyuncular gibi yaptığı her smaçtan veya bloktan sonra hoplayıp zıplayıp çılgınlar gibi bağırmıyor, eşleştiği oyuncunun yanına giderek onu aşağılamaya kalkmıyor ya da her ribaund mücadelesinde çevresindeki oyuncuları gerekli gereksiz dirsek manyağı yapmıyor. Tim'in önem verdiği şey kazanmak ve bunu yaparken de ne kendisine olan ne de başkalarının ona karşı olan saygısını kaybetmek istiyor. Kuşkusuz yetenekleri onu NBA'in en etkili oyuncularından biri yapmakta. Ama bu sezon "Amiral" David Robinson'ın da basketbolu bırakmasıyla artık omuzlarında çok ağır bir yük taşımak zorunda kalacak: Liderlik!!..

Mutluluk nedir?? Yüzyıllar boyunca birçok filozofun yanıtını bulmak için oldukça kafa patlattığı ama neredeyse hepsinin farklı cevapladığı bir sorudur. Mesela Aristoteles'e (Aman ha!! Sakın bizim iri cüsseli ve Çinlileri kızdırmakta oldukça maharetli dostumuz "Big Aristotle" Shaq'le karıştırmayın) göre mutluluk hayatın anlamıdır. Ünlü Alman filozofu, üstadımız Nietzsche de mutluluğun kaynağının insanın sahip olduğu güçle eşdeğer olduğunu ileri sürmüştür. Eğer siz NBA'de 25 sayı atıp 10 ribaund alacak veya 10 asist yapacak basketbol yeteneğine sahipseniz, güç ve gücün beraberinde getirdiği otorite ve para önünüze altın tepsiyle sunulmuş demektir. Bundan sonra, artık önemli olan sizin bu gücü nasıl kullanacağınızdır. Dilerseniz yüklü bir sözleşmeye imza atar, her şeyden önce kendi istatistiklerinizi ve istatistiklerinizin düşmesi halinde kaçırabileceğiniz bol sıfırlı sponsorluk anlaşmalarını düşünürsünüz ya da ne olursa olsun takımınızı ön planda tutarak önce galibiyet için mücadele eder ve takım arkadaşlarınızın gözünde karizmatik bir lider konumuna gelirsiniz. Karizma, eski Yunanca'da "tanrı vergisi" anlamında kullanılan bir kelimedir yani sosyoloji gurusu Max Weber'in de söylediği gibi liderlik doğuştan gelir. Michael Jordan, Magic Johnson, Larry Bird, Isiah Thomas, Clyde Drexler, Jason Kidd, Gary Payton, John Stockton, Kevin Garnett, Kobe Bryant gibi oyuncuların hepsi liderdir. Ama kendi aralarında da temel bir fark vardır. Kimi liderler Machiavelli'nin "İşler ahlaki yollardan yürüyorsa oh ne ala ama sıkıştığın zaman kazanmak için her türlü hile, düzenbazlık ve ahlaksızlığa başvurabilirsin." prensibiyle sahada Trash-Talk'ın suyunu çıkararak olayı iyice kişiselleştirip, isimlerinin büyüklüğünden etkilenen hakemlerin de ses çıkartmamasıyla dirsek veya yumruk atmak gibi pis yollara başvurabilir. Kimi liderler ise daha farklı bir metod takip ederek liderliklerini insanların kendilerine duyduğu saygıyla iyice pekiştirir. İşte Tim Duncan da taraflı tarafsız herkesin saygı duyduğu bir lider olmak yolunda çünkü Duncan, sahip olduğu gücün farkında ve bildiği bir şey var: "Büyük güç, beraberinde büyük sorumluluk gerektirir."
Adalardan bir yar gelir bizlere...
15. yüzyılın sonları, Kristof Kolomb en kestirme yoldan Hindistan'a varma sevdasına kapılarak çıktığı deniz seferinde kaza eseri yeni bir kıtaya ayak bastığını idrak etmek ile edememek arasında bocalamakta ve her gördüğü Amerikan yerlisini Hintli zannetmektedir. Bu sefer sırasında bir gün el değmemiş, cenneti andıran güzellikte bir adalar topluluğu keşfeder ve onlara Las Islas Virgenes adını verir. Yani Virgin Adaları... Avrupa devletleri kolonizasyon yarışına girince Virgin Adaları da 17. yüzyılda bu yarıştan nasibini alır ve Danimarka'nın kontrolüne girer. Sam Amca'mın bölgeye gelişi ise 1917 yılına rastlar. Amerika, Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanların adaları ele geçirip denizaltı savaşı için üs olarak kullanabileceğinden çekindiği için 25 milyon $ karşılığında adaları Danimarka'dan satın alır. Çoğumuzun bugüne kadar hiç duymadığı, Karaip Denizi'nde bulunan ve sadece 100.000 kişinin yaşadığı bu küçük adalar topluluğu son 25 yılda tüm dünyadaki haber ajansları tarafından sadece üç olayla anıldı. Büyük yıkımlara yol açan Hugo, Mariyln kasırgaları ile NBA'deki Tim Duncan fırtınası...
Kasırgayla Değişen Hayat
Timothy Thedore Duncan, 25 Nisan 1976'da Wiiliam ve Delysia Duncan çiftinin üçüncü çocuğu olarak St.Croix-Virgin adalarında dünyaya geldi. Tim, çocukluk yılları boyunca daha henüz 14 yaşındayken Seul Olimpiyatlarında yarışan ablası Tricia'yı kendisine örnek aldı ve ablasının başarılarına özenerek yüzmeye başladı. Hiç aksatmadan her gün en az 6 saat havuzda çalışan Tim, kısa zamanda 50 ve 100 metre serbest stilde Virgin Adaları rekorlarını kırınca kendi yaş grubunun adından en çok bahsedilen yüzücülerinden biri haline geldi. Otoriteler Duncan'ın gelecekte Amerika çapında önemli bir 400 metre yüzücüsü olacağını düşünürken 1989 yılında meydana gelen Hugo Kasırgası, tüm adayla beraber genç Duncan'ın hayatını da yerle bir etti. Kasırga Tim'in her gün çalıştığı adadaki tek olimpiyat havuzu da dahil olmak üzere bir çok binayı kullanılamaz hale getirince Tim, bir süre denizde çalışmaya devam etti. Ama korsan filmlerinden de rahatça hatırlayacağımız üzere Karaip Denizi'nde köpek balıkları cirit atmaktadır. Bu yüzden de en büyük korkusu olan köpekbalıkları nedeniyle yüzmeyi bıraktı. Yalnız Hugo kasırgasının Duncan'ın hayatı üzerindeki etkisi bu kadarla kalmaz. O dönemde Timothy'nin annesi göğüs kanseriyle mücadele etmekte ve hastalığının tedavisinde kemoterapi oldukça önem taşımaktadır. Ne var ki kasırga bir çok binanın yanı sıra adadaki tüm güç santrallerini de devre dışı bırakmıştır. Bu yüzden tedavisine devam edemeyen Delysia Duncan daha fazla dayanamaz ve 1990 yılında amansız bir mücadeleye giriştiği kanser hastalığına yenik düşer.
Arkabahçeden- Wake Forest'a: Kaderin Cilveleri
Hayat, 14 yaşındaki genç Tim Duncan için adeta bir kabusa dönüşmüştü. Tim, adadaki havuzlar tamir edildikten sonra bile asla eskisi kadar ciddi bir şekilde yüzmedi çünkü yüzdüğü zaman annesi ve kasırga sonrası yaşananlar aklına gelmekteydi. Çoğumuz, herhangi bir nedenle, çok sevdiğimiz birisini ya da bir şeyi kaybettiğimiz zaman onu hatırlatan her şeyden bir süreliğine uzaklaşma ihtiyacı duyarız ve kendimizi tamamen yeni uğraşılara kanalize ederiz. O sırada kaderin bir cilvesi olarak Tim'in karşısına da basketbol çıktı. Duncan'ın ablalarından Cheryl, annesinin ölümünden sonra kocasını da ikna ederek ailesine destek olmak amacıyla Ohio'dan adaya geri dönmeye karar verdiğinde; yanında yüzmeyi bırakan küçük kardeşi Timothy'i oyalamak için küçük bir hediye getirir: Portatif bir basketbol potası... 14 yaşına kadar hiç basketbol oynamayan Tim, bir anda bu yeni "oyuncağını" çok sevdi. Vaktini sık sık arka bahçede eski NCAA Divison III oyuncusu ve hediyenin "fikir babası" olan eniştesi Rick Lowery ile bire bir maç yaparak geçirmeye başladı. Lowery, NCAA'de guard oynadığı için o zaman 1.80'lerde olan Tim'e guard hareketlerini nasıl yapması gerektiğini öğretmişti (şu an bile arka bahçede yaptığı bu temel top sürme ve pas verme antrenmanlarının Tim'in fundementalının gelişimindeki etkisini fark edebilirsiniz) Sürekli kısa oyuncu hareketlerini çalışan Duncan'ın boyu, St.Dunstan Episcopal lisesinden mezun olduğunda artık hiç de kısa oyuncu olarak oynamasına müsaade edecek cinsten değildi çünkü Tim, lise birinci sınıftan mezun olduğu yıla kadar yaklaşık 16-17 cm. uzamıştı.

"Chris'ten çıktıkları bu tur sırasında yetenekli bir oyuncuyla karşılaşması halinde bana haber vermesini istemiştim. Bir perşembe akşamı beni aradı ve "Coach, burada inanılmaz bir velet var. Neredeyse Alonzo'yla kafa kafaya oynadı." dedi. Bir an duraksadım ve hangi Alonzo?! Yoksa Alonzo Mourning mi?" diye sordum. Chris'in “evet” demesiyle benim de adanın yolunu tutmam bir oldu." Dave Odom-Eski Wake Forest Coach'u

Bildiğin Alonzo işte Yaw!!
Basketbol; önceleri Tim'in hayatındaki bir boşluğu doldurmak ve keyif almak için başladığı bir hobiydi ama bu büyülü spor, hiç tahmin etmediği bir anda bir kez daha hayatının tümüyle değişmesine neden oldu. 1992 yılında NBA'deki bir grup çaylak oyuncu, NBA'i tanıtmak ve insanlara sevdirmek amacıyla Karaip adalarına ufak bir tura çıkmıştı. Ve gittikleri her yerde gençlerle küçük gösteri maçları düzenliyorlardı. Bu maçlardan birinde oynayan Duncan'ın Alonzo Mourning gibi bir dev karşısından ortaya koyduğu inanılmaz oyun, çaylaklar takımındaki (kısa bir NBA kariyerinden sonra, ülkemizde Mavi Jeans Ortaköy de dahil olmak üzere, Malaga, Aris, Le Mans ve Hapoel Tel Aviv gibi bir çok Avrupa takımının formasını giyen) Chris King'in oldukça ilgisini çekmişti. King eline geçen ilk fırsatta kendisinden Karaip'lerde ufak çapta bir scouting yapmasını rica eden Wake Forest'taki, eski antrenörü Dave Odom'u aradı ve Duncan'dan bahsetti. Odom bu ilginç olayı şöyle anlatıyor: "Chris'ten çıktığı bu tur sırasında yetenekli bir oyuncuyla karşılaşması halinde bana haber vermesini istemiştim. Bir perşembe akşamı beni aradı ve "Coach, burada inanılmaz bir veled var. Neredeyse Alonzo'yla kafa kafaya oynadı." dedi. Bir an duraksadım ve hangi Alonzo?! Yoksa Alonzo Mourning mi?" diye sordum. Chris'in evet demesiyle benim de adanın yolunu tutmam bir oldu." Mourning'in ismini duyunca iştahı kabaran Odom ertesi gün asistanlarından bu çocukla ilgili her şeyi olabildiği kadar çabuk öğrenmelerini istedi. Ama Duncan'la ilgili duyumları alan tek coach Odom değildi. Georgetown ve Providence gibi takımlar da Duncan'ın peşine düşmüştü. Bu yüzden elini çabuk tutan Odom, asistanların Duncan'ın adresini ve telefon numarasını bulup kendisine getirmesinden bir iki gün sonra St.Croix'e giderek Tim Duncan'la görüşüp ondan söz aldı. Artık Duncan'ın hayatında yepyeni bir sayfa açılmıştı.

"31 yıllık antrenörlük hayatımda Tim kadar mücadeleci bir oyuncu daha görmedim. İster antrenman maçı olsun, ister maça hazırlanmak için rakip takımın kasetlerini izlediğimiz bir toplantı veya maçın ta kendisi fark etmez her defasında bana ondan istediğim şeylerden daha fazlasını verdi." Dave Odom

Duncan-Dream Team'e karşı
Tim Duncan, ACC (Atlantic Coast Conference) liginin köklü ve kuvvetli takımlarından Wake Forest'ın formasını giydiği ilk maçı bir tek sayı bile atamadan tamamladı. Sonuçta Duncan, ne kadar yetenekli olursa olsun doğru düzgün bir basketbol salonunun bile olmadığı, basketbol kültürünün hiç gelişmediği küçük bir adadan gelmekteydi. Bu yüzden başta NCAA Division I seviyesinde mücadele etmeye alışmakta biraz zorlansa da kısa zamanda double-double'lık klasik performansını yakamaya başladı. Freshman sezonunda (1993-94) sahaya çıktığı 33 maçın 32'sinde kendisine ilk beşte yer bulan Duncan, ortalama olarak oyunda kaldığı 30.2 dakikada 9.8 sayı ve 9.6 ribaundla oynadı. Bu arada takımı Wake Forest da NCAA turnuvasına katılma başarısını gösterdi ama Demon Deacons, daha ikinci turda güçlü Kansas'a yenilerek turnuvaya veda edecekti (69-58). Duncan, NCAA'deki ilk yılında kariyerinin geri kalanına kıyasla oldukça sönük bir sezon geçirse de İyi Niyet oyunlarına (Goodwill Games) katılacak Amerikan milli takımına seçildi. Amerikan Goodwill Games takımı formasıyla Dream Team II'ye karşı da mücadele eden Duncan, Shaq ve Mourning klasındaki uzunlar karşısında verdiği ilk ciddi sınavda 8 sayı ve 5 ribaundla oynayarak 18 yaşındaki bir oyuncu için gerçekten başarılı oldu.
Tim, NCAA'deki ikinci yılında (sophomore season) oldukça büyük bir gelişim göstererek ortalamalarını 16.8 sayı,12.5 ribaund'a yükseltti ve onun bu performansı sayesinde Wake Forest Demon Deacons, Duke ve North Carolina gibi güçlü takımlara rağmen ACC Turnuvası şampiyonluğuna ulaştı. NCAA turnuvasında ise, Sweet16'e kadar gelmesine rağmen o yıl Final Four'da mücadele edecek Oklohoma State'e 71-66 yenilerek bir kez daha evinin yolunu tutmak zorunda kaldı. Duncan sayı ve ribaund potansiyelinin yanında yaptığı inanılmaz bloklarla pota altını rakipleri için adeta bir cehenneme çevirmesinin semeresini NCAA yılın savunmacısı ödülüne ulaşarak da fazlasıyla aldı.
Tim, NCAA'deki üçüncü (junior) yılında da kendisini geliştirmeye devam ederek sayı ortalamasını 19.1'e çıkardı. Basketbola geç başlamanın verdiği dezavantajı inanılmaz derecede disiplinli ve sıkı çalışarak kapatan Duncan, böylece NCAA'in neredeyse tartışmasız en iyi uzunu konumuna gelmişti. Coach Odom, Duncan'ın ortaya koyduğu performansı, çalışma disiplinini ve mücadeleci yapısını "31 yıllık antrenörlük hayatımda Tim kadar mücadeleci bir oyuncu daha görmedim. İster antrenman maçı olsun, ister maça hazırlanmak için rakip takımın kasetlerini izlediğimiz bir toplantı veya maçın ta kendisi fark etmez; her defasında bana ondan istediğim şeylerden daha fazlasını verdi." sözleriyle oldukça iyi bir şekilde ifade etmekte.

"Drafta katılmıyorum çünkü hala eksiklerim var ve bu eksiklerimi kapatabileceğim en iyi yer NCAA. Bazen bazı şeyler paradan daha önemlidir." Tim Duncan

1995-96'da Tim takımını bir kez daha ACC Turnuvası'nda şampiyonluğa taşırken ACC'de yılın oyuncusu ve NCAA yılın savunmacısı ödüllerine de ulaşıyordu. Artık Tim, takımını NCAA turnuvasında da Final Four'a taşımaya kararlıydı ama bu kez de Wake Forest'ın karşısına -daha sonra şampiyon olacak- Kentucky çıkınca 20 sayılık mağlubiyetin tesellisi Elit Eight'e kadar yükselmekle sınırlı kalacaktı. 1996 yazında Tim bir kez daha milli takımlara çağrılarak Dream Team III yıldızlarına karşı kendisini deneme fırsatını yakaladı. Duncan bu kez pota altında Shaq, Hakeem Olajuwon ve "Amiral" David Robinson üçlüsüyle cebelleşirken sahadan 9 sayı ve 6 ribaundla ayrıldı. Artık Duncan'ın bir sene daha NCAA'de oynamasına gerek yoktu çünkü drafta katıldığı an birinci sıradan seçilmemesi draftın en büyük sürprizi olacaktı. Ama Duncan herkesi şaşırtan bir karar alarak üniversiteyi bitirip psikoloji diplomasını almaya karar verdi. Her ne kadar önceleri Drafta erken katılmamasının nedenini "Drafta katılmıyorum çünkü hala eksiklerim var ve bu eksiklerimi kapatabileceğim en iyi yer NCAA. Bazen bazı şeyler paradan daha önemlidir." diye açıklasa da gerçekte Tim'i drafta katılmaktan alıkoyan şey, ölmeden önce annesine verdiği bir sözdü. Delysia Duncan'ın çocukları için en büyük hayali hepsini üniversite mezunu olarak görebilmekti. Bunu bilen üç kardeş de ne pahasına olursa olsun üniversite eğitimlerini tamamlamak için kendi kendilerine söz verdiler. Sözünü sonuna kadar tutan Duncan, kolejdeki son yılında 14.7 ribaund ortalamasını yakalayarak tüm NCAA Division I oyuncuları arasında zirveye kuruldu. Buna ilaveten 20.8 sayı ortalamasını da tutturunca NCAA'in en prestijli ödüllerinden ikisi olan Wooden ve Naismith'in sahibini belirlemek de seçim komiteleri için fazla zor olmadı. Duncan, Wake Forest'tan mezun olduğunda NCAA tarihinde hem 2000 sayı+1500 ribaund toplamını geçen on oyuncudan biri; hem de 1500 sayı, 1000 ribaund, 400 blok ve 200 asiste ulaşan da ilk oyuncu unvanını kazanıyordu. Ayrıca yaptığı 431 blok onu ACC rekoruna taşıdı. (Bu kategoride NCAA genel sıralamasında ise şu an Golden State'te oynayan Adonel Foyle'nın hemen ardından ikinci sırada gelmekte.)
Duncan'ı Kapmak
98 Draftında Duncan'ın Utah'lı Keith Van Horn ile çekişmesi beklense de kimse Van Horn'un Duncan'ı geride bırakarak birinci sıradan seçileceğine inanmıyordu. (Tabii o zamanlar kimse 9.sırada seçilen Tracy McGrady'inin de 30 sayı ortalamasıyla oynayacak bir süper star olacağını da tahmin etmiyordu.) Sonuçta biraz kader biraz şans Tim Duncan piyangosu San Antonio Spurs'ün başına vurdu.
Spurs, NBA'e katıldığı 1976-1977 sezonundan beri playoff'larda olmasa bile normal sezonlarda (regular season) NBA'in en başarılı takımlarından biridir. Öyle ki Spurs, 26 sezon boyunca sadece 6 kez %50'lik galibiyet yüzdesinin altına indi. Talihin şu oyununa bakın ki 1995-96'da Spurs, sezonu 59 galibiyet elde ederek %72'lik bir yüzdeyle tamamlamıştı. 1996-97'de üst üste gelen sakatlıklarla takım en büyük iki yıldızı "Amiral" David Robinson ve Sean Elliott'ın yanında Chuck Person ve Charles Smith'ten de tüm sezon boyunca hemen hemen hiç faydalanılamayınca kaçınılmaz olarak Spurs ancak 20 galibiyet alabildi. Hoş bir yerden sonra NBA'in en kötü takımı olarak Lottary'de avantajlı konuma geçeceğiniz için yenilgiye pek ses çıkartmazsınız hatta yenilmek öncelikli hedefiniz haline bile gelebilir hele bir de işin ucunda Tim Duncan gibi bir yetenek varsa!!..
İkiz Kuleler
Amerikan basketbol medyası 1980'lerde Houston'ın iki dev pota altı oyuncusu Hakeem Olajuwon ve Ralph Sampson'a yakıştırmış olduğu ikiz kuleler lakabını o kadar çok beğenmişti ki yetenek ve sahada sergiledikleri performansla onlardan çok da aşağı kalmayan
Duncan ve Robinson ikilisi bir araya geldiğinde bu lakabı bir kez daha kullanmakta tereddüt bile etmediler. Tabii Samuel Huntington'ın Medeniyetlerin çatışması tezinin popülerleştiği 11 Eylül saldırılarından sonra kimse bu lakabı bir daha kullanmak istemedi ama Amiral ve Duncan her zaman için ikiz kuleler olarak hatırlanmaya devam edecek tıpkı Hakeem ve Sampson'ın da hatırlanacağı gibi. Duncan ve yaşlı kurt Robinson'ın ne kadar etkili ve uyumlu bir ikili olacağı beraber geçirdikleri ilk sezonda kendisini belli etti. 4 numaraya kaydırılan Duncan, daha efektif olduğu bu pozisyonda ligdeki hemen hemen tüm power forvetlerden daha uzun ve daha hareketli olduğundan her takım Duncan'ı savunmakta önemli zaaflar yaşadı. Duncan, bir çaylak için inanılmaz olarak adlandırabileceğimiz 21.1 sayı, 11.9 ribaund, 2.7 asist ve 2.51 blok ortalamalarını yakalayıp sezon boyunca her ay, “ayın rookie oyuncusu” olarak sezon sonunda “yılın en iyi çaylağı” ödülünü aldı hem de sezonun sonunda All-NBA takımına seçilerek, 1979-80 sezonunda Larry Bird'den bu yana çaylak sezonunda bu şerefe erişen ilk NBA oyuncusu oldu. Ayrıca Duncan 57 double-double'la bu kategoride de NBA lideriydi. Sonuçta San Antonio, o güne kadar bir NBA takımının sezon içinde gösterdiği en büyük yükselişi gerçekleştirerek önceki sezona kıyasla tam 36 galibiyet daha fazla aldı. Sıra playoff'lara geldiğinde Spurs, ilk turda Suns'ı 3-1 ile kolay geçerken, ikinci turda karşılaştıkları Malone&Stockton biraderlerin liderliğindeki Utah Jazz, serinin ikinci maçında Duncan'ın da sakatlanması sonucu Spurs'u ezip geçti.(4-1) Ama bu sadece şampiyonluğun bir yıl için erteleneceği anlamına geliyordu.
NBA tarihinde şampiyon olan ilk eski ABA takımı, Spurs…
NBA ve oyuncular sendikası arasındaki sorunlar nedeniyle ligin oldukça geç başladığı 1998-99 sezonunda Duncan'ın 21.7 sayı, 11.4 ribaund, 2.4 asist, 2.52 blok'luk performansı onu ikinci kez üst üste All-NBA yaparken defansif performansıyla da NBA All-defensive first team'e seçildi. Ayrıca 37 double-double'la bir kez daha bu kategoride zirvede yer aldı. Şampiyonlukla sonuçlanacak bu sezon aslında Spurs için o kadar da parlak başlamadı ama takıma deneyimli veteran Mario Elie'nin katılımı, böbreklerinden çok ciddi problemler yaşayan All-Star forvet Sean Eliott'ın inanılmaz fedakarlığı, Avery Johnson'ın zekası ve Tim Duncan'la David Robinson'ın mükemmel uyumu da eklenince 31-5'lik bir seri yakalayan San Antonio, Play-off'larda fırtına gibi eserek tarihindeki ilk şampiyonluğa ulaştı. Tim Duncan, New York Knicks karşısındaki final serisinde 27.4 sayı,14.0 ribaund ve 2.2 blok ortalamalarıyla takımını tarihindeki ilk NBA şampiyonluğuna ulaşmasında en önemli rolü oynayan oyuncuydu. Bu şampiyonluğun bir başka özelliği de Spurs, NBA'de şampiyon olan ilk eski ABA takımı olmasıydı.
1999-00 sezonu ise Tim için oldukça iyi başlamasına rağmen başladığı gibi bitmedi. Sayı ortalamasını 23.2'ye, ribaund ortalamasını da 12.4'e çıkaran Tim Duncan, Cleaveland karşısında 17 sayı, 17 ribaund ve 11 asistlik bir oyun ortaya koyunca 1994'te David Robinson'dan sonra triple-double yapan ilk Spurs oyuncusu oluyordu. Ayrıca All-Star maçındaki 24 sayısı ve 14 ribaundu sayesinde All-Star MVP ödülünü Shaq ile beraber paylaştı ve adet edindiği üzere bir kez daha All-NBA ve All-Defensive takımlarına seçildi. MVP oylamasını ise 5. sırada bitirdi. Ama ligin sonunda Sacramento karşısında sakatlanınca ligin geriye kalan birkaç maçını ve playoff'ları kaçırdı.
2000-01 sezonunda San Antonio Spurs ligin en çok galibiyet elde eden takımı olurken (58) Tim Duncan da bir yıl önce Shaquille O'Neil'a kaptırdığı double-double krallığını geri alıyordu (66). Oynadığı 82 maçın 81'inde çift haneleri sayılara ulaşan Duncan, 52 kez 20'li, 10 kez de 30'lu sayıların üzerinde skor üretti ve her zamanki gibi adını All-NBA ve All-Defensive team'e yazdırdı. (22.2 sayı,12.2 ribaund, 3.0 asist ve 2.34 blok) Spurs'un son 12 yılında çıktığı 11. playoff yolculuğunun ilk turunda Spurs, Minesota'yı 3-1, ikinci turda ise Dallas Mavericks'i 4-1 ile rahat geçerken tekrardan yeşeren şampiyonluk umutları LA Lakers önünde süpürülerek son buldu (4-0).
2001-2002 sezonunda San Antonio'nun yine bir parlak normal sezon ve kötü biten playoff macerasına daha şahit olduk. Spurs, 58 galibiyet 24 mağlubiyet alırken Duncan oyununu bir üst seviyeye çıkartmayı başararak 5.profesyonel sezonunda lig MVP'si ödülüne ulaştı. (25.5 sayı, 12.7 ribaund, 3.7 asist ve 2.48 blok) 70 maçta Spurs'un skor yükünü çeken Duncan, 69 maçta da takımın en çok ribaund alan ismi oluyor ve bir kez daha kendisine All-NBA ve All-Defensive takımlarında yer buluyordu. Ayrıca Kareem Abdül-Jabbar, Patrick Ewing, Hakeem Olajuwon ve Shaquille O'Neil'dan sonra sayı, ribaund ve blok kategorilerin her birinde ilk beş sırada bulunan 5.NBA oyuncusu olarak ismini rekor kitaplarına yazdırırken bir sezonda 2000 sayı, 1000 ribaund barajını geçen 14. NBA oyuncusu oluyordu. Tabi birde Bob Mc Adoo'dan sonra ilk kez double-double'larda 4 kez ligi zirvede tamamlayan forvet oyuncusu unvanını alıyordu. Playoff'ta ise San Antonio, Seattle Super Sonics karşısında oldukça zorlanırken çaylak Fransız guard, Tony Parker'ın inanılmaz oyunuyla turu geçmesini bildi. İkinci turda bir yıl önce elendikleri Lakers'la karşılaşan Spurs, bu kez de Lakers karşısında fazla bir varlık gösteremeyerek 4-1 elenmekten kurtulamadı. Bu arada Tim, kolejden beri beraber olduğu ve eskiden Wake Forest'ın da cheerleader'larından biri olan Amy ile dünya evine girdi.

"Eğer onun kadar iyiyseniz bence sahada trash-talk yapmanıza, zaten gerek yok. O, şu anda ligin en iyi oyuncusu." Charles Barkley

San Antonio Spurs, bugünlerde önemli bir değişim süreci içinde. Şu anda şampiyon kadronun ilk beşinden geriye kalan sadece iki oyuncu bulunmakta.(Duncan&Robinson) Bu yüzden son iki sezonda Duncan takımdaki liderliği oldukça belirgin bir şekilde devraldı. Mesela geçtiğimiz yıl bir Minnesota maçında Kevin Garnett trash-talk'la Duncan'ı sindirmeye çalışınca Duncan, hiç de alışık olmadığımız bir şekilde KG ye karşılık verdi ve olay her iki oyuncunun da diskalifiye edilmesiyle sonuçlandı. Bu konuda son günlerde dili iyice uzayıp önüne gelen oyuncuya sataşan ve en sonunda da mecburen, benim tabirime göre, bir eşek ile yaşayabileceği en ilginç tecrübeyi yaşayan Charles Barkley, şu yorumda bulunmuştu: "Eğer onun kadar iyiyseniz bence sahada trash-talk yapmanıza zaten gerek yok. O, şu anda ligin en iyi oyuncusu." Houston coach'u Rudy Tomjanovic ise Duncan'ın bu tür hilelerle durdurulamayacağını belirterek ekliyor: "Duncan kesinlikle durdurulması mümkün olmayan bir oyuncu sizin yapabileceğiz tek şey onun veya pas vereceği oyuncunun şutunu kaçırması için dua etmek olabilir." Duncan ise hayat ve basketbol felsefesini şu sözlerle açıklıyor: "Hiçbir zaman havalı gözükmeye çalışmadım. Böyle şeyler yapmaya çalıştığımda kendimi küçük düşürdüğümü düşünüyorum. Şu yaşıma kadar öğrendim ki eğer çok yüksekten uçup ayaklarınızı yere basmazsanız ya da durum kötüleştiğinde bunalıma girecek hale gelirseniz yine de kendinizi bir şekilde dengede tutmak zorundasınız. Ben bunu yapmaya, rahat olmaya çalışıyorum. Benim için son moda giyinmek önemli değil. Kıyafetimin rahat olması önemli. Olduğu kişiden başkası olmaya çalışmak veya bunun nasıl bir duygu olacağını denemek istemiyorum. Benim istediğim tek şey görevimi yapıp takımım için üretken bir oyuncu olmak. Bazı insanların benim için aşırı sakin veya tepkisiz demesi umurumda değil aslından bu tür sözleri kendim için bir iltifat olarak kabul ediyorum. David bana bir lider ve winner olmak konusunda çok şey öğretti. Ama aynı zamanda bunları yaparken gururumu ve onurumu korumam gerektiğini de öğrendim."
Bu sezon Amiral Robinson'ın son sezonu, hatta belki free agent olacak Tim Duncan'ın da Spurs'teki son sezonu olabilir ama çoğu kişi gibi ben de Tim'in çok mutlu olduğu San Antonio'dan kolay kolay kopabileceğini sanmıyorum tıpkı Jason Kidd'in kendi yarattığı Nets fenomeninden kopamayacağını düşündüğüm gibi. Yine de kuşkusuz GM'ler bu yaz Payton, Stackhouse, Olowokandi, Kidd ve Duncan gibi serbest kalacak yıldız oyuncular için kıyasıya bir yarışa girişecekler. Artık kimlerin takım değiştireceğini ölü sezonda göreceğiz ama sezon sonunda değişmeyecek bir şey var ki, o da Tim Duncan’ın muazzam istatistikleri ile All-NBA ve All-Defensive takımlarında bir kez daha yer alacağı…
  Alıntı ile Cevapla
Old 10-05-2006, 06:49 PM   #4
GeCeLeR
Guest
 
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
Varsayılan

“ONLY GOD CAN JUDGE ME”
(BENİ SADECE TANRI YARGILAYABİLİR)

KRALLARIN BEYNİ; MIKE BIBBY “DIME” # 10

Yıl 1997, 14-15 yaşlarındayım. Odamın duvarlarının boydan boya NBA yıldızlarının posterleri ile kaplayarak annemi çıldırttığım, her yerde Fleer koleksiyon kartlarını fellik fellik aradığım yıllar. O sıralarda da Harun, Orhun ve Naumoski’yle yeşermiş basketbol sevgim giderek NBA’e kanalize olmakta. Ama bir gün evde televizyon seyrederken tuhaf bir basketbol maçına şahit oluyorum. Takımlardan biri sürekli koşuyor, pres yapıyor, fast break atıyor, üst üste gelen smaçlar ardından üçlük bombardımanları. NBA’de bile bu hızda basketbol görmediğim için duraklıyorum ve takımın point guardına içimden helal olsun buna can dayanmaz diye geçiriyorum ve takımın ismini merak ediyorum. Allah’tan spiker bir süre sonra isteğimi kırmayıp: “Arizona farkı 20 sayıya çıkarttı” diyerek beni rahatlatıyor. Ama bu sefer de aklıma bu mükemmel oyun kurucunun kim olduğu takılıyor işte tam o sırada da yapılan bir faul imdadıma yetişiyor: Mike Bibby...

KRALLARIN BEYNİ, JASON KIDD’İN VARİSİ Mİ?
Basketbolda benim çok beğendiğim bir söz vardır: “Bir takım sahada oyun kurucusu kadar konuşur” Kimi yazarların bu tür sözleri fazlasıyla klişe ve klasik bulmalarına rağmen bence doğruluğu kesinlikle tartışılmayacak bir ifade. Çünkü iyi bir oyun kurucu gerçekten takımının çehresini bir anda değiştirebilir. Jason Kidd ve New Jersey Nets örneğinden yola çıkarsak yıllarca NBA’in vasat takımlarından biri olan Nets, Kidd’in gelişi ile beraber vites atlamak bir yana adeta turbolarını çalıştırarak NBA finaline kadar ulaştı. Triple-double canavarı sayın abimiz, sanırım siz de bana katılacaksınız ki, şu an NBA’in tartışmasız en önemli point guard’ı. Dallas’taki 3 J’li (Jason Kidd, Jim Jackson, Jamaal Mashburn) günlerden beri sürekli kendisini geliştiren Kidd, önce Suns’ta gerçek performansını gösterdi, sonra da New Jersey’de MVP adayı bir oyuncu olduğunu herkese kanıtladı. Maalesef takım arkadaşları onu Kobe&Shaq biraderler karşısında yalnız bırakınca 2002 NBA finallerinde şampiyonluğa ulaşan taraf, 4-0’la başını hiç ağrıtmadan Nets’i süpürüp geçen, Los Angeles Lakers oluyordu. Jason ve arkadaşları bu iş için yeterli olmasa da Kidd’e benzer ekolde basketbol oynayan genç bir oyuncu kurucu ve onun takımı konferans finalinde Lakers’ın canını bayağı sıktı: Mike Bibby ve Sacramento Kings!!

BABA-OĞUL VE KUTSAL OYUN
Evvel zaman içinde Henry Bibby adında bir oyuncu varmış. John Wooden’ın efsane UCLA’inin yıldız guard’ı olan bu çocuk, gün gelmiş NBA’e seçilmiş. 1973 Şampiyonu New York Knicks’le geçirdiği çaylak sezonunda gel zaman git zaman bir maç sonrasında Virginia isimli Trinidad’lı güzel bir bayan görmüş ve görür görmez ona aşık olmuş. Henry ile Virginia çok geçmeden evlenmiş. Çiftin dört çocuğu olmuş. Hep beraber sıcak sevgi dolu evlerinde sonsuza kadar mutlu yaşamışlar. Gökten iki elma ve bir basketbol topu düşmüş. Evin küçük oğlu topu kapmış ve driplinge başlamış. Onu keşfeden scoutlar sayesinde de çocuk kapağı NBA’e atmış. Ne yazık ki bizim gerçek hikayemiz bu kadar pembe değil. Hatta biraz sonra bir baba ile oğlun düşebileceği en üzücü durumlardan birini okuyacaksınız.

“Benim hayatımda bana babalık yapmamış birine yer yok ne kadar ünlü olursa olsun.” M.B

Yoğun maç temposu ve takımların yaptığı takaslar yüzünden Henry Bibby de çoğu oyuncu gibi şehir şehir dolaşmak zorunda kalır. Bibby önce çaylak sezonunda Knicks’te şampiyonluk kazanır. (NBA kariyer ortalamaları 8.6 sayı ve 3. 4 asist) Oradan şu anın Utah’ı bir zamanların ise New Orleans’ı olan Jazz’e gider. Bir sonraki durak ise 2 kez NBA finali oynayacağı Philadelphia 76’ers dır. Ardından NBA, CBA dolaşır durur. Ta ki 1980’de ailesiyle beraber Arizona’ya yerleşene kadar. Bu tercihlerindeki en önemli etken Virginia’nın annesinin sağlık sebepleri dolayısıyla Arizona’da tedavi görmek zorunda olmasıdır. Oyunculuğu döneminde NCAA, NBA ve CBA şampiyonluğu yaşayan yegane isim olan Henry Bibby, Arizona’da öncelikle birkaç minikler ligi takımı çalıştırarak antrenörlüğe adım adar. Daha sonra ise kendisine Arizona State Üniversitesi’nde asistan coach olarak iş bulur. Skandallar eyaleti Arizona’da 1985 yılında meydana gelen ve takımı karıştıran bazı olaylardan sonra Bibby istifasını verir. Hatırlayacaksınız ki Arizona State, 1997 yılında da iki oyuncusunun kendi maçlarının skorları için 250.000 $‘lık bahis oynadıkları yolunda ortaya atılan skandalla sarsılmıştı. Henry Bibby Arizona State’ten ayrıldıktan sonra kendisine genelde CBA takımlarında iş bulur. Sırasıyla Baltimore, Maryland, Savannah, Georgia, Tulsa, Oklohoma’da çalıştıktan sonra Venezuella’ya antrenörlük yapmak üzere gider. Bu sırada sizin de tahmin edebileceğiniz gibi karısı ile ilişkisi iyice bozulmuştur. Çocuklarını görmek için eve yaptığı ziyaretler de gittikçe azalır ve en sonunda yılda sadece ikiye ya da üçe düşer.

“Beni elimden tutup antrenmanlara götüren ya da istemediğim halde ipe tırmanmam için beni zorlayan annemdi bir başkası değil!” M.B

13 Mayıs 1978’de Bibby ailesinin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelen Michael (Mike), çocukluk ve ergenlik yıllarının büyük bir kısmını babasız geçirir. Doğum günlerinde, yılbaşlarında, şükran günlerinde yani bir çocuğun babasının yanında olmasını bekleyeceği çoğu zamanda Henry, çeşitli bahaneler dolayısıyla ortada yoktur. Dört kardeş de babalarından gelen kartlar, ufak hediyeler ve telefon konuşmaları ile kendilerini avutmak zorunda kalır. Kardeşler içinde belki de babasıyla ilişkisi en kötü olan ise Mike’tır. Kendisini, kardeşlerini ve annesini öylece bırakıp gittiği için babasına neredeyse nefrete dönüşen bir öfke duyar. Mike’ın gelişimi sırasında babasının yapması gereken vazifeleri bir noktaya kadar en büyük kardeşi Dane üstlenir. Zaten Mike oğlunun ismini de bu yüzden Michael Dane koyacaktır. Bu sırada küçük Mike, ağabeyleriyle arka bahçede oynayarak başladığı basketbolda bir anda eyaletin en çok gelecek vadeden yıldız adayı haline dönüşür. Özellikle Shadow Montain Lisesi’nde geçirdiği son sezonunda 34.0 sayı ortalaması tutturup takımını da eyalet şampiyonluğuna ulaştırınca yıldızı iyice parlar. Lisede 3 kez Arizona Eyaleti yılın en iyi oyuncusu seçilmesini bir tarafa bırakırsak Mike, attığı 3002 sayıyla da hala kırılamayan bir rekora sahip bulunmakta. Haliyle böylesine parlak bir performans sayesinde her yıl geleneksel olarak düzenlenen ve Amerika’nın en iyi lise oyuncularını bir araya getiren Mc Donald’s All American maçına davet edilir.
Aslında Mike’ın ailesine baktığımızda basketbolun genlerine işlemiş olduğunu düşünmemek elde değil. Babasının kariyeri ortada, Amcası Jim de lisede başarılı bir oyuncuydu ama onun başarısını sadece genlere bağlamak da biraz yanlış olur. Çünkü annesi Virginia’nın da Mike’a öğrettiği ve onun liderlik yeteneklerinin gelişmesin de çok önemli yer tutan bir sözü vardır: “Her zaman önce zekana güven ve aklını kullan.”

“Bir ara kontrol edemediğim tuhaf bir öfkeye sahiptim. Herkesle ama herkesle dalaşıyordum. Oyuncularla, coach’larla, rakip takımın bench’i ile tribündeki seyircilerle yani salondaki herkes bir şekilde benden nasibini alıyordu.” M.B.

MİCHAEL TİTRE VE KENDİNE GEL!!
Mike büyüdükçe babasına karşı olan öfkesi öylesine bilenmiştir ki artık babası evi aradığı zaman kardeşlerine evde yok dedirtir, babasının kendisine yazdığı hiçbir karta ya da mektuba cevap vermez.
Bu öfkesini kontrol etmekte artık o kadar zorlanıyordur ki Bibby sahada bile agresif davranışlar sergiler:
“Bir ara kontrol edemediğim tuhaf bir öfkeye sahiptim. Herkesle ama herkesle dalaşıyordum. Oyuncularla, coach’larla, rakip takımın bench’i ile tribündeki seyircilerle yani salondaki herkes bir şekilde benden nasibini alıyordu. Tabii ki biraz itiş kakış oldu ama hiçbir zaman kimseyle kavga etmedim. Sonra bir gün annem beni kenara çekti ve azarlamaya başladı: {Michael sen ne yaptığını zannediyorsun?? Sahada laf atmadığın adam yok!! Bundan sonra çeneni kapat ve adam gibi oyununu oyna!!} diye beni bir güzel fırçaladı o günden sonra da sahada Trash Talk hiç yapmadım.”
Tam bu dönemlerde Henry Bibby Univesity Of Southern California’nın başına getirilir (USC). Oğlu Mike belki de kendisinden bile iyi bir point guard olmuştur. Bu yüzden Mike liseden mezun olduğu zaman Henry ona USC’den burs sağlayarak bir taşla iki kuş vurmak ister. Hem iyi bir oyun kurucuya sahip olacaktır hem de oğluyla ilişkilerini düzeltme fırsatı doğacaktır. Henry oğluyla konuşmaya gider, ona baba-oğul çok iyi bir ikili olabileceklerini ve bazı şeyleri düzeltebilecekleri söyler. Mike’ın Henry’e bir baba olarak saygı duymamasını saymazsak bile Henry Bibby coach olarak aşırı disiplinli olması ile ünlüdür. Kısa bir süre düşündükten sonra babasına kesin cevabını verir: “Teşekkür ederim ama olmaz!!” Mike, Arizona Üniversitesi’nden çok cazip bir burs teklifi almıştır. Bu sayede hem ailesinden uzaklaşmayacak hem de NCAA tarihinin en iyi 10 antrenöründen biri olan Lute Olson gibi deneyimli hem de point guard yetiştirmesi ile ünlü kurt bir hocayla beraber çalışarak kendisini geliştirebilecektir.

BİBBY-BİBBY’E KARŞI
Mike babasının teklifini reddedip Arizona’nın bursunu kabul etmekle sadece USC’yi iyi bir oyun kurucudan mahrum etmekle kalmamıştı, artık Mike ACC’den sonra en güçlü NCAA ligi olan Pac-10’de USC Trojans’ın ezeli rakiplerinden Arizona Wildcats formasıyla babasına karşı mücadele edecektir. Herkesin beklediği de gerçekleşir Mike, USC’ye karşı oynadığı maçlarda olayı bir gurur meselesine dönüştürerek sahada babasının canını en çok yakan oyunculardan biri olur. Arizona’nın USC deplasmanlarından birinde Mike, Offspring ve Greenday gibi grupların vatanı, Punk’ın başkenti Orange Country-California’dan gelen muhabirlerle yaptığı röportaj sırasında söyle der: “Biliyorsunuz annem babam gibi ünlü biri değil. Ama her defasında biri “Mike Bibby var ya, hani şu Henry Bibby’ni oğlu” dediğinde keşke insanlar: “Mike Bibby, Virginia Bibby’nin oğlu” deseler diye içimden geçiriyorum. Benim her maçımı hem de hiç kaçırmadan seyretmeye gelen annem. Benim şu an burada olmamın nedeni de annem. Babam değil!! Ben işte buyum artık değişemem.” Oğlunun bu söyledikleri kendisine iletilince Henry Bibby de şu cevabı verir: “Bana oğlumla ilgili soru sormayın, duyduğunuz her şey tek taraflı. Ailemizin kirli çamaşırlarını tüm medyanın karşısında ortaya dökecek değilim.” Herhalde bir baba-oğul ilişkisi ancak bu kadar “ayvayı” yiyebilir.

Bir Lute Olson Klasiği: Çabuk hücum, baskılı sert savunma, rakip yarı sahayı geçerken rakibe kurulan tuzaklar ve ardından bolca gelen fast breakler…

MAHŞERİN ATLILARI: MİLES SİMON&MİKE BİBBY
NCAA’de bazı coach’lar freshman oyuncuları özellikle de oyun kurucu olarak oynuyorlarsa ilk yıllarında tecrübeli guard’ların arkasında bekletmeyi tercih ederler. Ama Lute Olson, Bibby’i ilk seyrettiği andan itibaren bu çocuğun potansiyelinin farkındaydı. Zaten kafasında planlayıp sahaya yansıtmak istediği oyun tarzında Bibby kilit bir noktadaydı. Bibby’i Kentucky’e getirtmeye çalışan zamanın Kentucky antrenörü Rick Pitino, Bibby’nin oyununu şu şekilde değerlendiriyor: “Bazı birinci sınıf oyuncuları kolejde ilk maçlarına çıktıklarında bile öyle oynarlar ki onlara çaylak ya da acemi demeye diliniz varmaz. İşte Mike da onlardan biri. Fevkalade bir oyuncu, sadece fiziksel olarak değil beyninde de bu oyunu çok iyi oynuyor. Fikrimi sorarsanız ben bir NBA yıldız adayı görüyorum. Onu mükemmel bir gelecek bekliyor. Beni çok etkiledi. Arizona böyle bir guard’a sahip olduğu için çok şanslı. Keşke Arizona yerine bizi tercih etseydi.” Mike hakikaten Pitino’yu haksız çıkartmadı ve çaylak sezonunda ortalığı toz duman etti. Özellikle Olson’ın istediği oyun tarzına tam olarak uyuyordu. Çabuk hücum, baskılı sert savunma, rakip yarı sahayı geçerken rakibe kurulan tuzaklar ve ardından bolca gelen fast breakler. Open Court hücum etmeyi çok iyi beceren guardlar ve ileri çabuk koşan uzunlar sayesinde Arizona, NCAA tarihinin en çok seyir zevki veren basketbollarından birini oynamaktaydı. Mahşerin atlıları: iki deli fişek, Miles Simon ve Mike Bibby, bu ikiliyi benchten mükemmel destekleyen ama sahada rakibinden çok batıl inançlara yenilen çaylak Jason Terry, (Şu an Atlanta’da oynayan bu abimizin öyle tuhaf ritüelleri var ki; mesela maçtan evvel rakip takımın şortuyla ısınmaya çıkar ya da uğurlu gelen marka çorapları olmadan şut atamayacağına inanır.) Galatasaray’dan da hatırlayacağımız atletik forvet Benneth Davison, süper skorer Michael Dickerson (Memphis Grizzlies) ve A.j Bramlet gibi fiziksel yetenekleri üst düzeyde, çabuk oyunculardan oluşan kadrosuyla Arizona 1996-97 sezonunda fırtına gibi esti. Önüne geleni deviren “Vahşi kediler”, Bibby ve Simon ikilisinin liderliğinde önce Elit Eight’te Paul Pierce ve Raef La Frentz’in Kansas’ını 85-82’lik skorla saf dışı ederek final-four’a kaldı. Bibby ve Simon ikilisinin sıradaki kurbanı Vince Carter ve Antawn Jamison olacaktı. Simon, North Carolina coach’u Dean Smith’e kendisine burs vermediği için öfkeliydi ve bu sayede intikamını da bir nevi almış oluyordu. Arizona takımı iki guardı üzerine kurduğu ve onlarla klasikleşen ön alanda baskı kur, top çal, fast break at tarzı oyunu ile Tar Heels’ı tam 17 top kaybına zorlar. A.j Bramlett içerde Vince ve çetesini blok manyağı yaparken Bibby, topu olabildiği kadar çabuk karşı tarafa geçirerek takımın top kayıpları yapmasını engellemekte, skor yükünü ise yine takımın muhteşem guard ikilisi Bibby ve Simon sürüklemekteydi. Zaten 1997 NCAA turnuvasında Arizona takımının skor gücüne baktığınız zaman takımın bulduğu sayıların büyük bir kısmını Bibby-Simon ikilisinin attığı görürsünüz. Bibby, North Carolina maçında potalara 20 sayı bırakırken aldığı 7 ribaund, 4 asist ve 3 top çalmayla galibiyette baş rolü üstlenen isim oluyordu. Kankası Simon da rakibi sayı bombardımanına tutarak istatistik kağıdına tam 24 sayı yazdırmıştı. Finaldeki rakip ise Rick Pitino’nun Ron Mercer’lı ve Nazr Muhammed’li Kentucky’siydi. İşte şimdi sıra Pitino’yu Bibby konusunda haklı çıkarmaya gelmişti. İnanılmaz tempoda oynanan maçta Arizona, bilinen oyununu daha da sertleştirirken final oynamanın stresiyle biraz da paniğe kapılıyordu. Sahalarından çabuk top çıkartalım derken yapılan hatalar kendi potalarına sayı olarak geri dönmesine rağmen Arizona da yaptığı savunma ve kaptığı toplarla rakibi aynı şekilde cezalandırmaktaydı. Olson ve Pitino’nun taktik savaşında maçın normal süresinde iki taraf da yenişememişti (74-74). Uzatmalarda ise gülen taraf Arizona olacaktı (84-79). Simon 30 sayı atarak tamamladığı bu maçta, sahada yapması gereken her şeyi yaparak belki de kariyerinin en iyi performansını ortaya koyuyor ve haliyle de MVP ödülüne ulaşıyordu. Bibby ise 19 sayı bulmasının yanında 7 ribaund, 4 asist ve 3 top çalmalık performansıyla izleyenleri büyülemişti. Böylelikle Bibby turnuvada 18.0 sayı, 4.8 ribaund ve 3.3 asist ortalamalarına ulaşarak freshman bir oyuncunun takımına ne denli büyük bir katkı sağlayabileceğini gösteriyor ve sezon istatistikleriyle (13.5 sayı, 5.2 asist ve 3.2 ribaund) de haklı olarak Pac-10 Freshman of the Year seçiliyordu. Bibby ve “Vahşi Kediler” 97-98 sezonuna da hızlı girmesine rağmen, bu kez Elit Eight’le yetinmek zorunda kalacaktı. Bibby ise ortalamalarını daha da arttırarak (17.2 sayı, 5.7 asist ve 3.0 ribaund) bu kez Wooden ödülüne gözünü dikmişti ama oylamada 3. olarak ancak Pac-10 yılın oyuncusu ödülüyle avunacaktı.

HAYALLERDEN GERÇEĞE
Mike çevresinin de telkiniyle artık NCAA’de yapabileceği her şeyi gerçekleştirdiğine ve artık hazır olduğuna inanmaya başlamıştı. Annesine bu düşüncelerini açtıktan sonra annesi biraz duraksar ve bu kararı Olson’la beraber alması gerektiğini söyler. Çünkü oğlunun fazla aceleci davranacağından endişelidir. Olson genelde oyuncularının ve özellikle de oyun kurucularının erken profesyonel olmasına sıcak bakmaz ama Bibby gerçekten NBA’e hazırdır ve Olson dayanamayarak NBA Draftlarına katılması gerektiğini söyler. Olson’ın Arizona kariyerinde Brian Williams’tan sonra erken profesyonel olan ilk oyuncusunun Bibby olduğunu söylersem Olson’ın bu tutumunda ciddi olduğunu sanırım hepimiz görebiliriz. Üstelik Olson’ın geçtiğimiz yıl Jason Gardner’ı takımda tutmak için yaptıklarını da biliyoruz. Hatta kimi iddialara göre Olson’ın scoutlara para vermiş ve bu scout’lar yaz liginde oynayan Gardner’a bilinçli olarak ilk turda seçilemeyeceğini sızdırmıştır. Sonuçta Bibby biricik annesi Virginia ve Coach Olson’ın da katılacağı bir basın toplantısı düzenler. Öncelikle Olson’a üzerindeki emekleri için teşekkür ettikten sonra toplantının gerçek nedenini açıklar: “Çocukken iki rüyam vardı. Birincisi NCAA şampiyonu olmak. İkincisi ise NBA’de oynamak. İlkini gerçekleştirdim sanırım sıra artık ikincisine geldi.” Basın toplantının sonunda Lute Olson şöyle der: “Bu çocukla ilgili en çok özleyeceğim şey onunla saha dışındaki ilişkimiz olacak. O, olağanüstü bir genç. Ahlaki değerlere önem veriyor. NBA için gereken her şeye sahip üstelik herkesin tanıdığı biri olmasına rağmen hala arkadaşlarıyla Burger King’e gidip takılıyor. Şöhret bu çocuğu bozamaz. Onun gibi bir oyun kurucuyla iki yıl beraber çalışmış olmaktan dolayı gurur duyuyorum.”

Scoutların da Mike hakkındaki raporları oldukça olumdur; Mesela Gregory Romeno’nun raporunda aynen şunlar yazmaktadır: “Gary Payton’dan sonra gördüğüm en iyi oyun kurucu. Olson ekolü guardlarından Damon Stoudemire’dan çok daha yetenekli. Kimse 20 sayı 10 asist ortalaması ile oynarsa şaşırmasın . Bence birkaç yıl içinde NBA’in tartışmasız en iyi oyun kurucusu olacak.”

98 NBA DRAFT’I
1998 Draft’ı gelip çattığında Mike’ın birinci ya da ikinci sıradan seçilmesine neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu ki bunu gerçekleştirdiği takdirde bir zamanlar San Antonio’nun süper forveti -günümüzün ise maç anlatıcısı- Sean Elliot’tan (1989-3.sıra) sonra ilk 3 sırada seçilen ilk Wildcat olacaktı. 1998 yılı gerçekten çılgın bir drafta şahit oluyordu . Bizim de Houston tarafından 18.sırada seçilen Mirsad’la ilk Türk oyuncusunu NBA’e göndermenin sevincini yaşadığımız bu draftta, Vince Carter, Antawn Jamison, Dirk Nowitzki, Paul Pierce, Jason Williams gibi bir çok yıldız oyuncu seçilecekti. Bibby ise hayal kırıklığına uğrayacak ve seçilmeyi beklediği ilk sırayı Michael Olowokandi’ye kaptırarak ikinci sırada Vancouver Grizzlies tarafından seçiliyordu.

MUHTEŞEM GUARD İKİLİSİNİN DİĞER FERDİ: MİLES SİMON
Bu noktada biraz da Bibby’nin takım arkadaşı Miles Simon’dan bahsetmek istiyorum. Final Four MVP ödülüne rağmen Simon ancak 42. sırada Orlando tarafından seçilerek büyük bir düş kırıklığına uğrayacaktı. 42 sırada draft olmak bir oyuncu için ilk turun başlarında seçilmek kadar avantajlı olmasa da unutmayalım ki Simon’ın bir sıra üstünde kendisine yer bulan oyuncunun ismi Cutino Mobley’dir!! Simon biraz da kendi hatalarının kurbanı oldu. Kendisine fiziksel olarak zayıf kaldığını kilo alması gerektiği söylendiğinde hangi süpersonik zekanın tavsiyesine uyduysa adamımız sabah-akşam Junk food yer. Hatta McDonalds’ta 10 hamburger sipariş ettiğine dair espriler yapılmaktaydı. Doğal olarak ki arkadaşımız kas yerine yağ depolar ve bir de bunları eritmekle uğraşır. Kendisini seçen takım da onun bir başka şanssızlığıdır. Orlando, Anfernee “Penny” Hardaway’e sahipken tutup da Miles Simon’ı oynatmayacaktır. Toplam 5 maçlık NBA macerasında Simon ancak 2 sayı bulabilir ve çoğu haftayı da sakat olsun ya da olmasın injured list’de geçirir. Bibby ve Simon telefonda dertleştiklerinde Bibby, Vancouver’da sosyal hayatın olmamasından ve soğukta donduğundan yakınır. Florida’nın sıcak kumsallarında gezmek için bolca fırsatı olan Simon ise plaj ve kızlar dışında Orlando’da hiçbir şeyin beklediği gibi gelişmediğinden dert yanar. Simon’ın hikayesinin gerisi CBA ve Avrupa’da devam eder. Maccabi Ironi Raana’da tutunamaz. Oradan İtalya ikinci lig takımlarından Livorno Basket’e gider, oradan kısa bir Palacanesto Varese macerası ve tekrar CBA’e geri dönüş. Potansiyeli olan bir oyuncuyu bu halde görmek gerçekten üzücü.

NBA’DEKİ İLK YILLAR: “GRİZZLİES MACERASI”
Konumuza geri döndüğümüzde soğuk iklimi saymazsak Bibby, Grizzlies’teki halinden oldukça memnundur. Tabii ki o zamanlarda Grizzlies, Elvis’in şehri Memphis yerine Kanada’nın güzide ama soğuk şehri Vancouver’da bulunmakta. Burada Bibby için en olumlu durum çaylak bir oyuncunun isteyebileceğinden de fazla süre alacak olmasıdır. Tam bu sırada, özellikle Patrick Ewing sağolsun, profesyonel basketbolcular, salonların girişine “Bu iş yerinde grev vardır.” yazısı asarak halay çekmeye gider. Sezonun başlaması da geciktikçe gecikir. Ewing-Stern görüşmeleri tüm şiddetiyle devam ederken oyuncular da ne yapacaklarını bilememektedir. Bu sırada sezona hazır girmek isteyen Bibby’nin aklına bir fikir gelir ve idolü Jason Kidd’i arar. Jason’a sezona beraber hazırlanıp hazırlanamayacaklarını sorduğunda Mike kendisini çok mutlu eden bir cevapla karşılaşır. Sahada kendisine örnek aldığı oyuncuyla birlikte yeni sezona hazırlanacaktır. Bu çalışmalar Bibby için verimli geçer. Bu arada herhalde Pat, Jay Leno’nun kendisi hakkındaki esprilerinden sıkılmış olacak ki David Stern’le anlaşır. Bibby’nin kendisini NBA tanıtma zamanı gelmiştir. 13.2 sayı ve 6.5 asist ortalamalarını tutturup sahada maç başına yaklaşık 35 dakika kaldığı başarılı çaylak sezonunun ardından Bibby Çaylak ilk beşine seçilir. Ayrıca yakaladığı 6.5 asist ortalamasıyla çaylaklar arasında bu kategorinin lideri olmakla kalmaz ayrıca NBA’in de en iyi 15 ismi arasına girer. İkinci sezonunda ise hem şut isabet yüzdelerini hem de ortalamalarını yükseltir (14.4 sayı, 8.1 asist), Dallas’a karşı ustası Kidd’e özenerek 14 sayı, 11 asist ve 11 ribaund’la kariyerinin ilk triple-double’ını yapar. Ayıca All-Star haftasonunda Schick Rookie Challenge’da forma giyer. Vancouver’daki son sezonunda ise istatistiklerini biraz daha düzeltir ve sayı ortalamasını 15.9’a, asist ortalamalarını da 8.4’e çıkartır.

J-WİLL / BİBBY TAKASI; SACRAMENTO GÜNLERİ
1998-99 sezonunda Vlade Divac, Chris Webber ve Jason Williams katılmadan evvel Kings şehrin tek profesyonel spor takımı olması nedeniyle müthiş seyirci desteğine sahip ama başarıdan yoksun bir takımdı. Mitch Richmond, Mahmoud Abdul Rauf, Billy Owens gibi oyuncular artık kariyerlerinin sonuna gelmişti. 98 yazında takımda yapılan operasyonla kadrosunu yenileyen Kings, o müthiş seyirci desteğini de arkasına alarak iddialı bir takım haline dönüşmüştü. Her ne kadar Kings maçları ülkemizde o zamanlarda sıkça yayınlanmasa da hepimiz jeneriklerdeki Webber’in smaçlarını ve Williams paslarını ezberlemiştik. Hele Williams’ın sanki bir sihirbaz edasıyla yaptığı hareketler çoğumuzun nefesini kesmişti. Ama özellikle Hidayet’in Sacramento tarafından draft’ta seçilmesi sonucu daha da sık izlediğimiz maçlar sonrası gördük ki J-Will aslında sadece iyi bir şovmendi. Maç boyunca sahada kafasına göre takılan, ara sıra jeneriklik, NBA action’lık birkaç pas vermesini saymazsak takımını iyi oynatmıyordu ve şutu çok zayıftı. Buna rağmen yaptığı bazı hareketlerin yenilir yutulur cinsten olmaması nedeniyle de taraftarın en çok sevdiği oyuncuların başında geliyordu. İşte tam bu sırada gelen Lakers hezimetinin ardından Kings, çok cesur bir karar alarak NBA tarihinin en önemli takaslarından birine imza attı. Jason Williams koluna Nick Anderson’ı takarak Memphis yollarına düşerken karşılığında Kings, Mike Bibby ve Brent Price’ı kadrosuna kattı. Duygusal davranılmadığı zaman çoğu otoritenin bu takasla ilgili görüşleri benzerdir: Kings çok iyi bir iş yapmıştır çünkü Williams sadece spektaküler bir oyuncuydu ama Bibby sonuca giden sade bir basketbol oynuyordu. Ve otoriteler bu sezon haklı çıktılar. Kings bu takastan çok karlı çıktı ve 60 galibiyet barajına ulaştı. Ben J-Will‘e sempati duymama rağmen yaptığı bir iki hareketle tüm maçı geçiştirmesine sinirlenenlerdenim sonuçta bu “Nike Free Style” yarışması değil. Skora etki etmediği sürece ne yaparsa yapsın fazla bir anlam taşıdığını düşünmüyorum. Üstelik Bibby her yıl kendisini geliştirirken. Williams ise gerilemekteydi. %30 gibi kötü bir 3 sayılık atış yüzdesine sahip olmasına rağmen NBA’in en fazla üçlük kullanan oyuncularının başında geliyordu. Bu arada orta mesafe şutları azalmış ve asist ortalaması ise 7.3’ten 5.4’e, sayı ortalaması ise 12.3’ten 9.4’e gerilemişti. Bu takas aslında Williams için de yararlı oldu çünkü genç ve deli dolu Grizzlies siteminde kendini toparlamış bir Jason Williams çok büyük işler yapabilir. Bu yıl özellikle beklenen karşılaşmalardan biri de Kings-Grizzlies maçıydı. Herkes Bibby/Williams düellosundan kimin galip çıkacağını merak ediyordu. Maçı kendi evinde Grizzlies kazanırken bizim guard’ların savaşının beraberlikle sonuçlandığını rahatça söyleyebiliriz. Bibby maçı 20 sayı, 11 asist, 6 ribaund ve 1 top çalma ile tamamlarken J-Will ise 19 sayı, 13 asist, 3 ribaund ve 4 top çalma gerçekleştiriyordu. Bibby’nin bu seneki performansına göz attığımızda top kayıplarını inanılmaz derecede azalttığını görüyoruz. Hele playofflara gelindiğinde Bibby’e ayrı bir paragraf açmak zorundayız. Mike birinci turda John Stockton’ı sahaya gömerken (Eğer Jazz yönetimi bu adamı birkaç sene daha oynatırsa gerçekten Stockton’ı sahaya gömmek zorunda kalabilirler.) 21.8 sayı ortalaması yakaladığı ikinci turda NBA’in bir başka üst düzey oyun kurucusu olan Steve Nash’i sahadan siliyordu. Lakers’a karşı ise Kobe’den sürekli yumruk, dirsek, omuz yemesine rağmen 22.7 sayı ortalaması ile oynadı.

Bibby artık bir NBA yıldızı, kendi ailesini kurdu ve babasıyla da yavaş yavaş arasını düzeltiyormuş. Geçen ay Sacramento ile 7 yıllığına 80 milyon $’lık bir anlaşma imzalayan Bibby her şeyiyle medyatik bir şahıs ama kendi özel hayatına müdahale eden herkes için koluna yaptırdığı çok anlamlı bir dövme var! Reggie Miller düşmanı Knicks’li yönetmen Spike Lee’nin filmlerindeki kötü adam olan ve birkaç yıl evvel şaibeli bir cinayete kurban giden ünlü rap şarkıcısı Tupac’in bir şarkısından alınıp Bibby’nin koluna kazıdığı sözler aynen şöyle: “Only God Can Judge Me”: Beni sadece Tanrı yargılayabilir!!
  Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 2 (0 üye ve 2 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Ay Hikayeleri XII GooD aNd EvıL Eskiler (Arşiv) 0 10-28-2007 11:54 AM
Ay Hikayeleri X GooD aNd EvıL Eskiler (Arşiv) 0 10-28-2007 11:53 AM
Ay Hikayeleri VII GooD aNd EvıL Eskiler (Arşiv) 0 10-28-2007 11:53 AM
Ay Hikayeleri II GooD aNd EvıL Eskiler (Arşiv) 0 10-28-2007 11:50 AM
NBA Superstarlarının Hayat Hikayeleri Spy_MasteR Basketbol 10 07-06-2007 11:19 PM

Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:45 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.