www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 10-04-2005, 06:35 PM   #1
Misyoner
Guest
 
Misyoner Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: düşünmeM lazıM
Yaş: 38
Mesajlar: 0
Teşekkür Etme: 30
Thanked 111 Times in 77 Posts
Üye No: 916
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 5544
Rep Derecesi : Misyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Uluslar Arası Gelişmeler...

Anti-Komintern Pakt

1936 Kasımında Berlin-Roma Mihveri kurulduğu bir sırada, öte yandan Berlin-Tokyo Mihveri de kuruldu. Bu, Almanya ile Japonya'nın Sovyet Rusya'ya ve Komintern'in milletlerarası komünizm faaliyetine karşı imzalamış oldukları Anti-Komintern Pakt'tır.

1935 tarihli Fransız-Sovyet ittifakının Almanya üzerinde yarattığı tepki, sadece Ren boylarının Almanya tarafından militarize edilmesi sonucunu vermemiş, fakat aynı zamanda Almanya 1936 Martından itibaren komünizme ve dolayısıyla Sovyet Rusya'ya karşı geniş bir kampanya açmıştır. Fakat bu kampanya özellikle yaz aylarında şiddetlenmiştir. Bunun da sebebi, 1936 Ağustosunda Sovyet Rusya'nın askerlik çağını 21 yaştan 19'a indirmesidir. Fransız-Sovyet ve Sovyet-Çekoslovak ittifaklarından sonra Sovyet Rusya'nın bu askeri tedbirleri Almanya'yı sinirlendirmiştir.

Hitler, 12 Eylül 1936'da verdiği bir söylevde Ukrayna'nın, Ural'ların ve Sibirya'nın tabii zenginliklerinden ve Nasyonal-Sosyalizm sayesinde bu toprakların erişeceği refah seviyesinden söz ediyor ve 14 Eylüldeki söylevinde de Bolşevizmi, "en büyük can düşmanımız" diye nitelendiriyordu.

Sovyet Savunma Bakanı Mareşal Voroşilov da 16 Eylüldeki söylevinde Sovyetlerin nerede ve ne zaman olursa olsun, her türlü savaşa hazır olduğunu söylüyordu. Almanya'nın bu faaliyeti ve davranışı Japonya'yı Almanya'ya yaklaştırmıştır. Japonya, Mançurya ve Jehol'ü ele geçirdikten sonra, İç Moğolistan'da faaliyete geçmişti. Bu Japonya'nın Asya'nın ortalarına kadar ilerleme niyetinin bir işareti idi. Bunu farkeden Sovyet Rusya, 12 Mart 1936 da Dış Moğolistan Halk Cumhuriyeti ile bir ittifak antlaşması imzaladı. Bu ittifak tabiatıyla Japonya'ya yöneltilmişti ve Sovyet Rusya, Japonya'ya bunu açıkça bildirmişti.

Öte yandan Japonya, Çin'e girmek için de hazırlanmaktaydı. Böyle bir hareket ise, Çin komünistlerini destekleyen Sovyet Rusya ile Çin milliyetçilerini destekleyen Birleşik Amerika'nın tepkisine sebep olabilirdi. Yani, Almanya'nın Fransa ile Sovyet Rusya arasında kalması gibi, Japonya da kendisini Sovyet Rusya ile Birleşik Amerika arasında sıkışmış gibi görmekteydi.

Gerek Almanya, gerek Japonya için ortak tehlike Sovyet Rusya görünüyordu. Bu sebeplerle, 25 Kasım 1936'da iki devlet Anti-Komintern Paktı imza ettiler. Anlaşma açık ve gizli olmak üzere iki kısımdı. Açık kısma göre, taraflar Komünist Enternasyonalinin (Komintern) faaliyetleri ve buna karşı savunma tedbirleri hakkında birbirlerine danışacaklar ve temas halinde bulunacaklardı. Memleketlerindeki komünist faaliyetlerine karşı sert tedbirler alacaklar ve bu konudaki işbirliğini sağlamak için de devamlı bir komite kuracaklardı.

Gizli kısma göre de, taraflardan biri Sovyet Rusya'nın kışkırtılmamış bir saldırısına veya saldırı tehdidine hedef olursa ortak menfaatlerini korumak için alınacak tedbirler hakkında birbirlerine danışacaklar ve ayrıca, birbirlerine haber vermeden Sovyet Rusya ile hiçbir siyasal anlaşma yapmayacaklardı. Pakt'ın süresi, 3'üncü Enternasyonal'in devamı süresince idi. Anti-Komintern Pakt'a İtalya 6 Kasım 1937'de katılmış ve Berlin-Roma-Tokyo Mihveri teşekkül etmiştir.
Misyoner çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2005, 06:36 PM   #2
Misyoner
Guest
 
Misyoner Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: düşünmeM lazıM
Yaş: 38
Mesajlar: 0
Teşekkür Etme: 30
Thanked 111 Times in 77 Posts
Üye No: 916
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 5544
Rep Derecesi : Misyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Ynt: Uluslar Arası Gelişmeler...

Bağdat Paktı



1955 yılından itibaren nasıl Balkan İttifakı sarsılmaya başlamış ise, Türkiye'nin 1955 Şubatı'nda meydana getirdiği Bağdat Paktı da aynı şekilde önemli sarsıntılar geçirmiştir. Türkiye, 1954 Ağustosu'nda Balkan İttifakı'nı gerçekleştirir gerçekleştirmez hemen arkasından, yine 1954 yazından itibaren bir de Orta Doğu'da bir savunma ittifakı sistemi meydana getirmek için faaliyete geçti. Fakat bu faaliyetin esas kaynağını, Birleşik Amerika Dışişleri Bakanı John Foster Dulles'ın bir tasarısı teşkil ediyordu.

Kore Savaşı, Amerika Dışişleri Bakanı'nı, komünist emperyalizmi tehlikesine karşı daha güçlü tedbirler almaya sevketmişti. Dulles, Orta Doğu memleketlerini de bir ittifak sistemi içinde toplamak istiyordu ve bu amaçla 1953 Mayısı'nda bütün Orta Doğu memleketlerini teker teker ziyaret etti. Bu arada 25-27 Mayıs 1953 günlerinde Ankara'ya da geldi ve bu ülkelerle görüşmeler yaptı.

Bu sırada İngiltere ile Mısır arasındaki Süveyş anlaşmazlığı henüz çözümlenmemiş ve Arap memleketleriyle İsrail arasındaki münasebetler de gerginliğini muhafaza ediyordu. Bu sebeple, Dulles, bütün Orta Doğuyu kapsayacak bir savunma sisteminin kurulması için gerekii müsait atmosferi bulamadı ve Washington'a dönüşünde radyo ve televizyonlarda yaptığı bir konuşmada, Arap ülkelerinin İsrail, İngiltere ve Fransa ile olan çatışmalara bütün dikkatlerini çevirmiş olduklarını ve bundan ötürü de Sovyet komünizmi tehlikesine hemen hiç aldırmadıklarını söylemiş ve "Bir Orta Doğu Savunma Teşkilatı meselesi, yakın bir ihtimal olmaktan ziyade, ancak geleceğe ait bir iştir" diyerek, kurmak istediği Kuzey Seddi (Northern Tier) tasarısını ileriye attı.

Fakat Türkiye, Amerika tarafından terkedilen bu fikrin peşini bırakmadı. 27 Temmuz 1954'te, İngiltere ile Mısır arasındaki Süveyş anlaşmazlığını sona erdiren antlaşma parafe edildi ve bu antlaşma 19 Ekim 1954'de de imzalandı.

Bu antlaşmanın ilgi çeken tarafı, 17 Haziran 1950 tarihli Arap Ligi Devletleri Ortak Savunma Antlaşması'nı imzalayan devletlerden birine veya Türkiye'ye, silahlı bir saldırı olması halinde, İngiltere'nin Süveyş Kanalı'na asker sokmak hakkını kazanmasıydı.

Antlaşmanın bu hükmünün ve Mısır'ın da bu hükme rıza göstermesinin, Türkiye'yi, Orta Doğu Savunma sisteminin kurulması hususunda büyük ümitlere sevkettiği anlaşılmaktadır. Çünkü, Irak Başbakanı Nuri Said Paşa'nın Ankara'ya yaptığı on günlük bir ziyaret sonunda 18 Ekim 1954'te yayınlanan bir bildiride Türkiye ile Irak'ın Orta Doğu'da bir güvenlik teşkilatı kurmaya karar verdikleri ve Türkiye'nin Arap devletlerinin meşru menfaatlerine aykırı bir politika izlemiyeceği bildirildi. Bu son cümle ile anlatılmak istenilen, Türkiye'nin İsrail meselesinde Arapların meşru menfaatlerine aykırı hareket etmiyeceği ve İsrail'i körü körüne desteklemiyeceği idi.

Arap devletlerine bir taviz verilmek isteniyordu. Irak ile Türkiye'nin bir Orta Doğu savunma teşkilatı kurma teşebbüsleri, başta Mısır olmak üzere Arap devletleri tarafından tepki ile karşılandı. Çünkü, İngiliz-Mısır Süveyş antlaşmasının parafe edilmesinden sonra, Mısır, kendi liderliği altında bir Arap devletleri bloku kurmak üzere diplomatik faaliyetini birdenbire arttırmıştı.

Mısır Milli İstikamet Bakanı Salah Salim, Ağustos ve Eylül aylarında, Bağdat da dahil olmak üzere bütün Arap başkentlerini ziyaret ederek görüşmelerde bulunmuştu. Yine Mısır'ın Suudi Arapistan ve Pakistanla yaptığı temaslardan sonra, Eylül ayında, Doğu ve Batı blokları arasında bir denge unsuru olmak üzere, bir İslam Kongresi'nin kurulması dahi söz konusu olmuştur.

Şimdi Türkiye ile Irak'ın Mısır'dan önce davranarak, bir Orta Doğu güvenlik teşkilatı kurmak için harekete geçmeleri Başkan Nasır'ın kendi liderliği altında gerçekleştirmek istediği Arap blokunu engelleyici nitelikte ve daha da önemlisi, Mısır'ın liderliğini köstekleyici nitelikte idi. Bunun için Mısır'ın tepkisi sert oldu. Kurulacak olan güvenlik teşkilatına katılmıyacağını hemen açıkladı.

Mısır'ın bu tutumu diğer Arap ülkelerini de etkiledi ve bunlar Türk-Irak teşebbüsüne karşı çekingen bir durum aldılar. Bu durum da Türkiye ile Irak'ın teşebbüsünü köstekleyici nitelikte idi. Bu sebeple Türkiye Başbakanı Menderes, 1955 Ocak ayında Şam ve Beyrut'u ziyaret etti. Suriye kurulacak pakta katılmayı reddetti. Lübnan ise, Mısır ile Suriye'nin bu redleri karşısında, bu pakta katılmaya birdenbire karar veremedi.

Orta Doğu Güvenlik Paktı meselesi, Arap Ligi Konseyi'nin 22 Ocak-6 Şubat 1955 arasında yaptığı toplantıda tartışma konusu oldu. Mısır, Suriye ve Suudi Arapistan Pakt'a karşı şiddetli cephe aldılar. Irak ise Pakt fikrini savundu. Lübnan ile Ürdün uzlaştırıcı bir rol oynamak istedilerse de, Konsey toplantısı sonuç vermeden dağıldı. Bu durum karşısında Türkiye ve Irak 24 Şubat 1955 de Bağdat Paktı'nı imzaladılar.

Taraflar arasında "güvenlik ve savunma" konusunda işbirliği yapılmasını öngören bu Pakt'ın 5'inci maddesine göre, bu Pakt'a her devlet katılabilirdi. Yalnız şu şartla ki, bu devletin ya bir Arap Ligi üyesi olması veya taraflarca "tanınmış" olması gerekmektedir. Bunun anlamı şuydu ki, İsrail için bu Pakt'a katılma imkanı yoktu. Çünkü bir Arap devleti olan Irak İsrail'i tanımamıştı. Şüphesiz bu hüküm, diğer Arap devletlerinin İsrail düşmanlığına verilmiş bir tavizdi. Bağdat Paktı imza edilirken, diğer Arap devletleri ve özellikle Lübnan ve Ürdün'ün buna katılması halinde, Mısır-Suriye blokunun izole edilmiş olacağı va sonunda da yalnız kalan bu devletlerin, ister istemez Pakt'a katılacakları düşünülmüştü.

Fakat düşünülen gerçekleşmedi. Lübnan ve Ürdün nezdinde yapılan teşebbüsler bir sonuç vermedi. Bununla beraber, bu iki devlet Mısır-Suriye blokuna da katılmadılar. Pakt'ın imzasından sonra Mısır ve Suriye, Türkiye ve Irak'a karşı geniş bir kampanya açtılar.

Bağdat Paktı, Batı emperyalizminin bir vasıtası, İsrail'e hizmet eden bir alet olarak gösterildi. Mısır ve Suriye'nin bu kampanyasını etkisiz bırakmak için Paktın genişletilmesine çalışıldı. 4 Nisan 1955 de İngiltere, 23 Eylül 1955 de Pakistan ve 3 Kasım 1955'de de İran Bağdat Paktı'na katıldılar. İngiltere'nin katılması Mısır ve Suriye'nin eline yeni bir silah verdi. Bu da Bağdat Paktı'nın İngiltere'nin Orta Doğu'daki sömürgeciliğinin yeni bir eseri olduğu idi. İran'ın katılması ise büyük bir şey ifade etmedi. Zira Pakistan ve İran Orta Doğu'nun Arap kuşağına dahil değildi. Böylece Bağdat Paktı Arap devletlerinin desteğinden tamamen mahrum kaldı. Bu da Pakt için önemli bir zaaf oldu.

Öte yandan, Arap ülkelerinde doğan muhalefet karşısında Amerika da Pakt'a katılmaya cesaret edemedi. Bu da Pakt'ın ikinci büyük zaafı oldu. Böylece Bağdat Paktı, gerçekleştirmek istediği gayeye oranla, çok zayıf temeller üzerine oturtulmuş garip bir bina oluyordu.

Mart 1955 başlarında bir yandan Mısır ve Suriye, öte yandan da Mısır ve Suudi Arapistan, aralarında birer askeri pakt imzalamaya karar verdiler. Yemen de bunlara katılacağını bildirdi. Gerçekten, 20 Ekim 1955 de Mısır-Suriye 27 Ekim 1955 de Mısır-Suudi Arapistan savunma antlaşmaları imzalandı.

21 Nisan 1956'da da Mısır-Suudi Arapistan-Yemen savunma antlaşması imzalandı. Orta Doğu'da Bağdat Paktına karşı mukabil bir blok ortaya çıkmış oluyordu. Her iki blokun dışında kalan Lübnan ve Ürdün de gözönünde tutulunca, Bağdat Paktı, Orta Doğu'da ve özellikle Arap kuşağında birleştirici bir rol oynamak isterken, bu kuşağı üç parçaya ayırmış olmaktaydı. Bu parçalanmadan ve parçalar arasındaki rekabetten Sovyet Rusya faydalanmıştır. Böylece Bağdat Paktı'nın bir sonucu da, Sovyetlerin Orta Doğu'ya girmesi olmuştur.

Halbuki bu Pakt Sovyet tehdidine karşı bir savunma bloku teşkil etmek için kurulmuştu. Oysa tamamen aksi oldu. Çünkü, Mısır, Bağdat Paktı'na karşı mukabil bir blok kurmakla da yetinmeyip, sözde İsrail'in muhtemel bir saldırısına karşı kendisini kuvvetli bulundurmak için, 1955 sonbaharından itibaren Sovyet Rusya ve peykleriyle silah alışverişine girişti.

Suriye Sovyetlerle yakınlık kurmakta Mısır'dan da ileriye gitti. Bu iki devlet Sovyetler Birliğini adeta Orta Doğuya çektiler. Bu ise Orta Doğu'daki Doğu-Batı mücadelesini daha da şiddetlendirdi. Şimdi, 1950 de faaliyet alanlarını Avrupa'dan Uzakdoğu'ya aktaran Sovyetler Birliği, bu gelişmelerle faaliyetlerini Uzakdoğu ve Asya'dan Orta Doğu'ya aktarmış oluyordu. Bu ise 1956'dan itibaren Orta Doğu buhranlarını daha da şiddetlenmeye götürecektir.

Orta Doğu buhranları Bağdat Pakt'ını bambaşka bir nitelik ve gayeye götürecektir. 14 Temmuz 1958'de Irak'da patlak veren ihtilalin sonunda gerek monarşinin ve gerek Nuri Said rejiminin yıkılması ve General Kasım'ın liderliğinde 1963 yılına kadar devam edecek rejimin Irak'ın kaderine egemen olması üzerine, Irak Bağdat Pakt'ından çekilmiş ve bundan sonra Pakt'ın adı değiştirilerek Merkezi Antlaşma Teşkilatı (Central Treaty Organization - CENTO) olmuştur.

CENTO ise, faaliyetlerinin yönünü, daha ziyade üyeler arasındaki ekonomik, kültürel ve teknik işbirliğine çevirmiş ve bunda da daha belirli başarılar kazanmıştır. Öte yandan, Bağdat Paktı'nın geçirdiği bu nitelik değişikliği Birleşik Amerika'yı Paktın bu yeni şekliyle çok daha yakından ve sıkı bir işbirliğine yöneltmiştir.
Misyoner çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2005, 06:37 PM   #3
Misyoner
Guest
 
Misyoner Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: düşünmeM lazıM
Yaş: 38
Mesajlar: 0
Teşekkür Etme: 30
Thanked 111 Times in 77 Posts
Üye No: 916
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 5544
Rep Derecesi : Misyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Ynt: Uluslar Arası Gelişmeler...


Balkan Antantı



Türkiye, Milletler Cemiyeti'ne katıldığı zaman, Balkan devletleri arasında da büyük bir yakınlaşma ve işbirliği başlamıştı. Bu gelişme 1934 yılında Balkan Antantı denen ittifakı ortaya çıkarmıştır. Balkanlılar arasındaki yakınlaşmanın esas unsuru ise 1930 Ekimi'ndeki TürkYunan Anlaşmalarının doğurduğu TürkYunan yakınlaşmasıdır.

Öte yandan, Locarno Anlaşmaları, Kellogg Paktı ve Litvinov Protokolu gibi barışçı teşebbüslerle, Küçük Antant gibi statükocu ittifakların ortaya çıkması da, Balkanlardaki işbirliğinde teşvik edici etkenler olmuştur.

Balkan Birliği konusundaki ilk adımlar Balkan hükümetleri tarafından değil, fakat gayrı resmi çabalarla atılmıştır. Dünya Barış Kongresi Derneği'nin 1929 Ekimi'nde Atina'da yaptığı toplantıda, Kongre başkanı ve eski Yunan başbakanlarından Aleksandr Papanastasiyu devamlı bir Balkan Antantı kurulması fikrini ortaya atmış ve Türkiye dahil bütün Balkanlı delegasyonlar bu fikri kabul ederek, 1930 Ekimi'nde Atina'da Birinci Balkan Konferansı açılmıştır.

Bundan sonra bu konferanslar Atina, İstanbul, Bükreş ve Selanik'te olmak üzere her yıl tekrarlanarak, Balkan milletleri arasında bir işbirliği kurulmuştur. Bu konferanslar sonunda, Balkan Ticaret ve Sanayi Odası, Balkan Denizcilik Bürosu, Balkan Ziraat Odası, Balkan Turist Federasyonu, Balkan Hukukçuları Komisyonu, Balkan Tıb Federasyonu gibi teşekküller ortaya çıkmıştır.

1932 de yapılan Üçüncü Balkan Konferansı ise bir Balkan Paktı tasarısı ortaya çıkarmıştır ki, bu suretle işbirliği faaliyetleri bununla siyasal münasebetler alanına geçirilmiş olmaktaydı. Bununla beraber, siyasal işbirliğinin gerçekleşmesi hemen mümkün olmadı. Balkan Konferanslarında görülmüştü ki, özellikle Bulgaristan işbirliğinde çekingen davranmaktadır.

Arnavutluk ile Bulgaristan, Balkan Konferanslarında, revizyonist gayelerini dolaylı bir şekilde belirterek azınlık meselelerinin de tartışmasında ısrar etmişler, fakat Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya buna engel olmuşlardır. Bununla beraber, özellikle Türkiye uzlaştırıcı bir politika izleyerek Bulgaristan'ın tam işbirliğini, sağlamaya çalışmış, lakin muvaffak olamamıştır.

1933 Şubatı'nda Küçük Antant'ın devamlı bir statü ve teşkilat kurması ve Almanya'da Nazi Partisi'nin iktidara geçmesi, Balkanlıları da harekete geçmeye sevketmiş görünmektedir. Türkiye ve Yunanistan, siyasal alanda da Balkanlarda bir işbirliği kurulmasına ve bu konuda bir paktın imzasına karar verip, 1933 Mayısı'nda bu düşüncelerini Bulgaristan'a da bildirdiler. Lakin Bulgaristan teklife yanaşmayınca, Türkiye ve Yunanistan 14 Eylül 1933 de bir Samimi Anlaşma Paktı (Pacte d'Entente Cordiale) irnzaladılar.

10 yıl için imzalanmış olan bu Pakt ile, iki devlet sınırlarını karşılıklı olarak garanti ediyorlardı. Bu hüküm, Makedonya üzerindeki emellerinden bir türlü vazgeçmek istemeyen Bulgaristan'da tepki ve sinirlilik uyandırdı. Bulgaristan'ın bu şüphelerini gidermek ve Bulgaristan'ı da bu Pakt'a almak için Türkiye Başbakanı İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Sofya'ya gittilerse de, olumlu bir sonuç elde edemediler.

TürkYunan Paktı, Romanya'yı harekete geçirdi ve Romanya Dışişleri Bakanı Titulescu'nun Ankarayı ziyareti sırasında, 17 Ekim 1933'te, Türkiye ile Romanya arasında Dostluk, Saldırmazlık, Hakem ve Uzlaşma Antlaşması imzalanmıştır. Romanya'yı bu antlaşmayı imzalamaya götüren sebeplerden biri, Bulgaristan'ın revizyonist isteklerinden çekinmesi, diğeri de kendi deniz ticaretinin, Boğazlar'da serbest geçişin bekçisi olan Türkiye'ye bağlı bulunmasıydı.

Türkiye'nin yaptığı bu anlaşmalar, Bulgaristan'ı sinirlendirdiğinden, Bulgar basını Türkiye aleyhine kampanya açmış ve bu kampanya Türk basını tarafından, cevapsız bırakılmamıştır. Lakin Bulgaristan'ın bu tutumu Yugoslavya'yı da korkuttuğundan, Türk Dışişleri Bakanı'nın Belgrad'ı ziyareti sırasında Türkiye ile Yugoslavya arasında 27 Kasım 1933'de bir Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalamıştır.

Yugoslavya'yı bu antlaşmayı imzalamaya götüren sebep, Bulgaristan'dan duyduğu endişe olduğu kadar, İtalya'nın Arnavutluk'ta kurduğu kontrolün kendisi bakımından yarattığı tehlike idi. Görüldüğü gibi, bu ikili anlaşmaların hepsinin pivotunu Türkiye teşkil etmekteydi.

Bu anlaşmaların her üçü de aynı gayeyi taşıdığına ve gayelerde bir farklılık olmadığına göre, yapılması gereken normal iş, dört devletin tek bir antlaşma ile birbirlerine bağlanmaları idi. İşte bu iş 9 Şubat 1934 tarihinde Balkan Antantı'nın imzası ile gerçekleştirildi. Balkan Antantı ile taraflar, sınırlarını karşılıklı olarak garanti altına alıyorlar ve birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan devletiyle birlikte bir siyasal harekette bulunmamayı veya bir siyasal anlaşma yapmamayı taahhüt ediyorlardı.

Balkan Antantı'nın ortaya çıkmasında nasıl baş rolü Türkiye oynadıysa, bu Antant'a sonuna kadar sadakatla bağlanan da Türkiye oldu. Fakat bu siyasal antlaşma, dört Balkan devleti arasında amaç edinilen sıkı siyasal işbirliğini gerçekleştiremedi ve başlangıçtan itibaren bazı zayıflık unsurlarına sahip oldu.

Antant ile birlikte gizli bir protokol de imzalanmıştı. Buna göre, taraflardan biri Balkanlı olmayan bir devlet tarafından saldırıya uğrar ve bir Balkan devleti de saldırgana yardım ederse, diğer taraflar bu Balkanlı saldırgana karşı birlikte savaşa gireceklerdi. Fakat bu Protokol üzerine Türkiye, bir Rus-Romen savaşında Romanya'ya yardım etmiyeceğini Sovyet Rusya'ya bildirmiş ve Yunanistan da bu Protokolün kendisini İtalya ile bir çatışmaya götürmeyeceği hususunda rezerv koymuştur.

Öte yandan, Balkan Antantı Batılılar ve Küçük Antant'ın kurucusu Çekoslovakya tarafından büyük bir hoşnutlukta karşılanmakla beraber, 1936'dan itibaren Avrupa'da buhranların şiddetlenmesi ve Berlin-Roma Mihverinin ağır basmaya başlaması, Balkan Antantı'nı da zayıflamaya doğru götürmüştür. Bu gelişme özellikle, 1937'den itibaren belirli bir hal almıştır.

1936 da Avrupa'da Almanya'nın üstünlüğü belirince, Romanya, Bulgaristan ve Macaristan'dan fazla Almanya'dan endişe duymuş ve Balkan Antantı ile ilgisini zayıflatmıştır. Yugoslavya ise, Berlin-Roma Mihveri karşısında, İtalya ve Bulgaristan'la anlaşma yoluna gitmiştir. Bulgaristan'la Yugoslavya arasında 24 Ocak 1937'de bir "yıkılmaz barış ve samimi ve ebedi dostluk antlaşması" imzalandı.

Bunun arkasından Yugoslavya 25 Mart 1937'de İtalya ile de bir antlaşma imzaladı. Beş yıl için imzalanan bu antlaşmada, bu antlaşmanın tarafların mevcut milletlerarası taahhütlerine halel getirmiyeceği belirtiliyor idiyse de, 2. madde ile iki devlet, birbirlerini ilgilendiren ortak meselelerde birbirlerine danışma taahhüdünde bulunuyorlardı. Bu ise Yugoslavya'yı, Balkan işbirliğinde daima İtalya'yı hesaba katmak zorunluğunda bırakıyordu.

Bulgar-Yugoslav antlaşmasının imzasından önce Yugoslavya, diğer Balkan Antantı ortaklarının muvafakatini almışsa da, Balkan Antantı birinci planda Bulgaristan'a yöneldiğine göre, Yugoslav-Bulgar antlaşması bu Antant'ın ruhuna aykırı idi. Nihayet, İtalya'nın gittikçe kuvvetlenmesi Yunanistan'ı da İtalya'ya karşı yumuşak bir tutuma götürmüştür. Münih Konferansı ile Çekoslovakya'nın parçalanması Küçük Antant'a son verdiği gibi, 1939 yılının olayları da Balkan Antantı'nı parçalıyacaktır.
Misyoner çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2005, 06:37 PM   #4
Misyoner
Guest
 
Misyoner Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: düşünmeM lazıM
Yaş: 38
Mesajlar: 0
Teşekkür Etme: 30
Thanked 111 Times in 77 Posts
Üye No: 916
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 5544
Rep Derecesi : Misyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Ynt: Uluslar Arası Gelişmeler...

Birleşmiş Milletler Demeci



1941 yazında Amerika ile Japonya arasında yapılan görüşmelerde Amerika'nın tutumuna tesir eden önemli bir olay da şüphesiz Almanya'nın Rusya'ya savaş açması olmuştur. Bu olayla Sovyetler de Batılıların yanında yer almış olmakta ve dolayısıyla Birleşik Amerika için de iyi bir gelişme ortaya çıkmaktaydı. Bunun için, Başkan Roosevelt, yeni durumu Churchill ile görüşmek istedi ve 9 Ağustos 1941'de Newfoundland'da Placentia Bay'de buluştular.

14 Ağustos'a kadar süren görüşmelerde Sovyet Rusya'ya yardım yapılmasına karar verildi ve 14 Ağustos'ta Atlantik Demeci (Atlantic Charter) adını alan bir bildiri yayınladılar. Bu demeç iki devletin milli politikalarının ilkelerini ilan etmiştir ki, bu ilkeler sonradan Birleşmiş Milletler Antlaşması'na da temellik etmiştir.

Hürriyet ve demokrasi bu demecin temel ilkelerini teşkil etmekteydi. Amerika'nın savaşa girmesi üzerine iki devlet arasında yapılacak işbirliğini görüşmek üzere Churchill, 22 Aralık 1941'de Washington'a gitti. Başkan Roosevelt ile yaptığı görüşmelerden sonra, Almanya'ya karşı savaşa katılan 26 devletin imzası ile 1 Ocak 1942 de bir Birleşmiş Milletler Demeci yayınlandı. Bunda, 26 devletin Atlantik Demeci'ndeki ilkeleri aynen kabul ederek zafer elde edilinceye kadar işbirliği yapacakları bildirilmekteydi. Böylece, savaştan sonra kurulacak olan Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın ilk adımı atılmış oluyordu.
Misyoner çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2005, 06:37 PM   #5
Misyoner
Guest
 
Misyoner Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: düşünmeM lazıM
Yaş: 38
Mesajlar: 0
Teşekkür Etme: 30
Thanked 111 Times in 77 Posts
Üye No: 916
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 5544
Rep Derecesi : Misyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Ynt: Uluslar Arası Gelişmeler...

Casablanca Konferansı



1941 yılı sonunda Birleşik Amerika'nın savaşa katılmasından sonra Sovyet Rusya'nın üzerinde en fazla ısrarla durduğu nokta, İngiltere ve Amerika'nın Almanya'ya karşı ikinci bir cephe açmak suretiyle, üzerindeki Alman baskısını hafifletmeleriydi. Şimdi 1942 Kasımında Amerikan kuvvetlerinin Fas ve Cezayir'e çıkmaları ile kuzey Afrika savaşlarının sona erdirilmesi mümkün olacağına göre, bundan sonra ne yapılacaktı? Bu mesele Casablanca Konferansı'nın esas konusunu teşkil etmiştir.

Casablanca Konferansı, 14-24 Ocak 1943'de Roosevelt ile Churchill arasında yapılmıştır. Stalin de davet edilmişse de gelememiştir. Konferans'ta şu kararlar alınmıştır:

* Rusya üzerindeki baskıyı hafifletmek için Sicilya'ya çıkarma yapmak ve Almanya üzerindeki baskıyı arttırmak;

* Balkanlarda ikinci bir cephenin açılmasını mümkün kılmak için, Türkiye'nin de savaşa katılması konusunda gerekli askeri hazırlıkları yapmak;

* Almanya'nın mukavemeti yeteri kadar zayıflayınca Avrupa'da da bir cephe açmak ve nihayet "Almanya, Japonya ile İtalya kayıtsız şartsız teslim oluncaya kadar" mücadeleye devam etmek.

Mihver'in "kayıtsız-şartsız" teslim konusunda Konferans'ta alınan karar, Mihver devletlerine hiçbir ümit ışığı bırakmaması ve sonuna kadar dayanma kararını kuvvetlendirmesi ve dolayısıyla da savaşın uzamasına sebep olması gerekçesiyle, sonradan bazı tenkitlere konu olmuştur.
Misyoner çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2005, 06:38 PM   #6
Misyoner
Guest
 
Misyoner Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: düşünmeM lazıM
Yaş: 38
Mesajlar: 0
Teşekkür Etme: 30
Thanked 111 Times in 77 Posts
Üye No: 916
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 5544
Rep Derecesi : Misyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Ynt: Uluslar Arası Gelişmeler...

Çelik Pakt



İtalya'nın Arnavutluk'a girmesiyle Doğu Akdeniz ve Balkanlar statükosu ağır bir tehdit altına girmiş oluyordu. Bu gelişmenin yanında, Almanya'nın da Tuna bölgesinde Doğu'ya doğru genişlemekte olduğu, 1939 Şubatında Macaristan'ın da Anti-Komintern Pakt'a katıldığı ve Almanya'nın Romanya'yı da ekonomik kontrol altına almak için çaba harcadığı göz önüne alınınca, Mihver'in Orta Avrupa'dan doğuya doğru yayılmakta olduğu belirli bir şekilde ortaya çıkmaktaydı.

Çekoslovakya'nın yok olması karşısında ne Fransa ve ne de Yugoslavya ile Romanya bir harekette bulunabilmişler ve bunun sonucu olarak da Küçük Antant da dağılmıştı. İtalya'nın Arnavutluk'u işgali ise, Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında 1934 de yapılmış olan Balkan Antantı'na ağır bir darbe indirdi. Çünkü, şimdi kendisini Mihver devletleriyle sarılmış gören Yugoslavya, Batılıların garantisini reddedip, Mihver'le iyi geçinme yolunu tercih etti ki, bu Balkan Antantı'nın etkisini kaybetmesi demekti.

Bu sebeplerden ötürü, İngiltere ve Fransa, 13 Nisan 1939'da Yunanistan ve Romanya'ya garanti verdiler. Türkiye ise tek taraflı garanti yerine, karşılıklı yardımı öngören bir ittifakı tercih ettiği için, bu ittifakın ilk adımı olmak üzere, 12 Mayıs 1939'da İngiltere ile bir karşılıklı yardım deklarasyonu imzaladı. Bu deklarasyon, İtalya'nın Arnavutluk'u işgaline İngiltere'nin verdiği bir cevap oluyordu.

Batılıların Mihver'in yayılmasına karşı bu kararlı politika ve davranışları en fazla Mussolini'yi sinirlendirmiş ve İtalya'yı Almanya'ya daha fazla iterek, iki devlet arasında Çelik Pakt adını alan ittifakın imzası sonucunu vermiştir. Bu ittifak, Batılıların tepkisine karşı, Mihver'in karşı-tepkisini teşkil ediyordu.

Berlin-Roma-Tokyo arasında bir ittifak teklifi ilk önce Almanya'dan gelmiş ve ilk ittifak tasarısı İtalya'ya Münih Konferansı sırasında verilmiştir. Bu tasarı, taraflardan birinin "kışkırtılmamış bir saldırıya" hedef olması halinde, diğerlerinin her türlü yardımını öngörmekteydi. Mussolini, bu teklifi müsait karşılamakla beraber, İtalyan kamu oyunun Almanya ile bir askeri ittifakı kabule hazır olmaması dolayısıyla, hemen kabul etmemiştir. Bununla beraber, bu konudaki görüşmeler devam etmiştir.

Fakat bu arada Japonya ittifak konusunda farklı bir görüş ileri sürdü. İttifak ancak Sovyet Rusya ile bir savaş halinde uygulanmalıydı ve Japonya bakımından önemli bazı ekonomik sebeplerle, bu ittifakın kendilerine yönelmemiş olduğu İngiltere, Fransa ve Birleşik Amerika'ya bildirmeliydi. Halbuki Almanya bu ittifakı ileri sürerken, Sovyet Rusya'nın doğuda daha uzun yıllar zayıf bir durumda kalacağını, oradan bir tehlike gelmeyeceğini ve bu sebepte de ittifakın esas itibariyle Batı demokrasilerine yönelmesi gerektiğini düşünmüştü.

Bu görüş farklılıkları sebebiyle üçlü ittifak işi uzadı. Ayrıca, Nisan ayından itibaren Sovyet Rusya ile Almanya arasında uzlaşma ihtimali de belirince, Almanya Japonya'nın üstüne hiç düşmedi. Lakin Batılıların Yunanistan ve Romanya'ya garanti vermeleri ve özellikle İngiltere'nin, karşılıklı yardım deklarasyonu için Türkiye ile müzakerelere girişmesi Mussolini'yi sinirlendirdi ve ittifakın derhal imzası için Almanya'ya başvurdu.

Almanya, İtalya ile ikili bir ittifakı istememekle beraber, Hitler, Polonya ile olan Dantzig anlaşmazlığında Batılılara gözdağı vermek ve bu suretle onların Polonya lehine müdahalelerini önlemek için, İtalya ile ittifakı kabul etti ve 22 Mayıs 1939'da Çelik Pakt (Patto d'Acciaio) adını alan Alman-İtalyan ittifakı imzalandı.

Her iki devletin "hayat sahası"nı sağlama amacına yönelen bu ittifaka göre, taraflar birbirlerini ilgilendiren bütün meselelerde birbirlerine yardım edecekler ve taraflardan biri, bir veya daha fazla devletle savaşa tutuşacak olursa, diğeri ona bütün gücü ile yardım edecekti. Halbuki Münih Konferansı sırasında Almanya'nın verdiği ilk tasarıda sadece "kışkırtılmamış savaş" hali söz konusu idi.

Mussolini, Almanya ile ittifakın imzalanması için ısrar edince, Hitler bundan faydalanarak tasarıdan "kışkırtılmamış" deyimini çıkartmış ve bu suretle, kendisinin açacağı bir savaşa İtalya'nın da girmek zorunluluğunu kabul ettirmişti. Mussolini'nin bunu kabul etmesi ise, Batılıların Balkan devletlerine verdiği garantiyi bir onur meselesi yapması ve Batılılara her ne şekilde olursa olsun bir cevap vermek istemesiydi. Yoksa, ittifakın imzasından bir hafta sonra, İtalya'nın bir savaş için 1942'den önce hazır olamayacağını kendisi söylüyordu.

Çelik Paktın imzası ile Mihver'le Batılılar arasında uçurum adamakıllı derinleşmiş bulunmaktaydı. Almanya, 27 Nisan 1939'da, İngiltere'nin kendisini çember içine almak için çaba harcadığını ileri sürerek, 1935 İngiliz-Alman deniz anlaşmasını feshetmişti. Yine aynı gün Polonya'ya verdiği bir nota ile de, 1934 tarihli Almanya-Polonya saldırmazlık anlaşmasını feshetti. Arkasından, 31 Mayıs 1939'da Danimarka ile bir saldırmazlık antlaşması imzaladı.

Danimarka, Napolyon'a karşı işlediği hatayı tekrar etmemek için, Hitler'e karşı İngiltere ile işbirliğine gitmeye cesaret edememişti. Mihver'in bu faaliyetleri karşısında Batılılar, sadece küçük devletlere garanti vermenin yetersizliğini gördüklerinden, Sovyet Rusya ile bir Barış Cephesi ittifakı kurmak için de teşebbüse geçtiler.
Misyoner çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2005, 06:38 PM   #7
Misyoner
Guest
 
Misyoner Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: düşünmeM lazıM
Yaş: 38
Mesajlar: 0
Teşekkür Etme: 30
Thanked 111 Times in 77 Posts
Üye No: 916
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 5544
Rep Derecesi : Misyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Ynt: Uluslar Arası Gelişmeler...

Eisenhower Doktrini



Sovyet Rusya'nın yönelttiği tehditler üzerine Amerika, İngiltere ve Fransa'ya sert bir çıkış yaparak bu iki devletin Mısır'a karşı giriştikleri saldırıyı önlemekle beraber, kısa bir süre sonra Orta Doğu konusundaki görüşlerinde büyük bir değişiklik yaptı. Daha doğrusu, Süveyş buhranı geçtikten sonra, Orta Doğu'da ortaya çıkan durumu Amerika hiç beğenmedi. Bir defa, Süveyş savaşı dolayısıyla Batı'nın prestiji Arap dünyasında büyük bir darbe yemişti. Üstelik, Mısırı ve Süveyş'i Batı'ya bağlayan tek hukuki bağ olan 19 Ekim 1954 tarihli Süveyş Antlaşması'nı Mısır, 1956 buhranı sırasında feshederek, Batı ile bağlarını koparmıştı.

İkinci olarak, Amerika bu buhranda dürüst ve tarafsız davranmış ve İngiltere ve Fransa'nın savaşı ve Mısır'ın işgalini durdurmasında en az Sovyet Rusya kadar rol oynamıştı. Fakat Arap dünyası bunu takdir ediyor muydu? Diğer taraftan, Batı'nın Orta Doğu'daki bu prestij kaybı, bölgede büyük bir boşluk meydana getirirken, bu boşluk, Sovyet Rusya tarafından doldurulmaktaydı.

Sovyet Rusya sanki Arab'ın kurtarıcısı olmuştu. Sanki, Macar topraklarına 200 bin kişilik askeri ile 4000 tankını sokup, 50.000 ölü ve yaralıya malolan Macar milli bağımsızlık hareketini öldüren bu Sovyet Rusya değildi. Kaldı ki, Bulganin'in, Eisenhower'a gönderdiği 5 Kasım mesajında da görüldüğü gibi, Sovyetler Orta Doğu'ya asker sokmak için fırsat aramaktaydılar. İkinci olarak, Sovyetlerin Orta Doğu'ya girişlerinde ekonomik sebepler de rol oynamıyordu. Çünkü, Süveyş'teki kanal trafiğinin ancak % 1'i Sovyet gemilerine aitti.

Sovyetlerin Orta Doğu petrollerine de ihtiyaçları yoktu. Çünkü kendileri petrol ihraç etmekte idiler. O halde amaçları siyasi idi. Sovyetler, Süveyş Kanalı'na ve Batı'nın Orta Doğu'daki petrol kaynaklarına hakim olarak, bölgeyi siyasi kontrölleri altına alarak Batı'ya darbe indirmek ve mümkün olursa Batı'yı bu bölgede çökertmekti.

Bu şartlarda yapılacak iki şey vardı: Biri, bölge ülkelerinin ekonomik sıkıntılarının giderilmesine yardımcı olmak; diğeri de, ister ikili, ister toplu münasebetler yoluyla, bu ülkelere, komünizm hegemonyasının neler getirebileceğini anlatmak ve bunların komünizme karşı koymalarına yardım etmekti. İşte bu noktalardan hareket eden Başkan Eisenhower, 5 Ocak 1957'de Kongre'ye gönderdiği ve Eisenhower Doktrini adını alan mesajda bütün bu hususları açıkladıktan sonra, Kongre'den şu hususlarda kendisine yetki verilmesini istiyordu:

* Bağımsızlığını korumak için ekonomik kalkınma çabası içine giren Orta Doğu ülkelerine ekonomik yardım yapmak.

* Bunlardan isteyen ülkelere askeri yardım yapmak.

* Bu ülkelerin istemeleri şartıyla, "milletlerarası komünizmin kontrolü altında bulunan bir ülkeden gelecek açık silahlı saldırılar karşısında, Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması.

Bu amaçlarla Başkan Eisenhower, Kongre'den, üç yıl süre ile, her yıl 200 milyon dolar harcama yetkisi istemekteydi. Eisenhower Doktrini'nin bilhassa Orta Doğu'da Amerikan askerinin kullanılmasına dair kısmı, Amerikan Kongresi'nde büyük tartışmalara sebep oldu. Buna rağmen, Temsilciler Meclisi, 30 Ocakta, Senato da 5 Martta, büyük oy çoğunluğu ile Eisenhower Doktrini'ni kabul ederek, Başkan'a istediği yetkileri verdi.

Eisenhower Doktrini iki bakımdan Amerikan dış politikası için mühim bir gelişmeyi ifade etmekteydi. Birincisi, Amerika'nın Orta Doğu ile bağlantı alanını bir hayli genişletmesidir. Her ne kadar Amerika, Orta Doğu ile ilgisini ilk defa Truman Doktrini ile göstermiş ise de, Truman Doktrini sadece Türkiye ve Yunanistan'a ve yine sadece askeri yardım yapılmasını öngörmekteydi. Halbuki Eisenhower Doktrini, bütün bir Orta Doğu bölgesini içine alıyor ve Amerikan askerinin kullanılması suretiyle, bölgedeki ülkelerin komünizme karşı savunulmasını da üzerine alıyordu.

İkinci olarak, bu doktrin ile Amerika, İngiltere ve Fransa'nın Orta Doğu'da bıraktıkları boşluğu bizzat doldurmak üzere harekete geçiyor ve aynı zamanda da, bölgede Sovyet Rusya'nın karşısına dikiliyordu. Amerika ve Sovyet Rusya ilk defa olarak Orta Doğu'da karşı karşıya gelmeye başlıyordu.

Eisenhower Doktrini karşısında Orta Doğu ikiye ayrılmıştır. Bu doktrini kabul ettiğini ilk ilan eden; 6 Ocakta Lübnan olmuştur. Lübnan bu hareketi ile, şimdiye kadar takip ettiği tarafsızlık politikasını terketmiş oluyordu. Lübnan'ın arkasından Pakistan, Irak, Türkiye ve Yunanistan, Eisenhower Doktrini'ni kabul ettiklerini açıkladılar. Bunlardan sonra Afganistan, Libya, Tunus ve Fas en sonunda İsrail bu Doktrini kabul ettiklerini bildirdiler.

Buna karşılık, ilk şiddetli tepki Mısır'dan geldi. Arkasından Suriye bu tepkiye katıldı. Bu iki devleti ise Ürdün ve Suudi Arabistan takip etti ise de, bir kaç hafta sonra Suudi Arabistan tutumunu değiştirerek, Eisenhower Doktrini'ni "iyi ve müsbet" bulduğunu bildirdi. Çünkü Suudi Arabistan, İsrail konusunda bu devletlerle beraber gitmeye hazırdı; lakin Sovyetler konusunda bu devletlerle bir adım bile atmamaya kararlı idi.

Nasır'ın Ürdün'de monarşiyi devirmek için biraz sonra giriştiği teşebbüsler, Ürdün'ün tutumunu da değiştirecek ve bu ülkeyi Suriye-Mısır cephesinden ayıracaktır. Tabiatıyla Sovyetler de büyük tepki gösterdiler. 7 Ocakta yayınladıkları resmi bildiride, Eisenhower Doktrini'ni, "Orta Doğu ülkelerini esaret altına alma amacını güden bir tedbir", "Amerikan tekelci kapitalizminin militarist çevrelerinin Orta Doğu işlerine kaba bir müdahalesi" olarak nitelemişlerdir.

Bunun arkasından, 11 Şubatta Amerika, İngiltere ve Fransa'ya verdikleri notalarda, Orta Doğu için bir barış planı ortaya attılar. Buna göre, bölgede ittifak blokları kurulmayacak, yabancı askerler geri çekilecek, yabancı üsler tasfiye edilecek ve bölgenin içişlerine karışılmayacaktı. Bölge ülkelerine silah satılmayacaktı. Sovyetlere verilen cevapta, bu plan reddedildiği gibi, bölgeyi silahlandıran ilk devletin kendisi olduğu ve içişlerine karışmamadan söz eden Sovyetlerin önce Macaristan'dan elini çekmesi gerektiği bildirildi.
Misyoner çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2005, 06:39 PM   #8
Misyoner
Guest
 
Misyoner Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: düşünmeM lazıM
Yaş: 38
Mesajlar: 0
Teşekkür Etme: 30
Thanked 111 Times in 77 Posts
Üye No: 916
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 5544
Rep Derecesi : Misyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Ynt: Uluslar Arası Gelişmeler...

Kellogg Paktı



1930 Londra deniz silahsızlanmasına ait anlaşma, 1928 de Kellogg Paktı'nın birçok devletlerce imzalanmasının doğurduğu barışçı atmosfer içınde mümkün olabilmişti. Kellogg Paktı ise, Milletler Cemiyeti'nin kurulduğu günden itibaren girişilen barış ve silahsızlanma çabalarında, hiç değilse kağıt üzerinde önemli bir merhale teşkil eder.

Birleşik Amerika'nın 1. Dünya Savaşı'na katılışının 10. yıl dönümü dolayısiyle, Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand 6 Nisan 1927 günü basına verdiği bir demeçte, Amerika ile Fransa'nın, aralarındaki münasebetlerinde savaşı kanun dışı eden karşılıklı taahhütte bulunmalarını teklif etti. Fransa'nın amacı sadece bir jest yapmaktan ibaretti. Çünkü Fransa ile Amerika arasında, bir savaşa kadar gidebilecek bir menfaat çatışması yoktu ve böyle bir taahhüdün çok az önemi olabilirdi. Lakin Amerika'nın yakın bir dostu haline gelmek suretiyle Fransaya Avrupa'da özel bir prestij sağlayabilirdi.

Amerika'nın bu teklife tepkisi ilk önce yavaş oldu. Lakin pasifizm duygularının bu sırada Amerikan kamu oyunda gittikçe kuvvetlenmesi üzerine, Amerika Dışişleri Bakanı Kellogg, 1927 Aralık ayında Briand'ın teklifine verdiği cevapta, "savaşı bir milli politika aleti olarak kullanmaktan vazgeçme" taahhüdünün, dünya çapında, bütün devletlerce imzalanacak çof taraflı blr antlaşmada yer almasını ileri sürdü.

1928 Nisanı'nda da Kellogg, bu teklifini İngiltere, Almanya, İtalya ve Japon hükümetlerine resmen bildirdi. Almanya bunu derhal kabul etti. Onu İtalya ile Japonya izledi. Lakin, Fransa ile İngiltere böyle geniş çapta bir taahhüdü kabulde bir hayli tereddüt geçirdiler. Çünkü bu sırada Fransa ittifak sistemleri politikası izlemekteydi ve böyle bir taahhüt de bu politikanın ruhuna aykırıydı. Lakin İngiliz ve Fransız kamu oyları Kellogg'un teklifini o kadar desteklediler ki, iki memleketin hükümetleri de bunu kabul zorunda kaldılar.

Briand-Kellogg Paktı veya Paris Paktı adlarını da alan Kellogg Paktı, 27 Ağustos 1928'de ilk önce 9 devlet arasında (Birleşik Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Polonya, Belçika ve Çekoslovakya) imzalandı. Bu antlaşma ile taraflar, savaşı milli politikalarına alet etmeyeceklerini, anlaşmazlıkların çözümü için savaş yoluna gitmeyeceklerini, savaştan vazgeçtiklerini ve bütün anlaşmazlıkları için daima barışçı vasıtaları kullanacaklarını taahhüt ediyorlardı. Bununla beraber, Fransa ve İngiltere bu antlaşmayı bazı rezervlerle kabul etmişlerdir.

Fransa'nın rezervine göre, bu antlaşma ile alınan taahhüt, meşru savunma hakkını ortadan kaldırmayacaktı ve imzacı devletlerden birinin bu antlaşmadaki taahhüdünden vazgeçmesi halinde, diğerleri de otomatik olarak taahhütlerinden kurtulacaklardı. İngiltere ise, imparatorluk bölgelerini kastederek, dünyanın bazı bölgelerinde hareket serbestisini mahfuz tuttu. 1928 yılı sonuna kadar Kellogg Paktına, Sovyet Rusya da dahil 46 devlet daha katılmıştır.

Birleşik Amerika. Sovyet Rusya'yı henüz tanımadığı için, Sovyetler orijinal imzacılar arasına davet edilmemişti. Bu sebeple Kellogg Paktı'nı, Batılıların, Sovyet Rusya'yı izole etmek, çember için almak ve Sovyet Rusya'ya karşı mücadele etmek için kurdukları bir kombinezon olarak karşılamışlardır. Fakat Fransız hükümetinin daveti üzerine 1928 Ekimi'nde Sovyet Rusya da bu Pakta katılmıştır.

Fakat Pakt'ın yürürlüğe girmesi için, bütün devletlerin tasdik belgelerini Amerikan hükümetine tevdi etmeleri gerekmekteydi ve bu da epey bir zaman alacaktı. Bu sebeple Sovyetler, Batılılardan da ileri giderek, bazı devletlerle, Kellogg Paktı'nın güttüğü aynı amacı kapsayan Litvinof Protokolü'nü imza etmişlerdir.

Kellogg Paktı, bütün dünyaya getirdiği yaygın barış havası dolayısıyla, iki -savaş- arası devresinin önemli bir olayını teşkil eder. Bununla beraber, bu barışçı hareket birçok noksanlıklara sahip bulunmaktaydı. Bir defa, antlaşmada savaşın ne olduğu tarif bile edilmemişti. Bu ise kötü niyetlilere açık bir kapı bıraktı.

İkinci olarak, belki Amerika hariç, büyük devletlerin hemen hepsi samimiyetten yoksundu. Fransa ise bu paktı bir Amerikan-Fransız dostluğunun gösterisi haline getirdi. Paktın imzasında, 1778 Amerikan-Fransız ittifakının imzasında kullanılan mürekkep hokkası kullanıldı.
Misyoner çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2005, 06:39 PM   #9
Misyoner
Guest
 
Misyoner Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: düşünmeM lazıM
Yaş: 38
Mesajlar: 0
Teşekkür Etme: 30
Thanked 111 Times in 77 Posts
Üye No: 916
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 5544
Rep Derecesi : Misyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Ynt: Uluslar Arası Gelişmeler...

Locarno Antlaşmaları



Fransa'nın Almanya'yı zayıf tutmak için izlemiş olduğu tamirat borçları politikası dolayısiyle, Versay'ın hemen ertesinden itibaren bir gerginlik ve zorlama devresine giren Fransız-Alman münasebetleri, ancak, 1925 Ekimi'nde imzalanan Locarno Antlaşmaları ile bir karşılıklı güven çerçevesi içine girebilmiştir.

Locarno Antlaşmaları da Fransa'nın Almanya'ya karşı güvenliği sağlama çabalarının bir sonucu olmuştur. Fransa, 1922 yılında İngiltere'den bir ittifak koparamayınca, güvenlik meselesinin peşini bırakmadı ve bunun için Milletler Cemiyeti'ne döndü. Milletler Cemiyeti, çalışmalarının ilk gününden itibaren, silahsızlanma meselesi üzerine eğilmişti. Silahsızlanma meselesi ise güvenlik meselesiyle sıkı bir bağlantı halindeydi. Bunun için Milletler Cemiyeti 1923 yılında bir Karşılıklı Yardım Antlaşması hazırlayarak bunu devletlerin onaylamasına sundu.

Buna göre, bir devletin diğerine saldırısı halinde Milletler Cemiyeti Konseyi kimin saldırgan olduğuna dört gün içinde karar verecek ve diğer devletler saldırıya uğrayan tarafa yardım edecekti. Fransa ve müttefikleri bunu kabul etti. Lakin İngiltere, Daminyonlar, İskandinav devletleri ve Hollanda, taahhütlerini arttırdığı sebebiyle, bunu kabul etmediler. Böylece bu güvenlik sağlama teşebbüsü suya düştü.

Fakat Milletler Cemiyeti bu işin peşini bırakmadı. Özellikle Fransa'nın teşebbüsleriyle 1924 yılında Milletler Cemiyeti Asamblesi Cenevre Protokolu adını alan bir Milletlerarası Anlaşmazlıkların Barışçı Yollarla Çözümü İçin Protokol'u kabul ile bunu yine devletlerin imzasına sundu. Bu protokola göre, devletler, aralarında çıkacak anlaşmazlıkları, ya Milletlerarası Daimi Adalet Divanı'na veya hakeme havale edeceklerdi. Bunu yapmazlarsa, saldırgan sayılacaklardı.

İngiltere ve Dominyonlar, Milletler Cemiyeti Paktı'nın kendilerine yeteri kadar taahhüt yüklediklerini, üzerlerine daha fazla taahhüt alamıyacaklarını bildirerek bunu da reddettiler. Bu şekilde Fransa'nın, güvenliği için, İngiltereyi kendisine bağlama çabaları yine sonuçsuz kalmış oluyordu. Bunun üzerine Fransa, Almanya'nın iki yıl önce kendisine yapmış olduğu bir teklife döndü.

Almanya 1922 yılı sonunda Fransaya, İngiltere ve Belçika'nın da katılmasıyla, karşılıklı olarak savaşa başvurmama taahhüdü almalarını teklif etmişti. Rhur'un işgalinin arifesinde yapılan bu teklifi Fransa, Almanya'nın kötü niyetli bir manevrası olarak karşılamış ve üzerinde durmamıştı. Lakin Milletler Cemiyeti'nin güvenliği sağlama teşebbüslerinin olumlu bir sonuç vermemesi üzerine, Fransa bu Alman teklifinde İngiltere'nin bir garantisini gördü ve teklifi tekrar ele aldı.

Esasen Dawes Planı da şimdi Fransız-Alman münasebetlerini yumuşatmıştı. Öte yandan, 1923 Rhur buhranının giderilmesinde önemli rol oynayan Alman başbakanı Stresemann da Fransa ile münasebetlerin düzeltilmesine taraftardı. Fransa'nın Almanya'ya karşı durumunun yumuşaması üzerine Stresemann, 1925 Şubatı'nda, Fransa, İngiltere, İtalya ve Almanya'nın katılmasıyla bir saldırmazlık paktı imzasını Fransa'ya teklif edince, görüşmeler başladı ve 16 Ekim 1925 de İsviçre'de Locarno'da, Locarno Antlaşmaları adını alan belgeler imzalandı.

Bu belgelerden birincisi Almanya, Belçika, Fransa, İngiltere ve İtalya arasında imzalanmış olup, Almanya ile Fransa ve Almanya ile Belçika arasındaki sınırların kesin olduğunu belirtmekteydi. Yine beş devlet arasında imzalanan ikinci bir antlaşma ile de, İngiltere ve İtalya, birinci antlaşmayı yani, batı sınırları statüsünü, garanti altına alıyorlardı.

Bundan sonra, Almanya ile Fransa, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya arasında ikili hakem anlaşma ve antlaşmaları imzalanmıştır. Görüldüğü gibi, birinci ve ikinci belgelerle Almanya'nın sadece batı sınırları söz konusu olmuş ve Almanya sadece bu sınırlar hakkında garanti vermiş, lakin doğu sınırları, yani Polonya ve Çekoslovakya ile olan sınırları hakkında teminat vermemişti. Bu sebeple, yine aynı gün Locarno'da, Fransa ile Polonya ve Fransa ile Çekoslovakya arasında imzalanan anlaşmalarla Fransa, bu iki devletin Almanya ile olan sınırları hakkında garanti verdi.

Doğal olarak bu garanti Almanya'ya yöneltilmişti. Almanya'yı tekrar milletlerarası işbirliğine sokmuş olması bakımından Locarno Antlaşmaları iki -savaş- arası devrinin tarihinde büyük önem taşımaktadır. Gerçekten, bu antlaşmaların arkasından, 1926 yılında Almanya Milletler Cemiyeti'ne üye olarak kabul edildi.

Antlaşmalardan Fransa da çok hoşnut kaldı. Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand, "Biz Locarno'da Avrupaca konuştuk. Bu, öğrenilmesi gerekecek olan yeni bir dildir" diyordu. Bununla beraber, Locarno Antlaşmaları Versay Antlaşması'nı kuvvetlendiren değil, zayıflatan bir unsur olmuştur. Çünkü, Versay'ın sınır hükümleri ancak bu antlaşmalarla teyid ve teminat altına alınmıştır. İkincisi, Almanya, yine Versay'ın doğu sınırları için garanti vermemiş ve özelikle İngiltere de bunu kabullenmiştir.
Misyoner çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 10-04-2005, 06:40 PM   #10
Misyoner
Guest
 
Misyoner Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: düşünmeM lazıM
Yaş: 38
Mesajlar: 0
Teşekkür Etme: 30
Thanked 111 Times in 77 Posts
Üye No: 916
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 5544
Rep Derecesi : Misyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond reputeMisyoner has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Ynt: Uluslar Arası Gelişmeler...


MOSKOVA KONFERANSI



Balkanların ve Orta Avrupa'nın durumu Churchill'in çok canını sıkıyordu. Sovyet yayılmasını önlemek için Stalin'le bir anlaşma yapmak üzere Moskova'ya gitti ve 9-20 Ekim 1944'de Stalin''le görüştü.

Balkan memleketlerinin iki devlet arasında nüfuz bölgelerine ayrılışı konusunda bir anlaşmaya varmaya muvaffak oldu. Romanya, Rus, Yunanistan ve İngiliz nüfuzuna terkedildi. Yugoslavya ve Macaristan %50 İngiliz, %50 Rus nüfuzu altında olacaktı. Bulgaristan için bu oranlar, %75 Rus, %25 İngiliz idi. Bu yüzde oranlarının anlamı, kabinelere girecek ve orada temsil edilecek siyasal eğilimlerin oranlarıydı.

Polonya meselesinde uzlaşma olamadı. Konferansa, Londra'daki mülteci Polonya Hükümeti'nin temsilcisi ile, Rusların nüfuzu altında bulunan Lublin Komitesi'nin temsilcileri de davet edilmişti. Londra Komitesi, Polonya kabinesine bir miktar komünistin alınmasını kabul ettiyse de, Lublin Komitesi bu oranın %50-50 olmasında ısrar edince, bir anlaşmaya varılamadı.

Öte yandan, Moskova Konferansı'nda, Almanya için kurulacak Müttefik Kontrol Komisyonu'nda Fransa'ya da yer verilmesi ile, Montreux Sözleşmesi'nin değiştirilmesi de kabul edildi.
Misyoner çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Altay'da son gelişmeler! styla45 Türkiye 2. & 3.Ligi 0 07-07-2009 11:46 PM
Biyoteknolojik gelişmeler rockstar Eskiler (Arşiv) 0 08-13-2007 11:30 AM
Fenerbahçe`de sıcak gelişmeler Nǿ ŦΞДЯ™ Eskiler (Arşiv) 0 06-26-2007 10:32 AM
AMD - ATI Birleşmesinden Gelişmeler Bostandere Eskiler (Arşiv) 0 09-11-2006 11:56 AM
Teknolojide son gelişmeler Bostandere Eskiler (Arşiv) 0 03-19-2006 02:57 AM

Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 08:38 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.