Tam Sürümü Görüntüle : Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:25 AM
Bilmiş Ol Turkuvaz Kız!
1/:
Şiirim sana vurgun bilmiş ol!
***
Ey saçları turkuvazım...
Denizlerden gelenim yosunlara bulanıp.
Elleri gönlümü kavrayanım.
Sana vurgun şiirlerim bilmiş ol! ...
***
Bilmiş ol ey, doğrultup o şanlı başını,
Savurup sevdasını dağlara karşı,
Kısrağının tepip kasığına tan atanda,
Altın kaplı mahmuzunu beyninin,
Nal sesleri zamanda yankılananım.
***
Yarım elma üstüne yaktığım,
Her şiirim sana vurgun
Bilmiş ol! ...
2/:
Şiirim sana yangın bilmiş ol!
***
Ey yüreği turkuvazım...
Barbar kabilelerini şah damarımın,
Diz çöktürüp aşkıyla aydınlığın,
Kırbasındaki ganimetini silkişini,
Çıplak soframa doğrayanım.
***
Kinimi doldurup avucuna karleyin,
Öfkemi kızgın kamalarla dağlayanım.
Tebdil edip siyahımı beyaza,
Ey gönlüme kanayanım.
***
Yarım aşklar üstüne yaktığım,
Bilmiş ol ki turkuvaz kız
Sana yangın tüm şiirlerim! ...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:25 AM
Bir Çengele Astım Acılarımı
1/:
Bir bendim o,
Ya da o idi bir ben içre...
Ne inerdi zirvelerden düzlüğe
Çıktığını gören yoktu... doruklardan ovalara.
Umudu sermayemdi... İçtiği cıgara aşkım.
Hayallerini yatırmıştı yeşil çuha üstünde bir kumara
Yani kahverengi hayata… Yaslamıştı alnını
O bencileyin mevsimin gözlerinde
Efsunlu... Ve doğurgan bir akşamüstü.
Bir bendi o...
Ya da o idi bir ben...
Bir kasap çengeline astı acılarını
Sancılarını bırakıp anıların köprü üstüne.
İbreti aleme...
2/:
Bir bendim o...
Bir de adıydı kehribar kulağına
Uzun... Anlamsız... Biteviye fısıldanan
Ve meraklı uçlarına kınalı parmaklarının.
Umudunun avı oldu bir akşam üstü
Çöktü zamana atılan köprüler zamansız
Ya da antik ve bakırdan bir tepsinin kenarına çöktü.
Rüyalarını yatırmıştı kumara...
Buram buram buruldu zülfü
İronik yaylasında elemin
Beklentisi dilim dilim azaldı
Turnaların bakırdan tırnağına takıp canını
Daldı hayalinin dışındaki mekanına karanlığın
Bir bendi o...
Ya da o idi bir ben...
Bir kasap çengeline astı acılarını
Acılarını bırakıp anıların köprü üstüne.
İbreti aleme...
3/:
Bir bendim o...
Bin dokuz yüz altmış,
Ya da altmış sekizdi belki de...
Bir derin iz başlangıcıydı orta yerde
Bendi belki o. Ya da o idi bir ben...
Gelimiyle güldürmüştü kıraç tarlayı
Ve şakakları kırağıya vurgun bir başı
Gidimi apansız ve acılı...
Zemheri misafirdi dağlarda daha
Çekip istikbali dar bir sofada kınından
Ya da sabrın sınırında kurulan dara
Kara bir el dokundu tarlada başaklara
Kancalı kartallara imrenirdi konuşanda
Ne inerdi bakır doruklardan aşağı
Çıktığını ise... Bir ben ve o…
Umutlarını yatırmıştı hayata
Bir kasap çengeline astı acılarını
Sancılarını bırakıp anıların köprü üstüne.
Bir bendi o,
Ya da o idi bir ben,
Veya yaslı bir kefen…
İbreti aleme...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:25 AM
Bir Dipsiz Karanlıktayım
1/:
Okudum bir alacasında akşamın
Kaderimin açık kalın ezoterik cildini.
Ellerim nükleer yarınlarda gezmedeymiş meğerse
Hatta ben tozmadaymışım başıma buyruk ve serseri
Hiçliğimin mağrur atomik kasırgalarında...
***
Tuttum saçlarını alacasında akşamın
Tarihçe-i yaşamında koca çınarımın hırs ile.
Üzerine demir yürekler çizdim elimdeki kömürle,
Ve beyaz olan her şeyin bir bir...
Terkimde ********* ve yapışkan kibir,
Ezdim mütevazi tepelerimin dervişlerini.
***
Dağları kim yarattı durup dururken?
Kim çizdi denizleri çukur ovaya?
Okudum bir alacasında akşamın merak taylarına binerek
Kaderimin açık kalın gnostik cildinin inerek derinine.
Silbaştan yazdığını sananmışım meğer ben
Çağdaş ofset coğrafyalarının
Sahte yazgısını asitli galerilerde.
Ve en yücesinde ölçüsüz grafiğin
Ucuymuş kıvrılan usulca aşağıya.
***
O an oldu olan...
Aydınlığı doğuran yıldızlar kuantik ebelerle,
Elimden kayıverdi balık kokanı burçların,
Ve hakanı yarattığım küçük dağların.
Kandilleri kim yarattı durup dururken?
Kim çizdi şıhapları göğün göğsüne?
El cevap: Vallahi ben değilmişim,
Her kimsen çık ortaya ey sahip
Beynimi bağlayan ip kopsun en berk yerinden.
***
Daldım alacasında bir akşamın,
Kaderimin açık kalan cildinin son sahifesine.
O an oldu olan...
Bana kaldı yalnızca,
Dipsiz ve ürkütücü karanlıklar hediye.
2/:
Teker teker uçtular, yukarı hep yukarı;
Üflediğim balonlar dayandı doruklara.
Sıkıp suyunu kompleksimin lahuti bir presle,
Toprağından doğduğum saksısına kendimin,
Fersah fersah uzayan boyum durdu selama.
Biro yana savruldu yazgımın kalın cildi
Kimdi beni savuran miraçta diğer yana?
O an oldu olanlar...
Dayandı bulutlara kindar kasaturalar.
Ne in kaldı çevremde ve damarında yılların,
Ne de aynada silueti sevdiğim kadınların...
***
Aydınlığı doğuran yıldızlar ağlamaya durdular
Burdular kozmik ebelerle yaramaz kulakları.
Üçü, beşi, onu sönerken çığlıklarla,
Yandı kırkı ellisi,
Elimden kayıverdi burçların yelelisi,
O an oldu olan göğün her ferdine,
Bana kaldı yalnızca,
Dipsiz ve ürkütücü karanlıklar hediye...
3/:
Söyle bana ey kristal bilgesi kitapların
Var mı benden anlısı ellerinde türabın?
Eğilin ey insanlar ve cümle cinler önümde!
Saltanatım karşısında dağlar yere kapanın!
Ben böyle garkoluben kibrin mağmasına ölçüsüz
Ancak hünsa gelinler girdiler zifafıma.
Hayalimde dalmışken ben sevdasına Gılgameşlerin,
Dürüldü kozmik sayfalar,
Kapandı sahtiyan kitap...
Düşüverdi yanıma mağrur ellerim.
***
Bir var idim perde-i zilliyatta, yok oldum.
Anladım ki bütün bunlar bir anlık:
Güç, saltanat, kudret ve debdebe...
Hani nerde ışığı doğurttuğunu sanan ebe?
O an oldu olan...
Elimden kayıverdi burçların en dengelisi
Bana kaldı yalnızca zamanın son deminde
Adı benimle aynı olan,
Dipsiz ve ürkütücü karanlığın delisi...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:25 AM
Bir Fener Arıyorum
1/:
Bir
...Fener arıyor
......Gece on ikim
Tırmalıyor hatıramın yorgun yüzünü
Umudun dibini sulayan dinç karanlıklar
Son kervan ile taşıyor ağır yükünü
İz düşüyor geceye yağlı fıçılar
Kandillere damla damla
Ve arzuyla kanıyor ışıkların yekunu
Yosunlu ve tuzlu sırlarımı ısıtmak için.
Bir fener arıyor gece on ikim...
2/:
Bir
...Fener arıyor
......Gece on ikim
Yıldızlar yorganımı örtüyor sessizce
Suskunluğunu sel basıyor akşamın
Hece hece kırk bir düğüm atıyor
Yüreğime düşlerim ve şiirlerim.
Parmaklarım puslu portreleri dizmede
Sorarak, 'Bu kim? '
Elemlere bulanmış umudun urganına.
Bir fener arıyor gece on ikim...
3/:
Bir
...Fener arıyor
......Gece on ikim
Fikrimi öne iten sayısız aydan
Ve ışık dilenerek kör karanlıklardan.
İhtiyacın onulmaz ihtişamına kanıp.
Ve yalancı kandillere abanıp.
Yeşersin diye
Yitik umutları saplayarak
Ritmi bozuk ve karanlık bataklıklara.
Bir fener arıyor gece on ikim...
4/
Bir
...Fener arıyor
......Gece on ikim
Sönmede ey sevgili
Seni duyup yalpalayan kandiller
Ay ise öksüz, bir boy ötemde
Saplanıp çaresiz ışıksızlığa
Bayağı ve yalancı güneşlerse
Saklanacak yer aramada
Nah şurada o yıldız
O yıldız ki batıp ayaklarıma
Bir sahil kasabasının bahtsızlığında
Az ötede, çölü içen gür deniz
Yeşile banmada canı, gül kurusu yamaçlar
Tek tek oyulurken mazlum hendekler
Ölüme merhaba diyen o diyarda
Keşfini tamamlıyor beynim nihai
İçim ise kendi gücü ile aydınlanmada.
Bir fener buluyor gece on ikim...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:25 AM
Bir Gamlı Çobanın Öyküsü
1/:
Ak düştü dağların yeşil saçına
Oturdu salt gamlı çoban
Umudunu gömdüğü kabrin kıyıcığına.
İnce ve eğri izli tekerlekler geçti yanından
Hüzünlü çizgiler çizerek arkalarına...
Acıyla koyun koyuna yatan ceylanlar
Yüreğinden vurgun ezgiler kuzuladı
Dağların sırlı koyaklarına...
Gördü...
Gözleri erdi sonbahara...
***
Kavalından ağladı salt gamlı çoban
Döllendi şiirin şırlayan olukları
Fitili sevinç olan fenerler söndü...
2/:
Kına yaktı dağlar yeşil saçına
Yaylalar kösnük utançla gölgelendi.
Ne fidayda ıslığı çaldı ilkbahar
Ne de sonbahar silkti çıkınını yavaşça.
Dayayıp gamlı çoban kırk yamalı sırtını
Feleksiz damlalara…
Yağmurları dinledi kulağının ardına soktuğu şiir
Gamlı çoban buram buram bıyığından terledi.
Üfleyip bir uçtan uca
Damağı zehirden acı kavalını...
Derdi...
Memleket sofralarından hüznünü
Ve parmak uçlarından ağladı gamlı çoban...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:25 AM
Bir İzinsiz Kuşun Şiiri
1/:
Ben bir izinsiz kuşum
Uçarım yüreklerin kurak vahalarında
Up uzun bir of çekerim acılı beynimin ana rahminde
Yıkarım karşımda gri duvar olan dağları
İnip sevdakar güzelliklerin sahillerine
Halay halay özlemimi çekerim
Bakmayın dilsiz çınarlara konduğuma
Buz anası şubat ortasında şu gözüm
Minicik çiçekler açar can ile
ötekisi cayır cayır çayır çimen
susamış denizlerde yalnız martıyım ben
Sulak saharadaki katarlarda cefakar turna
Yani ben bir izinsiz kuşum
Meğer yaşıyor sandığım kalbimi
Yıllarca uyutmuşum.
2/:
Ben bir izinsiz kuşum
Aşk örülü dağlara dayalı sanırdım sırtımı
Oysa küçücük ve öksüz bir tepenin dibinde
Eski bir kilim deseni gibi unutulmuşum
Sıkıştırılıp pembe sayfalar arasına
Anımsamak için umutsuz bir sevdayı
Anasının bağrından koparılmış gül gibi kurutulmuşum.
3/:
Ben bir izinsiz kuşum
İpiltili gözünde çölleri bir solukta içen leylaların
Ve mecnuni yükler taşıyan gurub renkli kervanların
Yüreklerinde bir ücra köşe
Ve bin bir hörgüçlü sırtlarında bir benek yüküm
Boşuna değildir akşamları neşet ertaşleyin ötüşüm
Yani gurbet lacivert bir pelerin gibi
Sarmalarken yalnız ve kabzası kanlı yüreğimi
Gayyalara uzanan sevdakar köklerimi ararım
Çölde, yağmur dilenen ince bir fidanleyin
Yalnız ve çaresiz
Yetimmiş, öksüzmüşüm
Bundandır işte, örenlerde mahzuni şerifleyin ötüşüm.
4/:
Ben bir izinsiz kuşum
Kartal sanırdım kendimi
Meğerse sevda ile sırılsıklam ve minnacık
Ama yine de inadına izinsiz bir kuşmuşum
Uçmuşum, uçmuşum yüreğimde bunca zamandır
Yaz gelende dağların döşeğinde uyanıp erken ile
Bozlak gibi ipince, barak gibi upuzun,
Ve arguvanleyin yanık mı yanık
Annesinden uzak bir sürmeli havası tutturmuşum
Vurulmuş bozok yaylasının bağrı yanık yamaçları sesime
Torosların sevdakar zirveleri arzu ile uyanmış
Kara kış olmuş, çağırmış uzaktan beni nil
Açlığımı altın ile yemlemiş masalların sultanı
Ya da bir köylü kızı, savahili sahilinde ummanın
Yani ben izinsiz bir kuşum
Bedeni başparmak kadar ama yüreği kocaman
Bir kıza vurulmuşum.
5/:
Ben izinsiz bir kuşum
Okyanusları aşıp da ince bir tül gibi karanlıkta
Ve ayın gümüş tozu ışığında akşamleyin
Yolumu unutmuşum. Unutmuşum... Unutmuşum...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:25 AM
Bir Masaldır Muhayyilem
1/:
Bir vardı, bir yoktu
Umud ettiğim masal…
Uzun bir soluktu düşlediklerim
Yağmurlar yağıyordu tedirgin
Kubbeleri altından umut saraylarına
Kıvrıla kıvrıla akıyordu zamanda muhayyilem
Dönüyordu manivelası aklın
Takvimleri döndürüyordu arsız ikilem
Yani bir vardım, bir yoktum…
2/:
Develer tellal idi o zaman
Tellallar deve…
Ayaklar altında aristodan miras mantık
Rahmanî rötuş uzaklardaydı
Tahayyül etmek gerekti olağan altını
Oysa yordamsız bir yoldaydı insanlık
Erler yonga yonga
Dudaklar hevenk hevenkti
Ufuklar gri, seher alacalıydı
Bütün eşyalar tek renkti
Yani bir vardım, bir yoktum…
3/:
Kalbur saman içindeydi o zaman
Saman kalbur içinde…
Mahsuldârlar tekmil yoldaydı
Kırkıncı odadaydı yolsuzluk
Doğruldu yerinden sultanım
Devler doğruldular
Kaf dağı çiçeğe kesti
Seçkin düşlerimin sağ cenahına
Şahzadeler doğurdu, kadirşinas analar
Yani bir vardım, bir yoktum…
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:26 AM
Bir Silah Gibi
1/:
Girdin hayatıma
Bir silah gibi…
Oysa ben korkardım siyah noktadan,
Ve tüm metallerinden kuzey kutbunun.
Tarihi pençinledim parşömen şakağıma
Vurulup sarp hudutta nihayete can düştüm.
Gelmişsen musallama konuğum sayılırsın
Düğünde kınalanmış kefenlere sarınıp.
Sevdalandım yaşama, ölüme küstüm
Dost selamı gibi başım, gözüm üstüne.
Girdin hayatıma
Bir silah gibi.
2/:
Girdin yüreğime
Bir silah gibi…
Oysa ben korkardım ipekten, taştan
Halkalar takardım ürkek duygularıma.
Arzumun kulağına uzun hava çekerdim
Tutulup sarp sınırda ansızın aman düştüm.
Buhurlanmış kurşunlara vurulup
Tozmuşsan yanağıma bil ki beni üşüttün.
Bir dost çiçeği gibi kaşım, gözüm üstüne.
Girdin yüreğime
Bir silah gibi...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:26 AM
Bir Tren Öyküsü
A/:
Bir tren kalkar uzak mı uzak
Bir tren kapkara
Tuzak bir tren uzaklıklara...
Aa/:
Bir trenin kalbim gibi hıncahınç içi
Yani yolcu dolu yüreği.
Öğlen mönüsünde böreği yağlı
Şehriye çorbası sulu bir trenin.
Tek kusuru yüzü gibi yüreği bile karalı
Yolcusu oralı trenin. Taa oralı...
B/:
Bir tren kalkar uzak
Bir tren ki kapkara
Ver elini Ankara...
Ba/:
Duruşu yüreğim gibi tedirgin bir trenin
Tonların gıcırtısıyla inlemede makası
Kafası ise çok dalgalı
Gözleri dalgın. Çünkü sürgün bir tren
Yani bahtı kapkara
Tren sürgün karla kaplı alanlara...
C/:
Bir tren kalkar uzak
Bir tren kara… takara... tukara...
Ca/:
Gamlı yürek taşımada bir tren benim gibi
Kargosu hasret. Ağlamaklı ve ılıman
Yani yaman bir trenin işi.
Gelişi sürûr bu demir atın. Gidişi hüzün...
Son güzün ortasında bir tren
Yaşar alımlı yazı
Tıpkı yüreğim gibi bir trenin
Eski, paslı ve kırık makası
Bu seferde kafası dalgın
Yani bahtı kapkara
Çünkü bir tren
Sürgün dağlar başındaki ağlamaklı bulutlara
Kurtalanlara. Ta Kurtalanlara...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:26 AM
Bir Yangın Kadın Gibi
1/:
Çaresiz teslim olduk kahreden değirmene
Ellerimiz geceden devşirdi akıbeti
Bihaber figüranlar piyesleri bölüştü
Hileli temsillerde acı rol bana düştü
Hayaline eri gibi sarılıp
Bir yangın kadın gibi
Ulandık yad ellerin çarpıcı romanına
Çaresiz teslim olduk kahreden kahramana.
2/:
Sedef saplı makaslar tıraş etti iblisi
Bilcümle insücin sıyırdı gizemin perdelerini
Issız kalan beynime evliyalar üşüştü
Göğsüme ak menevşe gönlüme kubbe düştü
Minareler uzandı
Saplandı hicranıma
Ulandık mescitlerin çarpıcı mihrabına
Çaresiz teslim olduk kahreden kahramana.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:26 AM
Bitmez Kör Kuyu
1/:
Yine böyle *******in birinde
Ben kendimi hicranlara doğradım
Karanlıklar bin bir bitişe gebe
Ufka derinleşen bitmez kör kuyu
Ufak usul mesrurumu yutarken
Vurup küheylanıma sahtiyan kırbacımı
Unuttuğum geçmişime uğradım
Yine böyle *******in birinde
Ben kendimi
Hicranlara doğradım.
2/:
Bakışlarım deldi ölü camları
Ardından ünledi salyalı devler
Puslu takvimler üşüştüler üst üste
Allı ninniler akıtıp o yıllarıma
Ve unuttuğum beşiğime uğradım
Yine böyle *******in birinde
Ben kendimi
Hicranlara doğradım.
3/:
Yarıldı sahte karanlık yuttu ruhumu
Düşlerimi yedi bir kızıl aslan
Isırdı kulağımı Kaf dağının davulu
Düğünler, bayramlar devşirerekten
Delidolu geçen gençliğime uğradım
Yine böyle *******in birinde
Ben kendimi
Hicranlara doğradım.
4/:
Sevdalar dolandı çam karyolama
Ahımı şeffaf bir pelerin gibi
Yaydım bir yanımın bozkırlarına
Çığlar yuvarlandı altında kaldım
Ak düşen saçlarıma aynalar tutup
Reçine kokulu yılarıma uğradım
Yine böyle *******in birinde
Ben kendimi
Hicranlara doğradım.
5/:
Devrildi sahte ******* döndü tersine
Bir gümüşi tefekkür yardı ince ruhumu
Açıldı kara toprağın karanlık ağzı
Beynimin ortasındaki rabıtayı mevtilen
Silme günah dolu çukuruma uğradım
Yine böyle *******in birinde
Ben kendimi
Hicranlara doğradım.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:26 AM
Biz “Hey Gidi Hey” Derdik
1/:
Biz ol vakitte
“Sobe” derdik her şeye...
***
Geceye sabahtan arta kalan oyunlarımız,
Düşlerimiz salkım saçak gündüze
Uzardı upuzardı...
Gümüş kınlı babayiğit hançeri misali,
Çıktık mı ayın efsunlu aydınlığına
Girmek bilmezdik bir daha anamızın koynuna
Tenimiz yarı gecede gül açmadan.
***
Ol vakit öyle bir vakitti ki,
Biz “Hele hey! ” çekerdik her şeye.
2/:
Biz ol vakitte
Sevdalı arguvanlar söylerdik...
***
Oynak türküler tüterdi bacalarımızdan.
Yavuklunun dantelli yağlığıynan
Silerdik on yedilik yanak sivilcelerimizi.
“Hop! ” edip kaptı mı bizi
Delikanlı sevdaların denizi
Hudutsuz ve sersebil ülkelerde
Bulurduk anında kendimizi...
***
Ol vakit öyle bir vakitti ki,
Biz “Sürmeli” çekerdik her şeye
3/:
Biz ol vakitte
“Parola? ” derdik her şeye
***
Oturur doruklaa gözlerdik kızıl gezegeni.
Metal buz gibiliğinden bakardık yıldızlara.
Gelinlere bir yanar,
Kızlara bir başka yanardık pınar başlarında.
Aynı gecede bir – üç nöbetiylen nişanlanır,
Beş – yediylen teskere kuşanırdık.
Bir feleksiz kara katar kaptı mı bizi,
Mavi soğuğunda Sarıkamış’ın
Bulurduk kendimizi...
***
Ol vakit öyle bir vakitti ki,
Biz “Hey gibi hey! ” derdik her şeye...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:26 AM
Biz Kenan’ın Kanatlı Küheylanıyız
1/:
Biz biz idik.
Geçmişte neyse.
Bu günde yeryüzünde... Ve her yerde...
***
İzanımız al yanaklı gülleri devşirmede
Tarihin kan renkli gülistanında…
Dağlara bakışımız boşuna değil
Yani umutkâr bir Leyladır beklediğimiz
Ve hasretin harında dilimiz yanar
Ufuklarda devriye diye
Vurulur... Haketmeyen tutkulu gözlerimiz.
***
Gün gibi alnacımda yer tutar anılarım:
Kök kemiren bir gündü takvimdeki allı gelin
Fırat doğruldu dağların kundağından
Nil ölümcül yatışından uyandı
Bir sacayağına dağlandı ellerimiz
Sevdaya ve ölüme esir düştü ay yar
Şakakları oyan madeni terlerimiz.
2/:
Biz biz idik,
Geçmişte neyse...
Bugünde gökyüzünde... Ve her yerde...
Zulmü süpüren mavi ellerimiz
Tarihin kan renkli gülistanında…
***
Gün gibi şakağımda yer tutar:
Bin kanatlı bir gündü takvimde kaderimiz
Kimsesiz ve uzak bir rahvan katarı
Sarı seccadeli saflarda yıldız devşirmede
Kör bilinmezliğin yapışkan kahrı
Ve içimizde oturan hamarat ana
Kundağına sarmalamışken kehkeşanları
Izdırap iğne iğne
Yontarken aynada yüzümüzü ve yıldızları
Birlikte yemlendi bizimle ay yar
Kıtlığın kahır dolu heybesinden
Kanatlı Kenan’ın küheylanları.
3/:
Biz biz idik,
Geçmişte neyse...
Bu günde birleşen gözlerimiz,
Tarihin yıldız yıldıyaz balkıyan gülistanında…
***
Bak işte ay yar!
Özgür ambarlardan yemlenmedeyiz hakeza
Küpe küpe yıldız asıp zülfümüzün ucuna
Kazdırıp yeniden asit asit
Çağları uyuyan kör mühürdara
Ve banıp ıtır kokularımızı kanına güvercinlerin
Sevdamızı basmalıyız bu anaç dağlara
Ve arsız acuna ay yar!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:26 AM
Bu Gece Terör Vakti
1/:
Bu gece talan zamanı,
Huruca kalkın çocuklar!
***
Kuşanıp karanlıkları,
Yağız atlar sürünün bileklerinize.
Kanatlı latalarınız yekpare kara,
Yirmi dört ayar kantarmalarla,
Ve gümüşî üzengilere basıp,
Kasıp dizginleri Hemdan’da,
Kuşanın çatal dilli karanlıkları...
***
Bu gece talan...
Ganimet ki dinine kadar...
Havar… Havar... Can Havar…
Haydi huruca kalkın çocuklar! ...
2/:
Bu gece çapul vakti,
Binin atlara çocuklar! ...
***
Önünüz sersebil yıldız yağması,
Dününüzse diz çökmez süvari,
Harman eli Moğolistan’ın yani.
Kuşanın kırk haramilik karanlıkları.
Bu gece çapul...
Şehsuvarlar varlar bu dem, sonuna kadar.
Havar… Havar... Can Havar…
Durmayın, binin atlara çocuklar! ...
3/:
Bu gece terör zamanı
Kuşanın silahları çocuklar! ...
***
Havadaki lanetli ayaz,
Var sayın avaz avaz isyan çığlığı.
Ya da uslanmaz yüreklerinize çağrı sayın ki.
Yarınki şaşkın iris coğrafyasını,
Görür gibi olmanın Zaliman-ı Haccac hazzıyla,
Oğluyla, kızıyla...
Önünüze mantar gibi dikilen herkesi,
Zeytin yağı gibi sürünün,
İflah olmaz toynaklarınıza.
Sesi sarsın ağlayan dağları,
Mazlum ve nazlı suların.
İçin geleneksel çömlekler içre
Ateş kesen eksi kırk derecelik karanlıkları...
***
Bu gece terör...
Bereket ki musonik ırmaklar kadar.
Havar… Havar... Can Havar…
Kuşanın silahları çocuklar! ...
4/:
Bu gece sevda vakti
Yürekleri açın çocuklar! ...
***
Kuşanıp gecenin altın safranını,
Adil kahkahalar oturtun damaklarınıza.
Kadınlarınıza… Paha biçilmez an verin.
Gerin ayazlı ufuklara seren edip yüreklerinizi.
Aç çocukları parmağınızla emzirin..
***
Bu gece sevda vakti,
Bu gece zifaf...
Ve bu gece bir tuhaf dünya.
Çözün karanlıkları bağlayan yularları.
Yani bu gece sevda...
Yürek ki insan sayısı kadar.
Havar… Havar... Can Havar…
Açın yüreklerinizi çocuklar! ...
Açın yüreklerinizi açın ardına kadar...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:26 AM
Bu Koşu Son Diyara
1/:
Boşanıyor ırmaklar nurlar çiçekleniyor
Cengaverler bürünüp mesrurun son seferini
Çöller dürülüyor, düzeliyor kıvrımlar
Sonsuzluk evreninde sefer eyliyor yürek
'Mekke Mekke...' diyerek.
2/:
Bedirdeki yaralar hala gül gibi taze
Penceresi aralık Uhud'daki hüzünün
Hedefler demet demet apaydınlık karşıda
Kutlu Ev'se deste gül
Kavruluyor hasretle özlem ile her yürek
'Mekke Mekke...' diyerek.
3/:
Nurdan şerareler kavuruyor kumları
Küheylanlar kişniyor ateşten ezgilerle
Beyazlıklar uçuyor dizgininde atların
Altından atlar gibi şahlanıyor her yürek
'Mekke Mekke...' diyerek.
4/:
Türküler kalkan kalkan saldırgan canilere
Gürzler gülümsüyorlar her kalkışında kolun
Başka dilden bir ezgi haykırıyor zülfikar
Zamana vuruyor burda damgasını her yürek
'Mekke Mekke...' diyerek.
5/:
Bu uçuş sonsuza aç, bu koşu son diyara
Şehrin akıyor kiri kumların kirpiklerine
Ektiklerine tek tek kavuşuyor son rüzgar
Sarılıyor nebinin müjdesine her yürek
'Mekke Mekke...' diyerek.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:27 AM
Burcuma Dik Bayraklarını
1/:
Dik bayraklarını burcuma be sultanım...
***
Zaman zamansızdır.
Bu yüzden zamansız kızkuşları uçar,
Saçlarımı yalayarak üstümden.
Off! Üstümden annem...
Ve geçmiş anlarını siyaha boyamış bıldırcın palazları...
Zaman zamansızdır ancak durmaz,
Geçer kuş tarihinden bir asır daha.
Vakit cülus vaktidir saltanat diyarında,
Beylerbeyi ki hareli kaşları nah böyle,
Enli bir kolan gibi ve çatıktır.
Ve asker toplamaktadır aşk illerine doğru.
Eee! Davranın bre yüreği yağlı uşaklar,
İşte beklediğiniz seferberlik sonunda başlamakta.
***
Cengaverler oturlar bir yeniçeri baranisi üstüne,
Sarışın saçlarına zeytinyağı sürerler,
Keklik derisinden sırım dilerler.
Off! Dilerler annem...
Sormayın bir deli, bir deli kaynar ki kanım.
Dik sen de gayrı bayraklarını burcuma be sultanım...
2/:
İpekyolunda hışırdasın,
Ve aşk ehlinin yüreğinde şavklansın diye,
Gümüş sırlı aynalar doğranır her yoncanın dibine.
Yani vakit cülus vaktidir hanedan diyarında,
Beylerbeyi ki bıyıkları nah böyle,
Kalın kolum gibi ve çıtaktır.
Ve hakikaten güneş şavklanır ucu kıvrık bıyıklarda.
Cesaret dediğin de bir anlık esrikliktir hepi topu.
Bu yüzden herhangi bir ortada yeniçeriler esrirler,
Off! Esrirler annem...
O an yaşamımdan bir dilim sırım daha dilinir,
Bilinir ki kovulası korkaklıktır aşk adamının anaparası.
Yüreklerdeki ekin vadisi alayıvala ile ayakta,
Karşılar beylerbeyini Urumeli’nin akça pakça kızkuşları.
O kızlar ki saçlarının gönderine sarışın sancaklar çekip,
Buğdaylarla halay tutarlar yan komşumuz temmuzda.
Çalparalı köçekler ıtır kokarlar o an.
Memleket bir o yana uğunur, bir benden yana.
Marmara depreşir ve devrilir,
Devrilir bir anım... bir anım daha...
Dik bayraklarını burcuma be sultanım...
3/:
Boyunlarına çan asılır develerin hiç karşılıksız.
Çöl durur,
Kervan gider çan çan çan! ...
Ebabiller kılavuzluk işlevindeler.
Sönmeye yüz tutan sevdalarını takar da kızkuşları,
Yalaya yalaya uçarlar saçlarını ehli aşkın.
Saltanatın başında parlayan ışılak taç can hıçkırmada.
Son şehzade üzülür ve son kez dolanır ekvatoru,
Çünkü,
Vakit cülus vaktidir saltanat diyarında,
O beylerbeyidir ki öfkesi nah böyle,
Kılıç gibi çift sirke verilmiş ve ucu kıvrıktır.
Asabiyet teyakkuz... toplar muhitteki tüm arzuları,
Hem de bir avuçluk zaman içinde.
O dem pörsümüş bir kuş öter,
Ve yaşlılık elinde demirden asa,
Basa basa gelir beylerbeyinin nal izlerine...
Kederimi topraktan kazırlar kuş burnu ile çeriler.
Ama dercolmuştur artık toprağa kanım.
Dikmesen de olur bayraklarını burcuma be sultanım...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:27 AM
Buzlar buharlanıyor çiçek açıyor karlar
1/:
Buzlar buharlanıyor çiçek açıyor karlar
Ruhumdaki ağızlar haykırıyor hep birden:
Nerdesin ey yar?
Kandesin ey yar?
2/:
Gözbebeğim titriyor yalnızlık mevsiminde
Deliniyor kalp cebimi kaplayan astar
Döküldü birer birer adının dört mevsimi
Ebedi boşluğa savrulan ibrişim saçlar
Sensizliğe hükmetti yargıç katlimi
Hasret yankılanıyor yırtılıyor sert zarlar
Özlem kokan kalemler yazıyorlar hep birden:
Nerdesin ey yar?
Kandesin ey yar?
3/:
Ensemdeki hışırtın kırk konaklık mesafe
Oysa ben kokunu koluma dolamıştım
Dökülüyor beraberlik kırılıyor kristal ikiz kase
Oysa rüyamdaki gölgeyi serap değil sanmıştım
Gündüz yine ufalanıyor sönüyor kızıl farlar
İçimdeki tellallar bağırıyor hep birden:
Nerdesin ey yar?
Kandesin ey yar?
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:27 AM
Cevriyeler Gül Ekti
1/a:
Gül ektim deste deste
Bir şubat sağnağında...
1/:
Ney çalan yaralarımın çayırlarına
Serptim sevdamın tohumlarını.
Denizler diz vurup anılarıma
Görkemli başını hüzne buladı
Ağladı ağladı
Şehir ve ıslak saçları nisanın
Boy ölçtü zamanın gülistanında
Gül ektim deste deste
Bir şubat sağnağında...
2/:
Bindim *******in göz pınarına
Susuz sevdaların rahvan atına umarsız.
Dolandı hayalimin ibrişim dizginleri
Arsız bir süvari gibi yalanlarına.
Ve kapıları tutan
Gerçeğin ayaklarına.
Akasyalar gergefin orta katında
Bademler çatlamada, zerdali tam çağında
Gül ektim deste
Bir nisan sağnağında...
3/:
Bindim vurgunların hüzünlü sağnağına
Her damlada yeniden çizdim vahdeti.
Can evimi doğradı mecnuni cenbiyeler
Cevriyeler badal kurdu
Altına bulutların
Dönen başım gibi burgulu
Ve ayaklar altındaki kinime inat
Sırlı koridorların cezbesine kapılıp
Yeşerip şubatleyin lügatımın bağında
Gül ektim deste deste
Bir temmuz sağnağında...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:27 AM
Cinayet Semaverinde Yudumlarım Çayımı
1/:
Bir yerinde alemin,
Kan demler bir tiryakî cinayet semaverinde.
Çay diye çiviler, kasesiyle namlunun
Anaların dökülür iki yanına
Ayasında dua tüten elleri
Bir göz uçmada bulutlar diyarına
Kırkık kirpikler kapanmada tek tek
Göç etmede gözyaşının katarı
Zındancı savurmada acılar denizine
Kopyası yok edilmiş tek anahtarı
Buluşmada matemin nemli kıyısında
Kadersiz kul ve kaderin sahibi hâlîk
Yine dağlar ciğerimi ince hastalık...
2/:
Bir yerinde alemin
Uzanır yerlere, istemeden bir çocuk
Veya çocuklar
Kurşunlar kuluçkada ölüm yaşasın diye
Yüreklerden akmada ılık ılık
Sonsuzluk ülkesine göçmen canlar
Son kez zıplamada ölüm örülü ağda
Annesinden koparılmış bir minik balık
Yine dağlar ciğerimi ince hastalık...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:27 AM
Cüsseli Dağlara Yandım
1/a:
Yüklendi bir amele içimdeki ağzı açık tutkuyu,
Dağlar ördü engin rüyaların düzüne.
Ve tuttu yüreğimin falezli sahillerine vurdu,
Beynimde uluyan korsanlı suların izi.
Ve o iri cüsseleriyle,
Ovaların döşüne kurulan dağlar,
Sakladı hayallerimin eşkiyasını.
***
Ben de bu cüsseli dağlara yandım.
Dağlar yüreğime bağdaş kurdu...
Ben dağlara abandım...
1/b:
Bu cüsseli dağlara yanarım ya ben,
Bağdaş kurup köçek kıvrımı eteklerin dibine.
Kalbimden geçen katarların haddi hesabı kaybolur.
Ve ben onların geride kalan derin izlerine,
Samıri gözlerine banarım ekmeğimi.
Elinden yemlenirim, aşım inci pilavı
Kar yurdu yurttaşı zirvelerin.
***
Ben de bu cüsseli dağlara yandım.
Dağlar bana bel verdi,
Ben dağlara abandım...
2/a:
Bin suvari çıkardım Han Kazan masalından,
Yani suru israfilinden kırmızı gırtlağımın.
Avuçladı organını acımazca Horasan’da
Aymazlar lordu şeytanın kızı Lusifer.
Ağalar, Bayındır diyarında toy düğün kurdu.
Kar yurdu yalnız yaylalara,
Çaresiz bir şahdamar sızısı gibi,
Şanlı seferlere çıktı muharip dağlar.
***
İşte ben de bu cüsseli dağlara yandım.
Ben de bir zamanlar handım, hakandım,
Dağlar kadar yamandım...
2/b:
Bu cüsseli dağların izidir anılarıma basan.
Yüreğime mühür gibi basılan vizesidir dorukların.
Ben ve karları misafir eden dağlar,
Ezelden oymuşuz kabirlerimizi,
Derunî ve yan yana...
Bana soğuk mermerlerden musalla düşmüş,
Dağlara koca ayaklı hamarat katana.
***
İşte bu cüsseli dağlara yandım ben de ağalar.
Ben de bir zamanlar Horasan’da Han Kazan’dım,
Dağlar kadar karlı ve yamandım...
3/a:
Yeleleri kabardı şubatında Ararat’ın.
Ve içimde beslediğim kibirden aslanların.
Bir uzun zaman avcısı ki gözleri ateş,
Vandal izli vadileri avucunda eriterek,
Oydu pundunu bulup dağların altını.
Silindirik galeriler dizerek ezdi tarihi,
Karlı umudun sütüyle beslenerek.
**
İşte ben de bu cüsseli dağlara yandım.
Vurldum bir zülüflü kuşa,
On beşimde yağlı mavzer kuşandım...
3/b:
Bu cüsseli dağların gözyaşıdır Fırat’ın sermayesi.
Hatta imrenerek içtiğimiz papazkarası şaraplar...
Biz ve şu cengaver dağlar
İki düşman kardeşiz ezel ezelden.
Kaderlerin kan kusarak deprendiği,
Sabahın ilkinde uykular kaniken daha,
Ölümün eşiğinde kesişiriz.
***
Ben de bu cüsseli dağlara yandım.
Hedefi tuttu amcamoğlu karşımdan,
On beşimde kan davası palaskası kuşandım...
4/a:
Sevdalara harman ettim döşümü güz gününde.
İri cüsseli dağları kabara kılıp giyindim potinimi.
Yuvarlak yaylalara kurdum cengederek düşümü.
Alıp terkime ateş ile toprağı,
Beynimi ırmaktan ırmağa vurdum.
Oysa... Benim yurdum,
En yüksek ve fermanber çatılardı uzak bir kasabada.
Hatta konardım Himalaya’nın saçaklarına...
***
Ben de bu cüsseli dağlara yandım.
Karıldı kanım bir şahsi seferberlikte,
Kandım, anlayamadım...
4/b:
Bu cüsseli dağlar kırdı ceviz gibi beynimi.
Ve öksüzleyin ve zamansız uçurduğum,
Sütümle beslediğim güvercinimin ıslıklı kanadını.
Fena ender bir çığ düştü vadisine yüreğimin,
Eteğime zamanın alt ucundan bir yeşil ses...
Depreşti mağrur Ağrı asırların ilkinde,
Yekindi ölüme binip şubatta Tendürek,
Hatta sarlarını saça saça Erciyes...
***
Ben de bu cüsseli dağlara yandım.
Neticede orta boylu bir adamdım,
Aldandım, aldandım, aldandım...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:27 AM
Çektik Sevdamızın Besmelesini
1/:
Keskin caddelerde çıplak ayakla
Üfürdük yalım yalım kızgın gülleri
Gölgemizi resmettik canın ak kağıdına
Ensemizde hissettik belanın keskin dişini
Yeniden çektik sevdamızın besmelesini.
2/:
Peşimizden asıldı kök salmış eller
Sükunet mülkünde kabımıza buhran doğradı
Kararan meşalemiz sürpriz ile döndü hayata
Salt ışık kesti öfkemizin yeşeren kini
Yeniden çektik sevdamızın besmelesini.
3/:
Öfke ile kabaran bataklık tükürdü beni
Çamurlu acımızı kanlarımızla yıkadık
Acılar buz tuttu beklemezdik ama sürür ılıdı
Ateşlenen kalbimizin ısısı devirdi bini
Yeniden çektik sevdamızın besmelesini.
4/:
Beynimizin çukuru can çekişen can ile doldu
Kızdı içimizdeki çınar çevresine kıvılcım saçtı
Dokunduk yüreği besleyen damara iç hoşluğuyla
Kan kardeşi ettik cephede ölümü kini
Yeniden çektik sevdamızın besmelesini.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:27 AM
Çık Çocuğum Hayatın Harmanına
1/:
Hüznünü bana boşalt çocuğum,
Pirüpak çık hayat harmanına.
Gözlerin ışıl ışıl…
***
Bereketli ovaları al yanına azık diye.
Yıl göreceli bir asır gibi
Saatler kocaman gözleriyle sana baksın.
Bırak aksın üzüntün.
Pirüpak çık hayat harmanına.
Yanına demirden leblebiler al
Çelikten tarak...
Bırak aksın sıkıntın çocuğum.
Gözlerin pırıl pırıl.
Saçların sert ve düz.
Süz çocuğum,
Ruhundaki bütün baldıran safranını.
Yanına leblebiler al demirden
Ve de çelikten tarak…
Yürü çocuğum
Hiç ardına bakmayarak.
2/:..
Acını bana akıt kadınım.
Doğar gibi çık hayat harmanına.
Yanakların Alanya tombulu
Dudakların dipdiri
İri gözlerin ışık yuvası…
Yüreğimi al yanına azık diye.
Kanım aksın ardınca turna katarı gibi.
Eğer bir yerinde yolculuğunun
Kor bir tandır gibi yanarsa
O lahuti pişmanlığın.
Tüm kadınlığın
Ve kırılgan onulmazlığınla
Pirüpak çık sevdamın harmanına.
Yanına kın kanatlı zebercetten kelebekler al
Kirpiklerimden zülfüne tarak…
Bırak aksın öfken kadınım.
Dudakların kıvrık
Saçların iri ve düz…
Süz kadınım
Gönlündeki ruhsuz safrani baldıranı.
Yanına, ipeğe sarıp muska diye
Buharlı anıları al.
Ve sağ elimden kahkülün için tarak.
Dön be kadınım
Bir daha ardına bakmayarak...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:28 AM
Çıkardık Ömrün Envanterini
1/:
Dağ doruklarında biz,
Korkumuzu bıraktık.
***
Kör gözlü gençlik çağlarında,
Urgan urgan seğirttik.
Duruverip dervişleyin,
Eski zaman höyükleriylen
Mübarek ve uğultulu
Kırık türküler gibi aktık...
Kaçaklığımızda dağ doruklarında biz
Sıyırıp yüreğimizden korkumuzu bıraktık.
2/:
Yol boylarında biz
Sevdamızı bıraktık.
***
Kurşunî binitlerle ıslık ıslığa,
Torosvari tünellerden destursuz,
Gönlümüzü yalnızlığa iteleyerek,
Kara haberler gibi aktık.
Kaçaklığımızda yol boylarında biz
Sıyırıp yüreğimizden sevdamızı bıraktık.
3/:
Mavi siyah deryalarda biz
Rüyamızı bıraktık...
***
Katran kanı şiirler demlenip
Kaytan bıyıklı türkü buğulanarak
Dizelerin kanına girdik biz
Ezgilere kulp taktık.
Ulam ulam sevdalarla beraber
Fincanı mermerden oyup
Sıvı kurşunlar gibi aktık...
***
Kaçaklığımızda upuzak diyarlarda biz
Sıyırıp yüreğimizi ömrümüzü bıraktık.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:28 AM
Çıkmadın Cama Belma
1/:a...
Son perdede çekildi ışığın gözlerine
Şehrin ışıklı pencerelerine is düştü
Çıkmadın cama Belma…
Ama verilmiş sözün vardı hani
Yani umuda sarılı kavlimiz
İkimiz
Saatler on ikiyi vurunca
Tedirgin metropol uyuyunca yani
Yorgun yürekleri dindirecektik
Vurup başımızı kara dağlara
Çıplak taylara çıplak binecektik,
2/:a...
Son bulut da geçti usulca ve saklanarak
Karanlıklar prensi ayın önü puslandı
Oysa sen çıkmadın cama
Ama Belma…
Ahdımız vardı hani. Yani…
Sarınıp türküleri zemheri soğuğunda
Sularda taş sektirecektik
Uzanıp düşlerin dingin yataklarına
Vurgun yemiş kalpleri dindirecektik
Vurup başımızı uzak illere
Kısraklara çıplak binecektik,
3/:a...
Son sarhoş da ödedi hesabı gönülsüzce
Apostol’un köhre barında söndü fener
Sense çıkmadın cama…
Ama Belma…
Ucu yanık mektubumuzun sonunda
Verilmiş sözümüz vardı hani
Yabani tarlalara. Evcil sevdamızı ekecektik
Kaçacaktık ufukların ardına
Küheylanlara çıplak binecektik,
4/:b...
Son bekçi de üfledi düdüğünü
Tükürüp alkol kokan kaldırımlara
Sense Belma…
Çıkmadın cama…
Ama. Kuytulanıp o son istasyona
İstim kokulu şarap doldurmuş
Ve tokuşturmuştuk düşlerimizi
Gülüşlerimizi alıp alıp hazine sandığından
Takvimlere ekmiştik şubatın soğuğunda
Kesip bileklerimizi isyanla
Ya da Belma…
Raylara uzanıp usulca…
Verilmiş sözümüz vardı hani
Ya da cesur kavlimiz
İkimiz
Saatler on ikiyi vurunca
Birlikte ölecektik...
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:28 AM
Dalarım Şairlerin Bozlaklarına
1/:
Neşetertaş ile serildik bozkırın bacaklarına
Şemsiyemiz yıldız yıldız üzerinde ecelin
Çağladı ağzımızdan bir acı bozlak
'Daha on beşinde taze gelindi.'
'Aldı elimizden kırmızı ırmak.'
2/:
Neşetertaş ile yorulduk gayrı hicran ölçmekten
Binlerce yıllık endazemiz acılara bulandı
Devrildi ömrümüz vahalarda azıklarımız yavan
'Elmalı'dan çıktım yayan.'
'Dayan hey dizlerim dayan.'
3/:
Neşetertaş ile bilenmiş rüyamız uykuya daldı
Kan akıttık sükûnetin bilge lülelerinden
Harmanlarda savruldu ömrümüz elendi elem
'Erzurum dağları kar ile boran.'
'Yüreğimi aldı dert ile verem.'
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:28 AM
Değirmenler Kuruyorum Hicran İle
1/:
Yeryüzü kanıyor elimin çukuruna
Değirmenler kuruyorum hicran öğüten
Koyun gözü atıp dönencesine ömrün
Eflatun tüller doluyorum umudun perçemine
Sevdalanıyor kendime
Yaramaz çocukluğum.
2/:
Bayramlar yoruluyor düğünler bölük pörçük
Göğsümü hedefliyor özlem okları
Yıllar çıldırıyor deliriyor takvimler
Kostümler dikiyorum ömrümün her ferdine
Sevdalanıyor kendime
Yaramaz çocukluğum.
3/:
Hayal hayal görünüyor perdesinde gecenin
Gölgesi ince, puslu ve uzun anam oğlunun
Yıldızlar çakılıyor çiçekli çarşaflar gibi
Yayılan mermer maviliğine korugan gökyüzünün
Unutup muhitimi düşüyorum derdime
Sevdalanıyor kendime
Yaramaz çocukluğum.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:28 AM
Deldim Hüznün Duvarını
a/:
Deldim hüznün duvarını sevdiğim.
Bayramlarla bilenmiş
Sulanmış iki kere.
Aşkın ve ayrılığın
0 usta ellerinde.
Umudumun körelmeyen
Burgusunun ucuyla
Deldim hüznün duvarını sevdiğim.
b/:
Küheylan kelebekler, kanadından ağladı
Göz ucuyla gülümsedi,
Eskimiş tabloları unutulmuş ustamın.
Gül fışkırdı,
İrem'deki hülyamın al yırtığından.
Umudumun körelmeyen
Burgusunun ucuyla
Deldim hüznün duvarını sevdiğim.
c/:
Gözlerim çivilendi hayalin tavanına
Sabrın çarkı ile bilendi tırnaklarım
Gökyüzünü nakışlı bir çarşaf misali
Ve aç ankalar gibi yayarak
Daldım sevdamın gizemli seyranına.
Umudumun körelmeyen
Burgusunun ucuyla
Deldim hüznün duvarını sevdiğim.
d/:
Kına yaktı kıvrık bir Yemen hançeri
Gözlerimin ayasına, kesişen çizgilerle
Ayazlı bir keramet diyarında öğleyin
Süt sağıldı
Memesinden sitemin.
Bir kağıdı yırtar gibi zahmetsiz
Kimsesiz bir akasyayı kakar gibi burnumla
Umudumun körelmeyen
Burgusunun ucuyla
Deldim hüznün duvarını sevdiğim.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:29 AM
Deli Şair Yıldız Gülistanında
1/:
Uzatıp simli saçlarını zamanın aralığından
Çığlık atan aslanlar, perde çekmiş gönlüme
Topraklarda tepinmiş dört mevsim çocukluğum
Belenmiş karanlığa rüyalara göçmüşüm
Gönlü güllü annemin uykusunu bölmüşüm
Ben ipilti devşirmeye gelmişim
Yıldız gülistanlarından.
2/:
Kestaneler patlatıp ninemin avucunda
Yağmur sağıp yukarı, kar yakmışım ocakta
Ekmekler doğrayıp düşümün merkezine
Açıp kozmik kapılarını, ruhumu koyvermişim
Ne önemi vardır ki yaşamışım ölmüşüm
Ben ipilti devşirmeye gelmişim
Yıldız gülistanlarından.
3/:
Gah yemişim kurşunu, nah şuramdan yukarı
Kadim sevdalarımı serip ayağımın altına
Akıbeti sevmişim, öncelere göz atıp
Gökyüzü mavisini bulayıp karanlık düşlerime
Göğsümü harman edip sevdiğime sermişim
Ben ipilti devşirmeye gelmişim
Yıldız gülistanlarından.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:29 AM
Deli Şairin Şiir Fidesi
1/:
Şiir fideliyordu çıplak yüreklere
Bir deli şair habire…
***
Birdenbire kalemi tükeniyordu şairin.
Bir yıldız kırıtıyordu yirmi dördünde.
Ve gri bir bulut peçeliyordu aydınlığı.
Baykuşlar iç çekiyordu inatla gecenin heybesinde.
Kervanlar üzüm salkımı gibiydi Necef’te...
***
Karanlık bir sokaktaydı o ve o
Bir lambanın kör ışığındaydılar el yordamıyla.
Metrik cinayetler işliyordu asimetrik caniler.
Çukurlaşıyor yükseklik uyaksız yüreklerde.
kalınlık büzülüyor, dürülüyordu geometrik en.
Şairse şiir fideliyordu yüreklere mütemadiyen...
2/:
Bir deli şair ama yine de,
Doldurup şişelere göz yaşlarını,
Şiir fideliyordu çorak yüreklere...
***
Fidelerini kanıyla suluyordu yaşlı bahçıvan.
Sonra okşuyordu gri saçlarını gülün.
Koyungözleri gülüyor, ağlıyordu çocuklar.
Şiir fideliyordu mütemadiyen
Yüreğinin yangın yerine bir deli şair...
3/:
******* boşanıyordu cümle kapısından.
Sürükleniyordu çelik zincirler galerilerde.
Şiir fideliyordu deli şair virane yüreklere an be an...
***
Tabureyi çeliyordu o adam,
Çıkartıp üstüne arzularını.
Şimalde bir yerlerde simetrik ağlıyordu,
Kestane saçları üç örgülü bir yetim kız.
Kırış kırışdı alnı insanlığın kederden:
“Kahretsin” diyordu,
Asit tükürüp aralığından ön dişlerinin,
İhanete uğramış bir yaman delikanlı.
Ama yine de şiir fideliyordu boş yüreklere
Bir deli şair mütemadiyen...
4/:
Güncesini aralayıp usulca,
Batırıp sevdasına ucunu sevdalı divitinin
Şiir fideliyordu şairi çıplak yüreklerin.
***
Felsefeyi yeniden yazıyordu o sağır ve kör adam.
Sonra koyup içine,
İçini bir dikişte içtiği şişenin.
Salıyordu sularına sarhoş ummanın.
Simetrik kısraklar kişniyor,
Milimetrik küheylanlar şaha kalkıyordu.
Oysa cadde kenarında unutulmuş umutlardı,
O ağıt dolu türküyü çeken acılı sesiyle,
Yüreklere sevdalar eken diyarda.
Şiir fideliyordu kitaplara yine de
Bir deli şair mütemadiyen...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:29 AM
Deniz Aldı Yüreğimi
1/:
Ne varsa yürekten yana bende
Aralayıp ağlamaklığını mühürlü sevdaların
Denize verdim…
Ben sulardan daha kıskanç,
Daha berrâk ve tuzlu,
Sade, denizi severdim.
İnci devşirme zamanıydı Greguvar takviminde tarih...
Harmanıydı istiridyenin Robinson adasında
Ya da midelerde midye hasatı...
Kaskatı bir saatı kalkanın
Yarıp ortalık yerinden
O yaramaz Kızıldeniz’i bir gece...
Ne varsa yürekten yana
Ben ki bahri umman misâli
Karşılıksız severdim...
İşte bu nedenle ben durup yüreğimin güvertesinde,
Ne varsa yürekten yana deryaya verdim…
2/:
Denize verdim tek bir hece komadan armadamda
Ne varsa sevdadan yana bu gece…
Daha dün dalgalara misafir olur idim istesem
Diplere töre ile dünür giderdim
Her ne ise yürekten yana
Kana kana Cebelitarık. Ve ılıman Hazar
Azar azar kururken yaşam körfezim
Ve okyanus misali kudurganken umudum
Yutkundum yudum yudum…
Denize verdim kırıntılar komadan
Ne varsa ömürden yana.
Oysa ben
Balıkçı tarlası misâli
Anaç ve eli açık
Yani karşılıksız severdim
Ne varsa yürekten yana deryaya verdim…
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:29 AM
Denizci Yezdan’a Emanet
1/a:
Suna gelin...
Bir denizci yaresi yürekte,
Denizci ise şıpırtılı kürekte şimdi...
Dudağında bir yosunlu aşk türküsü:
“Alabanda iskele Sunam,
Alabanda sancak,
Ancak sana yönelir rotam,
Sana ulaşır ancak...”
1/b:
Suna gelin...
Kahreder rıhtımda kaderine.
Evinin orta yerine düşecek,
Ölüm ateşini bekler her dem.
Akşamı beklemeden,
Falezlere vurur bunlu başını.
Kaşını iki silah gibi çatar.
Siper eder alnına ellerini.
Tarar ufkun saçlarını hırs ile...
2/a:
Suna gelin...
Kucağında minnacık bir bebecik.
Diken üstündeki yüreğinin dalgaları köpürmede.
Alarga bilcümle altıncı hisli martı kuşları.
Açıktan geçin umman kadar ey yürek korsanları.
Bu körfez ki sahte sükûn ve yapay mutedil,
Yani bu umman öfkeye gebe...
2/b:
Suna gelin.
Bir palamut kokulu denizcinin karısı.
Hazırlar ta geceden yırtık ağları.
Dağları koklar uzun uzun her kuşluk vakti.
Ha bozdu, ha bozacak hava.
Adam avına çıkacak pusuda yatan deniz.
Denizci ise emanettir Yezdan’a...
3/a:
Suna gelin...
Falezlerle halleşir her akşam tüneyerek.
Duaya durur elleri, dilleşir suskun ama yüklü bulutlarla.
Dalgalarda bir cengaver hışmı ki,
Sayın ki merdi meydan sefere çıkmış,
Kan kalesi boylarına, yanında yiğitleri
Öylesine kılıç üşürür kayalıklara...
3/b:
Suna gelin...
Acıkır, yemez, susar, içmez.
Martılar çığlık çığlığa matem aerefesinde.
Çizer başı üstündeki maviliği bir sessiz rüzgar.
Kah dalar dalgaların döşüne başının bunu.
Suna gelin bir kavuşsa eşine,
Tövbe balık avına bundan böyle,
Tövbeler tövbesi denize...
4/a:
Suna gelin...
Bozar her gün eteğinde tövbesini zoraki.
Tabii ki, ekmek savaşıdır bu.
Üç boğaz belermiş gözlerle denize bakar.
İkindi geçkini Suna gelin,
Yakar cızır cızır pirinç kuzineyi.
Anlaşılan bu akşama
Çok farklı birşey yapacak,
Yani yine hamsi kızartacak.
Sonra sarılıp gülle diken misali,
Kocasıyla yatacak...
4/b:
Ama Suna gelin...
Nasıl söylenir bilinmez...
Kader işte...
Denize sabah gidilir amma...
Akşam gelinmez...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:29 AM
Dılo Dılo Şiir
1/:
Şiir bu,
Belli olmaz sağı solu…
Yanar bir pınar başında çırpınarak
Hüznüne karacaoğlan’ın
“yüce dağ başında
Yayılır taylar.” Der karacaoğlan
taylar ki
toynakları altın suyuna batmış
beyaza kesmiş kar misali
ve dürüm dürüm dürülen bir mekanda
alnının akıtması ışık serpmede
bense yaz ortasında çaresiz
sevdanın buzlarla sevişen zemherisine
savurmuşum şiirimin kefiyesini yellere karşı
“dılo dılo
Ya ben ağlamayım
Kimler ağlasın?
Dılo, dılo”
Deyin, ağalar kimler ağlasın?
2/:
Şiir bu,
Terk edilmez terk eder…
Yakar frengelinde bile zulm ile
Asri bir esir gibi başını karacaoğlan’ın
bir yapıdır kurulur bugün
yarın yıkılır apansız. Engel tanımaz
camgöbeği sırça zındanlar
“var mı benim gibi
emeği zaylar? ” Der karacaoğlan
Akasyalar çiçek açar
Şaşkın bir kahkûl ayında
Bense yıldızlar ortasında çaresiz
Uçurmuşum şiir kuşunu
Beyaz kıyametinde zemherinin
Aranırım bir bilinmez türküyü
dılo dılo
“şu garip gönlümü
kimler eğlesin?
dılo dılo”
deyin, ağalar kimler eğlesin?
3/:
Şiir bu,
Ateştir anası güneşin…
İcbar eder ısıtmaya buzları
Oysa donmuştur bir zirvede
Yüreği karacaoğlan’ın
elleri okşanacak kor arar
saçında zamansız bir fırtına kuşunun yuvası
“yüce dağ başında
dumanlar tüter.” Der karacaoğlan
Öter fırtına kuşu
Islık ıslığa üfürür öfkesini
Bense karanlık vadilerde çaresiz
Sele vermişim dize dize
Şiirimin kısık ve cılız sesini
“dılo dılo
ya ben ağlamayım
kimler ağlasın?
dılo dılo”
deyin, ağalar kimler ağlasın? ..
4/:
Şiir bu,
Kocaman bir marmaradır nokta üstünde…
Ya da bir damla sudur
Teyakkuz hâlinde bulutlardaki
O ki karacaoğlan’dır ağustosta buz keser
Yüreğindeki ise silme kor volkandır
Ünler: “ölüm en kolayı
Ayrılık beter.” Der karacaoğlan
Yeter artık karaca
Terket o bengisulu pınarı
Ve artık tepele bir uçtan uca Osmanelini
Ve tüm Frengistan’ı mahvet
bense Marmara’yı aranıyım
dile dile obruk yaylalarını
şiirimi veriyim yele
akayım kara cönügüne senin
“dılo dılo
Şu garip gönlümü”
Karacaoğlan eylesin bundan böyle
Dılo dılo ağalar...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:29 AM
Direk Vurmayın Maviliğe
A/:
Direk vurmayın gökyüzüne
Bırakın çöksün sonsuz mavilik.
Ki
O mavilik
Başımızda asri havailik.
Sırtımızda uçuşuk mintan,
Uzaktan çağlayan su belimizde,
Sayın ki onbeşimizde simli kaytan…
***
Direk vurmayın gökyüzüne ağalar.
Taramayın
Saçlarını bulutların.
Göçmen turnalar yalasın sarı yağlı yıldızları,
Ve kocaman kocaman leylekler...
Ki onlar,
Gökyüzünün kızlarıdırlar.
Serip ıslak kanatlarını samanyolu harmanlarına
Özgürce kurutsunlar...
B/:
Burmayın bulutları
Bırakın sağılsın üstümüze engin mavilik.
Ki
O mavilik
Başımızda ucu masaldan çıkmış kavak yeli
Aklımızda delikanlı havailik.
Ceketimizin kıvrık yakası,
Islık cebimizde zülfü şiir örgülü menekşe,
Kız memesi iriliğinde sarışın ömrün arkası…
***
Direk vurmayın gökyüzüne ağalar.
Silmeyin
Gözlerini sulusepken bulutların.
Yabanıl yapraklar yalasın sarı yağlı güneşi.
Ve kocaman ayaklı saygıdeğer çınarlar...
Ki onlar,
Toprak diyarının anlı şanlı beyleri,
Serip yeşil ellerini kevkebler harmanına
Özgürce kurutsunlar...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:29 AM
Dudu Dilli Pakize’ye Mersiye
1/:
Bastırıp avucumu sanal yarama
Ok yemiş maral gibi inledim,
Alaca şafağın zülfünün kuytusunda...
Dinledim vay… Dinledim ah!
Ilgın ılgın akan kızıl kuşumu bir erken sabah...
***
Mavi dağlar can verdi
İlkbahar kuşanan sevdalarıma
Göğsümde tombul fantezim filizlenmede
Oysa şakağıma sarı çiçek sokmuştum daha öğleyin
Pes dedim Pakize’me ömrümün güreşinde
Yenilgimden haz almayı denedim
Bastırıp avucumu sanal yarama
Ok yemiş maral gibi inledim...
Mum dikip ağzıma tek lâf demeden
Dinledim vay... Dinledim ah!
“Dudu dilli Pakize’m” seni ellerden…
Ilgın ılgın akan bir erken sabah...
2/:
Yıldızlar da ortak oldu acıma
Bulutlardan dimağıma bozlak sağıldı
Çevrildi bir lahzada güneşimin üstüne
Kor karanlığın namlularının ağzı…
Bastırdım ve inledim ellerimi bir türkü gibi
Yani “Tövbeler tövbesi geyik avına...”
***
Fırtınada kaybettim umut kuşumu
Elemimle tespih çeken sesi dinledim
Bastırıp avucumu sanal yarama
Ok yemiş maral gibi inledim...
Kor döküp ağzıma tek lâf edemeden
Dinledim vay... Diledim ah!
Ilgın ılgın akan kızıl kuşum bir erken sabah...
“Dudu dilli Pakize’m” seni ellerden…
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:30 AM
Dünden de Tren Gelir
1/:
Çocukluğumdan bir parça yüklü
O tren, o kara tren...
***
Gözlerine akışkan plastikten sürmeler çekip
Önünsıra sarışın,
Ve utangaç bir yıldız köşesiyle
Geliverecektin hani bir sabaha karşı
Yüreğimdeki ağlamaklı gara.
Yara yara karlı mısraları…
Ben orada olacaktım.
Kendi lisanı ile konuşkan bir kedi
Sürtünecekti cılız bacaklarına sevincinin.
Kuşlar Yozgat ağzı türküye durup
Kaldırımlar halay çekecekti.
1a/:
Sen gelecektin o kapkara trenle
Değil mi yar?
Gelecektin bir gece.
Ama geciktin...
2/:
Üfleyerek kampanyı peşpeşe
Yani sevdamın suru israfiline...
Eline mor kınalar yazıp
Karayağız
Ve gözleri çakmak çakmak
Bir, gece gezmelerinin civanmertiyle
Geliverecektin hani?
Gözpınarımdaki yağmurlu gara.
Yara yara dingin dizeleri.
Ben orada olacaktım.
Terkedilmiş bir alaca gölge
Omuzuna dokunacaktı dalgın hüznümün.
Serçelere yem serpecekti
Sarışın saçlı sabaha karşı aşk lambaları.
Kaldırımları şükürle öpecekti ayakların.
2a/:
Sen gelecektin gözlerin çakmak çakmak
Değil mi yar?
Gelecektin gece gezmelerinin civanmertiyle
Ama geciktin...
3/:
Partal bir dilenci usulca
Yıllarını açacaktı ıslak bir banka oturağında
Allah rızasının ebedî yolculuğuna.
İntihar yazacaktı bulvar gazeteleri.
*******i, gözlerini kırpmadan gözleyen yıldızlar
Ve sarışın saçlı bıçkın sokak kılavuzları
Yalnız yüreklerin saçağa konan sığırcıklar
Ve bir de o eski ben…
Tek hece söylemeden
Elimi uzatacaktım ömrümün mangalına.
Geliverecektin hani sen
Yüreğimdeki masalsı gara.
Şiirin daracık sokaklarını
Ve o bu haram şehri yara yara.
Ben orada olacaktım.
Suskun sevda serçeleri
Yemlenmeye konacaktı sevincimin yaylasına.
Kaldırımları efsunlayacaktı şükürkar topukların.
3a/:
Sen gelecektin Şiirimin daracık sokaklarına
Değil mi yar?
Gelecektin ömrümün mangalına.
Ama geciktin...
4/:..
Bilmem kaçnıcı kez soluklanıp yarmalarda
Tekerlenecekti o tren
Kaderimce kara tren...
Gri
Ve yumak yumak
Buharlar sararak bulutlar kirmanına
Yanına katıp uzak hatıraları…
Geliverecektin hani?
Alnımdaki çukur raylara.
Yara yara ölümsüz şiir kıtalarını.
Ben orada olacaktım.
Hayalen boyanmış bir gar memuru
Omzunda masalsı bir apolet
Üfleyerek peşpeşe
Sevdamın suru israfiline…
Eline dokunacaktı gözyaşlarım.
Öylece bakışacaktık.
Ben o ve bir de sınırsız yalnızlık...
Ilık ılık ağlayan gökler
Kapatacaktı kapılarını.
4a/:
Oysa oradan sen gelecektin
Değil mi yar?
Gelecektin omzunda masalsı bir apoletle
Geciktin ama,
Böyle etmeyecektin...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:30 AM
Ede Lo Ede!
1/:
Hazır gökler,
Çiçek çiçek ağlamaya,
Ede lo...
***
Bir Maraş türküsü bütün bildiğim
Ne yatmışlığın var Göksun dağlarında
Ne de sahrayı Elbistan’da yürüyen kervan…
Anımsa ede... Karanlık bir köprüaltı hüznüne
Bulanmıştı zaten bulanık sevdan
İkimiz birer tane dolamıştık ede lo
Ortalık yerindeydi anıların
Boynu bükük... Ve öksüz tabakamız
İkimiz de biliyorduk
Suskun seyre dalan zirveler de farkında
Son keyfiydi dağların o son cıgaramız.
2/:
Hazırdı gökler,
Çiçek çiçek ağlamaya üstüne sevdamızın,
Ede lo, son keyfi bu son cıgaramızın....
***
Cevrini çekende bulanır başım
Uzak bir resimdedir şimdi, Meyrik sitemli
Bir Maraş türküsü bütün bildiğim
Ne severim su yollarında rahvanlarını aşkın
Ne de zülfü altın tokalı köy dilberini
Ne de yolum üzeri Antep’tir.
Düğün durur Maraş bir ağlar
Ben denizlere banarım kahkülümü
Dağlar ise hep…
Ah o dağlardır tek müsebbibi
Ucu yanık yüreğimi özyurduna ulaştırmayan
Kızgınlığım ondandır ede lo.
Küskünlüğüm ise asırlardır suskun kayalar.
Bakıp mavzerimin arpacığından
Meyrik ağlar... Ben ağlarım ede lo.
3/:
Hazır gökler,
Çiçek çiçek ağlamaya,
Ede lo, bakıp mavzerimin arpacığından...
***
Duman çökmüş şakağının düzüne
Ilgıt ılgıt akmada... Yarandan hayallerim an be an
Maraş’tan bir haber gelmiş ede lo
Dönmem gayrı izime basıp
Batsın Maraş... Batsın ayağıma
Ve de yasımı bir kanlı toprak gibi
Tabanına yazan Elbistan.
Şimdi gri bir fotoğraftatır Meyrik sitemli
Denizler elenmede yüreğinin yelkenlerine
Varsa… De deyeceğini ede
“Ya Allah! ” de ve yekin yerinden
Senden sonra Meyrik yolcu ede lo!
Onun için hazır gökler,
Broy broy ağlamaya,
Kurban ede lo...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:30 AM
Efsunlu Dizeler Fideliği
1/:
Aşkın sivri eli,
Batanda döşüme,
Bir bal mevsiminde,
Sızar canım damla damla,
Gözlerimin peteklerinde...
2/:
Buz deryalarında yüreğim.
Öylesine soğuk ve çatlamış.
Ve bitirmiş bir eşkin aşkı.
Ama ne çare unutamamış...
3/:
Çak döşüme kurşunu,
Be düşmanım acar oğlu.
Vur can kuşunu.
Sevdim be seni düşmanımın acar oğlu.
Ve senin o kahraman duruşunu...
4/:
Uzun etmeyin be dağlar
Vurgunum size.
Yeter aşkım Erciyes’e
Bu küçük dize...
5:
Düşümde şahlanan attır,
Beni zaferlere garkeden...
6/:
Bu yollarda burulur acım,
Vurulur bu fırtınalı yarmalarda.
Üşüsün isterim kar yağan döşüm.
Tarayın saçlarınızı ey suna gelin bulutlar,
Eleyin tandırlarda ak kepeğinizi,
Bir çığ gibi kocaman ve ürkünç olmalı,
Benim ölüşüm...
7/:
Uyan artık ey yüreğim
Bitti uzun kış uykusu...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:30 AM
Ellerimi Severim
1/:
Ellerimi severim ben,
Sevda çizen tuvaline gönlümün.
***
Ellerimi severim...
Tutup yangınını soframın,
Seriveren ortasına dağların.
Ufuklar arasına gerip ibrişimleri,
Üstüne sığırcık konduran ellerimi.
2/:
Ellerimi severim ben,
Aşk çizen boş tuvaline gönlümün..
***
Doğrayıp en doyurucu yanını,
Sevdasının ve beyninin kilerinden,
Açlara, bilâçlara ummanların cömertliğinde...
Ardından sallayıp gülümseyen avuçlarını
Yadellere akan ırmaklarımın.
Ellerimi severim ben,
Okşayan ensesini içimdeki yetimin...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:30 AM
Fakir Şair, Hep Şairdi
Fakir Şair, Hep Şairdi
1/:
Fakir şair, hep şairdi
Sokaklarında kaldırım şiirleri döşeli
Ve bacalarından beyitler buhurlanan
Bir kasaba hayallerdi her zaman.
2/:
Fakir şair, hep şairdi
Düşüncelerinde şiirler uçuşan kanatlı
Ve dudaklarından dörtlükler yankılanan
Bir kalabalık hayallerdi her zaman.
3/:
Fakir şair, hep şairdi
Damaklarında şiirler içilen lezzetli
Ve ufuklarından dizeler doğan/batan
Bir ülke hayallerdi her zaman.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:30 AM
Galiçya’da İki Can
B/...
Bir ben bilirim Galiçya’yı bir de Seyfullah.
Dokuz yüz on beşinde zamanın.
Kanlı kamanın, katil kasaturanın
Yani bilimum kesici aletin
Kabzasına kadar silme kızıl kana kestiği.
Savaşın yedi düvelde rüzgâr rüzgâr estiği.
Ve cehennemi ateşin cayır cayır...
Cesur canların sapır sapır...
Yani bizim daha on dokuzumuzda
Yar yanağındaki bir damla yaş gibi
Kızgın toprağa düştüğümüz
Mavzerlerin kundağıyla öpüştüğümüz...
Kısacası bir ben bilirim Galiçya’yı ağalar
Ve koca bir kıtayı doludizgin
Yani delidolu çiğnediğimiz yılları...
Bb/...
Bir ben bilirim o sırrı saklı Galiç’i ağalar.
Seyfullah’sa kitaba kanıyla tarih düşendi.
Üşendi soğuk siperle gerdeğe girmeye
Yar yatağından kalan beden sıcaklığımız.
Amma savaş bu, cehennemin adresi yani.
Sayın ki ateş çevresinde vurgun pervaneyiz.
Silme donanma fişenk, inadına cephaneyiz...
Bir gözümüz hayâl meyal
Diğeri zalim tetik...
Mavzerler ki Alaman çıplağı yani som çelik
“Ich liebe dich! ” oymuş dipçiğine gönlü kısır bir işçi.
Kasaturalara ise “Seni seviyorum” oymuş
Bir Uşak kiliminin “eli belinde” motifiyle
Sayın ki kalbiyle bir gelin...
Azgın selin önünde durmak ne zorsa
Galiç’i bir ben, bir de Seyfullah bilir ağalar
Biz ki yüreğimizi asmışız palaskalara
Yani kendi darımızı kurmuşuz Galiçya’lara...
G/...
Galiçya’yı bir biz biliriz ağalar.
Galiçya da işveli haspadır ve bizi tanır
Palaskalara taktığımız yüreklerimizden.
O palaskalar ki masif ve yağlı sahtiyan
Ve iki yandan barebellum’a raftır.
Sayın ki Cebel-i Kaf’tır Galiçya dağı
Öylesine yüce ve öylesine bulut barınır.
Taranır memlekette her tetik düştüğümüzde
Ucu çengelli bir mor zülüf eşzamanda
Yüreğimiz takılır ucunun kıvrımına.
Bir yaralı telli turna selam taşır.
Taşır ki namlu dolusu.
Tekmil Osmanlı ordusu
Taşını, toprağını bilir Galiçya’nın.
Bir ben, bir de Seyfullah bilir...
S/...
Seyfullah’ın nedense gözü seğirir siperde.
Bıyığı simli sırım onun
Gözü Bahr-i Adriyatik damlası.
Palaskasında asılı kaması her daim uyanık.
Yanık mı yanık yüreği memlekette.
Galiçya bilir Seyfullah’ın tekmil halini ağalar
Mavzerinden bilir, fişenginden bilir
Hakikatte bir dağ goncasının bile
Bir teline kıyamayan merhametinden bilir.
Ama ne yapsın Seyfullah?
Bir sabah uyandığında buluvermiş kendini
Alazlı tandırlar harmanında.
Yanmamak için yakmak gerek.
Urup merd-i meydan narasını
Yani ta yürekten “Ya Allah! ” diyerek
Galiçya’ya namludan bakmak gerek...
Gg/...
Hınzır gibi tanır ikimizi de Galiçya ağalar.
Yani Seyfullah ve ben
Gün görmeden daha
Konmadan bir nazlı kelebek olup
Yavuklunun yanağındaki pembe yaprağa.
Toprağa garkolmuş on dokuzlu yaşımız.
Emsalimiz, akranımız ve bilcümle yaştaşımız
Sürülmüşüz bir yağlı merhem misali Galiçya yaralarına.
Ss/...
Garip Seyfullah siperlerle sözlenmiş.
Bense görücü usulüyle nişanlanmışım
Geceyarısı devriyelerinin cesaretine.
Galiçya ki dağı taşı ile tanımış kokumuzu
Bilcümle tertip, korkumuzu büküp dört büklüm
Karanfil yaprağınca sokmuşuz kulak ardımıza.
Yardımımıza koşmuş Yemen türküleriyle
Buram buram ıtır kokan o kutsal ölüm...
Galiçya tanır ikimizi de ağalar
Ölümü de tanır, şehit kardeşim Seyfullah’ı da
Beni de tanır ağalar kanlı kabirleri Galiç’in...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:30 AM
Garkoldu Fırat’a Gözümün Seli
1/:
Fırat’a garkoldu gözümün seli
Oy! Broy! Broy kirvem oy! …
***
Öldü yaylaların diri yeşili
Türkülere çatılan mavzerler mahzun
Kundaklar belendi nemli toprağa
İnce bıyığını burdu Hüseyn’im
Üç beş nöbetiyle zifafta henüz
Belinde matarası
Kasaturası kemerinde asılı
Onunla nöbette memlekette
Hem yavuklusu hem de anası.
Hüseyinim Yozgatlı…
Ya da sayın ki sizin köyden
Kafası sizin orda şimdi
Gözü hudutta. Tetikte eli
Fırat’a gark oldu gözümün seli…
2/:
Fırat’a garkoldu gözümün seli
Oy! Broy! Broy kirvem oy! …
***
Sülüsü yazılmış bir al kalemle
Teskeresi yaylalarda ceylan olup sekmede
Ve üç beş nöbetinde sınır boyunda
Hüseyn’im yayıp pusuya cilbabını
Üzerine puslu anıları dökmede
Bir eli şakağında. Biri koynunda
Omzunda nedense iğreti durmada v’si
Yaklaşmada ölüm gibi derinden
Hüseyn’ime anasının
Yavuklusunun
Ve kaçağın sesi...
Hüseyinim Yozgatlı…
Ya da sayın ki sizin köyden
Kafası sizin orda şimdi
Tetikte eli
Fırat’a gark oldu gözümün seli…
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:31 AM
Gelin Dağı Vurgunuyum
A/:
Ben ki...
Bol güzergâhlı sevdaların kervancı başıyım
Ardına asarım ömrümü koruyan ceketimi devemin
Uzatırım arkadaş ayaklarımı sulak vadilere
Ve on beş yaşımın cilveli harmanına
Yatarım öylece hayalimin döşüne…
Yatarım ha babam yatarım! ...
A/a:
Ben ki...
En incesinden kıvırırım pekmez ile bıyıklarımı
Kendi bileklerimle kendi kollarımı kavrarım he–hey!
Başlarım sabaha en delişmen lorkelerin şimalinde
Bakir deryalara yelken açarım.
Ben ki.
Atlantik ayağında dümeni tam yol basarım
Çılgın dalgalarla oynaşırım da denizler düğününde
Durgun yüzeylerde azarım.
Azarım ha babam Azarım! ...
B/:
Ben ki...
Bütün gelin dağlarının vurgunuyum.
Yani dudağımla bükerim altunî yıldızların ucunu
İçi sile basa aşk ve özlem dolu tünellere dalarım.
Ayva tüylü azığımı asarım
Asarım hayalimin döşüne…
Asarım ha babam asarım! ..
B/b:
Ben ki...
Isırgan sürerim bileklerime bahçelerin aralığında
Kalın ve etli kavrasın diye
Burçak tarlasında işgüzar yanakları.
Kavrarım, sonra doğrulur, ufuklara bakarım
Bakarım ha babam bakarım! ...
B/bb:
Ben ki,
Çelme takar da ezrailin tırpanlı bileğine,
Kanımla söndürdüğüm çelikten çifte sular içerim.
Bizantik galerilerden geçer de
Daracık ve sıcak patikalarda azarım.
Azarım ha babam azarım! ...
C/:
Ben ki...
Çömelirim bir enfusi medresenin dizi dibine
Kadim aşkları okur, neo aşkı yazarım.
Sevmişim ya bir allı gelini dudu dilli türkülerde
Adını sir sandığı söğütlerin döşlerine yazırım
Ya da kazarım hayalimin göğsüne…
Kazarım ha babam kazarım! ..
C/c:
Ben ki,
Zemherilerde gözüm kapalı bakarım aya
Yaya aşarım ipek yolunu aşkın kervanının terkisinde
Uçarak dağlar üzre kar ile kardeş
Ağustostosun ateşinde azarım...
Azarım ha babam azarım! ...
D/:
Ben ki...
Tutup yirmi yaşımın elinden kırk birimde
Doruklarına çıkarım mor belikli kızların.
Ateşler galerisinde düştüğüm tetik
Yankılanır topraksı memelerde.
Evlerde adım fısıldanır dudak ucuyla
Miniklerin ve ergenlerin kulaklarına.
Efelik yapraklarına “dur” diyemem acıktığımda
Suyunu emerim ayrık otlarının.
Gidemem ışığı görünen galerinin ucuna
Yani zor gelir bana ayrılığın kayıp katarı.
Çakarım ayaklarımı orta yerine aşkın
Ve ışığın ve ışk’ın dik yamaçlarına
Ya da çakarım hayalimin göğsüne…
Çakarım ha babam çakarım! ..
D/d:
Ben ki...
Dolanır dururum yuvarlak tepelerin eteklerine
Sevdamın köklerine uzanmak için.
Yüreğimdeki ovaları tırnağımla kazarım
Vururum başımı zirvesine Erciyes’in.
Gün öğlenüstü azarım...
Azarım ha babam azarım! ...
E/:
Ben ki...
Ekmeği nimet bilirim
Namusu ekmek...
Akarım çakıl taşlarının sırlı diyarında
Yorgun yılların üzerinden keklik olup sekerek.
Yani küheylân nalı gibidir,
Çivili ellerime,
Övünç kaynağım nasır.
Her daim kamış hasır ve ot yastık
Ninniler diyarımda evdeştir bana.
Yabana atmak olmaz
Ayrıntısız mutluluğumu.
Yüreğimin tandırında yakarım
Bedenime yük olan sevdalarımı.
Ya da yakarım hayalimin döşünde…
Yakarım ha babam yakarım! ..
E/e:
Ben ki,
Uzandığım uykulardan doğrulurum ağır aksak
Yasaksa özgürlügüm özlemim tetiklenir.
Ok yerine koyup kendimi
Hisli ve sisli ufuklara atarım.
Sensen kaynağı eğer
Bengi suyuma zehir katarım…
Katarım ha babam katarım! ...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:31 AM
Gemiler Ve Gemicilere Dair Şiiri Bahriye
A/:
Gemiler yük alır gece limandan
Bense birkaç tas göz yaşı…
Körfeze karşı palamar
Palamar deryaya karşı.
Gemiler yük alanda gece
Ben boş yüreğime kargo...
Argo ki en yakası açılmadığı...
Ve diklenmede rıhtımda demirin soğuk babaları
Asayişin gözlerini kör edip
Ambarlara kaçak yürek yüklenir
Kamaralara ise mülteci duygu
Ve çıplak hayâl saklar yalnız tayfalar...
A/:a
Ve tam yol ileri.
Herkes işine…
Yüreğimi serptiğim
O fahişe limanları görmeyeli
Gemiler alarga alabanda geçer
Vurup kürekleri suyun döşüne.
Rota ise bazen Hamburg.
Bazen Liverpol
Gemiler yük alanda yosma çalkanışlı limanlardan
Gemiciler türkü türkü heyamol!
B/:
Gemiler alarga geçer
Sabahın göz ucunda isli limandan
Sancak asabi, denizi döver
Güverte ise kalçasını kucaklar Karaköy’ün
Eğer o an bir uskura takılmamışsa
Sevgi hamaratı kırk bir gözlü yüreğim:
İskele alabanda tayfalar
Tam yol ileri!
Yüreğimi tarlalara ektiğim
O bereketli illeri görmeyeli
Gemiler kargo vurunur karnına
Gece boyu kalabalık limandan.
Bense birkaç tas göz yaşı
Gerip baş serenime özlemimi ummana karşı
Rota bazen komşu kızı Atina
Bazen Liverpol...
Gemiler ıslık ıslığa göğsü ıslak deryada
Tayfacıklar türkü türkü heyamol!
C/:
Terkedilmiş rıhtımların virane berduşları
Kuşları ve dalgın hayalleri ürkütüp çıplak ayakla
Sintine alırlar gece limandan
Bense birkaç fıçı göz yaşı...
Kadın önü deltaya karşı
Kama gibi çapa gömer miçolar
Kaptanlar kaykıltır siperli şapkaları
Hançerî kaşlar üstüne kalem düşmüş iz gibi
Süvariler asabi ve dümen başında alel acele:
Tam yol ileri!
Hicranlı anılarımı bu sulara gömeli
Ve o martı konağı körfezleri görmeyeli
Gemiler gelin diye rüya sarınır koynuna
Sıyrılır karanlık ve şarap kokan yorganından rıhtımın
Ve çeker kınından yorgun miçolar metalik çapaları
Rota bazen Nevyork
Bazen Liverpol
Korsanlar soluk soluğa Barbaros bulvarında
Gemiciler türkü türkü heyamol!
D/:
Gemiler yorgun argın döner son seferden
Bindirirler dumanlı başlarını öksüz iskelenin kokuşmuş ayaklarına
Karaköy'ün döşüne kondururlar süvariler ilk öpücüğü
Düşüne konan martıları
Yüreğiyle avlar gönlü uçarı tayfalar.
Memlekette yol gözleyen analar
Ya da... Onlar işte…
Tayfaları yürekten yaralayanlar
Çağırırlar deryaya karşı
Çok acılı hasret türkülerini:
Elveda kaptan,
Elveda çarkçı başı...
Gemiciler yürek alır gece limandan:
Tam yol ileri!
Ömrümü bağladığım ibrişim saçlımı
Ya da yavuklumu görmeyeli
Gemiciler şarap alır Barba'dan ya da Apostol ustadan
Ben yine de birkaç kupa gözyaşı...
Vurup kürekleri yakamozlara karşı
Rota bazen İstanbul
Bazen Liverpol
Aşıklar hasret hasrete sarmaşı telaşında
Martı kuşları çığlık çığlık heyamol!
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:31 AM
Gülümüne Ölürüz Gelende Günü
a/1:
Biz de gün gelince kınalı gelin…
Ölürüz ve gömülürüz... Sevine sevine.
Say ki bir düğüne gider gibi,
Gideriz bu dünyadan usulca ve ılıman.
Arkadan ağlansız istemeyiz.
Bir geline, nasıl takılırsa altın takılar,
Öylesine baygın... Ve öylesine avuç içinde kına,
Öylesine sevda ile... Açılır bize bütün kapılar
İşaret parmaklarımız seğirir,
Bastığımız refrefî üzengilerde.
Gerilerde bir top nem kalır.
Alır canımızı acıkmış baldıranlar.
Günü gelince görürüz bahçevanı.
Bir bahçeye girer gibi,
Gülümüne ölürüz...
b/1:
Biz de gün gelince yani kınalı gelin…
Bir gerdeğe giren kanlı kama gibi mesela,
Süslenip püsleniriz...
Sanırım kısa sürer Azrail’le sohbetimiz.
Zaten biz hepimiz,
Bütün sülalemiz ayaküstü ölürüz.
Ya ilk kez görüyormuş gibi bakıp yeni doğmuş aya,
Ya da az sonra doğacak güneşe son kez görecek gibi.
Oğula, kıza, eşe, dosta, anaya, babaya...
El sallarız usulca ve ılıman.
Günü gelince yani allı gelin,
Bir sevdaya tutulur gibi vuruluruz ölüme,
Hasret ile dalarız yüreğimizdeki göle...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:31 AM
Güvercin Diyarı
1/:
Onsuz göçersem güvercin diyarına
Erir aşka rapdeden perçinlerim
Dökülür parmağımı bulutlara bağlayan
Umuduma döktüğüm ışıklı çivilerim
Terler sesimin arzulu ovaları
Coğrafyanın kavramları kavrulur bir tarihte
Kanatlar yolunur sevincimin kahrından
O düşler gâh beynime
Gâh döşüme kor gibi
Dudaklarım kızgın haberlerle dağlanır
Ağlanır... İnlenir…
... Ve karalar bağlanır
2/:
Tenimi saran yapraklara güz düşer
Ya onsuz göçersem güvercin diyarına
“ya onsuz! ”
İkircik atlarına binip damağımdan söz düşer
Dimağımda açılan kutsal kapıdan
Süzülür güvercinler sürüsü
Sonbaharı demlenen coğrafyamın
Çatlar kabuğun zırhı
Merkezine tarihin
Işıklar doğurarak
Öz düşer
Kavrulur sevda şehrim
Burçlarına köz düşer
Gözlerim gülümser yarına
Yemin billah ederim
Onsuz göçmek yok güvercin diyarına...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:31 AM
Güvercinim Gör Beni
1/:
Güvercinim,
Ben kuş kanadıyla bir uçumluk dağlarda
Yüreğini avlayan yaramaz bir çocuğum.
“Peace” yazmasına aldanma tişörtümün döşünde
Ve turkuaz gocuğum boşuna süslü zeytin dalıyla.
Şimdilerde mavi pantalonum başına buyruk.
Arka cebimde birkaç savaş ve utku teberi tarihinden
Sapanımın her çatalı bir yaşa karşı
Sabırsızım bir savaş ovasının hakim yerinde
Vurabilmek için gönlünden seni
Güvercinim, cebeli Kafların kızı
Hadi artık
Gör beni!
2/:
Güvercinim,
Saçlarım başak sarısı bir temmuz sahtesinde
Bulutsuz bir yağmur yakalamış kaşlarım.
Kestane kokulu mor yanaklarımdan süzülmüş Çoruh.
Ve Fırat ve Aras ve Arabül Şat...
Bilirsin damdan dama uçuşan palazları severim.
Çırpılan kanatlar kalbime mızrap vurur
Hışırtılı bir sevda köprüsüdür kurulan bağlamamın döşüne
Törpüsüdür uzakların ama sudur taşınan
Delişmen takvimli ömrün sahillerine.
Ve arka cebimde birkaç hikayet ve rivayet tarihi mitten
Sapanım iki bin çatalsa cephesinde aşkın,
Kebiri aşkta var demektir bir demet utku.
Yani sabısız mı sabırsızım
İki bin yıldır dağarcığımda taşıdığım kadim bir aşktır
Tek vurabilmek için yüreğinden seni
Güvercinim deltayı Nil’in kızı
Hadi artık
Gör beni!
3/:
Güvercinim,
Yaşım on dokuz daha demişsem hilafı hakikattir
Bir Babil askeridir yoklayan haki şubede üstümü
İki pırpır, bir gedikli tutuşturmuş parmaklarıma
Bir kader gibi sülûsümü Uruk kentinde
Göğsümü tarayansa palazların kanat telekleridir
Bir demir tarak boşuna bekler takvim yapraklarında
Arkada bıraktıklarıma bakarak gün be gün
Üç beş nöbetinde mavzer yağlamadayım şu an
Pür dikkat tetikteyim yani
Sabırsız mı sabırsız
Vurabilmeki çin tam on ikinden seni
Güvercinim, gezim, gözüm, arpacığım...
Hadi artık
Gör beni!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:31 AM
Habire Ferhat
1/:
Ben habire Kerem'im
Habire Ferhat...
1a/:
Saçlarıma yağan teri gül kokan yağmur
Haz etmem ben sürprizleri, bilirsin
Ellerimle kazdığım yufka gölcükler
Yutsa zorlanmadan usandığım anılarımı
Yine de kurak sahraları arar gözlerim
Nerdesiniz örenlerde öten çayır kuşları?
Kirpiklerinize binmek ister dudağım
Bir ben miyim göze alan söyleyin?
Taşlara tırnağımla yürek çizmeyi
Nerede beraber kazıdığımız granitin yongası?
Hani bir çırpıda balyoz balyoz cesaret
Önümüze kıyam duran asabi kayalıklar
Dokunsak damarınıza dirsek dirsek
Karışsak bir engin yamaç
O eski zaman kevserlerini
Bir solukta şiirin oluklarına diksek
Ulaşsak sakin ve sihirli sözcük odalarına
Yükselsek enfusi diyarlara kat be kat
Ben habire Kerem'im
Habire Ferhat...
2/:
Ellemeyin kan gölüne gömdüğüm yıllarımı
Kayaların rahminde uyusun cesaretim
Ve uyusun sakin kalbim su uykusunda
Yatağında iksir içtiğim diken diken gençliğim
Uyusun okyanusleyin mutedil
Uyusun rahat
Ben habire Kerem'im
Habire Ferhat...
3/:
Düğmeleri açılanda yangın döşümün
Ve külünklerle ezilende inat ile yıllarım
Kollarımın her kalkıp inişinde
Göğsünde dudak izim kalır yuvarlak kayaların
Bilirsiniz tarihe şahit yaylalar
Sinsi bir senaryoya kurbanım ben aslında
Ne bağlar beni kapişonlu keşişleri Tiflis'in
Ve ne de elma kokulu begleri Amasya'nın
Ne de ince belli bardaklardan çayı demli yudumlayan
Yüksek ve uçarı konakların kavak yelli dilberi
Kayalar kumluk ağlar ağalar sam yelinde
Sular ise her daim aysız *******de ağlar
Ben ağlarım, artar acım kat be kat
Ben habire Kerem'im
Habire Ferhat...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:31 AM
Harami Hasatında Kozmira Kız
A/:
Kız Kozmira...
Ellerim harami harmanı bu gece yine.
Şiirse durmuş, buğulu bir pencerede
Sahte kalpler çiziyor,
Maviye bandıra bandıra,
Mevsimlik parmağıyla usuldan.
Yüzün bulanıp gitmiş
Ezgisiz bir karanlık kitabına.
Belki peşindeyim Kozmira Kız...
Belki de severim yalnız kendimi
Zamansız bir harami hasatına inat.
En olmaz bir zamanda eylülle basılırım
Umursamam, yaslanırım tavşan kanı çaylara
Belki peşindeyim şu an
Belki de sende, senden de çok derindeyim.
B/:
Kız Kozmira...
Bak bu gece derinden seğiriyor şehrin bedeni
Şiirse yorgun ve nefes nefese…
Kıstırılmış zavallıcık bir çıkmaz sevdaya ki...
Öylesine kaçkın yaldızlardan
Ve öylesine ihtiyar sanki.
Ellerimse sarmaşıp gitmiş
Rengi uçuk bir mavi günaha
Belki peşindeyim bende
Belki de Kız Kozmira...
Saçlarını örüyorum Sürmeli türkülerinin.
Karanlığın begleri boş durmuyor tabii ki
Begleroğlu beni görüyor kıtalar arkasından.
İnce ve uzun kurşunlara diziliyorum
Kitabın orta yerinde.
Haramiler çapulda, hasat eyliyorlar şiiri,
Şiirse umursamaz bir gizemli gezgin.
Yani kendi halinde…
Bense senleyim Kız Kozmira...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:31 AM
Hasretim Tuttu Gene
1/:
Yüreğimi yüklenip
Taşıyın katar katar.
Uzağından gül ektiğim diyara...
***
Serin ak ellere, destanlar serin.
Banıp kınaların yeşil canına.
Patlatıp kestaneyi,
Yüreğin yangınında,
Takıp yadellerin özlem dolu yayına,
Kollarımı gezleyin hedefteki kedere...
***
Hasretim tuttu gene
Çekilin bre! ...
2/:
Haftaları üçer beşer sayarak,
Çektik tespihini yuvarlak gurbetelin,
Çentik düştük servilerin gelince sükutuna...
***
Şahdamara kazıyıp son istasyonu.
Yüklenip ne varsa elde, yürekte.
Gelip sonsuz elin ilahî namesiyle.
Boyanıp utancın mor gözyaşına,
Teslim olup azı dişli kedere...
***
Hasretim gene tuttu
Çekilin bre! ...
3/:
Kör karanlık sarmaladı ağuya
Aydınlığa “Of! ” çeken gözlerimi.
***
Dizildi birer birer, ötede kalanlarım.
Yuvarlanıp ağzına kindar akşamın.
Tuzlu suya tekerleri damıtıp,
Yürek ırgalayıp deryanın arkasından,
Yadellere özlem ekip duanın ikliminde,
Kurşun sıkıpnişangahta müzmin kedere...
***
Tuttu gene hasretim
Çekilin bre! ...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:32 AM
Haşiş Cemahiriyesini Melikesi Vildane
1/:
Yasak bakışlarıma binip bir sabah
Habersizcesine...
Dalıversem turkuvaz gözlerinin dibine,
Haşiş cemahiriyesinin melikesi Vildane...
***
Ilık hamamlarda terlesem ah!
Hasan Sabbah’ın henüz patlamamışken esrarı
Kaynar kurnaların önü kadın tarlası
Göğüsleri kevser sütü buhurdanı.
Beşli çatma belikleri şahmaranım ey!
Dalıversem turkuvaz gözlerinin dibine,
Haşiş diyarının melikesi Vildane...
***
Yırtıp hayalimi bir çarşaf gibi
Yasak, evet yasak ama
Kayalar mı doğurdu sizi? Üfleyin yüreğime...
Yoksa kaçak harmanı dağlar
Etmeyin ağalar. Etmeyin beğler.
Gözlerim onsuz neyler Alamut’un pusunda?
Onsuz n’ider gözlerim ey!
Dalıversem turkuvaz gözelerinin dibine,
Haşiş diyarının melikesi Vildane...
2/:
Bir akşamüstüydü dizlerim
Düş(ü) yordum. Yakaladı bakışlarım son anda
İstedim... Haddanede, potalarda erisem
Yürüsem... Yürüsem…
Eylül hışırtısıyla ışıkıklı havalarda.
Dikensiz araziler kısrak yaylası
Yeleleri ulu ferman... Kuyrukları düğümlü
Tomurcuk memeleri süt buhurdanı…
Marta durmuş toynakları zamansız
Döşleri telaş içinde
Dalıversem turkuvaz gözlerinin dibine,
Haşiş diyarının melikesi Vildane...
Ben yanarım kime ne?
Yanar bir mart akşamında ağustos... Yanar zemheri
Yakmayın düşlerimin boz bulanık karelerini
Etmeyin ağalar... Etmeyin Sabbahoğlu beğleri...
Gözlerim... Onsuz neyler gözlerim ey!
3/:
Esir düşer bakışlarım zafersiz bir cephede
Sonsuzluğa doğru koşan savaşta yani
Özlerim, derim kendi kendime:
Işıklı bir kılıç ile sevişsem
Aksa canım... Sihirli nağmeler gibi gözbebeğine
Haşiş diyarının melikesi Vildane...
Utangaç... Itırlı yaban ağaçları yol boyu
Kahverengi, ucu yanık tasvir duvarlar
Haykırsam: Hey Vildane! ...
Ben burdayım... Ben Alamut’tayım!
Etmeyin ağalar... Etmeyin Haşhaşiyun beyleri...
Germeyin ufkuma öfke denizinizi
Gözlerim onsuz neyler. Neyler onsuz ey!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:32 AM
Her Cadde Kargasekmez’e Çıkar
1/:
Bir çizgileyin ağzımda türkü...
Elimin şimalinde sevişen göçebeler
Dalları gezmede ağaç misali
Dayandı gözüme sivri caddeler...
Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy!
***
Tortul buseleri sıla kokulu
Üzerleri kahverengi kadife zırhtan
Ve ellerinde uzak
Upuzak puslu bir kasabasından toprağın
Bir majestik ferman taşıyarak
Dayandı önüme sivri caddeler...
Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy!
***
Gırtlağından homurdandı kamyonlar
Yarmalar elemle ıslanmış bir ana sanki
Orta yerinde yolun sırıtkan ve dişli kasisler
Ve ben cılız ve başı yerde bir derviş gibi işte
Çareler çizerek herbir gülüşte
Bir ucu gönlümün mor Düzce’sinde
Biri taa Siirt’te
Çizdi haritayı kanlı caddeler...
Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy!
2/:
Ellerim saat rakkası zamanın yokuşunda
Yorgun gözlerim rampa başında uykuya yenik
Geldiler birem birem ve yakıcı hırs ile
Birleşip ulanarak
Yitik katarlara binip
Ve çoğalarak kadınlıklarıyla
Dayandı kapıma sivri caddeler...
Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy!
***
Şikayetsiz serilip ayak altına
Yüklenip çileyi ve upuzak gurbetleri
El bağlayarak soylu gelinlerin döşünde
Dağların, yırtarak sittin yıllık hanedanlığını
Bir cengaver cesaretiyle harbiden
Dayandı şakağıma sivri caddeler...
Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy!
***
Ne kendimi verdim hüznün Zigana’sına
Ne de sizleyin uzandım yere
Bir ucu sürûra banar
Diğer ucu kedere...
Ve beni sevdama düğme düğme
Ve zamana ilikleyip rapdeden
Yezdanî ve şeytanî caddeler...
Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy!
3/:
Yadeller kervanının çileli güdücüsüyle dost
Ve bir yanda gençliğin kanunsuz tilâveti
Arkasında isyanın motorin homurtusuyla celalî
Tebeşire çizilmiş bin kere
Beynimiz değet düştü katrana
Doymuyor. Ve doymayacak
Ölüme ve kana sivri caddeler...
Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy!
***
Polis sirenleriyle konan son nokta
Avucumuzda danseden tekerleklerin
Ve volan dişlisinin bozlaklardaki hikayesidir
O son çentik iz düşer Kargasekmez’de
Kestirmeden tek satırda ulaşıp sona
Nakışlı izlerini boyayıp kan ile kırmızıya
Dürülür kare kare kiralık pencereler
Motorin, benzin ve kana bulanır
Kıyamete kadar uzanan sivri caddeler...
Bir bilseniz, bana neler ettiler? Oy!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:32 AM
Her Gözüm Bir Yerlerde
1/:
Bir gözüm otuz beş,
Diğeri dokuz...
***
Vasat bir noktada durmada vuslat.
Raksetmede zamanın karnında, gözümdeki lamelif.
Üzerime tekerlenen kareler flû.
Ve çakmak çakmak dokuzum sıçramada.
Kuyruğunu kopardığım kertenkele,
Öcünün kundağında canhıraş.
El sıkıştığım sivrisinekse sakin.
Gümrah olun çayırları toskamın,
Azat ettim, boy atın koyun gözlerim.
Siyah kiremitleriyle şakağımdaki çatı,
Öylecene yükselmede kutlu kırların ıssız gözesinde.
Ve bir namazleyin kıyamda dimdik durmada,
İri gözbebekli gerilerdeki kendim.
Sevdamı çalan kargayı mıhlamada tetiğim.
Bir gözüm kırk beşimde halay çekende
Diğeri zamansız ölümüne yanmada...
2/:
Bir gözüm kırk bir buçuk,
Diğeri dokuz...
***
Poşete yatırdığım Nasrettin inlemede.
Bostanlara inen yoldaki iğde esintileri esrik.
Burkulmada cılgaları damgalayan ayağım,
Ve sevdiğim çayır kuşu hüzünlü gülümsemede.
Eşi kim bilir nerde?
***
Bir gözüm kırk ikimde yarına plan kurarken
Diğeri okşamada arzuyla geçmişini...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:32 AM
Hey Heylenirim Yine
1/:
Bizler de göründüydük tarihin aynasında
Yoksulluk katar katar taşındı dolu dizgin
Karanlık galerilerde kişnedi küheylanlar
Ter ile yoğurarak *******in harcını
Kendi rüzgarlarımızla masallar doğurarak
Tarihin aynasında bizler de göründüydük
Şahmaran diyarında
Yıllarca süründüydük.
1a/:
Kafkas dağları gibi hayallenerek hey hey
Yüce yutucu ve yalnız
Ömür denen cevheri
Yad ellere gömdüydük.
2/:
Bizler de büründüydük talihin maşlahasını
Terimiz buram buram türkü doğurdu
Suret oluklarından boşandı boz bulanık
Yaylaları yararak ovaları kavurarak
Bakıştı yavuklular sevdalar doğurarak
Üfleyip düğünleri davul, zurna sesinde
Talihin maşlahasını bizler de büründüydük
O gençlik ülkesinde
Yıllarca göründüydük
2/a:
Manisa dağları gibi efelenerek hey hey
Yüce, yutucu ve yalnız
Gençlik denen cevheri
Yar yoluna gömdüydük.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:32 AM
Hüzün Seferi
Y/:
Yahu halamoğlu
Öyle ve iyi diyorsun amma
Bir de bu yüzü vardır hayatın sen bilmesende.
Yüreğimde bir sonbahar rüzgârına teslim
Ve serseri bir kanat çırpışı gibi serçenin.
Hatta o canı bir sıkımlık serçenin
Gözlerinde unutulmuş ve kırık
Yani buruk bir sevda öyküsü vardır
Ben varım yahu ben!
Çiçeğe kesmiş hüzünlerim var.
Katranla kirlenmiş yüzü perdeli anılarım
Ve puhuların mekanı virane yanlarım var!
Yani bırak kantarmasını ve çelme atımın yönünü
Sen anlamasanda halamoğlu
Diyar-ı şiire yani seferim var hüznün eline...
Yy/:
Yahu halamoğlu
Doğru ve haklı diyorsun amma
Bir de arka yüzü var madalyon gibi hayatın.
Bir parça gökkuşağı var sedefi ağızlarda
Ve acılı yüreklerin saçağına konan gri serçeler...
Hatta o bir sıkımlık serçelerin
Kınalı gagasında unutulmuş ve utangaç
Yani Kalahari’de susuz kalmış hayâllerim var.
Ben varım yani ben!
Puslu rüyalarımın alt ucunda
Derin ve kronik bir keder ülkesinin
Alacalı ve çorak haritası var.
Limansız bir şaşkın geminin
Çaresiz başıboşluğu var engin yüreğimde.
Yani çevirme yönünü kalyonlarımın
Sen anlamasanda halamoğlu
Diyar-ı şiire yani seferim var hüznün eline...
Yyy/...
Yahu halamoğlu
Kendince doğru diyorsun amma
Bir de soluk kahverengi sevdaları var hayatın.
Yüreklerin kırmızı sızısıyla boyanmış bir özlem
Turnalara inat gökyüzü mavilğinde bile külrengi...
Ve iki kanat çırpışı kaderi kekre bir serçenin.
Hatta o bir vuruşluk serçenin
İbrişim ekli saçlarına takılmış
Ve ışığı harmanlara saçılmış bir yıldızım var.
Ben varım yahu!
Tersinden de okunan alınyazım var.
Yalnız bir sirenin yüreğinden çalınmış
Ve zaman içinde sırı kavlamış sevdalarım var.
Yani bir sedef tespih misali dizilmiş bu kervanı eğleme
Sen anlamasanda halamoğlu
Diyar-ı şiire yani seferim var hüznün eline...
Yyyy/:
Yahu halamoğlu
Öyle diyorsun amma
Bir de acı ile kırılmış son noktası var hayatın.
Ve yaranına kanadını armağan eden
Keremleyin özverisi var
Güneşten önce doğmuş sabırı ile
Katranlı kahrı göç yolunda kahvaltı niyetine
Yüreğinde demlemiş serçenin...
Hatta o bir fiskelik serçenin
Acılı türkülere damla damla düşmüş
Ve ağustosta üşümüş ateşleri var.
Ben varım yahu!
Göz rengime sürülen siyahi ebru isi var.
Şakağı temmuzda dahi buz tutmuş
Ve viranelerde unutulmuş bir ömrüm var.
Yani ıhdırma mayalarımı halamoğlu
Ölüme seferim var bu gün de.
Kıyamette tatmak üzre azık niyetine çantamda
Onulmaz kederlerim var...
Sen anlamasanda halamoğlu
Diyar-ı şiire yani seferim var hüznün eline...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:32 AM
İdamlık Son Gecede
I/:
Geceydi...
Hücre dağlarda şafak sivriliğinde ipinceydi
Ve ateş ortasındaki bir akrebin öfkesinceydi
Yani öfkesi derin bir geceydi
Ve siyah bir mıknatıs gibi kepkeskinceydi
Korkunun avucundaydı ecelin eşiğinde yufka ruhlar
Soğuk ve acılı ölüm bile soluklanmaya durmuştu
Mahkum bu gece bir başka sevimliceydi
Dua doğurmadaydı tesbihleyin saatler
Kısır karanlıklar ışık sağmada avuçlarına
Körelmişti antik lambaları ruhların
Ateşlenmeye hazır umudun beziri eksikti belki
Karanlık, kör bir kuyu gibi depderinceydi
Yani derin bir geceydi
Bu gece derinlikler bile sipsivriceydi.
II/:
Geceydi...
Duygular, avuç avuçtu deryasında hücrenin
Ameller püfür püfür savanı yüklenmişti
Beynin celladı, umarsız uyku
En muhkem yerlerinden örselenmekteydi
Doğrusu bir adam rüyalarında sevişmedeydi
Uzaktaki sevgiliyle yan yana bir geceydi
Derince sivriliyordu iniltisi mahkumun
Ancak yokluğu biliyordu yalnızlığını
Onunla birlikte anlamını onsuzluğun
ve yarınların koynunda yarınsızlığın
Umuda uzanan eli mahkumun çaresizceydi
Dönüyordu tekeri teslim olan cinnetinin
Çangıl çangıl yoldaydı ölüm uzak ormanlarda
Zindanda ise yalnız bir ağaç gibi kuru
Ve tek başına öksüz ve garipçeydi
Üstelik azıksız ve ışıksızdı mistik yolculuk
Can kervanı bu gece pek acemiceydi
Yani acemi bir geceydi
Ama bu gece gerilen her perde ipinceydi.
III/:
Geceydi...
Taş döşemeyi yalıyordu paslı zincirler
Gardiyanlar bir karabasan gibi perde perdeydi
Sirkeye banıyorlardı zarif incir fidanını
Saatler habire yontuyordu karanlığı bıçak bıçak
Ay kanlıydı, yıldız yarıktı orta yerinden
Gökyüzü kırk bir sayfalı bir bilmeceydi
Adalet bile bu gece kurdadamdı çizgi romanlarda
Her karesi mengene ağzında ve çok zalimceydi
Yani zalim bir geceydi
Gece dediğin aslında iki heceydi.
IV/:
Son arzusuydu karelere sıkışmış mahkumun
Memleketleyin boz bulanık bir türkü çığırmak
Oysa, koyun gözü bozlaklar bile bu gece
Usul ve içten 'Angara'da yedim! ' deyince
Veya 'Bir of çeksem' inceden ince
Ve haince bir pusunun ışığa açılan karanlıklığı
Yani hançereye oturan bin bir katlı yağlı urgan
Doğrusu bu gece türküler bile pek halsizceydi
Yani halsiz bir geceydi
V/:
Ölüm denilen kış ayı sımsıcaktı bu saatlerde
Yaşamsa ne kadar ıraktı dar bir geçitteki cana
Çangıl çangıl ilerleyen katar, kuşatmada haramilerce
Yani kuşatılmış bir geceydi
Adaletin uygulandığı bu gece, ne kadar zalimceydi
Son arzusuydu sonunu son kez yaşayan mahkumun
Memleketleyin ilk bahar selleri gibi türkü çığırmak
Ama sonsuza hicret her zaman olduğu gibi pek sessizceydi
Yoktu mugayir olan hengame içindeki hayata dair
Bütün her şey mahkumun kaderinceydi
Yani kara kader gibi bir geceydi
Bu gece uzun bir bilmeceydi.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:32 AM
İns ve Cinnin Metalik Korkusu
1/:
Yeminle söylüyorum ey ins ve cin:
Teker teker keşfettiğim yıllardı kendimi.
Perşembeler mıhlıyordum,
Panosuna önümdeki zamanın.
Çizgi çizgiydi annem oyalı beşiğimde.
Müsvedde günlerimde azgın yeller esmede.
O günler de bir atak, bir ataktım ki...
Ne sakalsızlık korkutuyordu beni
Ne de komşu köpeği...
2/:
Yeminle söylüyorum ey insan ve cin:
Tenhanın çığlığını öpüp alnından,
Katlanıyordu çarpması örs üstünde yüreğimin.
Düşüncemin zirvesinin yanıbaşında,
Bir dağcı tırmanıyordu umutla,
Karanlık çukurlara.
O günler de bir atak, bir ataktım ki...
Ne savaş korkutuyordu beni
Ne de soğuk metalin kini...
3/:
Yeminle söylüyorum ey ins ve cin:
Duruyordum ömrümün kuçeciğinde.
Çakıp gözlerimi anıların darına,
Dingin yüzüne çarşambanın haykırıyordum.
Okşamaktı emelim yüreğimden,
Baş kaldıran yılanı.
Karanlığa sarmalayıp ayıplarımı,
El sıkışmaktı bir tenhanada,
Yalnız amma yüklü günahlarımla.
O günler de bir atak, bir ataktım ki...
Ne şafaksızlık bağlıyordu beni,
Ne de beyin kasırgam...
4/:
Yeminle söylüyorum ey ins ve cin:
Zemheri atölyesinde soğuk çeliklere çakılıyordum.
Uzak bir pazartesiydi sayın ki bütün akrabam.
Yırtınıp acemi dudağımın,
Yazdığı dualarla,
Efsunlu pelerinler sarmalıyordu omzumu.
Sıyrılıyordu gözlerimden bir ömürlük aydınlık.
Diz çöktürüyordu beni bir bezirgan başı,
Çölde azmış develerinin yanı başına.
Yani bir vakitler topuğumla döğdüğüm topraklara...
***
Artık bir tek toprak korkutuyordu beni
Kalbimde titreyen sarı yaprakla...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:32 AM
İpi Koptu Gönlümün
1/:
Koşan bir deli beygir kement attı koluma
Kimliğim sürüklendi zaman denen çukura
Elendi kalburlarda tespih tespih yıllarım
Tersine tırmandığım, geldi kuyunun gibi
Koptu gönlümün ipi
Yüreğimi biçimlendiren sevdam
Yükseldi bulutlara.
2/:
Yudumladığım umut bulandı baldırana
Ellerim kızıl tanda sabahı çiviledi
Devrildi mevsimler can çekişti sonbahar
Doludizgin esti sahrada sonsuza yaşlı tipi
Koptu gönlümün ipi
Beynimi sırmalayan sevdam
Yükseldi umutlara.
3/:
Soğuk küller akıştı sıcacık volkanlardan
Ateş yutan seyyahın o kararan sesinden
Tedirgin ve yabani bumerang yankılandı
Kavradı eski çakal geçmişin ensesinden
Damarlarımı çizdi vicdanı yiyen kirpi
Koptu gönlümün ipi
Bedenimi örseleyen sevdam
Yem oldu azgın kurtlara...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:33 AM
İstanbul'un Fethi ya da Urban Destanı
İSTANBUL’UN FETHİ DESTANI
Vakit tamam! ...
Açılacak nev devir, kapanırken mevcut hâl.
Tarihler ikrar eder: Artık eski hal muhâl!
Bu öyle bir fetihtir ki, beşerin, çağlar süren türküsü,
Zamanımıza kadar uzar peygamberi öyküsü.
***
Urban bre Urban…
Doğrul nazlı Tuna’dan, Budapeşte’den uzan,
“Öldürdük de oğlunu” ocağına işimiz düştü,
Davran hele be gurban, su’ra fetih üşüştü.”
Demek için buralardayız,
Say ki bin atlı ile Mohaç’ın başlangıç durağındayız.
***
Urban… Urban…
Sakalı ibrişim ustam, bıyığı çelik kolan.
Bil ki şimdi zamanı yüce aa-liyi Osman,
Yani Konstantin artık masal, bin yıllık Bizans yalan…
Değil midir ki artık uzayan vakitler tamam!
Yatmalı, kumdan beşiklerine gayrı şu senin şahi toplar,
Basamak basamak örmeli bu kutlu davayı maharetli ustalar,
İmkansa işte imkan, plansa aha plan…
Urban…bre Urban…
Dök hünkara bin şahi, hele de bre gurban…
***
Beni tarihler bilir,
Ben ki döküm ustası Urban, maharetli bir erim,
Sayın ki bir volkan misali içim, krater gibi ellerim,
Ol nedenle ak alevden lavları yüreğimden dökerim.
Ve sayın ki uzak bir akrabanızım unuttuğunuz kuzeyde bir yerlerde,
Ve merkezi Asya’dan uzanan o şanlı seferlerde,
Atalarım hurucetmiş atayurttan bilmem hangi tarihte,
Yani, Hun soylu bir Macaryalıyım,
Büyük büyük babam bey Bleda, aslen tanrı kırbacı Attilalıyım.
Dedim ya, işim haddehanede som çelikten has döküm,
1452’nin başlarında başladı, Edirne’deki öyküm.
***
Ben de Meriç’in kıyısında bir yıldız şehir,
Edirne adım.
Diyarı Osman’a kayıdım, kan ve kılıç ile yazıldı tam yüz yıl önce,
Urban usta uzaklardan ayağının tozu ile gelince,
Sevincimden ağladım, her gözüm bir başka nehir...
Kum kalıplar dillendi eman; ve şahi toplar döküldü türkü, türkü,
Çerkezi, Çeçeni, Arabı, Kürdü, Tatarı ve Türkü,
Kutlu bir imamenin altına, dizildi boncuk boncuk,
Henüz süt kokan ağzı, bıyıkları terlememiş bir çocuk:
Asıl işi var sayın ki mahalle arasında dalıvermek oyuna,
O da ünler avaz avaz boyuna: Urban, amca Urban…
Dök bana da bir şahi, de hele gurban…
***
Durun ey ehli vatan, hele bi durun!
Ve huzuru şahanemde elpençe divan durun!
Ben ki sur dibinde volta vuran bir yüce sultan,
Tek yürek değil, tüm teb’amdır ki şu an döşümde atan,
Ardımda Bayramiye ehlinden Şemsettin ki,
Nura kesmiş som beyaz ve mütebessüm bir beniz,
Ayaklarımın dibi mağma, alev alev kor ve azgın deniz,
Ve altımda nesli düldüle uzanan bir şanlı kırat,
Şakaklarım kan ve ter, sayın ki nisanda kızıl Fırat…
“Bilesüz kü fermanımdur; teknolojinin şehinşahı buluna,
Bilirim ki o demde kısmet eder fethi, yüce ilah, kuluna.
Ve sen de bilesin kü emrimdür bre Macaryalı demirci Urban,
Dök bana da bin bir şanlı şahi, davran be usta heman…
***
Şöyle yazar tarih-i Müneccimbaşı ki bir bir,
Ne menem iş olmuş ise, ol kadim zemana dair;
Bizans bin yıllık köhne, Osmaneli bir çınar daha taptazecik,
Bir sultan ki en önde yirmi birlik gencecik,
Ve ardından benek benek yollara dökülen erler,
Kellesi koltuğunda ve yüreği avucunda neferler.
Bir gümrah fidandır ki genç fatihler; boy atarlar an be an,
Kimi atla dört nala, kimisi soluk soluğa yayan,
Bir önceki ihtiyar, dünkü genç ve bu demdeki ergenler,
Ne burç tutar onları, he-hey… Ne de surlar engeller.
Bir yarış ki toz duman, kalmamacasına geride,
Tarihi ürküten fatih, ne olur? Yaz orduna bizi de…
Dillerde dua ve tekbir, yürekler yekpare Kur’an,
Çığlık çığlığa yükselen arzu, yalnız şu şimdi diyar-ı Rum’dan:
Urban bre Urban… dök bize de birer şahi de hele gurban…
***
Gerilse de zincirler, Haliç’in dudağına,
Senedi yok surların, çıkmak için yarına,
Yansa da Rum ateşi, suyunda Marmara’nın,
Neşteri son kez inmeli, bu kronik yaranın,
Kör ağızlı bir pala, bilenirken aşk ilen,
Bin yıllık bir tutkudur, ağızlarda dillenen,
Ve Muhammet nebiden beri, yüreklerdeki yanan:
Urban urban… dök bize de bir şahi, de hele gurban…
***
Efendim, ben de bir şahi topum…
Özüm diyar-ı Divrik’ten hadid cevheri,
Ve belde-yi Karabük’ten simsiyah kömür,
Ben söyleyince susar, konuşmaz ne sur, ne de duvar.
Alnacımda anlık yıldızlar gibi kayar, bil cümle uzun ömür.
Yüreğim bin bir gözlü ve yirmi dört ayar özdür, yiğit Anadolu’dan,
Nara nara patladığım her hisar, sayılır ehlince bin yıllık vatan.
Ol nedenle burçları, nasırlarıyla kavrar som çelikten ellerim,
Ne gelir gafil uykum, ne yorulur bedenim …
Barut ve ateş zifafta bu gün sanki, çığlık çığlığa her an:
Urban urban… dök bize de bir şahi de hele gurban…
***
Ulubahtlı bir hikayettir ki bu, çoğalır halaskaran,
Şura Ulubat köyü, bu da sancaktar Hasan,
Anasından peşinen, kuşanıp hayırlı bir duayı,
Babasından devralmış, bu peygamberi davayı.
Ol nedenle çığırır, her daim, şehadet türküsünü,
Eminim ki tarihe kazdıracak, bu oğlan öyküsünü.
Ve bilin ki hayran hayran bakacak, onu deftere yazan,
Yüreğinde salt sevgi, hayranlık gözlerinde,
Keşke ben olsaydım, bu yiğidin yerinde!
Gayrı ihtiyari, şu şözler, dökülecek ağzından:
Urban urban… dök bize de bir şahi de hele gurban…
***
Ve efendime söyleyeyim...
Ben de ulubahtlı Hasanlardan bir delifişek Hasan,
Yani Bursa Ulubat köyünden, evladı kara Osman,
Bağrımdaki yoksulluğun ve yetimliğin kör olsun gözü,
Ama bir cesaret var ki yüreciğimde cevherin özü,
Tıpkı Ulu Keşiş Dağı gibi yüce ve Toros dağları misali kocaman…
Urban bre Urban… dök bana da bir şahi de hele gurban…
***
Sorar Müneccimbaşı vekayı nüvisinde:
Söyle ey tarih, şu sur mu durduracak çıldıran bu, yekpare seli,
Ve gezinirken üstümüzde, sultanlar sultanı Eyyub’un nurlu eli,
Terk edip merkez Asya’yı, Kayı boyu, bu yöreye geleli,
Can çekişir zülumat, boğulur karanlıklar…
Kutlu şüheda ile dolarken mezarlıklar,
İşte hayat ve aha memat, iki düşman kardeş gibi yan yana …
Durun hele sipahiler, kesin davudi naraları bre yeniçeriler.
Bulut atlı ve ışık suretli bu katılanlar da kim kutlu kervana?
Yüzlerce yıl evvelinden, ılgıt ılgıt göğüslerinde akan hala kan,
Cepheye bir nurdan hüzme gibi hızla yaklaşan,
Beyaz atlı ve yeşil serpuşlu şüheda alayıdır ki onlar,
Gizemli kitaplar misali susarlar,
Ama hal-i lisan ile nisanda gök gürler gibi konuşurlar:
Urban bre Urban… dök bize de bir şahi de hele gurban…
***
Ben ki Mehmet iki,
Almaz havsalam: Neden hala fatih değilim ki?
Bilin ki ey çaresiz halaskaran,
Yüreğimde öyle bir hırslı arzu vardır ki,
Ya beni alır Konstantin, ya da ben alırım onu inanın ki…
***
Dedim ya efendim bidayette; Vakit gayrı tamam!
Müneccimbaşı’da olsam ben, bundan böyle olanları yazamam,
Şahi ve güherçile, ve gülle ve kılıç ve beyin ve çelik gibi güçlü kas!
Ol sebeple delirmiş zaman, vakit bir çelik rakkas,
Amma gene de her saati bir asır gibi uzar,
Biçerken Ulubatlımı, en yüksek burçta bir keskin hızar,
Ve vurur yüreğe kösler ve davullar deli deli,
Görmedi böyle bir uğraş, kent-i Kostantiniyye kendini bildi bileli.
Bosforos boğaz ise, hırçın ve dehşet ile kudurmuş,
Bir dahiyane plan; gemiler karaya vurmuş.
Marmara ağıt ağıt, son ezgiyi dizmede kavm-i Rum’a,
Turaç misali inerken kadırgalar ve kalyonlar, yani bütün gemiler suya.
Isırır parmağını surlar, açılır ağzı Haliç’in,
Ahınız kalmasın takalar, yol açık siz de geçin...
***
Bileğim kadar bıyıklarıyla leventler atlarken suya,
Var sayın bir deli kral, taş atmış, yol üstünde kuyuya.
Uğraşmaz akıllılar, çıkarmak için onu,
Bilirsiniz ki cümleniz, sadece zor olan bozar, her bir kahpe oyunu.
Çözülmezse kesilir, Gordiyon’da kördüğüm,
Çepeçevre surlarda, başlar bir kanlı düğün.
Anımsamaz bu tadı, şu bolat temren, vallah temren olalı,
Bir acar yeniçeri ki, heyecan içinde yüreği, urbası kefen olalı.
Dur bilmez bir sipahi bey, durak bilmez bir istihkam ağa,
Bir kılıncı konuşur, bir de şeşberi; Ezrayil lisanıyla,
Ve bir de dimağında son arzu,
Ve en son laf kuruyan dudaklarında kalan:
Urban bre Urban… patlat bizim için de bir şahi, hele de gurban
***
Ve efendim burası,
Suyun öte yakası ya da şu kalın duvarların arkası…
Ben de Kommenos oğlu, son kral, Konstantin’im,
Ne imanım kurtarır gayrı beni, ne de vahı kalmış bu dinim…
Kırk bir yerinden lime lime dökülürken kitap üzre ettiğim oyeminim,
Adam gibi savunamam yurdumu eyvah ki eyvah!
Ancak kolları budanmış, tavşanlar misali teslimim: Ah ah!
Ayasofya bencileyin büker, taştan boynunu
Ve eminim hüzün ile hatırlar bu gününü,
Kalbine yoğun bir matem düşer, sabırsız, beklerken kurtuluş düğününü.
Derununda ruhaniler, meleklerin cinsiyeti derdinde,
Ne idüğü belirsiz, bir kara kaplı kitap dolanır, asabi ellerinde,
Tartışmalar diz boyu, ancak hani nerede, nihai karar?
Veya o karar verilse de kime ve neye yarar?
Batar acı ve elemle, şems-i Bizans, son kez ufk-u tarihe.
Hani dersiniz ya tarif için; “Bizans-ı köhne…”
Hakikat… Köhne mi köhne bir yapı örmüş, kentte bu suskun taşlar,
Beyhudedir herbir şey, hiçbir şeye yaramaz artık bu, son çırpınışlar?
Biterken bin yıllık oyun; kapanırken son perde,
Dillerde pelesenk kalır bir tek; “Hey gidi Bizanslı kahpe! ”
Sanki gelmemişiz bu arza ve de girmemişiz tarihe,
Ağlasam mı, gülsem mi ben de, bu trajik kadere…
***
Vakit tamam! ...
Bidayette dedik ya hani?
Vurur en son nevbeti, coşkulu mehterani…
Köhne surlar sökülür çorap gibi peş peşe,
Güller açar yanakta, yemyeşil bir umuda, evrilirken endişe,
Ceneviz, apar topar kaçar iken denizde; acınır, sahte bir eda ile,
Paslı Galata çöker ve Venedik çekilir sonuncu veda ile,
Kapanan, o karanlık ortaçağ, inler, acı ile tarihte hala,
Açılan bu ışıklı devirse, bizden hediye olsun bunalan insanlığa.
Ve artık yürür sultan, yanında Akşems ve Gürani ve Hüsrev ile…
Başlarında Eyyubile Asyasofya’ya iner, bu en kutlu kafile…
Dillerde tekbir, minaresiz camilerde ezanlar türkü türkü,
Ve bahtiyar bir secdede, hitam bulur bu öykü…
***
Urban ise yorgun ve uykusuz; elleri is ve barut kokusu,
Coşkulu yüreğinde ise, başarmış, ustaların tutkusu…
Unutmaz ve ferman eyler sultan Fatih, vefalı bir his ile:
“Hassayı hazünemden hak ittiğü virüle! ”
“Urban Urban… Berhüdar olasan bre ustam…”
***
Ve efendim…
Biz ise şu an beş yüz yıl sonrasındayız,
O şanlı fethin, taptaze, bu günde sevdasındayız…
Sayın ki Diyarbekirli kara Haydar ve Maraşlı yaman Ökkeş,
Ve Antepli Şehmus ile Edirneli ince Dilaver
ve Karslı deli Serhat ve de bendeniz Yozgatlı Ahmet….
“Onu fetheden asker, ne şanlı asker! ” demiş ise Muhammet,
Deriz ki biz de: “Başım üzre, ezeli bir emirdir bu, biline gayrı bana,
Ey koca ve nazlı İstanbul şehri,
Verir miyem bundan böyle, seni kırk kat yabana,
Ya sen bizi alırsın, ya da biz seni,
Evimizden çıkarken bu sabah giydik, üstümüze kefeni…
Biz ki, bunca insan, karlı dağlar gibi kararlı, buradayız,
Sayın ki Alemdar Ulubatlı ile en yüksek hisardayız…
Patlarken nostaljik toplar surlardan pare pare,
Türkü, Kürdü, Çerkezi ve Çeçeniyle omuz omuza,
Ve Anadolu’da da bir arada koyun koyunayız,
Etle tırnak olmuşuz bir bütün ve yekpare,
Yani biz ki başı karlı Toroslar misali her daim yan yanayız…
***
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:33 AM
İsyankâr Yumuşak Ge
1/:
Miladında papirusun bir haramîye kaptırdım,
Özümü yumuşatan merhametli tireyi.
Görünce mahcup komşumuz “Ge”yi,
Samanî bir üçüncü sayfa gazete ka(ğ) ıdında,
Gözünde o tiksindirici ve perimperişan,
Ve maalesef sahici siyah bantla,
Muharremertaş a(ğ) ıtlarıyla yo(ğ) urdum,
Son gününü haftanın...
2/:
Ben isyankâr yumuşak ge…
“E” ile gerde(ğ) e girme(ğ) e oysa,
Bir sayfalık günüm vardı.
Kabardı asî yüre(ğ) im bol gözeli bir da((ğ)) da,
Buz kesti ellerim a(ğ) ustosun narında.
Ben şimdi ne ederim anneler?
Oyy... Nere giderim?
3/:
Ben isyankâr yumuşak ge…
Mutmain ikametim alfabenin dokuzuncu bandında,
Da(ğ) ların aşa(ğ) ısında bir yerdeydim bidayette,
Bürokratik bir acemi alfabenin.
Ayakucumda arzulanmaz hararet,
Başucum sa((ğ)) mal bir geceydi.
Görünce komşumuz ge’yi,
Gri bir rotatif merdanesinde esrik,
Ve gözlerinde o u(ğ) ursuz siyah bant,
Ve o alçalan de(ğ) erler örtüsüyle...
İyisiyle, kötüsüyle
Bir takvimdi nitekim bizimki de.
Say ki bir zaman biz de begler ogluyduk.
Ayaklarda ibrişim ba(ğ) dık anneler...
Karanlık kuburlarda organik selvi...
Sırtların yaslandı(ğ) ı güvenli da(ğ) dık...
4/:
Ben isyankâr yumuşak ge...
Oysa gerde(ğ) e girme(ğ) e daha bir günüm vardı.
Kabardı kalbimin nil’i bir da((ğ)) ete(ğ) inde.
Kan kesti şaka(ğ) ım, buza durdu ellerim.
Ben şimdi ne ederim anneler?
Oy... Nerelere giderim?
5/:
Ben isyankâr yumuşak ge…
Da(ğ) lara vurdum hırçın başımı karalı haber ertesi.
Ne komşu mu? Ne de omzuma korugan olan,
O yay kırı(ğ) ı sakineyi harlı rotatiflerde tanımam.
Gözümü kırpışım biline.
Korkmamdan de(ğ) ildir matbaa ustabaşlarından.
Cinayet sofralarına donanma fişenk davetindendir.
Kendindendir kişinin buldu(ğ) u nihayet.
Ama anneler kader bu, ya da karalı yazgı,
Bazen acıtır biberi bile üçüncü sayfa.
Tuzu kokutur bazen bayat haberler.
Ben isyankâr yumuşak ge anneler…
Bundan böyle koyun koyunayım ayla.
Hayâlime konamaz da((ğ)) kırlangıçları.
Ne düze inmek yakışır da((ğ)) lı o((ğ)) luna.
Ne de koyunlaşmak Yozgat(-) Sorgun arasında,
Ya da kıvrık boynuzlu koçlar yaylasında...
7/:
Ben isyankar yumuşak ge anneler...
Oysa bir günüm vardı daha,
Alfabenin en genciyle gerde(ğ) e girme(ğ) e...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:33 AM
Kaçsak da Fizanlara Tutulacağız Elbet
1/:
Yürürken yüreğime usulca kurşuni kubbeler
Sonunda pişmanlığın şerbetini içerken
Saklansak Hindistan'a bulunacağız elbet
Bismillahsız amellerin
Tutsağıyız müebbet.
2/:
Yolcuyuz zamana misafir heybemizde ak umut
Arkamızda *******in kahreden katarları
Kaçsak da Fizanlara tutulacağız elbet
Bismillahsız amellerin
Tutsağıyız müebbet.
3/:
Elinde ********* kentin dehşetengiz vur emri
Sürmüş damara fişek zaman denen zaptiye
Uçsak da bulutlara vurulacağız elbet
Bismillahsız amellerin
Tutsağıyız müebbet.
4/:
Deryalar kan ve irin kusmuğu yutuyor sahiller
Kumdan testereler doğruyor günahları
Konsak da ağaçlara biçileceğiz elbet
Bismillahsız amellerin
Tutsağıyız müebbet...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:33 AM
Kafir Fareye Karşı
1/:
Pencerem haykırıyor aleme gözyaşını
Tunç devri çakılıyor yumuşak takvimlere
Avuçlarım soluyor akrebini saatın
Kestiğim kalemlerle karalanıyor kare
Ömrümü örseliyor
Bir kafir fare! ...
2/:
Karşımda sert yeminim kınalıyor öcümü
Asırlık çınarlar gibi kinim, yayılmada aleme
Acıma sinmiş rutubet tarihin arşivinde
Kâbuslarla akıyor geçmişim pare pare
Düşünceme dadanmış
Bir kafir fare! ...
3/:
Dişleriyle çiziyor yeminim haritayı
Eski zaman kervanı geçiyor şiirimden
Kırılmış cam misali parça parça akrabam
Çantamdaki nakarat dökülüyor ne çare
Dilime kement atmış
Bir kafir fare! ...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:33 AM
Kalemini Vurdular Deli Şairin
1/:
Kalemini tam kalbinden vurdular
Deli şairin...
Dikip duvar dibine Ulucanlar'da.
Esmer şiirler boyuyor diye habire.
Sevda diye diye
Yar diye diye...
Amma değildi dizeler gerçekte esmer olan.
Gölgesi vurmuştu umudunun üstüne
Karşıya dizilen silahlı anıların.
2/:
Kalemini tam kalbinden vurdular
Deli şairin...
Güvercinler doğuruyor diye mısralar.
Çevirip önünü sevdanın meydan harbinde.
Sevda diye diye
Yar diye diye...
Alnının coğrafyasından kurşunladılar.
Yargısız ve acımasız
Bir infazdı yapılan
Issız rüzgarları bürünen ürkünç tepede.
3/:
Kalemini tam kalbinden vurdular
Deli şairin...
Gülistan eyledi kıtaları diyerek kadı.
Büzüldü üzerine taammüsü yarım kalan kalbinin.
Sevda diye diye
Yar diye diye...
Hüzün yağan güldesteler apansız.
Saatler ölüm sularına atmamıştı demiri.
Giymemişti daha kara kukuletasını,
Aşkın ve sevdakarın sinsi celladı
Kırmamıştı daha
Kalemini çatık kaşlı telaşe
Meçhul bir faildi işe karışan.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:33 AM
Kalender’in Türküsü
1/:
Kalender dediğin ay hanım,
Bir nazlı uşak...
***
Ay hanımım...
O uşak beline bağlamış şairlik ber’atını
Dolanır... Dizelerin mayınlı hududunda.
Kafiye kaçakçıları mavzer çatanda
Kahpe *******in ve beyitlerin ayak ucuna
Gah dizleye dizleye karı
Bazen de anlamsız dörtlükler gülistanında
Acılı ağıtları katık eder karanlıklara
Kalender dediğin... Bir nazlı uşak ay hanım
Kuşak kuşak şiir sayın ki…
1/a:
Ay hanımım...
Oturur Kalender kahır ile yoldaş
Bitmemiş türküsünün dize dibine
“Kader” der Kalender’im
Her bir hüzünlü şeye...
2/:
Ay hanımım...
Kalender’im zebercetten yapı ustası
Hamurdan heceleri yeni çemrenmiş
Kelimenin mimarisini yükseltir çölde
Ben ağlarım deste deste
Kestane saçlı Kalender’imse…
Tespih dizer bu günün apak gerdanına
Dünden yarına bağlar bahtını
Oturup altımızdan kayan zamanın
Ve durağan mekanın... Yağmurlu yanağına
Şeffaf güller çizer... Banıp kanına
Kalender dediğin... Bir nazlı uşak ay hanım.
Başak başak şiir sayın ki…
2/a:
Ay hanımım...
Oturur Kalender’im
Bitmemiş şiirinin dize dibine
“Kader” der geçer acundan.
Kahırlı kahırla kahırlanan her şeye...
3/:
Ay hanımım...
Kalender’im de... Bir ananın balası
Kolu kırık… Yeni düşük oldum olası
Olsa da doruklara en son tırmanan aslan
Sırtını dayayan harmanlanan anıların küpeştesine
Ya adını kazar yüreğinin keskin ucuyla
Ya da tarih düşer adına şiirin şahı
Türkü bahçelerinde gelin boylu kavak ağaçlarına.
3/a:
Ay hanımım...
Oturur dağlar gibi bağdaş kurup Kalender’im
Bitmemiş öyküsünün dize dibine
“Kader” der ve burkulur.
Vurulur tadı buruk her bir şeye...
4/:
Ay hanımım...
Kalender’im hayaline kesme taştan kuyular kazar
Bir elinde yazgısının yontucu diviti
Öbür eli kamus deryasında dümen tutmada
Azar azar… Derinleşir masif bolat kavramlar
Saçlarının örgüsü meyveye durur
Sözleriyle iplik iplik gül verir
Ve gülümser doldurduğu sırlı çanaklar
Kalender dediğin... Bir nazlı uşak ay hanım.
Burçak burçak şiir sayın ki…
1/a:
Oturur Kalender’im alnındaki vadilerin yamaçlarına
Bitmemiş şarkısının dize dibine yani
“Kader” der dil ucuyla
Zamanda uç uca eklenen her şeye...
5/:
Ay hanımım...
Kök salar çölde... Kalender’in sedir ağacından asası
Gâh olur otuz üçünde bakır saçlı bir bilge
Şiir ile ölümüne sevişir geceye abanıp
Gâh ölür sevdasıyla koyun koyuna
Ama kalenderdir oldum olası
Yani Kalender dediğin... Bir nazlı uşak ay hanım.
Kucak kucak şiir sayın ki…
5/a:
Oturur Kalender’im ağustosta gözelerin başına
Bitmemiş öyküsünün dize dibine yani
“Kader” der ağlamaklı zamanlarda
Gözü yaşarır, gözü yaşlı her şeye...
6/:
Ay hanımım...
Kalender dediğin... Bir küçük yazar
Azar azar ve acılar içre derinleşir şiir gayyası
Kalender elmas damarlarına kuyu kazar
Şıpır şıpır şakağından şiir sızar onun
Şiirinden ise kan ve ter...
6/a:
Oturur Kalender’im bir kan deryasına
Bitmemiş türküsünün dize dibine yani
“Kader” der inanarak
Kader gibi her şeye...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:34 AM
Kalk Be Süvari
1/:
Kalk süvari! ...
Beni de vur terkine...
***
Dağlar hıçkırıyor hasretimle bak
Hayalime haykırıyor ovalar
Analar öfke sağıyor ak süt yerine
Tarihe sancılı ve ağlamaklı bir kar yağıyor
Geleceğe tutulan ışıksa zifir…
Bir sütunda somutlaşan... Annem simya ağlıyor
Surların gözyaşları çiziyor çorakları
Ovalar ter, ovalar aç, bekliyor seni
Steplerse kir ve kan
Kalk süvari terkine beni de vur.
Veya otur, vur beni şakağımdan! ...
2/:
Yavuklum siyah yazma takmış başına,
Kalk süvari! Beni de vur terkine.
Baltalar kıtır kıtır bileylenmiş baksana
Testereler doğramada şiirin şahdamarını
Soframıza sürülen binlerce kirli tabaksa
Kanımızla salçalanmış yem say ki.
Kalk süvari...
Tanre tane konuş zamanın orta yerinden
“Dem bu dem.”
Demeden ya da dedirmeden
Yaylalar vurgun, kayalar sabırsız,
Şehirlerse kir ve kan
Bekliyor seni yıldızlardan yemliğin
Kalk suvari beni de vur
Beni de vur terkine
Ya da otur, vur beni şahdamarımdan! ...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:34 AM
Kan Basarsa Mühürler
1/:
Ben de ölem edem oy!
Bazen mühürler kan basar,
Mor mürekkep yerine...
Kararır gözler tekerlenir zifiri kuyulara.
Sabahın en kırağılı mavisinde
Tokmaklanır sımsıcağı tutan kapılar.
Gri bir ovanın ortasında
Bukağıya tutulur bir çift göz karası...
***
Kan basar edem oy!
Gaddareler sol memenin üstüne,
Mühürler kançılaryada safran basar...
1a/:
Ben de ölem edem oy!
Gerneşerek gelin duruşlu kavaklar gibi dizeler
Dizilir boğaza boğum boğum zaferlerin ardından.
Adına esame okunur ulu ortalarda.
Ber’at yazılır yarına sadrazam ditiylen.
Başıbozuk bir yeniçeri Mercan Yokuşunda,
Her bir kirpik telinde bayrak,
Yanağındaki vadilere acılı isyânlar asar.
***
Edem oy!
Koy ince belli umuduma bir tavşan kanı gayrı
Dem, demlenme ve iltica vaktidir.
Anınçün kan basar gaddareler,
Sol memenin üstüne.
Mühürler karanlık kançılaryada safran basar...
2/:
Ben de ölem edem oy!
Akrostiş olur dizeler gökyüzünün altında.
Adına merdiven kurulur hisardaki yavuklunun.
Vurulur bir avcı yoluna hayalinin yani av aslan olur.
Bürünür kanlı baranîsini şiir damarlı bir zindanda.
Nara nara düşer şehrin narına hrr bir dize.
Dinle edem oy,
Yabani hüzne bulanır ayakları acemi oğlanın
Bugüne öfke çenter ulu ortalarda.
Yarına güler Haçova meydanlarında.
***
Bazen mühürler kan basar edem oy!
Mor mürekkep yerine…
Anınçün gaddareler kin basar,
Sol memenin üstüne.
Mühürler katran basar kançılaryada.
2a/:
Ben de ölem edem oy!
En derine dalar gözler sevdanın Ege’sinde
Dalar gaddareler en derine yürekte.
Mercan Yokuşunnda başıbozuk bir yeniçeridir,
Zülfünü isyân isyân ayıran.
Safran sarısı iner sulanmak için gözlere,
Başıbozuk isyan safrana yarar.
Yani edem oy!
Koy bir keklik burnu gayrı yüreğimin kalaylı çaydanına.
Dem, yarın için demlenme ve sefere yatma vaktidir.
***
Anınçün edem oy!
Kan basar kitapsız gaddareler,
Sol memenin üstüne.
Mühürdâr safran basar şiire kançılaryada...
Artık ben de ölem, sen de öl edem oy!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:34 AM
Karac’oğlan Güzellemesi
1/:
“Karac’oğlan der ki kolu bağlıyım...”
1a/:
Duygusundan dağlıyım ben de karaca gibi
Torosların en cebelinin basma eteğinden
Koyun gözü saplarıyla bağlıyım zirvelere.
Bizim oralar şimdi,
Bıyık donduran ayaz ayazdır
Ama güzelleri beyazdır inadına
Kutupta altı ay oturan kar gibi
Güneş ibrişimi gibidir haspalar...
Biz bilcümle dağlılar
Sereriz de yamacına esrik dorukların
Karanlıkta körkütük sevdalarımızı
Umudu cıgara diye dumanlarız.
Bizler,
Yani hepimiz birer Karac’oğlanız...
Alayımızın kolu bağlıdır kadersizliğe
Bağlıdır babam bağlıdır...
1b/:
Onun için:
“Karac’oğlan der ki kolu bağlıyım
Ciğerciği aşk oduyla dağlıyım
Mamalı’da bir Rıdvan’ın oğluyum
Kaplan postu geydiklerim kal demiş.”
2/:
“Karac’oğlan der ki bu kimin nesi? ”
2a/:
Biz de kızıl fesi kaykık giyeriz karaca gibi
Allarız pullarız iyi seçilelim diye düğünlerde
Püskülünü dipsiz kuyulara sallarız.
Bizim oralar şimdi,
Silme ela gözlü çiğdeme keser
Yani sarışındır saçı amca oğlu dağların
Şakakları ise ala kır küheylandır
Tırıs gibi şimdi
Yani rahvan gibidir doruklar...
Ama karayağızdır bilcümle dağlılar
Kahkûllerimiz ığırlanır başaklı tarlalarda.
Tarlada tırpana düşeriz de on beşimizde
Altmış üçümüzde cephede lorke oynarız.
Bizler
Hepimiz birer Karac’oğlanız...
“İnginden ve yüceden gelir sesimiz.”
Sesimiz babam sesimiz...
2b/:
Ondan sebep:
“Karac’oğlan der ki bu kimin nesi?
İnginden, yüceden geliyor sesi
Eğilmiş pınardan doldurur tası
İçene veriyor bal karmakarış.”
3/:
“Karac’oğlan der ki yiyip içmeden...”
3a/:
On sekizinde geçmeden serden
Adam sayılmayız nazlı dilber uğruna.
Bizim oralar şimdi,
Tarhanayla sarmaş dolaş baldıran sofrasındadır.
Ortadadır ne varsa elde, avuçta
Kara kışta nirvana buhurdanında tandır
Ağustosta asırlık kuru çınarlı çıtak boynuz
Yani kar gibi yoğurt, buz gibi ayrandır.
Biz bilcümle dağlılar
Huş kalasında seferberlik türküsü çığırır
Sefertasında azık taşırız Galiçya siperlerine
Yani kaderin bize arkadaş diye verdiği yere.
Çünkü herkesle ortaklaşa bir baş soğanız.
Bizler
Hepimiz birer Karac’oğlanız
“Geçmeyiz muhannet köprülerden.”
Geçmeyiz babam geçmeyiz...
3b/:
Ondan kelli:
“Karac’oğlan der ki yiyip içmeden
Güzeller usanmaz konup göçmeden
Muhannet’in köprüsünden geçmeden
Düşelim de azgın sele gidelim.”
4/:
“Karac’oğlan der ki konanlar göçmez...”
4a/:
oldum olası biçmez bizim harlı tırpanımız
Tarlaların yeşil kaderlerini.
Bizim oralar şimdi,
O yüzden sarışın ve başak oynaşındadır.
Dereler utangaç utangaç akmada
Uğrun bakmadadır ela gönül köprüleri...
Buğday benizlidir biz dağlılar.
Yazın kış artığı yaylaya çıkarız da
Kışın ala yorgan sarınıp gurbetele ineriz.
Mayanın en hörgüçlüsüne biner
Güzelin en zülfü dolaşanıyla sarmaşırız.
Bizler
Hepimiz birer Karac’oğlanız
Ayrılıkların en cesurunu yaşarız yazgımızda
Yaşarız babam yaşarız...
4b/:
Ondan neden:
“Karac’oğlan der ki konanlar göçmez
Bu ayrılık bizle arasın açmaz
Bir kötü gönlüm var güzelden geçmez
Ne güzele doymaz gözüm var benim.”
5/:
“Karac’oğlan der ki garibim garip...”
5a/:
Serip içi nergis dolu mitilini yıldız altına
Laciverte efelenerek yatar dağlılar.
Bizim oralar şimdi,
******* boyu kızıl gözlü eşkıya ateşidir.
Mavzerler çatılır mağaraların yüreklerinde
Döşünün düzünde kurşun eğlenir dağların.
Cümlesi dağlıların
Donanma fişenklik çaprazlanırız.
Kasaturalarımızla keseriz tırnaklarımızı.
Kösele kütüklüklerimiz
Lebaleb intikam ve cinayet doludur.
Kuruludur meydan-ı siyasette bizim için darağaçları.
Halatlar saf kendir lifi ve has zeytinyağıdır.
Yani bir aşk uğruna fermanlıklarız.
Bizler
Hepimiz birer Karac’oğlanız.
Kollarımız yar boynuna dolanır ilk akşamdan
Dolanır babam dolanır...
5b/:
Ondan dolayı:
“Karac’oğlan der ki garibim garip
Garibin halından ne bilsin tabip
Akşamdan soyunup koynuna girip
Boynuna dolanan kollar öğünsün.”
6/:
“Karac’oğlan der ki işin doğrusu...”
6a/:
Uğrusu çifte çatar mavzerini dağların
Doğrusu ise yar diye sarılır alaman çıplağına
Yatar düşlerinde ya da mahpusta
İnce belli bardak içre içtiği çayla.
Bizim oralar şimdi,
Karakeçili ve salkım saçak göç yoludur
Mayalar katar katardır
Yavuklular hüma yavrusu...
İti, kopuğu, uğrusu
Kan davasında kan yağması vardiyasındadır.
Dardadır yani bilcümle dağlılar.
Parmağımızı kerteriz
Uykuya basılmamak için gece nöbetinde.
Kimimiz ise tuz basar yürek yaresine
Bundandır kan uykuyu yitirmişliğimiz.
Bizler
Hepimiz birer Karac’oğlanız
Celali avlarız da sağ böğrümüzde
Sol yanımıza döner eşkıya oluruz yar yoluna
Avlanırız babam avlarız...
6b/:
Onun yüzünden:
“Karac’oğlan der ki işin doğrusu
Gökte melek, yerde hüma yavrusu
Söyleyeyim ben de sözün doğrusu
Soyunup koynuna girmeye geldim.”
7/:
“Karac’oğlan der ki ama ne fayda..”
7a/:
Kayda geçmez Osmaneli kütüklerinde
Güneşin altında doğan bebeleri dağların.
Bizim oralar şimdi,
Kahırlı ve yapayalnız maraba mezarlığıdır
Pamuk pamuk ığırlanır Çukurova
Mayıs mayıs uzar zamanıTorosların.
Ağalar pekmeze banıp bıyık burandır
Kehribar tespih şakırdatandır başucunda hayatın.
Cümlesi dağlıların
Otururluz kıl keçeler üstüne
Hemen her gece yağlı kaykana ziyafeti çekeriz.
Ekeriz ardımızca
Ve her bir pınar başına
İnce sesli bağrıyanık Barak havalarını
Yani ağzı türkü rengi marabalarız.
Bizler
Hepimiz birer Karac’oğlanız.
Beliğini teker teker öreriz de yavuklularımızın
Ağıraksak zamanı çifter çifter atlarız
Atlarız babam atlarız...
7b/:
Ondan ötürü:
“Karac’oğlan der ki ama ne fayda
Irabet kalmadı yoksula bayda
Bu ayda olmazsa gelecek ayda
On’ki ayın birisinde gidelim...”
8/:
“Karac’oğlan der ki n’olup n’olmadan...”
8a/:
Hapsolmadan dürmez dağlılar tekmil
Namus uğruna, değişken ömürlerini.
Bizim oralar şimdi,
Ya asker sülüsü kaçkınıdır şubede
Ya da kanlısını doğrayan Haydar.
Cüssemiz maya potuğunca
Söz namusa yan bakmaksa
Yüreğimiz kesilir Toroslar kadar.
Biz dağlılar
Ölümüne ve inadına severiz sevdi mi.
Ölümse kapımızı çalanda sessizce
İbrahimleyin kurbanız Sina çölünde.
Kan gölünde yüzeriz de
Kırmızıdan kestirmeyiz urbalarımızı.
Yani kaderi tam topuğundan vuranlarız.
Bizler
Hepimiz birer Karac’oğlanız.
Uğruna ölürüz inanmışsak
Ve vurulmuşsak pınar başında uğrun bir göze
Ölürüz ulan ölürüz...
8b/:
İşte onun aşkına:
“Karac’oğlan der ki n’olup n’olmadan
Dost ağlayıp düşman bize gülmeden
Biri ölüp biri ile kalmadan
Ölecekse her ikimiz ölmeli...”
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:34 AM
Kazvinli Keşiş Kızı Kazize’ye Mersiye
1/:
Garkolup sensizliğin,
Canabatan kumuna...
Gözlerimin sahilinde dolaştım bu gece yine
Kazvinli keşişin nazlı kızı Kazize...
Bileğime dolandı gümrah saçları
Gözümde çalkalanan eşkin denizin,
Garkolup musonlarda sensizliğin,
Canabatan kumlarına
Kahroldum yine nazlı Kazize...
1/a:
Adını haykırdım... “Haaaay! ”kırdım
Feleksiz Kazviniye kentinin damarlarına.
Ölümü kına diye kutsadım ve…
Son gün ışığında sürdüm aşk ile
Gizemli güvercin kulelerinin sırlı burçlarına...
2/:
Gözlerimin çöllerinde dolaştım bu gece yine
Kazvinli keşişin nazlı kızı Kazize...
Hatırımda kalanların sonunu avuç avuç
Ektim binbir özen ve sabırile
Yazgımın nadasa konmuş gümrah rahmine.
Ve uzandım çiçeklerin çanaklarına
Yapıp suru İsrafil’in... Bir organik kopyasını
Daracık hançeremden...
Kahroldum yine nazlı Kazize...
2/a:
Adını haykırdım. “Haaaay! ”kırdım
Şerefsiz Belucistan kentlerinin damarlarına
Yaşamı uğursuz çamurlara buladım
Sürdüm kaldırımların parmaklarına...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:34 AM
Kelimeler Birer Cellat Olur
1/:
Dedin bıçakleyin,
Sussan n'olurdu?
1a/:
Ağıtlar kök salar ilkbahar iklim elinde
Bozlaklar yekinir yüreğimin bozkırlarında
Ham meyveyi koparırlar bağrımdan
Sevip dilim dili barak olurdu
Dedin bıçakleyin,
Sussan n'olurdu?
2/:
Yola revan olduk katar peşinde
Ulam ulam yadellere ulandık
Ardımızdan ünleyip adımız ilen
Kelimeler birer cellat olurdu
Dedin bıçakleyin,
Sussan n'olurdu.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:34 AM
Kendinin Kaşifi Bir Adam
1/:
Kendinin kâşifi olmalı adam…
***
Bilmeli yüreğinde çırpınan kuşu
Rüzgârlara binip uykularında
Fethettiği ülkesinde sultan olmalı
Sıyrılmalı kâinatın kınından zaman
Mavi seferlere çıkmalı her ilkbaharda
Kendinin kâşifi olmalı adam...
2/:
Kendinin kâşifi olmalı adam…
***
Atlayıp küheylanına akan takvimin
Ufukların ciğerine sürmeli
Delmeli damar damar delmeli
Güneşe kafa tutan sıradağları
Bir uçtan bir uca hilkâtın kitabını
Gözlerinin rengiyle boyamalı
Sıyrılmalı kâinatın kınından zaman
Kendinin kaşifi olmalı adam
İlişip keşfettiği ülkenin yorganının ucuna
Kevserden nehirler misali ağlamalı
Kişi işte o zamandır, adam
Kendinin kâşifi olmalı adam…
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:34 AM
Kert Kundaktan Bir Gün Daha
1/:
Boz toprak üstünde yeşil umutlar dikip
Issız hudutların serinliğine koşarak
Mıhlayıp parolayı kundağına yüreğimizin
Sonra bir cıgara içimi uzanıp namlu ucuna
Mola da dizip yollara sevdakar mektupları
Hayal uğurluyorduk bizim ellerden yana
Gözü kara, yüreği yara bir yavuklunun
Tütsülenen özlemini yüklenip omzumuza
'Bir of çeksem karşı ki dağlara...'
1a/:
Takma bre deli şair
Kert kundaktan bir gün daha.
2/:
Haritalar üstünde muzaffer yolculuk edip
Yüce dağların doruklarına duman olup sinerek
Bir solukta varıp mavzerin karşıki namlusuna
Sonra kenarında fırat'ın oturup çay içerek
Geçerek bir yırtık fotoğrafın suskun yalnızlığına
Sivri ve sahici yaşamı takıp kulak ardına
Volta uzatıp maltasında soğuk karakolların
Çarpıcı ağırlığını yüklenip omzumuza
'Bir of çeksem karşı ki dağlara...'
2a/:
Takma bre deli şair
Kert kundaktan bir gün daha.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:34 AM
Kesildi Fermanımız Kız Hürrem
1/:
Yıldızlar boşandı ağzımıza evvela.
Yaladı yüreğimiz ayrılığın tuzunu.
El uzatıp inatla ömürün çemberine,
Her yerine dünyanın hasretle teğet çizdik.
Biz ikimiz sevdanın yedikulelerinde Ey Hürrem,
Kapkara bir Ali’nin kirişine teslim idik...
***
Ucuna ateş battı üstüne titrediğimiz sırrın.
Sevdanın hokkasına bandı parmağımız.
Dilimlendi ince ince yürekler,
Ve gösterdi felahını zilletin.
***
Ey Hürrem kız,
Çöktü, *******e çattığımız şanlı “B”
Artık plan kurma yarına.
Kesildi Kanuniler elinde fermanımız.
Sürüldük nazlı nazlı,
Kurtuluşun darına...
***
Çizgileri kesişen şakakta kan izleri,
Çırağ çıkıp zoraki Bogomil diyarından,
Yarından bölüp umudu taşıma bu anına.
Yarışta uzatıp enseleri altına şehadetin
Sunalım canımızı ışık dolu yarına.
***
Ey Hürrem kız,
Çöktü, *******e ördüğümüz şanlı “B”
Artık plan kurma yarına.
Kesildi Sokollular elinde fermanımız.
Sürüldük nazlı nazlı,
Sevdanın viran olan yanına...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:34 AM
Kırk Bin Mehmet Ali'ydik
1/:
Ekvatoru kuşanan kırk bin Mehmet Ali'ydik
Kayan yıldızlar seyrederdi gözlerde
Yekindik mi topraktan denizler yekinirdi
Sonra çatladı beyin konuşmadı dil dudak
Kendi sevdasının herkes
Tuştu yollarına yayan yapıldak
2/:
Meridyenler kuşanan kırk bin Hasan Hüseyin'dik
Elinde taze nasırları isyana durmuş
Doğrulduk mu ağaçtan fidanlar doğrulurdu
Sonra çatladı kabuk çatırdadı dal budak
Kendi sevdasının herkes
Düştü yollarına yayan yapıldak.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:35 AM
Kızlar Ağası Abdülcebbar ve Ben
1/:
Bir gün beni de kavrar Otlukbeli’nde
İştah ile bu toprak kekitmeden takvimi.
Seni de tabii kızlar ağası Abdülcebbar...
Ve babüssaade beyini de...
1a/:
Orak olur özüm için kimyası ovaların
Ve devşirilir bir anda yüreğimdeki harman.
Tohum olurum yarına gebe
Suru israfile… lezzetli damak…
Kıyamet atlarına saman olurum
Arzular tenim aşkın ve ışk’ın son cümlesini
Sınırsıza ve sonsuza savrulurum…
Fısıldar derya kulağıma yunus balığının türküsünü
Güneş büzülür kızılca kıyametin eşiğimde
Bakıp ardımdan üzülür belki o gelin duruşlu dünya
Anam üzülür. Karım, kızım üzülür…
Bir gün beni de kavrar
İştah ile bu toprak
Der belki: “Bak behey ins-ü ahmak!
Yanarak geride kalanlarına…”
Seni de tabii kızlar ağası Abdülcebbar...
Ve babüssaade beyini de...
2/:
Gözbebeklerim mart güneşine yanarak bakarım
Gerideki üçgen bir tarlaya ektiğim
Gümrah ve henüz çatlamış tohumuma.
Fısıldar derya Yunus’un şarkısını
Usulca allı gelin türküsünü fısıldar ırmak:
“Ak sonsuz iksirin orta yerine
Şimdi ağlamaklı bir damla olarak.”
2a/:
Bir gün beni de kavrar
İştah ile bu toprak
Ve der belki: “Yak hırsını ey ins! ”
Sonsuz kızgınlıkların yutucu hizmetkârına bakarak.
Seni de tabii kızlar ağası Abdülcebbar...
Ve babüssaade beyini de...
3/:
Bakarım zalim acıları sürüp kirpiklerime
Sonsuz kızgınlıkların
Yutucu ve yontucu hizmetkârına...
Korkarım ve sinerim ıssızca yüreğimde bir köşeye.
Galiba güneş büzülür galaksinin kıyıcığında
Şimdi minik bir düğme iriliğinde belki ay.
“Bir bir çakılı çivilerini say geçmişinde
Ellerini. Gözlerini. Bedenini...
Ve salt doğru doğuran beynini
Şahit edip bedenini şaşmaz mahkemede.”
Vay vay! ...
3a/:
Bir gün beni de. Beni de kavrar
İştah ile bu toprak
Ve der ki mutlak: “Ak, sonsuz iksirin orta yerine
Ağlamaklı ve pişman bir damla olarak.”
Seni de tabii kızlar ağası Abdülcebbar...
Ve o mağrur babüssaade beyini de tabii ki...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:35 AM
Lorke Lor
1/:
Yepyeni bir can gibi
Güneş doğuyor ay ay!
Lorke vay lor vay!
1/a:
Seviyorum,
Kalbimle güreş tutan meyveyi.
Kanımı fışkırtan yürek yangınıma hasretim
Susuz damağıma ateş eken dilberi
Ve özlüyorum
Beynimin ücrasında kurulmuş memleketi.
2/:
Biliyorum,
Kaçkın bir yalazın ayak sesidir
Ensemdeki kanyonda yankılanan mut.
Şakağımda bir susuz kurt gözyaşımı boğuyor
Yesyeni bir can gibi
Güneş doğuyor ay ay!
Lorke vay lor vay!
2/:
Ölüyorum,
Kazdığım kabrimin hasretiyle.
Boş kalmasın diyerek oyduğum
Mezarımın vatanı avuçlarım ağlıyor.
Hayal devşiriyor alnımdaki çayırlar
Her bin bir yılı yeniden kucaklayıp.
Acılı alnımı dikenli dudağıyla dağlıyor.
Gözleri *******ime lacivert atan haspalar
Mevsim mevsim ağlıyor gül ektiğim yıllara.
Ve tünel tünel
Oyuyor, yüreğimin dirençsiz duvarını.
Yesyeni bir can gibi
Kendimden kendim doğuyor ay ay!
Lorke vay lor vay!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:35 AM
Masala Vurur Anka Sürüsü
1/:
Masalımı viran eden azgın dev
Oturma kalk,
Bengisular başında…
***
Bir bir yıkılanda ardımda
Temelsiz yufka aşklar
Başlar yeni bir sevda masalı.
Puslu bir aşk kaçkınının gölgesi
Ve ardından salı vurur gönlümün kumsalına.
Dününe kırk su verilmiş kilit vurulur takvimin
Yarına sam yeli düşer.
Ilıman kanım şu an temerküz meydanında
Damağımsa ananevî taddan ister.
***
Masala vurur fantastik dalgalar...
Masala vurur fantastik...
Masala vurur...
***
Burçlarıma cebabirce tırmanarak
Masalımı viran eden azgın dev.
Oturma kalk,
Bengisular başında...
2/:..
Hayalimi viran eden azgın dev
Oturma kalk,
Bengisular başında…
***
Sev anılarını ey geçmişiyle küsüşük adam
Onlar ki,
Eldeki, gönüldeki tek değer.
Ayağına dolaşan ayrık otu
Ve sevdalı salkım sarmaşık
Aslında sisli bir aşkın son vurgunudur.
Ondandır salın karaya oturması
Ya da tenha gönlünün kumsallarına…
Söyle vakti midir sırt dönmenin hayale?
Bir lale ki düşer temerküz meydanına
Damağım o an buruk bir tad ister.
***
Masala vurur anka sürüsü.
Masala vurur anka.
Masala vurur.
***
Süsü solar büyülü aynanın.
Susar konuşkan gözlerim
Damağım susar yanarak.
Zirvelere cebabirce abanarak
Hayalimi viran eden azgın dev.
Oturma kalk,
Bengisular başında...
3/:
Hayatımı viran eden azgın dev
Oturma kalk
Bengisular başında…
***
Bilirim ruhumu saran metalik kasis
Hasis bir benliğin yansımasıdır.
Temerküz meydanı ise kesme taş şimdi…
Çırpınır Kızıldeniz sahilinde deli yürek
Esrir puslu baş parsiler sofrasında…
Ne kadar eşkin kavak yeli varsa
Savrulur yaprakları gönlümün kumsalına.
Ondandır salın vurması
Temelsiz kıyısına dünün.
Bir gün bu günün de süsü solar.
***
Masala vurur anka sürüsü.
Masala vurur anka.
Masala vurur.
***
Büyüsü kilitlenir masaldaki aynanın.
Susar delikanlı yüreğim,
Susar bir kez daha aldanarak.
Düşlerimi talan eden azgın dev
Oturma kalk,
Bengisular başında.
4/:..
Yüreğimi viran eden azgın dev
Oturma kalk,
Bengisular başında…
***
Şu an daldırsam yeise gebe
Doğurgan gözlerimi toprağın çaresine.
Amansız ve Amazonik kılıcımı kuşansam.
Dört bir yanı özlem
Bin bir yanı mazluma keser sevdamın.
Orta yerinde gözyaşıyla örülü ve unutkan
Kalakalsam temerküz meydanının
Oysa şimdi orada herkes kendi kanında yüzer.
En acılı heceyi bilirim bu gibi durumlarda
Ve yüklenirim en karanlık geceyi...
Sürükler harlı dudaklarınca devler,
Ağıtlarımdan çalınan yaslı kelimeleri.
***
Masala vurur anka sürüsü.
Masala vurur anka.
Masala vurur.
***
Yutkunur ayna.
Deprenir kesme taşı meydanı siyasetin.
Durulur Babülmendep çıkışında deli yüreğim
Yok olur aşkın tandırlarında yanarak.
Gülüşümü talan eden azgın dev
İster otur
İstersen kalk artık
Bengisular başında...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:35 AM
Masalımın Esas Kızı Dürdane
A/:
Masalımın esas kızı Dürdane ve ben...
İkimiz de terk ettik kendimizi.
Belirgin izimizi
Takip etmeyelim diye biz.
İkimiz soğuyup iliklerimize dek
Kar olup yağdık Dürdane ve ben...
Zaten biz
İki karlı dağdık...
***
Masalımın esas kızı Dürdane ve ben...
Uzak bir masalın kıyısındaydık.
Bazen otururduk
Bilge bir şamanın yüreğine,
Tedris ederdik aşkın süphanekesini.
Gah kutlu atlara düğümlenirdik,
İbrişim ateşine yanık ipliklerle,
Bel verip süphanlara,
Turaçlarla
Ve ferhatvari kekliklerle dilleşirdik.
Berekete gebe
Kıraçlara bağdaş kurup halleşip
Yağmura açardık ellerimizi.
Kabul et ey yar
İkimiz de farketmedik kendimizi
B/:
Masalımın esas kızı Dürdane ve ben...
Sonunda bir gurbete serildi bağdaşımız.
Sıla ise upuzak yanıbaşımızda.
Biz ikimiz
Sufi bir masalın kıyısındaydık.
Bazen uzanırdık Dürdane ve ben...
Lahutî bir tayın gümrah çayırlığına.
***
Masalımın esas kızı Dürdane ve ben...
Gökdelenler dererdik aşkın lalezarından.
Gah karanlıklara yudumlanırdık
Yedi damak derinliğinde demli bardaklarla.
Sal verip nasırlı omuzlara
Gözpınarlarıyla kanmadan daha sulara
Ve gül işli kabzalarla halleşirdik.
Ve enfusi tefekküre banardık ellerimizi.
***
Kabul et ey yar!
İkimiz de terkettik kendimizi.
Belirgin izimizi
Takip etmeyelim diye biz
İkimiz soğuyup iliklerimize dek
Kar olup yağdık
Zaten biz
İki buz harmanı
Ve iki kocaman dağdık...
C/:..
Masalımın esas kızı Dürdane ve ben...
Teslimen dururduk yezdanî ovalarda.
Ellerimiz orta halli birer yaba gibi,
Vakur ve çaresiz böğrümüzde.
Bazen kavrardık
Tarihi kadimin kakmalı kabzasını.
Gah gri sulara renk atan ummanlara
Garkedip tabansız ayaklarımızı
..........Yakınımızı
...................................Uzağımızı
Törpülerdik maharetli marangoz titizliğiyle.
Ve telaşelere banardık aceleci ellerimizi.
***
Kabul et ey yar
İkimiz de terkettik kendimizi.
Belirgin izimizi
Sürmeyelim ardımızca diye biz
İkimiz, titreyip Sibirelince
Kar olup yağdık.
Zaten biz
İki karlı ve kocaman Himalayalardık.
Ya da dervişleyin yıldız altında
Minicik iki noktaydık...
Sonunda kapılıp gök gürültüsüne
Kendimizi yok saydık.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:35 AM
Nah Şuramda Emmoğlu
1/:
Evvel zaman içinde
Nah şuramda emmoğlu!
***
Kıpırdadı ilkbaharımın nemli koynunda
Sevdalara yarılan nazlı çekirdek
Çiğ düştü ağustosta alnıma
Sürprizlere gebe çiçek tozlu caddede
Kelebeklerin kanadından doğruldu
Rutubetli mısraların şanlı kafası.
2/:
Evvel zaman içinde
Nah şuramda emmoğlu!
***
Yuva yaptı davetsiz bir nazlı güvercin
Sürgünlere yüklendim arzuma sorulmadan
Atanda yüreğimin dar namlusundan
İstikbâlin hudutsuz sahraları
Yutmada gönlümü taşıyan doru tayları.
3/:
Evvel zaman içinde
Hah şuramda emmoğlu!
***
Denizler yarıldı yutmak için gökleri
Eline kına yaktım kanımla umurumun
İzanımın ıslığı düştü yollara
Kehkeşanlar gerdan kırdı önümde
Atıldım gönülsüzce ama sevmek için atıldım
Boğazıma kapanan cellat kollara.
4/:
Evvel zaman içinde
Nah şuramda emmoğlu!
***
Gürgen saplı bir bitişi kavradı
Kolları çelik kabaralı husumet
Yarıldı öfkenin sivri diliyle
Yontuldu dilim dilim sonsuz ikamet
Eller bakmada gözyaşlarının puslu penceresinden
Yıkanmada anılar rahmet seliyle.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:35 AM
Ne Şiirle ve Ne Şiirsiz
1/:
Ben iki şeyden korkarım ablalar:
Biri şiirle olmak,
Öteki kalmak şiirsiz.
***
Çaresiz varıp tan atanda üstüne,
Tüm korkularımın korkusuz.
Duruyordum yalnız ve habersiz
Ben iki şeyden korkarım ablalar:
Biri şiirsiz olmak, öteki kalmak sizsiz.
Bir kitap arlığında, zamanı yuvarlarken dışıma,
Korktuğum geldi başıma apansız.
Üstümde gezinen yüceden yüce,
Beyaz kumru kuşlarıydı oysa.
Ellerim mısraları kavrıyor,
Gözlerim cinayet cinayet ağlıyordu.
Oysa ben iki şeyden korkardım ablalar:
Biri cinayetlerde ölmek, öteki kalmak şiirsiz.
2/:
Lacivert şemsiyemin kanatları estetik yorgunuydu.
Çukurundan üstüme yağmur yağıyordu şakaklarımın.
Yıldızlar ve kehkeşanlar cin düğününde saki,
Aciliyeti fışkırıyordu o dem acılarımın.
Oysa ben iki şeyden korkardım ablalar:
Biri cinayetlerde ölmek, öteki kalmak şiirsiz.
***
Pırıltılı atlılar düğünleri nallıyor,
Bir göz, kırpıp kırpıp dağları,
Memleket memleket sağıyordu yaylaları,
Acı ile ırlıyordu Sure-i Zilzal şarkta bir yerde.
Aya değiyordu ucu,
Denizlere bandığım parmaklarımın.
Ellerim ateşli mısraları kavrıyor
Gözlerim cinayet ağlıyordu.
Oysa ben iki şeyden korkardım ablalar:
Biri cinayetlerde ölmek, öteki kalmak sizsiz.
3/:
Bir sevdaydı tüten küller üstünde
O cellat zamandı habire hatıra asan
Ömrüm erezyondaydı,
Yağız yağmurlarının altında.
Oysa ben iki şeyden korkardım ablalar:
Biri erezyonlarda erimek, öteki kalmak şiirsiz.
***
Elleri nasır sıvalı sevdalımın,
Gözlerinden çağıl çağıl Yeşilırmak bakıyordu.
Bense düşlerimi yıkamadaydım sahilde nehrin.
Çevirip namlusunu öfkenin,
Oturup tetiğine benden habersiz,
Kendimi ve hicranımı mıhlamadaydım.
Oysa ben iki şeyden korkardım ablalar:
Biri öfkenin namlusundan, öteki kalmak şiirsiz.
***
Ben iki şeyden korkarım bacılar,
Biri şiirle olmak,
Öteki kalmak sizsiz...
***
Yine de yürüyordum korkunun cephesinde yayan yapıldak.
Yalbırdak bir demir aleti gibi kuşanıp cesaretin ışkırlağını,
Tam alnından vurdum Galiçya’da korkumu.
Ellerim mısraları kavrıyordu o an,
Gözlerimse faili belli bir cinayet ağlıyordu.
Oysa ben iki şeyden korkardım ablalar:
Biri sizsiz kalmak, öteki kalmak şiirsiz.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:35 AM
Ne Varsa Gurbetten Yana
1/:
Atıp son teğeli en son nisan ayına...
Dokunup on parmakla adil bir yargıç
İşaret parmağının içli sesiyle başlattı
Mahkum olduğumuz sevdanın işleyişini...
Mahrem sessizliğini kaldırıp aşkın,
Vurup ufuktan ufka ilk mevsimimi,
Kuşanıp sarhoşluğunu ipekyolunun,
Kestirme özlemlerin yanından geçip,
Aşka gelip bir şakak üstü,
Böğrümüze takıp heybesini öfkenin,
Yekinip duamızlan hamaylı harmanında,
Gerilere yükleyip,
Yüreğin yarısını.....
***
Yani Allah ne verdiyse artık,
Gurbetten ve aşktan yana,
Savrulduk yıllar yılı,
Hasretlen yana yana,
Atıp son teğeli en son nisan ayına...
2/:
Özlemlerimizle düşman ve kanlı ve bıçaklı,
Ahbap hayâlleriyle sema çayırlarında,
Hicranlarla yüzleşip önünde o yargıcın,
Gerçeği arayarak cebeli Kafta,
Diz vurup teslimiyet coğrafyasının,
Küf kokan toprağına....
***
Allah ne verdiyse gayrı,
Sevdadan ve ölümden yana,
Kavrulduk yıllar yılı,
Odlarda yana yana,
Özlemlerimizle düşman ve kanlı ve bıçaklı
Atıp son teğeli en son nisan ayına...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:35 AM
ecef'in Rahmindeydi Karani
1/:
Somut bir masaldı istenen benden
Doğurmamıştı henüz kaf dağı devi
İlk evi örmemişti vadiye İbrahim-i harrani
Karani henüz necef'in rahmindeydi
Çöller misaliydi beynim uçsuz bucaksız
Yalnızlığımı yatırıp ıpıssız yüreğime
Kurak sahralar vahamı içti
Hangi canibe seğirtti isem
Vallahi vallahi hiçti.
2/:
Annem bitli bir öksüzdü gürgenlerin dibinde
Çiçekler soludu babam cıgarasından
Savurup iç alemine baldırana buladı
Ezildi masif mermerler, kurudu ülkem çınarı
Kendimi efkara, eleme uzattım acımasızca
Henüz serilmemişti yatağım yıldız aşırı
Kara kuasarlar dünyamı içti
Hangi canibe göz attı isem
Vallahi vallahi hiçti.
3/:
Yıldızlar söktüm ellerim kızılca kıyamet
Uzak samanyollarından gölgeler yakaladım
Temaşa eyleyip kurşuni kainatın özünü
Akıttım ırmaklara kendi sancısını beynimin
Damıtıp şarap yaptım billur volkan bacalarını
Yalnızca otuz değil üç yüz otuz çeken haziranımı
Bırakıp bitişik kuyularına ateş komşumun
Uzun bacalar yalazım içti
Hangi canibe el uzattı isem
Vallahi vallahi hiçti.
4/:
Boynumda kendi ilmiğim yağlı ve dingin
Celladım yapay sandalyemi henüz çelmişti
Gelmemişti henüz adem aday-ı Serendip'e
Nuh nebi çivilememişti geminin serenini
Kendimi resmedip dızmanların acılı karesine
Yakalayıp bir fırsatını geri baktımdı
Bir izim öteki izimi içti
Hangi canibe yol etti isem
Vallahi vallahi hiçti...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:35 AM
Neden Durgun Ay Bu Gece?
A/:
Neden kıpırtısız sular?
Kuyular neden suskun?
Bu gece neden durgun ay?
Vay... Vay! ...
Oysa
Seninle beştaş oynamak geçer içimden
Beliğini ışıkla örmek
Görmek geçer içimden
Yüreğini dolduran doğurgan suyu
Ve taş sektirmek yüzünde
Geciktirmek geçer yüreğimden
Ortak ördüğümüz çocukluğumuzu
Yani. Oturtup seni
Yeşile kesen bir oyun harmanına
Çelik–çomak oynamak geçer içimden
Saklambaç geçer. Ay gördüm geçer...
B/:
Dolanır çevresinde kuşlar
Kıpırtısız, heyulâ aşkın
Ve cevvâl gönlümün
Ama. Neden şırıltısız sular?
Çıkrıklar ve bocurgatlar niye gıcırdamaz?
Bu gece neden durgun ay?
Vay...vay! ..
Oysa
Seninle çıplak atlara binmek geçer içimden
Doludizgin gönlüne sürmek
Görmek geçer yüreğimden
Ferhat’a direnen inatçı kayaları
Ve kalbini dolduran doğurgan suyu
Doldurup suskun. Ve kız belli kaselere
Yıldız gülümsemeleri içmek aya inat
Kat kat bohçalamak zamanı
Yani. Bindirip seni
Doru bir küheylanın sağrısına
Dörtnala sevdalanmak geçer içimden
Samanyol geçer
Çizgileyin ipekyol geçer...
C/:
Güneşin ötesinde bir yerde
Öksüz denizler ağlamada
Dalgalar belden kırık
Kuyular kör ve sağır
Çıkrıklar ve bocurgatlar gıcırtısız
Bu gece neden durgun ay?
Vay...vay! ..
Oysa
Seninle dereleri meleştirmek geçer içimden
Irmakları tokuşturmak gizli bir hazla
Yelken dikip ufuklardan
Basmak çoban yıldızına
Bir sirenle kıskandırmak kısılan gözlerini
Denizden kız istemek
Silmek göz yaşını hüzünlü dalgaların
Suları ıslatmak geçer
Yani. Gerip seni
Koç başlı bir kalyonun serenine
Alabanda gönüle geçer
Geçer, tam yol ileri
Heyamol geçer...
D/:.
Derin kuburlar kazmada
Dili lâl mezarcılar
Karanlık çıngı çıngı doğurmada
Güneşin ardında bir yedek canı
Bizi boş bir arsaya çağırmada
Ama. Neden ıssız kuyuların ciğeri
Her yeri. Siyah bir şala belemede
Neden bulutlar
Bu gece neden durgun ay
Vay...vay! ..
Oysa
Seninle koyun koyuna
Boyuna yatmak geçer içimden
Bir yıldız batağına düşmek
Ve üşümek geçer içimden
Dızmanlar fırınında
Karnında tombul bir felek haylazının
Hamile olmak geçer
D/:d..
Yani. Oturtup seni
Som hüzne kesen maverasına ölümün
Dirimin dökümünü sıralamak geçer
Binmek en irisine anıların
Takvimleri delerek
Dilerek boyut boyut zamanı
Ağzımızda destansı bir sevda
Ya da çocuksu bir oyun ile
Göğü yediye katlamak geçer
Tıklatıp gönlündeki kapını
Usulca girmek geçer
Oracıkta yaşamak için
Burada ölmek geçer
Ölmek geçer...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:36 AM
Numune’deyim
A/:..
“Hastane önünde incir ağacı”
Acı yanıbaşımızda,
Hasret bekler ayakucumuzda son anı.
Nemiz var kaybedecek?
Hastalıktan gayrı gurban...
***
Ey ağaç!
Güne küskün penceremin önündeki
Pençeleri kanlı incir ağacı…
Acıdır ciğergahımda oturan şu an
Kanıma ekmek batıran delirceyse hasrettir.
Köyse bir mermi boyu mesafede
Özlem bin fişeklik kesafettedir.
Demirden bir bukağı
Ki bağlanmış bileklerime...
Ellerime har düşmüş gayrı.
Nemiz var kaybedecek
Tutsaklıktan gayrı gurban?
2/:
Hastane önünde söğüt ağacı…
Acı bir yılandır ininde,
Hasret kavuran ateş.
Bilirim ölümlere eştir meyveye duramama.
Uzanamama ne sona, ne de ilk baştan yana...
***
Dile gel ağaç!
Maviye kinli penceremin önündeki
Yeleleri kırkık söğüt ağacı! ...
Nemiz var kaybedecek
Yalnızlıktan gayrı gurban...
***
Sargılı şakağımda oturan çıngı çıngı hasrettir.
Ölüm dediğin bir mermilik mesafede
İntiharsa bin fişeklik kesafettedir.
Bir onulmaz can,
Ki dolanmış yanık döşüme...
Tüm bedenime ellerim tetik düşmüş gayrı.
Nemiz var kaybedecek
Bir kuşcağız candan gayrı gurban?
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:36 AM
O An İşte Be Zümar
1/:
Sorarsın an be an “o an” hangisi?
Zor soru be Zümar...
***
Sorarsın an be an “o an” hangisi?
Dağlar ellerini siper eder aşka bakar,
Alnına ter düşer ya gündönümünde hani.
Ufuklar nazlı kızlar gibi
Zillerini takınıp kalça sallar ya
Ve ibrişim lezzetli saçları taranır ya
Umuttan taraklarla gözlerimizden ağan bulutların
O an işte...
2/:
Sorarsın ya an be an “o an” hangisi?
Zor soru be Zümar...
Ateş gibi ve karanlık...
Saatler kalkış kampanasını vuranda aşkın bakır sinisine,
İştahlı zamanın rahmine bir ateş düşer.
O an işte...
Ben düşerim diz üstü...
Kimyanın plastik galerilerine bir damla kan düşer.
Düşer boşalan kucağıma bir parça ölü güneş.
Asit yağmurlarında ıslanan kanat
Ateş kıyametinden arta kalan mağma damlaları
Yani sana takvimin tortusu düşer
Şişelerinde tortulu biryantin kalır.
Merakının sahilinde çırpınan zaman,
O an işte...
3/:
Sorarsın ya an be an “o an” hangisi?
Amma da zor soru be Zümar...
Bütün bildiğim benim “İ” ve “S”
İ ve S iki deli küheylandır alfabe düzleminde.
İsfendiyar dağları’nın doruğundan deli sam’a binerek
Gelirse kokusu aralığa devrilen eylülün esrik kokusu,
Hırçın ve ölümüne susamış...
O an işte...
Ama eğitilmiş rüzgârlara binmiş olarak ben,
Sonra sakin ovalar geliverirse,
Mücadele bitmiş sayılmaz atlar ve otlar arasında.
Bir zalim el üzengiden yükselir ve alırsa cazibesini,
Hançeri zirvelerin üzerine kuluçkaya yatmış bulutların,
Sana koskoca mülkü İsfendiyar düşer,
Ama kel ve kıraç tepeleri yontulmuş olarak,
O an bana ise terkedilmiş ve ağrılı bir Ararat...
O an işte...
Kılıcı kırık muharipler çekilir vuruşa vuruşa,
Ve ıssız stepler bozgunları yemeye durgun...
At ve savaşçı kalır sonunda bu gidişte,
O an işte...
Artık canı sunma zamanıdır Zümar,
Aşkın ve ölümün karakanatlısına...
Eyvallah Zümar!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:36 AM
O Bizdik Bilesin Zahide
1/.
O bizdik miydik Zahide? ...
Senle Mançurya’da tutunup hırs ile
Başıbozuk tayların cehennemden esen yelesine.
Yani ensesine yürek çizen çınarların.
Evet evet... O bizdik...
***
Ne kadar sabırlı suya,
Ne kadar da sessizdik...
O bizdik.
Yani ikimizdik...
2/.
O bizdik miydik Zahide? ...
Yıldız ışığında oturup Yezdana yakın.
Çeşme başlarında gölgelerle sarmaşarak.
Sabrederdik inadına,
Bir yudum dahi içmezdik.
Gece yırtılırdı kenarından kara bir iplik gibi.
Hüzün şal bürünürdü sultan kız edsınca.
Elemli lülelere küserdik ama,
Gözpınarlarından rüyalarımızın
Süzülen bengisularından içerdik...
Evet evet... O bizdik...
***
Bağdaş kurar ay ışığının sarışın kilimine
Sevdamızın katipleri yıldızları gözlerdik...
O bizdik Zahide can.
Yani ikimizdik...
3/.
O bizdik miydik Zahide? ...
Bir parça yıldız çalardık geceden şakayla,
Sütyen aralığına saklardık düşlerimizin.
Gözlerimizin kenarcığında,
Martılar gezinir ve Marmaralar çalkalanırdı.
Bir balıkçı ağ atardı sahur zamanı hayalimize.
“Heyemola” dökülürdü Üsküdar’a,
Yavukluya kitap yazan uşakların ağzından.
Sanki o solgun ışık,
Şık ve zengin pencerelerden,
Yoksul bahtımıza düşeyazardı.
Soğuk sular sımsıcak türküye durur,
Biz yelelerimizi şiir ile tarardık...
Evet evet... O bizdik...
***
Denizleri içerdik de yudum yudum
Yüzümüzü bile buruşturmazdık...
O bizdik Zahide can.
Yani ikimizdik...
4/.
O bizdik miydik Zahide? ...
Yani sen, ben ve çakalların ulurluğu...
Vahalar yırtılırdı korkudan tan tabanca atanda.
Sen koynuma usulca sokulurdun.
Nefesin ne kadar da ılıktı.
Ve ıtır ıtır kokardı.
Kozmik çıngılar çıtır çıtır patlar
Ve kayarlardı parlament ve efsunlu zeminde.
Bize bakıp ağlayarak uyurdu ay.
Gâhi köşeleri sivri,
Diri ve keskin ve hırçın dalgalar...
Öylece geçerlerdi önümüzsıra.
Gâhi kahıra burgulanırdı zamanı dile dile,
Bulanırdı bir sebile yuvarlak gözlerimiz.
Ellerimiz tetikte bahtımızı kollardı
Yollardı bir kuyruklu yıldızı daha şahitlerimiz...
Evet evet... O bizdik...
***
Dağlara karşı efelenirdik ovalarda durup,
Yankımızı dinlerdik...
O bizdik Zahide can.
Yani ikimizdik
Sesimizi kestiler kara donlu görevliler,
Biz kesmedik...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:36 AM
Oğul Ey!
1/:
Ey oğul! ...
Her alnına bastığım kırmızı benek
Bileğimden doğurduğum hüznümdü.
Ve o gün...
Yorgun toynaklarıyla... Fırlatan seni
En zarif yerinden... Delip gökleri
Beni de terkisinde taşıyan manevi attı
Var say kanattı yüreğim seni oğul ey! ...
2/:
Oğul ey! ...
Görünmez tekerlekler böldü sancımı
Kendi elemini doğurdu anaç acım
Küçük bir yıldızı kavrayan avcun ise
Uzandı kahırgam annenin memelerine.
Ve ak düşen umutlarına ömrün…
Küheylanlar eşindi Samanyolu’nda
Mor tepeli horozlar türküye durdu
Ve o gün...
Gecenin kısır karanlığı,
Ak şafağı beyaz bir çarşaf gibi doğurdu
Yani o gün...
Bezmimi delen manevi attı
Var say kanattı yüreğim seni ey oğul!
3/:
Oğul ey!
Süt doldu çölün çatlamış çukurları
Yuvarlak tepeler ağladı birden
Yaşamın bileğinden... Kavrayıp kanlı ölüm
Düğün dernek kurdu mezarlıklara.
Ve oğul...
Nokta düştü... Son cümlenin sağına
Asumanın kınalı parmakları.
Ve o gün...
Işkırlağına bürünen manevi(y) attı
Var say ki kanattı yüreğim seni oğul ey! ...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:36 AM
On Dokuz Sekiz Yedi…
1/:
.....
Ve başladı şiir...
Ormanlar gibi uğul uğul,
Irmaklar gibi gümbürdeyerek.
Nasıl sıkılırsa yumruk,
Nasıl bir kurt ulursa upuzaklardan.
Hani ayazlı akşam üstleri
Bir şeşberin kalkana vuruşu gibi.
Ve nasıl yuvarlanırsa
Üstü yeşil yosunlu kara bir kaya.
Yüce dağlar başından el sallayıp yıldızlara
Aya zifaf teklif edip bir yürek gibi güm güm...
Nasıl çekilirse kama kınından.
Öf ülen öf...
Bir atlı nasıl koşarsa doludizgin.
Terkisi pusatlı, elleri cevval, yüreği dingin.
***
Etti edeceğini şiir...
Geldiği gibi gitti şiir...
Ve bitti şiir...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:36 AM
Ondan Gayrı Yok Gibi
1/:
Gündüze boya aktı kara donlu fırçadan
Güneşler bıçaklandı kirlendi ak güvercin
Cüceler kalktı şaha büzüldü küflü devler
Sirkeler umman oldu yamalı şişelerde
Sırtı kabuklu kibir büyüdükçe büyüdü
Kaf dağını eritip yürüdü zirveieverest'e
Çakmak geldi öfkemle bu şiiri ok gibi
Dünyalar gölge dolu
Ondan gayrı yok gibi.
2/:
Ağzımdan çıkan çığlık saplanırken göğsüme
Arşa yükselen kendim vurur granit dibe
Yüz on başlı yalnızlık tüterken yonga yonga
Paslı ömrün kandili bin bir günah gebe
Tetik düştüm cephede nişanladım kendimi
Kamusu eritsem de ispatlanamaz rüştüm
Çakmak geldi öfkemle bu şiiri ok gibi
Dünyalar gölge dolu
Ondan gayrı yok gibi.
3/:
Kesik başlı kalemler kan kaybeder habire
Mütevazı kaftanlar yenik düştü kibire
Devlet beklerken şansa yağlı cellatlar düştü
Kokuşmuş bedenlere karıncalar üşüştü
Yarıda söndü hamle boşluğa nokta düştü
Yuvarlandı kesikbaş kayboldu kabirinde
Çakmak geldi öfkemle bu şiiri ok gibi
Dünyalar gölge dolu
Ondan gayrı yok gibi.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:36 AM
Ölüm İle Bu Gece Gerdekteyim
1/:
Gündüzü büzülüyor o ilk gecemin
Al sayfalar dürülüyor zifafımda üstüme
Isırgan rüyamı çalıyor bezirgan uykularım
Ruhum hıçkırıyor
Kendi cenazesine ağlıyor dudaklarım.
2/:
Küf yağıyor hüznümün Boğaziçi'ne
Ekseriyet bölünüyor acılı ayrıntılara
Yıldızlar doğuruyor aynası yekpare ızdırabın
Kandan ter ağlıyor nisan dipli saçlarım
Ellerim hıçkırıyor
Kendi ölüsüne ağlıyor avuçlarım.
3/:
Ayrılık gülüyor diğer küreden yarım ağzıyla
Yılları sallıyor ardımdan kudurgan ömür
Fışkırıyor hışımla yitirdiğim günlerim
Kollarım hıçkırıyor
Kendi eceline ağlıyor bileklerim.
4/:
Dünümü kaplıyor zemheride titrek endişe
Gölgeler acıkmış ikindide yutuyor canı
Bel bağlar tuzaklara kurtuluşu beklerim
Beynim hıçkırıyor
Kendi kefenine sarınıyor göz bebeklerim.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:36 AM
Ölüm Ustasının Günlüğü
1/a...
Aleykümselam orta yeri tutkumun.
Kara Alim...
Merdi Kıptim...
Celladım...
Yağmur değil sebebi sükunetin bu akşam.
Çaldığın kanlı rebab ortaçağı susturdu.
Senin de adın düştü beklenmedik zamanda
Sakin bir ceylanın vicdanına usulca.
Güneşten bir tel koptu
Kirpiğin dolandı darağacında
Bir sivas kilmine
Yatırdı seni ustan boylu boyunca…
***
O usta ki...
Şakakları ter ve kan.
Gönülcüğü canandır.
Rebab çalıp vicdanında
Ortaçağı susturandır.
1/b...
Aleykümselam orta yeri tutkumun.
Kara Alim...
Merdi Kıptim...
Celladım...
Bıldırcınlar gülümsedi bu akşam.
Turaçlar şaşkın… *******in ayakucu üşüdü.
Azgınlaştı sükunetin edilgen yüzü.
Bir avuç kordu cesaretin kanadı.
Ciğeri ağladı nazlı sevdanın.
Unutuldu Bostancı tarihinin öteki adı.
Aritmetik bile kör oldu o an Yedikule’de.
Bir Bozok bozlağına boylu boyunca
Yatırdı seni usulca ustan…
***
O usta ki...
Lacivert gözleri gökleyin,
Avuçları kocamandır,
Azrail’le hasbihal edip son anda,
Bozlakları susturandır...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:37 AM
Ömrün Şu Yanı Lacivert
1/:
Şu yanı lacivert ömrün
Bu yanı kestane patlatıyor keyfinden.
***
Zifire bulanıyor ışık
Ve çamurlara garkoluyor çizmeler...
Yukarı fermuarlanıyor kuvvet.
Bir sığırcık boğazlanıyor
Troid bezinin şimâlinde canhıraş.
Kulağımda arsız bir çığlık
Yankısı derviş tepelerinde halay ekiyor.
Yani. Kıstırılmış hayat sırpsındılarda...
***
Tamam şair, yani sizlere ömür...
Perişan benim hâlim!
Geçmişe dolanıyor be,
Dolanıyor hayâlim.
2/:
Tüm samimiyetiyle ve ivedi...
Şakağım kapı dövüyor umudun avucunda
Kana bulanıyor be. Bulanıyor aydınlık
Meğerse o değilmiş geçen ıssız sınırdan
Halbuki hudut ertesinde bizler o sanmıştık
Şu yanı morlanıyor ömrün
Bu yanı salkım saçak...
Bir kaçak vuruluyor ekmeğinin ardında
Yanî. Kıstırılmış hayat sırpsındılarda...
***
Tamam şair, yani sizlere ömür...
Şaklattı damağını obur silahlar.
Çamura bulanıyor be,
Kan ve çamura bulanıyor sokaklar...
3/:
Sarma sapan mülteci dağlar geçiyor,
Geçiyor namlusuna tükürerek beynimin.
Balgama bulanıyor Keçelo diyarında masallar
Bulanıyor zulme arı duru Kaf dağı.
Bir fırt çekiyor ateş gözlü civanmert
Uzunca soluyor Halep cigarasını.
Semaverler halaya durmuş
İnce belli kadehlerse ağlamada.
Şu yanı çarşamba ömrün
Bu yanı daha temmuz...
Bir kaçak mayına basıyor her nakaratta.
Yani kıstırılmış hayat sırpsındılarda
***
Tamam şair, yani sizlere ömür...
Hem susuz ve uykusuz...
Çiçeğe bulanıyor be,
Bulanıyor kar ve buz...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:37 AM
Plastik Zulüm
A/:
Ağaçlar da büyüdüler ağalar,
Plastik zulmüne inat...
***
Burkuldu ufkumuzun kırk ayağı.
Gözlerimiz belki ilk defa
Salkım saçak akasyalara kondu usulca.
Annemiz ak sütünü emzirdi
Saksıdaki yaslı fesleğene.
Sonra süt kardeşimiz oldu bahçemizdeki iğde.
***
Ahlatlar mı?
Yabani değillerki şimdi…
Yüreğimiz bir şen
Bir şen ki sormayın…
Kıyın naylondan sevdalara
Ama ağaçları yormayın...
B/:..
Çocuklar da büyüdüler ağalar,
Plastik zulmüne inat...
***
Şükür kuruldu zamanımızın birleşik kabı…
Yaladı yüzümüzü aydınlatan yeşil sır
Kısır bir dönğü iken izanımızda teknik
Ve fen, bir yeşil ısırganken
Asitlerle yandı kenarı ağzımızın.
Kirpiklerine kondu koyundaşımızın
Bir billur tanesi gibi sevdamız.
Avucumuz sırmaladı düğün gecesi
Her hecesi şiirin yürek tapusu oldu.
Önümüzde uçmaya durdu ve uzak bir kış günü
Döşümüzü tatlı tatlı üşüten martı.
Kızımız gözümüze düştü.
Oğlumuzsa harman oldu o diyarlarda.
***
Yüreğimiz bir şen
Bir şen ki sormayın…
Atın naylon Sindileri
Ama çocuklara kıymayın.
C/:..
Sevdalar da büyüdüler ağalar,
Plastik zulmüne inat...
***
Bir semender, sonunda doğruldu masalından…
Yüreğimiz belki yaşamında ilk defa
Sim kanatlı kelebek oldu ve uçtu buhurdan diyarına.
Çırpındı hırs ile,
Üstünü örten yüz binlerce yılları.
Yıldızlar sağdıcım
Hilal seymenim oldu.
Doldu tenime güneş.
***
Yüreğim bir şen
Bir şen ki sormayın…
Boğun beyninizdeki kini
Sevdaları boğmayın
D/:..
Ağaçlar da büyüdüler ağalar...
Çocuklar da büyüdüler ağalar...
Sevdalar da büyüdüler ağalar...
Yürüdüler,
Yapay yanıltılar üstüne
Plastik zulmüne inat.
***
Saati durdu tekniğin,
Durdu köksüz sarmaşıklar.
Aşıklar ilk gördüler
Yüreğin kan ve sinirden olduğunu,
Ve dağların omurgasızlığını...
Denizlerin üzerinde oturan
Sarışın çöllerin aldatıcılığını...
***
İnsanlar da büyüdüler ağalar...
........Büyüdüler
.................................Büyüdüler
Ve gölgelerin üzerine yürüdüler…
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:37 AM
Necef'in Rahmindeydi Karani
1/:
Somut bir masaldı istenen benden
Doğurmamıştı henüz kaf dağı devi
İlk evi örmemişti vadiye İbrahim-i harrani
Karani henüz necef'in rahmindeydi
Çöller misaliydi beynim uçsuz bucaksız
Yalnızlığımı yatırıp ıpıssız yüreğime
Kurak sahralar vahamı içti
Hangi canibe seğirtti isem
Vallahi vallahi hiçti.
2/:
Annem bitli bir öksüzdü gürgenlerin dibinde
Çiçekler soludu babam cıgarasından
Savurup iç alemine baldırana buladı
Ezildi masif mermerler, kurudu ülkem çınarı
Kendimi efkara, eleme uzattım acımasızca
Henüz serilmemişti yatağım yıldız aşırı
Kara kuasarlar dünyamı içti
Hangi canibe göz attı isem
Vallahi vallahi hiçti.
3/:
Yıldızlar söktüm ellerim kızılca kıyamet
Uzak samanyollarından gölgeler yakaladım
Temaşa eyleyip kurşuni kainatın özünü
Akıttım ırmaklara kendi sancısını beynimin
Damıtıp şarap yaptım billur volkan bacalarını
Yalnızca otuz değil üç yüz otuz çeken haziranımı
Bırakıp bitişik kuyularına ateş komşumun
Uzun bacalar yalazım içti
Hangi canibe el uzattı isem
Vallahi vallahi hiçti.
4/:
Boynumda kendi ilmiğim yağlı ve dingin
Celladım yapay sandalyemi henüz çelmişti
Gelmemişti henüz adem aday-ı Serendip'e
Nuh nebi çivilememişti geminin serenini
Kendimi resmedip dızmanların acılı karesine
Yakalayıp bir fırsatını geri baktımdı
Bir izim öteki izimi içti
Hangi canibe yol etti isem
Vallahi vallahi hiçti...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:37 AM
eden Durgun Ay Bu Gece?
A/:
Neden kıpırtısız sular?
Kuyular neden suskun?
Bu gece neden durgun ay?
Vay... Vay! ...
Oysa
Seninle beştaş oynamak geçer içimden
Beliğini ışıkla örmek
Görmek geçer içimden
Yüreğini dolduran doğurgan suyu
Ve taş sektirmek yüzünde
Geciktirmek geçer yüreğimden
Ortak ördüğümüz çocukluğumuzu
Yani. Oturtup seni
Yeşile kesen bir oyun harmanına
Çelik–çomak oynamak geçer içimden
Saklambaç geçer. Ay gördüm geçer...
B/:
Dolanır çevresinde kuşlar
Kıpırtısız, heyulâ aşkın
Ve cevvâl gönlümün
Ama. Neden şırıltısız sular?
Çıkrıklar ve bocurgatlar niye gıcırdamaz?
Bu gece neden durgun ay?
Vay...vay! ..
Oysa
Seninle çıplak atlara binmek geçer içimden
Doludizgin gönlüne sürmek
Görmek geçer yüreğimden
Ferhat’a direnen inatçı kayaları
Ve kalbini dolduran doğurgan suyu
Doldurup suskun. Ve kız belli kaselere
Yıldız gülümsemeleri içmek aya inat
Kat kat bohçalamak zamanı
Yani. Bindirip seni
Doru bir küheylanın sağrısına
Dörtnala sevdalanmak geçer içimden
Samanyol geçer
Çizgileyin ipekyol geçer...
C/:
Güneşin ötesinde bir yerde
Öksüz denizler ağlamada
Dalgalar belden kırık
Kuyular kör ve sağır
Çıkrıklar ve bocurgatlar gıcırtısız
Bu gece neden durgun ay?
Vay...vay! ..
Oysa
Seninle dereleri meleştirmek geçer içimden
Irmakları tokuşturmak gizli bir hazla
Yelken dikip ufuklardan
Basmak çoban yıldızına
Bir sirenle kıskandırmak kısılan gözlerini
Denizden kız istemek
Silmek göz yaşını hüzünlü dalgaların
Suları ıslatmak geçer
Yani. Gerip seni
Koç başlı bir kalyonun serenine
Alabanda gönüle geçer
Geçer, tam yol ileri
Heyamol geçer...
D/:.
Derin kuburlar kazmada
Dili lâl mezarcılar
Karanlık çıngı çıngı doğurmada
Güneşin ardında bir yedek canı
Bizi boş bir arsaya çağırmada
Ama. Neden ıssız kuyuların ciğeri
Her yeri. Siyah bir şala belemede
Neden bulutlar
Bu gece neden durgun ay
Vay...vay! ..
Oysa
Seninle koyun koyuna
Boyuna yatmak geçer içimden
Bir yıldız batağına düşmek
Ve üşümek geçer içimden
Dızmanlar fırınında
Karnında tombul bir felek haylazının
Hamile olmak geçer
D/:d..
Yani. Oturtup seni
Som hüzne kesen maverasına ölümün
Dirimin dökümünü sıralamak geçer
Binmek en irisine anıların
Takvimleri delerek
Dilerek boyut boyut zamanı
Ağzımızda destansı bir sevda
Ya da çocuksu bir oyun ile
Göğü yediye katlamak geçer
Tıklatıp gönlündeki kapını
Usulca girmek geçer
Oracıkta yaşamak için
Burada ölmek geçer
Ölmek geçer...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:37 AM
O Bizdik Bilesin Zahide
1/.
O bizdik miydik Zahide? ..
Senle Mançurya’da tutunup hırs ile
Başıbozuk tayların cehennemden esen yelesine.
Yani ensesine yürek çizen çınarların.
Evet evet... O bizdik...
***
Ne kadar sabırlı suya,
Ne kadar da sessizdik...
O bizdik.
Yani ikimizdik...
2/.
O bizdik miydik Zahide? ...
Yıldız ışığında oturup Yezdana yakın.
Çeşme başlarında gölgelerle sarmaşarak.
Sabrederdik inadına,
Bir yudum dahi içmezdik.
Gece yırtılırdı kenarından kara bir iplik gibi.
Hüzün şal bürünürdü sultan kız edsınca.
Elemli lülelere küserdik ama,
Gözpınarlarından rüyalarımızın
Süzülen bengisularından içerdik...
Evet evet... O bizdik...
***
Bağdaş kurar ay ışığının sarışın kilimine
Sevdamızın katipleri yıldızları gözlerdik...
O bizdik Zahide can.
Yani ikimizdik...
3/.
O bizdik miydik Zahide? ...
Bir parça yıldız çalardık geceden şakayla,
Sütyen aralığına saklardık düşlerimizin.
Gözlerimizin kenarcığında,
Martılar gezinir ve Marmaralar çalkalanırdı.
Bir balıkçı ağ atardı sahur zamanı hayalimize.
“Heyemola” dökülürdü Üsküdar’a,
Yavukluya kitap yazan uşakların ağzından.
Sanki o solgun ışık,
Şık ve zengin pencerelerden,
Yoksul bahtımıza düşeyazardı.
Soğuk sular sımsıcak türküye durur,
Biz yelelerimizi şiir ile tarardık...
Evet evet... O bizdik...
***
Denizleri içerdik de yudum yudum
Yüzümüzü bile buruşturmazdık...
O bizdik Zahide can.
Yani ikimizdik...
4/.
O bizdik miydik Zahide? ...
Yani sen, ben ve çakalların ulurluğu...
Vahalar yırtılırdı korkudan tan tabanca atanda.
Sen koynuma usulca sokulurdun.
Nefesin ne kadar da ılıktı.
Ve ıtır ıtır kokardı.
Kozmik çıngılar çıtır çıtır patlar
Ve kayarlardı parlament ve efsunlu zeminde.
Bize bakıp ağlayarak uyurdu ay.
Gâhi köşeleri sivri,
Diri ve keskin ve hırçın dalgalar...
Öylece geçerlerdi önümüzsıra.
Gâhi kahıra burgulanırdı zamanı dile dile,
Bulanırdı bir sebile yuvarlak gözlerimiz.
Ellerimiz tetikte bahtımızı kollardı
Yollardı bir kuyruklu yıldızı daha şahitlerimiz...
Evet evet... O bizdik...
***
Dağlara karşı efelenirdik ovalarda durup,
Yankımızı dinlerdik...
O bizdik Zahide can.
Yani ikimizdik
Sesimizi kestiler kara donlu görevliler,
Biz kesmedik...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:38 AM
Oğul Ey!
1/:
Ey oğul! ...
Her alnına bastığım kırmızı benek
Bileğimden doğurduğum hüznümdü.
Ve o gün...
Yorgun toynaklarıyla... Fırlatan seni
En zarif yerinden... Delip gökleri
Beni de terkisinde taşıyan manevi attı
Var say kanattı yüreğim seni oğul ey! ...
2/:
Oğul ey! ...
Görünmez tekerlekler böldü sancımı
Kendi elemini doğurdu anaç acım
Küçük bir yıldızı kavrayan avcun ise
Uzandı kahırgam annenin memelerine.
Ve ak düşen umutlarına ömrün…
Küheylanlar eşindi Samanyolu’nda
Mor tepeli horozlar türküye durdu
Ve o gün...
Gecenin kısır karanlığı,
Ak şafağı beyaz bir çarşaf gibi doğurdu
Yani o gün...
Bezmimi delen manevi attı
Var say kanattı yüreğim seni ey oğul!
3/:
Oğul ey!
Süt doldu çölün çatlamış çukurları
Yuvarlak tepeler ağladı birden
Yaşamın bileğinden... Kavrayıp kanlı ölüm
Düğün dernek kurdu mezarlıklara.
Ve oğul...
Nokta düştü... Son cümlenin sağına
Asumanın kınalı parmakları.
Ve o gün...
Işkırlağına bürünen manevi(y) attı
Var say ki kanattı yüreğim seni oğul ey! ..
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:38 AM
On Dokuz Sekiz Yedi…
1/:
.....
Ve başladı şiir...
Ormanlar gibi uğul uğul,
Irmaklar gibi gümbürdeyerek.
Nasıl sıkılırsa yumruk,
Nasıl bir kurt ulursa upuzaklardan.
Hani ayazlı akşam üstleri
Bir şeşberin kalkana vuruşu gibi.
Ve nasıl yuvarlanırsa
Üstü yeşil yosunlu kara bir kaya.
Yüce dağlar başından el sallayıp yıldızlara
Aya zifaf teklif edip bir yürek gibi güm güm...
Nasıl çekilirse kama kınından.
Öf ülen öf...
Bir atlı nasıl koşarsa doludizgin.
Terkisi pusatlı, elleri cevval, yüreği dingin.
***
Etti edeceğini şiir...
Geldiği gibi gitti şiir...
Ve bitti şiir..
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:38 AM
Ondan Gayrı Yok Gibi
1/:
Gündüze boya aktı kara donlu fırçadan
Güneşler bıçaklandı kirlendi ak güvercin
Cüceler kalktı şaha büzüldü küflü devler
Sirkeler umman oldu yamalı şişelerde
Sırtı kabuklu kibir büyüdükçe büyüdü
Kaf dağını eritip yürüdü zirveieverest'e
Çakmak geldi öfkemle bu şiiri ok gibi
Dünyalar gölge dolu
Ondan gayrı yok gibi.
2/:
Ağzımdan çıkan çığlık saplanırken göğsüme
Arşa yükselen kendim vurur granit dibe
Yüz on başlı yalnızlık tüterken yonga yonga
Paslı ömrün kandili bin bir günah gebe
Tetik düştüm cephede nişanladım kendimi
Kamusu eritsem de ispatlanamaz rüştüm
Çakmak geldi öfkemle bu şiiri ok gibi
Dünyalar gölge dolu
Ondan gayrı yok gibi.
3/:
Kesik başlı kalemler kan kaybeder habire
Mütevazı kaftanlar yenik düştü kibire
Devlet beklerken şansa yağlı cellatlar düştü
Kokuşmuş bedenlere karıncalar üşüştü
Yarıda söndü hamle boşluğa nokta düştü
Yuvarlandı kesikbaş kayboldu kabirinde
Çakmak geldi öfkemle bu şiiri ok gibi
Dünyalar gölge dolu
Ondan gayrı yok gibi
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:38 AM
Ölüm İle Bu Gece Gerdekteyim
1/:
Gündüzü büzülüyor o ilk gecemin
Al sayfalar dürülüyor zifafımda üstüme
Isırgan rüyamı çalıyor bezirgan uykularım
Ruhum hıçkırıyor
Kendi cenazesine ağlıyor dudaklarım.
2/:
Küf yağıyor hüznümün Boğaziçi'ne
Ekseriyet bölünüyor acılı ayrıntılara
Yıldızlar doğuruyor aynası yekpare ızdırabın
Kandan ter ağlıyor nisan dipli saçlarım
Ellerim hıçkırıyor
Kendi ölüsüne ağlıyor avuçlarım.
3/:
Ayrılık gülüyor diğer küreden yarım ağzıyla
Yılları sallıyor ardımdan kudurgan ömür
Fışkırıyor hışımla yitirdiğim günlerim
Kollarım hıçkırıyor
Kendi eceline ağlıyor bileklerim.
4/:
Dünümü kaplıyor zemheride titrek endişe
Gölgeler acıkmış ikindide yutuyor canı
Bel bağlar tuzaklara kurtuluşu beklerim
Beynim hıçkırıyor
Kendi kefenine sarınıyor göz bebeklerim
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:38 AM
Ölüm Ustasının Günlüğü
1/a...
Aleykümselam orta yeri tutkumun.
Kara Alim...
Merdi Kıptim...
Celladım...
Yağmur değil sebebi sükunetin bu akşam.
Çaldığın kanlı rebab ortaçağı susturdu.
Senin de adın düştü beklenmedik zamanda
Sakin bir ceylanın vicdanına usulca.
Güneşten bir tel koptu
Kirpiğin dolandı darağacında
Bir sivas kilmine
Yatırdı seni ustan boylu boyunca…
***
O usta ki...
Şakakları ter ve kan.
Gönülcüğü canandır.
Rebab çalıp vicdanında
Ortaçağı susturandır.
1/b...
Aleykümselam orta yeri tutkumun.
Kara Alim...
Merdi Kıptim...
Celladım...
Bıldırcınlar gülümsedi bu akşam.
Turaçlar şaşkın… *******in ayakucu üşüdü.
Azgınlaştı sükunetin edilgen yüzü.
Bir avuç kordu cesaretin kanadı.
Ciğeri ağladı nazlı sevdanın.
Unutuldu Bostancı tarihinin öteki adı.
Aritmetik bile kör oldu o an Yedikule’de.
Bir Bozok bozlağına boylu boyunca
Yatırdı seni usulca ustan…
***
O usta ki...
Lacivert gözleri gökleyin,
Avuçları kocamandır,
Azrail’le hasbihal edip son anda,
Bozlakları susturandır...
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:39 AM
Ömrün Şu Yanı Lacivert
1/:
Şu yanı lacivert ömrün
Bu yanı kestane patlatıyor keyfinden.
***
Zifire bulanıyor ışık
Ve çamurlara garkoluyor çizmeler...
Yukarı fermuarlanıyor kuvvet.
Bir sığırcık boğazlanıyor
Troid bezinin şimâlinde canhıraş.
Kulağımda arsız bir çığlık
Yankısı derviş tepelerinde halay ekiyor.
Yani. Kıstırılmış hayat sırpsındılarda...
***
Tamam şair, yani sizlere ömür...
Perişan benim hâlim!
Geçmişe dolanıyor be,
Dolanıyor hayâlim.
2/:
Tüm samimiyetiyle ve ivedi...
Şakağım kapı dövüyor umudun avucunda
Kana bulanıyor be. Bulanıyor aydınlık
Meğerse o değilmiş geçen ıssız sınırdan
Halbuki hudut ertesinde bizler o sanmıştık
Şu yanı morlanıyor ömrün
Bu yanı salkım saçak...
Bir kaçak vuruluyor ekmeğinin ardında
Yanî. Kıstırılmış hayat sırpsındılarda...
***
Tamam şair, yani sizlere ömür...
Şaklattı damağını obur silahlar.
Çamura bulanıyor be,
Kan ve çamura bulanıyor sokaklar...
3/:
Sarma sapan mülteci dağlar geçiyor,
Geçiyor namlusuna tükürerek beynimin.
Balgama bulanıyor Keçelo diyarında masallar
Bulanıyor zulme arı duru Kaf dağı.
Bir fırt çekiyor ateş gözlü civanmert
Uzunca soluyor Halep cigarasını.
Semaverler halaya durmuş
İnce belli kadehlerse ağlamada.
Şu yanı çarşamba ömrün
Bu yanı daha temmuz...
Bir kaçak mayına basıyor her nakaratta.
Yani kıstırılmış hayat sırpsındılarda
***
Tamam şair, yani sizlere ömür...
Hem susuz ve uykusuz...
Çiçeğe bulanıyor be,
Bulanıyor kar ve buz...
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:39 AM
Plastik Zulüm
A/:
Ağaçlar da büyüdüler ağalar,
Plastik zulmüne inat...
***
Burkuldu ufkumuzun kırk ayağı.
Gözlerimiz belki ilk defa
Salkım saçak akasyalara kondu usulca.
Annemiz ak sütünü emzirdi
Saksıdaki yaslı fesleğene.
Sonra süt kardeşimiz oldu bahçemizdeki iğde.
***
Ahlatlar mı?
Yabani değillerki şimdi…
Yüreğimiz bir şen
Bir şen ki sormayın…
Kıyın naylondan sevdalara
Ama ağaçları yormayın...
B/:..
Çocuklar da büyüdüler ağalar,
Plastik zulmüne inat...
***
Şükür kuruldu zamanımızın birleşik kabı…
Yaladı yüzümüzü aydınlatan yeşil sır
Kısır bir dönğü iken izanımızda teknik
Ve fen, bir yeşil ısırganken
Asitlerle yandı kenarı ağzımızın.
Kirpiklerine kondu koyundaşımızın
Bir billur tanesi gibi sevdamız.
Avucumuz sırmaladı düğün gecesi
Her hecesi şiirin yürek tapusu oldu.
Önümüzde uçmaya durdu ve uzak bir kış günü
Döşümüzü tatlı tatlı üşüten martı.
Kızımız gözümüze düştü.
Oğlumuzsa harman oldu o diyarlarda.
***
Yüreğimiz bir şen
Bir şen ki sormayın…
Atın naylon Sindileri
Ama çocuklara kıymayın.
C/:..
Sevdalar da büyüdüler ağalar,
Plastik zulmüne inat...
***
Bir semender, sonunda doğruldu masalından…
Yüreğimiz belki yaşamında ilk defa
Sim kanatlı kelebek oldu ve uçtu buhurdan diyarına.
Çırpındı hırs ile,
Üstünü örten yüz binlerce yılları.
Yıldızlar sağdıcım
Hilal seymenim oldu.
Doldu tenime güneş.
***
Yüreğim bir şen
Bir şen ki sormayın…
Boğun beyninizdeki kini
Sevdaları boğmayın
D/:..
Ağaçlar da büyüdüler ağalar...
Çocuklar da büyüdüler ağalar...
Sevdalar da büyüdüler ağalar...
Yürüdüler,
Yapay yanıltılar üstüne
Plastik zulmüne inat.
***
Saati durdu tekniğin,
Durdu köksüz sarmaşıklar.
Aşıklar ilk gördüler
Yüreğin kan ve sinirden olduğunu,
Ve dağların omurgasızlığını...
Denizlerin üzerinde oturan
Sarışın çöllerin aldatıcılığını...
***
İnsanlar da büyüdüler ağalar...
........Büyüdüler
.................................Büyüdüler
Ve gölgelerin üzerine yürüdüler…
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:39 AM
Ramazan’ın Türküsü ya da Dağlar Her Daim Misafir Almaz
A/:
Yalnızlığı tuzlu bir cıgara gibi sararak
Misafirim dağlara bu zamanı ölü bir saatte.
Sesim ağlamaklı ve konuşkan bir mavzer ağzı
Ya da kuşların konduğu bir bulut saçağı şakaklarım
Saçlarımsa ıslak ayın altında türkülere nakarat
Bir deniz atında süvari sanki gözpınarlarım
Yarım mahpus yüreğindeki Ulucanlar’da şimdi
Dağlarda, kalmış kalan yarım
Bilemem şu an nerede oğullarım?
Türkü dudaklı kızlarım nerde? İlle de karım...
a/:
Dağlar her zaman misafir almaz
Sevdiklerimiz türkülerde kalmış bir hecedir sanki
Vuruluruz göğsümüz som kınalı akışkan deniz
Bir kurşun bana hediye
Bir kurşun can içi Ramazan’a...
Biz ki gülerek ölenlerdeniz
Yaşam iki nokta arasında bir istasyon gülüm
Ölüm dediğinse sade iki hecedir …
B/:
Ramazan Zigana’da türkü kenarı dağların ortasında
Ne felekten kaçkın can alacaklı
Ne uçan simurg kuşuna borcu var
Yani Ramazan dediğin eski bir türkünün kırık ayağı,
Zaten sadasının karıncalı oluşu o nedenledir
“Kapıya bağlamış kınalı koçu” Ramazan
Bense onu dinlemekli ve ağlamaklıyım bulutlar gibi
Yani sayın ki mavzer ağzıyım şimdi
Saçlarımsa ıslak türkülere nakarat ayın altında
Bir yanım Ramazan kırığı kudurgan *******de
Bir yanımsa uzaktır ölü denize ki belki bin saat
Ve cıgaramı doladığım bu mekansız dağlara
Tuzak dediğin ısırgan otudur yol kenarlarında
Ramazan’sa çatallı türkü dudağı ağır ağır ve aksak
Yüreği cebinde Ramazan’ın
Cebi ise rüyâlar âleminde at koşturmada çoğu zaman
B/:
Dağ bu her zaman misafir almaz
Geçit vermez kaçağa gülek boğazı ve yalnız Zigana
Bir sevda bana göz süzer o karanlık ve kabirvari geçitte
Bir intikamdır deniz ve çöreklenir bu gece Ramazan’ıma
Biz gülerek ölenlerdeniz
Bir okyanus ortasında adacıktır tüm yaşam gülüm
Ölüm dediğinse salt iki hecedir dudaklarda…
C/:
Var say ki sesim ağlamaklı gündüzün kanadında
Türküler peşinde turaçlar misali çırpınmadayım
Ramazan’sa tespih çeker Ulucanlar’da
Öğle üstü yalçındır zirvede anıları
Benimse çın çın yankıda sesim kayalıklarda
Nefesim şahdamarından kesik kimi zaman…
Yine de dağlarda mekan tutar türküler
Ramazan’sa türkülerde can çekişen çavuş kuşudur
Ya da dörtlüklerde ayaktır bahtı bölük Ramazan’ım
Söyleyin nerede oğullarım,
Yıldız gözlü kızlarım nerde? İlle de karım...
C/:
Dağdır bu her daim misafir almaz
Silahların kaşları çatılı kalır koyaklarda
Ay donar ve bulutlar sokağında bakakalır şavkına
Öfke ise mosmor ve türkülerde bin birinci kıtadır
Bir kurşun vınlar
Ve yer tutar Ramazan’ın ışıklı şakağında
Öteki vınlama ise kapanan kapılarda ınkıta
Artık düşmüştür alınası alazlı intikam bana…
Yani bana düşer bu gece kanlı deniz
Oysa gülümseyerek ölenlerdeniz biz
Yaşam dağlarda bırakılan safradır gülüm
Ölüm dediğinse safran tortusu ve sadece iki hece
Can tüten namlularda…
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:39 AM
Rivâyet, Hikâyet, Şikâyet ve Hidâyet
1/:
Böyle rivâyet eyledim ben de:
Bir geçmiş takvimde
Damızlık mekanların birinde
Sıyırdım enli palamı beynimden
Kırk bir yerinden
Doğradım beni kabzalara bağlayan kini
Biçer gibi bir kurumuş ekini
2/:
Böyle hikâyet eyledim ben de:
Nalladım doru umutlarımı
Sürûruma binip sürdüm ak şafaklara
Yarıldı yarınların denizi
Açıldı önümde cömert kapılar
Ve kapandı karanlıklara bir bir ardımdan
Sivri anıların granit penceresi
3/:
Böyle şikâyet eyledim ben de:
Halkımı doğurdum kör bozkırlara
Unuttuğum yaylaların kekik kokusu
Dolandı boynuma öksüz ırmaklar
Güneşe dayanan o hatıralar
Ve kısrağımın terkisinde ne varsa
Oturup diz üstü mor ovalara
Çektiler yonttuğum tabularımı
Yıldızlara kurdukları ışıklı dara
Böyle hidâyet eylendim ben de...
.................
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:39 AM
Ruha Aşerer Dile Hapsolan Zindan
1/:
Üstüme üstüme yürüyor geçmiş
Bakma bibimoğlu can katarıma
Alnım toz toprak saçlarım çamur
Yağsa da üstüme kristal yağmur
Esen fırtınalar zülüfümü biçmiş
Üstüme üstüme
Yürüyor geçmiş.
2/:
Sorma bibimoğlu başım belalı
Canın caddesinde hüzün yürüyor
Ürüyor nefsim dağ başında kalmış gibi
Sıkılan ölümün cenderesinde
Gönlüm nihayetin iksirin içmiş
Üstüme üstüme
Yürüyor geçmiş.
3/:
Girme bibimoğlu bitkin kapımdan
Yüzüne örtülür bir bir dürülen zaman
Ruha aşerer dile hapsolan zindan
Gri ve derin bir çukurun çağrısı üzre
Hüznün tırpanları kefenim biçmiş
Üstüme üstüme
Yürüyor geçmiş.
4/:
Yakma bibimoğlu matlaşan akşamımı
Işıkları tünetme gözümün tüneğine
Gözümü çalıyor şu anda hicranlı şamdan
Bahtım ömrün elemli piyangosundan
Atıp elini, yazık ki bu sonu seçmiş
Üstüme üstüme
Yürüyor geçmiş.
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:39 AM
üyamdaki Kör Kurşun
1/:
Beni sorar ter içinde
Kör kurşunlar rüyâmda...
***
Değiştirsem gün be gün göğsümün hedefini
İkamet adresimi sahralara taşısam
Çadır kursam türkülerin nakaratında.
1a/:
Beni sorar ter içinde
Kör kurşunlar rüyâmda...
Saklansam yüreğine Kafkas’da kardelenin
Zindanların katranı bulansa özlemime
Seyre çıksam barışı güvercin kanadında.
1b/:
Beni sorar ter içinde her leyli,
Kör kurşunlar rüyâmda...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:39 AM
Sakalı Dört Mevsim Adam
1/:
Daha kuşanmamıştı sabahı yıldızlar
gecenin kara yüzü inatla direnmede
Bileylenmemişti yıldızlar.
Sözü en ince yerinden
Koparmıştı zamanın ivedi hali.
Gönlüme dolu yağdı,
Buluğa erdi beynim
2/:
Elleri yurt torağı gibi çorak ve nasırlı
Mintanı yakasız sakalı dört mevsim adam
El sıkıştı celladıyla.
Teslim edildim eşiğinde
Kozmoğrafyanın muhafızına.
Gönlüme dolu yağdı,
Buluğa erdi beynim.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:39 AM
Sakaryalar Rahat Olun
1/:
Sakaryalar rahat olun
Bizden yana mutedil…
***
Düşman değil çerçevemi çizenler
Yıldız yapraklı soylu çınar gövdesine bilin ki.
Ne de oyalı yazmasına serçenin işlenen ismim.
Kaç kere okşadık oysa,
Karlı kubbesini azgın dağların.
Çiçek açtı elimize kan kokan cinayetler.
Sevdanın kitabını okuduk diz çöküp yaylalara.
Ve ardından sürüp bilinmez detayların izini,
Bir elimiz gurbetin hicranını
Yamadı ak ibrişimden.
Yüreğimiz yıllar boyu çevirdi
Merhamet kirmanını.
***
Kapatıp kulağını, yumup gözünü
Sussa beyin, konuşsa da dil.
Sakaryalar rahat olun
Bizden yana mutedil...
2/:
Marmaralar rahat olun
Bizden yana mutedil…
***
Aksa da zifir ve kin derin lülelerden.
Lût–u çukur katranlarla dolsa da.
Düşman değil silahımız,
Dağlarına, bizim olan diyarın.
Gözlerimiz dost diliyle taradı ufkunu zamanların.
Ördük saçlarını hüsranın umudilen.
Çiçek ektik çöplüğe,
Saksı diye gümüşten.
Güneşten takvim dizdik,
Zamanın miladına.
Bıçak yedik kaç kere habersiz sırtımızdan.
Ama yine de gölgeleri boyadık beyazlara.
Kucakladık hasretle çatık kaşlı dünyayı.
***
Kapatıp İstanbul’u, yumup Çanakkale’yi
Sussa çeşme, kör olsa sebil.
Ey insanlar rahat olun
Bizden yana mutedil...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:40 AM
Saksıda Yeşerttiğim Umudum Asılıyor
1/:
Geçmişim üstüme kara kurum kusuyor
Ellerim çöl hüznünde çıkıyor yolculuğa
Bir bedevi hırsıyla kuşanıp sonsuzluğu
Çiçeksiz durağımın dualı namlusunda
Gözümün sarı kuşu kararının arkasına pusuyor
Geçmiş üstüme üstüme
Kara kurum kusuyor.
2/:
Geçmişim üstüme kara kurum kusuyor
Buluşuyor bir çift göz uçuyor ufuklara
Taşları hısım bilip parmağımı kertiyor
Sol gözümde bir keklik sağım bağdaşa teşne
Kurtlara hedefim, mavzer tetik düşüyor
Geçmişim üstüme üstüme
Kara kurum kusuyor.
3/:
Geçmişim üstüme kara kurum kusuyor
Sonsuzluk devşiriyor silahlı kirpiklerim
Tersine kulaçlıyor yalnızlığın hüznünü
Düşümdeki turnalar yanıyor çöl kumuna
Takvimler kurşunluyor leventimi güz günü
Tarihe şahit gözler kör oluyor susuyor
Geçmişim üstüme
Kara kurum kusuyor.
4/:
Yağmurlar prangada, kan sızıyor göklerden
Terkedilmiş şehrimin sürgün çatılarına
Ve toynaklarına tayların geriyor yayını elem
Hedefi yok sayarak dikiyor mermerden darı
Saksıda yeşerttiğim umudumu asıyor
Geçmişim üstüme üstüme
Kara kurumlar kusuyor.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:40 AM
Sır Satan Bezirgân Veya Zamanı Kesen Hançer
1/:
Sır satıyorum bozlaklarda fütursuz…
***
Nehirler bal taşırken taş ağlıyor yamacım
Kan kusuyor kralım çürüyen ellerinden
Çatlamış kırk yerinden
Güvendiğimiz hançer.
Ah o hançer!
Yarı yolda bırakan sahibini.
Kınalanmış kınını kıran ebebiller yargıcı
İştahla çekmiş dara kanlı kinini
Tarihin en kuytu ve en dar yerinde…
2/:
Yuvarlaklar çizmede o sahipsiz ırmaklar
Ah o ırmaklar!
İçmede anısını iştah ile ebedî
Boynu bükük coğrafyanın izniyle
Sır satıyorum bozlaklarda fütursuz
Eğiliyor dirseğimde bozok kuşları
Şanlı coğrafyanın kanadı kırılıyor
Divan durmada halay boyu o tozlu yollar
Ah o yollar!
Kırpmada düğünlerde mor gözlerini
Yatırmada her dağ ardına lacivert kaderimi
Toplayıp günahkâr ruhları bir bir
Mahşere doğru akmada fütursuz zaman
Ah o zaman!
O zaman...
Dağlar karışıyor heybetiyle türküme.
3/:
Yüzleşmekten korkarım
Tanığıyla sevdamın
Ben dağlarda tütün içen berberim
Ellerim kırpmada yaşlı kirpiklerimi
Karın yanağına damlıyor terim
Cinayetim düğünümde oynuyor
Ürküyor kanımla kıyılan nikahımdan her yerim
Yüzleşmekten korkarım ve de
Bir torun
Ve bir dede
Oturuyor yaşamın ve ölümün eşiğinde.
4/:
Yaylaları söylüyor
Bir apolet açık haki dağlarda
Dayanıp omzuna gri kasaturanın
Uzun ve ak saçlı siluetler uçuyor
Adriyatik’e karışıyor
Sütleri... Kanları... Ve gözyaşları
Yaylaları söylüyor ve de...
Bir torun
Ve bir dede
Oturuyor yaşamın ve ölümün eşiğinde.
5/:
Türkü dokudum mataramın içine
Mavzerimi yatırıp oyluğumun üstüne
Ağustosun ayak ucundaki kılıç gib i bir zemheri
Donduruyor azığıma koyduğum kanı
Zirvelerde uçuşuyor
Güvercin... Üveyik… Ve turaç kuşları
Dokusam o ürkek uçuşları türküme
Mataramın içine ve içimdeki debbeme
Bir dede(m)
Ve bir torun (ben yani)
Oturuyor(uz) yaşamın ve ölümün eşiğinde.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:40 AM
Sıyırın Sevdaları Çocuklar
1/:
Şurada ne kaldı ki hitama
Sıyırın sevdaları çocuklar! ...
***
Bitsin artık kronik efsunları
Düştüğümüz sahtekâr sarayların
Ayışığı vurulmuş münzevî bir otelde
Beklemede yeşil gözlü bir sultan
2/:
Sıyırın sevdaları çocuklar! ...
Yürekler deryalar misali genişlemede
Kapısını tıklattı acılı mescitlerin
Elinde fermanıyla musallanın tatarı
Önümüzde çatık kaşlı güzergâh
Ağzımızda aydınlığın kutsal hecesi
Elimizde teslimiyetin hüzünlü cıgarası tütmede
El ediyor özgür kâhkülümüz hudutta
Önümüzde çıngıraklı yılanı aydığınlığın
2a/:
Şurada ne kaldı ki necata
Sıyırın sevdaları çocuklar! ...
***
Bal doldu annelerin
Dirilten memeleri
Yenik düştü zincirlerin direnci
Oksijen ve zamana gücünün zirvesinde
Gözlerin kutsal nemi
İnceltti kıyameti
Özlem bağlı yelkovanlar rötarla
Hamarat asırların elimizde senedi
Bin yıl evvel deldi ufku savrulan kutsal kargı
Kilitlendi zafer sonuncu cesarete
Sıyırın sevdaları çocuklar! ..
Şurada ne kaldı kıyamete?
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:40 AM
Sitem Eken Çobanlar
1/:
Belalı geçitlerden fütursuz ve muhteşem
Yürüyor kendini arayan mayaların katarı
Uzaklar köpek gibi salyasını içiyor
Üflüyorlar fareli köyde kavallarını
Puslu boşluğa sitem eken çobanlar
Önümüze örülüyor zulmün kalın duvarı
Yıkın yıkın şunu temelden
Mazlum olan ustalar
Uymayın bana
Yine de sakin olun ustalar.
2/:
Belalı geçitlerden fütursuz ve muhteşem
Parıldayan hançerle intihara dadanmış
Yatar acılarım pazumda bir engerekleyin
Buz gibi gözlerinden
Mağrur, zalim ve iştahla bakar
Tarih denen acuze boşluğa çivi çakar
Çakın çakın şunu mermerden
Sakin olan ustalar
Bakmayın bana
Yine de sakin olun ustalar.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:40 AM
Size Koşar Divaneler
1/:
Işıltılı ve sivri uçlarınızla
Bir sevda hançeriymişçesine
Uzanıp ötelere
Ve ince endamınızla ezelden gelip
Yüreğimi delen minareler
Size koşar divaneler.
2/:
Fışkırıp memleket bağrında
Ne varsa güzele ve transfiziğe dair
Toplayıp hücre hücre
Bir kadim çınar misali
Gölgesine sığındığım minareler
Sana koşar divaneler.
3/:
Ulu 'Allahü ekberlerinizle' yırtıp
Tecrit olduğumuz ipek ve çelik perdeyi
Yumdurup gözümüzü şurada
Yunus-u hızır misali
Ulu ülkelere uçuran minareler
Size koşar divaneler.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:40 AM
Son Erin Şehâdeti
1/:
Özlemim 23.44’dü...
***
Gün ışığı oturgan doruklarda
Omzuma omzuma konmadaydı hüsranım
Lacivert hasretim tüfek çatmada
Kabzaların sırtı dayanmada dağlara
Çiçek çiçek açılmada öfke
Uzun havalar kaynatmada acılı ağızlar
Bir fahri hemşehrisi kalbimin
Ya onun dediklerindeydi hakikat
Ya da atılgan teğmenlerin bakır künyesi vardı.
Bir yavru turaç gözümü aldı.
Geldi şehâdet haberi
Beynim dul kaldı...
2/:
Özlemim 23.45’di..
***
Sahra kuzuları meleşiyordu kabirde
Son sürüngen kanat çırpmada
Basıp bağrına yetim kitabı
Şahmaran ağlamada habire
Boşalan kabir dolsun diye gözünden
Bir kandaharlı haşhaş içmede
Oturup hindikuş zirvelerinde
Tarım vadisinde zamanı yutan gri demir
Zafer vaad etmede barbarlara
Ateşler içinde bir manda dans etmede
Ve anneler kan sağmada memelerinden
Oğullarsa silah çatmada...
***
Bir fahri hemşehrisi kalbimin
Ya onun dediklerindeydi hakikat
Ya da atılgan teğmenlerin bakır künyesi vardı.
Bir yavru ebebil sevdamı çaldı.
Geldi şehâdet haberi
Beynim dul kaldı...
3/:
Özlemim 23.46’ydı...
***
Bir tankın paletleriydi duygusuz ve madenî
Düşlerin diyarından geçen destursuz
Kan işemede bir namlu
Sitemkar çocukların kaşı üstüne
Ay büyümede biteviye
Her tarlada ayrı
Bahçede ayrı
Apayrı türkü yurdu karakollarda...
Büyümede ve kaplamada alemi,
'Erzulum dağları kar ile boran.'
Özlemim’se sıfırdı gayrı
Bir fahri hemşehrisi kalbimin
Ya onun dediklerindeydi hakikat
Ya da atılgan teğmenlerin bakır künyesi vardı...
Bir yavru tukan ağzımı aldı....
Geldi şehâdet haberi
Beynim dul kaldı...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:40 AM
Son Saattir Bu Ünzile
E/:
Ey Ünzile, ey kız Ünzile!
Kapımı çalan son saattir belki ömürde.
Gir koynuma kabaran iştahınla,
Sabırsız sabah ile beraber.
Çalan aşka teşne çanındır aslında
Uyandıran beni derin rüyadan.
Anadan. Bacıdan, yardan
Ve ıramak isterim o kozmik acıdan Ey Ünzile!
***
Kapımı çalan son saattir bilirim.
Ama bu kapı ne kapısı Ey Ünzile!
Bu sabah kaçıncı zifaf?
Ea/:
Ey Ünzile!
Gırtlağımdaki göçebe saat
Zamana zamanını uyduramaz bilirim.
Her an biraz kör adamdır aşk dilenen.
Dalgınlık, kemiğidir sayki esrik ejderlerin
Sert ve yayvandır zifafda zamanı sayan.
Her an, biraz da anlaması kısır zamandır.
Her sevgili biraz da Ünzile’dir...
***
Ey Ünzile, ey kız Ünzile!
Gir koluma doymayan iştahınla,
Sabahla birlikte güneşe görünmeden.
Dürülsün kadife perdesi alnımın.
Ve sen...
Ey şahdamarımı tıklatan acil saat
Tik tak... Tik tak! ... atarak temaşa eyle kalbimi
Nabzımı tut ve kor ateşle dağla son nefeste.
Son kez bir daha at aşkı şakaklarıma Ey Ünzile!
Akrebine kavuşsun gurbeti dolanıp yelkovan
Bitsin gözlerimde fer
O an eğer
Daha açılmamışsa gökler
Ben durayım Ey Ünzile.
Yayla yoluna dizilsin gayrı göçebe saat...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:40 AM
Son Şehrin Demircisi
1/:
Kur örsünü kabirler rıhtımına
Demircisi son şehrin...
Çorak vahalarda uyuyor güvendiğin kahinler
Dağılmış şirazesi kutsal hıncının
Hurmaların ağustosu delirmiş
Deste deste devşirmede leylalar.
2/:
Son şehrin lanetli demircisi
Omzumu sunuyorum zorunlu
Son şehrin kase kase yoluna
Gözlerime yağıyor üfürdüğün kıvılcım
Kevser diye sunuyor doğurduğun leylalar
Düşmanımın acılı kasesini
Ve baldıranını satır satır tarihin
Kesiyor gırtlağını pişirdiğin kamalar
Erken seven deli dolu yüreğin
3/:
Hey son şehrin demircisi! ..
Farkında değil misin be gafil?
Buz üflüyor o uğursuz ve nârlı körüğün
Yuvarlanıyor dağdan hevenk hevenk ihanet
Aracı oluyor
Ölüme ve aşka
Yarısı şeffaf kara elçiler
Çağlar savruluyor kıvılcımlar yerine
Dövmeye durmuş kaderimi çekiçler
4/:
Son şehrin izanı kör demircisi!
Sevmenin müzmin sabıkasıdır
Omzumda taşıdığım
Harmanisini antik çağların
Soyunmuştum gri bir bulutta oysa
Oymuştum inat ile
Yaşam çeliğinden, kanımla su verdiğim bıçakla
Som granitten ölümün kenarını
Ne soylu damlalar
Ne de gözyaşı
Söndüremez bu son şehrin sevdalarını
5/:
Sen öyle san demirci
Neyleyelim öyle san!
Göz attı son kere yattığı yerden
Son kere duyuldu yılanın sesi
Hüsranımın zelzelesi boşandı
Buluştu musallada artı ve eksi
Sustu son şehrin izinsiz demircisi
Sustu ölüm soluyan uğursuz körük
Örs kırıldı
Çekiç düştü
Kapladı sevdamı kanlı tükürük...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:41 AM
Son Yolcusuyum Son Trenin
1/:
Son yolcusuydum trenin.
Önümde başkaları,
Arkam dağa dayalıydı…
***
Şerareli sevdalar sıçrıyordu çevreme.
Özlem iki çizgiydi tekerleklerden kalan.
Ellerim gres yağlı kefen devşirmedeydi
Selvilerle çizilmiş kabrinden umudumun.
Bir bulut ağlıyordu alnımdaki vahadan
Ve bir güneş kalkıyordu ufkundan acıların.
Daha demlenmemişti son sabah çayım
Mutki tütünü kokulu gümüş tabakam dürülü
Kehribar tespihim halay başındaydı.
Gözyaşı sallıyordu mendil yerine, garda yavuklum.
Ben se son yolcusuydum trenin
Önümde başkaları
Arkam Ağrı’ya dayalıydı.
2/:
Son yolcusuydum son trenin
Önümde başkaları ilerliyorlardı ağır aksak
Benin se arkam dağa dayalıydı…
***
Baharların ilkiydi belki.
Kışlar kış uykusunda can çekişmede.
Son yolcusuydum katarın amma
Daha çalmamıştı kalkış sirenim.
Kemerimi yanlış iliklemiştim
Oysa bir mevsim geridendi alışkanlığım.
Çanları çalınıyordu ömür çobanlarının
Bir de sur–u israfiller...
Dönüp dönüp de tekerlekler
Sevdalar savuruyordu çevreme.
İşlemeli mendilim bağlıydı bileğime.
Elimde tahta bavulum kırmızı boyalıydı.
***
Ben en son yolcusuydum trenin
Önümde başkaları kargo yüklüyordu
Arkam Erciyes’e dayalıydı.
3/:
Son yolcusuydum trenin
Önümde başkaları
Arkam dağa dayalıydı.
***
Keşke diyordu cıgaramın dumanı
Keşke kesilmeyeydi yaşlı biletim.
Bu ıssız dağbaşında gömülmeyeydi sevdam.
O sivri ve yalçın kayalar yırtmayaydı döşümü.
Oysa bir ananın nazlı kuzusuydum ben de.
Şalvarımın üstündeki kuşağım
Kırmızı oyalıydı.
Daha açılmamıştı gömleğimin ilk düğmesi.
Muskam incecik sahtiyandandı.
Elemtereler çiçek açmıştı gülen yüzümde.
Uğurlayanımın ağzı lahutî dualıydı...
***
Son yolcusuydum bu en son trenin
Önümde başkaları ağlıyordu kalanlarına
Benimse arkam babama dayalıydı...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:41 AM
Sormaya Gör Tuğyanımı Kardaşlık
1/:
Bir ben bilirim acısını kardaşlık,
Ne olduğunu uğruna öldüğünün,
Ve rüyasına gömüldüğünün...
***
Batırıp Hazar’ın sahiline kardaşlık,
İnce uzun parmağını halkalı bir kölenin.
Yakıp imamesini dua tespihinin öğle üzeri.
Ve... Ve kardaşlık en ücra fikrini,
Tutup gırtlağından.
Çarpıp bir fakir tarlasına apansız.
Salıp susuz köyün köpeklerini ağzının şu yanına,
Ve gümrah pınarlarına bereketli gözlerin...
***
İşte bocurgatlarla uzayan o zamanda kardaşlık...
Sormaya gör yüreğime,
Sevdamın tuğyanını...
2/:
Bir ben bilirim kardaşlık.
Bir ben açık arazide şıhapların ışığına vurulmayı,
Uzanıp gölgesine yavuklu kirpiklerinin.
***
Ve... Ve kardaşlık salt toprak kokan,
Bir mektubun satırıyla doğranıp,
Yağlı urganlara yem olmanın...
Ya da acılı bir bozlak ile evlenmenin tadını.
***
İşte Animas zindalarının o mekanında kardaşlık...
Sormaya gör yüreğime,
Sevdamın tuğyanını...
3/:
Bir de ben bilirim deme kardaşlık.
Tadını damıtıp siyanürün ağzıma,
Ve on bin kere okuyup cetvelini keratın,
Çivileyip imanı kıvrımına beynimin.
***
Sonra kardaşlık...
Dinamit lokumlarının tadını sonra
Demli çayında eritmek Çukurova’nın.
Ve... Ve kardaşlık sokup göz çukuruna,
Lacivertin tonuyla,
Ve kirli fırçasıyla terli ve bezir kokulu bir ressamın,
Bir ucu gönlümün iklimine dayanan,
Öteki ucu Pasifik’teki yaylada yalın,
Tutup saçlarından Siren denizinin kızını,
Dizlerimin üstüne uzatıp dalgalarını,
Ve çorak dudaklarına uznarak kardaşlık,
Tuz basıp yarasına göğsümdeki arsızın,
Unutup düşlerimin uzakta bir yanını,
Kala kalmak yalnız ve umarsız bir duygu sahilinde.
***
İşte özlem ile çırpınan o sahilde kardaşlık...
Sormaya gör yüreğime,
Sevdamın tuğyanını...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:41 AM
Şair Yaslan Artık Arkana
1/:
Şair delidolu şair
Yetmezi mi matem?
Hesaba çek artık yaşlı kaplanı
Şair kendi ininde yaşayan şair
Doku hicranını ıstar yapıp dudaklarıma
Ve menekşeler üfür püfür püfür rüyama.
Ve yasla sağ elini kulak arkana:
'Alırım ahtımı da koymam yar sende.'
Diye diye tuttur
O unuttuğun türkünü.
1a/:
Şair delidolu şair
Son ver yasına...
Mevsimlerin dördü birden dökülsün
Yağmurlarda ıslanan gri yanaklarından
Şair kendi beyninde yaşayan şair
Sarmala hüznünü yürek örtüme
Önüme kılavuz koy kalemin kaderini
Ve yasla sağ elini kulak arkana:
'Bizim ele doğru uçan turnalar.'
Diye diye tuttur
O unuttuğun türkünü.
2/:
Şair delidolu şair
Nokta koy acılarına...
Sen şimdi bozkırın ve ankebutların
Şah damarında gezinen mavi kansın
Şair kendi yüreğinde yaşayan şair
Beynindeki gökkuşağının altından geçmek
Ve ulaşmak ve uzanmak istemindesin
Hayalinin sidreyi müntehasına bilirim
İşte istemesem de ben bunun için ölürüm.
Yasla sağ elini kulak arkana:
'Sende bu güzellik, bende bu gençlik var iken.'
Diye diye tuttur
O unuttuğun türkünü.
2a/:
Şair delidolu şair
Kabuğunu kır beton şiirin...
Akışkan dizeleri ilaç diye içene iflah düşer
Kaynar kılıç yaraları kafiyelere banıp
Şair kendi şiirinde yaşayan şair
Hicret eyle sonsuzluğa yanında sevdan
Yakan ateş, boğan su ancak doğasına uyar
Sana düşense kendinle yeniden tokalaşmaktır
Ve yaslamak sağ elini kulak arkana:
'Ham meyveyi kopardılar dalından.'
Diye diye tuttur
O unuttuğun türkünü.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:41 AM
Şehrin Hamalı Bir Deli Şair
1/:
Sıyırıyor üstümden toprak kokan örtümü
Beton eller kesiyor buzdan buldozerlerle
Direniyor bıçkıya toprağa bağlayan kök
Tırmalıyor yüzümü canavarlaşan kendim
Geçmişe beynim hamal
Kenti yüklenmiş bedenim.
2/:
Ateşler fışkırıyor yürüdüğüm yollardan
Çukurlar çağırıyor yutmak için beynimi
Işıklardan akıyor gözüme karanlıklar
Karşımda kırıtıyor tanımadığım kendim
Geçmişe beynim hamal
Kenti yüklenmiş bedenim.
3/:
Dekor misali duruyor dünüm dündeki bu günümde
Bir fotoğraf kartında yarınımın ipucu
Soylu ve kahverengi anılarımın gizi sıralanmada
Ama buruluyor gizlice acılar içinde kendim
Geçmişe beynim hamal
Kenti yüklenmiş bedenim.
4/:
Vuslat kokan gençliğim kemiriliyor habire
Islık çalan fırtına boğuyor tılsımlı ibisleri
avruluyor asfaltlar, doğruyor tabanımı
Toprakta sürünüyor hiç anlamadığım kendim
Geçmişe beynim hamal
Kenti yüklenmiş bedenim.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:41 AM
Şiir Atına Binerim Akşamistanda
1/:
Binerim bir şiir atına akşamistanda
Yağız ki kara gözlü gece gibi.
Aşk gibi beyaz ve şehrengiz.
Yani biz kimiz, ey gecenin yuvarlak kızı?
Karanlığı saçlarından tutuşturan
İnce uzun ve sırlı yelesi
Burulur gnostik bocurgatlarda atın.
Yatın artık mısra kuşları
Gece son saati doğurmada
Karanlık ve 24 ayar bir mağarada.
Ağlayarak doğmada bir şehzade misali
Yalancı türküler üstüne yuvarlak ay.
Girende dağları dağlayan beyler, beyitler bulvarına
Hayâl ve düşün engin denizine muharipler doluşanda
Vay hâline şiirin… vay bir kaşıklık umman’da
Korsanlara yakalanmış armadama vay!
2/:
Binerim bir şiir atına siyahi bir gecede, evrenistanda
O öyle bir at ki her gözünde bin yıldız
Ve her gözümde bin yıldızın kozmik nabzı
O hızı anlatamaz şiirim...
Yani ben kimim ey gecenin yuvarlak kızı?
Her yıldız bin köşeli
Yüreğime bu sevdalar düşeli
Ne at rahat. Ne de yar benim için gece...
Hece hece rahvan... Mısra mısra doru tay...
Girende yıldızları mühürleyen beyler dizeler sokağına
Vay hâline şiirin… vay karlar diyarında yılkıda
Canavara yakalanmış kimsesiz taylarıma vay!
3/:
Binerim bir şiir atına muallak taşına basıp
Göğün yedi katına nalımın gölgesi düşer.
Üşür tomurcuk memeli sözcük
Üşüşür yıldız yağmalamaya ekin haramileri.
Bilcümle katranlıklar sıvanır ışığa harf harf
Sayıklar dize Yahya Kemal mağarasında
İç çeker peçeli baykuşu mitolojinin
Sağır çöllerin mayası destanlarda rol alır
O an gönlümüze aşk düşer saharayı mecnunda
Sımsıcak bir yaz olur doru şiir
Demirkırat üşenir tırısa
Rahvana yağız gül düşer.
Burulur zavallı veznin kulağı
Dudağına acı sürülür dizelerin: “Ay! ”
Donuk bir roman harmanında seyrederken nazlı ay
O an vay hâline şiirin
Vay kumlarla zifafdaki çöllerde
Arabîlere tutulmuş estetiğe vay!
4/:
Binerim bir şiir atına gecenin eksi kırklık ayazında...
O öyle bir at ki teni seğirir Otlukbeli’nde
Kılıçlara arsız arsız gülen Şaddülarap’ta kanın
Yani bir fetretik vatanın...
Herhangi bir yerinde ırlanır ve ığırlanır Yunus
Bilirim devler oturur o an Pir Sultan Banaz’ında.
Suları sırma satendir ekin canilerinin
Yemleri durugörü öteleri.
Zaten ben teslimim efendiler aşkına leylalarının.
Kalemim köle, dumurik devlerin yayvan vezinlerine.
Benimkisi bile bile yanmaktır
Bu dipsiz ve dibeksiz serüvenlere.
Anlamam neden Kerem’den başkadır bu aşk?
Neden verilir bu *******de Arap atlar yellere?
Oysa kırışık yüzlü bir coğrafyadır
Bu akışkan sellere ev sahibi...
Dibi sonsuz bir kör kuyuya düşende
Sayın ki haraç mezattır kalbim: “Ay! ”
Vay hâline şiirin,
Vay manzumede,
Barbarlara yakalanmış kafiyeme vay!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:41 AM
Tarih-i Bay Banarj
1/:
Üç, iki, ve bir... Başladı ömür
Ben bay Banarj
'Herkes böyle bilir beni.' diyemem
Söyleyemem iki kere ikinin kaç ettiğini
Üçtür, ikidir, ve birdir belki de...
Üç yüz haneli bir köyde
Kırmızı yolluk döşedi anam
Kızdan kesik rahmine bozkırların
Bir fahri köy imamı mıydı
Perde perde puslar içindeki babam
Orta anadolu'nun ortasında başak kokan
Kıraç tarlalarının kangal biten yerinde,
Kırmız motifli cicimler üstünde oturan
Bir derebeyi miydi yoksa, unutmuşum.
Bindallı giymiş bir ebenin yardımıyla doğmuşum.
Olmuş bayağı...
Yakıp çerağını kepaze ömrün
Kırk bir rakımlı ömre diktik bayrağı.
2/:
Üç, iki, ve bir... Sürüyor ömür
Zamana düğün bayram ilen
Ve emr-i kavil ilen söz kesmiş babam
Dokuz yüz elli beşin ağustosunda yürüyormuş dünya.
Alaman savaşı biteli on yıl olmuşmuş,
Baldırı çıplakların babası
Aydınlı ve rahmetli menderesin
On yıl süren iktidarının orta yerindeymişiz.
Olmuş bayağı...
Bir uyku hızıyla kayıvermiş yıllarım
Kırk bir rakımlı ömre diktik bayrağı.
3/:
Üç, iki, ve bir... Koşuyor ömür
Babam hakka yürümüştü ben bir yaşındayken
Daha zemherimiz sobalarla tanışmamıştı,
Alnında mavi boya ile maşallah yazan
'Vabis' marka kamyonlar
Aldıkaçtı land roverler tek tüktü
Zaman, imkan, kan ve ter ile karılan şoselerde
Bismillahsız bismillahım o andı
Bedenim ham çamura garkoldu tarlalarda
Ruhum şiirimin hicranına bulandı
Sevda gibi aniden
Bir var iken bir yok oldu sürürüm
Sürdük yad ellere küheylanımızı
Ekmeğimizin ve şiirimizin peşindeyiz
o gün bu gündür diyar-ı gurbet elde
Olmuş bayağı...
Sınır taşı dizdik yılların çıkışına
Kırk bir rakımlı ömre diktik bayrağı.
4/:
Üç, iki, ve bir... Bitiyor ömür
Kıraç yalınlığı boylu boyunca
Doğradık bir bıçak gibi
Keskin ve zalimane bir atölyede
Dövdük puslu ömrümüzü
Şerareler üfürerek çereye tane tane
Yad, iz bilmez bir yabanıl demircinin
Kırpıp kırpıp yıldız yapan örsündeyiz
Kendi mektubumuzun orta karesindeyiz
Büyüklerin nasırlı ellerinden
Küçüklerin siyah göz bebeklerinden öperiz...
Helallik dileiz dosttan, düşmandan
Ve helal ederiz hakkımız varsa
Düşmana, dosta.
Olmuş bayağı...
Anıları uç ucuna uladık
Kırk bir rakımlı ömre diktik bayrağı.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:41 AM
Taylasanlı Şamana Dair
1/:
Ben ki...
Semavatta halkavî bir seyyahım.
Kısır ama doyurgan bir şamanım kevkebilinde.
Omzumda ferhatvari bir taylasanla
Taaa... Oradaki kozmik kayalardanım.
Siz ki...
Işkırlaklarınızı mavi kanlı seccade edip
Uzanmışsınız istikbari kıskançlıklar üstüne
Acaba
Hiç düşünüzü hayra yordunuz mu?
Karanlık salyalı bir gecenin rızasında
Beyninizden dalandığınız
Kuduz ve dost köpeklere.
Toprağı süpüren eteklere can–siperâne
Sindiğinizi duydum
Cehennemin ilk ateşlendiği gün.
Sizler ki çok sevimli
Ve çok güzel kardeşlersiniz.
Bu inancı kırık ve tekinsiz istasyonlarda
Allah aşkına söyleyin!
Neyi beklersiniz? ..
2/:
Ben ki...
Garizî bir gezginim aşk vilayetinde.
Gerçeği bir kepenek gibi yüreğine giyinen
Yalancı ama tekin bir şamanım.
Omzumda korkutvarî bir taylasanla
Taa... Oradaki kalyoncu fenerindenim.
Siz ki...
Sirius’tan ödünç apardığınız
Yoksul ışıklarınızı zebûn edip terkedilmiş yörüngelere
Gerçek sanıp sevişmedesiniz kendi dudaklarınızla.
Hiç pusla perdeli görüşünüzü hayra yordunuz mu?
Vurulduğunuz Yemeni ve sarışın kurşunlara
Dimdik durdunuz mu evdeşinizden helallik dileyip.
Sarışın sidik sinmiş dilsiz kumlara
Başınızı gömdüğünüzü duydum
Güneşin sönmeye yüz tuttuğu gün.
Sizler çok tatlı
Ve çok sevimli biraderlersiniz.
Söyleyin Allah aşkına!
Ayın arka yüzünde neyi gözlersiniz?
3/:
Ben ki...
Cemâdât içre bir taneyim skalasında mahlukatın.
Oralarda bir yerde oturan onurunun orta yerinden
Geçirip tespih ipi gibi dehşetengiz bir ekvatoru
Sabırlar diyarından koyun gözü derleyen
Yalancı ve dosdoğru bir şamanım.
Omzumda mikailvari bir taylasanla
Taaa... Oradaki yalnız kevkeblerdenim.
Siz ki...
İlişip beynî ummanınızın saçaklarına
Damlayı siren deryası sananlardansınız.
Acaba
Hiç hayâlinizi hayra yordunuz mu?
Ya da Dicle’nin güzergahında durulduğunuzu
Kozmik bozgunların kaçkın toynağında
Sahte utkularla bezeli halaskaran sofralarına
Hükmen hükümrân kurulduğunuzu
Ve katreyi batman saydığınızı duydum
Mevcudâtın toprağa savrulduğu son gün.
Sizler çok saf
Ve çok safdil kardeşlersiniz.
Söyleyin Allah aşkına!
Soğuk tandırlarında yıldız mezarlarının
Hangi sıcak somunları beklersiniz?
4/:
Ben ki...
Bahren gelip yapay taşlarla sedd-i Çin ören illerinize
Berren gidici bir şamanım mahlukat evreninde.
Omzumda hızırvarî bir taylasanla
Taa oradan... Yani zamansız bir ülkedenim.
Siz ki...
Dehri bir bengiküheylan sanıp
Gümüşlü koşumlar dizmedesiniz ezeli.
Acaba
Hiç hissiyatınızı hayra yordunuz mu?
Mekanik bir rüzgarda avrulduğunuzu
Sırı silik bir gözgünün gözünde
Kehkeşanın en ücra nahiyesinde
Ve kurda yem olanlar klanının sakiniymişcesine
Nurun yıldızdan, ziyanın aydan sağıldığını
Saydığınızı duydum
Ayın bedr olduğu herhangi bir takvimde.
Sizler çok safdil
Ve çok salak kardeşlersiniz.
Söyleyin Allah aşkına!
Cehenneme en yakın bu son istasyonda
Hangi cenneti beklersiniz?
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:41 AM
Teslim Olmam Ben Zamana
1/:
Teslim olmam zamana ben ağalar!
Teslim olmam gözlerimden büyüttüğüm zamana.
***
Bıçak bıçak solusa tükenen vadem.
Gözlerimi örse de teslimiyet duvarı.
Solukları seyrelse,
Muhalif askerlerin.
Ve birer birer çekilse,
Benden olan ordular.
Bir ben bu cenahta,
Karşıda bütün cihan...
***
Teslim olmam ben zaman.
Teslim olmam kucağımda uyuttuğum zamana.
2/:
Teslim olmam zamana ben,
Bilesiniz ağalar!
Teslim olmam gözlerimden büyüttüğüm zamana.
***
Dayansa pencereme gri ölümün şahı.
Kahverengi mezarım hazırlansa zifafa.
Celladım ilmik örse meydanı siyasette.
Yıkılsa birer birer yıllarımı verdiğim,
Haşmetin en dünyevi timsali,
Ağırbaşlı ve efsunlu granitten hisarlar...
***
Teslim olmam zamana ben.
Teslim olmam şakagımda kırarrttığım zamana!
3/:
Teslim olmam zamana ben,
Bilesiniz ağalar!
Teslim olmam yüreğimde büyüttüğüm zamana!
***
Tüm muhalefetimle katiyyen ve sakin...
Ve yüreğimin hırsıyla asi...
Sönse gözümün nuru aniden.
Güneş örse göğsüme kristalden ağını.
Duyun beni cebabire, işitin tüm zalimler.
Bütün muhalefetimle ve de katiyyen...
***
Teslim olmam zamana ben
Teslim olmam adaletle büyüttüğüm zamana!
4/:
Teslim olmam zamana ben,
Böyle bilin ağalar!
Teslim olmam yıllarımdan yonttuğum zamana!
***
Dayanırım tonlarca,
Baskısına dağların.
Tekniğin soğuk eli gezinse şakağımda.
Ve organlarımı bursa metal ve kanlı mengene.
Geçsem de tezgahından acılı zındanların.
Teslim olmam biline,
Hayalimde büyüttüğüm düşümün ellerine...
***
Teslim olmam zamana ben,
Bilesiniz ağalar!
Teslim olmam gözlerimde büyüttüğüm zamana!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:41 AM
Tezkere Verdim Kendime
1/:
Nokta koyup ömrüme,
Verdim kendime tezkere.
Gez. Göz. Arpacık derinliğinde kuşum.
Şarapnelsiz bir kışlada sakin ve hep nöbette,
Askerliğimi vukuatsız ve katıksız tamamlamışım.
2/:
Omzumda sanal bir ölünün soğuk kundağı.
Hedefte bütün eskimişliğiyle,
Kahverengi fotografı yoksul belgemin.
Karavana vuruşumu ısmarlayıp hedefe,
Yalnız uçuşu da bir kez deneyip,
Kendime verdim tezkere,
Nokta koyup ömrüme...
3/:
Tertip gez...göz...arpacık derinliğindeyim.
Eratı çekip yağmur dağına tektip,
Manda derili postalları çamurlarla zaptedip,
Hep bir ağızdan banal komikliklere gülüşerek,
Dudağıyla “yaylaları yaylalara” resmedip,
Haki tuvallerine Allah’ına kadar Adanalı bir çavuşun,
Çatarak kaşlarını,
Ve mavzerleri gererek,
Dilsiz kışlaların döşüne kurşunla imza atıp,
Kendime verdim tezkere,
Nokta koyup ömrüme...
4/:
Kurumuş kan kokan kasaturamla gün be gün.
Bir hattuşaş yazmanı ciddiyetiyle,
Çentik...
Bir...Bir daha...Bir daha da...
Gözü bağlı bir fişengin önünde o uzak dağda,
Kışlanın karayağız yolunda bir ikindileyin,
Sessiz, sakin ve kabullenip kaderi,
Döküp mataramı dolduran arsız kederi,
Uzandım topuğumla döğdüğüm yere.
Yani kendime verdim tezkere,
Nokta koyup ömrüme...
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:51 AM
Tokuşturdum Yüreğimi Şehirle
A/:
Gurbet içiyorum, sılamdaki Pakize,
Tokuşturup yüreğimi şehirle…
UUUUUUUzak saksılardan
Emzirerek ızdırabımı
Gurbet içiyorum.
***
Sılada, tasmalı bir kavak ağacı ve Pakize
Gövdesinde setretmiş gizli sevdamı.
Kavgamı kan sızan mafya sitelerinde
Bırakmışım istemeden.
Kan tutmuş bolat bukağılarla dizlerimi
Sezgilerimi İsmailleyin kurban vermişim
Sıkışık belediye taşıtlarına çarnaçar.
***
Boş verip yıldızları sılamdaki Pakize,
Dünya ise neme gerek?
Gurbet içiyorum inadına
Sebepleri dizerek…
B/:
Ey tabağımdaki Azak denizi anısı hamsi
Ve köşeleri keskin beyaz peynir…
Yüreğimin unutulan viran adresi
Ve fahişe kaldırımlar…
Gurbet içiyorum indına
Çekici ama kekrek
Gurbet içiyorum iştahlı ve isteyerek…
C/:
Bir saki ince, uzun
Ve bir Şeyh Yahya cenbiyesi misali kıvrak…
Bakarak gözümdeki şehre.
Ateş dolduruyor sılamdaki Pakize,
Bardağıma buz yerine.
Gurbet içiyorum inadına.
Kırk birinci kapı aralanmış içimde
Satırlarla doğranmış muhayyilem.
Tasavvurum peçeli puhu sanıp kendini iç geçirmiş.
Erimiş yok olmuş uzaktaki ailem.
***
Şimdi boş verip yıldızları
sılamdaki Pakize’yi bir kenara iterek
Gurbet içiyorum inadına
Kadehimde balık olup yiterek…
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:52 AM
Toraman İle Benim Hikâyemizdir
1/:
Toraman ve ben,
Çomar yedeğimizde,
Otururduk yaylaların türkülü yeşiline,
Doldurur doldurur bozlak içerdik...
***
Gri ocaklar tüttürüp,
Değirmi ve lacivert gözbebeklerinde,
Annem tarhana doğururdu tandırında sabahın.
Biz yeni gelmiş olurduk ayın fethinden.
Kırk bir kere tükürürdü ninemiz,
Yüzümüzün ve utancımızın ekvatoruna.
Takınırdık boynumuza,
Toraman ve ben
Çift gözlü heybesini step süvarilerinin.
Davullar çalınırdı,
Ağırlama çekerdi boynu muskalı,
Kanak boyu delikanlıları mor düğünlerde
Sahtiyan hamaylılarda adımız okunurdu...
2/:
Toraman ve ben,
Terkimizde doru bir kısrak,
Bulut saçağında bile kısarak bakardık gözlerimizi,
Serdeki adalet dağıtan cengaverlik aşkına.
***
Çiçek çiçek cıgaralar tüttürüp,
Değirmi ve ela gözbebeklerinden,
Babam bıyıklarını pekmezlerdi ipince.
Akardı yağmur suları,
Akardı babam...
Biz daha yeni kazmış olurduk,
Umudun çiğdemlerini ulu dağlardan.
3/:
Toraman ve ben,
Bir tutam yeşil çökelek dağarımızda...
Ve yüreğimizin on beşinde tutuşan tandırında
Sıcak bazlama misali tüterdi,
Acemî ama sapına kadar bir aşk-ı kibar.
***
Teyze kızımdı Asuman.
Al oyalı yazma bağlardı ak umuduna.
Gümüş küpeleri sarkardı tek hülyâsından.
İki de bir Elemtere’yi okurdu ninem.
Bir bana bakardı,
Bir mavi gözlü dağlarına diyarın...
Asuman’ın gönlü nisan filizi gibi seğirirdi.
Oyasının kasnağına benim adımı işlerdi.
Sonra oturur babasının zalimliğine ağlardı...
4/:
Toraman ve ben mi? ...
Sahtiyan hamaylılarda adımız okunur hala...
İki de bir Elemtere’yi okur ve üfler ninem mezar taşlarımıza.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:52 AM
Ulan İstanbul Ulan!
1/:
Ey İstanbul!
Bilge zamanın (gözleri) yaşlı oğlu...
Neden hüzün denizine buladın beni?
***
Hırçın dalgaların dövdü, çevirip bir tenhada,
Son Leyla'dan arta kalan yorgun saatlerimi.
Yankılandı çıkmazsokak beglerinden yediğim Osmanlı tokatları,
Bir yosma Beşiktaş'ta, bir kızoğlankız Üsküdar'da...
Uzandım yüzükoyun kaldırımlara hüzünlü arzularımla bitap,
Dizlerine, Sarayburnu'nda hiddetle şahlanan dalgaların,
Atların nal artıkları bu sesler duyuyorum,
Bu homurtularsa Made in Urban şahisinin.
***
Ey İstanbul söyle,
Neredeler?
Işıkların üzerinden atlayan güçlü beylerin? ...
Ve nerede?
Oğlunu kurtarması mukadder yardımsever ellerin? ...
2/:
Ey İstanbul!
Akışkan yüreklerin ve yapışkan anıların allı gelini...
***
Yüksek bir kaldırımdaydın en son gördüğümde...
Bir baktın uğrun ve yürüdün gururdan emzirip topuklarını,
Kimsesiz ve pörsük istemimin üstüne oynak, işveli,
Deli bir yürekti bizim de taşıdığımız nihayeti göğsümüzün düzünde...
'Pes' dedim unuttuğum aşkların damağımda kalan artıklarına,
Vuruldum can evimden Karaköy kaldırımlarına...
Bir sarmaşma ertesinde gri apartmanlar dayadı şakaklarıma,
Siluetimi dikip önüne kırmızı tuğlalı duvarlarının,
Ve kan ve irin kokan
Organik namlusunu lağımların sahilde...
Henüz yokken lügatımda hain kavramlar,
Bulup buluşturdum ve birer birer ekledim...
Eritip damla damla tasalarımı Eminönü'nde
Uzun ve nemli bir tarihe yamadım anımsadıklarımı.
***
Ey İstanbul söyle!
Neredeler?
Tarihin çenesinin altını gıdıklayan güçlü beylerin? ...
Ve nerede?
Oğlunu kurtarması mukadder yardımsever ellerin? ...
3/:
Ey İstanbul söyle!
Sorguçları puslu, alınları yaslı sultanların son şehzadesi...
***
Çevirip ilk varoşunda sitemkar analar ordusunun önünü,
Yönünü ardda kalan dağlara döndürmene sebep ne?
Uzak zaman savaşlarının öksüz ve yetim,
Ve kan sızan şafaklarıyla acıttın yürekleri.
Hartayı yeniden çizen masalsı muhariplerin,
Umudunu bıraktırıp nisyanla perdelenmiş bir Sırpsındığı'nda
El kadar ekmeğinin peşinde ışıklı ideali yerine,
Acımasız ve malayani amellerin sınırına mıhladın.
***
Ey İstanbul söyle!
Neredeler?
Güneşlerden ışığı hasat eden güçlü beylerin.
Ve nerede?
Oğlunu kurtarması mukadder yardımsever ellerin? ...
4/:
Ey İstanbul söyle!
Uzak gözlü ve ağıraksak anıların cevval çocuğu...
***
Topallayan takvimlerden çam kokulu çağ yongaları yontup,
Billur masallar oturtsak delişmen yüreklere,
Ve bin bir *******e bin bir daha ekleyen lalelerden söz açsak.
Ve sen dokunup ince ve uzun parmaklarınla deryaya,
Can versen bir 'agoni' anını yaşayan kalyonlardaki tılsımlı küreklere,
Son seferden alayıvala ile dönse deryalar kaptanı Hızır Paşa...
Haşa, akıl vermek değil bizimkisi,
Kırılgan inceliklere ruh vermek belki,
Şiir beyinin nefesine bürünüp iki büklüm,
Ki son türküm Üsküdar'ın üstüne,
Ve yağmurlara ve kalem kaşa... Nedim diliyle...
***
Ey İstanbul...
Bilirim Haliç'in göz çukurunda saklı saklı ağlayan sensin.
Gizli gizli içip denizlerin deterjanlı gözyaşlarını,
Ve balçık ırmaklarının balgamlı tükrüğüne bulanıp,
Sebil harman olan yatağında zamanın,
Oturup tek başına yedi tümsek üstüne doğurgan analar gibi,
Anaç ve inadına aç,
Yitik ve kadim bir beldeşahı olarak boyun burup şu kervansarayda,
Yeni ve ışıklı bir yazgıyı başımıza ilmik ilmik ören de sensin.
Ey hamarat şahım 'Kolay gelsin! '
***
Bu şen şakrak ses de ne?
Son seferinden mi dönüyor Fatih?
Yoksa İstanbul yoksa? ...
Tarihin sıcak rahminde bitiyor mu kem kaderin?
***
Ey İstanbul artık söyleme!
Neredeler biliyorum,
Masallarda bin kanatlı anka olan beylerin.
Bir nefeslik uzaktalar,
Oğullarını kurtarmak için uzanan yardımsever ellerin...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:52 AM
Unutulmuş Duraktayım A Yar
1/:
A yâr…
Yele verdim özlemlerimi umarsız bir sahrada
Gözlerimi ufukların çakarak gümrah iklimine
Oturdum
Orta yerine sevdamın kiliminin
Yele verdim özlemlerimi
Naif kırlangıçlar bezemişti bulutların kenarını
Ve lahuti bir atölyede gözlerime bu hasreti
Çok ıraktan şakaklarıma sel aktı
Sarktı ibrişimden oya kenarı
O kırlangıçlar ki birer keramettir uçuşları
Gözleri gümüşî selamet
Kanatları yeşil kınalı
A yâr…
Özlemimbir yanardağdır bu ateşe yanalı.
1/:a...
A yâr…
Senin kokunla yüklü ağızlar
Gözlerdeki ise şu an
Senin ışıltılı fotoğrafındır şehsuvar
Etrafın ihata. Yani ebepsiz zulüm
Ben gülüm. Ben…
Hâlâ beklemekteyim
O yağmura tutsak
Ağır aksak ve sebatla
Uzaklarda unutulmuş
Ve zamanı donmuş o durakta...
2/:
A yâr…
Sonunda su üfürdü hasretimi deryaya heba
Kalakaldım geride hicranlı bir tortuyla.
Şu an bağdaşa geldim
Ki aşkımın eylemi denktir ayrılık boylamına
Sevdalı bir yüreğin coğrafyasında
Filler kamçılandı öykümde
Ebabiller titretti çölleri temelinden
O eba’lar ki
Kanatları ıslıklı rüzigârdır bulutlar üzre
Gözleri ve pençeleri
Cehennemi kızıl ateştirtir
Hasretim. A yâr ateşe eştir…
2/:a...
A yâr…
Çöller sana susuz aşk coğrafyasında
Ağızlar sa senin kokunla yüklü
Necef suskun şu anda bir alamut fedaisince
Karakurumda fiiliyatta sebepsiz zulüm
Ben gülüm. Ben…
İlelebet beklemekteyim
O ahmakıslatan sağnağa esir
Göğsüm dolu umut ve sebatla
Uzaklarda unuttuğun
Ve güllerini kuruttuğun o durakta...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:52 AM
Ü ç U z l a ş ı: 1 Dağlar, Atlar Ve Sular
a/: Önce Dağlar Tabiidir ki
Şiir bu, kudurur
Yaslanmak ister
Sağlam bir omza.
Dağlar ne güne durur?
Vurur muazzeb başını
Şairin ayaklarına...
a/:a
Ben dağları severim
Onlar da beni.
Giyinende ak kefeni
Yara olur yamacında yüreğin
Doruklar eteklerine süzer göz yaşını
Yanaklar türkü hasadına koyulur
Burulur bir burma bıyık hasretinden
Yabanıl kestaneler ah çeker
Çatlar kozalakların tebessümü
Tümü omzomza dağların
Asırları devirmiş çınarların
Çamların. Ve gelin suretli sedirlerin
Bütünü halay tutar
O an kan tutar beni semender sessizliğiyle
Ak kefeni yırtar yamaçlar
Ağaçlar şiir yeşerir
Şair selamet döşünde dağların
Devşirir ha babam
Devşirir… devşirir...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:52 AM
Ü ç U z l a ş ı: 2 Dağlar, Atlar Ve Sular
b/: Sonra Atlar Bittabi...
1/:
Şiir bu, kudurur...
Akmak ister
Derin bir denize
Atlar ne güne durur?
Vurur esrik akışkanlığını
Şairin ellerine...
1/:b
Ben atları severim
Onlar da beni.
Ödünç yağmur binicileri gelende
Masum bulutlar diyarından tırıs tırısa
Heybeleri lebaleb berebet dolu
O an doru bir tay gülümser
Ortasından şiiri bol yemliğin
Tırıs durur… durur rahvan.
Ve nala kıvılcım çakan
Sellerin sevgilisi dörtnal
Al bir küheylan kişner üst dizeden
Bir beyit hacmince terler al taylar
Yıldızlar seyre durur gök harmanında
Kitap kitap açılan yeleleriyle
Ay çizgileyin ah çeker
O an bende ah çekerim dipsiz yemliklerden
Derinliklerden cevap alırım ahıma
Birden yalnızlık şiir yeşerir
Şair güvenli sırtında tayların
Devşirir ha babam
Devşirir! Devşirir! ...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:52 AM
Ü ç U z l a ş ı: 3 Dağlar, Atlar Ve Sular
c/: Ve En Sonda Delirir Sular
1/:
Şiir bu, kudurur...
Atılmak ister
Hudutların ardındaki illere
Sular ne güne durur
Vurur dingin asiliğini
Şairin usta derinliğine...
1/:c
Ben suları severim
Onlar da beni.
Vurup terkiyekırk beşinci sayfanın muhteviyatını
Seveni ve sevileni bereketli bir denizde
Önlenemez bir aşkla her dem
Çıkmadan duaya yağmur elinde
“amin” demeden yani çorak yürekler
O an damla damla ışır pınarında gözlerin
Lüle olur bardak bardak özlem
Dere olur sırılsıklam o nazlı hüzün
Süzülür emziğinden buharlı yüreklerin
1/:cc
Ben suları severim
Onlar da beni.
Nehirlerin. Irmakların. Çayların. Fıratların
Ve çizgileyin haritaya mim düşen diclelerin
Alayı halay tutar
Sitayişle denizin deltasında
Ve sel alır usulca çarşamba’yı
Okyanuslar garkolur gerdeklere
Yosunlar şiir yeşerir
Şair çelik bir şilebin uskuruna takılır
Devşirir ha babam
Devşirir... Devşirir! ...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:52 AM
Ü ç U z l a ş ı: 4 Dağlar, Atlar Ve Sular
ç/: Üç Uzlaşı Şiiristanda
1/ç:
Şiir bu, kudurur...
Kavuşmak ister sevdaya
Alır koltuğunun altına
Şakağında gül açan başını
Önce dağlara vurur
Sonra ıslık olur kanadında kuşların
Taşların döşünde seke seke
Şırıl sıklam su olur akar
Bakar… bakar…
Flu bir şiir buğusunda bulanan
Akışkan sevdasının ardından…
2/:ç
Atlar dağları sever
Dağlar suları
Yuları süner küheylanların ipek yolunda
Bir kolunda fırat olur dağların karı
Atların teri murat olur diğer yanağında
Sürmeli bir munzurlunu gözünün
Şairse tendürek’te sarmaşık
Toroslar’da yar olur
Kar olur ki kürtük kürtük
Türkülerde kanlı bir tükrük olur sular
Tetikler “tık” düşer sabaha
Namlular çın çın
Yalçın dağlar şırıl şırıl ses verir
Atların gözleri kor ejderha
Uzatır alaz alaz yelesini arap tayları
Yiğitlere bel verir hasan dağı
Sunar kalaylı tas içinde yüreğini şair
At. Ot. Ve su kokan bir dağ ile
Dağlarsa gebe kalır
Çığlık çığlığa minik bir şiire…
3/:çç
Atlar dağları sever
Dağlar suları
Kısrakların yeleleri uzanır cehennemi tandırlardan
Uzatır alaz alaz düğümlü kuyruklarını atlar
Yiğitlere bel verir dağlar misali taylar
Verir yüreğini şair
Yaşam kokan bir dağ ile
Gecenin ötesine
Yani arkayüzüne gündüzün
At ve su zifaftadır o an
Düğün dernek ve debdebe ile
Dağlarsa gebe
Çığlık çığlığa sevgili bir şiire...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:53 AM
Üç Başınaydık
1/:
O ve bendik…
***
Yalnız ve ıssızdık şahsi cihanımızda henüz
Yedi odada yedi gölgeydik iki başına
Yedi odada biz yenilmezi yendik...
***
Bir çığırtıydı kopan dağlık bir hançereden.
Burnundan soluklanan metalik bir yağız attı.
Sanki eşiğimizdeydi muhasaramızın çerileri.
Bir kızıl küheylân kan kişnemede...
Kıvrık bir hançer misali Yemen semalarında
Ellerimiz tenha böğrümüzde
Öylece kalakaldık...
1a/:
O ve ben değildik artık
“O” vardı bir de...
2/:
Yedi odada üçbaşınaydık.
Saydık kendilerimizi kurbanlık sürülerden.
Say ki, üç bin başınaydık...
Korkumuz kanat takıp uçmuştu,
Eşiğimizdeki muhasaramızın çerilerinden.
Kan kişnemedeki kızıl küheylân
Şakağından vurulmuştu.
O çığırtıydı ki kopan
Sarp dağlık hançerelerden
Yani bizi çağıran....
2a/:
Dört bir yandaydık artık o ve ben
Yuvarlak ayak izlerimizle Sirius’ta bile vardık
Sayın ki biz ikimiz artık
Beynimizdeki kozmik dünyalardaydık...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:53 AM
Üç Deli Uşağın İstanbul Macerası
A/.
İstanbul yine o kabına sığmaz,
Everest taşları kadar sağır,
Akdeniz kadar ilkbahadı...
***
Biz, üç deli uşak;
Üsküdar’da vurulmuştuk soluğumuzdan.
Sözümüze düşmüştü bir kızıl gül.
Ellerimiz tombul kitaptı oysa.
Şakaklarımız sarışın tedavül...
***
Bir gül ki… İnce ve yavru dudaklı.
Hisarlar utangaç gelindi karşı yakada.
Yaşlı demirci keskin bir pala yaptı,
İstanbul tedirgin oldu ve kırptı gözlerini.
***
Biz üç deli uşak...
İstanbul’a vuruldu sunturlu yıllarımız
Ağladı fotoğraf suretli Beşiktaş’ımız.
Ağladı astroloji diyarında yıldızlarımız...
B/.
Bizim burnumuzda hasretlik bayrak bayrak...
Yararak bir kabak gibi Bostancıdan
Zeytinburnuna kadar...
İstanbul yine o...
Sonuna kadar esrik ve kusmuk kaldırımlarda.
***
Biz, üç deli uşak...
Sarıyer’dendoğrultup yelimizi Kız Kulesi’ne estik.
Esrik Gümüşsuyu berduşları vurdular naraları
Vuruldular kucak açan sarmaşıklar külhanilere.
İstemeden tanıktık karakollarda, olan bitene,
Parmak uçlarımız sivri sivri dikendi.
Herkes kendi ateşlerine doğradı ahını
Bir de...
İstanbul yine eski yıllar kadar yamandı
Saçlarımızın uçları yalap yalap ateş.
Bileklerimiz Marmaraya kadar kandı...
C/.
Beyoğlu avuçladı bir asker dönüşü,
Uygun adım giden yıllarımızı.
Kırmızı bir gül kıvırıp kanrengi dudaklarını
Döğüyordu döşümüzü narin yumruklarıyla.
Teskeremiz dönüşüyordu aşk sülusuna.
***
Biz, üç deli uşak...
Doğramıştık kanımıza sonunda düşlerimizi
Elimizi sokup Sarayburnu’ndan
Ta Kadıköy’ü kavramıştık.
D/.
Ya biz diz çöktürecektik İstanbul’a,
Ya da altına kesen taşını toprağını,
Ve yüksek kaldırım şıngırdaklı yosmalarını,
Yedi dağa kaldıracaktık.
***
Biz, üç deli uşak
Toplayıp tasını tarağını uzun saçlı hayallerin,
Ardına bakmadan yani,
Belki koşarak Yozgat’a uçacaktık...
***
Biz, üç deli uşak...
Yarını güneşle ışıtmak uğruna
Tüm dünleri çıra gibi yakacaktık...
E/.
İstanbul; bir, iki otuzunda Sirkeci’nin,
Kuşanıp barebellumunu asabi şakırtlarla,
Ve arnavut tenli kaldırımlara dökülen,
Ekzosların İtalyan baritonlarını,
Yani bitmeyen senfonisini yaşamaya durdu yeniden.
Güvercinleri bile yemledi sabah.
Ah düştü saçlarmıza.
Kurtarmak uğruna gri yarını.
Karşımızda bir Bizans dehlizinin dünü durmada
Düğününü kuşanacaktık masal aleminin
Ya da Sokollu palaskasını.
Ama düştük Marmara adası kucağına.
***
Biz, üç deli uşak...
Toplayıp tası tarağı uzun saçlı rüyalarımızın
Hayalimize konuşarak ya da susarak anılarımıza
Nokta koyduk hayata...
F/.
Biz, üç deli uşak...
Oysa ne de çok istemiştik,
Vuruşarak düşmeyi yeşiline yaprağın,
Ya da Sultanahmet asırlıklarıyla yanyana...
Bırakın çınarları,
Kıraç akasyalar bile hatırlamadı bozaran benzimizi.
***
Biz, üç deli uşak...
Yüreğimizi kanatarak bir gasan elinde,
Sindirdik içimize unutulmayı kana kana,
Ve karışmayı Sarayburnu akıntılarına...
......
Biz, üç deli uşak,
Biz, yitik kuşak...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:53 AM
Vay Yandığım İstanbul
1/a..
Vay İstanbul!
O, başında tüten
Kararsız isli, paslı bacalar mı
Beni sana bağlayan? ...
Ya da
Yüksek Arnavutta ağlayan Beyoğlu başıboşları…
Anadan öksüz sarhoşları bağrına basan
O, ana kucağı davetiyle
Mevlana’yı çağıran kaldırımlar mı?
***
Vay istanbul
Sahipsizlerin yedi memeli anası…
İki yakası bir araya gelmeyen zengin.
Dengin ben isem senin? ...
Yan ulan!
Yan haline İstanbul.
1/b...
Vay İstanbul!
Bilmesen de ellerim Haliç’inle kardeştir.
Eştir başıboş adımlarım
Seferberlikte dul kalmış kaldırımlarına.
Beni sana palamarlayan
İbrişim kaşlı kızlarına
Ve yedi başlı kadınlarına
Sevda garantin var mı?
Yoksa beni sana bağlayan
Mevlana’yı çağıran asrık bacaların mı?
***
Vay İstanbul!
Yokluklar içindeki zengin
Dengin ben isem senin
Yan ulan!
Yan haline İstanbul...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:53 AM
Voltam Kesiliyor
1/:
Uzanıyor hançerem
Bir türküye bir daha:
“Karadır kaşların yay eylemişler...”
***
Sevdasıyla usulca ve kararlı yüreğiylen
Annem ninnisini eliyor üzerime.
Bıyığımı buruyor o sivri kirman
Kirli ve örselenmiş avucumdaki doğa
Ve bıçakleyin gözleriyle
Çekirgelerdi uluyan vakti seherde.
O unuttuğum uzun soluklu zirvelerde
Yürekleri yamalı...
Kemerleri kamalı delikanlılar.
Uzanıyor kulağım ve susamış ezgilere:
“Aklımı başımdan zay’eylemişler...”
***
Havar havar can havar!
Voltamı kesiyor ördüğüm duvar.
2/:
Bütün zamanlarıyla birden
Huruc eyliyor ömrümün son türküsü:
“Duydum güzelleri pay eylemişler...”
Önemsemediğim hayatımdan
Önemli kesitler ayaklanmada her karalı habere.
Beyni çeliğe gebe münafık bir göçebe
Doğrayıp on yerinden altmış yıllık elmamı
Ve göğsüme yığdığım o yüce kufi fermanı
Babil çivileriyle kazıyor Marduk’un şakağına.
Ne o silah sesi düğümlüyor yolumu
Ne de bocurgatı Elamlı ustanın ilkbaharının.
Uzak doğum tarlalarında şarkı şahının
Ve melodi devşiren ter kokulu ırgatın
Bin yıllık emeği kesmiyor beni.
Uzanıyor yüreğim ve ben yalbırdak türkülere:
“Nazlı yarin hayali karşımda durur...”
***
Havar havar can havar!
Voltamı kesiyor.
Her adımda yoluma ördüğüm duvar...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:53 AM
Vurun Beni
1/:
Yanmaksa eğer murat edilen sonuç
Vurun beni tandırların narına!
Gökyüzüm ağlamada yazgımın nisanında
Çayırlığım yine gümrah oynasın kanın
Görünce öksüzünü kıyamet halayında.
Sebepsiz değilse
Mavisi çağıltının.
Ve varsa bir süvarisi
Üzengisi sitem olan doru dağların.
Vurun beni tandırların narına
Vurun dudağıma gömdüğüm
Sevdanın sayısınca...
2/:
Sebepsiz bir imtihan deryasında gark olmaksa
Eğer, murat edilen sonuç.
Vurun beni tandırların narına!
Savrula kargısı süvarisi vurulmuş canın.
Esmer dağlar abana toprağın sağrısına.
Zencir zencir sürüne aşkın eteği
Kapısı ayrılığa teslim olan
Zindanında sevdanın.
Ve eğer tekse cihanı kapsayan kesret
Vurun beni tandırların narına
İrisimle tattığım
İbisler sayısınca...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:53 AM
Yaralarım Üşüyor
l/:
İlk baharım karışıyor kış aylarına.
Gözlerimin sahilinde
Yalınayak ve üryan
Yuvarlanıyor sevdam.
Azgın seller dişliyor sahipsiz kıyısını
İstikbalin ayağına serdiğim anıların.
Düğmesi çözülüyor
Hüzünlü gözlerimin.
Cehennemin ortasında
Umutlarım üşüyor.
Sol elimin açtığı yaralarımı
İyi etmek, sağ elime düşüyor.
Dibinden çivi yemiş
Bakır kova misali
Üstten koyduklarım düşüyor alta.
2/:
Sevincimi sürgün etti yıllarım.
Gün saymaya durdu
Gri mevsimler.
Gömüldü hisarımın burcuna acım.
Örülmede lacivert yazgım teğel teğel.
Kavramlar eline sürgün düşmüşüm.
Buna rağmen tarif edemiyor kendini
Yüreğimi burkan delişmen sancım.
Kelimeler ortasında
Dilim sürçüyor.
Sol elimin açtığı yaralarımı
İyi etmek, sağ elime düşüyor.
Çıngırağı alınmış
Bebek misali
Umutlarım düşünceme küsüyor.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:53 AM
Yedi Tepeydi İstanbul
1/:
Bıçkın rüzgârların yaylavari avuçlarından
Bir tek yüreğini kapabilmiştim senin...
***
Kızıl kısrak İstanbul,
Yine kalem kalem sivri ve yedi tepeliydin...
***
Köyden yeni kaymıştı bu yakaya delikanlı yıldızım.
Ellerim kahır tezgahında sağırlaşmamıştı henüz.
Cam göbeği gözlerimse bileyli bıçak sırtı...
'Hüf ki hüf! '
Cağaloğlu’nun çakırkeyif serkeşleri,
İnadına ve habire eterli tütün üflüyorlardı,
Ankara caddesinin ofset moru atmosferine.
Müteferrikanın basımeviydi ergen eylülümüm harmanı,
Yani bir lobum magazine,
Kalan yarım 'bin temel eser'ine vurgundu Sinan'ın,
Gözlerimse Sultanahmet kubbesi...
2/:
Sırtı çıplak İstanbul,
Yine mavi mermer rengi ve yedi tepeliydin...
***
Denizden yana kaçkın,
Ve bizden yana bıçkın rüzgârlar,
Alıp alıp Sarayburnu virajından ozon alışkını esrik esintilerini,
Tabanı üç numara delik ayaklarıma çarpıyordu.
Arsız arzularım mı?
Büzülmemişti daha utancından bir Harem arabalı vapurunda.
Seni gördüğümde bir ibis eşeleniyordu Haliç'in Eyüb'e yakın cenahında,
Bir bey oğlu camlarına hohluyordu Vilayet’in,
Ve ıslak kırbaçlar çiziyordu parmağının ucuyla vapurun camlarına.
Seninse som ve altuniydi bedenin,
Siluetin sisler ardından uğrun uğrun bakıyordu yavuklusuna...
Bense kaçıp en son masaldan bir anka kanadında,
O bıçkın ve haşarı rüzgârların avcundan,
Bir tek yüreğini kapabilmiştim senin...
3/:
Turkuvaz hançer yapraklı İstanbul,
Yine cayır cayır yanmaya durmuştun hani,
En harlı ateşinde kendi külhanının...
***
Ben bir Niğbolu önünde yıldırımlar savuran Beyazıt’ta,
Bağrıaçık bir arzunun hüzünhanesindeydim.
Ve kolayca bükmüştüm bileğini dünlerimin.
Günlerimin biri üzüm salkımı moru,
Diğeri cavidânî bir çare gibiydi,
Kederimin kudurgan ve şarap kekreliğindeki Sirkeci’sine.
Oysa acemisiydim sevda sahillerine bir yunus gibi vurmanın,
Çünkü sığırcık yavrusu bir köyden yeni yekinmişti kaderim.
Ama parmaklarımın dili pelteleşmemişti henüz.
Gönlümse yakmıştı Septe boğazında gemilerini,
Ellerini serenine germiştim takvimin galerisinde...
4/:
Haspa kaltak İstanbul,
Yine yaşmağının altından utanmaya durmuştun,
En rezil sevişinde yüksek kaldırımlı dükkanının.
***
Şu bildik Laleli’nin yıkık kahküllü ayak takımı efeleri var ya,
İştahla kesiyorlardı Çemberli'ye doğru kaykık afilerini.
Sufilerini rahleyi tedrisinden geçiriyordu,
Araboğlu Muhittin loş bir Fatih medresesinde.
Benimse hala kasaba kasaba kokan ellerim,
Kahır tezgahlarında sağırlaşmamıştı henüz.
Bugün denizden yana bereketliydim doğrusu.
Yırtık ozon ve ofset asiti kokan Marmara esintileri,
İltica ediyorlardı iskele altlarına lağımlı utancından.
Bense bir tek yüreğini kapmıştım senin,
O bıçkın rüzgârların avcundan...
5/:
Yedi tepeli şehir
Yine değirmi ve kıvrak kalçalı
Ve kulağı sahte küpeli yosmaydın.
***
Bense Aksaray’da
Mülteci bir duygunun darağacındaydım.
Sabahın alacasına bürünen ayağı nalınlı mahmureler,
Kederlerine binip binip Cibali tütün fabrikasına
Ya da kapkara Karaköy’de
Kepaze bir mavi sise dalıyorlardı.
6/:
Yedi tepeli şehir,
İnkar etme boşuna yine bol virajlıydın,
Ve serseri hayatlara girip çıkan yollar ağıydın.
***
Dalgındı ne hikmetse Sarayburnu leventleri bu saatlerde,
Ki Barbarosvari bıyıkları kolan gibiydi onların fi zamanından beri,
Otuz üçlük yaşları ve tespihleri balmumu kehribariydi.
Marmara’nın hırçın dalgaları,
Belki sevincinden,
Belki de utancından,
Körtopal bir salsa dansının sarmalındaydı...
***
Seni gördüğümde çöpte bir sığırcık eşeleniyordu,
Bir silik suratlı adam camlarına hohluyordu Vilayet’in,
Ve adının ilk harfini çiziyordu parmağının ucuyla...
'A'mıydı, yoksa 'Z' miydi yazdığı, seçemiyordum,
Ya da ikisinin arası bir şeydi işte...
Ama (gavur gibi biliyordum ki) ,
O gün som ve altunîydi bedenin.
Bıçkın rüzgârların avucundan,
Bir tek yüreğini kapmıştım senin...
7/:
Dersaadet yani Tarih-i Gılmani’nin İslambol’u
Yine kalemucu gibi sivri ve Endülüs mistiği minareleriyle
Sufî bir destan kahramanıydın sanki kitabı Akşemsettin'de...
***
Bense, vildanlar semti Fatih’te,
Son hicretten beri süregelen hüznüme giydirip bir neftî derviş baranisini,
Kıyama durmuştum sevdanın mevlevihanesinde.
Şu an köyüm uzak bir gelin duruşuydu aynada.
Ellerim kozmik bir yolculukta yıldız sağmadaydı.
Gönlümse soyunmuştu sahte elbisesini.
Gözlerim külhanda kor kızılı,
Kabaran ensem bıçak sırtı mor çeliktendi.
Ol vakitte Asitane *******i saf ipektendi...
8/:
Konstantiniyye yani dersaadet,
Yine kalemleyin sivri ve flu mistik kuleleriyle,
Bizantik bir destan kahramanıydı sanki neoroma kitabelerinde...
***
Kulağının ardı karanfilli Karagümrük berduşları,
Ayaklarının topuğuna topuğuna,
Ve kaderlerinin ters dönmüş gözüne basıyorlardı.
Nedense Sarayburnu hırçındı o gün.
Dalgalar kaçıyorlardı Marmara’ya utancından.
Seni gördüğümde bir çelik ankor eşeleniyordu,
Bir zabıtkar camlarına hohluyordu Vilayet’in,
Ve dalgalar çiziyordu parmağının ucuyla denizler şahı.
Ama yine de som ve samaniydi bedenin senin.
Zamansız ölümlerin avucundan,
Bir mayıs ayının sona iki kala zümrüt renkli gününde,
Bir tek yüreğini kapmıştım senin...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:53 AM
Yeter be Seyfullah
1/:
Çok konuştun
Kes artık be Seyfullah!
***
Gayri yekinmenin zamanındayım.
Dualarım dilim dilim soframda
Zehir içen anaların damağındayım.
Cephelerde tarih yanık kokuyor
Amzumda cinayetin kanlı kaftanı
O uğursuz güvercinin kanadındayım.
Öksürüyor bir evlat Kafkas dağında
Bense düşmanımın kundağındayım.
2/:
Kes artık
Konuşma be Seyfullah!
***
Doğacak gündüzün şafağındayım.
Bak buzlanmış şeceat
Erimede kıssaların sağ yanı
Daha nice haykıracak kanaat
Açıp tekmil semaya kollarını
Dayanmış cesaretim kenarına kabzanın
Dudağımdan yemleniyor tembel at
Ellerim böğrümde Nil sahilinde
Sevdanın en netameli kaynağındayım.
3/:
Çok konuştun
Kes artık be Seyfullah!
***
Ben nihayete değin arkandayım.
Hitama eriyor kiralık düşler
Zavallı mermerlere damlıyor hicran
Kıyametim arıyor adresini
O sakin çadırın uzağındayım.
4/:
Çok konuştun
Kes artık be Seyfullah!
***
Az sonra doğacak o şanlı ayım
Dökülüyor bilmediğim heceler
Dudaklarım efsunluyor matemi
Kor taşıyor o bildik nazlı nehirler
Gül yerine kan ve irin kokuyor
Zincirleri şakırdarken mihrabın
Bense yarin rayihalı yanağındayım.
5/:
Kes artık
Konuşma be Seyfullah!
***
Cengaverler altında bir eşkin tayım
Kadim duyguların galerisinde
Bir küheylan yelesiyle yüzyüze
Atıp bin kör yılın rehavetini
Doğurgan gecenin şafağındayım.
6/:
Çok konuştun
Kes artık be Seyfullah!
***
Kavradığın yeşim taşlı kabzandayım!
Sıyrılıp yeniden Halep’e karşı
Kuşanıp sivri tılsımını akışkan ömrün
Dönemeçlerin en sonundayım.
7/:
Çok konuştun
Kes artık be Seyfullah!
Ben yanındayım...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:53 AM
Yetmezsin Ölüm
Yetmezsin Ölüm
1/:
Ölüm...
Ay ölüm,
Zifafı bir tek yaşanan,
Karanlığın saklı gelen gelini...
1/a:
Gün olsa harman yerinde canların...
Çömelse karamelek pınarımın başına
Narlı arzum üfürse ateşten saatleri
Canım damar damar sızsa toprağa
Ve kırılsa, tuz buz olsa beni tutan aynalar
Uzaktan bir kırık tel
Ağlasa acıların bölük pörçük kervanında “Oh, aman! ”
Damla damla can dökülse ağzımdan
Bir kanlı koton kefen bürünse anılarım
Nesebim batsa yedi kat, yok olsa dölüm
Sen, sen, sen! ...
Beni yok etmeye yetmezsin ölüm.
2/:
Ölüm...
Oy ölüm!
Sevdası koyu karanlık,
Nefreti ak kefen… Gelişi bir anlık...
2/a:
Kırılsa zemherinin sivri buzları
Serçeler kanatsız yemlense yağmurlardan
Zaman denen ****** atlasa küheylanlara
Kırbaçlar şaklasa cümlesine günlerin
Dünya dolu dizgin... Takvimler kıraç...
Ak, aç ve kırılgan zülüflü sufi güzeller
Diz çökse gecenin kanatlarına
Kazanlara doldurup elem, acı, ağıt ve hüznü
Ellerimi gömseler ve verseler senle el ele
Nesebim sürülse cehennemlere ezilse dölüm
Sen, sen, sen! ..
Beni yok etmeye yetmezsin ölüm...
3/:
Ölüm...
Vay ölüm!
*******in prensi, korkunun adı,
Ya da kaçışan sokakların affı olmaz celladı...
3/a:
Koyver sesini on yaşımın üstüne
Kapıp sultasını ağlayan diyarların
Dayan ağzımın eşiğine bir tiranik edayla
Çöllerime derin ve karanlık kuyular kaz
İnce uzun tünellerden taşı başımı
Uzat uzat sonbahara... Veya kısa tut hicranımı
Ateşlere harman et saçılgan saçlarımı kökünden
Sulara sar yar diye tenimi kandırarak
Asfaltlarda yay üstüme gazeteleri
Yarıl şahdamarımda narı cehennemlerle
Nesebime sürgün yaz volkanik ayazlara.
Buz kessin ağustosta tandırda dölüm
Sen, sen, sen...
Beni yok etmeye yetmezsin ölüm...
3/b
Gülüm...
Gel artık vazgeç bu sevdadan…
Ruhumu yok etmeye yetmezsin ölüm...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:54 AM
Yüklenir Omzuma Sevda Dağları
1/:
Küheylanım nallanır
Düğümlenir umutların kuyruğu
Mavilere boyanır kahverengi topraklar
Kanat çırpar dallardaki bozlağın turnaları
Altıncı parmağım bükülür
Açılır üçüncü gözüm
Tökezlerim sükûnet sahilinde
Ağı deler türküleyin acının balıkları
Yüklenir üstüme sevda dağları...
2/:
Yutar ışığımı sonsuz bir hızla
Yüreğimde açılan kara delikler
Işıktan hançerlerle yıldızlar
Saldırır donuk gözbebeklerimin yaylalarına
Biter bir kulağım daha alnımda
Kalbim uykuya dalar
Uzanır başım lacivert ovalara
“elham” ısmarlarım
Borçlu kılıp ardımdaki sağları
Yüklenir üstüme sevda dağları...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:54 AM
Yüreğim Beynime Çeyrek Çeker
1/:
Ben kimdim?
Zamanın arkasında bir yerdeydim
Belki Milattan önceydi,
Belki de İsa’dan sonra...
Yüreğim beynime çeyrek çekerdi
Bıraksaydı kara kibir elimi,
İlkbaharlar boyu sevda ekerdi.
Ve dönüm dönüm dönmedeydim umudumun üstüne.
Tespih tespihti cevap katarı
Sayıların tekerinde bir izdim
Dört kenardı bildiklerim topyekûn
Binip üç yüz altmış dereceye
Kendimi gezdim...
Acep ben kimdim?
2/:
Bura nereydi?
Zamanın arkasında bir yerdeydim
Belki Tufan’dan önceydi,
Belki de Musa’dan sonra...
Lacivert boyanmıştı bütün sarılar
Gönlüm defter boyu bir tarladaydı
Evlek evlekti mülküm yekpare
Ve dönüm dönüm dönmede umudumun üstüne
Puslu sahillerine soğuk hüsrânın
Zamanın arkasında bir yerdeydim.
Bıraksaydı kirli kibir elimi
İlkbaharlar boyu sevda ekerdi.
Yüreğim beynime
Çeyrek çekerdi...
Acep bura nereydi?
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:54 AM
Yüreğimdeki Adres Leyla’nın
1a/:
Yürüyorum Leyla'nın arkasında
Yüreğimde cehennemin adresi…
1/:
Ufuklara mıhlayıp sabırsız gözlerimi.
Ellerimi uzatıp yol diye dizlerime.
İz sürüp
Kadim evrakların satır aralarında.
Dönüp tekrar tekrar basarak izlerime.
Mihmandarım yüreğimdeki hasret.
Ve elimde çağlara teslim olmuş
Yıldızların kasvetli sesi.
Yürüyorum yüreğimde
Cehennemin adresi...
2/:
Usul usul yürüyorum
Sevdanın arafında.
Omzumu saranda tasması *******in
Elerim yapay karanlıkları boğazlamada.
Koyup koynuma infazını yargının
Korkuyla ağlamada dünyada kalan yarım.
Salyaları köpük köpük
Kudurgan köpeklerin gah önünden uçarak,
Ardına düşerek bazen iz süren kör devlerin.
Ama atlayıp birer birer yolda giden herkesi
Yürüyorum yüreğimde
Cehennemin adresi...
3/:
Yürüyorum...
Yanımda yılkı taylar yürüyor.
Bir solukta içip zamanın mahşerini.
Mihmandarın sakındığı denizi geçip,
Steplere yayarak yazgısını yılların,
Kanyonları yeniden umudumla oyarak,
Yontarak,
Acılı ve sürgün,
Ülkelerin kalbini.
Gülüyorum ölümün hududunda
Kulağımda sevdanın ılık sesi
Yürüyorum Yüreğimde
Cehennemin adresi...
4/:
Yürüyorum...
Takılıp terkisine Necef gözlü devenin.
Ihtırıp engel deryasında tespihin yüreğini.
Soluyup okyanusları,
İçip çölleri,
Her adımda çağ açıp,
Gözyaşı batağına batıp çıkarak,
Ve koşarak yorgun dizlerimin üstünde.
Zaman defterini dürerek yaprak yaprak.
Kulağımda yüğrük tayların kişnemesi
Yürüyorum yüreğimde
Cehennemin adresi...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:54 AM
Yüreğime Sardığım Yadigar Mavzer
1/:
Kırılmış kalemim orta yerinden
Karakollar nişan almış göğsüme
Kurşunkalem portremi çizmiş robotlar
Manşet atmış gazeteler günlerce inat ile
Buğulu yazgımın uluorta yerine.
Tabancamı verin bana
Tabancam nerde?
2/:
Pas tutmuş mekanizması elzem olanda
Yüreğime sardığım yadigar mavzerimin
O uğursuz kuru ses yazgıma bağdaş kurup
Usulca ve kararlı
Tıklıyor yazgımın bitim yerinde.
Tabancamı verin bana
Tabancam nerde?
3/:
Sınır boylarına yazılmış künyem
Vur emrini kesmiş gıyaben
Adli asabiyet ile asık yüzlü yargıçlar
Takılıp, sıradan bir hüviyet kontrolüne
Sabıkalı geçmişim apansız ve kararlı
Ve derdest edilişim daha sımsıcak
Beton kararların hücrelerinde.
Tabancamı verin bana
Tabancam nerde?
4/:
Bir ökkeş geçmiş ki şakağımdan anlı, şanlı
Kader yolu gibi uzun imzası ve yüreğinden kopanlar
Asılı, levhi tahtasında yavan ranzanın
Bu Ramazan bir başka Ramazan
Bir diğer Hamza bu Hamza
Sabit kalemlerle yazdıkları paslı demirde.
Tabancamı verin bana
Tabancam nerde?
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:54 AM
Zadegân
1/:
De–hey bre zadegân
Gün döner devran düşer.
Kopar kırk bin katlı ipeği talanın
Tespihler çığ olur doruklardan yuvarlanır.
O zalim bağdaşı dağların yekinir yerinden
Derinden homurdanır devleri arzın
Yazın dudakları bükülür kompleksli ovalara.
Yürür ceylan ürkekliğiyle sular
Damlalar sağnak sağnak ilenir.
Yarılır son sözünde gökler...
Öbekler talan olur hoyrat ellerde
Yıldırımlar tarar öfkesinin nükleik saçlarının
Kibirli beyinlere şimşekler düşer.
De–hey bre zadegân!
Size de gitmek düşer...
2/:
De–hey bre zadegân
Gün gelir zaman düşer.
Tel tel ayrılır yekpare sanılan hengam
Her bir teli saman uğrusundan ırak.
Sararak kozmik bir makaraya
Sabırsız saniyeler hatıralarını.
Şerit şerit düşer,
Son zaman gözlerin alasına.
Yasına oturan olmaz siyahın
Beyaz ise pulsarları şahit tutarak
Yapışır sapına her anı ayrı biçen orağın
Ve kaosun ardınca gül üfüren dudağın.
An ortasına bin bir an
Yüreğin çavlanına damardan son kan düşer.
De–hey bre zadegân!
Sana da yaman düşer...
3/:
De–hey bre zadegân!
Gün gelir mekan düşer.
Kopar derleyici şirazesinden
Gücü çevreleyen sahte ihata.
Yıkılır en sağlam tuğlasından
Terle sıvanan ehram.
Firavun ağıt bile yakamaz
Yüreğinin bölünen simyasına.
Kırmızılar griye tebdil olur
Sıyrılır ayhanın sırrı.
Salyalı bir ateşe atılır.
Ben sandığın süslü fotoğraf
Kıyameti davet eder, arsız sofralar
Damara haram düşer
De–hey bre zadegân!
Tepeye süslü dam düşer...
4/:
De–hey bre zadegân!
Gün gelir öz can düşer.
Kıvrılır üç yüz bin kanatlı ışığın dudağı
Kokar duru odalarda alacakaranlık.
Bir anlık resimler eskir ve sittin yıllık
Ölü karlar yağar can çekişen dağlara.
Bir kertenkele yalar sabahın ertesini
Nazlı kuşluk küser ihmalkâr saatlere
Bir çınar ana sanar kendini
Ve ağzı yumşak zamansız filizini
Dolgun memelerinden ateşle besler
Sesler uzaklardan bir kutlu ferman
Zaman ulak olur küheylanlara binerek
Savrulur harmanın deli yelinde bir havadis
Pis bir aralıkta dağlanır her bir yürek
Mazlum saatlerin ardından
Eyvahlıve ahlı zulüm düşer
De–hey bre zadegân!
Bir sabah ölüm düşer...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:54 AM
Aşk Devriyesinin Huzurunda
Züldar Begüme Onuncu Güzelleme
10/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Cehennem, yanıbaşındadır ehli kitabın,
Ve tabii ki sevda ehlinin.
Çünkü gayya hiç kimsenin bilmediği bir alevli aşktır.
Onun için kükrer ateşlerin aslanı kızıl kıyamet ormanlarında,
Her güneş çavdığında çorak yürekler üzerine.
Baldıran dudaklı Zü’m...
Eğer katar katar yüreklerdeki sevgi kompartımanı boşsa,
Kızar ve kükrer kızıl iblisi tecahül tandırların.
Her abanın altındaki babayiğit değildir yamaçlarda,
Kurtlar bunu bilir ve yalanır hırsla.
Katran kazanı bazen de aşk kaynatır,
Ancak kekre çalar zamansız kaynayan sular.
Sevgili Zül...
Ummanları serpse bile suların sultanı,
Sönmezler asla aşka yananlar.
Yabanıl cangılların buz gibiliği delidir,
Gün olur deli aslanın kanını yakar.
Delişmen kızı alır uzaklardan bir el,
“Gel” eden kendi gölgesi olur Ahmetistanda,
Geride bir ağaç dalına yapıştırdığın,
Sahte Yani Amerikani bir sakızın.
Eyvallah Zü...
Durulur mu artık cangılın suyu?
Durulur da başını vadiye yaslar mı bilmem.
El ele verip bir aşk devriyesinin huzurunda,
Mühürdarımızı itelemeliyiz ak kalbimizden,
Ne dersin? Bu şiirler üstüne...
İpince bir galeridir aslında yaşam be Zül,
Beynimizde kıvrıla kıvrıla bir yol uzanır,
Ancak önü görünür sonu görünmez,
Çünkü... Çünkü... Çünkü...
Olan olur o zamansız anda,
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız,
Şiir ilinin ölümsüz burcundasın,
Sen ey begüm kız...
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah buz gibi hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:54 AM
Avesta Okunur Karanlık Dehlizde
Züldar Begüme Yirmi Dokuzuncu Masallama
29a/:
Eyvallah Zü...
Alır tutar sevda,
Saçlar dolanır bileklere,
Bırakmaz bin sene aşk ehlini.
Ne olursa olsun bırakmaz.
Gönül iliklerine kadar titrer,
Ve türküye vurur kendini:
“Hele loy loy loy! ”
Bir delişmen arslan masalından doğrulur,
Dağ olup devrilir tebası onun.
Sonun başlangıcıdır bu,
Yani delirmişliğin en zır’ı.
Belli ki acıkmıştır yabani vandallar.
Kafesin kapısı açıksa vay halinize vildanlar!
Özgürlüğü bulan ölümüne bırakmaz...
Yani Zü bu yüzden Avesta okunur karanlık dehlizlerde. Gözbebekleri irileşir şakirdin. Beyazı ufalır. Sonra zifir akar şeker yerine dudaklardan. Toplantı biter. Öz yuvasına dönen vezir ilk iş olarak ne yapar bilir misin Züldar kız. Tabii ki def-i hacet. Amazon savaşçılarının başına gelenler saçlarının uzun oluşundan değildir oysa. Her gördüğün uzun saçlıya böyle üzülürsen kendine acıyacak birine rastlayamazsın. Sayamazsın aritmetiğin ipine dizilen kendilerini. Yani Zü öyle ağlamaya başla ki herkesi sular alsın. O civarda bulunan bütün ağlayanlar senle ağlasın. Ağlama sesini duymak gözleri uyandırır kış uykusundan çünkü. Oraya gelmişlerse kara donlu zangoçlar, bil ki kiliseleri arkalarındadır. Arkaları ise gözlerinin önünde.
Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldar.
Bilmezsin bütün bunları.
Bilemezsin.
Masalından doğrulan delişmen arslanı,
Acıkan yabani vandalları,
Avesta okunan karanlık dehlizleri,
Öz yuvasına dönen veziri,
Amazon savaşçılarının başına gelenleri,
Bütün ağlayanları,
Kış uykusundan uyanmayı...
Eyvallah Zü...
Bilir misin yoksa kara donlu zangoçları Züldar kız?
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:54 AM
Azazil Senkrona Keser
1/: Giriş...
Harikalar ülkesinin begümü
Nedimeler şahı Züldar'a,
Kırk bir kere maşallah...
Ah! Ah! ...
Züldar Begüme İlk Güzelleme
1a/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Sen ve ben,
Söylemeden kamus'a dair tek bir sözcük
Ama zamanın ücrasında titreyerek
Samanyolunda bir görünmez mekanda sevdakar
Ve sarı savaşlar vermedeyiz.
Şimdi buçuk nöbetindedir oysa bilcümle yürek
Ve namlusuna nisanlarla ördüğü ömrün
Yanık bir türküyü sürerek.
İçli ve ipildek
Bilir misin Züldar begüm?
Kalahari çölünde sevda çekmeyi,
Yani hiç susuzluğunu zifafın?
Deryanın ortasındaki bir katre üstünde,
Bir damla hayat uğrundaki kazazedenin
Kendisiyle didişmesini veya Zü...
Uzaklardan sinsice sızan baldıran
Ve damara akan ağıotunu memleketinin,
Karalı sevda sisinin majik tadını
Odlara yakıcılığını ya da.
Ve yavukluya acıkmışlığı emek sonunda,
Duyumsadın mı hiç ağustos gece yarısında?
Bilemezsin ve duyumsayamazsın,
Çünkü... Çünkü... Çünkü
Azazil'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız
Sen ey begümler başı güzel kız
Şimdi şiir ilinin ölümsüz burcundasın,
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah galaktik hırsız!
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:54 AM
Bakireler Ayrılır Klandan
Züldar Begüme Otuzuncu Masallama
30a/:
Eyvallah Züla...
Kovalarsa sevda,
Aşk adamı kaçar arkasına bakmadan.
Ölüm kovalarsa teslim olur.
Göğsünde gül açar ölenin,
Ama aşk ehlinin döşü delirmişliğidir.
Herkesin içindeki mahpushane yakalar,
Bir gün kaçağı en kuytu yerde.
İsterim ki ölüm yakalasın kişiyi,
Ama sevdaları yakalamasın.
Ey Zül...
Fışkıran her hücrenden arzu ise bil ki daha yaşayacaksın. Bense senden de delişmenim. Bu yüzden arzum Karadeniz kesilir başıma her yağmurda. Ve yine kızar. Alır alır çalar başını kızların eteklerine. Etek bu hışırdar tezeneyi duyanda. Kızlara geçer denizin öfkesi. Bakireler ayrılır klandan. Sarışın kraliçe memelerini doğrar tek su verilmiş kılıcıyla. Saçlarını kırpar kör bir kama ile. Üzerine geldiğini düşünmüşse amazon taifesi İskit prenslerinin. Bir sanrıdır onlarınki. Çünkü her kuş kendi sesiyle öter. Dudular ayrı. Bu yüzden, 'Ailesinden intikam almaya karar vermiş her karışık kafa kopartılır,' diye yazar tarihler. Şehzade Korkut dahil. Günlerce başı yerde dolaşmaktansa, bir kez yıldızlara bakmak daha yücedir. Düşünceli bir şekilde yürümek zordur. Beyaz nokta sayısı azalır gide gide. Sen en iyisi mi gezip dur başıboş ve tavşanleyin. Ne yapacağını bir türlü bilemiyorsa, mektep kar etmez kişiye.
Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldar.
Bilmezsin Zü can.
Başını kızların eteklerine çalan arzuyu,
Karadeniz kesilen ihtirası,
Kızlara geçen denizin öfkesini,
Ayrılır klandan bakireleri,
Memelerini doğrayan sarışın kraliçeyi,
Tek su verilmiş kılıçları,
Saçları kırpan kör bir kamayı,
Amazon taifesini ve İskit prenslerini...
Bilemezsin tüm bunlardaki gizemi.
Bilir misin yoksa aşktan sorumlu sultanı Züldar kız?
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:55 AM
Bir Varmış Bir yokmuştuk Cebeli Kaf'ta
Züldar Begüme Yirmi İkinci Güzelleme
1/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Herkes gibidir evren,
Baygın, usul, aksak ve titreyerek...
Bu yüzden yağmurlar da ağlar,
Sırf senin için son karede...
Yakınımızdayken alema uzak olan bulutlar,
Anadan doğma sis görünür oysa.
Anlatacaktın ya Zü,
Hani bir gün dağların sivri masalını.
Belki de o esrik balıkçılar avladı da
Bir varmış...
Bir yokmuş oluverdi Cebel-i Kaf'ta her şey,
Ya da Araf'ta tuzla buz kuş dilli masalın.
'Dorukların kükürtlü buğusunda
Sabahın gözü kamaşır.' derler ya...
Uzak akraba bilgeleri şaman elinin,
Ya da yaş düşer ya kumların saçlarına
Sadece bu nedenledir fiziğin titremesi Zü...
Toprak ta içinden güldüğü zaman,
Neler olur?
Bir bilsen...
Tabii ki hayata şıngır şıngır şenlik yansır.
Bir zamansız darbe de sizden olsa,
Ne çıkar oy dereler?
Siler gözlerini ağunarak aşk,
Senden artan çorakla dere boyunda.
Sana garip gelecek ama Züldare,
Çoktan beri, mesela kalubeladan...
Uçtuğundan habersiz kuşlar.
Bunu bilen bir sözcük dans eder şimdi,
Kuşların ve deryanın dişlerinde.
Ve esrik kafalı dalgaların
Bakırdan parmaklarının arasından
Yapay karlar düşer salına salına
Takvimde yeri olmayan zeminlere.
Aşktır işte Züldar kız...
O sonsuz yazgısına vurgundur
Yüreği bekleyen som hüzünden nöbetçilerin
Ve hayallerin eflatun limanlarına kanlı güldür...
Yaşlı bacalardan er kokan dumanlar kaçar,
Zifafların sabaha karşısında.
Çekilir camlarına ağıt ve umut,
Ayıplı geceyi mimleyen yıldızların.
Ağlar bil cümle yürek,
Kainatsa rutin nöbetinde o an
Adem'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız
Sen ey begüm kız
O an şiir ilinin ölümsüz burcundasın.
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah zamanı çalan hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:55 AM
Borada Arabaşı Yerdi Babam
Züldar Begüme Altıncı Masallama
6a/:
Eyva Zü...
Babam karı severdi.
Tipide tavşan avına çıkardı.
Borada arabaşı yerdi.
Babam karısını da severdi.
Her sabah yürek avına çıkardı.
Gece yarılarında uyur kalırdı.
Bu yüzden sinirli doğrulurdu yatağından rahmetli annem. İlk işi camı açmak olurdu. Açar ve dağlara bakardı. Ya Zül... Dağların türküsü beyaz olur. Buzlar da ağlar günü gelende. Sen de ağlarsın. Suların başı döner. Dönersin sen de. Her gördüğünde amaz'ları anımsayanda haykırma sakın. Çünkü... Dostluklarına güven olmaz amazonların erkekler için sanılır. Nitekim akıllı adem, buğday meyvesi taşır çantasında. Gerçi korktuğu her daim başına gelmez ya kişi oğlunun. Sözünü ettiğim her konu temeldir simyaya ve küpe sayılır memesi boş kulaklara. Ulaklara açıklanan sırlardan korkma. Bir gün ulaşır yerine. Çünkü tartışma bir kez çıkar başşehirlerde, sonra dönüşür kavgaya on bin kişilik bir ordu ile. Araya giren yoksa tarih bir forma daha artar. O günkü oyunu sen oynama begüm. Hep zulmün kazanması üzerine kurulur saatlerin zembereği. Tımar beylerinin hiçbir oğlu hazmedemez yenilgiyi. De kendisi nasıl yutar ki? Düşünsene. Öfkeyle yatağa gireni anlamak zor gelir bana. Çünkü düşler sinir üzerine kurulmaz. Kurulmamalı. Her hakana cariyesiyle yatmak yaraşır mı bilemem. Çünkü o anlarda düşer en zayıf yıldızlar. Kızlar yırtılır en ince yerinden. Kederinden tüm anneler türküye vurur. Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldare.
Bilmezsin.
Dağların beyaz olan türküsünü,
Suların başının neden döndüğünü,
Çantasında buğday meyvesi taşıyan akıllı ademi,
Sinir üzerine kurulan düşleri,
Zayıf düşen yıldızları,
Bir forma daha artan tarihi...
Bilemezsin bunları.
Bilir misin yoksa
Cariyesiyle Yatan Hakanlar Tarihini Züldar kız?
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:55 AM
Çok Tehlikelidir Simya
Züldar Begüme Üçüncü Masallama
3a/:
Zü...
Caniler çoğalırsa,
Sözü kılıçlar doğrar.
Savaşlar kenger kenger kokar bu yüzden.
Bizden zorla alınan aşklar korozyon...
Erezyon ise intihar şarkısıdır bileklerde.
Yüreklerde saklanan kan ne kadardır ki?
Say ki iki şarap kupası Zü...
Bu yüzdek korkarlar dağları titreten muharipler savaştan.
Saklasalar da bu sırlarını...
Savaşçılar, oynamak ister gül kokulu kızlarla. Onların da hakkıdır bu. Çünkü Zü kazanılan şaşaalı bir zaferdir. Vurur damgayı kançılaryada iki yüz ellinci sayfaya. Ardından kefirler içilir kupa kupa. Ben bunu bilirim Züldar ve bunu söylerim. Türkü dediğim sana dairdir zaten o kervan geçeli beri. Ama oyun arkadaşın süzülür ince ince Yemeni kahve emsali. 'Haydi.' deyince olmaz istenen. Eleklerden elenir kırık buğdaylar. Atlar için arpa dilenme zamanıdır. Herkes kendi cinsinden seçer seçeceğini. Çünkü her şey birbirine benzemez, der bilge Kahrofam. Ya da benzer bir çok şey birbirine. Dostluk kurmak gerekir insani yanıyla tarihin ve coğrafyanın ve fiziğin. 'Aslında çok tehlikelidir simya.' der İbni Sina ama... Doğrusu ya bizim gibi dürüst değillerdir vezirler ve bil cümle gök demir urbalı cebeciler savaşta. Gezerler zaman zaman kıyafet-i tebdil ile. Bir kötülük etmelerinden korkulur vakti-i hazarda.
Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldare.
Bilmezsin Zü.
Son seferde kazanılan şaşaalı zaferi,
Gül kokulu kızlarla oynamak isteyen savaşçıları,
Ardından kupa kupa içilen kefirleri,
Kıyafet-i tebdil ile gezerleri...
Bilemezsin bunları.
Bilir misin yoksa ilm-i simyayı Züldar kız?
Ah Bağdatlı hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:55 AM
Dalar Güneş Tabutu Sekineye
Züldar Begüme beş yüz On Altıncı Güzelleme
516/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Seni düşündükçe erezyona uğrar vücut illerim.
Düşünür ve üşürüm Sibirelinde.
Üşüdüğümde ise hayalini bürünürüm yüreğime.
Her ihtiyar adamın gözleri anılarına konarmış,
Masal aranırmış gençliğini özleyen gözler,
O nedenle yüreğim ve gözlerim bürünmede seni.
Ey Zü...
Teslim olalım gel aşk jandarmasına,
Kale kurmaya çalışmayalım kırık camlardan.
Toplarken düşlerimizi döküldüğü yollardan,
Ve ben ilk kez eğiliyorsam toprak üstüne,
İmdat atlıları geçer dudaklarımdan.
Dilimdeki dar'da kuşlar çırpınır.
Güldüğümü hatırlarım ölümün ayak ucunda.
Senin gülüşlerinde ise mut ve kut yan yanadır,
Ancak ben uzağına düşerim mabedin.
Ya Zül...
Dünyada her zaman altı milyar adam yaşamaz,
Aritmetiktir ki bir iner bir kalkar.
Tahteravallinin bir ucunda ben varım,
Diğer ucunda sevdam...
Dilimin tadı Zül...
Mor *******in belikleri de mora çalar.
Yıldızların yalnızlığına uzanır,
Yüreğim ve oraya sığdırdığım altı milyarlık nokta.
Anlatamadım oysa dil deryasında,
Şiirin bereketini mısralar jandarmasına,
Kimseye ve sana kendimi sığdıramadım,
Aka kesen akşamlarında kış masallarının.
Beklerken seni bir uyuyan güzel saatinde,
Sanki yağmurları beklemiş gibi olurum,
Gözlerime kurulmuş aşk istasyonlarında.
Ve güneşi saklarmış gibi
Ya da tabutu sekineye dalarmış gibi hayal...
Eyva Züla...
Gökyüzünü ve oradaki ak süvarileri
Gözünü ve kalbini kırpmadan seyredebilir misin?
Hendeseyi bir uçtan diğer uca çizen,
Işık mürekkepli kalemlerin ardınca?
Seni bilmem ama ben asla...
İşte bu yüzdendir mavinin kükremesi,
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız,
Sen ey begüm kız...
Şiir ilinin ölümsüz burcundasın.
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah masallardaki hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:55 AM
Dem Muharremertaş Zamanıdır
Züldar Begüme Yirmi Dördüncü Masallama
24a/:
Ay Zü...
Söz, bir çıtlık sütüdür.
Sağılır ve akar haziranımızın göbek çukuruna.
Uçkuruna düşkün sultanlar azar.
Boşa demez sözleri anneler.
Onların yürekleri her zaman mavi akışır.
Ve onların gözleri hem önde hem arkada bakışır. Ama bu durum gözü sarı savaşçıları hiç etkilemez sanırdım ama İskitler bunu yalanladılar. Anladılar sonunda savaş demek teknoloji demekmiş. İşin ilginç yanıdır aslında kalkan ve gürz ve şeşber ve kanlı gaddare Zü... Vezirler de söylerler aynı şeyleri divan derilende. Buyruk verilende savaş naraları türkülere nakarat olur. Bulur muharipler Muharrem babayı. Elleri bu yüzden çıtlık sütü ve bozlak şerbeti kokar. Akar annesütü. Yine de emzirirler ortalık yerde anneler çocuklarını nedense. Delice kuşları ile dost olmak delirmeyi getirir akabinde ya... Razı değilim ben buna Züldar kız. Fakat onların da aya bakar gözleri geceleyin. Yani delilerin de... Bencileyin savaşçılar da aldırış etmezler bel ki ne aya, ne de uğrun uğrun fısıldanan sert Rus kozağı şiirlere. Ama Ankara türküleri söylenmez sonbaharlarda, babaların sözlerinin üstüne. O dem Muharremertaş zamanıdır. Çöker bağlama yaylalarına. Gül derer, Gülşen derer. O öyle bir erdir ki ta akşamdan erere zifafa. 'Hu' de baba. Yoksa kan akar derelerden su yerine. Kuyular çıkrık çıkrık esef çeker.
Ancak şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldare.
Moçdavan ülkesi yakın sayılır.
Bilmezsin Kazvin neredir?
Kaç siklettir son seyyare?
Kaç eder, 5x5...
Bozon nedir?
Nedir bozino?
On birinci boyut hangi diyara açılır?
Saçılırsa ne olur yıldızlar kainata?
Bunları bilemezsin.
Bilir misin yoksa ilm-i teknoyu Züldar kız?
Ah çağdaş hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:55 AM
Dere Volkan Olup Fışkırır
Züldar Begüme Dokuzuncu Güzelleme
9/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Bırakmaz bizi bin sene geçse de yalan.
Ne olursa olsun zamanın uzunluğu,
Ve bırakmaz seni adaletli kolları vefanın.
Takılmışsa öfke düğmemiz beynimizin iliklerine.
Delişmen arzularla sarmalanmışsak,
Uysal karacanın masalını dinlememeliyiz.
Dermeliyiz dağ olup devrilen delirmişliği.
Belli ki acıkmıştır uzakta bir yabani kaplan.
Korkmamız gerek gönlümüzün kapısı açıksa.
Özgürlüğü bulduksa yitirmişizdir emniyeti. Ey kızlar şahı Zü...
Artık çıkalım içimizde saklanan kendimizden,
Ağzımıza dolanan kınalı yeleyi biçip,
Üst üste kapanan ıslak yamaçları teperek,
Öperek yağlı ve kaygan vadi yamaçlarını,
Volkan olup fışkıran derelerde,
Silelim şiirimizin pasını.
Kız Zül...
Beynimdeki kinimdi yeşeren seni ararken.
Sarımsak nilüferleriydi belki de kinim sandığım.
Ancak zamansız saatlerin kopmuş ödü idi,
Yüreğimi baldırana bulayan çağlayan.
Ama Zü, ben öfkeli yağmur sonlarını özlemekteyim.
İnlemekteyim ellerimin haram terini yalaya yalaya.
Sevgili Zü’m...
Öksüz kağıtlara damlayan mürekkepti,
Kan sandığın yazdığım mektuplardaki izim.
Yüreğimi üşütense arsız sabahların ayazıydı.
Kurşuni özlemlerdi cehennemi ünleyen,
Yani intiharın en baba vakti...
Zira şimdi cennet nere bilinmez,
Çünkü... Çünkü... Çünkü...
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız,
şiir ilinin ölümsüz burcundasın,
Sen ey begüm kız...
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:55 AM
Devrilir Zamanın Burcu
Züldar Begüme Beşinci Güzelleme
5/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Sen ki oturansın şehinşah taçlarında,
Zebercet bir sorguç misali,
Suskun ve soyku bir vakaretle...
Her yıl 365 kez şavklanırsın,
Şiir vuranda al basan yüzüne,
Kız Zü...
Devrilir zamanın burçları,
Dürülür kadim bir Yunus cöngü gibi zaman,
Biter arkada kalan bin yıl.
Kıl inceliğinde bir hayaldir benimkisi,
Kah devri sabıkta,
Bazen de döner şahmaranlar çağına.
Hayalim dönse de bir rüzgar gülü misali,
Sade bir kez bakar aslına saat.
Toynağı çamurlu küheylanın kantarması yorgun,
Her seferinde köpüklü olur ağzı Zü...
İster terkisi atın,
İster sevda ve isterim ben
Ve sen tabii ki...
Her sevdanın tombulunu kız Züldar.
Önümüzü kesen yardan kişneyerek atlayan yürektir,
Uçurumda tepinense eşkin beynimizdir.
Issız beyit aralarına dalalım mı?
Ya da sürelim atımızı ışk'ın ve aşkın eline.
Kim bilir Zü kız?
Yakalarız kara bahtını belki zamanın.
Ama yan yanaysak samanyolunda,
Sarı bir yıldız ve kara bir pulsar misali,
Çok yakındır uzak düşmemiz kendimize,
Birbirimize ise yakınlaşmamız,
Ateşle samandır atların terkisinde.
Ki o atların önü Arafa,
Yüreği cehenneme od taşır...
Bir karışlık zaman ölçüsü saharada
Aslında bir ok atımıdır fiziğe göre.
Çünkü... Çünkü... Çünkü... Zü...
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız.
Sen ey begüm kız,
Şiir ilinin ölümsüz burcundasın.
Arzın semaya hurucundasın say ki,
Yıldız yıldız...
Ah kalbi hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:55 AM
Doğar ve Ölür Beşeroğlu
Züldar Begüme Altıncı Güzelleme
6/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Bir zamanlar bir begoğlu tanıdım,
Elleri harman, gözleri tandırdı.
Arabi'den Füsus,
Zemheri'den kar ve buz okur,
Kendi adınca mersiye dizerdi imamenin altına,
Yedi katına ağardı bazen göğün,
Oralarda seni arardı benim adıma...
Ya Zü...
Onun gözü tandırdı ya,
Ben de ondan aldım tarlalarımdaki ayrık kökünü.
Say ki şu yanı göğ ekinse,
Bu yan anızdır yüreğimin bu yüzden.
Ve o yüzden aynı anda doğar ve ölür beşeroğlu.
Ya yaşananlar diye sorma bana,
Yaşanan bir şey yok ki devran aynalarında,
Onun için çark eder Mevlana,
O nedenle güneş doğar ve batar dönerek.
Ey yeşil ardıç iğnesi kız Zül...
Yani pek de yeşil çayırlık sayılmaz sevda.
Bir yanda gurub kızıllığı, öte yanda karanlık.
Rahatla ey Züldar kız rahatla artık!
Yakında bir yerlerde ve bir anda bitecektir,
Erbabına bin yıl süren yalnızlık.
Eğer en yalnız olduğunda beynimizin sol lobunun,
Ve üzerimize aşağı ağan yağmurlu bulutsa,
Omuz başlarımızı yakan yıldırımıdır halaskaranın.
Bundandır her daim kurtulma umudumuzun yeşil kalması.
Yani begümler şahı Zül...
Beynimizden gönlümüze yol çizen şimşek,
Sana suysa bizim kanımızdır damarımızda.
Bent olabilirsen yüreğimize, daha ne deyim?
Sellerini tutarak kovala sevdanı,
Çünkü... Çünkü... Çünkü...
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız,
Sen ey begüm kız...
Şiir ilinin ölümsüz burcundasın.
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah hüsbanik hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:55 AM
Güneş Zoraki Çavar
Züldar Begüme Dokuzuncu Masallama
9a/:
Eyvallah Zü...
Aşk kelebektir.
Artık çıkar kozasından,
Geleceğe dair öyküleriyle.
Ağzıma dolanan kınalı yeleyi çözer.
Sevgili Züldare yine de kanma her kelebeğe.
Üst üste kapanan kapılar,
Ve ıslak yamaçlar ziyandır ehli aşka.
Yağlı ve kaygan vadilerse anlık kar belki...
Amma ben ve bilgeler şahı bilir ki,
Her fışkıran dere çağlak doğurmaz.
Eyva Zül...
Şimdi cennet nere bile bilir misin?
Cehennem nere ya da? ...
Ama bilir turaçlar.
Güneş de bilir ve zoraki çavar.
Çünkü Zü, kahvelerini şafakta içer soylu vildanlar. Sonra fal bakar bir huri. Kader kararır. Ak bıldırcın kebapları dökülür çöle. Kum ağlar. Molozun gözü seğirir. Güneş zoraki çavar. Sabah erkenden yuvasından ayrılmışsa gılmanlar, akşama kalmaz ki geri dönüşleri nazlı ve kıvrak. Evet, kıvrak bir canavardır aslında herkesin içinde saklanan şahsi sırrı. Ama kimse bilmemelidir bunu can sağ oldukça bu cihanda. Bilene bilinmez haller olmuştur diyar-ı Lut'ta biline. Yuvası gövermiş gözler akını kaybetmiştir mavi savaşlarda geçmişin bir yerinde. Gizlice yaklaşan savaşçılar, tek başına da olsa tarihi değiştirir, derler ya inanma. Yakalanıp yenmiş olan tavşanın geride birkaç parça anısı bile kalmaz. Silinir kargacık burgacık kaderler tarihin ortasından. Öğleye doğru yürüyenin ikindiyi görme şansı artar çünkü. Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldar.
Bilmezsin.
Yağlı ve kaygan vadileri,
Kahvelerini şafakta içen soylu vildanları,
Çöle dökülen ak bıldırcın kebaplarını,
Sabah erkenden yuvasından ayrılan gılmanları,
Diyar-ı Lut'ta olan halleri,
Gizlice yaklaşan savaşçıları...
Bilemezsin bunları.
Bilir misin yoksa diyar-ı Lut'u Züldar kız?
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:55 AM
Hayal Piramitleri Kuruldu
Züldar Begüme Üç Yüz Beşinci Güzelleme
305/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Say ki kendimizdik takip ettiğimiz gölgemiz.
Dona kalan anılarımızdı ya da arkamızdaki kara çadırda.
Sokak artıklarıydı yan çıkmazdaki çöp kutusunda.
Sarhoş ömürleriydi işlettiğimiz meyhanemizde.
Neyse ne kız Zü...
Sonuçta senin ve benim alınyazımızdı,
Şahsi tarihimizin vakanüvisinin yazdığı en son paragraf.
Senin ismindi alnımdaki kitabeye kazılan Orhun anıtı.
Galiba karakaderimiz de birer tasma gibiydi boynumuzda,
Bizi izlemekteydi sinsi ve art niyetli.
Zül...
Tabancalar dayandı şakaklarımıza bir elma dalı altında,
Oysa tüm istediğimiz bir tek meyve yemekti,
Aşka dair iki tek şiir demlenmekti.
Olmadı be Zü...
Ağzımızı acıtan bayat simitlerin susamıydı,
Dün akşamdan arta kalan yoksulve kibirli bir simit tablasında.
Ya da mart soğuğuydu ilkbaharın mermer sarayında şeytan sidiği.
Ah ulan! Yine hayal piramitleri kuruldu sevdamızın üstüne,
İçi çaputlara sarılı baharat kokulu bir ölü,
Ve kitapsız firavunlara son durak olan.
O an alın terimmiş meğer yağmur sandığım akışkanlık,
Bir taşkınlık yapma zamanıydı,
Destursuz devriyelerin şahsi kurallarına karşı.
Ama Zü... Ancak Zül... Yani Züldar...
Sımsıcak arzularımdı içimi,
Ve içimdeki mürekkepli tarihimi,
Ve de mor boyalı tarihime tarih düşülen seni,
Adına tarih düşülen sana yazılan şiirimi...
(Eee... yeter be şair!
Yine yakaladın ottan bir kafiyenin saç telini,
Yani attın şiiri vitesten,
Okuyanın 'Yok ebeni...' diyesini getirme...)
Sus ve aşkı dinle!
Issız *******in ay ışığıdır aşk.
Mazlumların bereketli türkü sesidir.
Göğün beline dolanan yedi renkli kuşaktır ki beyaza keser.
Yüreğimizden akan kızıl mağmadır.
Canımızdan kazıdığımız akışkan,
Ve bilmem kaç selsiyus hararetteki görülesi kızıllıktır.
Bileklerimizin ve damarımızın son ürünüdür.
Yani Zül her şeydir aşk...
Oysa sen ve ben ölüyorduk yaşamın en civcivli anında,
Yukarıdan düşenler yanık özgürlük damlalarıydı,
Ömrümüzün son demlerinin.
Matematiğin kareleri hızlı bir yarışa durmuştu,
Gözlerimiz bu yüzden sarhoş naraları atmadaydı: He-heyt! ...
Cibril'le senkrona kesmekteydi gökyüzünde kozmik hız,
Şimdi şiir ilinin ölümsüz burcundasın,
Sen ey begüm kız...
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah esrik hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:56 AM
Hazır Olsun Sevda Sefineleri
Züldar Begüme İkinci Güzelleme
2/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Pınarın başucunda kuruyan dudak,
İstemez mi öpülmeyi?
Ya da...
Öldürülmeyi pisipisine Ciğerdelen'de
Mitolojik ışığın savaşçısı.
yani ancak kendini bitirir zaman,
Ve yağmaya sevdalı havadaki bulut.
Kaf dağında uluyan kurt ise Zü,
Boşa yorar sesini sabaha karşı.
Çünkü en yorgun zamanıdır.
Bilcümle ehli nisa,
Bedeninin kalafatındadır,
Leventlerse yarın için,
'Heyemola' avında
Yarınki demir alma vaktine,
Hazır olsun diye sevda sefineleri.
Yani elleri beyinlerine denk değildir.
Bu yüzdendir saçların halat halat uzaması,
Ensesini tıraş etmeyen herkes
Aslandır kendince ya da Zü.
Her düze indiğince kıl kopar yelesinden.
Zordur aşk ehlinin işi...
Bence ummanlar kurutmaz susamışlığını
Ve çöllerle kuşatılmışlığını
Aşık adamının hala iş iniyorsa belinden...
Ona vermek gerek bir fırsat daha,
Ve bir bardak kevser-i nil'den
O yüzden buçuk nöbetindedir
İçi masif kuma kesen saharada yürekler,
Ama... Ama... Ama Züldare...
Saçlarını tarayan bir yıldız gibi
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız
Sen ey begümler başı kız
Şiir ilinin ölümsüz burcundasın,
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah dudaksız, dilsiz hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:56 AM
İnerler Gökyüzü Ecinnileri
Züldar Begüme Yirmi Üçüncü Masallama
23a/:
Ey Zü...
Zaman çevrim çevrim çarkılır.
Devran delirir ve devrilir...
Ay yuvasından uzaklaştığı zaman,
Bir telaş alır ya yıldızları.
Ya da savaşlar arifesinde uzun gözlü kızları...
Onun gibi bir şeydir Züldar'ın ki.
Sayın ki aşağı inerler gökyüzü ecinnileri.
Elleri ışık,
Gözleri kan keser.
Burunları buhurdan keser.
Rüzgarlar eser iki yüz ellinci sahifede. Her kefede ayrı tartar zulmün terazileri. Kendi yavrularıyla oyunlar oynar Camgardam dağının kurtları. Ama ya başkalarının yurtları ve yurt içre ciğer pareleriyle? ... Bilen azdır bu durumu. Bir ben bilirim bir de Züldar kızın bilgin dedesi sezinler. Bilgece 'mır mır' döker dili ile dudağının arasından. Karasından daha iridir onun göz akı. Onunki güman. Endişesi sayın ki sultanın endişesi... Şehzadeler için ikircik duyar halife. Nasihat eder onlara bin bir gece masallarından.
Ancak dinleyene kar eder öğüt.
2x2, 4 eder ya Zü...
İşte oraya dercolur cümle alem,
Yalan yarılır ekvator kuşağından,
Sahte ozanlar ağıt yakarlar her gidene,
Ama kurur gözlerin bin yıldır harlayan lüleleri,
Elleri at ve arpa devşirir,
Son uğraşa ter biriktiren erler.
Her pervane ışığa koşar,
Yanar tabii ki...
Öyle ki acun acı ile gerdeğe girer.
Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldar.
Bilmezsin bütün bunları Zü.
Bilemezsin de doğal olarak.
Rüzgarları esen iki yüz ellinci sahifeyi,
Ve Camgardam dağının kurtlarını...
Bilir misin yoksa Züldar kız?
Ah zamane hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:56 AM
Kahraman Kehkeşanlar İlindeyiz
Züldar Begüme Yirmi İkinci Masallama
22a/:
Ey Zü,
Züldar kız...
Sarsıl ezoterik hız.
Dur beyzi yörünge.
Belert gözlerini kahinleri görende.
Samiri savaşçılarını karşıla.
Baraklara gözyaşı dik saç telinle.
Oturduğun ülkenden korkma.
Mırıldan yine lale güzellemelerini.
Usul ve gevrek ve ürkek...
Kahraman kehkeşanlar ilinde titreyerek.
İyinin kötü komşusu olmaz mı Züldar? Olur elbette. Her illette bir basil aranmaz. Ama... İşte, şu dağların altına da bir kötü kalp gömmüştür racalar ay bulutların arkasındayken belki. Say ki yuva kurmuş masallardan kaçan bir harami garval. O da kendi ülkesinin baranisini örüyordur ne yapsın? Yani hayvani bir ütopya onunkisi de. Böyle buyurur iblis.
Cengaverleriyle, satır aralarında sevda geçen şarkıları katleden kara vezir.
Rezil mi rezildir ama...
Belki de hekim-i Lokman-ı Derman'dır.
Ya da kervansaraydır bir kozmik durakta.
Derdine çare için yani.
Hani kim olmak istemez sevdiğiyle develer ıkhınca ay ışığı altında bir kuytuda? Veya Taç Mahal'in begümü ile el ele? Ya da dil dile seninle. Tılsımlı listeyle birlikte ömür sürmek ilelebed? Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldare.
Bilmezsin Zü...
Her illette aranan basili,
Masallardan kaçan haramiyi,
Hekim-i Lokman-ı Derman'ı,
Ay ışığı altında ıkhan develeri,
Ve böyle buyuran iblisi...
Bilemezsin bunları.
Bilir misin yoksa tarih-i kadari'yi Züldar kız?
Ah avare hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:56 AM
Kefir İçer Cengiz
Züldar Begüme Dördüncü Masallama
4a/:
Eyva Zü...
Ay'da, beklenen misafirdir zamanda...
Utangaç güneş de bile.
Seyyareler ağıt yakar ya kendine,
Her dönüşte coğrafyaları kabarır onların.
Zamanın sonudur,
Unutur herkes nereden geldiğini.
Ve anımsamaz nereye gideceğini kainatta.
Biz de bir dul kadın oğluyuz aslında Zü...
Bizim türkümüz de 'güzelavratotu' kokar.
Bir gün beklenmedik bir an çıkagelirse uzak bir şiiristandan. Yalın ayak. Delirir tüm ülke. Ve delirir tarlalarda gün vurgunu şesikamerler. Yuvasına dönen leylekler gibi son savaşa gidenler bile delirirler. Suların rengi döner sarıya. Dağlar kızıla çalar. Herkes gibi sen de Zü... Halaya durursun bağ bozumunda. Şıra damıtır, şarap sunarsın Nedim'e ve bana. Ya da kefir Cengiz'e. İskitler suya iner. Dalgalı saçlarını yine bir vezir tarar amazonların. Yatırıp dizindeki yalnız hanlarda. Savaşçılarla oynar görünür zaman. Çok kızar uzakta bir kahin zamana bakıp ihanet penceresinden. Araya aralık girer. Onlara: 'Sizi uyardım,' diye bağırır iki yüz ellinci sahifesinden Zend Avesta'nın. Yani kitab-ı Kadvar'ın: 'Kim ki eder, ancak özüne eder.' Kendine uygun düşmeyen ölür veya gider dönülmez yola Kaf-ı cebelden. Arkadaşlar seçilir ya mayısın altısında. Neden? Ben de bilirim ama söylemem.
Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldar.
Şarap sunulunan Nedim'i.
Ya da kefir içen Cengiz'i.
İskitlerin suya inmesini.
Bilmezsin Zü...
Bilemezsin bunları.
Gün vurgunu şesikamerleri,
Yuvasına dönen leylekleri,
Son savaşa gidenleri,
Yuvasına dönen leylekleri,
Son savaşa giden ve delirirleri,
Şarap sunulan Nedim'i,
Ya da kefir içen ve keyiflenen Cengiz'i,
Suya inen gün yangını İskitleri,
Amazonların dalgalı saçlarını tarayan kara veziri...
Bilir misin yoksa? ...
Kitab-ı Zend Avesta'yı Züldar kız?
Ah Mongolik hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:56 AM
Kişner Al Koşumlu Taylar
Züldar Begüme Yirmi Yedinci Masallama
27a/:
Yani eyvallah Zü...
Kuşlar var ya bu kuşlar,
Her sabah helalleşirlermiş yeryüzü ile.
Ben serçenin yalancısıyım.
Öylece söyledi bana ıslık çalarak,
Yer ve göğün amansız savaş tarihini.
Ve kuşların casusluk öykülerini...
Mavi ile kahverenginin oran hesaplamalarını.
Ve renk ve matematik üzerine ne varsa bir bir...
Ancak Zül... Hesap her zaman doğru çıkmaz küçük örenlerde. O yüzden öter baykuşları korkunun. Ancak kasadarlar bilir hesabı. Şah, sağlam basar yere. Nere dere, nere köprü bilir atlar. Atlı, berk kavrar dizgini. Zamanların gezgini Hızır çıkagelir. Yani Züldar kız eline geçirdiğin her cisim ağır değildir. Bir anlat, bir daha anlat bakalım kim dinler masalını? Yaralanmışsa alemdar, bayrağı düşürmek zül sayılır geridekilere. Gediklilere sırma kuşanmak bir bedele dayanır tabii ki. Hem de ağır bir bedele. Başından kanlar akan sonunda beyni ile yüzleşir bunu bil. Bağırır can acısıyla bağrından oklanan muharip. Aradaki dostluğu kur arada bir. Ki zaman işlesin. Kişnesin al koşumlu taylar. Cebeciler homurdansın. Gücünü unutarak delikanlının üzerine atılmak kime yarar ki? Yüzü yaralamışsa güzelin, ölümü arzulanır be Zü. Sonra da fırsat verilir yüreğinden yakalanmasına. Ama o kaçmıştır başka bir boyuta şimdi. Ancak şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldare.
Korkma. Bilmezsin bütün bunları.
Bilemezsin.
Yer ve göğün amansız savaş tarihini,
Mavi ile kahverenginin oran hesaplamalarını,
Korkunun baykuşlarını,
Zamanların gezgini Hızır'ı,
Gediklilere sırma kuşatan mabeyinciyi,
Bağrından oklanan muharibi,
Al koşumlu tayları,
Cebecilerin sabırsız homurdanmasını...
Bilir misin yoksa zamanın gezginini Züldar kız?
Ah gedikli hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:57 AM
Mankurt İşkembesi İşkencesi
Züldar Begüme Yirmi Altıncı Masallama
26a/:
Ey Zül...
Eskiler harp derdi,
Şimdikiler savaş...
Savaş ve ölüm iki kardeştir,
Eştir kıyımına mazlum canların,
Anaların yürek tandırında harlanmanın,
Ne tadı, ne acısı, ne de kokusu bilinir...
Can akar Zü...
Çıkmaz can.
Çıksa da hiçbir şeye benzemez kokusu.
Yalnızca 21 gram eksilir bedenden. Ne senden, ne de benden bir şey alır can alan. Ya Zü? Biz veririz. Altın tepsiler içinde hem de. İşte ölümdür bu. Su sanki. Çıkmaz akar... Can boğazdan çıkar, denir de... İnanma. Ateş üstten yakılırmış meğerse. Yani can ve ateş... İki düşman. Ama yine de iki kaderdaş. Savaşta oyalanan at, aslında kafasına mankurt işkembesi geçirir de habersiz kişner kışta, kıyamette. İşte bu nedenle bir gün ben de türkü yakacağım kendime. Ve elime yemen kınası... Oyun sırası belki bana da gelir o zamanda. Bir tartışma çıkar belki Hanya'da, belki Konya'da. Bu tür münakaşalar idman sayılır muktedir olana haddızatında. Zaten sık sık çıkar Bozok'ta Celal amcaların başkaldırısı. Belki de şu kadar yüz kere. Sonuç? Boş ver be Züldar. Böyle zamanlarda baba dostlarına sığın. Akıllı ve bilge olanlarına zahir. Onlar seni uyarır. Kayırır seni bin kişilik tımar sipahileri. Biz insanız, onlar da insan. Ancak bu kadar yakın olman doğru değildir dağlara. Yakınlık gösterilmez, görülür. Seni sevdiklerindendir yakılan türkülerin nakaratı. Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldare.
Bilmezsin Zü can.
Neden 21 gram eksilir vücutlar ölüm ardından,
Savaşta oyalanan atı,
Kafasına mankurt işkembesi geçiren celladı,
Bozok'ta Celal amcaların başkaldırısını,
Bin kişilik tımar sipahilerinin savaş ardı yasını...
Bilemezsin.
Bilir misin yoksa Bozoklu Celal amcaları Züldar kız?
Ah tarihsel hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:57 AM
Mecnunun Sesi Kuburdan Gelir
Züldar Begüme Yedinci Masallama
7a/:
Eyva Zül...
Ayağımızın altıdır yeryüzü.
Türabsa yürek toprağıdır.
Bazen tarlada serilidir,
Bazen mezarda...
Çöl, ölüsüdür türabın.
Mecnun'un sesinin bundandır kuburdan gelmesi.
Leyla'nın türküsü yanık yürekten...
Develer de olmasa vah çöle,
Vah ebabiller dostu beglerin haline vah...
Kervan ağır ağır duyumsar çölü.
Lokman'dır beklenen şimdi çadırda,
Her aralıkta kar yerine tuz yağar çöle.
Deveci başı kumlara ıkhar.
Develer ayakta kalır. Sızlanır vahaların üflemeli çalgıları kız Zül. Cümle anneler ağlar. Leylaları göz çizgisidir manzarayı belirleyen ortalama. Beglerin oğlu bile bu yaralar yüzünden hasta olmuştur ay kız. Hiçbir ilaç derdine derman olmaz yüreği sıvazlananın. Sızım sızım sızlananın acısını yine bıçaklar keser. hekimlerden birisi ise oku atan, kimden çare umulur ki? Yarayı iyice incelemek iyileşmeyi neden hızlandırsın ayrıca Zü? Yarayı açan da kapayan da kişinin kendi kanıdır. Bir merhem yapılmışsa sevgiden, ancak faydalı olur kız Zül. Uzun aramalardan sonra bulunan çare belki de umudu aşındırmıştır. Saklandığı yerden bulunup getirilen prenslerin sırmaları kopmaz mı? Kopar elbette sarı sırması ve kumral başı. Başını kestiğin düşmanın rehavet bırakırsa sana geride. Kaderler de ortaklaşa yaşanır. Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldare.
Bilmezsin kız Zül...
Sesi kuburdan gelir Mecnunu,
Deveci başı kumlara ıkhmasını bıçak altında,
Vahaların gizemli üflemeli çalgılarını,
Yarayı açan da kapayan da kişinin,
Uzun aramalardan sonra bulunan çareyi,
Saklandığı yerden bulunup getirilen prenslerin sırrını,
Başını kestiğin düşmanın rehavetini...
Bilemezsin bunları.
Bilir misin yoksa begler oğlunun çaresini Züldar kız?
Ah tıbbi hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:57 AM
Pusulası Şaşkın Gemiler
Züldar Begüme Yirmi Beşinci Güzelleme
1/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Ben otururum da son yazdığım şiirimin,
Cam kırığı kirpiklerinin eflatun gölgesine,
Ve seni can cidarında temaşa eylerim.
Demirli camlardan puslu,
Ve tahta kapılardan umutlu,
Bakardın sen de pusulası şaşkın gemilere.
Yani Zü...
Genindekilere delirir ve koşardın.
Tutamadığım ne kadar balık varsa deryada
Ve varsa yazgımın üzerinde her nice,
Hemen her şeyi beyaz olan,
Bir benim saçlarımı,
Bir şiirimizin ak kefenini,
Bir de senin kapı ardı saklılığını okşardı.
Zü... Şimdi ise,
Kırık camları kalbime batırır beyit beyit
Benim cam ardı özlemlerim.
Dökerdim oysa güneşi ışıl ışıl
Devri Kerem'de ben de suların tenine.
Islak ıslak sarılırdı her zifaf nefesi,
Ve ıslık ıslık dolanırdı,
Sarmaşığım kolları hayaline.
Camlara sinen anılarımdaki buğulu gölgelerdir,
Ve söylenenlerdir ardımsıra bohçamdaki azığım.
Ama bunlar asla belirlemez yol işaretlerini
Kalahari çöllerinde arandığım rastlantımı ve de.
Zü bela! ...
Unutulmayacaktı oysa ya da unutulmamalıydı
Kozmogonik diyarlarda sensiz geçen her yolculuk.
Çünkü... Çünkü... Çünkü Züdar kız,
O yolculukta aşk, menzili yaşamdır.
İşte bundandır yıldızların gözünün seğirmesi.
Bundan Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız.
Sen ey begüm kız,
Şiir ilinin ölümsüz burcundasın şu anda.
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah memati hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:57 AM
Zeki İle Zekiye'nin Matematik Yolculuğu
1/:
Binip sayıların sırtına
Sayısal bir yolculuğa çıkarız.
1 artı l eşittir ise 2'ye
Ben Zeki'yim.
Ben de Zeki'nin kardeşi Zekiye.
2/:
Köprü kurarız 10'dan ona.
Toplarız alayını bir kümeye
Tüm asal ve asalak sayıların
Sağına virgül koruz, soluna sıfır.
Ben Zeki'yim.
Ben de Zeki'nin kardeşi zekiye.
3/:
Binip sayıların tılsımlı atlarına
Çıkarız sihirli bir yolculuğa.
2 + 2 = ise 4'e
Değmeyin keyfimize
Ya 5 + 3 = değilse 7'ye
Yazıklar olsun beynimize.
Ben Zeki'yim.
Ben de Zeki'nin kardeşi zekiye.
4/:
Buluruz çevresini karenin
Ve ikiz kenar üçgenin alanını.
Birbirine çarparız rakamları.
Artanları çantamıza toplarız.
Oluruz bir küçük sayı çobanı
Sayıları uzayda yaya yaya
Ulaşırız şeffaf yıldızlara
2 kere 2 eşit ise 4'e
Bölünce 10'u 2'ye.
Dijital bir kelebek oluruz
Konarız 3'e, sonra 5'e
Yaştaş oluruz 7'ye
Ben Zeki'yim.
Ben de Zeki'nin kardeşi zekiye.
5/:
Binip sayıların sanal atlarına
Çıkarız matematiği fethe.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:57 AM
Semada Sultanı Veled
Züldar Begüme İlk Masallama
1a/:
Destani ve tebellür etmiş ülkelerin birinde, Todfarn diyarında oturursun sen Züldar ve Nedim'den gizemli mısralar mırıldanırsın. Baki'den salya sümük...
Ama neden titreyerek?
Ve usul ve gevrek.
Ve bir afeti devransın çarkıfelekte. Çarkıfelekse semada sultan-ı veled. Dönerek burulur salyangozvari zaman. Her an; öncenin oğlu, sonranın babası sayılır kozmoğrafyada. Bu coğrafyada her şeyi önce Kerem yakar. Yayılır mısra şiir eline sis gibi. Diline gezgin türküler dolarsın. Ve kaçkın öyküler...
Allısın Zü,
Akıllısın kız Züldar.
Bir sütdişi gümüş şamdanın vardır uzak uzak bilge ninelerinden kalan. Bir de şamdan üstüne yalan... O her yanı ışıtır da kendini ışıtamaz mavi tavanda. Sık sık şamdan altında ışıktan mısralar örerken görürüm seni. Trabzon işi...
Ama neden titreyerek?
Ve usul ve gevrek kız Züldar.
Nefesini atlas bir tül gibi hışırdatırsın poyraz cenahından. Yanar mekanın kulağındaki seda kentinin çorak anları. Anıları bıldırcınlar yer. Bıldırcınları hain kurtlar... Hırlayarak. Yüksek bir dağ hayallersin sık ve yoğun. Seyrek dallar arasına güzel bir yuva kurmak istersin kuş gibi.
Yani misali kaknüs.
Yani cebel-i Kaf'ta bir üs.
Münzevilik iyi gelir bazen beşere. Amma... Her yerde bir şey vardır senin ve benim yüreğimizi Azazil işi mengenesinde sıkan Züldar. Mesela cengaverleriyle, satır aralarında sevda geçen şarkıları katletmektedir bir kara vezir.
Rezil mi rezil?
Yani devr-i fetret Kerem'in yüreğinde
Oysa rahat yaşamaktadır şimdilerde Maraş'ta mağara ehli ve Tiflis'te keşiş. Husule gelen her iş yapanını anımsatmaz mı? Atmaz mı kanserli leylekler yuvadan el değmişini? Üç yüz elli bir dızman, ellerine eldiven bulamamanın acısı ile baş başadır Araf'ta her an. Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldare.
Bilmezsin Zü.
Nedim'in gizemli mısralarını,
Çarkıfelek semada sultan-ı veledi,
Anıları yiyen bıldırcınları,
Satır aralarında sevda geçen şarkıları,
Maraş'ta mağara ehlini,
Ve Tiflis'te hönküren kara keşişi...
Bilemezsin bunları.
Bilir misin yoksa Todfarn ülkesini Züldar kız?
Ah enfusi hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:57 AM
Sen Sırf 'Z'sin Benim İçin
Züldar Begüme Üç Yüz Beşinci Güzelleme
305/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Kaçmak daha iyi olmaz mı ensemizdeki arsızlıktan?
Yağmurların söyleyemediğini biz söylesek,
Çorak analarla kucaklaşan duygulara.
Kızları kırlara götüren çiğdemlere dil döksek...
Ey Zül...
Zaman mıydı seni benden göçürden Nil vadisine?
Ya da alnımdan koparmak isteyen karayazım mı?
Bilmem. Sen bilir söylemezsin...
Tüm cehlime rağmen divit tutar, boya içerim.
Ve Zül can...
Hep aynı şeyleri yazmaktan bıkmam ben,
Yazdığım sana ve burçak tarlalarına dairse.
Sıkıldın anlıyorum.
Arkandan koşuşan güneşi ve yıldızları,
Yazmayı sürdürmektir emelim ilelebet,
Aynı anda... Denizleri de sürüklerim
bilesin.
Ve adının arasında ne kadar nokta varsa silerim:
Sen sırf 'Z'sin benim için.
Zü'sün,
Zül'sün,
Züla'sın,
Hatta ve hatta Züldariye'sin bana göre.
Yani her dize ve her beyitsin,
Varsın yazılsın yirmi dokuz harfin her beraberliğiyle.
Ne güzelde 'G' vardır, ne de çirkinde 'Ç'
Duracaksa sarı güller her hangi bir yerde,
Aşk adamını düşlere boğan onun soylu duruşudur.
Eyvallah Züldaren,
Hatırlan mısın eskiden de güneş burdan çavardı.
Senin olmadığın yerler hariç tabii ki.
Lilaya boyanan adını en çok da şu yıldız fısıldardı.
Ve teselli için ağlardı gece yarılarında ay.
Kıyıda köşede bulduğu şiirlerin toprağı sen kokardın.
Kucağında uyuduğun bulut saçlarını tarardı.
İşte o zaman olan olur...
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız,
Şiir ilinin ölümsüz burcundasın,
Sen ey begüm kız.
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah kozmik hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:57 AM
Sinan Ustalığında Köprü Kemeri
Züldar Begüme Dördüncü Güzelleme
4/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Yanıp yakılarak tuttuğum dem zamanında,
Masif ve yumuşak ve sıcak emirdir
Baş konası bir merciden,
Kuş kanadıyla ulaşan bize.
Sinan ustalığında köprü kemeridir ya da,
Adımlanası bir kutlu merhaleden.
Zü bela...
Sevdanın çağlayanı akarsa yüzükoyun,
Necef'te bile sulanır şiir.
Eğer ki gönlümüzün delişmen
Ve boz bulanık sabırsız tasa ırmağı
Kabarır ve sığmazsa doğal kabına
Bil ki semirir sevda her ilkbaharda...
Coşkun ve kıvraktır şimdi boylu boyunca,
Yüreğimizde uzanan her deli sahil.
Ve tay gibi delimsirek Nil'dir,
Göçmen yüreklerimizin uğrak yeri.
Eyva Zü...
Kendini kollar ve bırakmazsın neden?
Bilmem ki tılsımlı kollarına,
Kan kızılı dudaklarımdaki derin vadinin.
Ve çorak çöllerine kızgın sahramın...
Galiba bir kuantum bir de ben bilirim,
Çünkü
... Çünkü... Çünkü... Zü...
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde,
Her şimdide kozmik hız,
Sen ey begüm kız,
Şiir ilinin ölümsüz burcundasın.
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah koptik hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:57 AM
Sinop Kalesinin Agnostik Burcu
Züldar Begüme Yirmi Beşinci Masallama
25a/:
Zü...
Amazon diz üstü çöker.
Ok ucu sivriltir safi bolattan.
Kurt barsağından yay gerer.
Sağ memesini keser kıvrık bir cenbiye ile. Akıllı amazonların başına gelenler senin de başına gelirse sevin. Devlerin sağı solu belli mi olur? Bulur haklılığına giden bir yolu sonunda. Ama ya gelmezse beklediğin süvari uzaklardaki Hordoman sitesinden? Annenin şimali masallarını dinle işte o zaman. Ve ağla. Bağla basiretini. Kara ban ellerini. Tipilerde tara saçlarını. Kaşlarını keten tohumlarıyla yağla. Ve otur, hıçkırıklarla ağla Sinop kalesinin gnostik burcunda. Bil ki zırhlarını karılarından daha çok seven savaşçılar, cephede nikahlanırlarmış ölümle. Bir dinlesen başına gelenleri İskender yoldaşlarının. Ölürsün. Giza'da tahnit edilir vücudun. Babil'de bir ziggurata gömülürsün. Ancak yine de 'Çok merak etme.' Derim Zü. Çoktan unuttular anneler bu masalı anlatmasını çünkü. Ama ben söze şöyle başlarım yine de: 'Kendinize mukayyet olun çocuklar.' Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldare.
Bilmezsin Zü.
Bilemezsin bunları.
amazonların başına gelenleri,
Kaşlarını keten tohumlarıyla yağlayanları,
Sinop kalesinin gnostik burcunu,
İskender yoldaşlarını,
Babil'de bir ziggurata gömülen kralları,
Giza'da tahnit edilen Züleyhaları,
Kendine mukayyet olamayan çocukları...
Bilir misin yoksa?
İskender yoldaşlarının öykülerini Züldar kız?
Ah kuzeyli amazo hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:57 AM
Son Göçmenin Türküsü
Züldar Begüme Altı Yüz On Altıncı Güzelleme
616/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Kocaman bir gökyüzü gibi unutulamayız biz.
Bağıra bağıra anlatmalıyız bu yağanın yağmur,
Yağmurun da bize ait bir ifrazat olduğunu,
Burcu burcu aşk kokmasının bundanlığını.
Ama susarsın be Zü...
Susar ve habire suskun sevdalar taşırsın ateşe,
Ve yürekler içre koygun mağmasına Ahmetistanın.
Eyvallah Zül kız...
Kırlara yeni düşmüş pembe bir sığırcık yavrusudur,
Beni ve seni yan yana çizen gagacık vuruşu.
Kıyamet otlarının üzerindeki yeşil ateş parçasıdır.
Oysa Züla can...
Güvercinlere kaçardı bir vakitler saçlarımıza,
Ve eflatun umutlarımıza kona kona...
Ama şimdi yalnızlığımın diğer adıdır palaz,
Sonbahardan arta kalan son göçmen,
Ve Nil vadisine akan kuşlar gibi ıpıssızım.
Karanlıklarda yabancı bir gözüm.
Kırık kelimeleri onaran maharetsiz bir ustayım.
Bu yüzden toparlayamadım dudaklarından son düşenleri.
Yani Zü'm...
Hiçbir zaman olmayacak bir söz dizimidir bizimkisi:
Mesela 'Seni seviyorum,' gibi...
Öyle mi ey begümler şahı?
O zaman unutur muyum seni dersin satır aralarında?
Böyle durumlarda söz gümüş olur.
Ölümse benim için en iyi liman olur bazen.
Her olmuş olan yaşam parçası ise bir hayal.
Bu hayali oyalanmalara rağmen Zü...
Şehrin ayaklarından arta kalan izlerde buldum seni.
Islandım akmayan yağmurlarda aylarca
Kokunla yağladım saçlarımı,
Ağaçlarımı naylon elmalarla bezedim...
Çekip alan beni o gölgelerden şeffaf ellerindi.
Yüzdüm parmak aralarına kurulu gökadalarında,
Cibril'le senkrona kesti o an gökyüzünde kozmik hız.
Şiir ilinin ölümsüz burcundasın,
Sen ey begüm kız...
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah yalancı hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:58 AM
Söz Arar Lisan Ustaları
Züldar Begüme Onuncu Masallama
10a/
Eyva Zü...
Beyindir aslı kişinin.
Kol bacak ve gövde vasıta.
Aslın transporteri yani,
Doğudan batıya ya da buradan şuraya...
Ey Zül...
Yüreğe dolanan ateşten parmak ise
Tutar bağlar kıskıvrak biz olan beyni.
Şu akşam üstlerinin dayanılmazlığı bundandır.
Gölgemizi beklenen yere ulaştıran aşktır,
El, ayak, bacak ve gövde değil...
Durdu, dondu, kaldı deriz ya izan için,
Kalp yalnızlığının,
Yani beyince terk edilişinin son anıdır.
O zaman yollanır güneşe yan yanalığımız.
'Tut ellerimi,' demesi ehli aşkın,
Yalnızlığın ve korkunun eseridir..
Yani Zül, en güzel sözcüğü arar lisan ustaları. Şiir piramidini kurmak için güneşe yol alırken. Bulamaz ki Zül kız. Bulsa da bilemez. Bilse de söyleyemez. Söylese de duyuramaz. Duyursa da anlaşılmaz en güzel sözcük cem-i cümle tarafından. Artık susmak düşer ozana ve aşk adamına. Dinlemekse herkese Zü. Kimse, kimsenin üzüntüsünü paylaşmak istemezmiş aslında. Anneler hariç tabii. Felaketten kaçarken Züldar, bereketi de yanında taşımalısın derim. Savaşçılarını olanlardan sorumlu tutan sultan her zaman barış kuşudur. Ya da ağacın üstünde olanlar, altında olanlardan daha mı şanslıdır sence? Kendisini yaşamayan, nerede olursa olsun koparılışına çok acır. Canavarların sesi her zaman davudi çıkmaz ki. Kimi zaman da ipince...
Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldare.
Bilmezsin Zü can...
Akşam üstlerinin dayanılmazlığını,
En güzel sözcüğü aranan lisan ustalarını,
Savaşçılarını olanlardan sorumlu tutan sultanı,
Ağacın üstünde olanları,
Ayakları altından olanları,
Bizden daha şanslı olanları,
Kendisini yaşayamayanları...
Bilemezsin bunları.
Bilir misin yoksa canavarların davudi sesini Züldar kız?
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:58 AM
Kalbin Acul Yalnızlığı
Züldar Begüme Sekizinci Güzelleme
8/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Akşamüstlerinin dayanılmazlığıdır
Gölgemizi sündüren beklenen yere.
Güneşin insanoğluna armağanı ise kendi gölgesidir,
Yani Züldare güneş yoksa gölgede yok.
Ay da durur bu yüzden güneş donarsa,
Varsa aşk ateşte var,
Hararet de üzerimizde,
Ve yüreklerimizde...
Öyleyse kız Zül...
İşte at, işte yüreğimdeki terkim,
Atla ve sür en yakın Ahmetistana.
O Ahmetistan ki koyun gözlerinin türkü yurdudur,
Babamın hediyesi olan aculluğumun,
Ve annemden miras kalan,
“Sev beni seveyim seni,” şart koşmuşluğunun,
Bıçkın delikanlı bıçak sırtıdır...
Eyvallah Zü...
Yeşiliydi son kalan sonbaharların tek tük,
Ve aşka süzülen balların acılı dibiydi,
Yüreğimde kuduran denizlerin tuzlu gözyaşıydı,
“Gitme kal,” diyen hasretimdi,
Belki de bilinmeyen kadrimin son harfiydi...
Yani önemli bir tarih parçasıydı bendeki son tortun.
Yaylalarımın obruğu Zül kız...
Bil ki hatta büzülür ve ilelebet kalırsa,
Kırılgan kalbin acul yalnızlığı o son zamanda,
Ve yollanırsa güneşe yan yanalığımız
Gel bakire yıldızların tutalım şeffaf bedenini.
Yani delişmen arzumuzu yetik kararlara bırakalım,
Ve üşümüş ellerine *******de ayazın...
Sabrımın sabırsız ölçüsü Zü...
Sevdamı ve sebatımı deneme,
İstasyonumuzdan son tren kalkar iken ne olur?
Gel ve al tut ey sevdanın arsız dızmanı,
Züldar'ı bin saplı yüreğinden ve beni,
Saçlarımız dolansın rüyanın bileklerine,
Bilirim şimdi uçmağa durdu bil cümle çavuş kuşları,
Bu yüzden dökülür mavi şerareler aşkın üstüne,
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız,
şiir ilinin ölümsüz burcundasın,
Sen ey begüm kız...
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:58 AM
Haydutlar da Merhamete Gelir
Züldar Begüme On Birinci Masallama
11a/:
Vah vah Züla...
Rahatlat ey kız kalbini.
Rahatlat artık örselene bedenini.
Bitecek belki de bin yıl süren yaşamın.
Ama işte o an başlayacak korkunç yalnızlık.
Üzerine yağan yağmur ve ağan bulut ağlayacak.
Başını yakan yıldırım haritanı çizecek.
Beyninden gönlüne yol çizilecek.
Bentler yükselecek yüreğine.
Sellerini tutacak duygularının...
Bitti işte be Zü...
İstediğin bu ise yaşamın ulu ihtiyarından.
Al ve çal yaralarına,
Merhem niyeti ile...
Yani Zül, karar anıdır şu an. Böyle durumlarda tespihin kopar ipi. Bıyıkların kaytanı çözülür. Diyar-ı güman tozar. Tarih konuşmaya başlar. Olan muharip Katkanilere olmuştur iki yüz ellinci sahifede. Beni, seni ve kralı kandırıp kaçmışlardır. Elimizde bu aptal Şah-ı Kaşahhan kalmıştır sadece. 'Onu öldüreyim,' de. Ama 'Öfkemi yatıştırayım bari,' diye söylenme. Yatışmaz. Sivrilir an be an. Yontulur her dem. Emir Sümulkoğlu, acıyla kıvranarak: 'Birazcık sabredin,' derse vardır bir bildiği. Nasıl olsa elimizde bedevilerin yaktığı kına. 'Lütfen acıyın bana,' diyene ister acı, istemezsen acıma. Çünkü bulunur bir türkü söyleyen ölülerin arkasından. Haydut Naseri merhamete gelerek, parmaklarını gevşetir. Birazcık rahat nefes alır naturel yapı. Şah-ı Kaşahhan şöyle düşünür o an: 'Bir kazadır başımıza gelmiştir. Oy oy oy! '
Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldar.
Bilmezsin ki Zü can...
İpi kopan tespihi,
Konuşmaya başlayan tarihi,
Elimizde kalan aptal Şah-ı Kaşahhan'ı,
Acıyla kıvranan Emir Sümulkoğlu'nu,
Merhamete gelen haydut Naseri'yi,
Başımıza gelen kazayı...
Bilemezsin bunları.
Bilir misin yoksa Emir Sümulkoğlu'nun acısını Züldar kız?
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:58 AM
Taylar Yetim Kalırsa
Züldar Begüme Otuz Birinci Masallama
31a/:
Ya Züla...
İşte bu attır.
Bu atın terkisi.
Ve işte sevdası küheylanların.
Tabii ki işte bu da ben...
Ancak her atlayan at değil.
Her kişneyen küheylan değil.
Her tepinen sayılmaz eşkin...
Günlerden bir gün ey Züla kız,
Issız doruklara sürdüm ben de masal atımı.
Yan yanayız Himalaya'sında aşkın.
Uzaksak terimizdeki öksüz taylara,
Ne at attır,
Ne de insan insan...
Eyvallah Zü... Her savaşta bil ki en öndeki at ölür. Arkadaki sakat kalır. Taylar yetim ve öksüz, kişnerler gizemli bir lisan ile. Yavrularını kurtaran her anne hakkeder madalyayı. Sıra kendimizde şimdi. Ya kurtulacağız, ya da kurtaracağız rüyalarımızı kurtlardan. Eğer başımızdaki bu Lombardiyan satarsa köle diye anamızı? Ve aşk adamları rüyalarında yeşillik görmeyi unutmuşsa... Süryanca'ya benzeyen bir dil ile yaz şiirini. Ehli şiirin ve on iki oğlunun yaşamı izin üstündedir. Vakti zamanında sahte şairler İbranca yerine genellikle Nunice ötüşürlerdi. Aramca konuşurlardı usul ve gevrek. Ama bilmek gerek ki can insanın cinidir. Cinse cidarından kaşıyan eldir damarı. Yavuklusunun yaşamasını sağlayan ölümle vücut vücudadır. Bütün bunlar armağandır ehli sevdaya. Yani ruhsal armağanlardır sufi aşıklara. Tan atarsa derviş divana durur bu yüzden. Madde dışı her varlık sevdaya dil döker. Asya ağunur. Bugünkü Anadolu'nun halkı gülümser. Yanalım Züldar. Ama marifetlerimizi belli etmezsek bizi ucuz fiyatla cahil birine satar diye yanar içimde uçuşan kuşlar. Ki işte ona daha da yanmalıyız ahüzar ile. Ah ile vah!
Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldar.
Bilmezsin ki Zü...
Issız doruklara sürülen masal atını,
Yavrularını kurtaran her anneyi,
Köle diye anamızı satan Lombardiyan'ı,
Ehli şiiri ve on iki oğlunu,
Bana benzeyen sahte şairleri,
Tan atınca divana duran dervişi,
İçimizde uçuşan kuşları...
Bilemezsin bunları.
Bilir misin yoksa Lombardiyan'ı Züldar kız?
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:58 AM
Uzatma be Şair Kurban
Züldar Begüme Kırk Dokuzuncu Güzelleme
49/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Başını eğdiğin zaman kan yürür yüzüne,
Saçlarının arkasından bakan jurnalist uzun yaşar.
Ya savaşlarda muhariban? ...
Ya halaskaran? ...
Ya zabitan? ...
Uzatma be şair kurban, 'kafiyeyi yakaladık diye.'
Kız Zül...
Bırak şiiri miiri...
Kulak ver bana ve anımsa,
Seni şiire miire değil bana bağlayan kafiyeyi,
O uzun yaşamların birindeydik hani,
Dört bir yanımızda uyuz bir sessizlik vardı.
Daha açığı sensizlik vardı.
Yollar haşarı çiçek ve aşk tozları içinde,
Kendi lisanıyla ağlamaya vurmuştu ikircik.
Coğrafyanın alt ucu kalmıştı ki sensiz,
Küçücük bir dua serdim dilimin üzerine
Gök yüzünün mavisine yapıştırdım ellerimi:
'Allah'ım bu kız nerede? ' diye
Ya Zü...
Öylesine karıştırdım tarihten bir bukle saçı.
Günler boyu güldüğüm saatlere yandım.
Takıldım sona doğru zamanın ve mekanın zülfüne toka diye.
Eflatun bir düş üzre uçarken rastladığımı anımsadım,
Yüreğimin kibar ülkesinin beğümüne...
Bir gün döner gelir misin?
Ya da bin gün dönmez ve gelmez misin?
Hiçbir fikrim yok doğrusu yoğurt mayalamanın ilmi üstüne,
Ve bilmem arpadan nasıl üretilir malt denilen bulamaç?
Ama şarap işte,
İşi sarhoşluk ve keyif vermek,
Aşk gibi kitapsız bir nesne işte...
Hele çakır gözlü ise meyhanenin erbabı,
Hoş geldin çakır keyfim.
Yani Zü...
Yine bir sabah vaktiydi Hurfabo ülkesinde...
Ve sen gelip dudaklarını alnıma dayıyordun ya,
Bura da neden sürmezsin ıslaklığına yanaklarımın?
Ve sen gelip gözlerini neden dayamazsın son panoramama,
Ve neden sürmezsin bu manzaranın uzun izini?
Ey Zül kız,
Bu son fırsattır sana verilen,
Sonra... Sonra... Sonra...
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız,
Sen ey begüm kız...
Şiir ilinin ölümsüz burcundasın.
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah senkronize hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:58 AM
Vahalar Gözyaşıdır Tayların
Züldar Begüme Otuz İkinci Masallama
32a/:
Eyvallah Züla...
Sevda çakıl taşını andırır,
Çağlayanın çağlamasını ya da,
Bin parçaların bütünü...
Gönül girdap ağzı...
Say ki ırmağın çıldıran çekilişi,
Kabına sığmayan aşk tansiyonundandır.
Coşkun ve kıvrak...
Deli Niller gibi kaypak.
Delişmen Kızılırmak...
Ey Zü,
'Kendini bırak' desem sana yazık,
'Bırakma' desem aşk adamına...
Kız Zü... Çorak çöllerine kızgın sahranın tay düşer ya. Yanarak, kavrularak... Biter ya birkaç yıllık yaşamı ağlayarak. Sen öyle san. Bitmez. Vahalar tayların gözyaşıdır. Bu yüzden kınalı küheylan ağzı köpürür sulanırken İçtiği kendi ciğer paresidir. Her ana bilir içtiğinin kendi kanından olduğunu. Kantarmalar pas tutar vaha suyundan. Eyerler ışılar yıldız çavınca. Köprüler esner toynakların altında. Altımızdaki tahta taht gıcırdar. Çiviler ağlıyordur belki. Belki de saltanat çöküyordur gıcırdayarak. Ağlayarak şehzadeler ölüyordur. Kim bilir? Biz de, bilimum krallar da ömrümüzün sonuna kadar aşağılık duygularının yükünü çekeriz işte o zaman. Eğer akıllıysan ey prenslerin bacısı bildir değerini bilene. Gerdak adlı vezire. Nutyano adlı beylerbeyine. Eğer saray ehline nereli olduğunu anlatman gerekirse, soranın hemşehrisi olmaya bak. O zaman seni ya bir Kodburyan şahına veya bir vezire satarlar gerçek ederini koruyarak. Rahat ederiz böylece siyahi köleler ve biz ve şah Spartaküs. Kim bilir belki özgürlüğümüzü de kazanabiliriz yeniden Zoma'da. Moçdavanistan ülkesi yakın sayılır bize. Daha sonra Latokkeli bir avcı acır sana ve kulağındaki hakik küpeye. Tutar ve azat eder.
Vazgeçer avlamaktan belki de.
Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldar.
Bilmezsin ki Züla...
Çorak çöllere düşen kızgın sahranın taylarını,
vaha suyundan pas tutan kantarmaları,
yıldız çavınca ışılayan sahtiyan eyerleri,
toynakların altında esneyen köprüleri,
Altımızda gıcırdayan tahta tahtları,
Çiviler ağlıyordur belki. Belki de saltanat çöküyordur gıcırdayarak. Ağlayarak şehzadeler ölüyordur
Bilemezsin bunları.
Bilir misin yoksa Moçdavanistan ülkesini Züldar kız?
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:58 AM
Vezirler Vezaretten Usanmaz
Züldar Begüme Sekizinci Masallama
8a/:
Eyvallah Zü...
Kükrer öfke,
Ocakta alev kükrer.
Yalanır hırsla sevda yutan volkanlar.
Ummanları serpsen bile üstüne aşk ehlinin,
Sönmezler asla zifafı ertelenen turaçlar.
Yabanıl cangılların kükremesidir işitilen.
Deli arslan masalıdır.
Delişmen kızın çeyiz bohçasıdır yüreğindeki.
Yani Zü...
Takvimin arka yüzü de dönüverir.
Durulur artık yaşlı zamanlar,
Anılar koleksiyonunu kabartınca aritmetiğin.
Kalbin acul yalnızlığı gölgesiyle oynaşır.
Yine de Züldare...
Vezirler vezaretlerinden asla usanmaz.
Her hanedanlıkta akşam zamana oturur. Güneş akşama siner ve esneyerek kaybolur gider. Ay daha ilk zifafında yıldız doğurur. Yıdız siyahını emer basma entarilerin. Zaman aşk zamanıdır. Ama yine de babam beni çağırır. Ardından annem... Uzak bir diyardadırlar oysa onlar. Sesleri gelir yine de ayan beyan. Ürperse mi tüylerim ürpermese mi? Karar veremem ama savaşçılar kılıçlarını bilemeye başlamışsa ben korkarım yine de. Sen de kork ayak seslerinin görünmeyen kaynağından ya da dere boylarında yakalanmaktan aşka. Çünkü o vurur atları ve terkisindeki süvariyi alınlarından birkaç çift su verilmiş sövgüleriyle. Yani Zül kız, anlatılan hikâye ölüm üstünedir bil ki tüm cephelerde. Çok etkilenmişlerse atlılar Düldül'den, vah atlara ve vah küheylanlara. Züldare, eğer etki fazla uzun sürerse etkili olur. Eskiden olduğu gibi diye bir şey yoktur aslında. Çünkü her şey şu anda olacaklar gibidir. Vezirlerse vezaretlerinden usanmaz hiçbir zaman. Ölüm kokan savaşçılarla oynamayı sürdürenin vay haline yine de...
Günlerden bir gün, diye bir şey olamaz yaşamda.
Zira gün bu gündür Züldar.
Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen.
Bilmezsin bütün bunları.
Yalanıp hırsla sevda yutan volkanları,
Yabanıl cangılların kükremesini,
Siyahını emen basma entarileri,
Birkaç çift su verilmiş sövgüleri,
Düldül'den etkilenen atlıları...
Bilemezsin.
Bilir misin yoksa Vezirlerin Vezaretleri Tarihini Züldar kız?
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:58 AM
Yağmuru Maviye Boyayan Kimdir?
Züldar Begüme İlk Güzelleme
1/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Bir gülümseme gibi indi dudaklarıma merhaban,
Ve bir mektuptu senden bana yazılan,
O ilk uğrun bakış.
Hiçbir zaman okumadığım bir türkü parçası...
Eyvallah Zü...
Birçok zamanlar üzerine çadır kuran,
Kadim aşkları anımsardık bardağımızdaki çaya bakarak.
Geçmiş geçmiştir bence sensiz geçmişse boşuna,
Günlerimi sana bir Torah rulosu gibi sunamamışsam.
Geleceksin diye çiğdem biriktirmiştim,
Unutmama imkan var mı kız?
Sen seversin sarışın olan her zaman parçasını.
Bilmem mi Züldar,
Kehkeşanlardaki sevecen yolculuk öykülerini,
Sarışına olan dayanılmaz tutkunun sonucunda,
Tabii ki aklımda her şey sana dair...
Yani Züm’m...
Duygularım yenilmişti bir artık savaşta...
Bu savaşta dilime karşı verdiğim,
Ve hepsi birer birer silinen imgesi şiirimin,
Bahtsız anılar içinde benimle kayboldular.
Yine de dualarımdan kalan bir parçayla avundum:
“Allah’ım bu kız niye çiğdem tarlası taşır yanında? ” diye.
Haberdar mısın? hiç kabul olmadığından...
Şimdi arta kalan gözlerim senin ve onundur,
Artık ıslak ıslak bakabilir camlara sinen,
Kahır tuvaline boyanmış hissiz gölgesine.
Avuçlarıma düşense gözyaşı değil,
Dedim ve inanmadın değil mi Zül?
Hani yağmur ve türkümüzle boyayacaktık ya
Gözlerimizdeki küçük aşk tablolarını...
Bir bulut gibi kalacaktı saçlarımızda ak ellerimiz,
Hani Zü?
Sonbaharlara ilk konan turaç nerde?
Rüzgar gibi geleceksin sandığım bıldırcın? ...
Yalnız yıldızları aydınlatacak masallar? ...
Nerde? ... Nerde? ... Nerde? ...
Dayanamaz beynim buna kız!
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız.
Şiir ilinin ölümsüz burcundasın.
Sen ey begüm kız...
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:58 AM
Yarasına Merhem Döver İlaçdar
Züldar Begüme Yirmi Sekizinci Masallama
28a/:
Eyvallah Zü...
Yüreğimizde pıhtı,
Beynimizde tortu,
Ve sahte anılarını taşırız,
Tutsaksak beyazına.
Metropolde bir karabasanın...
Oysa yüz yıllık yalandır ero...
Ve milyarlarca yıla uzanır erosun hezeyanları.
Bilir misin kız Zül? Dibekleri neden tunçtan döker ustalar? Kamaları çelikten? ... Neden? Kanıyla yarasına merhem döven ilaçdar kendi kurdunu da atmıştır canı içine. De ondan işte. Oysa Zü... Merhem yapılırsa gün ışığından, yaralar yıldız doğurur. İyileşmişsen yolculuğa çıkman yakındır Züldar kız. Hangi yola mı? Artık o da senin bahtınadır. Fakat, kendi cinsinden biriyle arkadaş olmamanın bedeli vardır bütün zamanlarda. Bazen kişi hatasını hayatıyla ödemiş de olur. Bazen cinsiyetiyle... İşte benim de korkum budur vaktin düzleminde. Anunice sahte bir dildir bilir misin? ... Çünkü ne telve savaşçıları ne de fincanın kölesi anlar lordun anlattıklarını. Yani Zü ilet mesajımı kendi klanına. Ve de ki... Çağlardan en antik çağdasınız ey ehli şiir. Sizin anlamanız gerekir Anunice’yi. Çünkü sizin ağzınızdan yayılır süt kokusu. Ve yalan. Şiir burcunun kuzeydoğusundaki bölük size aitse son şiir kimin malı sayılır? ... Büyük atalar en iyi şiir yalancılarıdır bilir misiniz? Ulusunuzun eski çağlarda yaşamış belli başlı bilgelerine biyol göz atın. Aynı anda şairdir cümlesi de. Sizin ilde oturan bir Sami halkının konuştuğu dille ırlamışlardır en iyi Mesnevilerini. Ama yine de ben benim işte. Seni seviyorum kız Zül. Bu yüzden bunda başım. Tarih yanlış yöne akar diye endişeleniyorum arada bir. Eğer akarsa yıldızlar, kim bakar meteorlara? Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldar.
Bilmezsin bütün bunları.
Dibekleri neden tunçtan döker ustaları,
Yıldız doğuran yaraları,
Lortlar meclisindeki telve savaşçılarını,
Baş lordun anlattıklarını anlayan fincan kölesini,
Şiir burcunun kuzeydoğusundaki bölüğü,
Tarihteki en iyi şiir yalancılarını,
Sami halkının konuştuğu dille ırlananları,
Mesnevileri...
Bilemezsin.
Bilir misin yoksa Anunice’yi Züldar kız?
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:58 AM
Yevmi Aşk Zannı Zamandır
Züldar Begüme Yedinci Güzelleme
7/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Ne demiştik son çayımızı yudumlarken?
Tunç bir semaverin suyunu kaynatırkan aşk yaka yaka:
'Biz kaçarken arkamızdan kimse koşmasın.'
'Sevdamız kovalasın ekvatora uzanmışlığımızı.'
Göğsümüzden iten bizi musonik iklimlere,
Umarsız bir delirmişliğin eliydi oysa.
Ancak içimizde mahpus olan cümle yalanlar,
Ve sahte yıllar yakalamıştı bizi.
Ya Zü...
Delirmiş ve inadına kefire vurmuştum ben,
Çünkü istemezdim sakin içmeyi zuhuratı.
Ayaklan sen de artık sürmeme çekilen göz ol,
Söz ol,
Saltanata karşı gelen Belh beginin dudağında,
İyi bak... Sükunetin dağında ha doğdu,
Ha doğacak son zamanın bir an öncesi.
Hücresi yarılacak bil ki,
Toprak altını mekan tutmuş beglerin
Ama fışkıran her hücreden yıldız-ı zühre değildir,
Belki de yevmi aşk ve zann-ı zamandır.
Yanı başımızdan geçen doludizgin,
Yılankavi arzuların vaktidir aşk seherinde.
Kız güzeli Zü begüm...
Gel delişmen arzularla girelim galerilere.
Beynimize dolanan ateşten parmağı emelim.
Belki de tutar bağlar kıskıvrak beni aşkım,
Çünkü... Çünkü... Çünkü...
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız,
Sen ey begüm Züldar...
Şiir ilinin ölümsüz burcundasın.
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah delişmen hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:59 AM
Zaman Devri Fetrettir Ağalar
Züldar Begüme İkinci Masallama
2a/:
Zaman ki devri fetrettir...
Zü... Ey Zü...
Atlılar gelir geçer.
Aynları ışılar ayda.
İrisleri gah bozarır.
Gahi keser parlemente.
Yüzleri kapalı, bir Gormanya işi şalla. Pek de tekin değildir bu zamanları tarihi nevayi'nin. Şiirler çalınır Hazine-i Hassadan. Türküler katledilir. Zaman devr-i fetrettir. Her anın kanlı püskülü sarkar. Düşünceler farklıdır ibis kuşlarının kentinde. O olduğu için saraylılar telaşlıdır bu gün. Atlılar gelir geçer.
Ve tepetaklak yuvarlanan yarın...
Ve devrisi gün genel de...
Kim bilebilir ki Zü?
İki kere ikinin dört ettiğini?
Değildir belki de.
Şehzadeler arasında Azazil'le en samimi olan orta boylu, enine poslu delikanlı vurgundur Züldar'a. Yani ona. Veya sana kız. Fısıldanır ağızdan kulağa bir sefer hazırlığı. Harbiye nazırlığı teyakkuzdadır. Bir komşuluk ilişkisi yoktur aslında aralarında kent Fardum ile Hotrav sitesinin. Bütün korkusu bir kötülüğe uğramaktır bundan, Züldar'ın sanırım ıssız bir yolda. Bu yüzden uzak durmaya çalışır ondan ve Lozdani tarihinin iki yüz ellinci sahifesinden. Bu konuda dikkatli olmaya çağırır karındaşlarını da. Fakat onlar, değillerdir doğru bir karar verecek yaşta. Şehzadeler de harem ücralarında hapistir zaten. Bundandır suların arsız arsız şırlaması. Ve uykusunda horlaması kralların. Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldare.
Bilmezsin Zü.
Şiirleri çalınan Hazine-i Hassayı,
Katledilen türküleri,
İbis kuşlarının kentini,
Şehzadeler arasında Azazil'le en samimi olanı,
Lozdani tarihinin iki yüz ellinci sahifesini,
Ve uykusunda horlayan kralların öyküsünü...
Bilemezsin bunları.
Bilir misin yoksa Tarihi Nevayi'yi Züldar kız?
Ah majestik hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:59 AM
Zamanın Bir Bölümü Zamansızdır
Züldar Begüme Beşinci Masallama
5a/:
Zü...
Kalem ateştir bilene.
Tandırlara eştir.
Yazgıdır ki onu yazandır kalem.
Bu yüzden derununda mağma taşır sır gibi.
Zü, karadır kalemin mürekkebi. Hammaddesi istir. İs ise mumdan. Bir de gözlerin kapkara bebeğinden. Eskilerin anlattıklarına göredir her hikayet ve rivayet ve sultanlara şikayet. Hidayet vardır bir de lisanı Hermes'te. Hermes ise bir firavun beyidir. Adında begüm olan kız da bil ki mahkumdur beg doğurmaya. Akıllı ve sıradan bir yavru annesine şehzade sayılır oysa. Buysa 'Herkes kendi mülkünün sultanıdır,' anlamındadır lisan-ı sultani'de. Kalelerinin içinde vurulur muhafızlar kesin kes. Herkes o yüzden örer burcunu serhatte. Ama Zü, albızlar kale kuramaz ki kendisine. Yek vücuttur kale komutanıyla çünkü. Yani tek beden ve tek yürek ve tek bilek... Oğluyla arkadaş olabilir mi sor bakalım Muhteşem Süleyman'a. Sana verilecek yanıt tek ve hayırdır bu sual sebebiyle. Öyleyse hayır dileyelim Züldar kız. Zamanların büyük bölümünü zamansızdır çünkü. Duydun mu? 'Satranç oynamak oyalanmaktır.' der Şehrezat'ta. Ama şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey Züldare.
Bilmezsin ki kız.
Bilemezsin bunları.
Kalemin kara mürekkebini,
Eskilerin aşk üstüne anlattıklarını,
Beg doğurmaya mahkum olan kızı,
Burcunu serhatte ören muharipleri,
Komutanıyla yek vücut olan kaleleri ve de,
Zamanların büyük bölümünü zamansızlığını...
Bilir misin yoksa Lisanısultani'yi Züldar kız?
Ah zamansız hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:59 AM
Zifafı Derceden Tahrirat
Züldar Begüme Doksan Yedinci Güzelleme
1/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Dinlesin ardınsıra beyaz yüzün,
Ve dinlensin cephede sürünen ayak izin...
Ya da bilcümle cebeci ortası,
Humbara erbabı veya...
Bir kaya ise aşk yol ortasında,
Vaktidir kaldırmanın ayak altından onu.
Haydi iş başına levazımat...
İşte Zü...
Yüzümüze düşmüşse bir zebercet damla gibi,
Yakın geçmişe dair bir ak nokta,
Son solukta, bil ki,
Harman tanesinde şarkılar esecek her eylülde.
Tarihi zifafı derceden tahrirat değil,
Kalemlerden damlayan terdir aslında.
Düşecekse dudaktan bir damla söz,
İş bize düşer...
Nerdesiniz bildiğimiz Kamus'un satır araları
İnsanlar diyemez meramını kapanınca kapaklar.
İlk biz gösterdik oysa aya arka yüzünü
Hayatın anlamını ise,
Kabirde kazılan çukurlar saklar.
Yapraklardan kaçan damar daralır,
Her uca yaklaşanda açı derece düşmez ama.
O anda bir hrcü merçtir mekan,
Rüzgarlar geçer kapımızdan,
Boz bulanık hecin develerinin sırtında.
Alabora olan sefineler kendi sırrını gömer
Gizem ve çürük aşk mezarlığı deryalara.
Sen Zü...
Martıların gözlerindesin oysa,
Zabitan yağmurlarından kaçmışsan dahi.
Akşamları saklandığın yerse,
Biliriz ki karanlığın kanat altıdır.
Sarhoşlar dostlarını gömer kadehin arkasına,
Sen ve ben de diyemediğimiz yürek yangınımızı...
Bir turna geçtiyse meyhane savranından,
Ya da bulutları yalayarak katar geçerse daha sonra
O güllerle serili Nil sahili bile
Sevgi ile güler göçmen kuşlara....
Yolun yolla yarışını koşu belirler ey Zü...
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız
Şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey begüm kız,
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah şafakta hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:59 AM
Kes Tıraşı be Şair
Züldar Begüme On Birinci Güzelleme
11/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Son misafiri de göçmüştü yıllar öncesi,
Zincirleri paslanmış zamansız ilişkilerin.
İşte bu yüzden Züla,
Örselenen sevdaların kilitleri kırıktır,
Kalabalıkları barındıran ıssız diyarda.
Yok mu sanırsın yalnız bir adam?
Çarşıda,
Pazarda,
Handa,
Hamamda... Ya da yanıbaşında...
(Kes tıraşı be şair! Yine yanma kafiyenin narına. Bilirsin ki sevmem ben hazır kafiyeleri. Yani tam, yarım, zengin ve redif... Bize göre değil anlayacağın. Ama kendi buluşumuzdur ters uyak ya da çapraz kafiye... Her nereye koysan da yakışır haspa kız. Yıldız buradan çavar şiirimde... Sen şimdi boş ver kafiyeyi mafiyeyi de elinden uçmak üzere olan kuşa dil dök. Mektubu soğutma. Yoksa yandı gülüm keten helva...)
Neyse kız Zü...
Bir yolcu gidiyorsa geniş yollarda,
Damgalı kalpler uyanır ve ağlar.
Kansa bekleyen önümüzü...
Bekleyen ve gözlerimizi tutandır.
Bitkindir o an tutuşmuş ellerimiz.
Ve biz emeriz habire aşkın zehrini.
Uykulu ve yorgunluğumuz ondandır işte.
Eyvallah Züla...
Sevdalı ve vurgun mu sanırsın kendini?
Yürürüz, koşar
ız ve düşeriz sonunda yolun,
İneriz, çıkarız kat be kat ayyuka,
Uzaklaşırız yakınlaşırız terk etmeyiz fakat
,
Bu tasalı yol sana aittir Züldar,
Çünkü... Çünkü... Çünkü...
Cibril'le senkrona keser gökyüzünde kozmik hız,
şiir ilinin ölümsüz burcundasın,
Sen ey begüm kız...
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah kifayetli hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:59 AM
Yontu ve Yontucunun Birliği
Züldar Begüme İlk Güzelleme
1/:
Hayal ülkemin begümü Züldar:
Öylece sensiz kalakalmıştı zavallı yağmurlar.
Gözyaşlarındaki ıslaklık yarık yarıktı,
Çorak tarlaların nebilerden kalma yüzü misali.
Yani Zü güzel...
Anneler bükük, ninniler kırık kırıktı.
Bana sahillere gitmek düşerdi artık,
Tavlamda kalan son kısrağı yederek,
Giderek o da hayal olduğunu demeden yok olacaktı,
Akşamlarla gelen ıslaklığını duyamayacaktım şiirin.
İşte Zü'm...
Bir melodi gibi uçuşan duygulara kurmuşsak,
Beyit ve dizelerden söz tuzağı,
Melodi ve kuşla kovalaşacağız zaman durdukça.
Çünkü yem sensin kuşlara,
Ve melodilere nota adlı sinek kovalayanı.
Eyva Züla...
Uçuşurdu sanki sayfalarımda benimde bir vakitler,
Gözlerimizi ilk açtığımızda gördüğümüz ışık hüzmesi.
Yalancı zamanlardan bir zamanda,
Bunları yazıyorum yüreğine banarak divitimi.
Ben seni sensizliğin ortasında da yonta bilirim.
Yerlerde ise çok sevdiğim kan tozu varsa hele,
Bir kez olsun harç kara bilsem artakalanlarınla.
Sonuçta Kerem ile Aslının ilişkisi de,
Yontu ve yontucunun birliği değil midir?
Kız Züldare...
Bir gülümseme olabilirdi belki eksik olan.
Yüreğime bir sarı çiçek gibi onu da fideleyebilsem,
Ne çok istiyorum bilsen zülfünden elma yemeyi,
Omuzlarında kuş ötüşleri dinlemeyi,
Yakında duyulacak özlem kuşlarının hıçkırığı.
Duyulacak ve yalancı bir yalaz gibi yok olacak.
Yalanlara kanan açık oynar aşk oyununu bu yüzden,
Kaçacak galip gelen oyunda...
Cibril'le senkrona kesecek gökyüzünde kozmik hız
şiir ilinin ölümsüz burcundasın sen ey begüm kız.
Arzın semaya hurucundasın,
Yıldız yıldız...
Ah hırsız!
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:59 AM
Salvador'la Altıncı Esved-i Nehar Gecesi
Örsün Üstüne Yatan Adam
1/:
Ay usta!
Şiir göbek adı mıdır hüznün?
Nedendir zamansız devrilmesi gökyüzünün?
Gör ki,
Çağıl çağıl geliyor üstümüze savunmasız anılar,
Takvim ve tarihin öpüştüğü kalabalık duraktan.
Sevdanın seli ise karanlıkta saklanmış,
Bir şiirdir bu nihayeti minnacık,
İfade etmez duygularını *******de yitenin.
Cengaverin biridir -ki İberikli olur kendisi,-
Bana, Savador'a, hatta kimseye göstermeden,
Boncuk boncuk alnındaki terleri kalbine akıtmada.
Oysa ne çıkar ki bu sert kayalardan güllere dair?
'Belli olmaz ey adem oğlu,
Salih'de devesini taşlardan doğurtmuştu.'
2/:
Biz henüz çözemesek de aşkın kördüğümünü,
Gönlünde dövüleni bilir örsün üstüne yatan adam,
Yivlenen ya Divriği cevheri, ya da kalbidir.
Sen ne sanmaktasın lan Salvi?
Örneğin, eziyet midir bedenine aşıkın hüzün?
Çiz bana da Salvador usta,
Divriği hangi tonuna çalar gökyüzünün?
***
Anamın kızlığından da bilirim ki,
Sağır bir demir gübresidir tandırlarda geriye kalan.
Ya cevher-i demirdir sevda? ...
Ya kılıç hammaddesi sayılır savaşan ordularda,
Ya da oksit kahvesinde üfürük tozu...
***
Lan Salvi, ben bilirim,
Öyle ise sen de bil ki,
Her hünkar günahını çökertir kaleleri almadan evvel,
Günahlarsa muhalefettir asıla.
Orta yaşın da bir ilkbaharı vardır yeşiller arasında.
Herkes kendi arzusunda kurar yaşının çadırını.
Ancak yine de zaman hiç beklemiyor,
Haydi davran Salvador...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:59 AM
Salvador'la Altıncı Tarih-i Kibar Günü
Maya'ya Düşer Salvador Mührü
1/:
Kafa bu takılıyor işte...
İkimiz de deli miyiz neyiz,
Açık et ulan oğlum Salvador?
Sallayıp şu ufuktan, bu ufka alkollenmiş elini,
Bulutlar çizme burnunla.
Bizim herhangi birisini boyamışlığımız var mı?
Galerileri dolduran suretlerin...
Yok!
Peki yüzünde yara izi olan bu şiir neyin nesi?
Belki de üşüten sibirya stepleridir bizi,
Usturaların renklerle dansı değil.
Kafa bu takılıyor işte...
2/:
De bana lan Salvo! Bir süre sonradır her yaşadıklarımız. Bu yüzden atlıların üçüncüsünün kuyruğu üç yerden düğümlüdür. Ya da saltanat mührü yere düşmüş olabilir mi? Olabilir. Her şiirin altından da altın madeni çıkarmış? Ya sence? Olabilir. Dördüncü kişidir üzerinde durduğum benim. Örneğin, neden sarı saçları? Ya şu, keten saçlı kavim artıkları? Şairin ortaklık teklifini kabul etmeyerek yoluna devam etmiş mi çizen adam? Olabilir. Bana göre, kendi kendine şöyle düşünüyormuş belki de: 'Şimdiye kadardı katarlara ulanmışlığım galerilerde. Bundan böyle, hep birbirinden değerli olacak yaptıklarım seher zamanı. Bir de maden ocakları ortaya çıkmıştır renk ve ahenkler diyarında? Olabilir. Herhalde sıra altından sonra elmastadır? Onlarla ortak olmaktansa ölürüz. Sence? Desene, elmasa tek başımıza sahip olmayı isteriz mi? Olabilir. Dördüncü Şahmaran şehinşahıdır şimdi mayada mayalanan. Ya da elmas bezeli hayalleriyle yoluna devam ederken şu kenardaki iyi betimlenmemiş. Olabilir. Bana göre bir süre sonra atlayacak şiire. Neticede onun da mührü yere düşmüş olacak? Olabilir. Toprağı heyecanla kazmıştır belki de Gogh? Fakat hayal kırıklığına uğramış mıdır sence? Olabilir. Çünkü onun nasibine de bir demir madeni çıkmışmış duyduğumca? Olabilir. Bu durum karşısında yalanır karşı vilayetin yerlileri. Olabilir. Ya diğerleriyle ortak olan tuvaller? Orada olmadığına çok pişman olmuştur kanımca Karacaoğlan? Hemen geriye dönelim mi? Elden geçirelim mi şiiri ve resmi? Olabilir. Ya da güzergahta geviş getiren muhariplerin aramaya başlamış olabilir mi Cenova lortları? Olabilir.
3/:
Öyleyse niye? Ne diye?
Dövüyorsa biri sevdasını Cenovan'ın
Ya da bu yanlarda bir göçmen obasının...
Ya yazmak,
Ya da çizmek düşer bize Maya'nın özünü gayrı.
Ya da kuvantumun kızıl gözünü oymak tuvale..
Sonuç mu? Al işte!
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Davran öyleyse...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:59 AM
Salvador'la Atmış Yedinci Zaaf-ı Nihan Gecesi
Pantone Sarmala Düşer
1/:
Bil cümle zadeganı sevda destanlarının,
Mor taylara binip yağmurlarla geldiler.
Dönemeç öncesinde bürünerek alacalı ışkırlaklarını,
Selamlamaya durdular renk ve harf kuşlarının süvarilerini.
Sen ben ve de inatçı bir Kolombus marranosu,
Açarız Küba açıklarında,
Ki bir güle benzer her itirazı tayfaların kaptana.
Yana yana bir dönümü daha tamamlar şiir,
Pantone sarmalına düşer fasit dairelerin...
***
Dönemeci dönünce...
İşte o kubik şehir!
Samur baranili kralların sulak deltası tekerlenir,
Nehirlerin şiire kavuştuğu renkli sahillerde.
Az sonra buradayım,
Bekle sabırla beni can Salvo.
Şimdi Tatar süvarilerinin önlerindeki kaçkınlar,
Ve ateşle beslenen buzların Kafkasya'sı,
Yaralarına şiiri merhem edip sürecektir çare diye.
Bundandır gözlemesi yollarını,
Söz ustası Lermit'in katırını,
Kurtuluşa umutlanmasa da haçlılar.
(Bırak göğüslere salip çizmeyi,
Senin misyonun başka...)
***
Ay can!
Son Leyla'mdan ayan beyan aklımdadır ki,
Sevdayı içemeyenin dudaklarında aşk artığı ne gezer?
Sen ki can Salvo,
O tuzlu tadın sihrini ve rengini bitirmişsin,
Ve doyumsuz tortusunu yalarsın ya zifafını tuvalin,
Öykünmektir muradı fakirin sana bu hususta.
Lan Salvador usta,
Desene tuz hangi tonuna çalar gökyüzünün?
2/:
Söz Baki'dedir.
Şimdilerde cengaverin biridir gezinen dil cephesinde.
Sihir ise fakirdedir.
Zümrüt renkli bir yeşim taşının üzerine çiğ düşer,
Say ki manzara aynı manzara.
Şiiri ve acıyı dalından koparmak,
Ve sürünmek yaralarına daha da azsın diye.
Niye (mi?)
İşte eyle...
***
Bir yol yokla kendini,
Zor gelir mi ki zatına nakarat terziliği?
Bir dene istersen cebirden renk çıkarmayı mesela.
Herkes hazmedemez amma,
Minnacık bir andan asır emilir mi bir düşün?
Tabii ki evet!
Ama tıpkı Karun sarayları gibi kokarsa zaman,
Renkler galebe çalmıştır griye ve bozguna bil ki.
İşte böyle demlerde nedense ölen boz değildir sadece,
İşte dönüyor sık sık demir ve pas birbirine,
Bir de yetenek büzülüyor.
Haydi davran Salvador,
Şair üzülüyor...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:59 AM
Salvador'la Beşinci Kibar-ı Bikibar Gecesi
Bir Kerem Bir de Turna
1/:
Kerem der ki:
'Karanlık gökyüzünde turnalar bölük bölük,'
Öldük bölünerek mitoz bıçağının diliyle ikimiz,
Ay usta!
Alaimisemanın lisanınca duaya durup ayrıştık.
Ve bu yüzden tel tel üleştik renk ve şiiri.
Turnalarla yarıştı Akdeniz bir uçtan diğer uca.
Bir tek La jakont'un dönüşü bağladı kalbimizi,
Tam bin yıldan sonra geri, liman babalarına...
Ama Salvador'un maharetli elleri,
Resmetti aşkı sentetik ebemkuşağıyla plastik tuvallere...
Estetiği yuttu meridyenleri gölgeli günün...
Lan Salvador usta dehele,
Yalancı plastik hangi tonuna çalar gökyüzünün?
***
İkisi de bir tiranın divanından süzülme kural,
İkisi de ilişiyor helecanlı ve usulca,
Stepleri sevda ile boyayan gönlümüzün kanatçığına,
Bir Kerem bir de turna.İkisi de birbirine uyuyor...
(Uzatıyor rengarenk ellerini Salvador.)
2/:
Düğüm atıyor yazgımıza,
Siyah zülfünün teliyle 'İdris'vari bir gece,
Çamlığın başında bir tütün o sırada,
Ham bir meyve koparılıyor dalından,
İlişiyor gecenin küçücük aralığına.
Karanlık kuzgunlar dolanıyor ayağına türkünün...
Lan Salvador usta gece hangi tonuna çalar gökyüzünün?
Ay usta!
Şiir göbek adı mıdır hüznün?
***
(Uzatıyor rengarenk ellerini Salvador...)
Uyanıyor yetenek,
Şiir harlı bir aralık ocakbaşında mırnav misali,
Gözkapaklarında kurşundan safralar asılı,
Ahenkle mırıldıyor...
***
'Uzatma yolumuzu ey karanlık,' diyor,
Ve dayanamıyor artık bu hasrete yoldaşım,
Çünkü o vurgun ve sevdalı deli yıldızlara,
(Uzatıyor rengarenk ellerini Salvo...)
'Hah işte bir yıldız daha kayıyor! '
Haydi davran Salvador...
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 10:59 AM
Salvador'la Beşinci Nev-i Kibir Günü
Şiiri Geviş Getiren Muharip
1/:
Saltanatın anlamsız olduğunu ben bilirim,
(Son yazdığım şiirle ayan beyan.)
Belki sen de bilirsin,
(Son darbenle ufukları birleştirirken...)
Ya kendisi sultanın? ...
(Biraz sıyrıldı contam işe şimdi.)
İkimiz de deli miyiz neyiz,
Ver büyük sırı ulan oğlum Salvador?
O anda bir tasma bulur belki tarih.
Dışından kimse bakmaz içerden yazılanlara.
Saltanatın anlamsız olduğunu belki bilir kendi de her sultanın.
Vazgeçer uygarlık sivriltmekten çağ açıp kapar iken.
Açılan çağ değil, mavidir bulut kapılarından,
Desenli örtülerin arasından sıyrılansa gece hayatı,
Ve koca bir fırça ısırığı tuvalde magentadan...
Ver artık büyük sırı ulan oğlum Salvador?
Bak akşam oluyor.
2/:
Ricamdır. De bana lan Salvo! Kendisinden maden damarı çıkan adamdır merakımı celbeden. Siyah kehribar tespihlerin sema dönmesi neden? İlkeler lortlarına: 'Eğer, razı olursanız üleşelim şiiri,' demiş mi? 'Hatta benimle ortak olabilirsiniz beyitler tomarına.' Ha? Yok, Nabi değilsen sen bilirsin,' demiş? Var mı duymuşluğun? Sanmam. Ama ben sanırım ki keten saçlı kavimlerin de başlık ister üşüyen sohbetleri. Belki de bu teklifi kabul etmemişlerdir komisyoncular: 'Biz de kendi nasibimizi arayacağız,' diyerek er kişi niyetine devam etmişlerdir kader imamesinin ardınca. Ha ne dersin? Sanmam. Bir süredir ilham. Gelir ve gider. Her yol yüründükten sonra ölçülür. Yorgun bacaklar toz, gönüller gümana batar. Ha bu arada, ülkeler ortasındaki tampon bölgeye birinin anıları, bir diğerinin mührü düşmüş? Sanmam. Orayı da kazmışlar hışım ile tacirleri türkünün? Bu defa bir gümüş madeni çıkmış tampon alandan? Sanmam. Mührü düşen kişi Süleyman... Diğer ikisi şiiri geviş getiren çöl şairleri. Diz çöker ve deyiş yakarlar çöl muhariplerine. Ve ilki döner kehribar tespihlerin. Bedevi lortları gibiyiz ikimiz oysa. Şairler ve bedeviler ortaklık teklif etmişlerdi bize Kenan'da? Aklımda öyle kalmış. Doğru mu? Sanmam. Fakat önerileri kabul edilmemiş banal bir akit ile bedevi şairlerin? Böylece geriye kalan iki kişiden biri hayin, diğeri Fizan'a tayin olmuş. Asırlardır bekleşen kel tepelerde osminyum bulmuşlar madenciler hidrojen bombalarına. Kaskı tüylü savaşçılara gün doğar öyle ise. Ve bayraklar yakılır bulvarlarda. Ormanlar ihanet tilkisini orada bırakarak tutuşurlar. Anımsarım bunları bölük pürçük... Ve duydum ki ağaçlar er kişi niyetine devam etmişler yollarına? Çöle doğru... Doğru mu? Beynim yorgun evlat, biraz düşünmem gerek.
3/:
Öyleyse niye? Ne diye?
Boz renkli keten saçlı kavimlerin bu teklifi?
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Bilmeliyiz resim ile şiirin kardeşliğini.
Hayallerimizi siftimeliyiz.
'Bence de...'
Davran öyleyse...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:00 AM
Salvador'la Bin Birinci Ahmed-i Yozgatyan Gecesi+
Kamburdur Üstümde Everest Ağırlığı
1/:
Karındaşım,
Kahrı ve kın kanatlı bir şiiri geveliyor,
Abanoz bir dibekle dövüyordu hırs ile gökkuşağını,
Sinirli bir yele veriyordu bir Molla Kasım,
Melul gözlü Yunus'un altın tozunu o an.
Yüzünde acı ile harlanmış yarı yanık bir aşkla,
Gözlerinden yaş terliyordu yoldaşım çerçeve tabanında,
Yağız küheylanlar gibi kişniyordu yalnız ******* kurum tavlasında,
Bizse yavaş yavaş oynaşıyoruz karanlıkla iki savaşdaş gibi,
Görüyor olan biteni Salvador,
O Töton tarihçisi ise görüp göreceği her şeyi,
Bir vakadar titizliğiyle kayda geçiriyordu:
Bap bilmem kaçında orta çağın...
Yüzünde ise kara gecenin is ve karakurum,
Ne utanç ve ne de ikircikli bir allı gelin türküsü dolaşıyor.
Haydi davran Salvador...
Bin Birinci Ahmed-i Yozgatyan Gecesi başlıyor.
2/:
Gerekende biz, bir başımızayız en ortasında karanlığın,
Acar yalanmalarla atlıyoruz bir bilge gılmanla şiirsel kuyulara,
Ve ölümcül sevdalara terkimizde köyden kalık yavuklularla.
Taylarla birlikte hız hıza büyüyor yemyeşil söz fidanları,
Ve çıldırmışlığın özgür havasını harman ediyor harmoni,
Ben ve diğer insanlar donmuş gibi takip ediyoruz yüreğimizi,
Ve arkamıza gerdiğimiz serendipli gölgelerimizi.
Açız ki sormayın biraderler, kıyamet acısı damaklarımızda sanki,
Yemişliğimiz bir yabani ahlattır hepi topu genetik çağın başlangıcında,
Ya da yabani ve nostaljik birkaç alıç Yunus tepelerinde,
Az evvel yani bin bir yıl önce...
***
Ey renklerin ve boynuzların sivri şahı,
Terk etme ne olur köprü başında topallayan tayları,
Lunapark bekçisi mavi gözlü veletlerle bir olup,
Gözlerinin ıslaklığını saklama cenaze alaylarında,
Hani koşmayı hatırladıkça buhurdanldan imbiklenmiş şiirler adımlarsın ya,
Sözün sihir, sihrin zafer olduğu aşkın kıraç yamaçlarında,
İşte oralarda saklanır renkler, hüzzam kentlerinden kaça kaça.
3/:
Serendipli bir yosmaydı anımsadığımız en son,
Şiirin basma yorganının altına kayan arzunun somutlaşmışı,
Çengel kaşı kahverengi Hint kınasıydı,
Arkası Tamil cengaverlerinin en hırslılarıyla örülü...
Merakla koşuşuyorlardı mağma hamamının çevresinde.
Kask gibi bir kamburdu sanki üstünde bir everest ağırlığınca,
Eylül vurgununda ölen bir kadersiz racanın karısı olması.
Yani zamansız ölüme tutsaktı ve de izansız bir töreye...
Ben ağlıyordum acılarımın seline düşüp ancak iki mısra hacmince,
Kendince, karşı köşedeki döşü kirli bandit bana bakıp gülüyordu,
Düşteydim ancak yüreğim sökülüyordu paslı bir kerpetenle.
Sihirli bir sahra aşkı genlerinde yoksa eğer, mahpus sayılırsın sen de,
Ey çift tırnaklıların lordu...
Yordu bu oyun beni insanlığın boş arsasında.
Sen çiz tenini en pembesiyle, en iyisi, ben de beni yazayım,
Kıyamet öncesinde arasata kuyular kazayım yüreğimi düşürmek için...
***
Gör artık ey boğaların lordu,
İşte o köşedeki döşü kirli bandit sana da bakıp gülüyor,
Gece anaforlar ile soluyor aşık olmanın son saatlerinde,
Haydi davran Salvador,
Yalancı şairler elinde kocuyor şiir ve renk,
Hayın ve yapay sevdaların kahrından haraboluyor ahenk...
Bin Birinci Ahmed-i Yozgatyan Gecesi başlıyor.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:00 AM
Salvador'la Bin Birinci Apokalipso Gecesi
Kamburdur Üstümde Everest Ağırlığı
1/:
Karındaşım,
Kahrı ve kın kanatlı bir şiiri geveliyor,
Abanoz bir dibekle dövüyordu hırs ile gökkuşağını,
Yele veriyordu bir Molla Kasım,
Yunus'un altın tozunu o an.
Yüzünde acı ile harlanmış yarı yanık bir aşkla,
Gözlerinden yaş terliyordu yoldaşım çerçeve tabanında,
Yağız küheylanlar gibi kişniyordu yalnız ******* kurum tavlasından,
Bizse yavaş yavaş oynaşıyoruz karanlıkla iki savaşdaş gibi,
Görüyor olan biteni Salvador apokalipso pertavsızından,
O Töton tarihçisi ise görüp göreceği her şeyi,
Bir vakadar titizliğiyle kayda geçiriyordu varaka varaka:
Bap bilmem kaçında orta çağın...
Yüzünde ise kara gecenin is ve karakurum ve aşkı memnu,
Ne utanç ve ne de ikircikli bir allı gelin türküsü dolaşıyor.
Vakittir, haydi davran Salvador...
2/:
Gerekende bir başımızayız en ortasında karanlığın,
Ve apokalipsik bir gecenin bekareti yaralı gelinleriyiz,
Atlıyoruz bir bilge gılmanla kol kola şiirsel kuyulara,
Ve ölümcül sevdalara terkimizde köyden kalık yavuklularla.
Taylarla birlikte hız hıza büyüyor söz fidanları,
Ve çıldırmışlığın özgür havasını harman ediyor harmoni,
Ben ve diğer insanlar donmuş gibi takip ediyoruz,
Arkamıza gerdiğimiz serendipli gölgelerimizi.
Açız ki kıyamet acısı damaklarımızda,
Yemişliğimiz bir yabani ahlattır hepi topu,
Ya da alıç Yunus tepelerinde,
Az evvel yani bin bir yıl önce...
***
Ey renklerin ve boynuzların sivri şahı,
Terk etme ne olur köprü başında topallayan tayları,
Lunapark bekçisi mavi gözlü veletlerle bir olup,
Gözlerinin ıslaklığını saklama cenaze alaylarında,
Hani koşmayı hatırladıkça şiirler adımlarsın ya,
Sözün sihir olduğu kıraç yamaçlarda,
İşte oralarda saklanır renkler, hüzzam kentlerinden kaça kaça.
3/:
Serendipli bir yosmaydı anımsadığım en son,
Şiirin basma yorganının altına kayan arzunun somutlaşmışı,
Çengel kaşı kahverengi Hint kınası,
Arkası Tamil cengaverlerinin en hırslılarıyla örülü.
Merakla koşuşuyorlardı mağma hamamının çevresinde.
Kamburdu sanki üstünde bir everest ağırlığınca,
Ölen bir racanın karısı olması.
Yani ölüme tutsak ve de töreye...
Ben ağlıyordum ancak iki mısra hacmince,
Köşedeki döşü kirli bandit bana bakıp gülüyordu,
Düşteydim ancak yüreğim sökülüyordu.
Sahra genlerinde yoksa eğer mahpus sayılırsın sen de,
Ey çift tırnaklıların lordu...
Yordu bu oyun beni insanlığın boş arsasında.
Sen çiz, en iyisi, ben de beni yazayım,
Kuyular kazayım yüreğimi düşürmek için...
***
Gör artık ey boğaların lordu,
Köşedeki döşü kirli bandit bana bakıp gülüyor,
Gece anaforlar ile soluyor,
Haydi davran Salvador,
Kocuyor şiir ve renk,
Haraboluyor ahenk...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:00 AM
Salvador'la Bin Dokuzuncu Telbiye-i Kevser Günü
Pantone Renkler Diyarına Saldırı
1/:
Ha hüzün,
Ha sultanlık...
Tıpkılaşır her ikisi de,
Eğer menciliste şiirse söz konusu.
Kokusu cümle alemi sarar kekikli nakaratın.
Bir kır atın sağrısına tutunur pantone renkler,
Peş peşe karınca bacaklı fillere binerler,
Sopa boyunlu, Servantes tasvirli cengaverler...
Yoldur gider diyarı Portugal'a,
Avazdır, 'Oley oley! ' yankılanır arenalarda...
***
De bana lan Salvo! Bir zamanlardı hüznün sultanlığı... Kıt ve kanaat. Sanırım Azerbaycan'daydı husumet haritaları. Çizim çizim fiziki, pençe pençe beşeri ya da idari... Rulo ve sanrı saklı izbe çalışkanlıklara ara verilmişti. Kuzey yurdunun rüzgarları sert eser. Oysa kesik memeli amazonlar kentlerinden sabit aşklar atıyorlardı taşraya. Sakar teslimiyet grubundan birisindeydi kalem. Habire donuk kafiyeler kırıyordu harfler ağırlığınca. İşte bütün bunlardı bana söylenen renklere bine bine. Buralarda kartezyen ahlak sahibi bir kişi ile masallarda zenne rolü yapan bir delikanlı varmış? Bir de bu işittiklerim. Ne dersin bu hususta? Üzgünüm. Anımsamıyorum hiç. İkisi de çok iyi kuyumcuymuş sözdiziminde, A ve Be ve Ce sırasınca. Hatta sahte küpeli kulakların sahibesine vurgun muydu kalbin biri? Anımsamıyorum hiç. İşleri de yolunda gidiyormuş servet ehlinin? Anımsamıyorum hiç. Böylece rahat bir hayat sürüyorlarmış bütün kunduzlar? Anımsamıyorum hiç. Bu iki keten saçlı savaşçı içmişler bozgunu ve şarabı. Ardından o ölü kavmin zamanla işleri bozulmuş? Anımsamıyorum hiç. Çok yoksul bir duruma düşmüşler zamanın bir eli yağdalıları? Anımsamıyorum hiç. Bu durumdan kurtulmanın bir çaresini aramaya başlamışlar diğer eli baldalılar? Anımsamıyorum hiç. Sonunda başka bir dağlı erk olmuş vilayette. Düşük vites rahipler sitesine gitmeye karar vermişler? O ve o. Anımsamıyorum hiç.
2/:
Öyleyse niye? Ne diye?
Donuk kafiyeler kırıyordur mersiye ehli?
Kartezyen ahlak sahibi bir kişidir ki,
Neden mezar taşlarına yazar ilk ve son deyişini?
Masallarda zenne rolü yapansa,
Hünkarlar hünkarının diline düşer...
İçmişlerse erdemsiz bir bozgunu ve şarabı o hünkarlar,
Rahipler sitesine dua dilenmeye giderler zaman gelir.
Ya biz neden buradayız ey buğday tenli İberikli?
Bence acilen biz de gitmeliyiz...
Ulan oğlum Salvador neticede ikimiz de deliyiz.
Davran öyleyse...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:00 AM
Salvador'la Doksan Üçüncü Kefir-i Esrik Gecesi
Teslis; Bilek, Yürek ve Resimdir
1/:
Ay can!
Uysal uysal yürümeye durduğu zaman takvim,
Başlar atlaslarda nehir çizimleri kızarmaya,
Şimdi keyifdar kefir yudumlama,
Ve rubaik şiirler ırlama vaktidir.
Çünkü bilek, yürek ve resimdir teslis.
Ahenk cebellerini aşan güçse, demir rengidir her an.
***
Ademoğluyuz türkü çığırmasını severiz yeşil zümrütün,
Ama bahçemizdeki ağaçların yaprağına dalındaysa vurgunuz,
Ya düşmüşse mezara bir ölgün hazan kınası...
Ağlamamız bir başka sabaha kalmaz.
Zira bilek, yürek ve resimdir teslis...
2/:
Ey yıldızlar!
Hudutsuz lacivertimin yavrusu bağınızdadır,
Yani korumanızdadır sarışın kızlık kaçak avlanmalara karşı.
Cengaverin kibiri güdük kalır sizin mazbutluğunuzdan,
Bu yüzden döner ok ve kendini vurur,
Yani avcının ellerini kınalar kendi rengi.
Ve de zenaatkar zencefil kokulu bir tabakla sunar,
Zamanlı veya zamansız dilimlenen kalbini alıcısına.
Ya da salkım saçak sararır kaderi uzay kızlarının,
Hünkarsa reformunun arkasından bakıp avunur boşu boşuna,
Bize güler oysa Floransa'nın muzip zangoçları ve taş şapelleri,
Bil ki senin ünün ulaşmamıştır henüz manastırlara.
Lan Salvador usta,
De bakem, reform hangi tonuna çalar gökyüzünün?
Ay can!
Haydi davran Salvador...
Bilek, yürek ve resimse teslis,
Neye yarıyor ki beyin?
Eşiniyor estetik bak ve anla.
Ya şiir ne güne duruyor?
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:00 AM
Salvador'la Dokuzuncu Teslim-i Kevser Günü
Ebemkuşağı Dağından İniyoruz
1/:
Yolculuk sürüyor alaimi semada,
Ağır aksak,
Yani kahır kasislerinde düşüp kalkarak...
Ve kastanyet türkülerine sığınarak...
Sisler arasında yitik anılardan bakıyor bir çift göz,
Söz, arabesk bir ilanı aşka kayıyor yıldız misali,
O kasvet çiçeği gözleri anımsamalıyız bir yerden,
Mesela aşklara müdahil arsız Madrit'ten...
Ya da Yozgat'ın tezek kokulu bir köy evinden.
Ya benim unuttuğum otuzuncu sevgilim o,
Ya da Salvador sana ait son peyzajdaki sarılı kıza...
(Lan kitapsız) Hatırlasana!
2/:
Dur durduğun yerde be usta!
Günlük spekülatif krizim tuttu gene...
Mahareti sırtlanıp ustalık aksak ve ağır,
Ebemkuşağının kambur dağından iniyordu ya hani,
Kafam karışıyordu ilkel bir radyo istasyonu misali,
Ya senin ki? ...
İkimiz de deli miyiz neyiz?
Ne dersin oğlum Salvador?
Yoksa neden gezeriz alaimisevdada bu gece vakti?
***
Dur ve duy!
Ve yaz ispinozvari divitle...
Bu ses ağzı duasız kurtların sesi.
Yani ki lan Salvi şimdi tedbir-i acil gerekli...
Haydi, sessiz bir rüzgar gibi haziranla kendini,
Ve solgun ellerini mavi şua kırıntılarıyla kınala,
Seren direklerine yüreğinin zarından ger yelkenlerini,
Ki tarihe adın yazıla is ve çivitle...
3/:
İşte, yeridir ve zamanıdır şimdi,
Usturuplu bir pasaj deliler tarihinden:
Sarı palaskalı asri cengaverlerin belidir,
Suskunluğu Cebelitarık kıstağının bil ki.
Her birinin civarındadır şimdi,
Merhamet avcıları yakılan gemilerin,
Ve bulunan ilk tarihi tekerlek aksının.
Dönüşü bu nedenledir insanın ve doyumsuz hırsının,
Yüreğinin ekvatorunda muson yağmurlarında ıslanarak.
Yani yaslanarak nakaratına ırlanan o son kadim türkünün.
Lan Salvador usta de hele,
Haziranda kar hangi tonuna çalar gökyüzünün?
Ben yazayım, sen de çiz.
Aşikar bir deniz bizim hammaddemiz ya da aşk,
Davran öyleyse lan Salvi,
Sabah olmadan yüreğimize ermeliyiz...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:00 AM
Salvador'la Dokuzuncu Teslimiyet-i Zifaf Gecesi
Kendi Tarihçimizdir Anekdotlar
1/:
Anladım artık,
Ya da anladık ki biz hepimiz...
Kurtuluş yok ayaklarımıza bulaşan geceden,
Dönemeyiz artık bidayetteki yere geri.
Karanlıkta kaybolan izlerimize bakarak,
Ağır aksak giden kalp düzleminde yolumuz hep ileri.
Beynimize saplanıyor bir sivri çivi acı ile sarmaşarak,
Ne takati kalıyor ne de dermanı Salvador'un,
Kanat çırpıyor çizgileyin bir aklık gri ufukta,
Ben el sallıyorum,
Yoldaşım basıyor bir mayına,
Kısacık bir anda perde gibi savruluyor karanlık,
Çekiliyor perdesi günün...
Lan Salvador usta de hele,
Ölümcül mayın hangi tonuna çalar gökyüzünün?
***
Ay can!
Çelimsiz bir çobandım ben de bir zamanlar,
Bilmem hangi yaylasında anka masalının kız yaylamada...
Pöstekiler orada resmin ve şiirin anasıdır,
Sığırtmaç ulusunun kendi jargonunda,
Aşk gübre rengindedir...
2/:
Çığlarla yola duran hamarat karlara sarınmış olan,
Vadi yamaçlarında kuzu derdinde yaren ordusu,
Ne düğünde sağdıç,
Ne şiirde Bey Beyrek'tiler...
Biliriz ki kendi tarihçimizdir anekdotlarda,
Aşk ve şiire dair resmettiklerimiz,
Ve kız kuzusu sanarak kendimizi gütmemiz.
***
Bir başka diyar ki bizimkisi,
Cöngün en karacası yanağımızda tebessümdür.
Ve her yaşanan koşuk, kimilerine inat olsun diyedir,
Ki ol sebeple pasa döner demir grisi,
Farisi bir Şiraz güzelidir ki şiir,
Ortalıkta dönüyor kıvranarak.
Haydi Salvador davran!
İkimiz de döneriz ileride bir lila virajından,
Nasılsa kadim ustalara ihanet ederek...
Ve Hatta,
Nakaratın ne denli varsıl olduğunu görürüz,
Ebem kuşağının yedi tekçik beyazlığına dalıp,
Süpürürüz bir uçtan diğer ufka gökyüzünü.
Haydi davran Salvador!
Mor lilaya çalıyor.
Daralıyor ömrümüz...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:00 AM
Salvador'la Dördüncü Nev-i Şeşber Günü
Dört Kez Kehribar Şiir
1/:
Mermer ile sertleştirmek gerek,
Manzarada resmi,
İmgede şiiri...
Yani kafam karışık biraz.
İkimiz de deli miyiz neyiz?
Nazar fısılda şiirime ulan oğlum Salvador.
Evet evet... Oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Ol sebepten ezberlemeliyiz,
'Aldı kuru kafa' türküsünü kitabı Kerem'den...
Dedemden baki kalan mermerleri oymalı,
Koymalıyız yüreklerimizi renkli kilimler arasına,
Mermer ile sertleştirerek...
2/:
De bana lan Salvo!
Unuttuğum anılarım hangi gözünde hurcumuzun? Orucumuzun bayramı hangi güne denk gelir? Yoksa geçti mi bayram? Neredeydik o zaman? Her birimiz bir galeride miydik ipekler vilayetinde? Bunlar da neydi bocurgatlarda burulan? Ya ortadaki sanduka kimindi? Tutsakları dağlama çemberlerinden birini niye aldık ateş olduğunu bile bile? Ve başımıza mı koyduk kırmızı renge ve öfkeye dair her şeyi? Galiba. Sonra er kişi niyetine mi çıktık anamızın rahminden? Usulca ve utangaç... Galiba. Dağlama çemberleri nerede şimdi? Ya tutsak olan dizeler? ... Her bir bela nerede başımızdan düşmüşse orasını mı kazdık kahırgam tırnaklarımızla? Galiba. Kısmet be usta. Herkesin nasibi kendi gözündedir denir ya. Doğrudur bence. Oradan bakılır yaşama. Oradan aşk ve oradan şiir... De hele! Süleyman neredeydi kitabı okunurken? O sihirli mührünün düştüğü yerde miydi? Galiba. 'Ama' diye mi sürdürdük konuşmamızı? Başımızı bir maviye, bir magentaya çevirerek... Galiba. Birimiz, diğerini nasibine ortak mı etmek istedi tuvallerde? Galiba. Bu 'İndia' keşfi bizim bileceğimiz bir iş miydi Allah aşkına? Dört tanede dört kez haşlanır buğday. Sarı kehribar tespihlerin imamesi dört çeker. Ama kafama takıldı. Vardığımız son ülkede dörtlükler lorduyla mı karşılaştı korkularımız? Galiba. Santoralı kahraman berbere yüreğimizin ensesini mi yontturduk? Galiba. Kadim tarihi inkar ederek oradan ayrıldık mı nihayeti? Başka bir dağlı rahipler sitesine gitmek üzere ve er kişi niyetine mi çıktık son yolculuğa şıvgınlara binerek? Galiba. Aradan kısa bir zaman mı geçmişti Toth doğalı yani? İçimizden birinin mührü başından yere mi düşmüştü Kıbrıs ve kehribar renkli sevgili açıklarında? Galiba. Heyecan içinde miydik Arzı Mevud fethedilirken? Hemen mührün düştüğü yeri kazmaya mı başladık yani Mezarı Süleyman'ı? Galiba. Oradan bir bakır madeni galerisi mi çıktı şansımız? Sanmam.
3/:
Öyleyse niye kehribar tespihlerin lorduylayız?
Ne diye Santoralı kahraman berbere aşığız?
Ulan oğlum Salvador deliyiz ikimiz de...
Davran öyleyse,
Durma, derhal çık, (kalbi) dağlı rahipler sitesinde...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:00 AM
Salvador'la Dördüncü Teslimi-i Cilbab Gecesi
Ürkeklik Esrimede Son Peronda
1/:
Tek başımayım...
Bir Hiboryan bulvarının başlama noktasında.
Salvador ha geldi, ha gelecek...
Su alıyor sabit gece sağ cidarından,
Siren yüklü kalyonları sükunet limanından,
Kararlı ve usulca yola vuruyorum.
El ve elem sallıyorum ardınca...
Kızıl göynük akşam üstleri ufku boyuyor.
Koskoca karanlığın kıyıcığında aydınlık fırça izleri,
Bir ben kahır ve hüzün ırlamadayım bu diyarda kanımca,
Bir sevdalarımız kefiye kefiye esmede sarı rüzgarlarda,
Ve bir de Salvador'un malzeme kutusu bittabi.
Ve de ürkeklik esrimede bulunduğumuz gri peronda.
Son treni yekiniyor kıyamete bu günün...
Lan Salvador usta,
Toy ürkeklik hangi tonuna çalar gökyüzünün?
2/:
Salvador ile yan yanayız...
Sayın ki kasvet tarlalarındayız,
Tek derdimiz güneş gözlü ayçiçeği dermedir,
Bir de ezik yüreklerimizleyiz kervansaray fidelerinde.
Yapayalnızlık ürpermekte kare gözlerimizde,
Ve de ürkeklik esrimede bulunduğumuz peronda.
***
Üstümüzde koygun gece, yuvasız kargalar gibi,
Yüreğiyle çırpınmada saydam ipek yolunda bir peri,
Fiziğin anlamlandırdığı kanatları kifayetsiz,
Biz de yetersiz bir kasnak gibiyiz keten iplikler üzerinde,
Boğazımıza kadar batmışız ilmiklere,
Engizisyon vilayetinin en ücra köşesinde,
Ve Piyer Lermit'in uğursuz işaret parmağında belirmedeyiz...
Ve de ürkeklik esrimede bulunduğumuz peronda.
3/:
Yılan karası bir pelerin sanki tarifi verilen ilaçlarımız,
İkimiz de sırılsıklam ve çaresiziz,
Yani Arabistan zemheride bile yakıyor körpeleri.
Çığlık çığlığa kırkayak katarları kalkıyor,
Kervan göç zamanını doğurdu, doğuracak,
Haydi davran Salvador,
Kıymetini bilmeliyiz bu günün...
Lan usta göç hangi tonuna çalar gökyüzünün?
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:01 AM
Salvador'la Elli Üçüncü Zaliman-ı Süfyan Gecesi
Türküler Manzara Höykürüyor
1/:
Ay can!
Üretkenlik ne hoş şey!
***
Bir savaş ustasının yüzü şekillenirken,
Salvonun mahareti içmiş parmak uçlarında.
Kreativiti çapraz bir zibidi gibi göz kırpıyor,
Ve yaramaz elinden kurtuluyor kavuniçinin.
***
Haydi davran Salvador!
Şiir yazıyor bir sedeften kubbe üstüne Arnavut sedefkar,
Yani çarpıtıyor tarihi Baki o anda.
Karun ilindeki karanlık vakitlerse,
'İte döksen yemez' değersiz altın değerindedir şimdi,
Artık en kralına bile değişilmez Harnamelerin,
Zamanı toynağına sıvamış zamane şiirlerin...
O nameler ki,
Bolattan sur sayılır söz meclislerinde,
Kalın bir sevda döver şahdamarı demir olan adamı.
Herkes zaman örsünden bir yol geçer yaşamın güzergahında,
Gözü gümüşlü bir huma yavrusudur ki imgeler,
Nereye konacağı konusunda karışıktır kafası.
***
Dizelere mi?
Kara kartal kanatlı...
Yoksa pantone pastellerine mi binemez atlı?
Bilinmez neden yanar kafiyelerin kolaycılık narına...
Aşk hançeriyle vurulmak da vardır şiir bulvarlarında,
Kaderinde cehenneme yuvarlanmak,
Döşünde yürek taşıyan herkesin,
Parmak yanağa denk değildir çoğu zaman,
Sahte tarihlerin içine içine işler şiir,
Sevda ise saçlara sürülür lızıl kına tonunda.
2/:
Ay can!
Ay uğrun bakar karanlık gecenin suretine,
Kamçatka soğuğunun kaçak sevdakarlarının kanı büzüşür,
Yeşil ve maviye çalan bir yeşim taşının üzerinden,
Sıyrılır geceden kalan çiğ anadan üryan.
Dağlar kalkamıyorsa tuvallerin gözü önünden,
İş şiirin başına düşer.
Fuzuli bir adam davranır Babil'de...
Haydisene sen de...
***
Hırsını almamanın acısını gayrısı bilmez beynin,
Çünkü bulutların arkasından gelir yaşamın göz yaşları,
Ve göğ ekini biçer Yunus diye biri istemese de.
Haydi Salvador davran!
Bir an önce dürülmeli zaman.
İncir içi rahmin bu coğrafyasından ayrılmalı,
Ve uzaklaşmalı şiir ve pastel renkleri alaimisemanın.
Evet işte uzak diyarlara süzülüyor bir flu el,
Bir el daha ardından dökülüyor...
Vakit kanımca tamam!
Haydi davran Salvador...
Türküler o nedenden manzara höykürüyor.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:01 AM
Salvador'la Kırk İkinci Esved-i Tejer Günü
İbni Rüşt Çırakları Dolaşır Ortalıkta
1/:
Ebro ırmağı yaslı bu akşam,
Mino suyu hangi allı gelinlerin mateminde?
Davro çayı ise katava düğününde...
Salvo can ve ben,
Nötr bir tampon hattında çivilenmişiz.
Çorak yüzümüz yağmur tarlası.
Gözlerimizin obruk virajlarından anılar akmada,
Yani kıyamete çeyrek kala nisan havası...
***
Renkler aynası en cevval dansa gebe bu akşam.
Ve işte boğa donundaki aslanlar kükrüyorlar,
Tejero ve avanesi susuyorlar nefeslerini yemişler gibi.
Yani Salvo, renklerin efendisi,
Belki sana da 'yuh! ' çeker bu havzanın halkı,
Ceberrut bir hanedana nasıl kızarlarsa köleler işte öyle,
Mirasçı olmak düşer bakarsın zulmüne boğaların,
Bakma bir damla ateş olduğuna şah damardan sızan kanların,
Kimi zaman ateş ve kan aynı renkte yazılır.
İnandığın su ise tuzlu denizdir terlediğinde,
Akar ince ve serkeşçe kıtaların basma eteklerine,
Ve kendine gelir dalgalarla dövülen yamyam sahiller,
Gözlerini sel alır sevdakar nümayişanın,
Ve kalplerini ovuşturarak sıçrarlar ayrılıkzedeler.
Ve avuçlarında yıldız pıhtısı yol boylarında,
Bir kor parçası ile sarmaşık halde aşıklar,
Babil'de beklemek felsefede yol almaktır aslında,
Zaten ortalıkta dolaşan sakalar İbni Rüşt çırakları,
Işıklar dumanlardan başka bir kimlikle çıkarlar,
Sakaların kozmik dağarlarından dervişlerin bakır sahanlarına.
Göz devrile devrile döner çevrimçiçek oyunlarında,
Gözlenmez perdeler arakasından güneş saklambaçlarda.
Lan Salvador usta bir yol düşün hele,
Rüştoğlu hangi tonuna çalar gökyüzünün?
Sen çiz Muhittin'i,
Batuci Nurettin'e dair ne varsa ben yazayım...
***
Bu yol öyle bir güzergahtır ki,
Silme ipeğe ve ışığa keser her adımda yoğunlaşarak,
Tokuşarak kırılır ayrılıklar,
Ve dereler denizlerde bir bütün olurlar.
Yani Salvi can benden duymuş olma amma,
Yağmurları bekleyen göze alır sırılsıklam olmayı,
Yağmasada bulutlar aşk yere ıslanmaya bu iklimde.
Bulutlara mersiye dizmeli çorak toprakların ozanı,
Ki ilmik ilmik kendi derununu dokuya beyninin ıstarına.
Ne olduğunu fark ederse rengin ve mersiyenin vurgunu,
Bir gözünden bin bir görüş koridoru uzanır karanlıklara.
Ya da biliyor muydu ne olduğunu Araboğlu maddenin?
Ve eşyanın sakladığı sırrın ki bana sormadasın.
Bıldırcınlar bulur kendi yarenlerini ancak çayırda,
Dağlarda ise yanıt yanıt eser rüzgarlar suallerin peşinden.
Çünkü oksijen orada sıyrılan şal perdedir.
Deryaya ipler kopunca düşer serenler,
Yarenler ortasından eklenir halay katarına.
Yarına kalır bazı şeyler...
Sırdır, sorma sırra dair burada her aklına geleni,
Beynin aç kalır...
***
Haydi davran Salvador,
Sorular yol alıyor...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:01 AM
Salvador'la Kırk İkinci Tarih-i Gılmani Günü
Ücra Bir Kançılaryadayız Cümlemiz
1/:
İki... üç ve bir...
Enlem ne?
Boylam nedir?
Neden buradayız çavuş kuşları misali?
Çayırlardan yemlenmek mi muradımız kuşluk serkeşliklerinde,
Yoksa boyaların kök hücresine yüreğimizi sürünmek mi,
Ve şiirin iliğine mi inmek sezgilere binerek?
İkimiz de deli miyiz neyiz,
De ulan oğlum Salvador sırr-ı şahsini?
Bilmesem de,
Taa şuramda duyumsuyorum ki al aldır, ak da ak,
Bel bel bakarak ücra bir kançılaryadayız cümlemiz,
İberik'in unutulmuş bir krokisinde öksüz...
Neden buradayız çavuş kuşları misali?
Ve neden çatımız horoz ibikli uğur objesi?
Açık etsene kimiz biz? ...
***
Ne olur? De hele! Bir yolculuk mu kader kendi kühtünce? Ya da bir zebellah dağa mı çıkmıştık? Veya bir minik tümsek... Tuval, cönk ve ikimiz alaimisemadayız bana sorarsan. Boylu boyunca ve uzunca bir ışık yılıdır yaşam. Bir an kadar kısa süren. Ne dersin sen? Doğru mu dediklerinde mağaralar ideası? Belki. Torbamız yedi renkle haşır neşirken durulur mu? Durmadık biz de. Tabii ki. Az gittik, uz gittik. Mesela şiir ülkesine mi vardık bir dem sonra? Belki. Yazgımızdan yemlenerek yürüdük. Yürüdü şiir. Manzara durur mu? Sonunda can Salvi ulaştığımız bu yer hayalimizdi belki. Ya da belli belirsiz menzilimiz miydi tarik-i mürekkebide? Belki. Bana göre de belki. Ancak burası değildi hayalimiz. Koyu parlament saçlı cüceler ülkesinin başkentiydi ha ne dersin? Belki. Vakit geçirmeden yazılır beyit. Renkse azar azar sürülür semaya. Sert abanozgiller içinden kevser firesiz akar. Şarap içen meyhanelerde sızamaz. İçki içerde Salvi, sarhoşluk dışardadır. Bu yüzden Hayyam, gökyüzüne baka baka yazar rübaileri. İşte aç kaldık. Veiş aramaya mı başladık gökkuşağı bedesteninde? Belki. Bu kesik memeli amazonlar kentinde en çok ne satılır ki? Tabii ki şehvet. Ya aşk? O başka bir vilayette. Pek çok ünlü bir kinolin sarısı ülkesindeyiz. Şiir seven solucanlar sarhoş takliti yapmada. Resim yerlerde sürünmede biz istemesek de. İşte dur burada ey Hayyam. Senin de ilinin bir şahı mı vardı? Belki. Şahmaran şehinşahına mı rast geldik bir büklümde. Belki. Patent mavisi ayyukta şimdi. Gök sırlı urbalarına bürünmüş rahipler yürüyor ardımızca. Sinirli amazonlar kentinde yeşiller can çekişiyor ağlayarak. Biz ortalıkta dolaşırken söz gölgemiz oluyor ardımızca. Kızıl sahtiyan kuşanan tarikat ehlinin sufi yaklaşımıdır rubai aslında. İnandık ve şöhretini mi duyduk son sufilerin Buhara'da? Belki. Santoralı kahraman berber kesecek ense, yazacak şiir aranıyormuş. Al sana koçaklama. Al koşma ve sagu. Ağla ağlayabildiğince be Santoralı. Ve tıraş et dizelerin fazlalıklarını. Evet ağlıyordu adamımız. Kim bilir bizim durumumuza çok mu üzülmüştü? Belki. Kolay değildi elbette Babil'de zenginken Basra'da yoksul olmak? Ya sence? Doğru mu? Belki. Bunun içindi bulutların içinde bulutlar saklaması. Güneşin ışık ağlaması bundan mıydı Belki. Bize bir iyilik yapmak mı istemişti yağmurlara kara çalan zadegan? Belki. Cebinden dört tane dağlama çemberi çıkardı son ebabil terbiyecisi. Biri banaydı. Diğerleri diğer tutsaklara. Ve en ücra kançılaryada bir mühürdardı aşk. Dağladı hepimizi, Salvo can? Sen duyumsadın mı o acıyı? Duyumsadım Galiba.
2/:
Öyleyse niye tarik-i mürekkebideyiz apak olarak?
Ne diye Santoralı kahraman berberdir ensemizde gezinen?
Ulan oğlum Salvador de hele.
Deli miyiz ne ikimiz de?
Durma davran öyleyse...
Yolumuz uzun ve toynaklarımız macenta kırmızısı.
Menzilimiz lebaleb turkuvaz mavi kahır.
Ki hiç gelmez soğuk kutularda beklemeye.
Doğru sihri Babil'e...
Şiirin tuvalini rengarenk bezemeye...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:01 AM
Salvador'la On Altıncı Temperyal Günü
Zenne Rolü Yapan Delikanlı
1/:
Ha kastanyet,
Ha çalpara...
Yani elde ve ayakta...
Raks ise zamanın ters yüz oluşu.
Ters yüzse renk ve şiire sihrin bulaşmasıdır...
İşte böyle bir bulaşmanın arefesindeyiz.
İkimiz de deli miyiz neyiz,
Ulan oğlum Salvador?
***
Daha tarihin önsözünde yazılmadı ins ve cin,
Yani cengaver ile kral,
Kollamalı birbirlerinin hareketlerini,
Ki ne vakt yağacak yağmur?
Harp ne zaman çıkagelecek hangi şimşeğin ardınca?
Çaresiz ve sırılsıklam olmuş yürektir korkular yurdu,
Dızmanlar lordu bilir savaş dansını,
Sen bilmesen de insanı kamil merdiveninin basamak sayısını,
Ve en eşref zamanını renk ve şiirin şehvetlisinin.
Hepsi birden uzun bir galeriye dalarlar,
İns ve cinnin kastanyet ve çalpara meraklıları,
Ritm burkula burkula raksa dönüştüğünde.
Ya da taşlı bir kemerle dövülür türkü öncesinde,
Matem ve gözyaşının erbabı balıketli kadınlar...
2/:
De bana lan Salvo! Karşı kilisede bulunanlar nasıl soyunur günahlarını? Münzevi keşişler de izlerine rastlanır mı kanaatkar dervişlerin? Ya bu iki taş yapı, manastır ve tekke... Şöyle bir evril geriye. Grenada'da bir ıtır kokulu ara sokak... 'Los ve lesli' tekellümler diyarı. Ve kitara bir de... Her neyse. Kim bilmiş ki biz bilelim geleceğe dair planlarını kasvet ehlinin? Rengi ve ahengi önce yiyip ardından geviş getiren midir seyyah? Ki o İbni Batuta'mıdır bu çorak kalemler ucunda elif ve betayı yazan? Gök demirden muhariplere yalvarmaya başlamışlar mıdır münzeviler manastır eteklerinde şimdi? Ne desem bilmem ki? ... 'Ne olursunuz, bize acıyın, diye diye? Ne desem bilmem ki? ... Mersiyemiz bizi terk etti, siz bari burada kalın ey koçaklamalar. Belki sizin hatırınıza sihrimiz geri gelir. Ha ne dersin? Ne desem bilmem ki? ... Ya kartezyen ahlak sahibi bir kişi ile masallarda zenne rolü yapan delikanlıya ne demeli? Sonuçsuz bu yalvarışlara aldırış etmemişler midir zaliman-ı Kimmeryan fedaini? Ne desem bilmem ki? ... İki teslimiyet-i Kevser günü sonra da diğer rahiplere veda edip oradan ayrılmışlar mıdır şiir ve rengin racaları? Ne desem bilmem ki? ... Fakat fazla uzağa gitmemişler duyduğuma göre paralel düşünenler. Ya sence gitmişler midir? Ne desem bilmem ki? ... Akşama kadardır güneşin hükümranlığı. Ardından zifaf gelir ve şiir tabii. Ya masallar bir ormanda gizlenmişler midir? Ne desem bilmem ki. Karanlık çökünce de geri dönüp gelmişler midir devler? Ve anka kuşunu gizledikleri yerden almışlar mıdır yalanarak? Ne desem bilmem ki? ... Sonra hızla uçar simurg. Yönetmeyi bilene. Ve devler oradan ayrılmışlar mıdır? Ne desem bilmem ki? ... İki kehribardır soru ve yanıt. Tamamlar birbirini. Yeşim tespihlerin lordu ise ağzı lila bir menekşedir masalda. Ki onun ataları fakir olarak ayrıldıkları ülkelerine zengin olarak dönmüşlerdir. Silme Kaf dağı servetiyle. Ne desem bilmem ki? ... Altın ve kartezyen ahlak sahibi o kişidir hükümran boş çayırlarda. Verildi mi bu sır sana lan Salvi? Ne desem bilmem ki? ... İhtiyaçları oldukça morarır insanlığın mavi düşü. İblis ve kişi... Her ikisi de şiirden bir parça alıp harcıyorlar. Denk geldi mi sana da Salvi can? Ne desem bilmem ki? ...
3/:
Öyleyse niye?
Yaz akşamları soyunur günahlarını,
Kanaatkar dervişler sofra başında,
Boş manastır ve ıssız tekkedir aşk adamının acılı yüreği,
Ve kitara bir de kürdilihicazkara kurgulu guruplarda...
Çorak kalemler ucunda elif ve betayı yazan katip ise,
Ne dese kayda geçer aşk üstüne.
Mersiyeniz sizi terk ettiyse kuruyun ey ağaçlar,
Çınarlar kısaltın ömrünüzü yağmurlarda çekerek.
Ya masallarda zenne rolü yapan delikanlıya ne demeli?
Bir duygusu bu yakada,
Diğeri yakın yıldızların birine kaçkın,
Ve şiir ve rengin racaları ile koyun koyuna,
Ey zulme paralel düşünenler,
Akşama kadardır güneşin hükümranlığı,
Sonra hızla uçar simurg.
Bir görünüp, bir kaybolan lila bir menekşedir masalda,
İki kehribardır aritmetkte soru ve yanıt,
Verildi mi bu sır sana lan Salvi?
Sen sor ve çiz, ben yazayım ve yanıtlayayım...
Ama ne diye?
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Davran öyleyse...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:01 AM
Salvador'la On Altıncı Zaliman-ı Kimmeryan Gecesi
Kara Pelerindir Üzerimde Yaşam
1/:
İşte burasındayız şiirin,
Bir rüyanın karşı yakasında saltada,
Ya da renk ve telbiyenin harmanındayız,
İkimiz de deli miyiz neyiz,
Ulan oğlum İberikli Salvador?
Baksana... Muhayyilemiz gökkuşağında delilik devşirmede,
Benliğimiz ise bu uzayın dışındaydı daha dün.
Kaykıldı ve kaydı boyut, devrildi zamanın piramitik yayı,
Sayı dediğin aritmetik palazları bir ve sıfırdan ibaretti sadece.
Belki de her şey hiçbir şeydi gerçekte.
Sen çiz yalanı, dolanı ben yazayım...
Bakarsın biri çıkar gelir belki tersinden işleyişin,
Bir kara pelerindir kimbilir, tarihin ve yazgının üzerindeki yaşam,
Bizim unutmaya çalıştığımızsa ikiden sonrasıdır rakamların.
Burada olur olan ve bir kaldıraç iner kalkar kubur kuyularına,
Sağlar birer birer düşerler sol yanlarına heyhat!
Çizildiği ile kalır herkesin son anı aynanın bu yüzünde,
Tabakalar halinde iç içe evrilir an ve insan.
2/:
De bana lan Salvo!
Özgün şiir dilini arama çabalarıdır ki sürer bigh crancha dek. Tabii ki özgün tonunu mavişin... Ya tarihte kimsenin kendini arama çabaları sonuç vermiş mi lan Salvi? Kararsızım. Çaresiz kalarak oyulur dağlar bilir misin? Arsızlık utana sıkıla durumunu ikiye katlar meydanlarda. Savranlarda savrulur düşünce ve düş. Rüküş mü rüküş iki keten saçlı harbidir öfke. Her kavime bir yalvaç düşer. Salih olur. Ya da Musa... Sence tabutu sekineyi açmışlar mıdır ulusa lortlar? Kararsızım. Mersiyenin kaybolduğunu söylemişler midir Yunus'a ya da? Kararsızım. Haşin haberleri duyan iki yanı keskin Cengiz han olur Endil'de. Veya yeşiller vilayetinde sırlı yeşimin sahibesi. Sesi kesildiğinde Baudolin'in Latinolar ağlamaya meftundurlar da... Andulisi peçelileri saçlarını yolmaya başlamışlar mıdır? Kararsızım. Ama düşünü gördüm ben. İnanır mısın? Öylesine içten davranıyorlardı ki yeşilin alt tonları, orada bulunan herkes, ağlamaya başlamıştı. Anımsadın mı? Kararsızım. 'Korktuğumuz başımıza geldi,' diyordu teskin olmaz duygular sultanı? Her anı tedirgin yaşamıştı belki de şiir, rengin terkisinde. Ha? Kararsızım. Biliyorduk ikimiz de bu ahengin bizi terk edip gideceğini? Kararsızım. Çünkü sizinkiler ve dönek morronolar, ona gereken saygıyı göstermiyordunuz? Kararsızım. İbadetler bile samimi değil gibiydi. Oburluk saatlerinizin dışında onu yalnız bırakıyordunuz? Kararsızım. İşte şimdidir nihayet. Gayet haşin bir an yani. O ise sizi bırakıp göğe çıkmış, işittin mi? Kararsızım. Alaimi sema olarak. Herhalde sizinkilerden intikam almak isteyecektir yedi renk? Kararsızım. Artık buralarda durulmaz bence. Ya sence? Kararsızım. Buradan hemen gidiyoruz öyleyse. Ha? Bilmem ki ne desem.
3/:
Öyleyse niye?
Ne diye?
Özgün şiir dili yalanır iştah ile,
Öz tonunu mavişin neresi saklar gökyüzünün,
Çaresiz kalarak oyulursa dağlar, zavallı peyzaj hangi renge bürünür?
Savranlarda savrulursa düşünce ve düş,
Gülüş ağıda, ağıt türküye dönüşür lahuti zamanlarda.
Komşu oğlu Salih olur, yan evdeki genç Musa...
Mersiyenin kaybolduğunu söyler zalim yargıçlar,
İki yanı keskin Cengiz han olur eski kin,
Yeşiller vilayetinde yaprak yaprak fırça izleri,
Tengri dağında sırlı yeşimin sahibesi dil kırar,
Latinolar ağlamaya meftundur ahengin Akdenizi'ne,
Yeşilin alt tonları ise mezar taşlarına yazılır,
Şiir, rengin terkisinde bizi kor ve gider,
Ve derin izimizi bırakıp göğe çıkar düş artığı manzaralar.
Kalakalırız iki başımıza,
Yalnız kalbimiz belki de son nöbetindedir o an,
Ya da aşka dair yaraları yutan bir gayyadır...
***
Latinolar saf saf ilerlerler yalbırdak,
En zalim şarkılarını haykırarak.
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Hedefteyiz,
Düşün ne etmeliyiz?
Buradan göçmeliyiz. Bence de,
Davran öyleyse...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:01 AM
Salvador'la On Beşinci Esved-i Nehar Gecesi
Uğraş Evvelinde Fışkırır Öfke
1/:
Ben bir ardı alaca attayım şimdi,
Ne renge ve ne de şiire müdanam vardır seyrüseferde,
Ya sen İberikli?
Uzak düşmemiz belki de cismü canın seğirmesindendir.
Bilirim krizin tutar bazen seni renkler bolluğunda bile,
Bense mersiyeler diyarında inisiye olurum,
Yunus ehlinin bilge elinde,
Yüreğinde eğlerim kısrağımı inandıklarımın.
Yanar ve düşerim beyitler cehennemine kayarak,Ben ve hülyalarım yanar amma,
Dipdiridir şiir soyut boyutların esrik şehirlerinde bile.
***
Baksana ey ehli vatan,
Bak ve bayrak işle hayallerin armasını sim ile,
Uğraş evvelinde fışkırıyor cephelerin ürperten *******ine öfke,
Ve fışkıran öfkesi ışık kesen kehkeşan gülleleri,
Alaimisemanın yedi renge boyalı burçlarına.
2/:
Vurgun yiyor tefekküre dalan her gecede,
Ve vuruluyor döşünden Vaterlo'da Suev baronları,
Yüz bin bir yıllık yoldaşlar barbar avında,
Geziniyor zamanı ören usta, kaçak yurdu burçlarda,
Ve onun maharetli elleri kertiyor canları boğazlarından,
Kan ve terinin üzerinde yüzüyor uygarlıklar,
Dimdik dökülüyor yatık vadiye vahşet çağlayanları,
Sahtekar ağıtlar ele veriyor kendini yamaçlarda,
Kendi ölümüne ağlayanlar sessiz çığlıklara biniyorlar,
Ve kuduruyorlar aç kalan zifaf kurtları.
***
Yırtıp yırtıp yutuyor kendini Salvador,
Ben bir ardı alaca attayım şimdi,
Ne renge ve ne de şiire müdanam vardır seyrüseferde,
Kudurgan seller yalıyor,
Yaylaların yanaklarını kirli dilleriyle.
Yayılıyor aleme ünü,
Bir deli ressamın ve delimsirek deliliklerinin.
Lan Salvador usta çiz hele,
Yanağı yarık yaylalar hangi tonuna çalar gökyüzünün?
***
Sen çiz, ben yazayım...
Gözleri kapanıyor bak sabah erken kalkan gecenin.
Masumiyeti kaldırıp yüzünden ar peçesini,
Gerekeni yapar bil ki kırmızı kudurunca,
Pantone pazarlarının kiri kıymete kalkar,
Divane devinimidir belki de arsız arzularının sarı,
Bilgeler bilmezlerse şiir ne zaman ölür?
Kaf dağının karşı saçağına manzum masallar konar,
Bir deli kızı sevmek akıllılık mıdır?
Ya da Kaf ağını
masalsız koymak çarşambalarda,
Seçkinler savaşının şehidi olmaz bilin ki,
Ol nedenden ağzına bukağı vurulur destan ehlinin,
Ve bu yüzden sesini kesiyor gaddareler,
Naralardan güç alan muhariplerin.
Lan Salvador usta de bize,
Havas savaşları hangi tonuna çalar gökyüzünün?
***
Haydi davran Salvador...
Olan bize oluyor.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:02 AM
Salvador'la On Beşinci Tarih-i Gılmani Günü
Kara Pelerindir Üzerimde Yaşam
1/:
İşte burasındayız şiirin,
Bir rüyanın karşı yakası,
Renk ve telbiyenin harmanındayız,
İkimiz de deli miyiz neyiz,
Ulan oğlum İberikli Salvador?
Muhayyilemiz gökkuşağında delilik devşirmede,
Benliğimiz ise bu uzayın dışındaydı daha dün.
Kaydı boyut, devrildi zamanın piramitik yayı,
Sayı bir ve sıfırdan ibaretti sadece.
Belki de her şey hiçbir şeydi gerçekte.
Sen çiz yalanı, dolanı ben yazayım...
Biri çıkar gelir belki tersinden işleyişin,
Bir kara pelerindir belki üzerindeki yaşam,
Bizim unutmaya çalıştığımızsa ikiden sonrasıdır rakamların.
Bir kaldıraç iner kalkar kubur kuyularına,
Sağlar birer birer düşerler sol yanlarına heyhat!
Çizildiği ile kalır herkesin son anı aynanın bu yüzünde,
Tabakalar halinde iç içe evrilir an ve insan.
2/:
De bana lan Salvo!
Özgün şiir dilini arama çabalarıdır ki sürer bigh crancha dek. Tabii ki özgün tonunu mavişin... Ya tarihte kimsenin kendini arama çabaları sonuç vermiş mi lan Salvi? Kararsızım. Çaresiz kalarak oyulur dağlar bilir misin? Arsızlık utana sıkıla durumunu ikiye katlar meydanlarda. Savranlarda savrulur düşünce ve düş. Rüküş mü rüküş iki keten saçlı harbidir öfke. Her kavime bir yalvaç düşer. Salih olur. Ya da Musa... Sence tabutu sekineyi açmışlar mıdır ulusa lortlar? Kararsızım. Mersiyenin kaybolduğunu söylemişler midir Yunus'a ya da? Kararsızım. Haşin haberleri duyan iki yanı keskin Cengiz han olur Endil'de. Veya yeşiller vilayetinde sırlı yeşimin sahibesi. Sesi kesildiğinde Baudolin'in Latinolar ağlamaya meftundurlar da... Andulisi peçelileri saçlarını yolmaya başlamışlar mıdır? Kararsızım. Ama düşünü gördüm ben. İnanır mısın? Öylesine içten davranıyorlardı ki yeşilin alt tonları, orada bulunan herkes, ağlamaya başlamıştı. Anımsadın mı? Kararsızım. 'Korktuğumuz başımıza geldi,' diyordu teskin olmaz duygular sultanı? Her anı tedirgin yaşamıştı belki de şiir, rengin terkisinde. Ha? Kararsızım. Biliyorduk ikimiz de bu ahengin bizi terk edip gideceğini? Kararsızım. Çünkü sizinkiler ve dönek morronolar, ona gereken saygıyı göstermiyordunuz? Kararsızım. İbadetler bile samimi değil gibiydi. Oburluk saatlerinizin dışında onu yalnız bırakıyordunuz? Kararsızım. İşte şimdidir nihayet. Gayet haşin bir an yani. O ise sizi bırakıp göğe çıkmış, işittin mi? Kararsızım. Alaimi sema olarak. Herhalde sizinkilerden intikam almak isteyecektir yedi renk? Kararsızım. Artık buralarda durulmaz bence. Ya sence? Kararsızım. Buradan hemen gidiyoruz öyleyse. Ha? Bilmem ki ne desem.
3/:
Öyleyse niye?
Ne diye?
Özgün şiir dili yalanır iştah ile,
Öz tonunu mavişin neresi saklar gökyüzünün,
Çaresiz kalarak oyulursa dağlar, zavallı peyzaj hangi renge bürünür?
Savranlarda savrulursa düşünce ve düş,
Gülüş ağıda, ağıt türküye dönüşür lahuti zamanlarda.
Komşu oğlu Salih olur, yan evdeki genç Musa...
Mersiyenin kaybolduğunu söyler zalim yargıçlar,
İki yanı keskin Cengiz han olur eski kin,
Yeşiller vilayetinde yaprak yaprak fırça izleri,
Tengri dağında sırlı yeşimin sahibesi dil kırar,
Latinolar ağlamaya meftundur ahengin Akdenizi'ne,
Yeşilin alt tonları ise mezar taşlarına yazılır,
Şiir, rengin terkisinde bizi kor ve gider,
Ve derin izimizi bırakıp göğe çıkar düş artığı manzaralar.
Kalakalırız iki başımıza,
Yalnız kalbimiz belki de son nöbetindedir o an,
Ya da aşka dair yaraları yutan bir gayyadır...
***
Latinolar saf saf ilerlerler yalbırdak,
En zalim şarkılarını haykırarak.
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Hedefteyiz,
Düşün ne etmeliyiz?
Buradan göçmeliyiz.Bence de,
Davran öyleyse...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:02 AM
Salvador'la On Birinci Kibar-ı Bikibar Gecesi
Etli Roman Dudağı
1/:
Koskoca iberik'te çıt yok,
(İyi mi?)
Bu gizemli sessizlik vuruyor bizi büyük gürültülerle,
El lele tekerlenmedeyiz kuşakta Salvi ve ben.
(Bir de ebem...) Yaşlı göğün yaslı tavan kubbesi sökülüyor,
Yyeni yırtık yüreğimize dökülüyor siyah kurşunlar,
Dolaşıyor beynimizi kırmızı bir heves yeniden,
Dudaklarımızda az evvelki aşkımızın buruk meyvesi,
Daha çiğneyemeden ilk tadını organik ve mevsimlik ürünün,
Dünün harman artığı kalbur altı çağlaları çıkageliyor.
Ayna çatlıyor kabaran yoğunluğundan yüreğinin.
Lan Salvador usta sen bilirsin de hele,
Etli roman dudağı hangi tonuna çalar gökyüzünün?
Sen çiz, ben de yazayım,
Baba Muharremin eli kulağında,
Ha söyledi ha söyleyecek hali hazır zamanların sırrını...
Al atlar kapıda ve maviye boyanmadalar,
Kozmik yolculuklara hazırlanmadalar...
2/:
Haydi davran Salvador...
Bağlar ilk ürünü vermede bu bozumda,
İspanyol bakirelerinin kulak arkaları gül yurdu,
Çingeneler se çengi çekirdek çiçek dermedeler bizim için.
Biz Endül Mesetalarında yabani kabak gibi gülmedeyiz.
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Ama burada sevmemeliyiz pisi pisine,
Davran öyleyse...
***
Bir maceranın kuyruk sokumu sanırsam bura,
Çünkü şiir bakire kalbi gibi yeşil yeşil atmada,
Batmada güneş Tarık dağlarının puslu ardına küskün küskün.
Her yanımızı kibar-ı bikibar çerilerle çitlemişiz.
Peyzajı ve şiiri dolduran akşamın
kasfeti kesif,
Albenili tombulluğu belli belirsiz,
Özümüz şiir ve renk ekseninde,
Amma...
İnce belli ve esmer bir çingene kızında gözümüz...
(Allah kalbimizi biliyor ya, yalan haram yani. Şimdi tanrının bildiğini kuldan mı saklayalım.)
Kız, Sulukule yosması bildiğiniz.
Ama Şattülarap misali sulu ve Lapon mosları gibi diri,
Misket elması gibi tepecikleri, gözleri kızıl ve iri...
Salvo resmini yazmazsa kudurur ak kağıt yüreğine,
Bense şiirini yapmalıyım illa ki bereketli öğünlerime...
Çaresiz, kader bu yazacak ve yapacağız.
Ancak gelin görün ki,
Ensemizde çeribaşının 'Hurra'sı sinir sinire.
(Durum kötü anlayacağınız.)
***
Yani yol görünüyor, flu da olsa.
Haydi davran Salvador,
Çerilerin nevri dönüyor...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:02 AM
Salvador'la On Birinci Tarih-i Gılmani günü
Himalayaların Başında Bir Yeti
1/:
Tiril tiril soğuk...
Sırıl sıklam dağ kovuklarında ilham.
Ellerimiz kızılca kıyamet manzara.
İkimiz de deli miyiz neyiz,
Ulan oğlum Salvador?
Sen çiz, ben yazayım amma...
Baksana,
Himalayaların başında bir yeti yuvarlanıyor,
Yeraltında yanan mumlar sönüyor usanarak yaşamdan.
Sana ancak ham malzeme üretiyor beyin arka lobunda.
Grados dağlarında tiril tiril bir soğuk...
Himalaya kovuklarında sırıl sıklam bir ilham.
Ellerimiz de ise kızılca kıyamet bir manzara.
***
Lan Salvi sana da dedi mi bilmem bir Bask bilgesi?
Ama ben işittim ki bizim Yunus babadan,
Çiçekleri dağlara ekilmişse ölü canların,
Dualı bir bahçıvan yetmez yeşertmeye pörsük ruhları.
Yapacak tek şey vardır bu durumda:
Ölü başı beklemeliyiz çorak kurnaların başında,
Çünkü masallarda öksüz sular köksüz devlere emanet,
Yaşam yolunun tozları ise sıvanır atların ince bacaklarına,
Alnının tam ortasında haziran açar kızların,
Kuşların kanat çırpışını anlatan şiir yazılmadı ki daha,
Binelim ve uçalım fedakar bir kaknüsün kanatlarına.
Su lalasının nasihatını duymak için ölmek mi gerek?
Bana sorarsan asla, Batuci'ye göre 'eyva'.
Oturur aynanın alnacına düşünürüm de,
Ebemkuşağı ve şiirkuşağı olmasaydı alemde,
Başka nasıl izah ederdik ki kendimizi Salvi ve ben?
Hünkara nasıl bağlanırdık ölümüne, yoksa? İnce dallarımızda meyve varsa taşlanırız nihayeti,
Ya kanadı kırık bir turnaysak semahların çarkında...
Bildik dağlarda bitmez ki alıçların kokusu,
Biz neden bitelim bu şiir, renk ve ahenk bolluğunda?
Yerden göğe ağar yeşil her tonda lan Salvo,
Seyyarelere kadar olan uzaklığın ölçüsü kaç kulaçtır?
Ya da kaç hecedir serbest vezin için her mısra?
Yanıt hiç, veya adamına böre değişir be usta.
(Yani sayın şiirseverler söz biter burda.)
Sen çalafırça çiz lan Salvador,
Acizane ben de yazayım çalakalem...
2/:
De bana lan Salvo! Uzunluk neyle ölçülür? Bir kulaç süren yıl, kaç ömür barındırır içinde? Sen de bilirsin belki? Şiirsel bir yolculuktan sonra canlanır renk ve zaman. Yürek tarafında bir yere çadır kurmuştur, kim bilir, şiirin romanları bakarsın? Sen de varsın oralarda bir yerde. Ya da varmışlar mıdır dersin peyzajdaki ilk izbeye çingeneler zil sesleriyle? Hayır. (Diyorsun.) Burada karşılarına çıkan ilk şey, büyük bir kilise olmuş diye duydum. Haber doğru mu sence lan Salvi? Hayır. (Diyorsun öyle mi? ...) Sonra da yanına yaklaşıp yeldeğirmenlerinin, usulca girmişler içeri. Ha? Çalmak için değil ilk maddeyi. Yani heyulayı alemde. Çalmak için geleneksel enstrümanlarını tabii ki... Öyle mi? Hayır. İçerisi Loş karanlık... Ömürse bu alemde bir hiç. Veya bir anlık enfiye tozu ve bir tadımlık Napoliten havası... Ve kâfirlerin, ve barbarların ve paganların ibadet ettikleri putlarla doluymuş zamanının koridorları. Ben de başkalarının yalancısıyım. Böyle diyor engizisyon zabıtları. Öyle mi lan Salvo? Hayır. Putlar, ağaçtan yapılmışmış? Hayır. Bunu gören romanlar vurmuşlar bir fidayda havasının dibine dibine. Her birine bin bir nota düşmüş afilisinden. Kaşaniye ülkesinden bir ücra köşe bura. Olacak o kadar. Gıranada sitesinin mihmandarının aklına parlak bir fikir gelmiş. Mi? Kastanyet ve matador raksı buz üstünde. Hem de... Turistler için... Lazım olur diye iki bin yıl sonra. Ya da bir kanlı boğa yontusu sokak başına... Dikmişler mi? Hayır. Nasıl olsa mesleğinde usta bir insan Pikador bulunur Barse'de. Bence de. Ya da bir çalgıcı Katalan... Ya da beyaz bir yalan... Kalk oyuna lan Salvador? Hayır hayııır! ... 3/:
Öyleyse niye?
Ne diye?
Uzunluk ne ile ölçülür yüreklerde?
Şaşkın şiirin romanları da kim?
Bu büyük kilise de kim yakarır tanrıya?
Geleneksel enstrümanları çalmak için aşk var mı aşk? ...
Bir anlık enfiye tozu kaç mikron keyif verir insana?
Ve bir tadımlık Napoliten havasını alır mı ayağımız?
Ve kâfirlerin derdi ne?
Ve barbarların nedir ereği?
Köşe başındaki bu çalgıcı Katalan aşkın hangi rengini ırlar?
Sorular, sorular...
Kilometre başına altı milyar sual var.
Ve paganların ibadet ettikleri putlarla ne işi var renklerin?
Gıranada sitesinin mihmandarının aklına saltanat düşermiş. Neden?
Kastanyet ve matador raksı kimin alır aklını başından?
O kanlı boğa yontusunu diken kim sokak başına?
Mesleğinde usta biri sayılır mı son pikador?
Ve çalgıcı Katalan neden urmaz Köroğlu havasını?
Şu bir Katalan, bu da bir kanlı pikador...
Peki biz neyiz?
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Davran öyleyse,
Buradan da gitmeliyiz.
Biz ki kendi menkıbemizin peşindeyiz,
İz sürmeliyiz Servantes romanında,
Bir Kişot ve Sanço olarak,
Menzile erişmeliyiz...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:02 AM
Salvador'la On Dokuzuncu Teslim-i Kemter Günü
Çakır Dikenli Gözbebekleri
1/:
Dağ bu,
Say ki inadına yalçın Pirene,
Ve inadına Tarık-ı Cebel...
Yani zamanlar yiğidi Tarık'a ait...
Ki yoktur o artık İberik tarihinde.
Belki de suç sende ve tuvallerinde...
***
Bir Abdurrahman bilmem kaçın annesidir sisli anılar.
Sadık aslanlar çeşmesinin yanı başında diz kırar zaman,
Muhittin eğer başını ve eksi on yedi derece,
Ve Füsusu Hikem'den mırıdanır iki hane,
Yani sufi damağı ney ve lahuti imgeler resmigeçitte...
Islanır bulutların gözyaşları ile çaresiz,
Yani hem ağlar hem oturur yaylaların başı ucunda,
Gökkuşağı kuşanır düğün gününde damlaların,
Ve damat güneşin...
Kanında renkli gözler dolaşır şiirdaşımın.
2/:
Sabah olur vilayette,
Oysa şimdilerde kalkanlar, rahat nakaratlarından,
Öperlerken seni ve manzarayı Madritli yanağından,
Karmen'i bir tuvalde kıstırıp ani bir boyalı tenhada,
Kastanyet dilli kuşlar uçar haz ile çadırlardan.
Kıtaların çakır dikenli gözbebeklerinde avlananda,
Suskun dudakları yanar çırağının.
***
Ah şiir, ulan şiir...
Ne arzularım seni bilir misin?
Ağustosta içtiğim buzlu suları anımsayarak...
Bilinmez ateş rengi arzular suya dayanır mı?
Ya renklere hükmeden otacı? ...
Mahareti sırtlanıp ustalık,
Ebemkuşağı dağından iner.
Erimeye başlar bilcümle rengin yağları.
Gözlerinde biriken yaşları siler hısımımız nisyan,
Çünkü o layık değil ki bardak diplerinde kalmaya.
Ama tortusudur nihayeti yaşamların tarih,
Hakaretse savaş nedeni sayılmıştır 1914 yazında,
Gözleri kapalı kız güzeli Saraybosna'da,
Renkler donmuştur şiirin ayazında...
***
Eğer kırmızıysa katılaşan bu hengamede,
Say ki doru kısraklar eyerleniyor,
Seyisler, 'İftira' dese de.
Haydi davran Salvador...
Dilleniyor yuvalarda palazlar,
Can çalan canavarlar uyanıyor...
Aşk ve rengin şiirini söyleyerek,
Yani yocular yolunda gerek...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:02 AM
Salvador'la On Dördüncü Tarih-i Zanzibar Günü
Kırk Yamalı Camuz Gönü Kırba
1/:
İkimiz de deli miyiz neyiz,
Ulan oğlum Salvador?
Hangi ölülerin helvası ellerimizde,
Gönlümüz de neden 'ölmeden ölmeyi' taşımadayız?
Tekrar tekrar uzanır eller yaşama oysa.
Aristo felsefesiz de yaşayabilir belki,
Ama bizim için renk ve şiir önceliklidir.
Davro ırmağı cebinde taşır yaşını,
Biz ise dağarımızda kollektif anafikir...
Aslında kocaman ve kirli bir ayaktır ittifak,Çıkarır yaşamsal tercih, ziyanı kuburundan.
Yeni yağan her meta yetersizlik barındırır,
Öyleyse aş kendini İberikli...Bak ve anla yıldızları deşiyor paralel meyil,
Sense kendi tümseğine takılırsın seyrü seferde.
Niye?
Mağma mağaralarının zeminine hakim oluyor müdahale,
Yani darbe zamanı gelmiştir,
Maviye macenta kat,
Ve morart zamanın artakalanını.
Sen çiz, ben yazayım...
2/:
De bana lan Salvo! Akşam olmuş mu Valencia'da? Emin değilim. Değilsen ol. Bil ki... Herkes herkesi tanımaz her kentte. Mesela Kastilyalı Primo kim? Aragon sarayına gittiği için yanan bahçıvan ya da... Say ki iki Şahmaran'dır Mino ve Davro. Yan yana akarlar bu nedenle kardeşçesine. La Caruna şehinşahı dindardır ve kilisededir her zaman. Ama yalnız kalmıştır inandıklarında. Ya sence de kalmış mıdır mesela? Emin değilim. Kırk kapılı kilisede neden kapalıdır pencereler? Oysa altından yapılmış bir sevgilidir inanç. Ve her daim açıktır inananlara. Engel olarak müminlerin önünde büyük bir tepe yani Sierra Nevada varmış. Zamanlar çıkmazında. Ha? Emin değilim. Özellikle nedendir şimdi bu münafık savlar. Ve nedendir masallarda dev rolü yapan kimsenin hacimli duruşu? Yeni olan her fikre kin ve kan bulaşması niye? Mısır saçlı Bask beyi epeydir göz dikiyormuş renk sultanına. Duyumsadın mı? Emin değilim. Onu elde etmenin fırsatı gelmiştir sonunda derler. Sence de mi? Emin değilim. Kehribar tespihlerin lordu yalnız otuz üç çeker. Onunla bir olup altın ikonu kiliseden dışarı çıkarmışlar raki zafer kazananlar? Uygun bir yere çukur kazmışlar ölmeden ölmek için. Ve içine koymuşlar tabutu sekinenin kutlu envanteri? Emin değilim. Üzerini kapatmışlar bal mumu ile? Emin değilim. Sonra da tekrar kiliseye gidip ibadet eder gibi görünmeye başlamışlar? Sabah olunca, kiliseye gelen görevliler, ikonu yerinde göremeyince büyük bir telaşa kapılmışlar? Emin değilim. Herkes birbirini suçlamaya başlamış? Fakat hiç kimsenin aklına masallarda dev rolü yapan kimse ile Kaşaniyye sitesinin mihmandarı suçlamak gelmiyormuş? Emin değilim. Onlara çok güvendikleri için olsa gerek. Hatta soru sormaya bile cesaret edemiyorlarmış. Duydun mu? Duydum ama emin değilim. Kırk yamalı camuz gönü kırbadır oysa cesaret...
3/:
Öyleyse niye?
Ne diye?
Şiire sızan Kastilyalı Primo da kim?
Aragon sarayına gittiğinde sor hele,Caruna şehinşahı niye kilisededir her daim?
Kırk kapılı kilisede neden kapalıdır bakire kızlar?
Mısır saçlı Bask beyi epeydir bana bile göz diker,
Ya şiirdir amacı ya da nonfiguratif sayıklamalar...
Kehribar tespihlerin lordu ise yalnızdır şimdi,
Ve otuz üç çeker gizli gizli direk arkalarında.
O altın ikon hala yerinde,
Yani kırk kapılı kilisededir kanımca,
Sanmam ki dışarı çıkarmış olsunlar zebaniler.
Ve tabutu sekinenin kutlu envanteri yerli yerinde,
Kaf dağı masallarında dev rolü yapan kimseye gelince,
Dur ve sus benim gibi...
Konu oldukça çetrefil taşır su yerine,
Kırk yamalı camuz gönü kırbasında çöllerde.
Kaşaniyye sitesinin mihmandarını suçlamak niye?
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Davran öyleyse...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:02 AM
Salvador'la On Dördüncü Unutulmuş Zafer Gecesi
Yok Mekanların Hiç Güzergahı
1/:
Masallar platformundayız,
Her şey Kaf dağı ölçeğinde bir krokide şekillenmede.
Kainat coğrafyası işte şurada ve şuncağız.
Yanıyor ilk akşamdan divane yıldızlar,
Patlak gözlü ve kurbağa yeşilince...
Pişiyoruz seyri şiirde ve 'haydi davran! ' diyorum Salvador'a,
Gönlümüzde çatlıyor karanlığın gözleri,
Ağız cidarımızı yalıyor lavların dili,
Beynimizi zorluyor çağıl çağıl kan,
Göğüs kafesimizde kırmızı bir heyecan...
Lacivertten açık maviye evriliyor gökyüzü,
Lan Salvador usta merak işte,
Bu alemde heyecan hangi tonuna çalar gökyüzünün?
2/:
Biz, sarışın bir rengin seyrü sülukundayız...
Kayar gibiyiz,
Olmayan mekanların hiçliklerin güzergahında.
Öfkesinden kızarır bazı bağlarda elmalar,
Bil ki ey yoldaşım oralar da bizi çağırır,
Karanlığı içiyor bak ışığın düşmanları,
O halde kendimizi bile yakmalıyız aydınlık için.
Ve oturup rahle-i aslan burcuna,
Tedris etmeliyiz aşk ve renge dair ne varsa...
Mesela,
Ormanların ortasındaki ardıç ağacının masalını kim yazar?
Kim simyanın ortasında seyyah yorgunluğundadır?
Ve biz kimiz eşyanın tabiyatınca? ...
***
Unut ey İberik baldıranlarının mor ölümcülü,
İki kere iki dört edermiş, bize ne.
Çok gerilere düştü yarışta yarım sekili kadanalar.
Ahşap medeniyetler çoktan masallara karıştı,
İpek ise kendi yolunda yağmalandı haramilerce,
Pardayanlar savaşların sert pamukluğunda keyif çatmada,
Bir tatlı sertliktir ki kahramanlık,
Ağlar diye duydum bulutlar duaya durunca,Uzun ve huzurlu bir tüneldir suskun karanlık,
Bir uyku düşer tembel sevdalara ilk akşamdan daha,
Aslan avcılarından biridir çakallara yem olan yiğit.
Sen çiz, ben yazayım zaliman-ı esvedyanı...
3/:
Bil ki meyveye durma vakti hep ilkbahar değildir,
Zemheriler de gebedir,
Kimi yerde kar ve buzun en selsiyusluna,
Bazen de sarımtırak greyfurtlara.
Ocak ayı şubata evrilende aç kitabı hikemi,
Divana durma anı gelmiştir hukuk vilayetinde,
Usulca aç otuzuncu sayfadaki ışık galerisini,
Hayretler makamının en Hicaz'ını ırla,
Galaksilerin arasında serseri yıldızlar gezer,
Birkaç tik taktır ömür sonuçta,
Bir ezik yürek doğurur acıları neşeler ortasına,
Düşer suya aydınlık ve yok olur,Güneşin yakamozlanarak bakışı suya olan aşkıdır.
Lan Salvador usta bil artık,
Yalancı yakamozlar hangi tonuna çalar gökyüzünün?
***
İşte kırkpınar...
Elini ve yüreğini çekerse yaşamdan er kişi,
Mağma mağaralarında bir cehennem,
Bir de sevdalı yüreğe rastlanır...
Bin yıldır bu böyledir: Aşk ateşle söner ancak,
Divana duran vezirlerin yüreği saltanat taşır,
Menkıbelerin yalancı tarihine katarları güderek,
Kudurgan bir duygu selidir şakaktaki ter,
Ben ve vurgun şiirler boşalırız zembereğimizden,
Zamanlar direnir fezanın hududunda,
Ölüm mekan için de zor bir meslektir,
İns ve cin için de...
Ya uğrun bakışa ya da coşkun akışa karşı duramaz yürek.
Ol nedenle bak boğuluyor hasretlik...
***
Haydi davran Salvador...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:02 AM
Salvador'la On İkinci Esved-i Nehar Gecesi
İvme Halinde İbni Hazm
1/:
İşte şiir,
Ve aha yel değirmenleri ve o hırçın rüzgar,
Ahharlanmış bir kağıt gibi yırtıyor ülkeyi ensesinden tutarak,
Ve savuruyor esmer berduşlarını Granada'nın,
Ve alıp alıp çalıyor sarışın Bask kızlarını tuvallere.
Sen çarnaçar çiz, ben de yazayım çakırkeyif...
2/:
Burası Katalanların ve Baskların ve Portugalların...
Ve hiç kimsenin ülkesi ağalar.
Çümkü bura rengin ve ahengin ve mersiyenin Endülüsü...
Bu vilayetlerin süsü soylu tarık atları,
Onların kanatları masif zebercet,
Yemleri ebcet...
Erdem eriyor burada arta arta,
Bir burgulu ivme halinde İbni Hazm...
Burada ilmi ledünni bilmek lazım...
***
İşte budur nihayeti bizim de güde güde geldiğimiz sürü,
Harf harf melaike ve mavi mavi meseta gülü...
Menkıbenin on ikinci kara gecesi kuşanıyor yıldızlarını...
Tuzlu tadıyla yüzümüzde yalanıyor karanlık,
Bir anlık şavkıyor Davro sularında yıldız taifesi,
Ve kayıyor ardınca Sevilla, şiirin ve isimsiz renklerin.
Dudak aramızda tıknefes atlar koşuyor,
Yani Salvador yoruluyor...
Boynumuza iştahla dolanıyor pikadorların seccadeleri,
Nefesimizin hışırtılı zinciri heyecanlar peşinde,
Çekiyor bizi dara masif cellatlar,
Suçumuz ne? (Lacivertle basılmışız uygunsuz bir vaziyette.)
Ne Salvi, ne de ben,
Anlatamıyoruz suçsuzluğumuzu ruhani yargıçlara,
Ve boğuluyoruz bir serendipli savaşçının matarasında,
Boğum boğum boğuluyor Salvador ah,
Zonkluyor tüm kanı şakaklarında yeşilin tüm tonlarınca,
Bir karanlık arena 'Torro! 'lanıyor üst perdeden.
En sinsinli anı yaşanıyor bir matador,
Mavi kanlı boğalar diyarında kanlı düğünün.
Lan Salvador usta merak ettim,
Terli şakaklar hangi tonuna çalar gökyüzünün?
***
Haydi davran Salvador...
Yeter mi yol için kalan son birkaç nefesimiz,
Ya da yüreğimiz tutar mı? Bilmem...
Eğilmem ben sarışın lortlar önünde,
Bizi bekleyen var kozmik illerde,
Davran öyleyse...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:03 AM
Salvador'la On İkinci Salih-i Kibar Günü
Şaraphanelerdedirler Andulusi Güzelleri
1/:
Uzak mekanların birinde,
Itır kokulu bir yamaç çobanıydı muhabbet halkamdaki,
Haki kepeneği kadim huruf ile göz gözdü...
Irak bir cengi Ali menkıbesini örüyordu dilinden yüreğime.
Ben huşu içindeydim...
Bin dörtgen çerçeve ihatasında devran dönen,
Narı nakarat havaları var ya lan Salvi,
İzi düşerdi menkıbeye ve şiire...
Ve Andolusi kadınlarının kırmızı peçeleri,
Andırırdı canım Anadolu'nun kan gözlü vişnelerini...
Oysa buradayız şimdi ve ne seni keser yarım kalan sevdalar,
Ne de beni doyurur kaçamak aşklar meseta bereketiyle.
Biz,
Belki de yarım yamalak panoramalar peşindeyiz,
Ya da kaçmaktır ereğimiz şiirlerin virane beyitlerine.
Koçaklama çamlıbellerinde bir şeyler oluyor...
İkimiz de deli miyiz neyiz,
Ulan oğlum Salvador? ...
***
Burası da tarihin iz düşüm çizgisidir,
Her an bir metasürprize gebe...
Kişotun biri şovalyelenir bakarsın,
Ve bir kıpırdanışla geriye düşer beyit aralığından.
Döner yel değirmenlerinin erdemli mevlevisi.
Kaçırıldığını anlayınca hız keser kastanyet tarrakaları.İzbe çile ve şarap hanelerine girer festivallerde terleyen raks.
Yorulur ve yolun sağına sapar Andulusi güzelleri,
Uğrun uğrun bakmak için sola düşen bizlere.
Tarih bir sayfa daha açar kendince,
Ya Katalan dilinde,
Ya da Bask lisanında kara kuru harflere yaslanarak.
Sen çiz, ben de yazayım kendi kühtümce...
2/:
De hele bana lan Salvo can! Bu peyzajların daha güzellerini ister mi zaman? Yaman eller bulunmalı derim ben. Keten kıvrak olmalı. Kıvrılmalı raks anında. Kanında cenge durmalı şehvet köçeğin. Ve usta fırçalar acilen yekinmeli yerinden. Kim yapabilir imgesini son şiirin somut olarak? Ve yaptıklarını bunlara inanan kişilere satabilir? Sen de dersin ki bilmem. Düşünce budur işte meseta düzlüklerinde çala kalem yani çakır beyin. Grados vadilerini dolduran nakarat havalarında Andulusi kadınları... Ve peçeleri kırmızı. Ve orta halli Bask beyi bilir olanları. Ve daha da sararır zaman kavşağında. Ve düşüncesini kehribar tespihlerin Katalan lorduna açmış denir. Ya sence? Bilmem ki. Sonunda bu işler açar yolunu hürriyetin. Primoderivera ve kişotlar darbe yapmaya karar vermişler midir dersin? Bilmem ki. Üzerlerine birer rahip elbisesi giyerek, er kişi niyetine çıkmışlar Suev süvarileri tarih bulvarlarından. Ha? Bilmem ki. İşleri, düşündüklerinden de iyi gidiyormuş Cortes meclisinin? Bilmem ki. Herhalde...
3/:
Öyleyse niye? Ne diye?
Bu peyzajların daha güzelleri aranır?
Yani ne ola ki?
Muhammira kırmızısı imgesini,
Ancak ve yalnız batıni şiirler somutlaştırır,
İçrek düşünce, meseta düzlüklerinde yıldız olur,
Kayar ense cihetinden Endülüs dervişlerinin tefekkürüne.
Ve peçeleri kırmızı Andulusi kadınlarıdır,
Ana ve yar diye sarılan menkıbelere...
Bir orta halli Bask beyi raksa durur trans halinde,
Katalan lordu açmıştır bir çingene kızına yüreğini,
Primoderivera interkontinental bir harp içinde,
Ve kişotlar neden darbe yapmaya karar verirler ki anlamam?
Suev süvarileri ise tarih bulvarlarından hırs hırsa,
Cortes meclisi ise meleklerin cinsiyeti peşinde.
Ya biz ne alemdeyiz?
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Davran öyleyse,
Derhal buradan gitmeliyiz...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:04 AM
Salvador'la On sekizinci Mistik-i Muhittin Gecesi
Gecenin Mutmain Kalbi
1/:
Ilık bir demdir çay,
Demse sütliman koyakları hırçın dağların.
Salvi can, ben ve bilcümle yaran pürüzsüz yüzeylerdeyiz.
Ayaklarımız bir gidiyor ileri,
Bir geri evriliyor.
Yani şiir ve rengin raksındayız kastanyet tarrakalarıyla.
Kanıksıyor ritme ve koyuyor gece şafağın göğsüne başını,
Yangın yüreğini dinliyoruz yoldaşlarımla ben,
Akşam üstü atan ivedi saatlerin huşu içinde.
Aslına bakılırsa onulmaz panikteyiz ikimiz de,
Yaranlarımızca bir puhu gibi avlanıyor kalbimiz,
Son avındayız belki de bu gecenin.
Tan atanda tuzağa düşüyor ellerimiz,
İsli ardıç kokulu sevdiklerimiz uçuyor,
Çırpışıyor en güzel çağında müezzin kuşları gibi,
Bu mistik coğrafyada gecenin mutmain kalbi,
Mariyalar engin ve mutedil Atlantik çırpınışındalar,
Ve kendilerinden geçmiş bir halde meseta çarşaflarında.
Av hitam buluyorGrados dağlarında, tabii ki sonu kahır...
Yani aşayiş berkemal sayılmaz lan Salvi.
Sen çiz usul aksak, ben yazayım yavaş ağır...
***
Güneş ferman dinlemiyor yaranlar.
Oturun oturduğunuz yerde teslim olarak hüzne.
Oluyor işte,
Haydi davran Salvador...
2/:
Boş yere aranmışız yakamozlu zülüflerde hilal kıvrımını,
En gecikmiş çağlalarını bulmak zordur iklimin,
Kimin zülfünde dara çekileceğimizin kararı son celsede,
Bekle lan Salvi can...
Ve yüzündeki arsız utancın menşeini açıkla artık,
Mühendise gemileri gösterip genç Mehmet ikinci,
Nasıl 'dağlardan da aşar kalyonlar isteyince' demişse,
İşte şiir ve mavinin gökyüzü artıkları.
İstedim ki dudaklarından yürüsün söz yüklü katar.
Karanlığa bürüyen, yüzü aydınlık kaldırım yosması,
Çeler göğün direğini aklımı çelmeden önce,
Bence ebemkuşağına binen saltanat kayacaktır çaresiz,
Çünkü rengin Darvin evrimcesidir ki,
Gökyüzünden düşen maviler yüreği mora boyar,
Farkını arama içindeki galeride, biz hep böyleydik,
Çünkü masallardan geliyor bütün esrik şiirler,
Ümit bununun örtüleri açılmış oluyor bu sıra.
Haydi davran Salvador...
Umuda eğilmek, zor zamanların tek çıkar yoludur,
Azizliğin ve azize olmanın bir manası kalmaz,
Yıl yıl dizilen olayların alacalı tespihi çekilmeden.
Ol nedenle imame atbaşı gider zamanla,
Kanla çizilir kimi peyzajlarda grup kızıllığı.
***
Haydi davran Salvador...
Issız gecenin mutmain kalbi atıyor.
Devriliyor şiir ve rengin krallığı...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:04 AM
Salvador'la On sekizinci Tarih-i Kibar günü
Boğalar Kızıl Gözlü Ateş Parçalarıdır
1/:
İkimiz de deli miyiz neyiz,
Ulan oğlum Salvador?
Boğalar kızıl gözlü ateş parçalarıdır,
Yani cehennemi birer simurg kanadı taşır her festival...
Bu yüzden her yeri görünür yarımadanın kuşbakışı,
Şu bölge kan tarlası,
Nao burnundan cerahat sızar Mino suyuna.
Matador ve pikadorlar kırmızı öfke gelincikleri say ki...
Sinirli cengaverler başta biraz zorluk çıkarsa da ehli şiire,
Vizcaya sakinleri ardarda vurulurlar arenalarda,
Ve birer ikişer dışarı çıkarlar tarihin yarığından,
İş düşer Salvo can sana ve bana sanırım.
Çünkü cenaze alaylarında mersiye okumak,
Zor zanaattır dünyanın her yerinde.
Sen çiz, ben yazayım...
2/:
De bana lan Salvo! Şehrin kanı mı akan? Yoksa pelerinlerin köksüz boyaları mı?
Ben bilmem beyler bilir.
Ya da bekaret izalesi mi bu çığlıkların nedeni? Herkes bilir ki her nefer yakınında bulunan burca saklanır. Burçsa buhurdan bacası ve kuş yuvasıdır. Ol nedenle iç çeker karanlıklarda. Kuş iç geçirir. Çelik çanlar yürek atımında: dan dan dan... Ki pembe bir kilisedir tapınağı bu sarışın kentin. Yani uzaklardan hıçkıran Fenikelilerin damağı acır... Salvo can sence Kartaca kralları mı fondaki sisli suretler. Yani onlar da şiir ve rengin kraterine varmışlar mıdır zamanın bir yerinde? Ya da Fenike korsanları? ...
Ben bilmem beyler bilir.
İş suda bağlanıyorsa neticeye... Burada da akar Ebro ırmağı usul ve nazlı. Orada da. Adı başka olsada. Ve ne diye bize kendilerini rahip olarak tanıtırlar Sevilla berduşları. Halbuki kalyonlar miço ister. Yalancı şairler gibi ibadet etmeye başlarlar. Belki de güncel bayağılıklardır buralardaki atlılar. Kim bilir?
Ben bilmem beyler bilir.
O kadar güzel konuşurlar ki. Sormayın gitsin. Şu bizim koşuk kurtları La Carunalılar muhabbetlerde... Şiir gibi akıcı. Resim gibi göze batıcı. İnanın. Canım dinlemek ister. Şöyle uzanıp çimenlere kın üstü. Ve gözüm izlemek kare kare uzaktan. Ve o kadar güzel raks ederler ki... Carmen ve akraba romanlardır onlar. Bir de Morronalar. Yani konverso yanar dönerleri. Çalalar maverada bir başka benzer. Yani Meşhedi kardeşleri saferadların. Sorma be Salvo. Üstelik en kısa zamanda şöhretleri basar enginleri. Hatta olan olur. Bütün Tagusdağlı rahipler sitesine yayılırlar bir bir. Kastanyet şakırtılarını duyar sağırlar bile. Hele çalparalar... Ya sen? Duydun mu ritmik sesleri a can?
Ben bilmem beyler bilir.
Halk, akın akın akmada. Meydan silme... Bronz çanlar çalmada kulelerde. Onları ziyarete gelirler buralılar. 'Torro! ' derler duyanlar arsız saldırganlıkları. Ve boğalar kızıl gözlü ateş parçaları. Çakışmada kafa kafaya şiir ve resim. Ne dersin Salvo can? Bırak artık işkili. Bak denize de dayandık. Tarık misali yani. Bundan sonrası Atlantik. Gemilerse bin yıl önce yakılmış Tarık'ça. Yani sondayız.
Evet hak verdim.
Ver elini ustam helalleşelim. Çok şey öğrendim zatınızdan. Bundan böyle herkes yoluna. Ama yine de ben paralel evrendeyim. Lazım olursam.
Evet hak verdim.
3/:
Öyleyse niye demiyeceğim.
'Ne diye? ' diye sorma artık.
Şiir şehrinin kanı mı akan tuvalde bak ve gör?
Ya da amaaan bana ne.
Karınca bacaklı Kartaca filleri mi burca saklananlar?
Ya aslanların ağzından fışkıran denize ne demeli?
Bunlar birer sırsa eğer söyleme ve sus,
Bakarsın bana serseri beyitler,
Sana ise karanlıkların portresi kalır,
Aslında biraz da karanlıkta kalmak düşer, hüzne bulanmak için.
Ki kuşlar da ol sebeple iç geçirirler gecenin portesinde,
Çelik çanlar yürek atımında 'do'dan 'do'dan vurur,
Hırçın dalga boylarınca tuz hıçkıran Fenikeliler,
Bilmezler şiirlerde verilen rolleri kendilerine.
Burkula burkula burada da akar Ebro ırmağı orada da,
Sevilla berduşları ise kalyonlarda esire kızlar beklemedeler.
(Beklesinler bize ne.)
Yalancı şairler gibi yarılmada şeftaliler aşk sezonunda,
Huşu içinde ibadet etmeye başlar tuvalde fırça darbeleri,
En güncel bayağılıklara batar kimi zaman divit uçları,
Carmen ve akraba romanlar raks telaşı solumadalar.
Kastanyet şakırtılarını 're'den 're'den vurarak,
Bronz çanlar çalmada kulelerde 'do' ve 're' ve 'mi' ahengince,
Çakışmada kafa kafaya şiir ve resim,
Paralel iki kardeş olmadayız biz,
Yani var say ki,
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Davran öyleyse,
Soyut beyinlere akın var...
Sen tuvallere çiz, ben yazayım yüreklere,
4 çarpı 4 hacmince...
***
(son)
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:04 AM
Salvador'la On Üçüncü Temperyal Günü
Şiirin Tüyü Bitmedik Bebekleri
1/:
Hecinler alır suyun kokusunu,
Biz ise şiirin mavi tadını...
İkimiz de deli miyiz neyiz,
Ulan oğlum Salvador?
Çünkü bu kurak vahalarda ben de yazmaya gebeyim,
Kendi şiirimin tüyü bitmedik bebeklerini.
Ve aşkı ağır aksak içmeye barba meyhanesinde,
Ve yaşamını dizmeye yol boylarına içrek söğütlerin.
Çünkü iki yeşil dal gibidir şiir ve renk,
Biz ise iki sevgili hain,
İnce bir çığlıktır nihayeti mavi ve nakarat,
Ol nedenle atıyordur yürek maviye banınca divitini,
Ağzında bir kuşu taşır pişmiş tuğlalar,
Bir de simyanın en ezotrik formüllerini.
Metafizik dersleri bir insani türbülanstır bu yüzden,
Ya da anakronik boyutlara paralel komşu alemde...
Göze çarpıyordur kesinlikle şimdi oradan bakınca,
Minicik bir derviş, akan yıldızlardan biri olarak,
Ancak her göz görebilir mi kendini?
İşte bizim aciz-i insanlığımızın alt yapısı da budur.
Bir sevdadır gözlerimizin kiracısı ve yağar yağmurlarla el ele,
Ardından kaçınılmaz olarak sökün eder ebemk...
Eşkin ve rahvan eser yoksul yeller bile amazonlarda,
Belki de yelkenimizin alnacında bir dızman üfler.
Doldur bir hokka daha lan İberikli...
3/:
De bana lan Salvo! Bir nev-i beşer günü beklersek yeter mi ömrü şiirin? Ki o mübarek şehrin hükümdarı doğmuş mudur kendi burcundan? Duydum ki büyük bir ziyafet düzenlemiş Nurettin Batuci? Kuşkuluyum. Bütün halk seyir sever. Ve papazlar örter üstünü hasta zamanın. Merak işte. Acaba bu ziyafete davet edilmiş midir Şatibi bir bilge olarak? Kuşkuluyum. İki geviştir zaman ve mekan ezoterik sevişmelerde. Ve geviş getiren muharipler buçuk derviş sayılırlar aralık boyutlarda. Oralar da paralel İberik'tir. Alfonso da bir kraldır sonuçta. Beğensen de beğenmesen de. Duydum ki... O da davet edilecek olanlar arasındaymış gnostik panayırlara. Doğru mu? Kuşkuluyum. Davet haberlerinin en morötesi kendilerine ulaşınca: 'Biz, burada ibadetle meşgulüz,' demiş midir katedralin papa Urban'ı sence? Kuşkuluyum. Ama biz de dikkate almalıyız uyarıyı. Terkedip renk ve şiiri neler olur? Giza vilayetine gidersek ibadetimiz yoksul kalır belki de. Biz kalırız arafta ve fukara. Ey ehli nirvan bizi bağışlayın. Ve size on sekizinci sayfada yazılan sırları demişler midir? Duymuşsa Aristotalesin Kabalaya temel olduğunu dervişler İshakoğullarına? Kuşkuluyum. Ey yürek hükümdarı kalk tahtından. Babandan kalsa da kalk ve adalete batır serçe parmağını uyanarak. Yanarak doğ küllerinden. Sen ki şairleri ve ressamları kin ve kanla bilersin. Ve onları büyük birer din ve dam adamı olarak gördüğün için rönesans evliyası sayılırsın. Nakarat ve rengin bu isteklerini anlayışla karşılamış mısın bilmeyiz. En iyisi soralım Salvo'ya. Ne dersin İberikli? Kuşkuluyum. Öyleyse bırak tarihi İberya'yı. Sen çiz, ben yazayım...
3/:
Öyleyse niye?
Ne diye?
Kortes meclisinde şen kahkahalar uçuruyorsa,
Anakanun kaçı kaç geçiyordur?
Kişotoğlu kişotsa rüzgarlarla yaralanan muharipler,
Sarma yaralarını ve koyver ibrişimin ucunu bahara ey otacı.
Mistik ziyafetler düzenlemiş midir Nurettin Batuci?
Ki bizce dibine kadar 'Eyva! '
Yani ya rengarenk ya da negro şiirdir yaşam...
Ve sorarlar adama, her ikisi birden koro halinde:
Şiiri geviş gibi getiren muharipler nerdeler?
Kaç buçuk derviş sayılırlar renk ezbercileri?
Alfonso da bir kraldır ama kaçıncısı hanedanın?
Bin mi?
Bin bir mi *******den bir gece?
Ya gnostik panayırlar nerelerde kurulur?
On sekizinci sayfada yazılan sırları ben bilmem,
Ya sen kaçıncı sayfasında doğdun insanlığın ey otac?
Biz şairleri ve ressamları kin ve kanla kınalarsa zaman,
'Nakarat ve rengin bu isteklerini kabullenmek lazımdır.'
Demiş midir şeyhül ekberi majinin?
Kimler rönesans evliyası sayılır ya da?
Ve kimler evliyanın rönesansı? ...
Nurettin mi?
Muhittin mi?
***
Soru çok ve yanıt...
Bizi aşar gibi gibi renk ve ışığın somut olanı.
Kanımca, ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Derhal, bu ölçülü perspektiften gitmeliyiz.
Durma davran öyleyse,
Tabii ki özgür vezinlere,
Ya da biçimsel hürriyetler vilayetine...
Haydisene...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:04 AM
Salvador'la On Üçüncü Teslimiyet-i Zifaf Gecesi
Yayan Yapıldak Çorak Nehirler
1/:
Ey ehlişiir!
Her ırlanan türkünün fonunu ahenk doldurur,
Şiirin su basmanını ise hüzünlü yürek...
Yazmaya durduğunda şahsi destanını *******in ozanı,
Sisli geçmişi kucaklar anılarda karanlık eller,
Ve uzanır savunmasız enselere bir haşin parmak,
Şaşkın şelaleler akar berduş geceyarılarından üstümüze,
Sınırboylarından kaçak ve sabırsız çağlayanlar dökülür,
Dilbilmez dilimizin üstünde gezinir ateş parçası,
Ağız duvarımızın horasan sıvası dökülür ıslak vadiye,
Ne organik kamalar keser karanlığın şahdamarını,
Ne de acıtır inorganik kılıçlar vurgunda aşıkadamın,
Ruhu bedenine harcolmuştur tan atanda esrik hüznün derebeyinin,
Ağızları ah ile açılanlar ise sanırım bizim yaralarımız,
Lan Salvador usta efsun ile fısılda kulağıma,
Üstü açık yaralar hangi tonuna çalar gökyüzünün?
Sen çiz dereleri, ben beyleri yazayım...
***
İşte burası ışk ve aşk cemahiriyesi,
Ve cemahiriye içre binlerce yıldız ve bilge Kurtubi...
Ayalar kutup yıldızını işaretlemede şaşkın seferde,
Çünkü yıldızlar kasabasında gecedir dua zamanı, Kayar gibi ilerler mekanda zaman,
Ve rahme girer avcı yağmurlardan kaçan bir gögüş yavru.
Ve hiç dokunmuşluğumuz yoktur şiirin yüreğine,
Bil ki hiç yoktur,
O deltaya yayan yapıldak girmişliği çorak nehirlerin.
Çünkü çorak ve Ezrail aynı hamurun mayhoş mayasındandır.
Yorgun beyinlerde çiçekler ölü açar sabaha karşı,
Duydum ki pek etki yapmazmış ölüm yoksula oysa,Ve deli dehşete kapılırmış göz kendisine bakınca.
Yani lan Salvi o ki dediğim gizem,
Ağlayan çiçeklerde kış olmaz mevsimler galersinde,
Ve rastlanmaz acının tortusuna vurdumduymazlık diyarında,
Haydi vur kızılı,
Ve mavinin en kutbisini ser peyzajın harmanına.
Ardıç ağaçlarının arasında yoksul çamlar eğlenir ancak,
Bu yüzden zorlanırım çınarlarla sevda tokuşturmanı anlamada.
Kirle kaplı anıları silen kadın bulunmaz ki kösnük *******de,
O halde niye süfli sevdaların peşinde ağlamadasın?
Atla terime lan İberik boyacısı!
Bir ben, bir de zamanın oğlu ulaşır güneş vilayetine,
Bir de o obur anılar son anda diyarına hüznün...
Lan Salvador usta de hele,
Güneş bağlarında ağaçlar hangi tonuna çalar gökyüzünün?
***
Kayadır ve kayıkçıdır,
Karaya oturmanın acısını hisseden.
Aşka gereksinimi olan yolcu ise koşar kızılkıyamet,
Susarım çaresiz kamus'da bile ben terkedildiğim anlar.
Ve bir bilgenin bilgisine hürmeten,
Şimdilik bu kadardır aşkın mevsimi diye.
Sazanlara sevdalı sezon sularında sererek yelkenlerini yüzemez ki kalyonlar,
Yüzüncü dalyalarını bulmuşşa aşk ve şiirin ehli,
Saçlarının rengidir yukarılarda yakamozlananlar,
Başının üzerine gün çavar senin de belki,
Gizemli bir kadın gülümsemesidir,
Aşk yoksuluna şiir...
***
Yoksullara helva dağıtıyor ölüler.
Haydi davran Salvador...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:05 AM
Salvador'la On Yedinci Katiban-ı Hammeryan Gecesi
Elinde Şişle Bir matador Yaklaşıyor
1/:
Sen çiz, ben yazayım...
Orta çağda bir tahta döşemeli uğru hanı,
Her yanı haydut, it ve uğursuz dolu saf aşkın...
Bir kasaba ki sönük sırlı aynasında,
Hep kendi suretini aranır umudile...
Zaman bir karabataktır zulmün can yakan gözlerinde,
Her kapak düştüğünde ya uykudur gelen,
Ya da kurşun gibi bir ölüm...
Gülüm,
(Oldu mu şimdi Yozgatlı kardeş?)
(Ne mi? Uyak diyorum uyak... Sana inanacak mı okuyanlar şimdi bu banal kafiye ye bakarak? Bence dayak senin hakkın ya, neyse. Her sese bir benzerini bulmak zorunda mısın be şair? Mahir bir fikirle de dersin diyeceğini amma sen takmışsın bir kere şiir demek vezinli ve uyaklı olur diye. Nedense Ahmet efendi? Her neyse... Nerde Kalmıştık? Ha.... Gülüm....)
Beliriyordu suretin senin de,
Kutlu saydığımız ayazmalarında yüreğimizin.
Köşede oturan uğrular kralı Bandit Abbas tabii ki...
Ve zarar ziyana gülen bir yanı var şiirde onun,
Gülmesiyle ünlü ama asıl işi ağlatmak.
***
İşte manzara bu lan Salvi...
Haydi bin karınca bacaklı fillere Kartaca'da.
Bense şimdilik hüzünler diyarına ateş almaya gidiyorum.
Ardından yetişirim nasılsa,
Zatıaliniz 2000 yılına varmadan daha...
***
Saat mi?
Daha var iftara.
Nefisler acıkıyor bu saatinde ikindinin,
Midede asit toplanıyor.
Haydi davran Salvador...
Elinde şişi ile yaklaşıyor,
Bu yana koşuyor bir matador...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:05 AM
Salvador'la On Yedinci Tarih-i Kibar Günü+
Sarı Yürekler Kitabındayız
1/:
İkimiz de deli miyiz neyiz,
Ulan oğlum Salvador?
Niçin bu sarı yürekler kitabındayız?
Bilmeyiz...
***
Bir yol bak dön de arkana,
Yumurtlamayı sürdürüyor en iri herzesini,
Kostantinapol'ün önünde piknik yapan delikanlılar,
Kommenosoğlu Kosta can derdinde o sıra oysa.
Al al olmuşluğu mahcubiyetindendir arsız Urumeli kızlarının,
Cengaverin birinin umurunda değildir hani,
Ne kızlar, ne Kosta ve ne de piknik ehli.
Rasputin diyarından barbarlar doğuran rahmin ortasına gelince,
Ne sen çiz o ayanı, ne de ben yazayım bu hezeyanı...
2/:
De bana lan Salvo! Yar kim? Yaran ne? Ya ayanl a hezeyan? ... Yaptıklarımız ve yazdıklarımız kimi tanımlar kendi dilince? Ehlince bilinir ya. Her neyse... Ki her tarif tunçtan bir yontudur iki nokta üst üstenin peşinde. Bu da bir Aragon tarifidir lügatta. Tanım dışı kalan vizigotlar da bakarsın kraliçesini satıyorlardır arasatta. Ya da Don Jouan külhaniler şimdi haraç mezatta. Hem zincirleri berkitiyorlar hem de kendilerini rahip olarak tanıtıyorlardır Suev öncüleri o ölü hayatta. Kastilya baronlarına yalana kanmak düşüyormuş. biliyor musun?
Bilmem ki.
Hatta Mitra'ya tapanlara dini konuşmalar yapıyormuşlar dünün inançsız muharipleri Vandallar. Rastladın mı böylesine?
Bilmem ki.
Onların dış görünüşüne aldanmamak gerek bana sorarsan. Kim mi onlar? Bulursun dört yöreni ararsan. Kimi kurt postuna bürünmüş kuzu... Kimi aslan yelesi taşır arkasında. Sahte vizyona aldanan yanarlar. Ostrogotlar ise akında kanlı marş ırlarlar yol boyu, ve ağlarlar. Ve kendilerine acının en yüklüsünü vururlar. Bu ülkede her şey iri ve büyüktür. Biliyor musun? Bilmeyenler için. Ki saygı duysunlar diye mahalli bayağılıklara. Grados taşındandır kiliseler. Önlerinde misafirler trans halindedirler ayin boyunca. Duydum ki inisiye ediyorlarmış Nao burnu sakinlerini rahipler kendi akıllarınca. Çalındı mı kulağına?
Bilmem ki.
Vizcaya gezileri sırasında olmuş olanlar. Tepesi tüylü bayrak ellerde. Dillerde Got marşı. İberik tilkisinin yolları Gudarrama'dan geçermiş. Ve töton tarihçisinin menzili şimdi İstanbul diye anılan Kostantiniyye şehrine düşermiş. Kayıt mı? Bak ve gör, sarı yürekler kitabında her şey. Ya sen okudun mu benim gibi?
Bilmem ki.
3/:
Öyleyse niye? Ne diye?
Yar kim? Yaran ne?
Belki de tunçtan bir yontudur aşk.
Kraliçesini satsalar da vizigotlar.
Jouan külhanileri haraç mezatta.
Sevda baronlarına yalana kanmak kolaydır,
Mitra'ya tapanlar ise yalanın ta kendisi ile aşık atmadalar,
Sahte vizyona aldanan yanarmış cehennemde,
Ve kendilerine acının en yüklüsünü vururlarmış analar.
Karşı vilayetteki mahalli bayağılıklarmış cezbeden ciddiyeti,
Grados taşından kiliseler yapmak inancı tamamlamaz ki,
Vizcaya gezileri sırasında olmuştur olanlar kızlara,
Ki Mitra tarihçisinin menzili şimdi kız ve kilise,
Ol nedenle sarı yürekler kitabında yazılar kırmızıya çalar,
Bizse el eleyiz tarihçilerle,
Şiir, renk ve kadim bilgiler selindeyiz,
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Ve atla fırçana,
Davran öyleyse.
Nereye?
İlk önce Atlantik'e,
Ardından -Yanmayan kalmışsa eğer- o antik gemilere...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:06 AM
Salvador'la On Yedinci Unutulmuş Zaferler Gecesi
Temrenleri Paslı Şeşberdir Uçan
1/:
Torro!
Bir pelerin gibi alnacımızda göklerin uygarlığı,
Bir burçta karayağız matador,
Ve diğer cenahta buğday benizli pikador...
Yeryüzü boynuzlu bir zorbalığın beş kalasında,
Ve sonra kızıl gözlü boğaların açılıyor yolları,
Öfke, dudağında ısırık ve hırs ki gecenin,
Kahpe karanlığın gözlerinde yoğun kan.
Akansa şiirin oklanan kalbi.
Buna rağmen birer parça düğün taşıyoruz azık dağarımızda.
Gani gönlümüzün avucuna sığmıyor,
Savurgan sevdanın gülleleri he-hey! ...
Boğaçhan gibiyiz dedem Korkut masallarında.
***
Salvo ve ben,
İkimiz de her dem boynuz hedefindeyiz.
Olabiliriz birbirimizin katili,
Ya da sevdalısı kan ve kırmızı ve raks eder gibiliklerin.
Arenanın kapısı kırk yerden aralanıyor kopyalanarak,
Gölgelerin temeli tabanlarından sarsılıyor,
Hiç kimse işin sırrını anlayamıyor katarak bakışlarıyla.
Temrenleri paslı şeşberler kanatsız uçuyorlar,
Gecenin ensesinde kırmızı kraterler bakışıyor bize,
Bir denize dalga oluyor hırçın hançereler:
Ve torro!
***
Ay, ensesinden kargılanan usta,
Yatarsa uzun zaman, demirleri pas tutar.
Yutar kini, intikamı ve eyvahları kalbin boşaldıkça,
Gözyaşlarını buz gibi kuzey kutbunda doğurursun,
Boğulursun kendi deryanını çukurlarında.
Ama ben buna izin vermem!
Ve yedirmişliğim askerlerime lahana türküsü,
Yani demirin en erimiş hali zabitan-ı harbiyan...
Uçuşan serçeler gönül ülkemde belki de gölgene rastlar,
Ateşe verirler küllerinden doğurtmak için anka kardeşlerini.
Orta İberya'nın kollarını bağlarlar Vizigot atlıları.
Macar ovalarını nebelungen destanlarıyla harman ederler.
Yazılır ağaç dallarına yaprak yaprak özümseme tarihi,
Yüreğimizin sahiline vurur kayan yıldızlar.
Sen çiz kızları, ben de düğünleri yazayım,
Azayım bildik mısraların kör yollarında...
2/:
Bir kasaba gecesi gibidir şiir,
Yazılacak daha çok hüzün vardır ıslanan kaldırımlarda,
Yazdık ama görmedik kendi ciğerimizden sızan aslanı,
Yalandan anlatılan belki de doğrunun saklı kısmıydı,
Belki güzelliğine saklanmış çirkinliklerde vardı oralarda,
Biz adım adım yalanıyorduk yerel dökümanları...
Çıkageliyordu asesler ve onların saygıdeğer başı,
Köy karakollarında aynalara yakalanıyordu kaçak gölgemiz.
Yakamozlara atılan bir imza gibi saltanatın,
Ve tutsaklığın bukağılarında haraç mezatına çıkıyorduk.
Gönül kutbun bilmem kaç selsiyusta ise eğer Salvo can,
Ve yanındaki sarışına: 'Artık burada duramaz seninki.' diyorsan,
Yoldaşın yani benim için...
Ee, ne deyim artık sana?
Bilinmez bir mekan içredir sahnıçemen yurdunda yüreğim,
Doğrusu kendim devam etmek isterim,
Renk ve şiirin kozmik yolculuğuna...
Amma...
***
Haydi davran Salvador...
(Daha da azgın bir coğrafya beliriyor,
Yüzünde Salvador'un ve o sarışın romanın,
Bir gözü dost, öteki düşman kesiliyor bana,)
Ama...
Haydi davran Salvador...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:06 AM
Salvador'la Onuncu Zaloğlu Kimmeryan Gecesi
Sunturlu Sinkaflar Geliyor
1/:
Üç... İki ve bir...
Hıyaban altında hain bir zamana dalar renk ve şiir,
Harami hançerler keser sayfa aralarında dizeleri kafiyenin şahdamarından,
Şaşkın şişler rast gele deler ayin-i burhanlarda keten tuvallerini imgenin,
Ve daha onlarca izi yaralar bizi merhamet yoksulu cengaverlerin...
***
Sorarım eğilerek kulağıma kendimin,
Buralarda nedeniz?
Niçiniz buhar ve büyüler arasında yetim üzerlik otları misalince?
Bu kadar nahoş yansımalar hadi neyse lan Salvi,
Ya aşkın ve şiirin sivriliğinde bile bile hedefsek? ...
İşte o zaman fukara sevilmişliğimiz uzak kervanların peşinde izdir artık.
Her yeni günün ardından macenta mayilerle karışık aanılar akar geceye,
Sonra mahmuzlayıp gider atını karanlık ve yitmişlik.
Sen ve ben mutlak hiçlik ortasında ha varız, ha yokuz...
Burasında Kimmeryam tarihinin kehanete doğru kayar zihin:
'Ya yarın gülecek mi güneş araf üstüne? ...'
'Ne olacak hali bu yetim ve yakası yırtık günün? '
Lan Salvador usta ver artık şu sırrını,
Döküm mahmuzlar hangi tonuna çalar gökyüzünün?
Sen at çiz, ben yazayım suvarinin hırsını,
Kasalım Pireneler üstüne zamanın kantarmasını...
2/:
Bilgeliğe namzet bir katalan sorar ya: 'Aşk nedir? ' diye hani...
Salkım saçak bir gün yüzüdür aşk,
İşveli şiirse ses verir bir Puvatya siperinde kalemin dudağından,
Ve hatta yürek şiir ve aşkın ve hatta onun da üzerinde yer tutmuşsa,
Yani hedefindeyse cephede uçuşan görevli ebabillerin Ebrehe-i mersiye...
(Yani tereddüdün bini bir para anasını satıyım.)
Nerdesiniz ey 'her suale cevap verilir' ehli? ...
Duruyorum ve kulağıma sunturlu sinkaflar geliyor biteviye be usta.
(Usta da duruyor. Ya! Haklıymışım kuşkularımda.)
(Dur hele, diyor burada Salvi. Haklı mı bu kopil acep?)
Şu kuşlar ikircik kuşları kanımca ve göç yolundalar ölüler diyarına.
Belki de Faruk'un son ekibidir komünal yaşama set çeken çekiç sesleri.
Orasının, burasının dizelerini ular birbirine Tarık bakarsın,
Yalnızca köprülerden geçilmez ya karşıdan karşıya,
Kadim manzumlarda Aristik bilgelerin zengin dillerinin ufaladıkları,
Yani felsefik kavramlar da iş tutar renk ve şiirde biz istemesekde...
Koşuğun hangi dağda olduğunu kurt bilir ancak,
Bir de Karacaoğlan anlar yar ve yaran dilinden.
Sen ve ben lan Salvi?
(Sus ve atla alt bölüme. Çuvalladığımızın resmidir yukarıdaki dediklerimiz anlayana...)
3/:
Kadim medreseler aşk ve şiir belletiyorlardı...
Oysa ben bilmiyordum ki manzaralara belenmeyi kırlarda,
Kıtalarda nakaratlarla dehşetengiz sevişmeleri.
Daha tüyü bitmedik çocuktum kendi yaşamımda aslına bakarsan.
Saçlarına yağan karı, kırçıl yıllar sanmadaydım yaşlı babamın.
Bana ayırdığın zamanınsa hangi kozmik hazinenin,
Ne kadar nadide bir parçası olduğunu ne bilem be ustam.
Ederidir derler ya düşen her ak,
Çaresiz gafil bir dal olarak yaşanan hüznün yapraklarının,
Nihayeti öyledir işte şiir karşısındaki salta duruşumuz da bizim.
Farkında mıyız (Değiliz bence) uğrumuza yakılan banal türkünün? ...
Lan Salvador usta merak ettim vallaha,
Bulaşıcı gafletler hangi tonuna çalar gökyüzünün?
***
Hani hançer keser,
Şiş delerdi ya,
Sanırsam ki patronanın yeknesak isyanıdır ayak,
Mesetadaki fırça izleri ise başıbozuk ayakların serseri kafiyesi...
Şuradan biliyorum ki Salvi,
Şimdi loş galerilerde kastanyet sesleri halay halaya,
Tırnak tırnağa patikalarda acemi illüstratörler,
Üstelik kulağıma sunturlu sinkaflar geliyor.
Haydi davran Salvador...
Nedim ölüyor...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:07 AM
Salvador'la Otuz Beşinci Mayiyi Kevser Gecesi
Kaçarız Gölgelerimizden Korkarak
1/:
Biz geceden geceden saklanırız beyit aralarına,
Geceyse bizde yol alır açıktan açığa...
Ay ışığından beslenir,
Kurtların duvarlara vuran agresif gölgeleri.
***
Artık kimse kimsenin mirasçısı değildir,
Burası sıfır terekeler cemahiriyesidir çünkü.
Ben benim kadar yerde yanarım,
Apostal da bir tuvallik ömre sahiptir.
Senin sakındığın gölgendir arkadan gelen usulca,
Bilinir ki iz bırakmaz ayağı konuşmayan her şey,
Masal gibi yürür ve gizlenir karanlıkta kara gözler,
Ben ve şiir değil miydik tuvallere resim olup sıvanan?
Ey kendi artıklarını avlanan meseta avcıları...
2/:
Kaçarız gölgelerimizden korka korka,
Oysa burasıdır bizatihi ürpertiler diyarı duygusal alemlerde.
Arkamızdaki gerçekler iki kere ses verir,
Ancak boyut farklıdır, duyuramaz kendini.
Ve güneş saklambaç sever boş arsalarda...
***
Yoksul bir ölümdür ki bizimkisi.İlk kez zifafa girer gibi bakire acısı duyar.
O zaman anlıyordur belki de potansiyel,
Spekülasyon olmadığını çukurundaki gücün.
Geçekte bir olduğunu yaşam ve ölümün ya da.
Yapayalnızlık bir karpuz gibi dilimlenir aşk vurgunlarına,
Ve de ürkeklik avcı kaçkını keklik olur yamaçlarda,
Zavallı tutsaklıksa ancak zencir kalınlığı kadar yer tutar.
3/:
Der ya sevgi insanı 'İch liebe dich...' diye,
Cermen lisanının hançere kadanalarına binerek...
Yıkılır dilbilmez gürcüler sınır kapılarında,
Yıkılırlar ve içmeyi bir iltica kulesi sanarak,
Sığınırlar düşman döşlerine bira kupalarının çarnaçar.
Köpürür ve sürer al sekili atlarını denizler sahillere.
Avuç içi olarak tariflenir kimi zaman dünya,
Kimi zaman evren kadar dardır aşkın koşu alanı.
Aslında ne al renge batar eller,
Ne de şiirin koynuna dalar.
Senin mistik alem sandığın yerler,
İse kesmiş kız kaşlarının patikalarıdır.
Sen çiz akla karışık, ben yazayım kömür ile...
Bak al sekili atlar koşumlanıyor.
***
Haydi davran Salvador...
Şiir hasta oluyor.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:07 AM
Salvador'la Sekizinci Esved-i Nehar Gecesi
Astroda Burçlar Hangi Tondadır
1/:
Ay can!
Astrodaydı cengaverler,
Kimmerler Kaf dağından ayak atmıştı henüz,
Ben şiir kuşanmıştım belime,
Can Salvo ise kubik bir manzara kemer yerine...
***
Zaliman-ı Kimmeryan Gecesiydi dün,
Kendi penceresinde savruluyordu kabaralı bir kılıç,
Ve kesik kollar gül saçarak çiziyordu tuvali.
Tınlıyorlardı karanlığın telleri içrek ezgilerle,
Biz bir dadaşın dizlerinde baş dinlemede.
..
Uyanıyoruz bir zelzelenin vicdansız elleriyle,
Dehşetengiz bir sarsılmayla oyuluyor beynimiz,
O anda Karmen, yoldaşımın karısı oluyor.
(Yani keyfine diyecek yok teresin.)
Bizse manzaradan şiir kopyalamanın tarihindeyiz.
Acelecilik bozuk bir saat gibi yanağımızı kurcalıyor,
Haydi davran Salvador!
***
Tembellik bu,
Kimi milletlerin kanına işlemiş.
Yani oğlum İberyalı Salvador,
Yüreğimizde açılıyor küçük bir delik,
Fışkırıyor seller hissetmesen de,
Kuşatılıyor balık ve yay burcumuz,
Maya'nın sisli tarihinin her bir damlasında dehşetengiz.
Azgın bir yeşillik beliriyor tanda perde perde,
Yani aralanıyor kehribar dişleri günün...
Lan Salvador usta de bakem,
Astroda burçlar hangi tonuna çalar gökyüzünün?
2/:
Ay can!
Tan, ağaran gözleriyle bakıyor bize umutkar,
Vuruyor bir balık daha ağlara turkuaz diyarında,
Ve yay burcumuza sabaha karşı döşünü kabartarak,
Sevdanın zikzaklar çizen kalp grafisi,
Ve gece kokan gülleleri yörüngelerin sadık muhafızlarının,
Uçuşuyor üstümüzde kağıttan kuşlarımız,
Bazen türkü oluyor ve ıslık çalıyor şakaklarımızdaki deniz,
Yani çağırıyor bizi yitirdiğimiz kendimiz.
Dakikalar süren bir yavaşlıkla,
Şiir kendi piramidini yükseltiyor renk tuğlalarıyla,
Pantone tebası ise makyajlıyor suretini nötr günün...
De lan Salvo usta,
Eşref dakikalar hangi tonuna çalar gökyüzünün?
***
Haydi davran Salvador...
Babil yanıyor.
Hayyam da davranıyor.
Bir fedai daha yontuyor Sabbah.
Nizam kendini kopyalıyor...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:07 AM
Salvador'la Sekizinci Nev-i Beşer Günü
İkirciğin Eyvahını İçeriz
1/:
Ay can!
Ortasındayız ya kitab-ı Kerem'in.
İkimiz de deli miyiz neyiz,
Faaş et ulan oğlum Salvador sırrı kadimi?
Bir anda kesilir memeden süt,
Ve dağları ve çevrelerini saran sis,
Yapraklar arası fısıltı kesilir ben konuşanda,
Ortasından kitab-ı Kerem'in ay doğar ayan beyan.
İşte ol sebepten bağırıyordu sanırsam savaşçılar,
Sonra açık seçik gördüm böyle bir dişi sayfayı,
Sanırsam ki Heredot döşenmiş,
Von Gutenberg tab etmişti,
Ya da bası bası vermişti, şu bizim Müteferrika...
Ardından ikirciğin eyvahını içerek belki.
Evet, yazmaya durmuştu şah eserini Nedim,
Ya da yapıyordu Vinci, son akşam dansını...
Bunun üzerine kesilir ahkam işte,
Sonra bir yüz yıl kadar uyur Aşil,
(Oysa o ve ben daha yürüyorduk aynı yolda.)
Ya da sihir ülkesinin bil cümle zıllileri
Bir yanı tuval'in ölümü zenaatın,
Göremediğiniz arka yanı beyit tarlası burçağa kesmiş.
Ya nirvanaya erenlerin dedikleri şiir misali? ...
Kafam tilkiler mekanı şimdi,
Haydi çocuklar sonra uğrayın dükkana.
2/:
Geç karşıma. Divana otur. De bana lan Salvo! Yapacak bir şeyi kalmamış mıydı Rafaello'nun? Bir bakıma. Çaresizlik içinde demire ve beton kazıklara razı olmuş yani? Bir bakıma. 'Hiç değilse, onu alıp, satayım,' diye düşünmüştür belki de? Cihan geri döndüğünde ise değişir ahalisi. Ve değişir anlayışlar. Kehribar ve demir madenini de oyarlar mecüc ehli bana sorarsan. Belki de boşa kazıyoruz kazan diplerini şiir diye ha? Her şeyi yerli yerinde bulamamışlardır zaman gezgini zanaat klanı? Bir bakıma. Elleri havadadır şimdi şahsi şapelindeki Raf'ın. Ve şöyle diyordur kendi kendine: 'Beni affet Allah'ım? ' Bir bakıma. Açgözlülüğümüzün dozu nasıl? Kaçmış mıdır? Pastel ve söz sihri yüzünden hem teskin olmaz duygular, hem de gide gide kabarırlar. İvme hali yani... İşte bu noktada kaybettim söz sultanlarımı. Yetim kaldım. Sebil oldum... Biliyor mudur bunu renk ve ahengin gurusu sence? Hiç zannetmem. Ve de hem de senin bana nasip olarak verdiğin kök boyalı sözcüğü? Ya bunu anımsıyor musun? Bir bakıma. Sonra bir iş bulmak umuduyla dirildi dilim ağzımda. Sil baştan ve tekrar er kişi niyetine çıkmıştık. Ha? Ya şimdi? .. Bir bakıma.
3/:
Öyleyse niye?
Ne diye?
Katır gibi inadına,
Ve bir köpek gibi utançsız,
Ve de bir kasım pazartesisi misali açılan,
Her rengi ve ahengi sırtlanma zamanıdır.
Doğru mu?
Gül (me) ! ...
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Davran öyleyse...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:07 AM
Salvador'la Seksen Üçüncü Zifr-i Hiboryan Gecesi
'Aldı Kuru Kafa' Türküsü
1/:
Ha Barselona,
Ha Diyar-ı Rum'da bir meyhane tezgahı...
Sandalımıza utangaç duygularımızı mıhlamadayız,
Ve yüreğimizi yüklüyoruz filikalara Salvo can,
Gönlümüzde ise bir kara kadırga yatıyor her an,
Renk ve ahengin her tonuyla çekilmiş kalafata.
Ama yol almıyor, neden biliyor musun?
Suların sultanı sarı siren denizinde.
Ellerimizde bakire şarkılar yayılıyor.
Susuyor ve dinliyoruz ezgin renkleri.
Bozguna düşüyor ucu gri süngünün...
Lan Salvador usta,
Arsız bakireler hangi tonuna çalar gökyüzünün?
2/:
Bizim beklediğimiz bu denizde aşk,
Ve en varsıl sadakası son sevgilimizin,
Eflatun dalgalarda mitolojik bir ışık,
Ve Kerem misali Tiflis keşişinin körpe kızı ya da
Bir ıssız adada vurulacak biliyoruz,
Şiir ve resim ve de arsızlık...
***
İşte buradayız ama donuyor arzu,
Yitiyor göz rengi çerçeveyi dolduran çarşambanın.
Ne Barselona'nın azizi ileyiz,
Ne Tiflis-i Armenyan'ın ruhbanındayız Kerem ile,
Umurunda değil samur fırçanın Hiboryan tiranları,
Onlar şimdi kuduruyor,
Ve sıvıyor boşluğa örülen söz duvarlarını.
Yaşa ulan Salvador!
Bir tek andan bin yıl ürüyor takvimin yaylasında,
Yüreğimizin ayasında ise boy atıyor nasırlı engebeler...
Bir siren kız, 'Dibi delinmiş belki.' diyor.
Oysa bu an kara kadırgamız yeni çekilmiş kalafata,
Yani zamansız bir rıhtımda eşkin tay gibi,
Sabırsız ve kalantor,
Haydi davran Salvador...
3/:
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz,
Ol sebepten ezberlemeliyiz ki,
'Aldı kuru kafa' türküsünü kitabı Kerem'den...
O ki tek sermayemiz.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:07 AM
Salvador'la Yedinci Temperyal Günü
Tutsaklar Sebata Aşinadır
1/:
Benim bildiğim en iyi şeydir boncuk dizmek,
Seninki de malum ey İberikli...
Yani kuşkularla sevişme tarihinde at koşturmadayım.
Oynaşmadayım mantığımla Maya'da.
İkimiz de deli miyiz neyiz,
Dökül oğlum Salvador boncuk boncuk?
Gerçi zincirli tutsaklar sebata aşinadır ama...
Ya gladyatör arenalarda? ...
***
Dedim ya ilk dizede açık yüreklilikle,
Benim bildiğim en iyi şeydir boncuk dizmek,
Bilirsin ki baba sanatını icra ediyor sayılırım.
Ve bir de bilirim ki,
Haksızlıktır zindanda suskunluk zamana,
Ve gelip de gidecek olan herkes içindir söz,
Çünkü taşınmak ister samani yapraklara.
Yavru alazlara belki de kanat bulamamak azaptır.
Oysa bu ülke ateşler emziren Kadimya'dır haritada.
Yani kan ve irinin rahmi...
Kendimizi boğabiliriz bir de cesaretin atına binip,
Gladyatör mavisi şiirin dipsiz denizinde,
Haydisene...
2/:
De bana lan Salvo! Dördüncü kişi de kim son akşam yemeğinde? Judas mı? Hiç zannetmem. Yaş ve tarih-i gılmani gününe verilen değer biraz abartılı değil mi? Manzara arkasında kalan kim? Ya kehribar tespihlerin lortlarını aramış mı hayal? Hiç zannetmem. Fakat çabaları sonuç vermemiş mi Sevillalı kızın? Diğer üç keten saçlı kavim nerede kare içinde? Göremiyorum. Al haydi. Renkli imge madenlerini alarak yol alınır sanat galerilerinde. Ama Baki diyarında asla. O diyar ki ancak yasla yürünür. Derler ki çoktan gitmiş cönk ve pastelin lortları. Ama kesin mi? Hiç zannetmem. Adamdır şiiri arkalayan. Ve kendi saygınlığını yontan ustadır galeride. Sarışın töton tarihçesidir ki sikleti ağır çeker. Ve bir şekilde başkente sığmaz. Kuduz köpek salyası ve sahtiyan kuşanır kimi zaman dizeler. Ölü canlar tarikatı ehlinin yanma vakti gelmiştir çünkü. Ama yine de karışık beynim. 'Geri dönmüş mü ehli zılli,' diye. Dönmüşler midir sence? Hiç zannetmem. Amacı nedir renk ve söz ve ecel şiirinin? Son durumunu anlatıp Fuzuli'ye ya da Gogh'a ondan yardım istemekmiş yolculukta aslolan? Doğru mu? Hiç zannetmem. Ama bu isteğine de kavuşamamışsa son iki yolcu seçebilirler intiharı? Hiç zannetmem. Çünkü Santoralıdır bildiğim en kahraman berber. Bu diyara o gelmeden birkaç zaman önce kesilmiştir saçları ve iplikleri keten çarşafın. Al ve kullan ananın ak sütü gibi. Olsun. Ben ketensiz de yaparım. Hele sen bir döktür de. Sonra bakarım. Ha bu arada... Şu meşhur tarih-i kibar günleri ölmüş müydü? Hiç zannetmem. Ya Dadaizm? ... Sanırsam evet!
3/:
Öyleyse niye? Ne diye?
Burun deliklerini karıştırman,
Ve bir körük gibi şişirmen belleğini,
Ellerini banman kızıl şerbetlerine...
Düşünürüm de,
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Davran öyleyse,
Şiirin sesine saygı duy,
Kulak ver perspektifin şaşmazlığına,
Bir de Bibel'in son sahifesine...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:07 AM
Salvador'la Yedinci Teslimiyet-i Nikah Gecesi
Sevgiliyi Düşünen Senor
1/:
Bir akşam üstü başlıyor şiir,
Karanlığın uğruna yazıyor bizim Salvador,
Batırdığı hokka,
Bir ufuktan öteli ufka,
Sayın ki silme kan ve kahverengi.
Karanlıkta kalmış bir çift gibi zorlayan,
İki çift parmak duyumsuyorum orta kıtada.
Belli ki ta ilk akşamdan boşalmış amatör kovan,
Yani sonsuz boşlukta konaklıyor amaçsız bir deli kervan,
Kınalı çadırlar kuruluyor gecenin kirpiklerine,
Ve kuruluyor beynimizin kıvrımlarına acı,
Azar azar artıyor bir sancı her fırça darbesinde,
Kalbimiz göğsümüzü zorluyor azgın bir çita gibi,
Haydi davran Salvador!
Zerk ediyor acı bir ilacı merhameti terk edip,
Sarı hummanın diyarına yayan yapıldak ve tozlu bir seyrüsefer.
Gözü sarıdan mora çalıyor günün...
Lan Salvador usta sancı hangi tonuna çalar gökyüzünün?
2/:
Sorguçlu bir hünkar yontusudur metafiziğin arka yanı,
Perdede son yaptığımız somut şiirse kuantuma tutsaktır,
Mücerret bir kuş misali çırpınsa da kevkebler ilinde şair,
Metalik dipli samurların son koşuşmasında,
Umurunda mıdır kasvetin intihar doğurması edebiyatın.
Ya da hüznün tutsaklık nesine gerek? ...
Biliriz ki gerekmez.
***
Ve (domuz gibi) biliriz ki,
Her Sinbat'ın kendi denizinin suyu tatlıdır,
Şaire şiirdir evlat,
Ressama torun pastel tonudur gölgedeki yeşilin...
Akdeniz'in tuzu ise balıkların göz akıdır tuvalde.
Bembeyazdır zaten yükseldikçe mavilik,
Kaçkın çiçeklerini kovalar yapraklar,
Düğün önünde ellerine kına yakar bir samur gelin,
Gerdek gecesi ve ertesi gün boyu semsikamerlerin.
Şu yanını cömert bir şövalyelikle açarsa geceye,
Uzak bir şatoda,
Ya da dilinin ucundaki güzellemede sevgili düşünen senor,
Ve kapısını bize açarsa yürekler lordu,
Düşün Salvo can!
On bin kere düşün Aristo'nun uçuk savurganlığını.
Yoksa paslanıyor çelikler nem ve sevda altında,
Horozlu çatılara kırağının bin bir tonu yağıyor.
Haydi davran Salvador!
Gün kararıyor usul usul,
Gerekir yolcu yolunda...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:07 AM
Salvador'la Yüz On Birinci Cavidan-ı Gılman Gecesi
Kral Ferdi'nin Donkişotları Koşuyor
1/:
Çökün diz üstüne ey ehli çırak,
Çökün rahleyi tuvaline Salvador'un,
Ve dinleyin Baki artıklarını huşu içinde...
***
Bir peyzajın eteklerindeyiz,
Çiğ damlaları süzülüyor üstümüze sayın ki,
Mavi moleküller türkülü semaverler gibi buharlanmada,
Cavidan gılmanlar iniyorlar karınca bacaklı atlar üstünde,
Samur ve yürüdüğü yollar silme toz ve baldırana kesiyor.
Bilin ki siniyor kokumuz geçtiğimiz her beyite be çıraklar,
Ve abanıyor gri gölgesi Salvi'nin Gogh'un sarışın tarlalarına.
Sonuçta destanın en türkülü gecesindeyiz,
Sağımız Trafalgar aynasında meydan-ı deniz,
Sol şakağımızdan tuzlu dereler sızmada.
Bir ayazmada yıkıyoruz özenle,
Ellerimizde kalan sırlı şiiri,
Ve çivit mavisini.
Sen çiz, ben yazayım lan Salvi...
***
Ağlamaya meyilli göklere vuruyor,
Benlik ve senlik budaklı gövdeler
Ve peçeleri ibrişim örülü naif ve kuş kolu dallar.
Kral Ferdi'nin Donkişotvari atlıları koşuyorlar,
Biz koşuyoruz dallar altına sine sine...
Ve Beniahmer fatihi Servantes mancınık başında,
Durmadan gül ve güherçile savuruyor yaz şafağında.
Sevdalar vuruluyor kurna başlarında çimerken,
Mermer direklere macenta kanlar sıçrıyor.
Sevilla gülleleri gönlümüzün burcunda burcu burcu kokuyor,
Kokluyoruz gülleri ve döşümüzden sızan Marmara mavisi kanımızı.
Savruluyoruz Akdeniz üstüne engizisyondan kurtulup,
Musa evlatları çığlık çığlığa filikalarda...
Salvador da savruluyor ve düşüyor gecenin üzerine,
Özünü sevdası yakıyor ve kavuruyor yağlı is gözlerini,
Geceden geceden geliyorum ben,
Bir fısıltı 'azamet bu olsa gerek.' diyor.
Ve ilham ölüyor bir boğanın boynuzlarında.
Nedim ölüyor...
3/:
Haydi davran Salvador...Arena pazar yeriydi hani? Öyleyse niye?
Ne diye bu kırmızıya mantık yoksulu tutkunluk?
Ulan oğlum Salvador ikimiz de deliyiz.
Ama burada ölmemeliyiz pisi pisine,
Davran öyleyse...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:07 AM
Salvador'la Yüz On Birinci Kişotyan Gecesi
Ebabile Yüktür Yüreği
1/:
Sen çiz, ben de yazayım...
Yüz on birinci Kişotyan gecesi başlıyor yar Salvo...
Yıldızların ılık sesi şırıl şırıl göklerde,
Sinirli safran taylar savruluyor perde-i zıllide,
Ve laci tavanda bakire rüzgarlar dolaşıyor,
O unuttuğumuz yaşlı ve bilge yeldirme yanıbaşımızda,
Yüreğimiz fısıltılarla bir kabarıyor, sönüyor iki,
Öyle ki deniz, ova ve yayla karmakarık itibar coğrafyasında...
Yüz on birinci Kişotyan gecesi başlıyor...
***
Temperlerden kalma kişotyan bir cengaverin şövalyelik jübilesi,
Kılıç kılıca sarmaşmada kuantum yaylasında,
Kösler akşam nevbetini vurmada bakire ritimlerle...
Yoktur belki de bu gece eski karanlıkların asaleti.
Pervaneleri yakan ışıklar tembel aşıklar gibi çünkü,
Bir mavi şehvet tavan ile taban arasında tırıs tırısa.
Arsıza böyle zamanlarda vurulur ya kantarma,
Ve her hatıra benzer anların 'Bir kitapsız Adanalı çavuşudur,'
Ve harlı cehennemin dibidir aşkın yurdu her yürek,
Salvo can ve ben de birer yoksul ana kuzusuyduk nihayeti,
Sevgilerimizi bırakıyorduk renkler diyarına hönkürerek,
Böylece yerimize çakılıyor ve kalıyorduk Barselon çivisiyle,
Islak ve günahkar rüyaların koynu ıslaktı,
Farkında mıyız bilmiyorduk ki gaflet avcılarının? ...
Garip ölüsü ağıtçılarının suyunu kim taşır göz pınarlarına,
De baba Muharrem iş sana düştü bu gurbet elde,
Biliriz mavinin akrabası olmak yakışmaz kahverengine,
Ebabile yüktür ilham yolunda oysa yüreği,
Türküleri bu yüzden karıştırmak da mübah sayılır,
Kastanyet ritimleri ve Napoliten şarkılarıyla...
Yüz on birinci Kişotyan gecesi başlıyor...
***
Ebabil tırnağındayız,
Kasvetli kentler semalarındayız,
Fırçalara bine bine şiir okumadayız.
Altımız altı milyar göz,
Söz ha var, ha yok; aşksa tekellüm ettiğimiz bir yitik lisan,
Naylon sevda seralarının bacaları kükürt sarısı,
İnsan bazen de memlekette sanıyor kendini nedense?
Yavuklusu şu ve şu da boşadığı karısı,
Ve şunlar da ağaran arpalar ve buğdayların başak sarısı...
İşte tütüyor bir baca ölgün ölgün.
Sanırım son aşklarımızın yangın yerindeyiz.
Lan Salvador usta söyle hele,
Plastik seralar hangi tonuna çalar gökyüzünün?
Yüz on birinci Kişotyan gecesi başlıyor...
***
Yani beyim, umurunda değildir bizim Salvi'nin devetüyü,
Gel de susma ey şirret şiir soylu resmin karşısında.
Artık yağmurların üzerine bin ve ahenkler vilayetine uç,
Kınalı kuşların kanatlarını açan beğenilme isteğidir bil ki,
Ol nedenden artırır yavan arzularını umutkar Kişot,
Onun da anası dul ve babası savaş vurgunudur diğerlerinin,
Canları da içmek istiyordur dağ pınarlarının çiğdem özünü,
Gözünü bu yüzden sakınmaz budaktan,
Oldum olası yeldeğirmenlerinin şanlı şövalyeleri buülkede.
Biz neden pusmuşuz ilk yağmur yağdığında peki?
Can Salvi anlaşılan gönüldür dil değil.
Kıskıvrak yakalanır ya yağmura arsız engerek,
İsteyerek ve istemeyerek girilse de zifafa,
Bir yorgun beyinde yol aramak beyhudedir mut diyarına,
Yani renk diri gerek.
Yüz on birinci Kişotyan gecesi başlıyor...
***
Erek bu işte...
Şiir on bin bir,
Resim on iki...
Haydi davran Salvador,
Zümrüdü ankalar koşuluyor altın mersiyelere,
Esirlere özgürlük bağışlanıyor...
Yüz on birinci Kişotyan gecesi başlıyor...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:07 AM
Salvador'la Yüz On Üçüncü Murad-ı Maya Gecesi
Torroysa Torro!
1/:
'Bura nere, biz kimiz? '
'Neden bu kadarız çölde? ' diyorsa,
Kumların hışmıyla azmış kervanı çeken deveci,
Ve çıldırıyorsak Salvador, bir ahenksiz istife,
Zira o vurgun ve sevdalı,
Ve yaralı maral anısı zamanlara erişemeyişimizdendir,
Ve sevişmeyişimizdir deli *******in bir yarısında...
***
Ay can!
Yetişiyorsa ilhamın terkisine yarı yolda anaç turnalar,
Ak şafak vaktinde bize de süt emmek düşer gayrı.
Veya uçuşuyorsa sazlık kızlarının telleri,
Çayırımıza konuyorsa karanlığın busesi şıp şıp,
Ne dinle deveciyi can Salvo,
Ve ne dinle çölleri dolduran tekinsiz sesi.
2/:
Bir komşumuz Abu Din amca anlatırdı,
Uzak iklimlere göz yaşı üreten bir efsaneyi.
Hayyam oturur rubaisini yazardı dil ile şarap arasında.
Sina yaralarını sarardı bozgun eratın,
Beyrunlu ihtiyarsa felsefesini oyardı masif mermerlere.
Resmini yapan bulunmazdı sevdanın,
Ve metafiziğin...
Ne yazık ki...
***
Abu Din efsanesine göre şekillenirdi zaman.
Kumların hışmıyla azar kervanı çeken deveci,
Alırdı bizi kınımızın üzerinden kaldırmadan,
Muhittin vilayetine emanet ederdi yüreğimizi.
***
O ki buradır,
Kahır ve şarabın ülkesi yani,
Kastanyetse kastanyet,
Torroysa torro!
Haydi be salvo,
Renklere bula kulağı güllü Karmeni,
Ve beni ahengin sislerine bindir...
Bil ki doluyor zaman,
Ve şiir ve resmin yaşamı tükeniyor,
Haydi davran Salvador...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:07 AM
Salvador'la Birinci Tarih-i Gılmani Günü
Yürüyor Atlar Alaimisemada
1/:
Usta ve ben,
Kuantumla bire bir oynaşmadayız,
İzotoplar arasında bir topalak kalbimiz,
Bugün şiir ve rengin en kıkırdak alemindeyiz.
Kalbimiz yayan yapıldak alaimisemada,
Ahenk, söz ve renk ilinde akında şimdi,
Toynağımız kan-ü revan keten yaylasındayız.
Bugünü tekmil eden önümüz mutlu,
Menzilimiz yarınlarına ulaşmak, umutlu günün...
Lan Salvador usta de hele,
Esrik keten tohumları hangi tonuna çalar gökyüzünün?
***
Sevdaları çize çize yürüyoruz yürek ipinde,
Kozmik gösterilerin sisli cambazları yüzüyor,
Haydi davran can Salvador...
Loş güzergahımızı salyalı kurtlar bürüyor.
Aşka davet eden bir cezbe var havada,
Son yıldız da siliyor gözündeki ışın kalıntılarını,
Karamsar anılar ıssız yüreklere ağıyor,
Yürüyor altın atlar alaimisemada...
2/:
Ay usta,
Terk etme arkada rakkaslanan yeleni,
Ey yağız rengin masif aslanı zamanı içme,
Ve tarihi talan ederek koru eski suretini bulunduğun sayfada.
Ve bizi bu ıssız ada da kınalı sevda ey!
Yani gönül ülkemizde milim milim iç çekişen can,
Say ki hakanı sahn-ı çemendir Hermes vilayetinde,
Sol alt köşesinde yaşamın mor imza hatta...
Ondandır işte kor kor olmuşluğu yürek peronlarımızın,
Yüzümüzdeki arsız ve yüzsüz utancın kızarması ondandır.
Harlı hıncımız ise sermayemizdir ala renkli cephede,
İkimiz birden istesek de istemesek de,
Akrabadan biri sayılır aşk ve pekmez bıyıklı yiğit,
Doru dağlarda mukim buğday dilli kirvemizdir,
Turkuvaz tonlamada öptüğümüz hünsa fedakarlığımız.
***
Salvo can, kızıla çalıyor yarına dair umutlar,
Eşkin bir oynaklıkla yürüyor altın atlar alaimisemada...
Işıl ışıl görünüyor albenili ucu beklenen günün...
Lan Salvador usta,
Yüreğimizdeki altın damarı hangi tonuna çalar gökyüzünün?
***
Usta ve ben,
Kuantumla bire bir oynaşmadayız,
İzotoplar arasında bir topalak kalbimiz,
Bugün şiir ve rengin en kıkırdak alemindeyiz.
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:07 AM
Salvador'la On Üçüncü Zalim-i Himmeryan Gecesi
Keten İlinin Yedi Kuşu
1/:
Sararmış bir bıyık telidir şimdi,
Aşka mahkum bir tiryakinin kaput steplerindeki tüm hıncı.
Acı ise katrana bulanmış bir aşkla avunmaktır.
Ol sebepten yanar ve yandıkça kararır aşk anıları,
Tutmayın beni ulan!
Çökertmeyin küfler arasında kalmış beyin kıvrımlarına,
Mahkumum ve son arzum şudur ki,
İsterim sapına kadar,
Yüreğimin yeşil çayırlıklarında koşmak,
Ve savrulmak tandırların kızıl dilinin arasına yalanarak...
***
Dervişleyin urbalar giymesem de bilirim,
Kilit ve anahtardır sufinin süt dişleri,
Yani dost ve de iki düşman kahverenginin ara tonu...
O tonda açılır samani kıyıcığı içrek kapısı gecenin,
Alır usulca beni.
'Aşkın anahtarı...' diyorsun ya Salvador,
'Kimin kilidinde şimdi kim bilir? '
Eğilir geceyarısı bu duygularla,
Bükülür aşkadamının armadasının en dik sereni.
***
Alaimisemada bir katar ağunmada,
Kıyısız keten ilinin yedi kuşu hışırdar 'aşk' diyerek,
Birer huşu ile belirirler kader yükünün altında ter ile,
Sayfaları tek tek açılır cöngümüzün aceleci rüzgarda,
Dili yanar vaktin karelerinin ortasında duran her objenin.
Senin ise,
O kocaman ve boğa kokan ellerin kuş kanadına denktir,
Neden matadorluğunu anımsıyor bilemem?
Hem de hiç olmadık bir demde kanar ensesi avın.
Ancak istesen de, istemesen de,
Şiir zıpkınlamayacaktır kufi gerdanını Carmen'in.
2/:
İki adım ötesi Atlantik'tir bilirim İberik'in.
Yani kanlı elleri mavi ile yıkamanın havrası.
En hası orada boyanır tuval ve sümkürmenin,
Mersiyeninse Endülüs'tedir hassı havası,
Ole ya da torro be Salvo,
Öyleyse davran aşk ilen...
İşte arenanın ortası...
***
Saldırıyor Salvador,
Renk, ahenk ve şiirin ortasında deliriyor zaman.
Bense bir Beni Ahmer gibi kapatıyorum gözlerimi,
Ama açılıyor anında unutulmuş Gırnata'da bir koca umman,
Asuman zaman zaman uyaklı bir duruşun ardından devriliyor,
Kahverengi karanlığı dövüyor deli dalgalar,
El sallıyor karşımızdan antizamanın şeffaf Rıdvan'ı,
Her anı ayrı ayrı camlara yansıtıyor,
Uyuyan kahrı gecenin horluyor, esniyor zifr-i mavi,
Siyah renksizliğin devi, kör ışığı yutuyor,
Onun için içli içli ötüyor şiirin susamış sakaları,
Aaşkla dolanıyor alaimisemada keten ilinin yedi kuşu...
Ve seğiriyor yedi renk pınarı sağ gözünün...
Lan Salvador usta,
Saka kuşları hangi tonuna çalar gökyüzünün?
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:08 AM
Salvador'la Birinci Unutulmuş Zafer Gecesi
Yeşilin Baba Yurdudur Yürek
1/:
Ay usta!
Her yivli ve sert yürek,
İşveli iştahların baba yurdu sayılır.
Ayılır unutulan sevdalar gün doğanda yüreğe,
Aşk ve tamburi cinayet vaktidir şimdi,
Rengin ve ahengin parmaklarında gezinen arzu.
Yağmur vilayetine sarışın çöl yağmadadır,
Ve ay, karanlık diyarlara ağmadadır Salvo can.
***
Doğurmadan toprağa Karlofça bozgununu hamile yürekler,
Ve gecenin erli ve bereketli koyaklarına korkuyu...
Yürüyor yüğrük atlar alaimisemada,
Biteviye tevekkel canlar yürüyor sarı ışığa doğru.
Oysa ki biz hala durmadayız araf'ın gri tüpünde niye? ...
Haydi davran Salvador...
Zaman uğraş vaktidir lime lime ibrişimler üstünde,
Uğraşsa şehvetli renklerle boyana boyana sevişmedir,
Keten boyalı yan yatık dörtgen yaylalarında,
Aç ve kızılcıksever gurur abidelerinin ölüme düşmesidir.
***
Burasıdır kalbe komşu kırçıl dağlar haritada,
Ki oysa baba yurdudur yeşilin,
Ve kel dorukların ak sütü gibi sütleğenlerin...
Doyurup samur fırçalarını bir bereketli oturumunda,
Dinine kadar aç ve kıraç yeteneklerin,
Sürmeliyiz ufuklar arasında şiirin ve resmin diline.
Yüreğimizi kabartan şu kahverengilikler var ya,
Vadi vadi ve yamaç yamaç kösemidir dolanan her sürünün...
Lan Salvador usta,
Bin kenarlı dörtgenler hangi tonuna çalar gökyüzünün?
2/:
Kadim bingbanglardan beri yürüyor ışık,
Ardınca sürünüyor gölge bittabi,
Ve altın orantı yüklü sivil mangalar resmi geçitte.
Sözün ve rengin cengi süregeliyor Levni'den beri.
Kavgacılar kan, ter ve açlık içinde,
Güzergah boylarında kangalotu yeşillerinden yemleniyorlar.
Demleniyorlar savaşçılar Çin-ü maçin'de,
Ellerinde ince belli bardaklar görünüyor,
Şeffaf ve silme yürek sıvısı tarihin bu sokağı.
Haydi davran Salvador...
Fırça ve kaleme zümrüt panoramalar sürünüyor.
Ve şiir görünüyor simetrinin tıpkılaşan arka yüzünde,
Ve kaderiyle oynaşan cilveli yüreğinde...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:08 AM
Salvador'la İkinci Tarih-i Müneccimbaşı Günü
Kaçağız Manş Aralıklarında
1/:
Bırak ivecenliği Salvo can,
Plan üzre kur piramidini çorak deltaya,
Gör ki can çekişmede şimdi titiz perspektif...
Şeytandır sanat, kimi zaman,
Ve karışır sel suyu gibi aciliyete yalapşap,
Hele bir dur ve kendine öykün fırçanın son izinde,
Ve dalgalı Atlantik kıyısında ince ince sus,
Yani mantık aralığında düşün ve dinle beni bir zaman.
Kahır ve hüzünden kaçkın,
Hatta ihaneye sürgün muhayyilenin zamansız eteklerinde ırla,
Anlamsız bir türküyü dinlet şiir diye dervişlerine.
***
Ay usta!
Bizde yalan yok.
Tarih bütün bunları ağladı ayaklarımıza,
Bizse gülümsedik can çekişen kısrağımızın yanı başında.
Anımsasana...
İkimiz de deli miydik neydik,
De bana ulan oğlum Salvador?
Çünkü sever deliler birbirlerini derler ya steplerde bağdaş kuran bilgeler. Meğerse devri Mikelanj'dan beri tanırlarmış gözbebeklerinden dervişler, merd-i kıptileri ve seni Salvo can.
1a/:
Dur, sus, düşün ve dinle beni.
Biz,
Yani ikimiz...
Keten örgülü saçların tarlası mıydık diyarı Kaf'ta?
'Yo! ' diyorsun.
Ve ben-i esver kılıklı bir kuzeylidir şimdi zaman. Unutulmuş bir kavmin fertleri miydik seninle? Ne kadar antiktik tarih-i bidayette? Otuz sayfa mı? Yo! Birlikte mi geçirirdik iğne deliğinden deveyi? Ya da tarih-i Gılmani'de yazılı bir arsız vaka mıydık? Aktı mı bütün günülerimiz kol kola Gregoryu'tan? Yo! İyi ve kötü ne kadar zıttır birbirine ben bilmem. İyi ile damgalı zamanlarımız mı oldu? Veya kötüye aşık? ... Yo! Ayrılmaz mıydı sefineler sabaha karşı limanımızdan? Kanlı et ve alçılı tırnaklarımızdan akar şiir. Bu yüzden zalim töton kasapları eliyle ayrılır kurbanlıklar sürüden. Kim kaçar kaçak Manş aralıklarında? Ben mi? Sen mi? Şiir mi? Belki de resim? ... Yo! Yardımcı olur muyduk zor anlarımızda birbirimize. Jakont'un evinde ve son akşam yemeği davetlilerine vurgun muyuz mesela? Yo! İki samimi kardeştir renk ve söz. Omzundaki apoleti ve tepesindeki plastik kaskı ağır bulur bozgunda erat. Horoz tüylü bayraklar zafer sürünür yırtıklarına. Bu sırada alemdarların kan sızar yüreğinden. Biz o alemdar mıydık yoksa? Yo! Çok iyi miydik başlangıçta? Kanlı havari savaşında teşrifatçı mı? Yo! Ve hususi bir tarihtir yaşam. Biz ve Ferhat acar külünklerimizle yonttuğumuz kutsal yeşim taşları konusunda niye ağırdan alırız? Rüzgar mı tarihte yazılanlar? Yo! Geçinip gidiyorduk somut ve soyut ahenginde. Hiç kimseye muhtaç olmadan da yaşar yoksullar. Şehr-i Babil'de mesela? Biz miydik sözü edilen fakrü zaruret Yo! Fakat uzun sürmedi türkü. Kehanet ve yıldızlar mı kralımızın yol göstereni? Zamanın mübarek zaferlerinin tarihle dostluğu nedir? Yalan mı? Ya da tarih mi Yo! Zamanla yoksul hale mi düştü son kral? En sakini ülkemizin ve ikimizin ker***ten hanelerimiz ne alemdeydi? Tipide yitmiş miydi yolumuz? Yo! Kurtulmak mı istedik renk aralığından? Ve son kavgada budanmış kollarımızdan? Yo! Başka yerleri mi özledik, mesela Şam'ı, örneğin şarkı veya şimalin buzlarında burulan kusurlu kentimsi yerleri ya da iberik'te herhangi bir meyhaneyi? Yo! Sonunda olacağı buydu güzelliğin. En olmadık bir zamanda karar verdik kaybolan ruhumuzu aramaya Salvo can? Doğru değil mi? Belki!
1b/:
Öyleyse niye?
Tutsak eder bizi ben-i esver kılıklı bir kuzeyli kavim?
Ya da ne diye töton kasapları eliyle doğranırız? ...
Ulan oğlum Salvador deliyiz ikimiz de.
Durma davran öyleyse,
Beklemeye gelmez Şehr-i Babil'de...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:08 AM
Salvador'la İkinci Teslimiyet-i Zifaf Gecesi
Kendi Gri Gölgesiyle Savaşan Er
1/:
Bak ey can Salvo,
Bir doğup bir batıyor alaimisema sevdamızın steplerinde,
Ve o toz renkli külünkdardır yine bulut üreten,
Eriyor Dandanakan'da kendi gri gölgesiyle savaşan aşkadamı,
Yani asırlardır döven sevda-yı kadimi Salvo can kimdir?
Ağzı açılmış bataklığında yiter anılar zamanın,
Bizse kapanan kapılar ardında masal ilinin.
Bir asi Kimmer mızraklısıdır beynimizin muhafızı,
Ki bir yanı kızıl baldıran arazisidir aşk haritasında,
Arka yüzü mecazi hatıralar isi...
Ne is,
Ne de mızrak yıldırır gökyüzündeki kararı,
Deliren ve dönen kızıl gözüdür şiir ve resmin.
'Mitra' boşa hışırdar loş tapınaklarda,
Persiyan'da Zerdüşt boşuna...
Ol nedenle,
Bak, bir doğup bir batıyor alaimisema,
Ama yağmurlar her daim aşktan evvel yağıyor.
Haydi davran Salvador!
2/:
Ay usta!
Tarih ağır aksak, renk ve cümbüş üzerine doğuyor,
Çifte boynuz verilmiş İskender'den öncede,
Sonra fenomenler beyi Zülkarneyn'den.
Ki odur, İskendernamelerde mersiyeleri mahmuzlayan,
Ve ki odur, devindiren balçığa yenilen güneşi,
Son güreşte arkalayan antimogog ve gog ehlini.
Ya senin aşkı sürünen samur fırçan? ...
Ey canlar canı Salvo can,
İsterim ki sekisi sarıya çalsın dere boyundaki atların,
Balçıkların nötrlüğü sıvanmasın taylara ve şiire,
Ben istesem de düğünlerde silah sıkılmasın göklere maviye inat,
Sonuçta iki kepçe arası bir kaval borusudur,
Hatta her akşamında kandiller yanar kasabaların,
Yani insanların, aklını yiyen cadılar yortusudur tüm eğlencesi.
Bak bu nedenle geğirerek doğuyor soğanın acı tarihi,
Ve nev-i beşer, gerdek gününü içiyor delirerek.
Nakaratı deviniyor yeknesak ve aynılaşan aşkların,
Deviniyor ve klasikleşiyor bildik teması o türkünün...
Lan Salvador usta dökül,
Tembel gerdek *******i hangi tonuna çalar gökyüzünün?
Ay usta!
Şiir göbek adı mıdır hüznün?
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:08 AM
Salvador'la Üçüncü Zaliman-ı Kimmeryan Gecesi
Zifirin Katranla Akrabalığı
1/:
Ya Vinci'den evvel bilmem kaç,
Ya da sonrasındaydı Vinci'nin...
Kabzası gümüşlü Kerem'in aşk hançeriyle vuruldu aşk adamı,
İnadına utançsız ve de inatçıydı Tiflis keşişi,
Oyuyordu bir duvarcı ustalığıyla dağları Ferhat,
Ve geceyi tarih-i kibarda keskin bir yelkovan...
Aşkın atlıları koşuşuyor söz ve renk vilayetinde,
Günleri tekdüze ışık yoluna evirerek,
Kimmer mızraklısı seviyor delirerek,
Bir elinde son uğraşta dökülen kalbi,
Diğer ezberinde geleneksel öyküler hönkürmede...
2a/:
Zifirin katranla akrabalığı aşkla nefret gibidir,
Aç ile tokun hısımlığına benzemez yaşam aralığında.
Ya da şiirle resmin...
Müezzin kuşunun 'hyle hyle' ötüşü bundandır işte,
Eflatunun mor ile akrabalığının sırrı maviye çalar,
Acı ve kahır yüklü ve de buhurdandır Semerkant raması.
Hüzünlü akşamlar şiir ile beslenir ışığın ülkesinde.
Bak ey yoldaş bulutlara bulanıyor sureti günün...
Lan Salvador usta hele de,
On kıratlık kahır hangi tonuna çalar gökyüzünün?
Ay usta!
Şiir göbek adı mıdır hüznün?
***
Bakıyorum şehla bir hatıradan,
Ve görüyorum sisler ardından kızıl Sibirya'yı ben,
Ya sen?
Zifirin katranla akrabalığını irdelemedesin,
Analizindesin ürkek yıldız şualarının mavi altında.
Tedirgin görünüyor ellerin grand kanyonda oysa,
Remil açılırsa şiirin ayak ucunda,
İnsani bir tekellümdür sonuçta seninki de,
Fakirinki ise bir mart soğuğunda şiire pekmez karıştırmaktır,
Ol sebepten soluyor kızıl kıyamet vakit varken sonbahara,
Zaten *******i karanlıklar da kendisinden korkuyor.
Geliyor kaçma vakti ana renkler alemine usuldan,
Haydi davran Salvador...
Yürüyor şiir kervanı.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:08 AM
Aşkın Yemidir Türküye Durmuş Her Ses
(Asuman'a, Yüreğimden Sekizinci Mektubuma Ektir.)
1/:
Ateş ve al basar gurbet *******ini...
Gönlümüzde patlayan bir akşamleyin hüzünlü guruptur ki,
Onun rengi de sevdamızın öksüzlüğünden arta kalandır.
Ve bir arzu volkanıdır her harf ve her nakarat,
Ve destansı anlatım bu mektuptaki...
2/:
Dedik ya ey ağalar,
Ateş ve al basar gurbet *******ini...
Göğüs kafesinden yarılır ve yol verir dağlar,
Bir yaman güvercindir al kanatlı hayaller şimdi,
Belki can pazarında posta tatarı,
En son andır yolculuktaki yorgun nefes,
Aşkın yemidir türküye durmuş her ses,
Ya da dudak tuzudur yalap yalap yalanmak için,
Arzunun suyu akar ve yol bulur en dik haflerde bile,
Özlem dudu dil, arzu ise buzlu şerbettir,
Serinlik kaplar mı yananın yüreğini? Bilmeyiz...
Ancak ateş ve al basar gurbet *******ini...
3/:
İçerse kana kana geceyi öksüz duygular,
Yudumlar ebediyen kevseri zamanını durduran yürek,
Ki dileği ahiridir cümle ayanın,
O an aşkın kubbesine vurulur bir muhkem direk.
Bir deniz feneri aydınlığı gösterir yolu,
Bana nura ulaşan bölük bölük turnası kalır aşkın,
Ve uzak yolların tozlu bulaşığı kına misali,
Hamarat güvercinin zarif ayaklarında.
Gönlümüzde patlayan bir mağma gösterir pembe yüzünü,
İade bir mektuptur bu,
Ancak üfürür ipek yele kendi dizelerini.
Ateş ve al basar gurbet *******ini...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:08 AM
Gönlümde Patlayan Bir Sevda Volkanıdır.
(Asuman'a, Yüreğimden Sekizinci Mektubumdur.)
1/:
Ateş ve al basar gurbet *******ini...
Yanarım kendi harımla,
Ve pişerim ben düşük derecelerde bile,
Ve ah ederek evrilen bir zaman burgacında,
Yani aşkımın can eşiği cehennemde ünlem halinde,
Bitmez tükenmez bir gecenin resmidir,
Yüreğimdeki serüven için çizilen,
Nerededir bilinmez o ayazın körüğü?
Ve hani diye sorar ya arzusunu bir yanık adam,
Ellerini dolandırır akşamın hendesesinde,
Bir karede suretlenir sevdanın yalın sesi.
Ateş ve al basar gurbet *******ini...
2/:
O türkü yanığı ses mi ne?
Ne mi ateş ve al gurbet *******ini basan?
Gönülde patlayan zaman, zamanda devinen sevda,
Ya da yalnız yüreklerin zamansız volkanlarıdır,
Ya da bir serçe serzenişi desem inanır mısın?
Kaçırır mısın rüyamdan gözlerini?
İşte orada kazaya döner kader,
Ateş ve al basar gurbet *******ini...
3/:
Tek başıma değilim bu şiirin özünde,
Dağların da bu halimde dahli vardır ister istemez,
Çünkü ırmakların damar cidarını bedenlerinden,
Gurbetime bağlanan yoları yüreklerinden oymuşlardır.
Amansız volkanları yalayanlar ise lavlardır,
Bidayette unuttuğumuz imbiklenmiş anılar.
Beynimizi zorlayansa acısıdır bir yıldızın,
Ve aşka düşen kırağısıdır ayrılığımızın,
Mavi kandır kına kızıllığında yakılan üstümüze ise.
Bizi çağıran her sese,
Şiir yakışımız işte bundandır...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:08 AM
Hayalimdesin Can Hayatın Bittiği Yerde
(Asuman'a, Yüreğimden Üç Yüz Beşinci Mektubumdur.)
1/:
Ve akşamlara sine sine geliyor özlem...
Hayalime yazıyorum seni hayatın bittiği yerde.
Susuyorum flu şiirlerde,
Suskunluğun damlalarına biniyorum,
Serçe kuşları konuyor obruk boylarına yüzümde,
Gölgeler saklanıyor arzumun simli kıvrımlarına,
Akşamları saçakların acımasızlığına,
Hedefim ve vuruluyorum en zarif zarımdan.
Çiçekler kaçıyor satır aralarından,
Hayalime yazıyorum seni hayatın bittiği yerde.
***
Ve akşamlara sine sine geliyor özlem...
Şu anda oluyor o anda orada olan her şey,
Solgun bir ilk baharın teninden soyuluyor yeşil hayaller,
Gökyüzünde kahırlı bir günbatımına dalıyor bakışlarım,
Hani akar ya bulutlar ufukların ardına,
Serseri ve berduş beyazlıklarla,
Öylece tekerleniyorum Asumanın yurduna.
2/:
Ve akşamlara sine sine geliyor gurbet...
Islıklar çalan bir israfildir şimdi,
Kulak çınlamaları zaman ve mekanın arkasında.
Rüzgarlar kadar sahicidir özlem,
Ve seller kadar gerçeğin ta kendisi sayılır arzu,
Su gözlerimzin en sırlı ve soylu duruşu...
Boynum bükülüyor yabanıl başaklar gibi tarlalarda:
Bu da varmış kaderde...
Hayalime yazıyorum seni hayatın bittiği yerde.
3/:
Bugün yine erken oluyor akşam,
Islak yanaklar ölüyor ay ışığı altında çığlık çığlığa,
Kaldırım taşlarında kalan son izler ne de apansız,
Ve zamansız korkularla kuytulara sıvanıyorlar.
Yerdeki yüzün büyüyor büyüyor,
Kaf dağı ardında kalıyor masalsı gözlerinin.
Uzaklardan gelen konuktur sanırdım oysa,
Olmadık zamanda aklıma düşen sevda anılarımı,
Onlar ki bu hırçın rüzgarların süvarileri imiş,
Ve öylesine doludizgin yürek yarışçıları...
***
Ve akşamlara sine sine geliyor özlem...
Hayallerime yazıyorum seni,
Hayatın bittiği, özlemimin başladığı yerlerde,
Yeşeriyor taze umutlarım çorak varsayımlarımda,
Vahalarımda hurmalar, şimdi sarışın kuluçkalarda.
Mektubuma yazıyorum seni yüreğimin bittiği her yerde.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:08 AM
Seni Ve O Zamanı Çalıyorum
(Asuman'a, Yüreğimden Bin Birinci Mektubumdur.)
1/:
Asuman Can Asuman...
Mektubuma başlarken...
Kırılan gözlerimde cam artıkları,
Polarisin kararlı ışıkları kaptan köşkümde...
Oysa can A...
Sıcak ağustosları umardım ben beraberliğimizde,
Seni ve o yasak zamanları çalardım iştah ile kendimden.
İsterim ki anımsa ey can!
Baharı avlardık hani,
Gizlice yüreğimizden martın alacasında...
Yani can Asuma...
Nisanın gözyaşlarının gölgesinde bir kuytudaydık,
Aşkın ve arzunun süzüldüğünü hissederdik alaca çökerken,
Yanağımızdaki menderes yollarının kenarlarından.
Bir takım gölge savaşları olurdu ruhumuzda,
Bir ebedilik saçılırdı o kutlu cümlenin içinde boncuk boncuk,
Yıldızlar akıyormuş gibi gelirdi hani,
Zavallı göklere ve bize o sarsıntı anında,
Ve kendi kaderini yontan günlerimizin içine...
Dudağından sağmal anlarda hüzünlü sütler sıvanırdı,
Şiirin çorak dudaklarına ve gözümüze çisenti resimleri.
Bir bal dudaklı kuş uçardı arzu diyarımızdan,
El yazması tarlalar tarihinden haber verirdi.
Yani ey Asu kız...
Beyitlerin buğday tarlasında sarı nakarat,
Türkü türkü ağardı gün ve arpalar ağarırdı,
Ve boynu bükük çocuklar gibi başaklar,
Ki o sessiz başaklar ki....
Herbirinin öyküsü yazılırdı temmuzun takvimine,
Beklentimizin arzulu saçaklarından ter,
Şakaklarımızdan şiirin kanı sızardı ılgıt ılgıt...
Seni ve o hayin zamanı çalardım,
Hiç istemeden, avuçlarımdaki kaderinden ben.
2/:
Asuman Can Asuman...
Mektubuma başlarken...
İsterim ki anımsa ey can!
Saklardık bir parça düşü sabah kahvaltıları için,
Demli çaylarla yarenlik etsin diye hani.
Ve sınırsız hayallerimizi gizlerdik,
Sınırlı ömürlerden öteye...
Küçücük ve arsız dudaklarımıza mor yazılar yazardık,
Nazarlık olsun diye 'elemtere'lere arkalanıp,
Kaynar sular dolardı zemherimizin ayazlı gözlerine.
En karanlık vakitlerde korkularımız, aşkımızdan korkardı,
Ve aşk çiselerdi yaz aylarında ihanet bahçelerine,
Ve sakin nisanın avucuna teslimiyet...
Yüzümüze her zaman bir pençe kızıllık bulaşırdı,
Korsan kalyonlarında yelkenlerin gölgesi vururdu,
Çayır kenarlarında sarmaşıklar üstüne...
***
Asuman Can Asuman...
Mektubuma bitirirken...
Seni ve o zamanları çalarım kaderinden...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:09 AM
Arsız Soygunların Ardından Duyduğumuz Hazdır Aşk+
Apostol'la Üç Yüz Sekizinci Sayfaya Derkenar
1/:
Öyle değil mi ki ey kerim şahım,
Bizim de bu başı bozuk ve burnu hızmalı sevdalarımız,
Seni ve beni keskin bir gavur oğlu gavur zonunda soyan,
Mayasız masallardan fırlayan hırsız-ı kibarlarımızdır,
Yani bu da, bed ve bednam bir nihayettir zahiri olarak,
Ama itiraf edelim ki –Busra'da bir keşişe mesela- mirzam,
Kendi gizli ve yerile yeksan olası duygularımızdır,
Arsız soygunların ardından duyduğumuz haz.
Ee, o halde niye bunca naz? Demenin yeridir kanımca,
Ve neden can çekişir güneş kız ömrümüzün ikindisinde?
Şiiri niçin boğarız dokuz boğumda? Demenin de yeridir kanımca,
Neden kabul olmaz dua, duyulmaz niyaz? Demekse haddimize düşmez. Ama insanoğlu insanız ne de olsa, sormadan edemiyoruz. Çünkü çiğ süt emmişiz vakti zamanında.
2/:
Ve ey aşk ve şiir ve laşe sever ins-ü cin ehli...
İşte şöyle bir hikayettir ki benimkisi de,
Zamanların birinde, bir memlekette hayali mi hayali:
Kara Ali kadrolu cellattı taa bidayetten beri. Yani deli bir devirdi. Kadim ve muhkem kaleleri devirdi bir şahi topu. Bu da ilk oluyordu uygarlık çizgisinde. Hukuk terazisinde kan ve kin tartıyordu şu menşur gözü bağlı yosma. Ve ben tanıktım tüm hudutboyundaki akınlara. Demir kasklı yalancılar kralının işaretiyle bir adım daha atıyordum her huruçta. Kalkandelen palangasına doğru. Bilcümle yaramaz savaşçıların kalkanları deliniyordu ciğerlerinden. Ve ben görüyordum ayan beyan. Neyi mi? Ne hikmetse karanlıklar içindeki ortaçağ yatak odalarındaki edepsizlikleri. Kont Drakula kanlı ve siilli elini kaldırıyordu nah böyle. Ve ileriye doğru yani Karpat dağlarının doruğuna aşağı uzatıyordu. Eyvah diyordum. Asitaneyi kızdırıyordu. Şimdi tarih kan gölüne dönecek. Meyhane delirecek. Apost sevinecek. Ben ebcetin kapağını açacağım. Ve tarih düşeceğim. Şahım olanları öğrenecek...
3/:
Ve ey şiir ve korkusever kontoğulları...
Böyle bir hikayetti benimkisi de işte dar zamanda,
Herhangi bir devirde ve herhangi bir mekanda:
Apostol bana ışmar ediyordu Ağrı ve Tendürek aralığından: 'Bak hele onun eline.' diyordu galiba Altıparmak Cebbar Paşayı ima ederek. Bakıyordum çarnaçar... Aynı o sırlı aynadaki gibiydi izanımızdaki masalın izdüşümü. Gözümüzdeki kurşunun izi besbelli duruyordu o an. Duruyor ve bekliyordu Gülek boğazında turna katarı ve Cebbar Paşa. Sonra o da içiyordu. Tabii ki ben de demlenmedeydim kadehime doldurduğum şakağımdaki sokakların sarhoş artıklarıyla. Hispanik bir lisanla tekellüm ediyordu pelteleşen dilim. Kemeri silme kafatası dolu olan bir avcı, son kuşları da kurşunluyordu. Ben acıyordum. Yüreğim karıncalanıyordu. Puvantajı binlerce yerli, yüzlerce bizon, bilmem kaç ton zehebdi onun. Ve bana yazdıracağı binlerce beyitlik ağıt. Ve bir hektar ormanlık kağıt...
***
Apostol'la bilmem kaçıncı Sayfa Dibacesidir ki bu da,
Düşülse bir dert, düşülmese bir başka dert,
Yani bizimkisi de böyle bir hikayet işte,
Ya da zatınıza şikayet şahım...
***
Sıra içip unutmada şimdi olanları:
'Lan barba gidisi ikiletme de doldur,
Şıradan olsun itin ölümü, atın ölümü şeytan suyundan...'
Diyordum ya mersiyenin sonunda...
Ardından şarab içmeye ve gazel çekmeye duruyordum hani.
Ve yine aynı krizim tuttu ey can ve cin ehli,
İzninizle yaşamalıydım bu mutsuz sonu,
Çünkü şiir burada tek teskiniyetti,
Yüreğimi teskin etti,
Ve bitti...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:09 AM
Aşk Bir Felakettir Kimi Zaman
Apostol'la Dört Yüz Kırk Altıncı Sayfaya İlave
1/:
Şiiri seversiniz bilirim,
Ki o da seni ve bendeni sever,
Usulca ve kararlı tutup kaldırır,
Kara yerden belki ikimizi birden,
Mirzam ancak aşk bir felakettir kimi zaman,
Yanık ruhumuzu kadim ilinden temelli alır.
***
Esaret köpekliktir der bir ulu bilge,
Köpek laldir anlamaz hikmet dilinden,
Işığın ve aşkın ülkesindeyiz ya ama yine de,
Derim ben de bunaldığımda başım.
Belki tali konukluğumuz her devirde sürer biteviye,
Ama bilirim ki geriye,
Bir ruhsuz pervane kadarcık haz kalır,
Uzun ama bölük pürçük yaşamımızdan ileriye ise,
Ahlar ile eyvahlar mı?
Bilemem
Senin de ne düşündüğünü kestiremem...
2/:
Ve ey şiir sever naif ademoğulları...
Böyle bir hikayetti benimkisi herhangi bir tarihte:
O sırada piramitler bir adım daha ilerliyordu. Hatta her şey Atlantis kıtasına doğru. Geride ise temelleri kalıyordu Roma hukukunun kuru ve harçsız: 'Emanet mi? ' diye soruyordu firavunun Biritiş Mözyumdaki kahverengi artıkları. 'Nerede o şimdi? ' Genç komünistler, son sorusuna cevap veremiyorlardı bin dokuz yüz seksen dokuz takviminin. Geçmişinin geleceğinin cümlesine sinkaf ediyordu Lenin. Stalin arsız... Bıyık buruyordu. Mao Çetin kuduruyordu. Kastro hala duruyordu. İyi mi?
***
Sıra klişedeydi artı:
'Lan barba ikiletme de doldur,” diyordum kulağına.
“Şiir şırasından olsun itin ölümü,
Atın ölümü bozlakların şeytan suyundan...'
Ve dalıyordum Konfüç’e bir ucundan...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:09 AM
Bekleşiriz Sonsuzun Sonluluğunu Umarak
Apostol'la Altmış Beşinci Sayfa Dipnot
1/:
Gün,
Bir gün,
Saydam çam balı renginde olursa yar vilayetinde,
Son yıldız da bu yana dönerse guruptan sakınarak,
Sanadır şahım, bu yazılan esatirik nameler,
Yarınına bırakmak için Karacoğlan zenaatından,
Bana ise aç ruhumun kanayan canlı yarası,
Ve uçuşan sınırsız hayal artıklarım kalır bu çile hanede.
Sen de ben de yani ikimiz de,
Bekleşiriz sonsuzun sonluluğunu umarak,
Bir mutlu nihayeti kurgulayarak...
***
Dilimiz üzre yaladığımız yaşamdan kalan son acılıktır,
Batıni bir virdin lahuti tadınca iştah açıcı,
Çarpıcı ve baştan çıkarıcıdır mirzam...
Ama hız gerek dönerken semah direğine tutunup,
Unutursak hızın hıza eş olmadığını şahım,
Bize kendi virdimize söz üstü düşmek kalır...
Bedenimizi sabırsız bir el alır,
Her gecede an be an çenttiğim yaralı yüreğimizi yel...
2/:
Ve ey aşk ve şiir sever pervane ehli...
İşte böyle bir hikayettir ki benimkisi de zoraki hayal:
Kadehime doldurduğum kendi doğurduğuna aşık ve asırlık rüzgarlar olur çoğu zaman... Tarihi adalet üzre tutarım bir cenahımda. Diğer cenahımda kırk bin diyara açılan kırk bin bir kapı sıralanmada. Kırk bin birinci kapıda tüm umudum. Onu sana ayırdım şahım. Ahım tutuyordu Napol’u. Yaralı bir akrep gibiydi çölde yoldaşları. Gözyaşları Süveyş’e karışıyordu.
3/:
Bense bir firavun pelerini gibi bürünmüştüm hüznümü. Küf kokulu bir meyhanedeydim. Bir tas Akdeniz suyu alıp dikiyordum tepeme. Apostol: 'Yandın ********* şair. İster misin alevlerinin üzerine organik hortumu mu tutmayı? ' diye alaya alıyordu beni ve bilcümle yalancıları. Sancıları başlıyordu yeni şiirlerimin. Çünkü Kleo giriyordu otuzuncu kapıdan...
Salt ihtişam,
Sade ihtimam...
***
Vurun ulan ey ehli vatan,
İşte şimdi,
Şiirin ve şarabın ve aşkın gözüne gözüne...
'Lan barba ikiletme de doldur,” demenin zamanı.
“Şıradan olsun itin ölümü,
Atın ölümü şeytan suyundan...'
Ve dalıyordum kuzey Kore’ye alt ucundan...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:09 AM
İmgenin ve Aşkın En Varaklı Sonuncusu
Apostol'la Elli Altıncı Sayfaya İlave
1/:
Metalik,
Ve paslı bir yoldayım şahım,
Yitik yaşanmışlığımı aranmadayım,
Döne döne çevrimsel ekvatorları,
Sahtiyan palaskalar misali bir delik daha geriden,
Ve batık bir ulusun dilinden dualar ederek,
“Hum zurti kunna maranni yerek! ...”
Yaşayan toplulukların lisanıyla şiirler yazıp,
“Karacoğlan der ki ben bir yetimim.”
Buzlu zamanların ardından bakıp,
Lacivert sisli siluetler seyrederek merak ile,
Sevda tiranlıklarının camlarını vurdu ağzımdan kalkan kuşlar,
Sırça elleri üşüdü hayalimdeki hamarat işçilerin,
Ve mutlaka doğurmalıyım, dedim...
İmgenin en varaklı sonuncusunu...
Zor iş be şahım,
İsfahan’da oturup Basra’da güzel sevmek,
Ah şu mektuplarda olmasa karanlık çilehanelerde yazılan,
Aşk, at ve güzel avrad otu üstüne,
Nasıl tütsülenir zamanın mantılı hesapdarı,
Ve nasıl buhurdanlanır esrisin diye aşkımız?
***
Kadehimize doldurduğumuz her daim bir parça Mesnevi,
Ve bir arşın Mecnun yolculuğu olmalı çölde,
Ya da şaşkın bir anımızda dona kalan anılarımız,
Yer tutar iki uzak iklimde...
2/:
Ve ey aşk ve şiir ve Mesnev sever sema ehli...
İşte böyle bir hikayettir ki benimkisi de hayalin Konya’sında,
Gah Tebriz’e uzanır, bazı da diyar-ı Ruma:
Tarih, bir uzaylı yöneticinin metali üniforması gibi bürünmüş bir meyhanedeydim. Şimdilik içiyordum anasını satayım. Meyhanenin en izbe ve en gizemli köşesinde kuluçkaya yatmış olan devletlu şahın gözleri iyice açılıyordu 'kara göründü! 'yü görünce ve mavi göz bebekleri fıldırdıyordu.
3/:
Ve ey şiir ve gazel sever adnoğulları...
Böyle bir hikayetti benimkisi herhangi bir tarihte:
Durum vahimdi. Şiirse ketum... Apostol kalyonları büküp büküp Kolombus gidisine İspanyol armadası yapıyordu. Onlar da içkiye verip tekmil namus anlayışlarını içiyorlardı anasını satıyım. Yuvarlak bilyeler gibi ışılıyordu Merih ile mars yan yana. Atlantik’in ortasından bakınca.
'Lan barba ikiletme de doldur,” diyordum ardınca,
Şıradan olsun itin ölümü,
Altın atın ölümü varak renkli şeytan suyundan...'
4/:
Dedim ya böyle bir hikayet benimkisi de hepi topu:
Deniz şimdikinden kat be kat tuzlu. Buuzlu bir ağız şom dumanlar üflemede. Yaşlı bir Babilli kendi geçmişini izlemedeydi. Ve maji kasasına dayanarak Sayda'nın surlarının önüne gelip duruyordu. Merih ile mars sinirden kuduruyordu. Ben arkada oluyordum genelde. Alacalı sisler ve mavili puslar boyutunda. Tarihi bürünmüş bir meyhaneydi burası sonuçta. Yani en arkaydı yerimiz. Bir de içiyordum bütün ve bereketi kısır olan birikimimi. Gözlerimiz şiirden bozarıyordu.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:09 AM
Maddenin Dördüncü Halinde Karşımızda
Apostol'la Altı Yüz Birinci Sayfaya Tarih
1/:
Şehbenderim,
Zamanın kırığında bir potansiyel sarsıntı bekler,
Berk kayalar üzerine kurduğum yürek hisarım.
Göz kırpıyorsun mukallit yıldızlar gibi,
Ve anaforlar ortasında bir kaptansız gemi gibiyiz.
Çareyi yemiş bitirmişiz.
***
Bense kendimi yeni baştan çiziyorum,
Ve öylece duruyorum dur dediğin şiirde.
Plazmik sefinemin çanaklığında bir kızıl kıçlı maymun,
Ve ben görünecek karayı gözlüyorum yüreğimin burcunda.
Kimsesiz kırağıların peşinde çiğ gbiyim,
Dara asıldığımız ölüm kirpiklerinde aradığımız,
İmdat maddenin dördüncü halinde karşımızda,
Ve uzak anılar kopuk kopuk kaval çalıyor,
Kırılan yıldız köşeleri,
Ve hayalin gözlerinde bir umut kuşu pır pır,
Gelecek sıcak dalgasından nasipleneceğiz,
Oysa ağustosları bomboşa umuyoruz kışlardan.
2/:
Ey şiir sever şahanoğulları...
Ve kabulse girizgah, Gürganiyyeli mirzadem,
Geçelim mi şu bizim tarihi Yozgati’ye?
3/:
Ve siz ey aşk ve şiir perver ins ehli...
İşte böyle bir hikayetti ki benimkisi de metakimya:
Garip bir hesabdardım. Şehbendere tekmil için. Şiirsel bir lisan ile... Ölümün sarışın ayva rengini bürünmüş bir garip şiir yazıcısıydım. Apostol’daydım. Yani bir merhumlar meyhanesindeydim. Kendimle haşır neşir... Küf kokulu bir şiirdeydim. Kırk kapının kırkı da alnacımda. Nakaratımda multikopya canalıcılar mangası. Burası mezar kokacaktı az sonra. Benden demesi.
4/:
'Hadi ver artık! ' diyordu yaşanmamış yıllarını isteyerek Tutankamon. Apostol'a dönerek: 'Alabilirsin.' Diye ekliyordu kuyucu Murtaza paşa Peleponnes’i uzatıp. Herkes fethettiği çiçekleri veya ateşleri deriyordu şarap olarak tezgah üstünden. Ben de şiire dair ne varsa Apost’ta. İçiyordum anasını satıyım. Az Mesnev, biraz Karac ve Fuzul...
5/:
Ve ey aşk ve şiir perver cin ehli...
İşte böyle bir hikayetti ki benimkisi de metafizik:
Apostol: 'bak.' diyordu,
Son bulunan gezegenin sancak yanından.
Bakıyordum gözümü ve kirpiklerimi kırpmadan.
***
Apostol'lun gözünde bilmem kaçıncı sayfa Dibacesi,
Bilmediğimiz bir hikayet kadim zamanlardan arta kalan,
Anlaşılan o ki şiiri bağlamak zamanıdır.
***
'Lan barba ikiletme de doldur,” diyordum yüreğimi uzatıp.
“Şira gezegeninin ateşinden olsun dünyalı itin ölümü,
Kazakistanlı atın ölümü şeytan suyundan...'
Ardından şarap içmeye duruyordum Hayyam ile,
Ve gazel çekmeye duruyordum Nedim’le.
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:09 AM
Sıkılmak İçin Büyütülür Asmalar
Apostol'la Yedi Yüz Altıncı Sayfaya Dibace
1/:
Seni,
Ve bedenini kucaklayan korkularında,
Bil ki yalnız değilsin şahım.
Biz de kollarının sıcaklığını duymayı özleriz ama,
Ya ölüverirsek akbaba burçlarında?
Diye geçer içimizden bir ibibik öte öte.
***
Eski sıcak sevdaların yaşam bağında ömür süner de süner,
Ama yine de (laf anlamaz içimizdeki deli.)
Bizim yüreğimize uzanan eli,
Bir yağlı sicim gibi düğümler hasret,
Ve sorulur idam mahkumuna,
Son anda gözlerde kara bir pişmanlık olsa da,
Belki de bir parmak bal kalır aşkın mutlu dudaklarında.
***
Sarhoş zamanlar da döner başı gibi aşk ehlinin,
Dağlar bağlara garkolur zelzele-i aşkta ah ederek,
Ki o bağlarda sıkılmak için büyütülür asmalar,
Yosmalar dağlarda çalpara eşliğinde...
Bizse meyhanedeyiz,
Garip,
Ve zelil...
Bedenimizi el alır, yüreğimizi yel...
Şiir tutup kaldırır yerden bizi,
Ancak ruhumuzu da alır.
2/:
Ve ey aşk ve şiir sever ins-ü cin ehli...
İşte böyle bir hikayettir ki benimkisi meta hayal:
Apostol ellerini ovuşturuyordu bakıp bakıp kibirli aynasına. Hatta uyanık kopil: 'ben sana demiştim.' diyordu. 'meğerse o bir azizeymiş.' bunun üzerine Palastin ülkesi esriyor ve gizemli bir esintiyle dalgalanıyordu.
3/:
Ve ey şiir sever naif ademoğulları...
Böyle bir hikayetti benimkisi herhangi bir tarihte:
Apostol bütün sevecenliğiyle ve fısıltıyla: 'Lan teres, ben sana demiştim. O bir azizeymiş.' diyordu tekrardan ve duymadığımı sanarak. Gözleri kapanıyordu mistik zevkten. Sanki derin bir trans hali yaşıyordu. Tekrar: 'Lan teres...' diyordu. Ancak tamamlamak kısmet olmuyordu Kostantin kuşatmasını. Sonra o da geliyordu meyhaneye ve o da içiyordu bencileyin.
Kadehime doldurduğum şaşkın bir anımda dona kalan anılarımdı...
***
Ve ey şiir ve aşk ve meşk sever güzelavradoğulları...
Böyle bir hikayet benimkisi de işte.
Her silkinişte bir tutam Hindikuş yemi,
Her çırpınışta bir telek turna.
***
'Lan barba ikiletme de doldur,
Şıradan olsun itin ölümü, atın ölümü şeytan suyundan...'
Diyordum ya kararlı bir işaret parmağı burgaçlamasıyla,
Tek çıkar yoldu bizim yöntemimizde yolun sonunda...
Ardından kevser içmeye vuruyorduk kalbimizi avuçlayarak,
Ve gazel yazmaya duruyorduk.
Şiir burada, yani yanıbaşımızda alestaydı,
Ve tek ilaç sayılırdı deniz vurgunlarına...
Ahmet Yozgat
GooD aNd EvıL
07-24-2008, 11:09 AM
Yollar Aşk İçilerek Yürünür Ancak
Apostol'la Doksan Dördüncü Sayfa Ek
1/:
Ey şiir sever,
Ve sevgideğer insoğulları siz de...
Ve bir gün sen de gideceksin mirzam şiir eline,
Biliyorum o an serçe olacağım gözlerinizde,
Ve yüreğinizde hafif sıklet bir mülteci duygu...
***
Yollar içilerek yürünecek,
Yaşlı güneş batacak bir kuşluk batınında,
Son evlat yıldız doğacak sahte bir sarılıkla,
Berd-ül aceze soğuklarının baranisinin altından,
Birkaç derece sıcaklık yaslı yüzünüzü yalaya yalaya,
Ve somut bir gerçeklikle geçecek sessizce aralıktan,
Karanlıktan doğacağım ışık saçarak,
Bir demet şiir yarpuzu kendine has bayıltan kokusuyla,
Ve bir tutam aşk düşecek ortalık yere, türkülü düğünlerle...
3/:
Biz burada, Apost’un hemen sağ cenahında olacağız şahım,
Kadehimize doldurduğumuzsa,
Ortası oyuk şakağımızdaki sokakların,
Ve sadakatimizin sarhoş artıkları tabii ki...
Böyle bir hikayettir işte benimkisi:
Hepimizdik. Ve mitolojik bir senaryodan yeni çıkmıştık sanki. Dudakları sarışın civcivler gibi. Hüznü aşk sanarak yüreğine bürünmüş bir köhne yerdeydik. Son meyhanedeydik. İçiyorduk bütün birikimimizi kupa kupa. Galiba biraz kaçırıyorduk köpek öldüreni o ve ben. Çünkü görünmez bir yılan uzun bir soluk alıyordu İnebahtı limanında. Çevredeki herkes ürperdiğini hissediyordu sanırım. Sarıklar kefen oluyordu cana. Canlar evrene yolcu...
/:
Ve ey şiir ve saltanat sever begoğulları...
Böyle bir hikayetti benimkisi de işte,
Sizlerin ve atalarınızın unuttuğu herhangi bir tarihte:
Sisilya'nın -iki damlacık- altını ıslatmasının nedeni başka ne olabilirdi ki? 'Baudolino geldi! O senin çağrını duydu ve geldi.' diyordu Apostol az ötesinde duran harami başına. 'Ver hadi ver emaneti sahibine.' Çağrıyı alıyordu ki... İri elini uzatıyordu Andredorya. Furya halinde derebeyleri sökün ediyordu feodaliteden. Daha öteden Mimg hanedanının temsilcileri... Elleri barut isi...
Yürekleri Tibet sisiydi. Yaşlı keşişler sis altında zeytin devşiriyordu. Yeni bir Lama daha evcilleşiyordu.
'Lan barba ikiletme de doldur,” diyordum ben de usulca.
“Şıradan olsun yersiz yurtsuz itin ölümü,
Aygır atın ölümü şeytan suyundan...'
2/:
Böyle bir hikayetti işte benimkisi.
Akdeniz’di az ötemizdeki. Ter kokulu takdis suyuna batmış yaşlı rahibenin memleketi... Ve on üçüncü papanın kuru ve kıvır kıvır derili sağ eli İncil’i taşıyamıyor ve düşürüyordu. Tutuyor ve kaldırıyordu yerden Ulubat köyünden Abdülcabbar oğlu hasan sancağı. Mengene gibi sıkıyordu dişlerini bir başka mengene. Bir hergele kazdığı mezarı tekrar dolduruyordu. Bağırıyordu Ap. Ben bağırıyordum: “Dur! ” Duymuyordu sesimizi. O bir başka boyutta biz buradaydık. Bir kez daha vuruyorduk başımızı sapma ağacına. Meyhanenin yamacına bir toplu mezar kazıyordu Kamkovski diye biri. İçeri giriyordu çoluk çocuk... Yani bir sürü kefensiz. Biz kuşlar gibiydik. Yorgun yüreğimizle şiire düşüyorduk. Üşüyorduk...
Ahmet Yozgat
vBulletin® v3.8.11, Copyright ©2000-2025, vBulletin Solutions Inc.