PDA

Tam Sürümü Görüntüle : Cevat Çeştepe


Sayfa : 1 [2] 3

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:12 PM
Güneşe göç edenler

sen durabilir misin önünde bu selin.
ördüğün duvarlar durabilir mi.
bugün burada isek yarın kollarındayız güneşin.
içindeyiz yani, hiç olmadığınız kadar hiçbirinizin
halaya duracağız çığlıklarımızla.
sanma ki bir kavganın sonrasındayız
ya da bir düğünün tam içinde.
göç yoluna tutunmuş kuşların kanadındayız.

bu bir göç türküsüdür.
sıcak fırınlarda elleri yanarken
yürekleri donanların türküsüdür.
ki onların;
her sabah gün doğarken yeniden açar
demir pasından karanfilleri yüreklerinde.
her günü bir ölüm ağıtı gibi yaşarlar.
ama ölümsüzdür onlar, çocuklar,
ölümsüzdür.
bu bir sevdanın türküsüdür.

belki anlayamayacağı kadar uzak
yüreği bir an bile olsun titremeyenlerin
ve hedefini hiç şaşmayan mermilerin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:17 PM
Güneşi arayan cüce

bir masalın en kısa boylu cücesiydim
hep duvarların öte yanında açardı hayal çiçeklerim
bir masalın en kısa boylu cücesiydim ben
bulutlara erişir ama duvarları aşamazdı merdivenlerim.

çıkıp merdivenimin en üst basamağına
ne zaman avuçlamak istesem bulutları
bulutlardan küçük kalırdı ellerim, taşardı.
oysa; annem öyle fısıldamıştı ki kulağıma
bu sana son öğüdüm demişti ölmeden önce.
o kadar çok uzar boyun, güneşi her gördüğünde.

ben bulutları güneşin önünden çekmek için
ama onun bir başka dünyada başka cücelerin
boyunu uzatmaya gittiğini de bilmeyerek
nefesimden hızlı rüzgarlar yapıp üfleyerek
temizleyip açmak isterdim beni görsün diye önünü
durmadan, dinlenmeden gece gündüz demeden.
böylece uzar derdim boyum ve görürüm bende
duvarların arkasında sizin, herkesin gördüğünü …
…..
bir duvarın dibinde her sabah ağlayan cüceyim.
haydi sizde sorun bir kez daha söyleyeyim:
ağlarım elbet, gene kaçtı bulutlar avucumdan
ve gene duvar çok yüksek kaldı boyumdan.

bir masalın en kısa boylu cücesiydim
belki bir gün güneşi yakalayacaktım ellerimle
bulutları avuçlarımla toplayamazsam bile
ama hiç uzamayacaktı boyum ne yapsam nafile.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:17 PM
Güneşin batışını izleyen çocuk

hiç düşünme küçüğüm,
elinden kaçırdığın
uçan balonu.
unut tellere takılmış
uçurtmanın kuyruğunu.
hepsi ayrı renkti
ve güzeldi birbirlerinden
bazılarına ikili derdin
bazısına tekli.
bende çok iyi bilirim,
mazgala yuvarlanan
misketleri.
unut bunları küçüğüm
unut bunların hepsini
birer birer,
geçirme bir daha
aklının ucundan bile.
bu seni çok üzer.

bilsen şu önünde
batan güneşle birlikte
ardında kalan kimler ?
ve sen,
neler kaybediyorsun neler.

bizim bu saatlerde
burada seninle olmamız,
ellerimizi
omuzlarına koyup
gözümüzü
tan yerine saplamamız,
batan güneşle yitirilenler için değil,
yerine doğacak olan güneş ile birlikte
gelecek olanlara seninle ve hep beraber
hoş geldin demek içindir.
güneşi kucaklamak içindir.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:17 PM
Güneşin fotoğrafları

ben başka türlü oluyorum,
söylüyorum bunu sana ama inanmıyorsun
karaya vuruyor bütün solungaçlarım diyorum,
güneş gördüğüm zaman tuz renginden beter kuruyorum
sen bana söyleyeceğin şarkının sözlerini unuttuğun zaman.

ne dalgaların sesi kalıyor kulağımda
ne yanımda yoldaş mavilerde, bir kağıttan kayık
çekiyorum kendimi, en kendinden geçmiş kalafat yerine
senin bile anlayamayacağın bir sesle ağlıyorum.
ben başka türlü oluyorum
senin bana seni seviyorum demeyi unuttuğun zaman.

şimdi sana güneşin fotoğraflarını getiriyorum
uzaktan bak, sakın tutma ellerinle yanarsın ,
güneş tuttuğu zaman bırakmaz yakacağı yeri.
ben yanmışım zaten yanacağım kadar
seni de yakmasın, yanacaksa karanlıklar yansın
sen bana aydınlıklar olup gelmediğin zaman.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:17 PM
Günüm sensizlik adına

Renkler mi güneşten doğar,
Renkler mi doğurur güneşi.
Önce koyu gri, sonra açık siyah.
Pembe allıklı bir lacivert gelir ardından,
Sonra gözlerin gibi, masmavi...

Güneş doğdu doğacak derken.
Cümle kapısındaki kuşların kanatlarına,
Tek tek ışık vuracak, önce sarı sıcak.
Sonra hafiften serin bir sabah yeli gibi.

Üşümeye başlayacak ellerim, yokluğunda ellerinin.
Öğleden sonra, akşama varmadan.
İki kadeh rakı içmek rengine döner zaman.
Bir ağaç kabuğu çözülür, çıkar gelir ormanımdan.
Üstüne baş harfleri kazılı isminin,
Sevda renginde.

Eşelendikçe küller, güneş renginde gülüşün gelir
Okuduğum her kitabın satır aralarına.
Ve güneş yitip giderken garp tarafına.

Renkler mi güneşten doğar,
Renkler mi doğurur güneşi.
Önce kızıl sarı, sonra kara siyah.
Ölüm soğuğu bir beyazlık gelir ardından,
Sonra yokluğun gibi, yokluğun gibi……

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:17 PM
Gürültü yaşamın kendisidir

Gürültü bir savaş sancağı gibi önden gidiyorsa,
Ardından gelen yaya sınıfında,
Fabrikaların işe başlama düdükleri,
Kışlaların kalk boruları vardır.
Kadınlar kocalarını uğurlar,
Öperek yanaklarından.
Kapılar kapanır on binlerce
Kapılar açılır.
Sokak satıcıları doldurur
Kenar mahallelerin yoksul sokaklarını..
İlk teneffüs zili çalar en yakın okulda.
Ağaçsız, beton avlularda
Kontrolsüz çığlıklara davet çıkar.
Gürültü yaşam kavgasının
Ve yaşama sevincinin sesidir.
Sessizlik ise ölümün.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:18 PM
Güzel bir gün

“pervazında kırmızı çiçekler sıralı
penceresinde yeşil perde
belki arkasında bir orman saklı.”

işte bu pencerenin arkasından
günaydın diyeceksiniz sevdiğinize
kırmızı çiçekler koklanacak,
yeşil perdelerin arkasından
gökyüzünün ilk mavisi
daha güzel gelecek gözünüze.
içinizdeki coşkuya bu kez
doğru isim vereceksiniz.

deniz, bu derenin ayak ucunda
içindeki her taş dilek adına
bu sudan ulaşacaksın gün sonuna

ve yakamozlarınız konuk olacak
bu sofrada yarınlarınıza
ne sattığını sormayacaksınız bile
yanınızdan geçen akşam satıcısına
ellerinizi keyifle yastık yapıp
başlarınızın altına
başlayacaksınız gökyüzünde yıldızlarla
havadan, sudan konuşmalara

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:18 PM
Güzel insan olmak

Bütün güzel insanlar;
idam mangaları kursun
Kurşuna dizsinler tüm çirkinleri.
Böylece onlarda çirkin insanlar olsun
Bende karışıp aralarına
Gideyim gideceğim yere.

Bütün güzel insanlar;
idam sehpaları kursun
İpe çeksinler tüm çirkinlikleri
Böylece onlar gerçek güzel insanlar olsun
Bende koşarak çıkayım kırlara
Bir kır çiçeklerini
Vereyim tüm güzelliklerine.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:18 PM
Güzellik durdurmaz mı tükenişleri

pencereyi açalım,
poligonumuzda gece yarısını
vururken saatlerimiz.
ay ışığını salıvermiş olsun yeryüzüne
bir körfezin gölgesinde
dinlensin diye.
böyle bir gökyüzü
hangimizin yüreğinde saklı.
sanki yağmurlu bir gece vaktinde
sokak lambası, ışığını düşürmüş şoseye.

ben gözlerimi asmışım tavana,
kristal bir avize gibi aklımda sen
yani seni yaşayamamanın ateşiyle
bir alev fıçısı gibi dolup taşarken.

bütün kanatlarım yolunmuş
içimdeki linç bahçesinde.
cellatlarımın ağzında okkalı bir küfür
söz birliği etmişçesine.
gecenin ipini çekmeye yetmeyecek zaman.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:18 PM
Ğ ile başlayan ilk şiir

“ğay ed en kemke en adnarfos şumkoy zamlo admurumu
ğas ednes nesrilibalo, mıyalo temales neb ik retey”

yukarıdaki iki dizeyi sağdan sola okursak
bakalım, görelim ortaya neler çıkacak.
kimsede yok o yürek abece kalksın ortadan
yerine Arapça yı koyalım, her şey sil baştan.

belki gönüllerde her gece açan çiçek budur
ama rengi yoktur ve kokusu kokusuzluktur.
bağırsalar da biz her şeyi yaradan için yapıyoruz,
ne istediklerini ne körüz, ne de sağır, iyi biliyoruz.

tek dertleri bu dünyanın sıkıp suyunu çıkarmak,
geride kalan posayı da kemiksiz sürüye saymak.
aşağıdaki dizeleri doğru yoldan okur anlarsak eğer,
çıkar ortaya ne söylemişler,maksatları neymiş meğer.

“umurumda olmaz yokmuş sofranda ne ekmek ne de yağ
yeter ki ben selamet olayım, olabilirsen sende sağ”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:18 PM
Haberim olmazdı ne yaptığımdan

uçsuz-bucaksız bir denizdi.
herkes göz-gözü görmez sanırdı
ama öyle değildi.
her gece ay ışığından gebe kalır,
ellerine yıldızlar doğardı.
o yıldızlarından yakamozlar yapar
denize bırakırdı.
ben sahilde ağlıyor olurdum,
yıldızların yakamozlara döndüğü an.
son yudumlarında hasretimin
ve telaş içinde
başımı yerden kaldırıp
denize bakmazdım.
çalışmayan saatler
ve kimsesizliğe bırakılmış
caddeler gibi.
ağır bir tünelin içinde
olmayan ışıklara yol alırdım.
ellerim cebimde ve
melodisiz bir ıslık gibi dudaklarımda
yakamozların sahile vurmasını
yanlış adreslerde beklerdim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:18 PM
Hadi şimdi git

yüreğimdeki sancıları soruyorsun,
kayıp merhabalarınla.
bak karşı duvara göreceksin,
siyah bir leke
masamın üstünde boş kadeh gibi.
sen aldırma şimdi gözlerimden taşan.,
senin yazdığın kitap değil
bir başka şey aklımı karıştıran.

saçımdaki beyazları soruyorsun,
kına yakmış ellerinle.
okşa istersen ne bulacaksın,
biraz dün gibi yitik
ve yarına dönük boşluktan başka.
sen aldırma şimdi boğazımda düğümlenen
senin yarım bıraktığın değil
bir başka şey tamamlanması gereken.

göz bebeklerin neden boş diyorsun,
bana bakmayan gözlerinle.
görmek istemiyorum seni anlasana
yorgun ve umutsuz gecedeyim
yeter artık gelme üstüme üstüme.
sen aldırma şimdi yüreğimin yanmasına
o giden sen değil, sen olmayandın
hadi gideceksen şimdi git ne duruyorsun

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:18 PM
Haftalık

bugün pazartesi, bugün Salı, Çarşamba, Perşembe
yine saçlarını okşayacağım ellerimle
en sevdiğin şarkıların eşliğinde.
bak karanfiller bile çoktan açtı gözlerini
başladılar yazmaya senin için en güzel şarkı sözlerini.
haydi tut yüreğimi sende.

bugün Cuma, bugün cumartesi
sadece gözlerin ve sadece ellerinden gelir sesi
yaşamın kıraçlığı üzerinde biten
yeni bir doğumun korkulu nefesi.
ilk yağmur damlasına kurdele takar
bir çocuğun küçücük elleri.

ve bugün Pazar.
başka hiçbir kalemin yazamayacağı kadar
kendinden geçmiş saatler
tam siestasıdır sanki bütün zamanların
yazılmış şiirler kaybolur
eller yeni kalemlere gider, yeni yapraklar bulur.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:19 PM
Hamşo

29 Mayıs 2004


yürürken ya da yaşarken.
bir kapıyı açar veya kaparken,
hani merak eder ya insan
nasıl bitecek bu hikayenin sonu diye.
bu yaşananlar o son değil ki.
sen susuzlukta bir tas su,
sessizlikte nefes değildin ki.
yeryüzü saklanıyormuş o küçücük gövdende.

şimdi açıyoruz kapıyı,
terlikler bıraktığımız yerde.
olmuyor ki.

bu mektubu sana ben
soğuk dağların karları üzerine yazıyorum.
şimdi denizlere doludizgin koşan
nehirlerdesin.
ve biliyorum ki
yamaçlarındaki uçsuz bucaksız kır çiçekleri.
biz olup ulaştıracak sana.,
her yel estiğinde
içimizde bıraktığın sevgiyi.

sen derin denizlerde rahat ol.
işin biz tarafını hiç düşünme.
iki gün gözyaşı
sonra hiç unutulmamak
olup kalacaksın.
gelip geçici kavgalar gibi.
hani bıçağın o çok derine girdiği.

yani; sevgimizin ve öfkemizin,
hepimizin parlak çığlığı.
anıların hayalleri silip süpürdüğü,
oturup da kalkamadığım bir istasyondan
bu mektubu sana ben
sen giderken yazıyorum.

----


bu şiir;
bir başka tür sevginin
parçalamış olduğu yırtık terliklerin adınadır.
yeter artık, hadi bakalım içerinin ardından
hala direnen küçücük patilerin adınadır.
in bakalım, koş yatağına komutuna isyan eden
o inatçı yüreğin adınadır.
Hamşo, benim küçük dostum, köpeğimin adıdır.
ve yukarıdaki mektup o öldüğü gün postaya verilmiştir.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:19 PM
Hangi mevsim

kış dersem değildin, sıcacık
yaz desem
hiç değil, buz gibi.
ilk bahar mı,
pembe-mavi açmazdın ki
ya sonbahar
hep dalındaydı sarı yaprakların.
dökülmezdi.
yoksa
hiçbir zamanı yaşamamıştın da
beşinci mevsim miydi adın …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:23 AM
Hani sen vardın

hani aklıma gelişlerin vardı
şimdi akşam vaktidir demezdin
ölüm gibi kendi hücremde kendi kendimi
boşuna tüketmemi beklemezdin
bir uzun hava olurdun
aşar gelirdin bilmediğim dağlardan
gelir otururdun soluk boruma
son havamı soluyamadan..

hani merhaba oluşların vardı
attığım ilk adımda suya batışım gibi
yağmuru kendi bardağımdan kendi üstüme
yüreğimdeki son damla kanı boşaltır gibi
heyecan kanatlanışı olurdun damarlarımdan
kendi akıl dengelerim önce susar
sonra koşar giderdi ardından..

hani senin sen oluşların vardı
ağzımdan çıkan her küfrü benden önce
sen sallardın üstlerine
bana silmek düşerdi çemberlerin yerdeki izini
tebeşir elde bir beyaz leke kalırdı sadece
bin yıllık tutkuma rağmen seni tanıyamadan
yalnız bir dağ ateşi gibi söner
karanlığa kalırdım seninle aydınlanmadan.

hani sen vardın, sanki hiç olmayan ….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:23 AM
Hasret bu sulardan akar

bak şimdi hasret dolu bir mektup yazacağım sana,
merhaba diye başlayacak her zamanki gibi
belki son olur bu hiç öyle bakma bana
canım diye devam edecek,
seni öyle çok seviyorum ki
seni öyle seviyorum ki
seni öyle....
'bir çocuğun bir yeşil yaprak düşecek ellerinden'

bak alıyorum şimdi sana yazmış olduğum bu mektubu
birleştiriyorum şöyle özenle kağıdının iki ucunu
katlıyorum sonra gene bir başka köşesinden
bir kayık yapıyorum en güzelinden..
seni öyle çok seviyorum ki
seni öyle seviyorum ki
seni öyle....
'uçak yapmasını da öğrenmiştim kağıttan çok önce'

ayaklarımızı beraber sokamadığımız derenin kenarında
bırakacağım kağıttan kayığı sabahın ayazında
sen beklersen eğer açarak kollarını
denizin ağzında bir yerlerde
kağıttan kayığın yollarını
anlarsın işte o zaman
seni ne kadar çok sevdiğimi
seni ne kadar sevdiğimi
seni ne kadar...
'ama hasret başka şeye benzemiyor ne uçağa, ne yaprağa
ne de kayığa'

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:23 AM
Hasret, başka memleket

ne fark eder ki, ister tan ayazında kurşuni gri
bir mermi gibi
yada keyfince süzülerek gün batımında
bir gelin gibi
ne zaman geçse bir vapur gözlerimin önünden
Boğaziçi nden,
dağlar arasında saklı memleketime götürür
içimdeki bilinmeyenlerimi.
hasretlik böyle bir dumandır işte
yakar bütün çiçekleri.
eşelediğin kadar gözyaşı çıkar küllerinden.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:23 AM
Hasretin büyüdüğü yerdeyim

her şey gibi renkler de
renk olmaktan çıkıyor
uzaklara gittikçe.
uzaklarda her şey
hiç bir şey oluyor.
sadece hasretler
büyüdükçe büyüyor nedense.
ellerinde balçık çamur,
gün ışığına perde.
ateşin en ağır közü
avuç içlerinde.
yangın işte bu
tam yürekten parlayan
közde kızdırılmış şiş gibi
önce yüreğini dağlayan.
uzaklara gittikçe
her şey hiç bir şey oluyor.
sadece hasretler büyüyor nedense.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:23 AM
Hava çok soğuk bugün

bugün hava çok soğuk
hani eli elinize değdiği zaman sevdiğinizin
“canım sen çok üşümüşsün” der ve yüreği acır ya birden
işte tam o cinsten.
bulutlar dersen kurşun gri
maviyi kapatmayacak yürek arıyorum, biraz deli
haydi yağsın üstüme
boran olup, yağmur gibi, kar gibi, şiddet gibi.
tam sırası şimdi.

bugün hava çok soğuk
yangın yeri sanki bütün yüzüm, ağlayan bir yanım var.
sanki hiç yürümüyor gibi ayaklarım
asfalta sert fren sesi düşüyor
yüreğimde çarpışanların.
isyanım kendi kendime, hem vuruyorum balyozları
beynimdeki paslı çivilere
bir yanım hala ışık tutarken gelecek günlere.
haydi güneş açsın üstüme
yumuşak yaprakları yağsın kır çiçeklerinin
avuç içlerime.

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:23 AM
Hayal gibidir

hayal gibi …,
öyle ışıklar vardır işte, görüyorsun
düşer gölgesi denize,
güneşten daha çok büyür aydınlığı.
için başka türlü ısınır
yüreğin bir başka yanar.
en güzel şiirini şair,
işte böyle bir ışıkta yazar.

senin gibi …,
öyle bir ışık vardır, iyi bilirim
düşünce aydınlığı içime,
beynimden daha çok büyür yüreğim.
ne gecem geceye benzer
ne gündüzüm gündüzüme.
ellerin ellerimi yaktığı,
gözlerin değdiği zaman gözlerime.

kavga gibi...,
öyle ışıklarda vardı ki, göremezsin.
tanımadığın bir çocuğun
daha çok karnının doyup, yüzünün güldüğü.
yarının tüm renklerinin
en yüce değer rengine büründüğü.
kolay bulamadığın.
anlayamadığın.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:24 AM
Hayal kurma saatlerimde sen

Hayal kurma saatlerim;
Günlük özgürlüklerimin
ihtiyaç molasıdır.
Kimi bir tren penceresinde
dayalıdır alnım,
Kayıtlara girmeyecek rotalarda
Alır başımı giderim,
Hayal kurma hakkımı
böyle kullanırım.

Kimi ağır semailer kapar
kulağımı kirişlere
Giderim gidebildiğimce
En gerilere.
Hayal kurma saatlerimin
tüm sessiz filmlerinde,
Bu saatlerin bol ışıklı
tüm afişlerinde
Senin ismin yazılıdır en üstte.
Görünmeyen harflerle.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:24 AM
Hayalden ve ötesinden biraz

ben biraz aristokratım, ama daha fazlası romantik
haber ver bana güneşin batışını nereden görürsen
ister bir sabah vakti, kuşetli vagonun penceresinden
sessiz bir yolcu ve terkedilmiş gibi.

ben biraz romantiğim ama daha çok aklı karışık bir aşık
haber ver bana güneşi saklayan dalları nereden görürsen
bir yaz ortası mesela ve kuşlar konacak yer bulamazken
dört duvar içinde ve çaresiz gibi.

ben deliyim ama körkütük ve akşamdan kalma sarhoş
haber ver bana güneşini kaybetmiş bir aşık görürsen
kendini yıldız boşluklarında karanlığa asmak üzereyken
ipi takılı boynunda ve çekilmiş gibi.

ben aklı karışık bir aşık ama oldukça kör kalemi kırık
haber ver bana güneşin ışıklarını üstümde görürsen
hiç olmayan bir zaman içinde olmayacak yerde yatarken
boylu boyunca ve kimsesiz gibi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:24 AM
Hayat ağacı

bahçemde çınar ağacı.
darağacı.
ben sallanıyorum bir dalında,
bir çocuk salıncağı
diğer yanımda.
düşen yapraklara esiyor rüzgar.

bahçemde kör kuyu.
kurumuş suyu.
asıldıkça üstüne kollarım kopuyor,
değişmiyor huyu.
elimdeki zarfta öyle yazıyor,
çınar ağacı nereden bulacak suyu.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:24 AM
Hayat giderek uzak bir yalnızlık

ben şimdi uzak bir merhaba gibiyim,
o küçücük kız çocuğuna benzeyen hayata.
saçlarına her sabah at kuyruğu yaptığım
gözden kayboluncaya kadar ardından baktığım.
kendimizle barışmak olurdu adımız,
kerrat cetvelini beraber ezberlemek
ve halı üzerinde beş taş oynamak, gülerek.

ve toplayamadığımız olurdu o taşları bazen de
gittikçe uzaklaşan bir yanı da var işte hayatın
avuçlarımızdan kaçan böylesine derdik.

ben şimdi uzak bir merhaba gibiyim,
o dünyalar güzeli genç kıza benzeyen hayata.
yan gözle bile bakmadığım gizli mektuplar
ve gizli kavgalarında öfkeye bulaşan hıçkırıklar.
vazgeçilmez bir arkadaşlık olurduk
kol kola girip türküler söylediğimiz sokaklardan
bugünde geçerken gene, ama ayrı kaldırımlardan.

ve tanımaz gibi selamsız kaçırıp gözleri bazen de
gittikçe en sevdiklerimizle bile akıl almaz şekilde
yabancılaşan küfür dolu yanı var böylesine derdik.

ben şimdi uzak bir merhaba gibiyim,
o ellerine sevgiyle sarıldığım anama benzer hayata.
verdiği her öğretiden zorunlu ve giderek kopuk,
dipsiz kuyuların en dibi gibi anlamsız bir boşluk.
bilinen her şeyin giderek unutulması,
ve gururlu arkaya bakmayışlar gibi duvara doğru.
yani ıskalanmış, tadılmamış tüm yolların sonu.

gittikçe akşam karanlığı ve göz gözü görmezlik olan.
gittikçe ıssız bir galerinin duvarına sırtımızı dayayan.
gittikçe güneşin batışı gibi ufku yalnızlığa boyayan.
ellerimizde bir varmış-bir yokmuş gibi
gittikçe yalnızlaşan, gittikçe yabancılaşan…

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:24 AM
Hayat, dur gitme biraz

rengin bir sihir gibi, ateşe atıyor harmanımı.
gökyüzü hep aynı yangınımın yol arkadaşı.
Rengin güneş yanığı.
ellerim yangın lekesi.
bir gece yol kenarından bak,
dur gitme biraz,
göreceksin kıpkırmızıdır gökyüzü.

hep farklı giysilerindesin masumiyetin
kimi göz süzerken, kimi çiçek toplar ellerin.
çırılçıplak bir gelin gibi
her anımda zifaftasın.
bu gecede bütün şiirler senin için yazılacak.
anayurdum gibisin sevdam adına,
daha çok öfkeler doğuracak.
dur şimdi, gitme biraz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:24 AM
Hayata dair

İçinde tutsaklık olsun:
en yabancı kalabalıklar sarar dört yanını.
en yabancı kalabalıklar,
üzerine ceplerinden akrep salarlar
başları dikenli taçlarla donanmış.
bir çemberin en orta noktasında kalırsın.
atmak istediğin her adımda
biraz daha derine gömülür
biraz daha yalnız kalırsın.

en yabancı kalabalıklar, en hain pususundadır
üzerine düşen karanlığın
bir dolunay gibi parlamaktadırlar.
aydınlıklarından ellerin yanar.
yüreğindeki köz için için kül tutar.

ve bir türkü gibi birden bir zamanda
ayaklanır eli silah tutan tüm savaşçıların….
her birinin yüreğinde senin yüreğin.
ve gözlerinin rengi, senin rengin.
çemberin orta yerinde bir kezzap gibi dökülür,
bir akın olurlar denize, açık denizlere.

İçinde umut olsun:
bir heyecanın kendini katlayan rüzgarıdır bu
mertliği yanında taşımayan düşmana
erkekçe meydan okumaktır bu.
çala kılıç, pala kılıç, kan gibi gözyaşı
yüreğinin taşıyacağı her denize,
haydi bir adım daha, cenk ede ede.
akrepler en yabancı kalabalıkların
ceplerine gizlenirler, çıktıkları yere.
güneş aydınlığını söndürür dolunayın.
ve doğma vakti gelmiş,
rengi değişmeye başlamıştır tan yerinin.

İçinde deniz olsun:
yalçın sahil kayalarının efendisidir fener.
gün doğar, nöbetini gün ışığına devreder.
gece her dalgasında denizin
bin yakamozla sevişmesine tanıklık eder.
sen sırtını dayarsın fenere, denizi gözlersin
binlerce kol olur dalgalar hırçın ama sevecen
seni denize çeker.
sanki kulaç atma mevsimin gelmiştir şimdi
ortasına saklı bir adaya doğru okyanusun
tam ortasına saklı bir adaya.
eski bir geminin seren direğinden
şöyle afili bir selam gelir üstüne.
bırakırsın kendini, nehirlerin kavuştuğu yerden
açık denizlere…..

içinde özgürlük olsun:
kurtulabilmek için her cenderesinden
içinde bulunduğun çemberin,
yaşam adına yiğitçe mücadele edebilmenin
tek yoludur işte bu,
bir kezzap gibi içindeki savaşçıları
zamanı yakaladığın anda döküvermek
akreplerin üstüne doğru.
o zaman tan yerinden güneşin
senin, denizin, ve özgürlüğün üzerine doğum
ve Umudun tütsülenme vaktidir.
kırar, parçalar,tüm zincirlerini tutsaklığının.
güneşin doğma vakti,
ve üstüne düşmesiyle aydınlığının.

bunun farkında olmalısın………

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:24 AM
Hele *******

intikam değil bu akın,
oluk dolusu
saflık ayarı bozulmamış
bir tutkudur.
seyyar bir tezgahta
tanıksız,
nikahı kıyılmış
bir koca ordudur.

hep bu kadife kesenin içinde saklı
arzuların üstündeki sönmemiş ateş.
tut ki hava birazdan daha ısınacaktır.
sarıl şimdi sen boynumdaki atkıya,
üşüyeceksek beraber üşüyelim.
bu mevsim ancak böyle bahanelerle
ve çırılçıplak üşünerek yaşanacaktır.

resmini nereye sakladın,
düşümde cendere
uyku aralarımın açlar sofrası
bir koşuşturma.
hele gözlerimi dikip tavana
saymak yok mu perdedeki
melekleri,
hiç sorma.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:24 AM
Hemen şimdi anlat o çocuğa

o çocuğun gördüğünü sende görüyor musun.
hani tel örgüler arkasında
ve hiçbir şeyi tanımamış
ve her şeye umut gibi bakan
o çocuğu sende görüyor musun.
hadi, hiç durma, hemen şimdi,
yüksek ağaçların arasına saklı
leylek yuvasını
hemen anlat ona, hemen şimdi.
bir çocuğun çakısıyla kazıdığını da söyle,
ağaç gövdesine sevdiğinin ismini.
sahibinin peşinden koşan küçük köpeği anlat.
dünkü haber yazılı bir gazetenin
nasıl geçtiğini üzerinden.
hadi hemen anlat hemen şimdi,
hiç vakit geçirmeden.

o çocuğun duyduğunu sende duyuyor musun.
hani tel örgüler arkasında
ve her sese başka bir yabancı.
ve her ses kulağına dolan bir sancı.
onun duyduğu sesi sende duyuyor musun.
hadi, hiç durma hemen şimdi,
balkondaki kafesinde
konuşan kuşu anlat sabah sohbetinde
ya da korkuluklardan kaçan,
kargaların korku dolu çığlıklarını.
hemen anlat ona, hemen şimdi.
boy vermiş ekinlerin söyle nasıl dalgalandığını,
başak sarısı bir deniz gibi.
süt arabasına koşulmuş yorgun ve yaşlı atı anlat.
dünkü haber yazılı bir gazetenin
nasıl geçtiğini üzerinden.
hadi hemen anlat hemen şimdi,
hiç vakit geçirmeden

o çocuğun gördüğünü, o çocuğun duyduğunu,
sende görüyor, duyuyor musun.
peki neden anlamıyorsun
dünkü gazetelerinde, yarınkiler gibi
üzerlerinde hiçbir şeyin yazmayıp,
hiçbir şeyin çizmeyeceğini.
bak o bakıyor,
kaldır başını sende bak gökyüzüne.
aynı yöne mi uçuyor göçmen kuşlarınız,
bari onu söyle.
senin ellerinden uçan güvercin
neden konmuyor onun başı üstüne,
ondan hiç söz etme…..

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:24 AM
Hep sende bu yürek

gözlerim her çivisine
ayrı çakılmış duvarın.
bildiğim bütün fotoğraflar,
bana bakıyor.
parmak uçlarımdan yükselen
bir ağır sancı,
göz göze her gelişimde
fotoğraftaki gözlerinle
göğsümün sol yanını
baştan sona sarıyor.
yalan söylemiyorum,
bir toz dumanım maviliklerde.

Nereye gitti benim sevdiğim şehir.
Hangi duvarda asılı yaptığım resim,
hangi aşığın belleğinde kaldı
Yazdığım şiir.
Arama boşuna.
Daya sırtını terk ettiğin sigara dumanına
Bir nefes daha.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:25 AM
Hepimiz Şairiz - Dünya şairler günü nedeniyle

yeryüzünde;
kişi başına düşen şair sayısının en yüksek olduğu ülkede yaşıyoruz. neredeyse; ellerimizde taşıdığımız ve üzerinde “hepimiz şairiz” yazılı pankartımızı yatarken bile yastık altımızdan eksik etmeyecek kadar şiirle yatıyor, şiirle kalkıyoruz.

yeryüzünde;
kişi başına birbirine yan gözle bakan ve onu küçümseyen şair sayısının en yüksek olduğu ülkede yaşıyoruz.
neredeyse ; ellerimizde taşıdığımız ve üzerinde “hepimiz şairiz” yazılı pankartımızın sopasını hemen yanı başımızda yürümekte olan diğer şairin gözüne sokmak için fırsat arıyoruz.

yeryüzünde;
kişi başına düşen, ülke sorunlarını ve çözümlerini en iyi bilen şair sayısının en yüksek olduğu ülkede yaşıyoruz.
neredeyse; çilingir sofralarımızda, hutbe kürsülerimizde, sevişme odalarımızda ve kaldırımlarımızda; ellerimizde taşıdığımız ve üzerinde “hepimiz şairiz” yazılı pankartımızın üzerine kurtuluş reçetelerini okunmayacak yazı dilimizle anında yazıyoruz.

yeryüzünde;
kişi başına düşen, milliyetine ve dinine bağlı, elinden bayrağını ve kutsal kitabını asla eksik etmeyen şair sayısının en yüksek olduğu ülkede yaşıyoruz.
neredeyse; onlara söylenebilecek en küçük hakaret imalı bir söze karşı bile ellerimizde taşıdığımız ve üzerinde “hepimiz şairiz” yazılı pankartımızı tereddütsüz en öldürücü silaha dönüştürüp söz sahibine çeviriveriyoruz.

yeryüzünde;
kişi başına düşen, düşünmesini, yürekten sevmesini, güneşi her sabah doğumunda günaydın çığlıkları atarak karşılamasını, batışında ardından iyi ******* sana demesini, bir çiçeği bir sevgilinin tenini koklar gibi koklamasını, bir çocuğun sevgiyle saçlarını okşamasını, bir yaşlının saygıyla ellerinden öpmesini en az bilenlerin en çok olduğu ülkede yaşıyoruz.
neredeyse; ellerimizde taşıdığımız ve üzerinde “hepimiz şairiz” yazılı pankartımızın ne anlama geldiğini hiç anlamıyoruz, hiç bilemiyoruz …

Dünya Şairler Günü kutlu olsun ….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:25 AM
Hepsi gittiler bir ben buradayım

ahhh o çocukluk günlerim.,
ilk gençliğim.
sokak arkadaşlarım,
mahalle kabadayılarım
nedense anlaşılmaz bir güzel ortak paydada.,
çoğunlukla kol koladır anılarım.
anneler, babalar, teyzeler,
ve sokak kedileri
hepsi yaşlanıp öldüler birer birer.
ya o komşu kadınların diz üstü figürleri
ateş bastıran düşlerimin ateş çiçekleri.
sonra öğretmenler, ilk aşklar
ve elde pankart
ve namluda kurşunlar.
hiç olmamışlar benimle gibi
çaresiz tükenip gittiler birer birer.

nerede şimdi sevdiğim şairler?
hani her dizelerinden başka başka
fotoğraflar çektiğim gelip de aşka.
ideologlar, teorisyenler, kuramcılar.,
her gece rakı yoldaşlığım., akşamcılar.
sığınıp ölümsüzlük maskesinin ardına
geldikleri bilinmezlerde, yittiler birer birer
ahhh o çocukluk günlerim.,
ilk gençliğim.
bir ben yaşlanmadım bırakıp sizleri.
işte gene kaldık biz bize
içimde ölen o şairden sonra.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:25 AM
Her anım bin tedirgin

büyük doğal felaketlerden çok önce.
ne yerle yeksan
olmanın hesapları depremlerle,
ne yangınlar ve sel baskınları.
hiçbiri gözükmüyor yarına dönük
birinci
sayfa manşetlerinde.
har vurup harmanı savurmaya devam.
büyük bankalar, holdingler de hiç istekli değil nasılsa vurgun dosyalarına kapak olmaya.
kenar mahalle kaçamaklarının falında gözükmüyor şimdilik aşk cinayetleri.
yani etek boyları, yandan çarklı bakışlar, eve dönülemeyecek saatler ve saireler başvurusu kabul görmemiş gerekçeler olarak sıralarını bekliyorlar; dayayıp sırtlarını dış kapının mandalına.
yeni doğmuş bebekler yeni doğacak olanlara yaşama hakkını sonuna kadar kullanmayı öğütlüyorlar. yoksullara gıda yardımı projelenmeden tozlu raflarına kalkıyor belki bir günün.
yaşadığımız zamanın her karesine yabancıyız. jules verne bile yeni öğrenmekte arzın merkezinin derinliğini.
....

işte böyle zamanlarda bir akşamüstü.
alabildiğine sarhoşum, ayaklarım dört basıyor.
günlerden sen olmuşsun, bilmiyorum..
tepeden tırnağa sancı doluyum, sanki doğuruyorum,
seni ve kıyamet gününü.
kırk yıllık kahve tadına dönüş yapıyor
damarlarımdaki anason.
kendi miladıma seni ortak alıyorum.
şimdi kalmışsa gizlendiği köşede gölgesi
hırsızlanacak bir sarı gülün
hakkını verebilmeyi bilmenin erdeminde olalım,
ve o sarı gülü şöyle yürekten koklayalım.
bırakıp ne anlama geldiğini arabesk yorumlarda

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:25 AM
Her suçta fail, sevdadır

bir tanrıça kadar güzel ve nazlı
ve azize kadar yürekten yapılıydı
yüreğinde öyle kucağı dolu aşk taşıyordu ki
yeryüzünde tüm sevgi açlarını doyuracak gibiydi.
ama afişlerin en üstünde yazan onun ismi değildi.
sadece her soyulan bahçe içi köşkün azmettiricisiydi.

antik heykeller kadar ağır başlı
ve tanrıların dağı kadar ulaşılmazdı
cesaret merdivenlerinden en hızlı o çıkardı
eros meleklerinin oklarını mıknatıs gibi toplardı.
ama kıskanç pusularda saklananlara hiç aldırmazdı.
sadece her sevdanın sonunda bıçak onun sırtına saplanırdı.

ozanın vurup sazın teline, söylediği türkü dolandı dilime
“ne gelirse başa gülüm …, sevdadan gelir”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:26 AM
Her yer sus-pus

sevdiğim benden kesin dönüş yaptı bu gece.
gözyaşım harcımı karıyor şimdi yalnızlık rıhtımımda.
bir adım daha atıversem, ha cesaret şöyle yavaşça,
düşüvereceğim rengi en zeytinyağına boyalı denize.
canım nasıl sıkılıyor anlıyor musunuz; o kadar olur.
rakı çoktan tükenmiş, sigaram can çekişiyor.
kararsızım intihar etmek ya da çekip gitmek hususunda.

dört duvar fonumda; ikinci savaştan kalma
fransız madam işi ince dokulu bir kabare şarkısı.
bindokuzyüzyirmi model radyom yanı başımda.
yeşil göz lambalı phılıps- eindhoven yapısı.
derler; kaçak girmiş zamanında iki tane, birisi bu.
ne tükenmez enerji bu tanrım hayret doğrusu.

uzattım yattığım yerden, jiletlenmemiş sağ kolumu.
tuttum çevirdim radyomun düğmesini sola doğru.
karardı birdenbire sürgündeki tüm istasyonlar.
sustu paris ve londra, helsinki’den prag’a kadar.
parmaklarımın ucuna takıp dünyanın fermuarını
kapatmak tüm jurnalcıların, popüler şarkıcıların,
hindistan’dan gelen savaş çığlıklarının ağzını....

hem yalnız, kararsız ve öfkeli üstelik, bir gecenin,
karaborsadan çekip alınmış bulunmaz kumaşıyım sanki.
öyle yazıyor bildirisini aynadaki anlaşılmaz suretim.
kolay mı susturabilmek dünyayı parmaklarının ucuyla.
fırlayıp kalksam yataktan,yeridir,tırmansam düz duvarlara
bir coşku, bir ateş, patlamaya hazır bomba var ki içimde
ne yapsam, kime nasıl pazarlasam gücümü
sabaha kalmadan gecenin bu saatinde?

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:26 AM
Herşey yerinde duruyormu

kapıdan ışık sızsın dışarı
ama sen, ben ol içeri girme.
pencereden bir göz at sadece,
duruyor mu bak her şey
bıraktığın yerde.
dudağında dudak izin…

merdivenlerde ayak sesin,
geliyor mu hala kulağına.
ve bir kuş nefesi gibi zaman
bildiğin gibi mi işleyip,
seninle mi yürüyor hala.
kulağında senin sesin.

çivisini çakarken parmak ezdiğin
dış kapının numarası
sallamış mı kendini,
bir an önce ya da sonraya.
bunlara bak işte sen sadece,
gerisine boş ver, aldırma.
ama sen, ben ol içeri girme.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:26 AM
Hızlandırılmış ölüm

şimdi; ıssız ölüm, boş çerçeve
bir dahaki sefere gülüm, bir dahaki sefere
yüreklerde yeniden açar kan çiçekleri elbette.
ne yazık ki, ahhh ne yazık ki
saçlarına bir kere bile değemeden elimi
en ağır işkencelerle
yaşadım ölümü.
bir dahaki sefere söz,
koklayacağım gülümü.

bu caddeler ve karanlıklar hiç görmedi
kurşunun bu kadar hızlı gidenini.
ama kim bilmez ki gülüm kim bilmez ki
en makbulü kurşunun en çabuk öldüreni.
ben çabuk öldüm gülüm
en ağırı ile yaşadığım işkencenin.
ve bir gün elindeki boş çerçevenin
hasreti olacağımı hiç bilemedim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:26 AM
Hiç gitmemiştinki, gider gibi yapmıştın

o gün kapattım kompartımanın kapısını
tren daha perondan kalkmadan.
“keşke saçlarını eskiden olduğu gibi
dümdüz tarasaydın, ortadan ayırmadan”

arayıp ta bulamadığım o kitabı aldım elime
bıraktım sayfalarda dolaşmayı boş gözlerle.
“işte bu bakışlardı ardından zehir içtiğim
ama bir türlü unutmayı beceremediğim”

yani ne yapacağımı bilmez bir haldeydim.
uyumak istemiyor, ölümü aklıma getirmiyordum.
“sağ kaşının üstündeki bu ben
var mıydı eskiden ben mi hatırlamıyorum”

sonra senin aldığın şarap geldi aklıma
hani al, beni düşünerek içersin dediğin.
“bu ruj dudaklarında, kokun hala teninde,
hepsi yerli yerinde, hepsi benim bildiğim”

olacak iş değildi, senden ayrı dünya ölü bir şehirdi.
ilk istasyonda indim, sana dönmek için geri.
“ boynundan aşağı gene aynı beyaz,
şimdi kalkıp öpsem, değil ki yeri”

hemen, durma sarıl bana, öp boynumdaki beyazdan,
sevdiğini söyle bir daha, ama saate hiç bakmadan.
“ sanki el sallayan ben değildim arkasından
giden kimdi öyleyse, haber mi var yarından”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:27 AM
Hücre günleri

her doğmayan şafağımda,
hiç batmayan güneşimde,
uzun ve terlemiş bıyık kokardım.
dört duvarımda
dört ayrı sancının rengi vardı odamın.
bakışlarımdan kendim bile korkardım.

ne zaman diksem gözlerimi tavana,
bir bulut geçerdi önümden
uzamış aralıklarla.
renginde hain
ve artık kullanılmayan
bir pas yatardı.
ne zaman su versem
saksımdaki çiçeğe
o buluttan üzerime
birkaç damla yaş akardı.

her doğmayan şafağımda,
dayanılmaz bir hasret olurdu,
çamura batmış ayakkabılarımla
adımlamak sokakları.
ve hiç batmayan güneşimde,
o çamurlara bulamak
insanlık adına,
insanlığa kara leke çalanları.
ve akşam voltalarımda
attığım her adımda,
çetelemin üzerine
bir kurşun daha sıkanları.
hiç batmayan güneşimde
özlemek yarınları.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:27 AM
Hürriyet gülümsemektir

demir kapı kapanır ardından.
bir gürültü kurşun gibi çınlar
bomboş koridorlardan.
gider saplanır geride kalanların,
gözlerindeki hasrete,
yüreklerindeki sevdaya,
ve beyinlerindeki yasaklara.
gider saplanır bir kurşun olup.
…………..
sen; iki adım atar durursun,
kapının tam önündesin.
elinde bir küçük bavul,
içinde kirli çamaşırların.
gökyüzüne doğru açılır kolların.
derin bir soluk alırsın.
hiç yakınında olmayacak kadar
yanı başındadır şimdi,
saçlarını okşayacağın çocuklar
tanımasan da hiç birini.
kuşlar bir başka çırpar kanatlarını,
başının tam üzerinde
ağızlarında birer zeytin dalı,
tutmayı bilmemiş olsan bile.
zincirler yuvarlanır mazgallara,
paslı bir sürüngen gibi.
sen, bir adım daha ilerlersin
hürriyete doğru
yüzünde gizli bir tebessüm
gülümsersin.

işte böyle bir şeydir hürriyet dediğin.
gökyüzünün renginin daha mavi
kuşların kanatlarının
daha da yakın oluşu.
ve bir çocuğun saçlarını
okşamak gibi.
işte böyle bir şeydir hürriyet,
gülümsemek gibi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:27 AM
Işığın yollarında

karanlıktaki ipek kanatlı pervane
bir ışık arar kör kandilde
günlük saltanatına mezar olsun diye.
sorsak ne söyler adını,
ne anlatır yaşanmamış aşklarını.

ortasından ikiye ayrılmış
bir belalı hüzün çöker içime,
pervanenin ışığını aradığı saatlerde.
bir yanında resminin yarısı vardır,
diğer yanda diğer yarısı yer alır.

karanlıktaki son nefeslik sigara
bir küllük arar kör kandilde
kor olmuş ateşini söndürmek için.
ne anlatır dumanına saklı efkarımı
ne de dindirebilir yalnızlığımı.

hasretin yel vurmuş başak gibi
tanesi dibe düşmüş, uçup gitmiş rengi.
canımın yeniden sigara çektiği saatte
tanrılara adanmış, adı bereket olan
önce tarlaları yakacağım sonra ateşimi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:27 AM
Işıklarını söndürme, susma şehir

şehir; yak ışıklarını yüzünü çevirme benden
karanlıktan çok korkarım, gülemem aydınlığı görmeden

oysa ışıkların sönme vakti çoktan gelip geçmiştir
okunan kitapların son sayfaları yerlerinden koparılmış
Üsküdar ‘ın çatı katlarında tozlu zeminlere serilmiştir.
yıldızlar bile kız kulesinden saklanırlar bu saatlerde
son vapurlar demir atmışlardır artık, iskelelerde.

sen bize bakma, tercihimizi sert alkolden yana koyduk
okuyacak kitaptan önce sevişecek yataklarımızı serdik
son sayfalarını kitapların, yırtmak istemiyorduk.
şimdi bir balkon sefası, saçların uçuyor rüzgarlardan
görüyoruz ki bir başka ışığın söndü haberi geliyor adalardan.

ilk martılar son çığlıklarının tatlı düşlerindeyken
ve bitmeyecek senfoniler henüz başlamamış ve salon boş
orkestra üyeleri hazır ama maestro yerini almamışken
bir fısıltı ol, dol bir yol bulup gözlerimden bütün benliğime
yoksa ne şehir bir çare bulabilir ne ölüm sensizliğime.

şehir; çıkar sesini, şarkılarını esirgeme benden
sessizlikten çok korkarım, dinleyemem yüreğimi seni görmeden

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:27 AM
İçi boş çizgilerle yaşamak

çocuğun gözleri bilemedin sekiz-on yaşında
belli ki tam sorup öğrenmenin çağında
sordu; yaşı kadar büyük bir merakla
nedir bu, tam üstümüzde
kuzey-güney yönünde
bir ince siyah çizgi.

…….“onun adı boylamdır, otuz iki derece doğuda
sadece dört dakika vardır iki boylam arasında
senin ömrün uzun, başka türlü hazırlan yarınlara
yaramayacak ki bir işine ne kadar anlasan da”

çocuğun gözleri gene bakıyor aynı yaşlarda
öğreneceği çok çizgi var ki daha
sordu; gene aynı merakla
nedir bu, tam altımızda
eğri-büğrü ama kalın
garip bir siyah çizgi.

…….“o çizgi coğrafi bölgelere ayırır bütün ülkeyi
kar yağarken bu yanda sen ötede biçersin ekini
oysa her tarafta aynıdır hava senin gördüğün gibi
bence unutman gerek bildiğin tüm çizgileri”

çocuğun gözleri bu kez biraz daha büyümüş
öğreneceği ne varsa rengi değişmiş
sordu; havası bu kez daha ciddi
nedir bu kırmızı çizgi dedikleri
sadece kürsüden mi söylenir
nerede başlar, neresi bitişi.

…….“bu çizgi başkadır benzemez diğer hiçbir çizgiye
onuru demektir, senin, insanlığın ve ülkenin de
bakma şimdi sakız gibi önüne gelen gevelemekte
ve sadece kürsüde söylenir, kalır söylendiği yerde”

çocuğun gözleri artık okuyor hayat kitabını
belli ki sırada öğrendiklerini yaşama çağı
sordu; bilip de bilmiyormuş gibi
sadece isimler altına mı çekilir
nedir bu iki tarih arası çizgi
sanki hiç yokmuş gibi.

…….“bu çizgi içi boş öğretiler, öğrenilmemiş sevgilerdir
belki bir şey üretmemek, üretmeden tüketmektir
sana onur demiştim hatırlarsan geçmişte bir zaman
onun üstüne eklediğin ne varsa insanlık adına yapılan
işte o çıkartır aradaki çizgiyi, siler atar sona yazılmış tarihi”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:27 AM
İçimdeki ateş

ne zaman ;
yeni ve derin bir çizgi
eklerse yüzüme
ressamın elleri,
bir isyan ateşinin dumanı
kaplar o çizginin üzerini.

gözlerim yanmaya başlar,
bir çift alev topu gibi.
yürek lav olur akar
beynim dinamitle yüklü.

ne zaman;
yeni ve derin bir çizgi
çizilirse yüzüme,
yeniden körüklenir
içimdeki dinmeyen öfke
ve sönmeyen isyan ateşi.

duvarlar kararmaya başlar,
namlumda bir mermi.
tahrip gücü sıfır da olsa
her çizgi yeniden yakar
isyanımın yangın yerini.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:27 AM
İçimden geçenlere aldırma

bütün kumarlara atılan zar olmak geçiyor içimden,
başlayan her kavgada yenilen ilk yumruk olmak.
hücrelerin en demirbaş mahkumluğuna hükümlü
en yürek dağlayan türkülerde acılı soluklar olmak.

bütün tarlalarda diz boyu ekin olmak geçiyor içimden,
en taze dallarında ağaçların solmayan yeşil olmak.
bereketin bütün memelerinden süt rengi boşalıp
yaşanacak bütün sevdalarda bilinen ilk isim olmak

bütün öykülerinde sana aşık olmak geçiyor içimden,
her gece gördüğün başka rüyanın kahramanı olmak.
ve sonu kötü biten bütün filmlerdeki gözyaşı yerine
namluda patlayan kurşun gibi kendi şakağımda son olmak

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:27 AM
İki ağaç, bir çocuk

iki ağaç olalım, yan yana duralım
yapraklarımızın rengi benzemesin
ama birbirlerini sevmesini bilsin
bir çocuk geçsin tam önümüzden
dudağında annesinden kalma bir türkü
gözlerinde o günlerin ağır hüznü.
çocuğa, dallarımızda salıncak kuralım.

“şimdi elimize bir beyaz kağıt alalım”

iki ağaç olalım, gölgelerimiz karışsın.
yoncalar açsın köklerimizin üstünde
ama hepsinin dört yaprağı olsun.
kırılmış umutlara perçin gibi yapışsın
her sabah taze bir dünya sanki
güneşlerin aydınlığı üstümüze dolsun.
ve her günümüzün adı yarın konsun.

“yanında renkli kalemlerimiz olsun”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:27 AM
İki sandal için pazar günü önerisi

şimdi başıboş bir sandal olarak düşün kendini,
günlerden Pazar olsun
ilk firarındasın belki tüm yaşamının
sevdiğin uğruna göze aldığın .
düşlerini süsleyen sandalla buluşacaksın.
suya düşen gölgenizle öpüşecek
şiirler yazacak, şarkılar söyleyeceksiniz .
çok sakin ve gözlerden uzak tatlı sularda.
bir ırmak kenarında, ulu bir ağacın
dalları arasında saklanıp.
tatlı su balıklarının ürkek gözbebekleri sadece
bir tek tanığınız onlar , ürkek gözleriyle.

korkusuzca yaşayın bu günü , yani keyfinizce.
neler konuşacaksanız konuşun,
nasıl sevişecekseniz sevişin.
hangi renge boyayacağınızı çocuklarınızı
suda nasıl dengeli duracaklarını
sadece ikiniz için.
bir daha başıboş bir sandal olmanın
çok da kolay olmayacağını iyi bilin.

iki başıboş sandal olarak düşünün kendinizi,
günlerden pazar olsun
güzel şeyler olsun.

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:27 AM
İki sarı yaprak

işte tam burada olmalıydın şimdi.
bu tahta sıranın üstünde,
iki sarı yaprağın olduğu yerde
sen olmalıydın.
ben ardından yavaşça dolaşıp
ellerimle gözlerini kapamalıydım.
sen olmalıydın ve yanına
kapalı kapılarımdan fırlayıp gelen
bütün duygularım oturmalıydı.

sonra bir rüzgar esmeliydi uzaktan.
kanlıca aklına düşmeli,
ilk sevişmemiz gibi bir akşamüstü
terlemeliydin.
telaşının arkasına saklanmalıydı
veda öpücüğün sıcaklığı
ve gözlerin keşke hiç öyle dolmasaydı.
el sallamadan ardından baktığım o vapur
seni bana bırakıp ayrılsaydı iskeleden.

işte tam burada olmadan önce
bırakıp gitmemeliydin.
umurumda olmamalıydı şimdi benim
dönen mevsimlerin değişen renkleri.
yalnız dolaşacağıma bu parkta
bu saate ve bu yalnızlıkta
sana gazeteden haberler okuyup
çayını tazelemeliydim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:28 AM
İki sokak ötede dur

hayır, sen üstüme gelme.
iki sokak ötede dur.
bekle gece olsun,
hele bir kenara çekilsin el ayak
o zaman işte,
bütün yıldızları
avucunda bulursun.

iki sokak ötede dur.
orada atılıyor yüksek ateşlere,
mis gibi sıcak ekmek kokacak hamurlar
bu saatlerde.
bekle, üstüme gelme.
bir çocuk alnında duymak için
annesinin dudaklarını
ve bütün sıcaklığını
o perdenin arkasında uyuyor.
iki sokak ötede,
bir evde.
bekle, orada dur, üstüme gelme.

ben gene çok fenayım,
berbat bir halde, akşamdan kalmayım.
en son aynayı kırdım
bu gece,
yatmadan hemen önce.
yani bütün tufanlar üstüme vurmuş
ve içtiğim her yudum
içimde kudurmuş.
ben gene çok fenayım, üstüme gelme
iki sokak ötede dur.
bekle bu gece geçsin, yarın olsun
belki biraz düzelirim,
o zaman gelirsin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:28 AM
İkilemden üçleme geçemeden

kedinin gözbebekleri karanlık kadar değil
felsefenin cam fanusu kadar büyüyordu,
ışığı göremediği her yerde.
ve platon zamansız ölüyordu....

bir tek yaprak kımıldamaz,
içerde onca fırtına varken, neden?
kedinin gözbebekleri,
işte sadece bunu görmüyordu.

sevinmekle çekilen halaylar,
yerinmekle yakılan ağıtlar değil
oyun bahçemizin kıraç sofrasında yaşanan.
bir de öteki yüzü vardı ayın,
karanlıkta saklanan.
ariston, belki hiç doğmuyordu......

felsefe'nin ikilemler yumağı
mantık üçlemesine nedense çok uzak duruyordu.
ve işte bu nedenle karnemizin
sınıf geçme notunda;
hal ve gidiş hep sıfır yazıyordu.

yaşıyorduk yani askıya asılmış elbise gibi.
sevgililerimize bir demet çiçeği
düş renklerinde her gece yeniden verir gibi.
yaşıyorduk yani,
kendi farkımıza bile varamadan,
gelip geçer gibi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:28 AM
İlk günleri beklerken, son gün

Kırılan son oyuncaktı o,
Çocuk gözlerimle gördüğüm.
Açılmayan bir kapıdan
Eli şekersiz döndüğüm.
Sonra bir veda gibi,
sonralara gittim.
Uçurtmasız gökyüzlerine
Rengi Uçurtmaya benzer
kuşaklar çizdim,
Çocuk gözlerimden boşalan
Her yağmurun ardından.

Bir cumartesi;
Gece yarısı idi.
Meleksiz avlularda
Şeytanlarla zar attım.
Kazandım.
Karşılığında,
Tüm gökyüzünü bırakıp bir yana
Saman yolunu aldım.
Bir de günlerden Pazar’ı.

Bilir misiniz?
Pazar, haftanın en yaşlı
En yerinden kalkmaz
ve bembeyaz saçlı
Günüdür.

Birazdan kapımı güneş çalacak,
Samanyolu, kalkıp avuçlarımdan
Kapıyı açacak.
ve içeri haftanın yedi günü dolacak

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:28 AM
İlk heyecan, yeniden

nereden başlamalı,
o ince ayarı elden bırakmadan.
önce tozunu alıp duvardaki resimlerin,
sonra içeriyi bir güzel havalandırmalı.
sil baştan diyorsan eğer her şey için,
takvimden bir yaprak daha koparıp
saatleri yeniden ayarlamalı.
ilk merhaba alabildiğine karanfil kokmalı.....

heyecan gecenin karanlığından değil,
yakıcı açlığından beslenmeli gün ışığının.
ve tam kalbinin üstünde duymalısın
o coşkulu ritmini,sevdanın yürek atışlarının.
ellerin yeniden terlemeli
ve soluğun alabildiğine yangın kokmalı.....
işte buradan başlayabilirsin
o ince ayarı elden bırakmadan.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:28 AM
İlk kar yağarken

sen düş koy istersen adını,
gördüğün bu resmin.
ben 'bu sabah' diyeceğim,
tadına baktım ilk kez,
ellerimin üşümesinin.
ne bir lokma taze simit,
ne de bir yudum demli çay
dışarıda sulu sepken yağan kar
ve içimde sesini duymadıkça artan
cenderelerde ağır sıkılan bir yürek var.
işte nesini sevmiyorsun dersen İstanbul un
böyle elinde kışkırtıcı bir hançer ile dolaşmasını
ve üstünü hiç dinmeyecek yağmurlarla doldurması
şemsiye gibi başımın üstünde dolaşan bulutun.
sen düş koy istersen adını, gördüğün bu resmin.
benim canım istemiyor, bir şey söylemeyeceğim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:28 AM
İlk satırları bir öykünün

açılmayan sandıktan biten bir öykünün
bir parça öfke ve bir parça acı
ve hiç dinmeyecek sızısı yükseliyor.
gidip çok uzaklarda bulut oluyor
gölgesi denizlerin üzerine düşüyor.
……….
bir pencerenin önündeyim vakit akşam.
dolu bir sarhoşluk gibi yürek yorgunu
hiç bir şey görmüyorum nereye baksam.
can sıkıntısı yani, küreksiz bir kayık
ve dümeni kilitli bir gemi pupa yelken.
yüreğim dökülmüş masanın üzerine,
onu bırakmışlar açık denizlere giderken.
daha çok vursam kendimi rakının dibine
biliyorum son yakamozlarda kaçacak,
tam ay doğarken avuç içlerime…..
………….
sonra bir silah sesi geldi sanki uzaktan,
çok uzaklardan, bir konak avlusundan.
ve en ağır faturası, ödenmemiş hesapların.
bir faili meçhul cinayet gibi, sokaklardan.
………….
neden kokmaz bu güller böyle sıcaktan mı
yoksa bir fırtına geçti derken diğerinden mi.
neden zümrüt gibi parlamaz yeşil çimenler
ve bütün güneşler bir aradayken
neden hiç aydınlanmaz yürekler.
karşıdaki dağlarda, huzursuz bir kalabalık.
bakıyoruz ki deniz bildiğimiz deniz
ama rengi tutmamış sanki biraz bulanık.
…………
sonra sıcak mevsimlerin sıcak öyküsü
bembeyaz şarap gibi sakin ve keyifli
ve adımlanan her yer bildik sokaklar sanki.
koyu renkli ihanet burada da gösterir kendini.
ve rüzgar eski bir hastane odasına eser
yanlış bir yangın yanar hiç olmayacak yerden.
…………
o bildiğimiz türküler yazılıyor satır başlarına.
ilk dizesi pencereden ağıt olup yükselirken
sazın teli benim ellerimde çalıyor.
ve karşılıklı bir dost gecesinin üzerine
nokta nokta, yıldız yıldız düşmeye başlıyor.
…………..
açılmayan sandıktan biten bir öykünün
tüm kırıntılarını yel alıp, rüzgar üflüyor.
bir başka bulut oluyor, içinde neler saklı.
gelip gözlerimin üstüne vuruyor gölgesini
gelip gözlerimi ayırmadığım gözlerinin
üstüne vuruyor gölgesini.
sonra bir başka öykünün ilk satırları yazılıyor.
belki senin öyle okuduğun, benim öyle anladığım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:28 AM
İntihar koşulları

kesilmiş ayaklarım bileklerimden,
yürüyemiyorum, adımım yok, adımsızım.
tüketmişim en yürekli sevdalarımı,
sevişemiyorum, kadınım yok, kadınsızım.

öfkem çığlık olup nöbet tutuyor kapılarımda.
ay ışığı, gökkuşağı ve tüm yıldızlarımda.
aydınlık bırakmış yerini karanlıklara,
göremiyorum, yarınım yok, yarınsızım.

hani nerede dersen ilk gençlik günleri,
hani nerede dersen geçmiş yaz öyküleri.
inan hiçbir şey bilmiyorum, hiçbir yerdeyim.
yaşayamıyorum, yaşamım yok, yaşamsızım

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:28 AM
İpte sallandırma cezası

hain bir darağacıdır,
sevgiyi ve güneşi sallandırır yağlı kaytanında
abdestsiz cellatlarıyla.

ferman ölüm rengidir,
kefen boyundan ne bir adım yukarı, ne bir adım sola
bir ayağı kırık sehpa.

küçüklük ellerimizin oyunlarına hiç benzemiyordu
ne güzeldi her adam asmaca, bir puan veriyordu.
rahat uykularımız, pastel rüyalarımızı getiriyordu.

sahi bilseydik daha o günlerde bir gün ipe çekileceğimizi
kendir tohumları arasından güneşi son kez göreceğimizi.
en çılgın dudaklarımızla öper miydik sevgililerimizi

yanlış bir noktadır,
cümlenin en yaşam kıvamında ve heyecanında
kör tutmuş kafalarıyla.

dikenli bir avlu içidir,
güneş aydınlığının üstüne bulut örtülü dolunayla
sansar boğazlamasıyla.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:29 AM
İskeleden

ve her damlası denizin
dalga olup başka sahillere vuruyordu.
ve bütün dalgaları denizin
gemicinin elleri, miçonun gözleri,
renginde kokuyordu.
palamarlardan filiz veren kendir dallarında,
el sallayıp giden
ve bir daha hiç geri dönmeyen
binlerce geminin dudak izleri açıyordu.
ve mevsim bahardan kışa
yağmurlu bir akşam üstü gibi iniyordu.

iskelelerin ağır babaları,
göz ucu limanlarının oynak dubalarına
yan gözle bile bakmadan
yalnızlık aryalarının ortak seslerinde,
devirsiz bir makinenin motoru gibi
sevişiyor ya da sevişiyor gibi
yapıyorlardı.

iskeleden uzaklara iç sıkıntılı bir çift göz;
ne kadar uzak ve ne kadar yalnız,
ne kadar isyan dolu ve ayaklarda,
ve ne kadar bastırılmış öfke gibi sus-pus
bakarsa baksın
başka hiçbir şey görmüyordu.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:30 AM
İstanbul'da hikaye-i aşk

“ne vapurlar geçerdi gözlerimizin önünden
ilki senin olsun, arkadan gelen benim dediğimiz …
sonra vazgeçip, bir sandalda beraber kürek çektiğimiz
ne vapurlar geçerdi gözlerimizin önünden
isimlerini bilmediğimiz, hiç görmediğimiz …”

iskele poyrazı desem değil ,
bulutlar havada sanki başka bir la comparsita ….
sayamadık hiç, kaç damlası düştü yağmurun saçlarımıza
biliyoruz ki attığımız her adımın altında bir başka yaprak
soğuktan donmuş avuç içlerimizde bir uzun çizgi gibi akarak
lodosa estirecekler İstanbul’u, içimiz çok tuhaf olacak.



“ne martılar uçardı başlarımızın üstünden
bir kanatlarına işte biz, diğerlerine aşk dediğimiz...
sarılıp bulutların kenarına üzerine güneşler serdiğimiz
ne martılar geçerdi yüreğimizin içinden
çığlıklarını dinlediğimiz, çok sevdiğimiz …”

akşamın panayırı desem değil,
balıklar karaya vurmuş, lezzet başka sofralarda ….
umur dışında kalmış kedileri, açlığa doydukları sokaklarda
gözlerimizin içine alıp öyle seviyoruz, ellerimiz ulaşmasa da
yürekler turfanda, tezgahlar en pahalıya açmış çiçeklerini
ellerde güğüm, ince belli sevdalar olmuş İstanbul’un gözleri.



“ne dalgalar geçerdi ayaklarımızın altından
yosun yeşiline sen, okyanus mavisine ben dediğimiz ….
alıp elimize bir dal parçası her damlasına ayrı şiirler dizdiğimiz
ne dalgalar geçerdi ayaklarımızın altından
köpüklerinde seviştiğimiz, su gibi içtiğimiz ….”

şimdi ayrılmanın vakti desem değil,
biz biliyoruz şehirler nasıl bozulur güneş doğduğunda ….
ama İstanbul olunca başka yazılıyor isimler camdaki buharlara
onun için bu ayrılıklar, merhaba demektir yeni kavuşmalara
haydi vakit tamam, vapur altı lodos, üstü martı, hepsi sen
bir İstanbul gecesinde seni baştan sona yeniden okuyabilsem.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:30 AM
İstanbul'da ıslanmak şiiri

de Ki; ayak izlerimizi
yosun yeşili
çakıl taşlarının arasına sakladık.
de ki;
yürek izlerimizi;
adım adım İstanbul denizinde ıslattık.
alnımıza düşen ilk yağmur damlasıydık
saklanmıştı kız kulesini içine
de ki; onu yakaladık .

vapur bacasından kanatlarına is bulanmış bir martı
kız kulesinin gölgesinin düştüğü sularda yıkıyor kanadını.


de ki; gözlerimizi
deniz mavisi
yüreklerimizin bulutuna sakladık
de ki;
yüreklerimizin mavisini
kimselere görünmeden ve sırılsıklam
İstanbul olup sokak sokak adımladık.
de ki;
ağır bir sıkıntı vardı
duvar taşları yalnızlıkları konuşuyordu.
bizim gözlerimiz kapalıydı,
açıversek, gökyüzü patlayacaktı.
açmıyorduk gözlerimizi
yalnızlıklara meydan okuyorduk.
de ki; kan-ter içinde

güneşin doğduğu yöne bakan odamızda sevişiyorduk.
bütün baharlara ve gelmeyecek vapurlara
meydan okuyorduk.

de ki; sırılsıklamdık
erken bir devri alemin geç kalınmış hali gibi.
de ki; zamanı tanımıyorduk
hadi anlat bana, şimdi saat kaç …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:30 AM
İstanbul'dum ağlıyordum

Siyah-beyaz fotoğraflardan fırladım.
İstanbul’dum.
Kar yağıyordu, inceden.
Bir tramvay son seferinde
parçaladı beynimi
Hiç görmediğim o köşeden
Nasıl çıktı birden,
anlamadım.
Canım çok acıdı.
Oturup ağladım.
Rengi kırmızıydı vatmanın.

Arkası görünmüyordu, çok karanlıktı.
İstanbul’dum
Yolsuzluk ve cinayet kokuyordum
Ağırdı.,
Son kepenkler
Kolay kapanmıyordu.
Siren gibi doluyordu
Kulağıma sesler
Yanık bir türküydü.

Duman sıcağa esiyordu, havada zemheri
İstanbul’dum
İki yakamın arasında
buz adasıydım.
Ciğerleri patlıyordu lüferlerin.
Beyaz örtü üstünde kadehler
Boşuna bekliyordu.
Acıkmıştım.
Bıraksalar elimi -kolumu
sevgimin gözbebekleri
Hiçbir şeye aldırmadan
camı çerçeveyi
indirecektim.

Bir daha nerede bulup seni, sesini
Vatansız bir yalnızlık gibi
İstanbul’dum
Diyecektim.
Bir daha ben olmayacaktım
Sen,
Eskisi gibi gülebilsen
İstanbul olarak
Sonsuzluk cezanı çekecektin hücrende
Boşuna intiharlara
Hiç zorlamadan kendini.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:30 AM
İstanbul karşılaması-Adalar, Modalar

sana şimdiye kadar,
hiç şiir yazmadım diye sitem etmişsin bana.
demek alıcı gözle bakmıyorsun yazdıklarıma.
benim yazdığım her şiirde
benden bir sitem saklıdır sana, görmesen de.

Kadıköy sahillerinde;

ben todori de o akşam yoktum.
ince bir sancı kokmuştu tamburumun sesi,
ona akort olmuştum.
son tramvayda gözden kaybolmuş
iskeleden denize uçmuştu.
ben o akşam hiçbir yerde yoktum.
mühürdarda sırtımı dayamıştım
bir çınar ağacına.
büyükada’da;
eleni’nin pansiyonunu düşünüyordum.
sağ yanımdan bir fener ışığı geliyordu,
gözlerimi kapatıyordum.
sol yanımda kadınlar
çırılçıplak denize giriyorlardı.
ben o akşam benim yanımda da yoktum.
belki bir faytonun kırbacı gibi
şaklıyordum.
büyükada’daydım, eleni’nin pansiyonunda.
evden kaçmıştım
orada saklanıyordum.
çocukluğumun büyük direkli gemilerini
başka denizlerde yüzdürmeye
hazırlanıyordum.
bunu adını bidiğim tüm martılar
çok iyi bilirler
ve iskelede susamlı simit satanlar.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:30 AM
İstanbul karşılaması-Beyoğlu

sana şimdiye kadar,
hiç şiir yazmadım diye sitem etmişsin bana.
demek alıcı gözle bakmıyorsun yazdıklarıma.
benim yazdığım her şiirde
benden bir sitem saklıdır sana, görmesen de.

Beyoğlu’nda;

kaldırıma düşen zümrüt gözlerinden tanıdım.
sen eski bir hovardanın
vazgeçilmez kuşağısın.
dört mevsim beline sardığı , gece ve gündüz.
sen kabzası sağ bilekten yakalanmış
saldırmasın.
topuklarında yer altı meyhanelerinin izi.
sarı yaldızlı localara saklanmış
kırmızı perdelerinden tanıdım seni.
ağır kumaşlardan yapılmış.
hepsi birinci vizyon gibi,
balo sokağının vitrinlerinde süslü.
tadını bilmediğim pastalardan,
yolunu bilmediğim sofralardan
tanıdım seni.
karanlığa benzer aydınlığından,
hiç kararmayacakmış gibi.
kimliksiz bir fahişe, sanki hayatın ta kendisi.
şimdi gene bir sabahın,
sabah öncesi vakti.
gene yolumu kaybetmişim.
cebimdeki son parayı
bir dikişte gene sende tüketmişim.
yapacak bir şey kalmadı şimdilik.
sağımda bir sokak köpeği
solumda çöpçülerin süpürgesi
ağır ve ıslıksız adımlarla
yürüyeceğim yarın akşama.
ben seni sırılsıklam aşklarından tanıdım.
tepebaşı’nda cinayetin olmuştum,
sende iyi hatırlarsın

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:30 AM
İstanbul karşılaması-Boğaziçi

sana şimdiye kadar,
hiç şiir yazmadım diye sitem etmişsin bana.
demek alıcı gözle bakmıyorsun yazdıklarıma.
benim yazdığım her şiirde
benden bir sitem saklıdır sana, görmesen de.

Boğaziçi’nde;

o kanlıca gecesi gibi
sen koyu yeşilden, siyaha dönüyordun.
ayın ondördü olmuştun sanki,
yeniden doğuyordun.
ben erguvan pembelerini takmıştım boynuna.
sen hala yalnızdın
ve hala ağlıyordun.
emirgan ne kadar uzak ve ıslak….
sonra kıçtan motorlu bir tekne olmuştuk.
yolumuz kavaklara,
oradan Karadeniz e olsun diye
tutturmuştuk.
oysa ne bilirdik biz
kuzeyden
esen
rüzgarın adını
ve ne kadar tatmıştık
bir gece yarısı boğaz suyunun tadını.
işte; her ahşap yalının tahtasına
bu öyküye benzer bir çivi
çakıldığında,
Boğaziçi ‘nin gönlü
daha şen olur gülüm.
daha şen olur o zaman
Boğaziçi’nde ölüm.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:30 AM
İstanbul karşılaması-Emirgan

sana şimdiye kadar,
hiç şiir yazmadım diye sitem etmişsin bana.
demek alıcı gözle bakmıyorsun yazdıklarıma.
benim yazdığım her şiirde
benden bir sitem saklıdır sana, görmesen de.

Emirgan’da;

sen bir balık sırtı ve bir gümüş çay kaşığı.
ben en içlendirilmiş hüzünler dolu senfonilerin,
sabahın kör vakti dinleyicisi.
duraklar dolusu bomboş yolculardan
ve beklemekle gelmeyecek otobüslerden
sadece birisi …
sen ilk düşlerimin;
alabildiğine erguvan gibi açan rengi
ve gençliğimin acemi sarhoşluğusun.
çift kapılı dünyada küçük bir cennet gibi,
ama yaz günlerimde kar altındasın.
sen bir balık sırtı ve bir gümüş çay kaşığı gibi
durup dinlenmeden, denize doğru inen
kendi halinde ve haddini bilen
bir sokaksın.
hani bir akşam hatırlar mısın
çamlar altı mangalında
ateşine ısınmıştık yakamozların.
mezemiz kaldırımlardan topladığımız palamut.
iyisine değil en ucuzuna takılmıştık şarabın.
işte o gece hatırlar mısın.
sana yılan derisi bir ayakkabının
ne kadar da yakışacağını söylemiştim.
sen gülüp geçmiş
ve yakandaki tozunu silkelemiştin
karanfilin.
son aktörde yıkıldı yere beyaz perdedeki.
demek ki film bitti.
cebimdeki bütün anahtarlar gibi
kayıplara karıştı işte şimdi o hayat bahçesi,
gençliğimin çift kapılı hayal bahçesi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:31 AM
İstanbul karşılaması-Galata Kulesi

sana şimdiye kadar,
hiç şiir yazmadım diye sitem etmişsin bana.
demek alıcı gözle bakmıyorsun yazdıklarıma.
benim yazdığım her şiirde
benden bir sitem saklıdır sana, görmesen de.

Kuledibi’nde;

ben bu pencereyi kendim için çizmiştim.
Bizans’ı kucaklamak,
Ceneviz’e korsan olmak için.
ve dayayıp sırtımı Beyoğlu’nun duvarına
ince kıyılmış şarapta
sarhoşluk olmak için.
Ve bütün sarhoşluklarımın nedeni sen olacaktın.
oysa sen yokuşun ne çıkışındasın
ve ne gelebiliyorsun inişe
ne biçim kadınsın.
ben mecbur muyum adını her andığımda,
seni bir düello gibi kaybetmeye.
ama hep böyle oluyorsun.
ne zaman baksam o ağır delikanlı gövdemin
altında kayboluyorsun.
ben bu pencereyi kendim için çizmiştim.
sen başını uzatacaktın
hemen yanı başımdan
Kızkulesi ni bir yana, Beyazıt’ı öbür yana,
uzaklaştıracaktık ellerimizin tersi ile
manzaramızdan.
ve Venedikli sarı liralarımızı
beraber yiyecektik.
hovardaya çıkacaktı adımız,
varsın ne derlerse desinler kabul diyecektik.
bir ev tutacaktım sana
o büyük yangından önce,
lüleci hendek’te.
giriş kapısının üstünde
aslan başlı heykeller olacaktı.
sen mermer merdivenleri adımlarken,
bacakların açılacaktı.
ben üç kişiyi aynı anda şişleyecektim.
ama karakol bulamayacaklardı beni tutmak için.
görenlerin tanıklıkları benden yana olacaktı.
depremde kötü sallanmıştı,
üç taş ondan düşmüştür aşağı
diyeceklerdi.
ama sen o olamadığın için işte
ne ev tutabildim sana istediğim yerde,
ne saldırmamın kanını
silebildim eteğine.
ben;
kendime çizdiğim bu pencereden,
başımdaki bol ışıklı, renkli külahı
seyreder oldum her gece
karşımda ayışığı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:31 AM
İstanbul karşılaması-Haliç

sana şimdiye kadar,
hiç şiir yazmadım diye sitem etmişsin bana.
demek alıcı gözle bakmıyorsun yazdıklarıma.
benim yazdığım her şiirde
benden bir sitem saklıdır sana, görmesen de.

Haliç’te;

minare boyu
taze balık kokar köprü altında.
eski iskelelerin
ve çaresiz bakışları ile haliç’in.
nerede şimdi;
yağ kapanı, un kapanı, yemiş..
nerede kaldı benim
o dar sokaklarına adını yazdığım kadın,
sanki kimseler görmemiş.
ciğerime çekecek hava bulamam.
gözlerim arar o eski insanları,
kaytan bıyıklı kayıkçıları.
masallarda gibi gezerim,
rengini kaybetmiş sularında.
sarhoşluğun en berbatına yakalanır,
ayılamam.
bir kartpostal gibi asılıdır,
durur hala vitrinimin kenarında,
pierre loti’den
selvi olup düşen gölgeler, bataklığına.
yıllardır hep önündeki şık ve yaşlı,
o demir kapıya sakladın bahanelerini.
bak, şimdi o da yok artık,
haydi ne duruyorsun, kaçıp kurtulsana.
keşke atlasaydın,
Perşembe pazarından
boyasız bir çatanaya.
galata kulesinin seninle değil derdi,
soran olsa; bilmiyorum, görmedim derdi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:31 AM
İstanbul karşılaması-Marmara

sana şimdiye kadar,
hiç şiir yazmadım diye sitem etmişsin bana.
demek alıcı gözle bakmıyorsun yazdıklarıma.
benim yazdığım her şiirde
benden bir sitem saklıdır sana, görmesen de.

Marmara’da;

cankurtaran’dan bindim trene,
yedikule’de inmek üzere.
bu kez kararlıydım, sıkı aşık olacaktım.
erken geleceği tuttu kontrol memurunun,
samatya’yı böyle tanıdım.
kışlık odun satanların soğuğunun,
taze balık tezgahlarındaki iyot kokusunun
yağmuruna saklıydı havası.
kalın giyiniyordum, ne olur ne olmaz diye.
ama aklım hep takılı kalıyordu
yüksek merdivenlerde ağızlarında birer kılçık
bir aşağı bir yukarı, yorulmadan in, çık
dolaşmakta olan kedilerde.
ve her Pazar sabahının çan seslerinde,
aklım nedense hep takılı kalıyordu
bir yerlerde, bir şeylerde.
banliyö trenleri soldan sağa, sağdan sola.
bir gece gene yağmur olup yağsak,
şimşekler gibi çaksak.
bağlarından kurtulmuş bir tekne ayarlayıp
şöyle denize doğru açılsak.
sen, o, birde öteki, yanında diğeri
ben tanımasam ne seni ne hiçbirini.
kendi balığımızı kendimiz tutsak.
ve yağmurun altında şimşeklerle aydınlanmış
kaçacak bir yerler bulsak,
körkütük sarhoş…

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:31 AM
İstanbul karşılaması-Sirkeci

sana şimdiye kadar,
hiç şiir yazmadım diye sitem etmişsin bana.
demek alıcı gözle bakmıyorsun yazdıklarıma.
benim yazdığım her şiirde
benden bir sitem saklıdır sana, görmesen de.

Sirkeci’de

sirkeci garındayım,
ortalık kararmıştır.
1900 lü yıllar henüz başlamıştır.
o zaman nerede bu kadar bol lamba
bu kadar aydınlık.
gündüzler bile ******* kadar karanlık.
pejmürde hamallar geçer vagonların arasından.
Kuruçeşme nin önünden bir Boğaz geçer.
yalılar sakin ve oyunun Bizans sırasında.
sirkeci garında Trakya lı çiftçilerin aklı
ekmek parasında.
birazdan şark ekspresi şıngırdayacak
ortalık şık hanımlarla beyefendilere boyanacak.
konfeti yağmurları, bando-mızıka derken,
hamallar ve çiftçiler,
sessizce ortadan kaybolacak.
ve eski Osmanlı’dan bir paşa
binecek İsviçre trenine.
kafalarında kırmızı fesleri
iki çocuk iki yanında.
bu yolculuk bir daha
dönülmeyecek bir yoladır.
birbirine karışır kampanalar.
vatmanlar son seferin uykusuzluğuna saklanır.
Anadolu saz en içi geçmiş fasıllardadır.
Gülhane parkının çınarlarından önce gelir
bir martının alnımıza düşen gölgesi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:31 AM
İstanbul karşılaması-Tarlabaşı

sana şimdiye kadar,
hiç şiir yazmadım diye sitem etmişsin bana.
demek alıcı gözle bakmıyorsun yazdıklarıma.
benim yazdığım her şiirde
benden bir sitem saklıdır sana, görmesen de.

Tarlabaşı’nda;

beş duble rakıyı susuz götürmüş gibi,
sarhoş eder insanı,
Tarlabaşı’ndan
Dolapdere’ye inen,
sokak fotoğrafları.
köşebaşlarının karayağız ve harami
sustalıları,
seyrederler ki pencereden pencereye
ip üstünde zina yapan
yasak çamaşırları,
bahanesi olsun ;
kavgada şöyle yürek kafesine doğru
ilk yumruk gibi sallanmanın.
sen bu evin eski sahibini tanımazsın.
nereden tanıyacaksın,
aynalı çeşmede antikacılık yapardı
oğlu da çok yaman bir torna ustasıydı.
yüksek tavanlı evleri kadife kaplı,
pencerelerinde her gece
cam güzelleri açardı.
hele bir kızı vardı ki antikacının
her akşam cama çıkar,
cam güzellerinin arkasına saklanır
göğüslerini açardı.
sen bilmezsin, nereden bileceksin
ben o saatte hep oradan geçerdim.
çok eskiden bu sokaklar
aşk kokardı.
sonra bir gün bin yıllık geçmişi üzerinden
tutuşmuş kozalaklar gibi
yıkım sesleri geçti en küfürlüsünden.
şimdi böyle oldu,
sen nereden bileceksin.
o kokuların sağ olanı şimdi
bir başka denizin kıyılarında,
ölüleri toprağın altında
kokarlar.
şimdi geceyarısı
Tarlabaşı’ndan Dolapdere’ye
iki kız bir delikanlı
yalnız inmekten korkarlar.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:31 AM
İstanbul korkusu

hanginizin sahili yoktu
ya da denizden gelen iyot kokunuz
bir bahar sabahını elinizden kaçırıp
güneşi vakitsiz batıracak kadar
suç üstü ve körkütük sarhoş muydunuz.

hanginiz görmüyordu
önünüzden geçen vapuru iskeleye bağlı
ya da kokulu demli çayları
masanıza konmuş hazır güverte manzaralı
simidinizden bir lokma
martılara vermeyecek miydiniz.

hanginiz lodosa meydan okuyordu.
saçlarını savurup Samanyolu gibi gülerek
yüreğindeki yangını
mavi ve tuzlu nefesi ile söndürerek
siz dünyalar dolusu afili yürek
İstanbul’ la sevişmeyecek miydiniz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:33 AM
İstiridye ana

yağmur yağıyor sanki
parmak uçlarıma, üşüyorum.
gene bulamamaktan korkum
inci tanesi doğuracak istiridye anayı.
bu denizlerde boşuna mı arıyorum.

saçlarım yanıyor sanki sırılsıklamım.
çoktan kurumuş çocukluk havuzlarım.
belki bir kuru yaprak altında
yada bir derin çatlakta saklı, kim bilir.
inci tanesi doğuracak istiridye anayı
niçin aradığımı boynundaki
takılmamış gerdanlık bilir.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:33 AM
İstiyorum ama

karanlık ağaçlı dolunay olsun bir gece,
hiç ter dökmeyeyim.
ilk heyecanım bir pembe gül gibi
ilişiversin yakasına
duvardaki resminin.

ipinden kurtulup dalgalansın okyanuslar
bitmiş sahillerde.
karabasanlar kaçarken düşlerimden
bana bıraksın yalnızlığını
başıboş yüreğimin.

gelişi güzel bulutlar yağmur ağlamasın,
gülsün damlacıklar.
ağaç köklerine bir sevda gibi sarılıp
aksın ince bir dere ince ince
beni de alsın yanına.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:33 AM
İsyan sonrasıdır

kaçınılmaz isyanın
sessizce karşılanan arka tarafındayız.
birazdan bütün kepenkler parçalanacak,
bir hasret sanki
ses çıkarmadan bir çiçeği koklar,
bir çocuğun saçlarını okşar gibi.
kazmalar ölü bir sevişme şehvetiyle
inecek vitrinlerin camlarına
elde avuçta ne varsa yerde,
ıslak sürüngenler misali.

sonra zaman düşer
ortalık elden ayaktan çekilir bakarsın,
sabaha karşıdır.
rezistansı en ince bir lamba yanar,
pencerede hayal perdesi
yayları dökülmüş somyadır ağlayan,
gecenin bağrı yırtılır
bir kadın alımlı mı alımlı
siyah bir tel düşer saçlarının arasından
tam on ikiden vurulmuştur sevişme vakti,
bir isyanın sonrasıdır.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:33 AM
İsyanın ipi çekildiği zaman

İsyanın en dayanılmaz noktası.
Kelimelerin keşfedemediği bir ergenliktir.
Tarih yapraklarına kovulmuşluk ise
Henüz bilinmeyen bir lezzettir.
Kentin gece ışıklarının sürmeli gözleri;
Masum, hafiften sarhoş
Ve altın dişli bir fahişedir.
Kutsal davetiyenin ipek fiyonklu zarfı açılır.
Ve isyan tüm yaşamına
Keyifsiz bir kaderin çizgisi gibi yayılır.
Giyersin en frapan yağmurluğunu,
Taşırsın dışarıdan içeriye
bir yağmur oluğu gibi gözyaşlarını,
Ve bohem bir avuntu ile kahkahanı
Taşırsın dışarıdan içeriye.

Dışarıda kalıp ardından bakan şehir;
Paris olsun, Bombay belki İstanbul
Ya da Kahire,
Ne fark eder.
Yangın Neron’un Roma’sından
Hitler’in bütün Dünya’sına
Salkım saçak yayılmaya başlamıştır bir kere.
Sen bilemezsin,
Kim bilebilir ki....
Bir dönme dolap gibi
Bindiğin noktada başlayan
yaşamının devri alemine
Yine aynı noktada veda edeceğini.
Şimdi söyle bakalım bana;
Kaç para eder beynimdeki yer çekimi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:33 AM
İyi dilekler şiiri

işte açılıyor yeni günün penceresi
şafaktan doğru yükseliyor kuş sesleri
ben size daha öncede bunu söylemiştim.
bildiğimden değil, sadece içimden öyle geçirmiştim.
böyle kalmaz bu saltanat,
ne kadar sürer böyle oturmak siz ne dersiniz
demiştim.

işte açılıyor yeni günün penceresi
bebelerin yüzlerinde ilk gülücükler belirdi
bana bakmayın, daha yüzümü yıkamamışım.
dün gece bir karabasan, gözümü bile kırpmamışım.
ben el sallarım, su dökerim arkanızdan,
gülerek işe gider, akşama dönersiniz.
bunu dilerim.

işte açılıyor yeni günün penceresi
sıcak ekmek kokusudur bu saatte mutluluk resmi
siz bana bakmayın, ben buralardayım gene.
dükkan benden sorulacak yani, hadi iyisin desenize
simit alın gelirken, biraz da beyaz peynir,
çay da demlenir hep beraber içersiniz.
bende içerim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:33 AM
İyi dileklerim var sadece

bende bilmiyorum küçük kız,
nasıl kazanılır ekmek parası.
unutmuşluğuma say, üsteleme.
benden öğreneceğin tek şey
yarınlarında yaşayacağın
ağır kanamalı, yürek yarası.
eğer öğreneceksen bunu öğren.
benim tek bildiğim şimdi bu.
açlıktan önce bu yaradır insanı paramparça öldüren.

bende bilmiyorum küçük kız,
nasıl yürünür düşmeden bu yollarda.
bilmediğime say, ama gülme.
benden öğreneceğin tek şey
nasıl kucaklarsan kucakla
gene boş kalacak avucunda bir parça.
eğer öğreneceksen bunu da öğren.
yok söyleyecek bir sözüm sana.
kanadımı üstüne gerip, iyi şeyler dilemekten başka.

sıcak ekmek kokusu nasıl dolacaksa yüreğine
yürek yaraları da öyle yer bulacak yaşamın içinde.
yeter ki sadece şiire benzesin, kanamasın.
korkuların ötesinde, rüzgar bulsun yelkenlerin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:33 AM
İz

gece yarısı deme saate bakıp,
herkes, her şey uyanık ve ayakta.
göz izi.
dünyanın çocukları geçiyor önümden
çorak topraklara
ayak izi.
birer ölüm hücresi gibi düşüyorlar toprağa
eğilip öpüyorum alınlarından
dudak izi.
ve kalkıp ayağa gökyüzünü savuruyorum
yıldızları ve karanlığı
el izi.
kuyulardan sular fışkırıyor, duru ve el değmemiş
yeniden hayat buluyor
tüm yaşanmamışlıklar.
yürek izi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:33 AM
Kaçıracağım seni birgün

duvara ismini yazdım, her gece yarısı.
dumanı ile içimdeki katran karası zehirin
ve şarap kokulu ve bulantılı bir sarhoşlukla.
artık iflah olmaz bir tutkuydu
içimden geldiği gibi ve yarı uykulu.

sonra pencerene küçük taşlar fırlattım.
bıkmadan, usanmadan deniz kenarından topladığım.
ya hiç duymadın, belki de aldırmadın.
zilini çalıp kaçmakta geldi sonra aklıma ama,
yakıştıramadım o kadarını kendime yapmadım.

şimdi sırada seni saklayıp çuvalın içine
yükleyip sırtıma kaçırmak var, bir dağ başına.
hangi gece yarısı olursa olsun, ama aklında olsun
iyilikle olmadı madem, bu yol geliyor aklıma.
sonuç ne olursa olsun dünden razıyım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:34 AM
Kaldıysa yazılacak birşey

karar verdim kesiyorum işte parmaklarımı
gözlerinizin önünde.
bir daha yazmak mı ne haddime.
kırdım üstelik bütün kalemlerimi.
gökyüzünün varsa söyleyecek bir şeyi
o söylesin.
ya da ince tarafı dalgaların
ayaklara deniz kumu taşımayan.
belki bir rüzgar
rüzgar gülünü tanımayan.
varsa yazacak, söylenecek ne varsa
onlar söylesin bundan sonra.
kuş çığlıklarından dökülen gözyaşları
yazsın yazacaklarını.
hani bir sonbahar gibi içimizi saran hüzün
ve yalnızlık gibi kimsesiz sokaklarda
yazsınlar sararan yapraklara.
benim yazamadığımız bir şey kaldıysa.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:34 AM
Kambur ihtimaller

hiç içimden gelmiyor, kalkıp pencereden bakmak
neden gelmedin bugün.

aklıma gelen bütün ihtimaller intihar nedeni
ters çevirip öyle astım duvardaki yerine saati
gülüm kaç, ellerim üşüyor.

hiç içimden gelmiyor, aklıma düşenleri söylemek
hepsi sırtımdan inmiş, yürekte yer işgali
ter basıyor göz bebeklerimi.

hiç içimden gelmiyor, kalkıp pencereden bakmak
biliyorum gelmeyeceksin.

ben her köşesinde başka renk karanlık saklanan
bir yıldız gibi bekleyeceğim gün ortasında,
başım ellerim arasında.

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:34 AM
Kanal boyu gözyaşı

küçük kiremitlerdi, ayak izlerimizdi
kırmızıya boyalı ellerimiz
dayak sebebi.

bir dişi kuş yapmıştı yuvayı, vukuatlı
erkeğinden çok ihanetli
unutmuş sayısını.

deniz esrar vurgunu, mor düşmüş gözlerine
balıkların her biri başka öykü
ihanet üzerine.

sen bulutu tanır mısın, oğul mudur adı
son kuyuda yağmur suyu
gözyaşıdır tadı.

kahkahalar gibi, sırtımızda deli gömleği
yerinden fırlamış gözlerimiz
görecekmiş gibi.

evlerin çatısıydık, kuş yuvasında çalı çırpı
denizlerin gölgesi
dalga delisi,

kocaman bir bendik, kainat küçük nokta,
kanalda yağmur suyu olduk,
gözlerimiz boşalınca.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:34 AM
Kapı tokmağı

ben bir kapı tokmağıyım
belki bu paslı çivilere sorsan onlar anlatır sana
neden ben buradayım
ve nasıl senin her kapıdan çıkışında
takılır gözlerim peşine, nasıl eşlik eder sana.
ben bir kapı tokmağıyım
belki bu çürümeye yüz tutmuş tahtalara sorsan
onlar anlatırlar sana
her geliş saatinde senden önce
nasıl kan-ter içinde çakılıp yerime
beklediğimi seni, ellerini üzerimde hissedeceğim diye.

“bakmayın siz kılığıma kıyafetime,
Mısır’dan geldim sizinde sandığınız gibi.
bilinmeyen daha başka bir medeniyetten de
gelmiş olabilirim belki.
yada Roma’dan, kim bilir eski Yunan’dan
fırlayıp eros’un kollarından.
bir kazıda bulunduğumu söyleyenlerde vardır
bilmediklerinden.
ama bu kapıda, böyle dört başım mamur
yüzümde bir gülümseme
yirmi dört ayar durmamın bir tek nedeni vardır
sen gene de bilme.”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:34 AM
Kaptanın yol defteri

hüviyetimi bulutlar almıştı elimden,
yağmur kaçağıydım.
firardaydım .
kurtlar sofrasında sırtlan payını ben almıştım
aslan payı korkunun krallığına düşmüştü.
kıskanmıştım.
ne kadar isim biliyorsam hepsini verdim
sokaktaki adama
polise versin diye gidip sansaryan hanına

o karanlıkta biz yalnız ben olmuştum.
önce sevgi duvarını aştım
sisler bulvarına çıktım
yalnızdım.
sadece zencilerin yürüdüğü bir kaldırımdaydım.
ve bir kalabalık aniden
sirenler, lambalar, polisler filan
aradan gördüm ,
tanıdım.
bıçaklanmıştı fena halde, leman‘dı adı
şişhanede oturuyordu
şimdi kanlar içinde yerde yatıyordu.
yanındaki bıçağın ucu
yasak sevişmek yazıyordu.
birden ense kökümde kurşun gibi bir ses
yeşil bakışlı, soğan, sarımsak kokulu
gördün mü diye gürledi, kimdi bıçağı sallayan.
korktum,
hepsi birbirine benziyor dedim
zenci bunlar
yanılıyorsun, zenciler birbirine benzemez dedi
hayır yanılmıyordum
saklamıştım
içlerinden biri çok güzeldi,
yaraya tuz basmak gibi yakacak kadar.
bela çiçeği bu kez ardıma düşmüştü
ne yazık
koklamamıştım.

o an, aynanın içinden sen çıktın karşıma
sorar gibiydin
leman ı sende mi severdin yoksa
ben dedim kimi sevsem sensin.
bilmiyor musun hala ben sana mecburum
benimki böyle bir sevmek işte
sana tutukluyum
günlüğümde
sen yazıyorsun sadece
kayboldun.
işte gene elde var hüzün
yapayalnızdım.

düştüm gene karanlıklar içine
kaybolmak üzere
elimde bir sap kırmızı karanfil, yerde bulduğum
alıp başımı yürüdüm.
gün sancılı bir doğum gibi ağlıyordu
der saadette sabah ezanları okunuyordu.

*attila ilhan’a saygıyla

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:34 AM
Kar kapladı çocukluk bahçelerini

ne kadar uzaktın çocukluğundan
ve benden ne kadar uzak.
oysa ben yüreğimde
yanıp sönen kıvılcımlara aldanarak
geldim bir umutla izlerim diye seni,
baktım boştu salıncak.
bozuktu tahteravallinin dengesi,
karla kaplanmıştı kaydırak.
çocukluk bahçelerinde doğan bahar
kış olup yağıyordu alnıma.
ve ben isim bulamıyor zorlanıyordum,
yaşadığım bu duruma.
ne kadar uzaktın çocukluğundan
ve benden ne kadar uzak.
uzanıp seslenmeye kalksam ismini,
biliyorum ellerim boş kalacak.
sonbahar nasıl yaşayamazsa ilkbaharı
gene öyle olacak.
ne kadar uzaktın benden
bitmeden mevsimler, yanıma gelmeyecektin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:34 AM
Karanlık denizlerin şövalyesi

yeminler hangi sancıyı taşırsa taşısın içlerinde
bir balık daha boğulur nefessizlikten, derinlerde.
bir ağaç yavaş yavaş döker yapraklarını,
kum taneleri kapanan izler olur,
en ufak gün batımı estiğinde.
ihtiyar adam gibidir deniz, elleri tuz kurusu.

gözleri ateşini kaybetmiş, kömür karası.
bir fener yanar-söner, ıssızlığın çelik halatında.
bütün kara bulutlar, kapkara dalgalar olur,
soyu tükenmiş değirmenlerin kanatlarında.
kendi şövalyeliğimizin azgın ruhunu ararız
değirmen kanatlarına bir mızrak gibi saplandığımızda.

en aşksız harmanların bereket fakiridir
yağmursuz ve kurak, tek düze hayat çizgimiz.
bir tükeniş engelini başka çaresizliklerle geçeriz.
akşam saatleri yok mu hele üstümüze ölüm gibi çöken.
ne başka bir umuda çırılçıplak soyunur
ne de başka bir kavganın minderine çıkarız,
öyle avuç içine alıp beynimizi, bakar kalırız.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:34 AM
Karanlık günler

o hiçbir umudun açtığı çiçeği düşlemeden geldi.
ve hiçbir umudunun yükü altında yaşayamadan
çekip, gitti.

geldiği gün; kitaplar esas duruşlarda bekliyordu
yargıçların, savcıların karşısında,
gittiği gün; yazarlar linç ordularının
saldırısına uğruyordu mahkeme kapısında.
geldiği gün; yanıyordu aynı dağların ormanları,
hayvanlar kavruluyor, kömür oluyordu.
gittiği gün; aynı çeşmenin yalaklarında hala
yıkanmamış çocukluğunun bezleri duruyordu.
geldiği gün; sevgisizlik ve ihanet baş aktörüydü
toplumu boğan cinnet oyununun
gittiği gün; karabasanlar bıkıp usanmadan
karanlık zulalarda aynı gölge olarak durmaktaydılar.
geldiği gün; güneş doğudan doğar,
yıldız kuzeyden eserken
gittiği gün; garp cephesi karanlığa kucak açıyor,
keşişleme güney doğuda fırtınalar koparıyordu.

o hiçbir umudun açtığı çiçeği düşlemeden geldi.
ve hiçbir umudunun yükü altında yaşayamadan
çekip, gitti.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:34 AM
Karanlıkta çiçekler - dörtlük

İniyor şalter, kalkıyor şalter.
Bir gidiyor, bir geliyor elektrikler.
Ama karanlıkta açmaz ki gülüm,
Senin sevdiğin çiçekler.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:34 AM
Karanlıkta görülen davalar

karanlık; Kafka’nın romanlarının ana rengi değildir
o romanlardan film çeken yönetmenlerin beynindedir.

birazdan yağmur yağacak, serinliği önden geldi.
seller akacak yavru sokak kedilerinin üzerinden
sen kapının eşiğine kum torbası koyarsın kim bilir
sonra şemsiyeni saklarsın belki yastığının altına
o çok iyi bildiğimiz filmdeki yağmur sahnesi gibi.

en iyisi sinemaya gitmek bu havada,
orta sıralarda bir koltukta, tek başına, karanlıkta
dışarıda beklesin aydınlıklar, seans boyunca.

kuzeybatının ismi karayel, sırtımda kayıp ormanlar.
birazdan bir yangın esecek biliyorum ellerin yanacak
kayıp gözbebeklerini arayacaksın kavrulmuş toprakta
kanatları düşecek başından aşağı göçememiş kuşların
gece yarısı sevişmeleri gibi ter kokunca soluklar.

bulduğum ilk lodosa açabilsem rüzgara bağrımı,
bıraksam şiddetini ölçsün diyerek yapraklarımı
üzerine yazdığım kadar saklasın hatıralarımı.

el sallasam korsan kayalardan göçmen gemilerine.
bir parça sömürge taşsa yüreğimden, çok özgürlük
forsa yataklarında diksem gözlerimi omurgalarıma
o gemi ben olsam görülmemiş davalardan kaçan
ve en aydınlık öyküleri ezberletsem ellerime.

bitti üfleyip bir nefeste mumu söndürme zamanı
değişime uğramış beyinler yaşarken alınyazılarını
gördük işte aydınlığa nasıl tercih ediyoruz karanlığı.

“kamera stop, kamera stop,
şimdi başka kitabı okumaya başlayalım ilk satırından

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:35 AM
Kardelenlerden korkmayın

belki sevmiyordunuz sizler, nerden bileyim
bu mevsimde kar altında açan kardelenleri .
onun için koklamak istemediniz
her sabah kapınıza bıraktığım çiçekleri .
kar hepinizin vazgeçilmez çocukluk oyuncaklarıydı.
kim bilir belki bir kardan adamdan sevgiliniz bile vardı.
kardelenlerin sevgilinizi elinizden almasından,
sizi ondan mevsimler boyu koparmasından
korkuyordunuz.
yani siz kardelenleri hiç tanımıyordunuz.

ya da delinmişti altı ayakkabılarınızın
büyümemiştiniz ayaklarınız çok üşüyordu.
onun için çıkmamıştınız bile evlerinizden.
kar altına saklanmanın korkulu görüntüsünden
yoksulluklarınızın örtüleceğini umuyordunuz.
oysa ben hiçbir mevsimi ayırt etmeden birbirinden
sizi çiçeklerle karşılamak istiyorum
bütün insanlar gibi, insanlık gibi
zengin fakir demeden, güzel çirkin demeden
her sabah kapılarınızdan çıkarken .
o zaman şimdi, sizler için seçtiğim bu çiçeği
kabul edin hepiniz birbirinizi kucaklar gibi.
bir çiçeği sevmekle de başlar çok şey.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:35 AM
Karınca yollarında

küçük beyaz taşlarım vardı.
yüreğim kadar kocaman olurdu
kucak dolusu toplayınca.
dizerdim tek tek hepsini,
tren yolunun boyunca.
sis basmış havalarda
ve yağmur yağdığında
karıncalarımın ayakları
hiç ıslanmasın ve
kolayca yollarını bulup
kaybolmasınlar diye.
sonra uzatırdım ayaklarımı,
dayardım sırtımı
hat boyundaki
gölgesi en bol çınar ağacına.
beklerdim saatini,
nereden gelip nereye gittiğini
bilmediğim,
kapkara dumanlı kara trenin.

ağaca dayalı sırtım, beklerken
kara trenin gelmesini
duyacağım yerde olurdum hep
annemin seslenmesini.
haydi artık bakalım,
yemek vakti geldi demesini.
karnımda çalan zillerin sesini
nasılda hissederdi.
koşardım; ayaklarımın
sulara batmasına aldırmadan.
karıncaların ıslanmazdı,
benimkiler hep sırılsıklam.

nedense böyle olurdu her zaman,
ben eve koşardım
kapkara dumanlı kara tren
geçerdi hemen ardımdan.
söylersem;
inanır mısınız şimdi bana,
bu kadar zaman boyunca
bir kere bile görmedim dersem
trenin geçtiğini.
ama karıncaların
önümden her geçişte
bana selam verdiğini.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:35 AM
Karşı pencere / kısa öykü

Karşı Penceredeki kadın:
Uzun, sapsarı saçlarım dönüşürken annemin ellerinde kurdeleli bir saç örgüye, mavi gözlerimde hınzır komşu çocuklarının inadına yapacakları öğle sonrası yaramazlıklarını izleme arzusu ve ellerimde evcilik oyunlarımın ustaca yerleştirilmiş salon ve salamanje’leri ve yatak odaları ve mutfakları şekil alırdı. Çok küçüktüm. sarı saçlarım, mavi gözlerim, ellerim ve annem vardı. balkonum ve ayaklarım yoktu.
Çiçeklerimi gazete sayfalarından kesip yerleştirirdim salonumun en güneş görmez köşesine. aydınlığı o köşeden yakalardım ben. Giderek ellerim büyüdü, göğüslerim büyüdü. Kırmızı düğmeli elbiselerim oldu ellerim gibi büyüyen, çiçeklerimi sularken giydiğim. Ben büyüdüm; annem küçüldü ve öldü. Annemden bana tek başına bir masal kaldı. Ellerim, göğüslerim ve çiçeklerim gibi içimde büyüyen. Bir gün gelecek, çok uzaklardan bir adam çıkıp gelecek. Bir savaş kahramanı. Yiğit mi yiğit, cesur mu cesur.kapını çalacak. girecek açık kapından içeri süzülüp; ayaklarını o getirecek sana. evleneceksiniz. Salonlu, salamanje’li, yatak odalı ve mutfaklı bir eviniz olacak. Bir de çiçeklerini sulayıp büyüteceğin balkonun ve çocukların. büyüdükçe ayaklarının üstüne basmasını bilen.
İşte! günler belki aylardır karşı penceremin içinden delişmen rüzgarlar gibi esip gelen belki de ayaklarımı bana getirecek olan o kahraman. Çocuklarımın babası. Artık annemin masalını dinlemek değil yaşamak istiyorum. Yürümek istiyorum, kendi ayaklarımın üstüne basmak. Ben karşı penceremin göz ucu flörtüne gölge oluyorum güneş tam on ikiden vururken. Göğsümdeki kırmızı düğmelerden birini yavaşça açıyorum.


Karşı penceredeki Adam:
Sarı saçları, mavi gözleri. İşte o anne. hani ellerinle dikeceğin gelinliğinin içine
oturttuğun, gelinin işte o anne. Sanki uzansam balkonumdan dışarı, sarksam
yarı belime kadar öpebileceğim iki yanağından. Senin adına ben söyleyeceğim kulaklarına. Annem senin gelinin olmanı istiyor diyeceğim. Kendisi oturamadı ama seni oturtacak, salonlu, salamanje’li, yatak odalı ve mutfaklı bir evde diyeceğim.
Senin adına ben söyleyeceğim anne. okudu, asker oldu diyeceğim senin yerine.
Diyeceğim de anne bir yürüyebilsem...........................

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:35 AM
Kartal ile küçük kuş - 1

bilemiyorum neresinden okunmalı bu masal
yada kime esaslı bir alkış tutulmalı farz-ı misal

bir gün, bir küçük yavru kuş,
masalın ön kapağında yazılanlar gereği
kartal yuvasında bir kafese kapatılmış.
üstelik kartal da çok aç ve öfkeli
birde arena da haydi parçala sesleri
içinden pek gelmemiş, uyumak daha cazip ama
dayanamamış da baskılara daha fazla
tüm çırpınış ve direnişine rağmen küçük kuşun
uğraşmış, didinmiş bir gözünü çıkarıvermiş.
baskılar devam ediyor etmesine de
kartalın aklı fikri bu masalın bir an önce bitmesinde
ve hadi demiş en sonunda küçük kuşa
seninle bugün daha fazla oynayamam
bir gün de ben gelirim senin süslü konağına
sen kapatırsın beni, benim yaptığım gibi
bugün benim sana yaptıklarımı
o gün de sen yaparsın bana.
şimdi çıkardığım gözün bil ki emanettedir.
bu masalın sonu arka kapakta yazılı bir bilmecedir.

arka kapak okunmadan bir şey de pek belli olmuyor
ama ön kapakta bunlar yazılı alkış onun için tutuluyor.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:35 AM
Kartal ile küçük kuş - 2

bazı masallar vardır, hiç iyi bitmez sonları
hani yorganı başına çekersin, gözlerin açık
beklemeye başlarsın korkulu rüyaları
kartal ile küçük kuşun masalıda işte öyle bir rüyaydı.

bazı masallar vardır ne yazıyorsa ön kapağında
gene benzerleri yazılıdır en arka sayfasında.
kartal öbür gözünü de çıkaracaktır küçük kuşun
hem de bir gece misafirliğe gittiği konağında.

bazı masallar vardır, en iyisi hiç okumamaktır
çünkü öğrenilen her neyse hepsi yanlıştır
şimdiki çocuklar boşuna mı vaz geçti masallardan
onların kartalları da küçük kuşları da olmayacaktır.

ama bu gecenin gerçeği de eldeki bu masal üstüne
sonuçta küçük kuş kalıverdi kartalın gölgesinde
hem bu kez iki gözü de önüne akmış bir vaziyette
korkuluda olsa bu masalı bir daha okumamak üzere

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:35 AM
Kartal ile küçük kuş - 3

“korkuluda olsa bu masalı bir daha okumamak üzere”

böyle korkuyla uyandı küçük kuş uykusundan
gerçekten akmış mıydı gözleri yuvasından
elleriyle şöyle bir yokladı, rahatladı
kafesinin kapısını keyifle araladı.

demek bir rüyaymış dedi o korkulu yaşananlar
kendi rengiydi çünkü dalgalanan bayraklar
ve çalınan marşlar bir başka havaydı
yolunan bu kez kartalın kanadıydı.

gerçekler başka yazıyor masallara benzemeyen
işte bu kez küçük kuş oldu ipi göğüsleyen
aslan bile öfkesinden kendisini paraladı
bu kez kupayı kaldıran sarı kanaryaydı.

“gerçeklerin masallarda yaşanmayacağını bilerek okumalı”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:35 AM
Katliam üzerine akşam çayı

güneşin soğuk baktığı bir sabah, kül renginde

ölü balıkları topladım sahile vuran
lağım kokulu, siyahı ağır nehirlerden
mazota boyalı kurumuş dere yataklarından
boyasız tahta sandalyeler yapmak için
topladığım kimliksiz ölü balıklardan.

kirli çamur akıyor damarlarımdan kan yerine

bir çay ocağım var sahilde, fakirhane
şöyle beş –altı masa, yirmi metrekare
bir kuytuda, maksat halka hizmet olsun
mavi denize karşı serin serin oturulsun.
kendim için değil her şey sizlere yani.

o martılar ki hiç kanat çırpmamıştı Boğaziçi ‘nde

ben neredeyse bedavaya hallettim bu işi
üç tane ithal ve hain suratlı martı getirdim
onlara bir akşam ocağında çay demledim.
öyle yanında simit-mimit yok kuru kuruya
şeker bile vermedim üç-beş bardak içtiler
bir yandan da gagalarıyla tahtaları çivilediler.
kanatlarında tüy kalmadı ama, siz üzülmeyin.

deniz aile çay bahçesi hizmetinize girmiştir

haydi çoluğu-çocuğu toplayıp sizlerde gelin
daha ne olsun işte bayat çay, olmayan bir deniz
haydi masraflar çıksın, sizleri de bekleriz.
eğer gelmezseniz bile içmediğiniz çayın bedelini
çocuklarınıza, torunlarınıza nasılsa ödetiriz.

ne kadar tabuta benziyordu o tahta sandalyeler.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:35 AM
Kayıp eşya deposu

sessizlik:

işlemeyi unutmuş gibidir saat asılı olduğu duvarda
akrep sokmuş kendini, yelkovan donmuştur soğukta
boşalmış zembereklerdir kaybolan.
bir sandal içindedir yaşam burada, okyanus ortasında
ne dümende rüzgar ne de kürekçisi vardır yanında
dalgalar öfkeli, saçını-başını yolar.
yaşanmışların adı bıçak yanığı, gömülen ölü *******e
bir kayıp eşya deposunda, derinlerin bilinmezlerinde
…………….ayar, dalga boyundan korkar.

“duvardaki saat kaybolmamıştı,
bir sandala yüklenmiş, en derine saklanmak üzere
denize açılmıştı …..”

çığlıklar:

taş plak üstünde dönmekte ince sazın fasıl heyeti
söylenen her şarkının boğazında bir başka körün elleri
iğnesini yemiş bir gramofon kırık ağlıyor.
notalar çıldırmış, kuraklık alev olup uçurmakta solfeji
olmayacak zamanda kopuveriyor telli sazın telleri
bir ses kalıyor geride, sağır kulaklar.
suflör unutmuş tüm ezberlerini, güfteler silinmiş
gece yarısının silueti hangi yana baksan çok ağır bilenmiş
……………. yıldızlar ölüyor kim doğuracak güneşi

“gramofon kaybolmamıştı,
mevsimine en uygun çiçekler arasında, büyüsün diye
yağmurda bırakılmıştı …..”

yangın:

duman tütüyor pencerenin el yazması tutanaklarında
her tarafı kırık bir melek, ok sadakta, elde yürek iki parça
toplamaya çalışırken dumandaki yazıları.
iğnesi batıyor gramofonun, bir hayalet saatin kadranında
dönmeyecek zaman gibi ağıttır bu hasret kör kuyularda
açsaydı çiçekler şarkı söyler gibi.
kayıp eşya deposunda sessiz çığlıklar yangının sönmüş hali
hangi tohum deniz olur açılır, severken bir çınarın gölgesini
…………. saçları rüzgarda böyle savrulur

“o günden sonra ihtiyar balıkçı ne bir sahile vurdu
ne zamanı merak etti, ne de şarkı söyledi
kaybolmuştu ……”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:35 AM
Kayıp gemici

kimse bilmez şimdi
kayıplara saklanmış gemicinin
neler yaptığını.
belki dayamıştır sırtını
bir yorgun dalgaya.
iskelesinin gazı bitmiş
sancağı yanıyordur öte yanda.

belki hasretine yazıyordur
okuduğu tüm şiirleri.
pusulanın şimal tarafı
duymasın diye sessizce,öfkeli.
yada yakamozlardan taç yapıyordur
hiç takamayacağı saçlarına
taşıyamadığı umutların.

korkular ve kokular şimdi
firavun bulutlarına saklanmış,
çöllerde üstü kapanmış ayak izleri.
renkler sarı mı sarı, sapsarı.
ve birden saçlarını bir alev saracak,
yüreği ve gözleri tutuşup yanacaktır.
rengi kan kırmızı, kıpkırmızı.
adını bilmediği bir ışıktan doğmuş
ışıltılı bir dalga fısıldar
birden kulaklarına.
rengi sandal sesi, su sesi.

kimse bilmez;
kayıplara saklanmış gemicinin
neler yaptığını.
yitmiş denizlerin, sönmüş fenerlerin
öte yanında gizlice ağladığını

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:36 AM
Kelebekler gibi

posta pullarının; ömürleri de bir günlüktür,
kelebekler gibi.
posta pulları da; kanat takıp uçarlar,
kelebekler gibi.
posta pulları da; gittikleri yerden dönmezler bir daha,
kelebekler gibi.
posta pulları da; binbir renk rengarenktir,
kelebekler gibi.
posta pulları da; bilmezler renklerinin kıymetini,
kelebekler gibi.
posta pulları da; renksizliğe göç ederler sonunda,
kelebekler gibi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:36 AM
Kendimi dinlemek istiyorum birazda

çok savaşlarla yorgunum.
yaşamın çakıl taşlarından paramparça dizlerim.
siperde, kan-ter, toz-duman içinde.
meçhul askerim.
her kurşun bir gözümden girer.

beklenmedik sonuçlarda bütün sevgililer,
buz tenli, birer ölü can gibidirler.

çok sevdalarla yorgunum.
gecenin karanlığında.,
aydınlığa tutulmuş yarasa kanatlarım.
çarptığım her duvar
birer çıkmaz sokağa çıkar.
hiçbir zaman açılmayacak perdeler arkasından
kimsesizlik zamana bakar.

çok savaşlarla yorgunum.
bugünden yakalanmayacak yarınlarım yok
avuçlarımda.
kurumuş eski sevgililerden gelen çiçekler
satır aralarında
en çocuksu masalı dinler gibidirler
şimdi mahur bir bestenin mahmurluğunda.
ne bir piyasa akşamında
kentin en frapan bulvarında,
ne bir akşam simitinin susamına takılmış
boş bir çay bardağında.
yani boş bir deniz üzeri ufuk çizgisi değil
üstünde en sevdiğim gemiler.
ve martıların çığlıklarında

sen olsan da olmasan da
birazdan gece bastıracak
güneşin güne gebe kaldığı zifaftan oldukça uzak
acımasız ve kıran kırana bu yangına tutunarak
yeni bir şiir yada bir öykü yazılacak.
eski bir pazar hamalının küfesinde yüklü,
tüm geçmişlere,
acılara, tutkulara, inanmadan merhabalara
hepinize....
çok yorgunum savaşlarla.
ve sevdalarla
bir parça sessizlik lütfen.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:36 AM
Kırlarda Papatyalar

bugün kırlarda papatyalar topladım senin için
rüzgar saçlarını öylesine alıp dağıtmıştı ki,
topladığım papatyaları göremedin.
üzerimizde kanat çırpan bu kuşlar……,
adı martı mı nedir dedin, bu çığlıkların.
kanatlarındaki beyaz sanki papatya yapraklarının
ötesi boynu bükük bir fotoğraftır masanın üstünde.
suyu kendinden tazelenir aklına estikçe…..

sen şimdi bana, saçlarını dağıtan o rüzgarı geri ver.
bir lodos köpüğü gibi mavi ve yosun koksun
kanat olsun üstüme, alıp götürsün beni
kır papatyalarının doğduğu yere ….,
son derece sarhoş bir deli yürek bulayım
ona söyleyeyim haydi şimdi diye, ya da o ben olayım
ne kadar koku alırsa o kadarını koysun bir zarfın içine
ve yazsın üstüne: zambakların tükendiği yere......


ve sevgili şair dostum Esin Döndüoğlu ne demiş bakalım;

BAŞIM GÖZÜM ÜSTÜNE

Uyanıverdim ansızın
Pencerem de martı sesiyle
Beyaz mı beyaz, ama ürkek
Gagasında papatya boynu bükük,
Yol yorgunu..
Aşklar diyarından dedi usulca, sana
Kanatlarını salladı,koktu boğaz
Papatya beyaz,masum ama kışkırtıcı
Aşkın ilk hali sanki.
Yaz
Aldım başım gözüm üstüne..
Ey martı, mavi güzel martı
Yol mu uzun,sen mi ağır
Benden geçti ki bahar
Gönlüm sen kadar çırpar belki kanat
Başımı da döndürür kokan boğaz
Ama ne ihanete,ne yalana
Bu da değil e
Kaldı takat
Aldım başım gözüm üstüne
Seninle yollayacak ne bir umudum
Ne hayalim
Sadece zambak kokum var
Aşk diyarına, zambaklar diyarından
Bir de sorum
Niye geç kaldınız….

Esin Döndüoğlu 22/02/2007

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:36 AM
Kırmızı halıda yürümek - düz yazı

Kimilerimiz bakanlık merdivenlerine serilmiş kırmızı halılara tozu iyice silkelenmiş ayakkabılarımız ile çıkmak gibi bir yaşam kadranının içinde dönüp durmayı amaçlamışken, kimilerimiz Cannes’in festival sarayı önüne serili kırmızı halının üzerinde iki adım atmayı bir yaşam amacı olarak edinmişlerdir. Kimilerimiz tükenişimizin el etek öpme faslında gezinirken diğerlerimizin yaratıcılık ufuklarının taçlandırma jürisi karşısında şık bir selama durmasının arasında öyle kolaylıkla eldeki rulo haline getirilmiş mezurayla ölçemeyeceğimiz bir kalite farkı vardır.

“Ben 2000’li yıllarda Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin bir bireyi olarak, bir Türk olarak eğer gururla göğsümü kabartacaksam her gün bakanlık merdivenlerini arşınlayan o kişiler yada taşıdıkları zihniyetten değil Cannes’in kırmızı halısı üzerinde adım atabilecek sinemacılarla, edebiyatçılarla, ressam ve heykeltıraşlarla, mimarlarla gurur duyup göğüs kabartırım ancak.”

Bu farkı; belki içi doldurulmamış milliyetçilik şırıngalarını çok küçük yaşlardan ve bünyeye uygunluk kontrolü yapılmadan her aklımıza estikçe damardan pompalamakla kendimiz yarattık. Yada Allah ın öyle söylendiği gibi pekte sevgili kullarından olmamak gibi bir şanssızlığımız vardı ve o neden oldu. Ama bize benzer bir başka ülkede olsa bütün gündelik siyaset haberlerinin dar havuzundan taşarak ortalığı iç ferahlatacak bir akşam serinliğine dönüştürecek “ üç genç bilim insanının neredeyse tükenmeyen enerji tüketim aracını icatları “ şeklindeki bir haber gündelik magazin hevesi gibi anında tüketilmez ve öyle kolay kolay manşetlerden inmezdi. Üç tane şarkı ile kavgalı jüri önünde ne yaptıkları pekte belli olmayan yarışmacılara sponsor olabilmek için yırtınan ileri gelen zevat’ımızın listesi de aynı haberin altına sıralanmaya başlardı, projeye katkılarından dolayı.

“Ben 2000’li yıllarda Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin bireyi olarak, bir Türk olarak eğer gururla göğsümü kabartacaksam her gecenin uyku kaçırma hapı gibi önümüze serilen garip ve bol ışıklı şovlarda kavga edenler yerine laboratuarların ecza kokulu dehlizlerinde insanlık adına gecesini gündüzüne katanlarla, o bilim insanlarıyla, araştırmacılarla yada geliştirdikleri sistemlerle ülkenin yazgısı üzerine yaldızlı cilalar katacak sanayiciler, ekonomistler ve adını anamadığım niceleri ile gurur duyup göğüs kabartırım ancak.”

Yakınma ve şikayetlerimiz madem dünya üzerinde yanlış anlaşılmaktan, hep üzerinde değişik kobay işlemlerinin yapıldığı bir karalama motifi olmaktan yana o zaman o vitrine başka kimliklerle çıkmanın zamanı gelmedi mi. Karizmayı boş efelenmelerle gümbürdeyenlerin üstüne oturtarak yeniden tanımlamak yerine dünya vitrinine; sanatta yaratıcılık, bilimde insanlığa hizmet adına, sporda ahlaklı ve dürüst rekabetin gereklerini sağlayarak başarı kupalarını birbirini ardına kucaklayacak kişi yada ekiplerle çıkarsak görün bakalım o üzerimizde karanlık hesapları yapanlar, küçümseyenler nasıl karşımızda saygı ile önlerini ilikliyorlar.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:36 AM
Kısa çizgi üzerine

her yerimden
en derin
hançer gibi içime işledin

her telimden
en turna
türkü yaktım acılarıma

her günümden
en yarım
yaşanmamışları yaşadım

her pencereden
en yokluk
göremedim bir solukluk

her güneşten
en sıcak
çok üşüdüm ağlayarak

her doğumdan
en ölüm
şimdi hoş geldin iki gözüm

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:36 AM
Kış gelmediki daha

bozacı geçmeyecek bu akşam sokaktan,
kış için henüz çok erken saattir.
gerek yok kapıların altına,
kum torbası koymaya.
al ellerini çocukların,avucuna.
sür yanağına.
ısınacaklardır.
varsın kestaneler kebap olmasın
sobanın üstünde.
başka eğlenceler bulunur merak etme sen
otururuz karşılıklı,
elim sende oynarız istersen.
gör işte hala yazlıklarımız asılı ipte.
yorgunluğundandır insanların,
boş bırakmaları sokakları bu saatte.
kış gelmedi ki daha
ve gözlerimde böyle gezdirirken gözlerini
veda edemeyiz asla bahara.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:36 AM
Kış hatıraları

daha bir yaprak bile düşmemişken takvimden.
hiç bu kadar sıcak olmuş muydu ellerin senin.

oysa çok iyi bilirim ki ben,
sen adımı yazardın hep
buz tutmuş pencerelere.
tırnaklarınla kazıyarak,
üşümeden, üşenmeden.
yer yatağımızdan dinlerdik,
sıkıca sarılıp yorganımıza.
uzaktan silah sesleri yırtardı,
tam ortasından *******imizi.
kurt sesleri vurulurdu
bembeyaz dişlerinden
aç karınlarına.
acı, onları daha yüksek
dağ köylerine kaçırırdı.
arkalarından ayak izi değil
kar üstünde kan izleri kalırdı.
bir açlık ve ölüm senfonisi
kulaklarımıza kurşun gibi dolardı.


sabah olur, bahçeye çıkardık,
beklemeden güneşin doğmasını.
sen havuç burunlu
kardan adam yapardın,
bende kocaman göğüslü
kardan bir kadın.
içimizden hiçbir şey demezdik
ama dışımızdan,
kızar gibi yapardık birbirimize.
ve bir ateş yakar hemen diplerinde
eritirdik kardan sevgililerimizi,
kartopu oynardık çocuklar gibi
kardan aşklarımızın karları ile.
güneş doğardı üzerimize,
her taraf bembeyaz, sarılırdık.
bir tek bardağımızdaki çay
beyaza benzemez, kan kırmızı,
kar ise çoktan örtmüş olur
kurtların kan izini, bir şey kalmazdı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:36 AM
Kıyamet gecesi

bahçemde kökünden tufan olup sökülürken ağaçlar
'kayıp bir renk vardı , hafifmeşrep hırsızlıklara kaçıyordu'
ellerim kayboluyordu.
dalgakıranımda kırılıyordu, dalga boyu dallar
“ağlayan bir ses sanki uykumu tam ortasından bıçaklıyordu”
kulaklarım kanıyordu.
çomak ne kadar kısa düşmüştü önüme
çelik, ortadaki kuyuya atmıştı kendini.

gözümü açsam mı açmasam mı gözlerine bakmak için
“sanki donmuş ayak izlerimin üstünde kurtların aç diş izleri”
cesaret boyutum kuruyordu.
anlamıyordum, elimdeki bu zavallı tahta parçası niçin
“yastığımdaki sıcaklığının neden dondurduğunu tenimi”
bendeki ben yok oluyordu.
kör değildim, berrak bir rüya önümde
sen neyi ebelemeye çalışıyordun böyle.

“korkulu rüya görürsün, yatağında ekmek kırıntısı olursa
böyle, güneş gözlerini açar ve ay burnundan solursa …. “

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:38 AM
Kızkulesi aşkı

kızkulesi kalmış dalgalar ortasında
ay saklamış içine sanki
pencerelerinden ışık sızıyor.

canım şimdi bir sandal olmak istiyor.
denizden uzaklaştırılmış
çok asi kılıklı.
kürekleri astar çekilmemiş ucuza boyalı.
koparıp iplerimi sahipsiz balıkçıdan
yol almak
üstüne doğru korkmadan dalgalardan.

varıp sahiline tutmak o beyaz ellerini
alıp kaçırmak sonra kızkulesini.
doğru en uzak atalarımın denizine
orada kıyıvermek nikahımızı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:38 AM
Kimbilir

belki son satırına gelemeden
bu öykünün,
beklemediğim bir gece yarısı
aniden ölürüm.
kalp sektesinden
ya da başka bir şeyden
nerden bileyim
şimdiden.

adımı ağıt gibi söylersin.
gözyaşlarından
resmimi bile göremezsin.
kendini toplaman zaman alır,
bu öyküde bitmeden kalır.

iyisi mi yazacaksan şimdi yaz,
bir daha hiç yazamazsın.
ya da vaz geç, hiç yazma.
son satırını herkes
kendi istediği gibi okusun.

sende şimdi anlat bana
haydi ne olursun.
bir kadeh şarap koy
şöminenin ateşinden.
uzan şöyle sıcacık yanı başıma.
esmer esmer koksun saçların.
haydi anlat bana
haydi ne olursun.
ne okumak
neler duymak istediğimi
nasılsa çok iyi biliyorsun.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:38 AM
Kimdi o şarkıyı söyleyen

bu sabah dinlediğim o şarkıyı,
sen söylemiyordun da kimdi söyleyen.
hani yeni kalkmışım yataktan
tam yüzümü yıkarken….
daha ilk nefesi çekmemişim sigaramdan.
demleyeceğim çayın rengi
gözlerime oturmuş.
akşamdan da kalmışım üstelik
yine efkar dolu, yine adamakıllı sarhoş..

sesi sanki sendin,
ama biliyorum sen hiç değildin.
sen; ellerimi tut, gözlerime deli bak
ondan sonra kalk iki sigara birden yak
bir tanesi benim için, ilk nefesi çek öyle ver
demezsin ki.
sesi sana benziyordu ama gözleri başka renkti.
o şarkıyı söyleyen sahi, kimdi….

belki hiç kimse, adı senin adın olmayan….
ben gene hiç aldırmadan
ayakkabılarımın boyalı olup olmadığına,
niye taramadım saçlarımı
böyle pek alaturka demeden
yine koşturmaya başlamalıyım, gecikmeden.
çalınmayacak her şarkıyı, her sabah
senin söylemeyeceğini asla bilerek
kazmaya başlamalıyım toprağımı yüreğimle.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:38 AM
Kimseler bilmemeli

ikimizin arasında kalmalı tüm yaşadıklarımız
kimseler bilmemeli gece gündüz seviştiğimizi
yer sofralarında yemek değil açlığımızı yediğimizi.
en erken açılan pencereden çiçeklere su verdiğimizi
ikimizin arasında kalmalı tüm yaşadıklarımız
kimseler bilmemeli, bizim en çok ne sevdiğimizi
mavinin adını ağzımıza almamalıyız.

bir alev topu gibi içimizde saklamalıyız
yangınımızın dumanı taşmamalı gökyüzüne
kuşların özgür kanatlarına vurmalı renklerimiz
bilecekse onlar bilmeli birde takvim yapraklarımız
ikimizin arasında kalmalı tüm yaşadıklarımız
kimseler bilmemeli, bizim en çok ne sevdiğimizi
ter kokusunun adını bile anmamalıyız.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:38 AM
Kimsesiz ortaklık

merhaba balıkçı,
cebindeki son sigarayı paylaşacak,
bir başka yalnızlık mı arıyorsun.
bir fener, bir kılçık, biraz iskele biraz sancak.
karanlık bir denizde parlayacak
delişmen bir yakamoz, hayli oynak.
belki bir ateş böceği
kibrit alevi renginde ve bir anlık fener ışığı ömründe.
uzat elini,
tutunacak kimseyi bulmamak olmasın korkun.
bileklerinden sanırsın,
ama yüreğindeki kelepçedir o sızı
uzatıp ellerini tutamadığın.

ben buradayım balıkçı,
güvertene ulaşmayan ayak izleriyim
dalgalar değilim.
bir kat daha yalnızlık örtüsü gibi
karşı tepelerdeki o karanlık ağaçların çizgisini
tanıklıklarında gece kuşlarının
sessiz ve incesiz
bir bıçak gibi kazıyanım isminin baş harflerini,
yalnızlık çığlıklarının orta yerine
ellerimle

cebindeki son sigarayı
paylaşacak bir başka yalnızlık mı arıyorsun
o ağaçlar hiç yanmadan,
gece kuşları ölmeden.

tanıdığımız son kuşlar biz değil miydik balıkçı.
ya karanlık ağaçlar
ya güverteye ulaşamayan dalgalar
biraz iskele, biraz sancak biz değil miydik,
biz değil miydik
yalnızlıklardan köşe-bucak kaçarak
bir son sigaraya ortak nefes olamamak
biz değil miydik
kimsesizlik.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:45 AM
Kimsesiz panayır çocuğu

önce ince bir zıpkın saplandı zannettim ama değildi …
denize benzemiyordum ki mavi dalgalarım yoktu
bir çadır örtülmüştü üzerime, çok bulutlu
onun altında uyuyordum
düşlerimde hep müşteri yıldızı düşerdi üzerime
rüzgar keşişlemeden eserdi, bir garip üşürdüm.

sonra gözlerimden fırladı birden sanki iki ateş topu …
yangın değildim, ellerim daima soğuktur benim
bakın dikkatlice düşlerime düşen yıldıza
orada yazılıdır benim rengim
bütün pınarlardan ne kadar uzak olsa da susuzluğum
yüzümde en boyalı maske, maymunla maymun olurum

çöktüm birden dizlerimin üstüne, başım düştü önüme …
seller akıyordu gözlerimin içinden ağlayamıyordum
lambalar en küçük mumları dansa kaldırmışlardı
ben hiçbirini tanımıyordum
bildiğim bütün yabancılıklar gelip elimden almadan
sarılmıştım tutunduğum ipe, en kalın yerinden kopmadan

denizler, yangınlar ve seller gibi bir çığlık, içim boşaldı …
taşlar patlıyordu beynimin içinde, ben ölüyordum
bir balyoz sesi gibi dağılıyordu yarınlarım
işte ben o an seni düşünüyordum
oysa daha fotoğrafını bile görmemiş, hiç tanımamıştım
gözlerini görmeden sevmelere daha yeni başlamıştım.
………….

ben bir panayır yerinde yeni yetme ip cambazıydım.
bazen palyaço gelmez onun yerine yüzümü boyardım.
maymunum konardı omuz başıma, beraber takla atardık
varsa izleyen çocukların hatırına güler gibi yapardık.
ben yeni yetme bir ip cambazıydım panayır yerinde
boyumdan biraz daha yüksek bir telin yürürdüm üzerinde
arada düşer gibi yapardım, tek alkışımı o zaman alırdım
annem gelince aklıma hiç belli etmez içimden ağlardım.

bugün de şişman kadın gelmemiş onun yerine geç dediler
göbeğimin üstüne kocaman taşları ölüm gibi dizdiler
daha ilk balyoz indiğinde zıpkın yemiş gibi oldum
anladım ki gözümden fırlayan ateş topu değil ölüyordum.
yangın ve seller felaketimdi annem gibi ölümdü, iyi bilirdim
ama gözlerini görmediğim gibi denizi de hiç görmemiştim
gizlisinde izmariti bile ortak nefes olup çekemediğim hayatı
patlama olup elimden alıyordu belki hiç olmamış bir başkası.

ben bir panayır yerinde yeni yetme ip cambazıydım …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:45 AM
Kimsesizlik benimledir

bu saatlerde rakı,
alır gözleri uzaklarda dolaştırır.
bir batık gemi peşindedir sanki.
içinde yitik sevdaların saklandığı..
denizler kimsesizdir.
rakı benimle beraberdir.

martılar saklanır dalgakıranlara
denizler kimsesizdir.
ay vaktinde yakamozlar açar,
renkleri martı kanatları gibi parlar.
******* kimsesizdir.
yakamozlar benimledir.

bu saatlerde rakı,
olmayacak saltanatlar kurar.
sonu hep bir facia, hep aynı acı.
tutar yakandan boşluklara atar
yolun kapalıdır, orada rakı yoktur
yüreğin kimsesizdir.
kimsesizlik benimledir.
rakı bahanedir.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:45 AM
Kimsesizmisin

yapayalnız oturmuş,
kimsesiz gibisin.
görmüyor gözlerin
önünde bin demet lale…
oturduğun tahta sıra,
akşamdan mı kalmış ne.
öylesine bir hüzün saklı
sanki üzerinde.

birisi mi var yoksa gelecek,
bekle mi dedi.
bir sokak kedisi mi
sevgiye aç gözleri ile…
önündeki lalelerin,
var mı açmamış bir rengi.
gözlerindeki yalnızlık,
akşamdan mı kaldı ne.

ne o, yoksa birazdan,
kalkıp gidecek misin.
önündeki lalelere
hoşça kal demeyecek misin.
ben arkandan izlerim seni
yarın gene gelecek misin.
acısız bir öykü olurum söz,
beni dinleyecek misin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:45 AM
Komünizm müstehcenliktir - eleştiri notları

Henüz güneş doğmamıştır. Genç kadın ve genç adam ayaklarını uzatıp oturdukları kır çiçekleri ile bezeli bir yamaçta, kuş sesli notaların saba makamındaki müthiş romantik melodileri eşliğinde güneşin doğmasını beklemektedir. Kadın başını erkeğin omzuna dayar ve fısıldar.
- Beni seviyor musun …
Adam gülümseyerek dudaklarını kadının saçları arasında dolaştırır ve kadının sesine ayarlı bir tonda fısıltıyla yanıt verir. –Evet sevgilim, hem de çok, doğacak güneş kadar …
Güneşin ilk ışıkları kendini belli etmeye başlamış ve kararmış gümüş renkli bulutlar hafiften nurani bir aydınlığa ve giderek pembeleşmeye ve daha da ileri giderek kızıllaşmaya başlamıştır. Kadın ve erkek aynı anda sanki sözbirliği etmişçesine ve biraz da manzaranın ve renklerinin ateşlemesi ile haykırırlar. –Şu gökyüzünün rengine bak, nasıl da kızıllaştı …

İşte olan da bu anda olur. Ve gerek kadının gerekse de erkeğin gözleri arkadan bir el tarafından kapatılır. Bil bakalım ben kimim der gibi. Şaşkın ve biraz da korkulu ve gene aynı anda haykırır kadın ve erkek.
-Sen kimsin?
Gök gürültüsüne benzer kalın ve ürkütücü ses gecikmeden yanıt verir.
-141-142

Bir zamanların toplumu etkisi altına alacak, halkın haya duyguları da dahil olmak üzere tüm temel değerlerini alt üst edip devletin kurumsal niteliklerini soğuk kış karasına benzetecek en büyük tehlike olarak görülen komünizm önünde, yasalardaki 141-142 nci maddeleri korumacı bir kalkan olarak kabul eder ve derin bir oh çekerdik. Tüm düşünmeye ve üretmeye hazır gencecik beyinleri bu zırhlı maddelerin verdiği yetkiye dayanarak önce cezaevlerinin taş duvarları arasında prangalar, olmadı der ve sonrasında da “bir kızıl şafakta” yağlı urganlarla sallandırırdık.

Devlet, kendisini kendisinden yani kendi halkından korumak için yemez-içmez-uyumaz hep böyle zırh çeliğinden mamul maddeler üretirdi. Hala da üretmeye devam ediyor. Bizler de yatıp kalkıp dua ederek “devletimiz sen bin yaşa, ne güzel bizi her türlü melanetten koruyorsun diyeceğimiz yerde” hiç rahat durmaz ve bu üretimi teşvik edecek yeni yaramazlıklar peşinde koşar, yeni oyunlar icat ederdik. Hala da bu huyumuzdan vazgeçmiş değiliz. Böyle gidip yada yuvarlanıp duruyoruz işte.

……………..

Henüz güneş doğmamıştır. Genç kadın ve genç adam ayaklarını uzatıp oturdukları kır çiçekleri ile bezeli bir yamaçta, kuş sesli notaların saba makamındaki müthiş romantik melodileri eşliğinde güneşin doğmasını beklemektedir. Erkek birden elini kadının kısacık eteğinin altından gözüken ve üzerine güneş ışığı düşmüş bacaklarına uzatır, okşamaya başlar. Kadın da bu harekete dudaklarını erkeğe uzatarak karşılık verir, öpüşmeye başlarlar.
İşte olan da bu anda olur. Ve gerek kadının gerekse de erkeğin gözleri arkadan bir el tarafından kapatılır. Bil bakalım ben kimim der gibi. Şaşkın ve biraz da korkulu ve gene aynı anda haykırır kadın ve erkek.
-Sen kimsin?
Gök gürültüsüne benzer kalın ve ürkütücü ses gecikmeden yanıt verir.
–Müstehcenlikle mücadele

Çağımızın ne yaparsan yap engellenemez, vize konulamaz erişim coğrafyası içinde, şimdi müstehcenliği engelleme başlığının altında gene devletin halkını yada kendini koruma uğraşlarının sansür biçimli makasının kestiği elbiseyi girmeye zorlanıyoruz. Amaç ilk bakışta içinde “çocuk pornosu” gibi gerçek anlamda yüz kızartıcı bir ticaret malzemesinin adı geçince doğru gibi geliyor. Ama o zamanda neden 2001 yılından bu yana uluslar arası mücadelede “çocuk pornosuna” ait ek protokolü imzalamıyoruz diye soruyoruz. Buna akıllı bir yanıt gelmeyince de o zaman başlıyoruz öküz altında buzağılar aramaya. Amaç iletişimin bir şekilde engellenmesi yada doğru deyimiyle sansür uygulaması ile gene azgelişmişlik egolarımızın tatmini mi.

Bu mücadele için (!) yeni bir kurul oluşturulacak. Bu kurul üyeleri 24 saat izledikleri yayınlar içinde tam tanımı yapılamayan “müstehcenlik” dürtüsü ile karşılaştıkları anda hemen telefona sarılıp haber verecekler elinde makas yada sis püskürtme pompaları ile beklemekte olan bir üst kattaki emir vericilere.
–Efendim bir tane daha bulduk adres www….

Bu kez 141-142 de olduğu gibi mahkeme kararını filan beklemekte yok takdir edilen cezayı uygulamak için. Kes, sustur, engelle tamamdır iş …. TV’lerin gece yarısın sonrasında yayınladıkları programların bazılarının başında ekranın sağ üst köşesindeki sevimli aile figürlerinin yerinde “dikkat..cinsellik ve şiddet içermektedir” ibaresi yer alır. Bu uyarı eğer, örneğin gece saat üçte bütün aile bireylerinin çoluk-çocuk ekran karşısında esas duruşta hala TV izliyor iseler varsayımından yada internet bağlantısı karşısında gene aynı kadro, çoluk çocuk arama motorlarına gaz verileceğinden yola çıkıp da durum budur anlamına geliyorsa işin acı ve traji komik bir başka nedeni daha da çıkar ortaya ki belki o zaman birey ve aile sorumluluğu ve disiplininden bihaber toplumumuz için doğru uygulamadır, müstahak olma durumudur. Falanca kişinin bizim adımıza çıkıp, “sen bunu izleme müstehcendir, ahlakın bozulur, bak çocuklarını bile yatırmamışsın bu saatte “ demesinin başka bir bakışla da açıklanmasının pek mümkünü yoktur.

Korkularımız işte …Dün komünizmden, bugün müstehcenlikten, daha önceki gün adı şimdilerde unutulmuş olan bir başka başlıktan ve yarınlarda adının ne olacağını bilemediğimiz korkularımız … Yada kişilik yada güven yada seviye … Öyle şeyler işte. Bu kadar koruma ile geldiğimiz yerler de bu kadar belli iken. Çocuk ölümlerinde dünyada kaçıncı sıradayız, birinci mi …yada halkımızın hayat standardı, refah toplumlarının kaç fersah gerisinde, önemli mi?

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:45 AM
Konfeti çocuklar

konfetiler, konfetiler, konfetiler …
sanki gelenler, bir seferberlik sonrası, savaştan dönenler
şehir, kendi karanlığının alışılmış yağmurlarında ıslak
ama gelenler üzerine bir sevinç gibi rengarenk haykırarak
saklanmış bir şiirin en sona yaklaşmış satır aralarında
izlemektedirler bir çocuğu oynarken, şehrin çatı katlarında.

konfetiler, konfetiler, konfetiler ….
gece yarılarının kulaklarına bir fısıltı gibi inmekteler:
ağzım çok kurudu bu gece, ateş basması gibi susamışlıklardan
haydi soğumuş bir pınar sesi gelsin, çağlarcasına uzaklardan
silinsin pencerelerimizin üstüne sinmiş tüm bulutlar
biz yeni yıldızlardan yaratalım, el değmemiş oyuncaklar.

çocuklar, çocuklar, çocuklar …
korkmadan söyleyin içinizden geçeni, yanlış anlamazlar.
biz şairiz deyin mesela, onun için benzeriz yıldızlara
ve firardan değil sevdadan saklanırız satır aralarında.
bakmayın sofranızda ve başucunuzda görünmediğimize
hiç mi bir rüzgar hissetmediniz dün gece yüreklerinizde.

çocuklar, çocuklar, çocuklar …
ellerindeki makas ve renkli kağıtlardan konfetiler yaptılar
çıkıp dolunay’a ışık yollarından, yazdılar beyaz tebeşirleriyle
yazdılar, dudaklarında ıslık olan şarkıları bilinen sözleriyle.
sonra umut mavisi ve bereket yeşilini boyadılar aşk kırmızısına
gökyüzünde artık bir değil iki ay vardı uykuya daldıklarında …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:45 AM
Koridorların bulanık kalabalıkları

olmuyor her zaman aynı şey,
gelecek diye beklediklerim
hiçbir zaman gelmiyor.
ince ipliklerle sarılmış makaralar
biraz ağırlaşınca kendinden yukarı
hiçbir yükü çekmiyor.
ve kimsesiz kalabalıklar akıyor
dalgasız ve kumsuz sahiller gibi
gölgesiz, rüzgarsız üstelik hepsi
akıp gidiyorlar önümden
değerini bilmedikleri
anlamlı bir doğumdan gelip,
anlayamadıkları anlamsız bir sona.
akıp gidiyorlar önümden,
ayaklarımı kaldırıyorum.

ayaklarımı kaldırınca ellerim tutmuyor.
ne bilge kişiliği olabiliyorum
kendi yarattığım efsanelerin,
ne sersefil kaldırımlarımda
divane bir şairim.
en kötü aşk şiirlerinde bile
iki dize alt alta gelemiyorum.
ellerim tutmayınca bir tuhaf oluyor,
seni seviyorum diyemiyorum mesela
aklıma her geldiğinde,
ne zaman bir bulut geçse üzerimden.
ya da fırtınaların senfonisi
dolsa her kareme bir çığlık gibi.
giderek bulanık bir izdüşümü
ve yoğrulmuş çiğ hamurların
çözümsüzlüğü.

şimdi yavaşça ayaklarımı indiriyorum.
ellerimle ne kadar net çizgi kalmışsa
yüreğimin kenarında
sıkıca sarılıp beynime saklıyorum.
ve ayağımın altında akıp giden
kalabalıklarda bir yer buluyorum kendime.
arkada bir iz kalıyor, hani bilirsin.
sakin denizlerde yol alan teknenin
arkasından açar gibi kollarını
geride kalanlara.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:47 AM
Korkma sakın

bir deniz türküsü sanma sakın.
sancaktan gelip de saçlarını
açlığın nefesi gibi okşarken,
bırakıp da giden., darmadağın.

albatros kanatlarından üstüne düşen gölge,
güneşin senden sakladığı aydınlıktır.
korkma sakın.

bir çoban türküsü sanma aman ha!
dağlardan gelip de yüreğini
sevdanın ağır elleri gibi sıkarken,
bırakıp da giden., paramparça.

dağlardan, ırmaklara, yol bulup denizlere,
taze bir bulut gibi koşan sensin.
durma sakın.
açlığın nefesi gibi okşarken,
bırakıp da giden., darmadağın.

albatros kanatlarından üstüne düşen gölge,
güneşin senden sakladığı aydınlıktır.
korkma sakın.

bir çoban türküsü sanma aman ha!
dağlardan gelip de yüreğini
sevdanın ağır elleri gibi sıkarken,
bırakıp da giden., paramparça.

dağlardan, ırmaklara, yol bulup denizlere,
taze bir bulut gibi koşan sensin.
durma sakın.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:47 AM
Korku ve ceza ve suç

korku:
yanaklarından aşağı lavlar süzülürken
bilekleri ince bir dağ çiçeği keser yolunu.
rengi solgun, bakışları ürkek ve korkulu.
yangın kavurmaya başlamıştır hayat yollarını.
sonrası çığlıksız ve yarınsızlıktır.
gözlerinin güneş ışığından
bir daha hiç kamaşmamasıdır.

ve;
bu saatte daha yanmamıştır şehrin ışıkları
kolluk kuvvetleri vardiya değişimindedir.
kepenkler aşağıya çekerken eteklerini
daha çok açılır ve çırılçıplak kalırlar.
bütün vanalar ise hala kapalıdır
sokaklar dar ve geçit vermez sancılı,
yanan bir kibrit çöpü ama patlayan volkandır.
yanaklarından aşağı süzülen lavlar
işte bu volkandan doğmadır.

ceza:
nasıl biter dağ çiçeğinin kokuları
elinden gelip de yakamazsan bütün dağları.
ama bitecek bir şeyler de elbet vardır.
bunlar kızgın lav gibi akan gözyaşlarıdır.
yarın bir başka dağ çiçeğinin yanaklarından
gene bir volkanın lavları akacaktır
bir kibritle patlamanın hemen ardından.

sokak ışıkları hala yanmamış
ve vanalar kapalı olacaktır.
sadece kepenkler kapanır gibi yapacak
ama açılan eteklerle çırılçıplak kalacaktır.
bacaklarının arasından
adı suç olan
karanlık yaratıklar fırlayacaktır.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:47 AM
Korkumun nedeni başka

dilimde bir türlü işlemiyor
şu sansür meselesi.
makası alıp gelsem yanıma,
önceden uçuruyor haberi
saklıyorum kendimi.
verilecek cezadan,
dilimin kesilmesinden
değil korkum,
başka bir şey.
beni böyle sevmeyeceksin o zaman
susup oturmama alışık değilsin,
ben değilim sanar, çeker gidersin
onu biliyorum.
ondan korkuyorum.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:47 AM
Korkuyla yaşamak

Külhani yanı, şarabi havalarda saklı
Bir anıt yükselir iskele tarafında.
Sahil boş ve bütün gezilere kapanmış gibidir.
Terkedilmişlik martıların
Ve boşalmış kadehlerin insafında.
Korku kendi kendisinin bekçisidir

Sahilde.
Şimdi şehrin el değmemiş,
Bakire bir yamacında,
Gölgeye saklanmış yırtmaçlardan fırlar
Hırsız yüreklerin sırt çantasındaki
Çalınmış çocuklar.
Yalnız sokağa çıkmak
Mangal gibi cesaret ister.
Burada bildiğin hiçbir ses
Benzemez duyduğun hiçbir sese.

Nereye gitti benim sevdiğim şehir.
Hangi duvarda asılı yaptığım resim,
hangi aşığın belleğinde kaldı
Yazdığım şiir.
Arama boşuna.
Daya sırtını terk ettiğin sigara dumanına
Bir nefes daha.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:47 AM
Korkuyorum

korkuyorum pranga mahkumu olmaktan.
korkuyorum,
cezasız bir suç adına
bin tutkuyla sıkıştığım aralıkta
gözlerim tavanda, sırt üstü yatmaktan.
korkuyorum,
sakladığın yerdeki anahtarı
bir daha hiçbir yerde bulamamaktan.

korkuyorum sana daha yakın yorulmaktan.
korkuyorum,
soluğuna bir adım daha
soluk verecek kadar yaklaşıp yanına
sarılarak tüm varlığımla, soluksuz kalmaktan.
korkuyorum,
tattığım kokusuyla teninin
sana prangalı bir mahkum olmaktan.

korkuyorum ayrı dünyaların aynı hücresinde,
seninle eşit mahkumiyetin
cezası olmaktan.
ellerinle üzerime çektiğin perdenin
ter döküp sıcağında
korkuyorum bir daha çıkamamaktan aydınlığa.

korkuyorum doğurduğun çocukları unutarak
her gece yeniden gebe kalmandan,
ve her sabah yeniden beni doğurmandan.
korkuyorum,
korktuklarımı sahipsiz bırakıp,
seni dönüşsüz yollarda yeniden yaşatmaktan.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:47 AM
Korkuyu kovarken sen olmayacaksın

bir kapının açıldığını duymak.
ya da bir pencerede ışığın yandığını.
ağacının dallarında beslediğin güvercinlerin
her gece yatmadan, okşamak kanatlarını.
açık bırakıp gökyüzünün tüm kapılarını
onlar çok eskide kaldı dememek hiçbir şeye
umut saklamak, geceye rağmen,geceye.
ne kadar sığarsa o kadar düş …..,
her gece kaybolduğun gecenin içine.

korku atomları böyle parçalanır bir tanem.
gözünün gördüğüne kapatmayacak gözünü,
seveceksin içine çektiğin her kokudaki kokuyu,
duyduğun ses doğrultmalı seni durduğun yerde
karınca geçse önünden, merhaba demelisin.
korku işte böyle sökülüp atılır yürekten.
geceye rağmen gecenin içinden.

korkuyu kovacaksan geceyi bekleyeceksin.
senin olmadığın zamanları yani yanı başında.
sensizliğe seninle karşı koyabildiğin.
işte o zamanlarda en okkalı yanındasın yaşamın
farkında mısın?
korkuyu kovarken içinden,seni bekleyeceksin.
Yapabilecek misin?

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:48 AM
Kömür karası / ömür yarası

parmaklarımın arasında son sigara
ciğerim çekiyor, bende suç yok.
inan canım şimdi dört yanım grizu
derin çizgilerimde kömür karası
kömür karası gözlerin geliyor aklıma /
grizu dört yanımda birden patlayınca

bir yemek molası var şimdi sırada
oysa aç değilim ki ben karnım tok
senin gibi, açlığımda kaldı yukarıda
hiç saymadım inan, inerken merdivenleri
ölmeden girmek bu demek mi mezara /
gözlerim gözünü görmeyince karanlıkta

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:48 AM
Kör milat

dünya dönüyor ısrarı sürüyorsa hala
bugünlerde de Galileo’nun
yapacak hiç bir şeyi kalmıyor engizisyonun …

bir sabah uyandım
ki kör olmuşum, görmüyorum …
yastığına elimi atıyorum, içimde bir korku, bir telaş
yokluğunla çığlık gibi kucaklaşıyorum.
ellerim ter içinde, yüreğimde kan damlası
yazacağım son şiirin, takılı kalmış kalemimde son satırı.
bir sabah uyandım ki sen yoksun
mendirekler hala koparıyorsa dalgaları birbirinden
sen hangi gemiye binip kaçtın bu denizlerden.

bir sabah uyandım
ki kör olmuşum, duymuyorum …
çoktan geçmiş olmalı yelkovan yirmisi akrebin sekizini
zamansızlığın ilk adımlarını yaşıyorum.
neden gelmedi hala bakkal çırağının sesi
nasılda bekliyordum manşetteki batan geminin haberini.
bir sabah uyandım ki sen gitmiştin
martılar son kırıntılar için çırparken ilk kanatlarını
denizlere dubasız gömmüştün tüm yaşadıklarını.

.........

atsam yüreğimle beynimi aynı anda aşağı
çıkıp bu şehrin en yüksek kulesine
düşeceklerini sanmıyorum ikisinin de, yeryüzüne …

bir sabah uyandım
ki kör olmuşum, düşünemiyorum …
puansız sıralamalar içindeyim, kaybolmuş öncelikler
kapalı potamın erime noktasında donuyorum.
hangi tarafı daha keskin parlıyorsa elimdeki bıçağın
beynimdeki her hücreyi onunla kesip şimdi boşaltacağım.
bir sabah uyandım ki sen hiç olmamıştın
toplasan bilirdim yastıkta kalan saçının son tellerini
ve açardın pencereyi alırdın içeri sabah yellerini.

bir sabah uyandım
ki kör olmuşum, yaşamıyorum …
vazgeçmiş dünya dönmekten, ay saklanıyor yıldızlardan
yüzüme basan ateşin renginden anlıyorum.
güneşi çakıyorlar gökyüzüne ellerinde paslı çiviler
sanki yeryüzü yeniden doğacak, bunu bilenler iyi bilirler.
bir sabah uyandım ki sen ağlıyordun
yada bir çocuk sesi gibi yeni düşüyordun ana rahmine
ne dersin yavaşça açayım mı gözlerimi bakmak için gözlerine.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:48 AM
Körlere yenildik bu düelloda

zincirler en paslı yerlerinden parçalandı.
bir zamansız tahliye oldu bütün gemiler
filikalar bile inemeden yerlerinden
korkunun en derin mezarına gömüldüler.
bitti tüm sahil oyunları hepsi birden,

oysa ne güzel gidiyordu bindiğimiz atlar.
kemik apoletlerdi itibarlarımız yerli yerinde,
ve yüzlerimiz daima dönüktü güneşe.
çok az kalmıştı, briyantin kokularımız
buzul derinliklerinden çıkıp yayılacaktı gökyüzüne.

şık olacaktık, ne güzel bir rüyaydı.
zarafet nakışlarına işlenecektik en güzel salonların.
hiç kimseye tepeden bakmadan
yanımıza çekecektik herkesi tutup kolundan.
beceremedik tutmayı dünyayı, kaçırdık avuçlarımızdan

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:48 AM
Kötü şarapçı

şarap yüklü bir adam,
iskele sokağında ve kaldırım suratlı.
karanlık binaların cephelerinden
doyurur karnını.
sarhoşluğu taka poyrazıdır
hep saçlarından üşür.

izmaritler altın vuruş
bir nefes az çekene bin ağdalı selam
ciğerlerinden ağır vurgun yemiş
nikotinli balgam.
ama yüreğinde yürek saklıdır
hep orasından ölür.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:48 AM
Kum masalı

beni bu sularda arama, çoktan vurdum sahile
şimdi ince elekten geçmiş bir kum tanesiyim.
gözlerimde en ince bellisinden, bin deniz kızı
vazgeçmişim her şeyden, onların peşindeyim.

ne güneşin batışı umurumda ne de bulutun kızılı
nereden bulaştı bu ağır yangına, nereden yüreğim
hiç aklımdan çıkmıyor, sanki hepsi alnımda yazılı
kum tanelerine saklanmış bir denizin bin kızı.

şimdi en kötüsü yakalanmak olur hafif bir rüzgara
dinlediğim bütün masallar
kum tanesi olur, gözüme kaçar
düşlerim ölür.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:48 AM
Kum saati

kum saatimin kadranında kristallerdin
zaman ışıldardı bir başka türlü,
çeşm-i bülbül gibi yanardın, dönerdin …

hiçbir zaman saat başı olmaz
buçuklara kanaviçende renk vermezdin .
tığ olur yazılırdı ellerinden
her desende adın, yüreğime işlenirken

kum saatinin kadranında
başımdan aşağı sevda olur dökülürdün
her damlanda bir düşü yeniden gördürürdün.
yüreğim seninle dopdolu
bütün zamanlara, zaman aşımı olurdu

çeşm-i bülbül gibi yanardın, dönerdin …

hiçbir zaman saat başı olmaz
buçuklara kanaviçende renk vermezdin .
tığ olur yazılırdı ellerinden
her desende adın, yüreğime işlenirken

kum saatinin kadranında
başımdan aşağı sevda olur dökülürdün
her damlanda bir düşü yeniden gördürürdün.
yüreğim seninle dopdolu
bütün zamanlara, zaman aşımı olurdu

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:48 AM
Kurtlar sadece toprağı kemirdi

zaman hiçbir şeyin unutulacağı zaman değildi şimdi.
gölgesiz ve tanrısız birer ölüm gibi yapışmıştım asfalta.
her şey ne kadar da farklı gelişiyordu umduğumdan.

aklımın köşesinden bile geçmedi ayakkabılarımı giymek.
ayaklarımın toprakla sevişmesini seyrettim sadece,
isterik ve susuzluktan gözbebekleri kurumuş gözlerimle.

gizli ve tanımadık seslerden fırlayıp gelen o oratoryoyu,
yüksek ağaç dallarında bestelenmiş duygumun en yoksulu,
kibirli ve dondurulmuş toprak kokusu gibi dinledim sadece.

düşen hiçbir yaprağa başımı çevirip merhaba demeden.
kaçını tanıyordum bir akşamın anoson kokusunda, içlerinden
aklıma getirmeden, o ağaç kabuğuna yazılı harflerde kaldım.

kör bıçaktım sonuçta, firarım eğik başla yürümek üstüneydi.
nereye gideceğim, hangi sularda yıkanacağım önemli değildi.
aklımda binbir fişeğin ışıltısı, zor olan işte bunun gibi bir şeydi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:48 AM
Kuru yaprak ağıdı

ben hastayım canım
mevsimim geçti.
tüylenmiş bir kurtçuk kemirdi içimi
yedi bitirdi.
o son yağmurda fena vurdu hani
hepsi üst üste geldi.
belki üç gün daha
hadi iki sabah
içebilseydim güneşi sıcaklığından
belki dayanabilirdim
dalımdan hiç kopmadan.



“şimdi ormanda yada bir ağacın gölgesinde
dinlemek lazım attığın her adımda çıkan
ince ve kurumuş çaresizliğin melodisini.
elinde bir ayna gibi, seyrederken içindeki resmi.”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:48 AM
Kuşları ürkütürsek

şimdi ne kadar pişmanım
üzerinde uçan kuşları kovaladığıma.
sanki kanatlarından yel kapacaktın da
üşütüp hastalanacaktın.
ateşler içinde yanarken kabusların
beni kaybetmek üzerine olacaktı
ağlayacaktın.
oysa kuşlar yel kapıp
üşütüp hastalanmış olacaklar ki
yel yapmasınlar diye kovalarken
bir daha hiç kanat çırpmadılar
üzerimizden uçarken.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:49 AM
Küçük sarı sandal - 1

Ne zaman baksan pencerenden
Bir vapur akıp gider
Gözlerinin önünden.
küçük sarı sandal olur
Uzaklaşır bir çocuğun ellerinden.
Sonu dinlenmemiş bir öykü gibi
En kara uzayların
çözülmemiş boşluklarına.

Ne zaman baksan pencerenden
İnfaz edilmiş bir hüküm geçer
Gözlerinin önünden.
Darağacında sallanan ok gibidir zaman
Deler geçer en kör yerinden.
bulursa kendine çözülmemiş boşluklarda
kimsesiz bir sahil,
küçük sarı sandal olur zamanın aralıklarında

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:49 AM
Küçük sarı sandal - 2

küçük sarı sandal, her öykünün sonunda batar.
ne deniz bilir bunu, ne sahile vurmuş ölü balıklar.
ama iki penceresi daha vardır,
her yaşamın kendi, gizli odasında.
birinden batarsa güneş,
diğerinden doğar
mutlaka.

“önünden hiç geçmediğin, yabancı bir kapıdan
tarifsiz sesler dolar içine, sana hiç yabancı olmayan.
gözlerinden taşan yaş, bilemiyorum
sevdadandır belki,
belki başka bir şeyden.
ama yüreğin olur,
çıkıp geldiği her geceden….”

neyse sırası değil, unut, düşünme hiç bunları
nasıl gül kokuyor şimdi, kokla odanın dört bir yanını.
ama iki penceresi daha vardır
her sevdanın saklanmış kendi içinde.
birinde korkular yazılıdır,
diğerinde ayrılık
perde renginde.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:49 AM
Küçük sarı sandal - 3

sen bu sandalın kenarında
bir sarı çizgi misin.
güneşi yemiş
güz rengi misin.
sen bu sandalın
neresindesin.
öyle uzaklardan geliyor ki sesin
sen bu sandalın
sevdiği misin.
sen bu suların bulutu musun.

işte bu sandaldı hep anlattığım.
içine küçük aşklar,
dumansız yarınlar sakladığım.
şimdi bakmayın siz öyle
boynu bükük ve kimsesizce
yeni bir sandalcı
ve bir çift kürek beklediğine.
o ne gölleri,
ne dalgalı denizleri
bir nakışlı destan gibi
sığdırdı yüreğine.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:49 AM
Küfür kalitenin süpürgesidir - eleştiri notları

Çetin Altan usta bugünkü milliyette yazıyor; iki çizgi arası alıntı onun köşesinden:
____________________________________

Şeffaflaşmaya doğru yeni bir adım da sayılabilecek olan, çeşitli alan ve konulardaki anket modası; bendenizin de aklına 'küfür salvolarının en çok, insan organlarından hangisini hedef aldığı' sorusunu getirdi.
Bu konuda bir anket yapıldığını da hiç sanmıyorum.
* * *
Folklorumuzda '7 delikli tokmak, bunu bilmeyen ahmak' diye bulmacalaştırılmış olan, 'kafa'mızın en çok hangi delikleri küfür odağı oluyor acaba?
2 gözümüz mü, 2 kulağımız mı, 2 burun deliğimiz mi, yoksa ağzımız mı?
Ve 1 günde söylenen küfürlerden kaç milyonu belden yukarıdaki delikleri, kaç milyonu belden aşağıdaki delikleri hedefliyor?
* * *
Böyle bir anketin su yüzüne çıkaracağı bir grafik, -adam başına ulusal gelir 5.500 dolara yaklaştığı halde- ulusal gelir dağılımındaki korkunç uçurumun çizdiği grafikle, bir kardeşlik gösteriyor mu?
______________________________________

İlginç değil mi? Usta; böyle bir örnek vermiş... Evet şeffaflık, evet demokrasi, evet göstermelikte olsa ulusal refah göstergelerindeki yukarı doğru ivmeler. Evet doğru ama ya kalite. 60'lı yıllardaki kişi başına düşen 200 USD'lık gelirin bugün 6000 USD'na yaklaşmış olmasına rağmen genel ve bildik anlamlı kalitenin nerelerden nerelere geldiğinin hesabı yapılıyor mu. yapılıp ta bir farkında olabilmek düğmesini çevirip ışığını yakabiliyor muyuz. Düğmeyi çevirdiğimiz zaman odamızın içini dolduran yapay güneşin aydınlığından ne ölçüde ve hangi yöne doğru yararlanıyoruz. yada yararlanabiliyor muyuz. bir solarium buharlaşmasının tenimize arapsaçı kıvırcıklığında esmer bir gölge olarak düşmesinden başka bir işe yaradığı konusunda bir acabamız bile olabiliyor mu kendimize sorduğumuz?

Evet küfür hangi delikle ilgili seçim hakkını kullanırsa kullansın, psikolojik terapi yönü ne kadar güçlü olursa olsun ve hangi sınıfsal ortamlarda üreyip gelişme şansını yakalarsa yakalasın o ortamda olması gereken en doğal çizgideki kalite katmanını bile ozon tabakasını halletmekteki becerimizin çok daha güçlü şekliyle ve bir mitralyöz salvolaması ile delik deşik etmektedir.
Ve çizdiği resim ister kitlesel heyecanın doruklarında gezinirken, tribünlerde yada meydanlarda olsun, isterse iki kutuplu bir masa başı sohbetinin dingin boyalı badanalarının yansıdığı şarap kadehli, çay bardaklı bir ortamda hatta hepsinin de ötesinde görünmeyen çizgilerimizin, mimiklerimizin kristalleşmiş haliyle bir beyaz cam arkasının sınırsız sanal atmosferinde.
Nerede olursa olsun hangi sevdiği/sevmediği ortamda kullanılırsa kullanılsın küfür; sonuçta bünyenin tükürük zerreciklerini de beraberinde getirmektedir ve her koşulda kirlenmenin baş sorumlularından birisi ve belki en önde gidenidir.
Yeryüzünün bütün ekilebilir alanlarını 'sivri acı biber' ekimine ayırsak belki önüne gene de geçemeyiz ama en azından kalite arayış dedektifliğimizin giysilerini üzerimize geçirmeden ve elimize büyüteçlerimizi almadan evvel ekose şablonumuzun bir köşesine kendi fotoğrafımızı yapıştırarak işe başlayabiliriz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:49 AM
Küheylanın özgürlük dansı

bu en yüksek perdeden çalan bir günah senfonisidir.
sana ağır gelir, hiç dinleme istersen.
haydi küheylanım benim , doru renklim, al yeleli
aşabilirsen hemen şimdi,
aş, önüne çelik bir engebe gibi örülmüş tepeleri.

burada şimdi kırmızı bando mızıkanın geçidi başlar.
uymaz senin attığın adımlara adımları.
haydi küheylanım, sağrına ter damlamış, yiğit yürekli...
tepelerin arkasındaki dereleri
sonra ulaştığın bütün denizleri, aşabilirsen aş şimdi.

biliyorum korkunun yattığı toprakta yok senin nal izin.
ben bilirim önce nelere değer verirsin.
hangi güneşe daha yakınsa yolun, oraya ışık ol.
saklanacak bir şey kalmadı, tek yol bu yol.
tükenişin hain kılıçlarına komut verildi bile:
hazır ol!

karşı duvarın dibine dizecekler, şafaktan hemen önce.
bugün, doğmamış tüm tayları şişleyecekler.
haydi küheylanım, güzel ceylanım, gökyüzü bakışlı.
acele et hemen ver kararını,
onlar gelmeden önce sen yar kısrakların karınlarını.

al yelelim, yiğit yüreklim, gökyüzü bakışlı küheylan;
hepsi bir yerlerinden yaralı, ağır kanamalı,
ana suyunu belenmiş binlerce tay oldu.
önce tepeleri, dereleri, sonra bütün denizleri,
aştı da dört nala geldi, özgürlük tadında bir bayrak oldu.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:49 AM
Kültür başkenti İstanbul - eleştiri notları

Bugün İstanbul/Sultanahmet meydanında yaklaşık 20 mt. yüksekliğinde bir dikilitaş vardır. Meraklılarımız bilirler geçmişini, tarihini. Bu taş bu meydana yaklaşık 1610 yıl önce (390 yılında) Bizans İmparatoru I.Thedossius tarafından Mısır’dan nakliyesini sağlamak amacı ile özel bir gemi yaptırılarak getirilmiştir. Ve getirildiği tarihte ise yaşı gene yaklaşık 1850 dir. Mısır’da 18.sülale imparatoru III.Thutmosis tarafından kazanılan bir zafer adına diktirilmiştir. Yani dikilitaş bugün 3500 civarındaki yaşı ile 6 parçası eksik olarak dünyanın belki bu en önemli meydanında, soyundaki imparatorluk vakarına yakışır bir ağır uslulukla kıpırdamadan durmaktadır. Meraklılar bilir geçmişini dedik te acaba bu meraklıların sayısı 15 milyonluk İstanbul’da ne kadardır, kaç kişidir. Toplayıp saymaya kalksak şu yukarıda iki satırda özetlenmiş halini bilen 1000 kişi çıkar mı dersiniz.

Ve şimdi 2010 yılında İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanıyor. Sadece şu 3500 yıllık dikilitaş ve hemen yanı başındaki diğer eserleri ile birlikte ve burmalı sütunu, Sarnıçları,Alman Çeşmesi, III.Ahmet Çeşmesi, Sultanahmet camii ve elbette Ayasofya ile sadece bu meydan sadece belirlenmiş bir takvim yılının değil bütün zamanların dünya meydanı olmaya, dünyanın merkezi olmaya hakkı vardır, yakışırlığı vardır. Ama dedik ya bu meydanın “anlam ve önemini” ne yazık ki bu kentliler bile tam olarak bilememektedirler ve bilebildiğini varsaydıklarımızın sayısı da ne yazık ki “ağabeylerim, ablalarım.., şu elimde gördüğünüz…” çığırtkanlığı ile toplanan meraklı topluluğundaki insan sayısından hiç de fazla değildir.

Ve şimdi 2010 yılında İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanıyor. Bir kentin kültürel kimliği elbette her dönemin mimari başyapıtlarının bir meydan etrafında ya da içerisinde derli toplu sergilenmesiyle kendini göstermez. Edebiyatının dünya dillerine aktarılması, tanıtılması. …Müziğinin konser salonlarında yorumlanması ve dinletilmesi … Gösterişli müze/saraylarda tüm geçmişi ve bugününün değerlerinin galerilendirilmesi, tiyatro salonları, sinema salonları, geniş ve akıcı bulvarları ama hemen arkalarında daracık Arnavut kaldırımlı sokakları, çağdaş mimari gökdelenleri ama hemen diplerinde cumbalı-kafesli evleri ile birlikte oluşturulan ve işinin gerçekten uzmanı beyinlerle, ellerle şekillendirilen bir kompozisyon da gerekir. Yüksek bakımlı ağaçlarının doldurduğu göz alabildiğine uzanan parkların serinliğinde ama mahalle aralarının bakımlı, güvenli ve çocuk cıvıltılı parklarında ısınabilmekte gereklidir.

Ve şimdi 2010 yılında İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanıyor. Öncelikli görevin sanıyorum ki Kültür Bakanlığı ve belediyeler e düştüğünü sanıyoruz. Uykusundan fırsat bulup ve gördüğü rüyaların da etkisi ile gözünü açar açmaz “birbirinden değerli vecizelerini sıralayan” bir kültür bakanı ile ve beş-on kilometrelik Taksim/Yenikapı metrosunu bitirememiş olmasını hala haklı gerekçelere dayandırmaya çalışan ama bunun yerine yer altı tünelleri ile şehri bir baştan bir başa delik deşik etmeye çalışan bir belediye başkanı ile bu iş ne kadar yürütülebilir ki … Hele hele yerine yenisi koymadıktan sonra eldeki salonları kazma darbeli inşaat artıklarını çevirme istekleri ile bu iş ne kadar gerçekleşebilir ki….

Ve şimdi İstanbul 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanıyor. Eğer ipin ucunu koparacak bir yol bulamazsak ve bu iş gerçekleşecek olursa sanıyorum ki “kültür kentlerinin” ekşi sözlük karşılıklarına çok değerli ve yeni anlamlar oturtacağımızda kaçınılmaz alışkanlıklarımızın doğal sonucu olacaktır her halde…

Bari bunu merak edelim ….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:49 AM
Lades

tokların oyunudur lades.
bir el, ucundan yakalar kemiği
diğer el, elinde kürdan
karıştırır dişleri.
sürekli kandırabilmek için
karşındakini.
hep bir ayak oyunudur sanki.
yani hayatın tam kendisi.

tokların oyunudur lades
açların sürekli yenildiği.
bir düzlemin orta kesiti gibi
ne biraz daha çok, ne daha az,
bir yanı siyah, diğer yanda beyaz.
yani hayatın tam kendisi
gibidir lades.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:49 AM
Limanda

altından boz bulanık sular akan mavi denizlerime
sen martı kanadında gölge olup ne güzel düşüyorsun öyle …
her taşında bir şairin, şiir gibi imzası olan bu koskoca şehirde
bir liman düşün ki, hiçbir şey benzemiyor seni beklemelere …

yani böyle bir limanda işte ellerim ter içinde
bir yakamoz olup bir başka dansın içinde
mor bir gecenin aydınlığında
ışıklar hep yanıyor gibi
gülümsüyorsun sanki
gülüyorum gibi ….

aynı iskele rıhtımına yanaşmış iki gemiyiz, yan yana
seni bağlayan palamarları uzatıyorsun, oysa çoktan avuçlarımda …
hele en parlak yıldızlar saklanarak yağmaya başlarsa rüyalarıma
işte o zaman canım, hiçbir şey benzemiyor seni yaşamalara …

akşam güneşi düşer üstüme hep bu saatlerde
kampanaların dümene el attığı bu saatlerde
iki çocuğun özgürlüklerinde saklı yürekler
bir isyanın bastırılmış kahkahası gibi.
anlatabiliyorum sanki
anlıyorsun gibi …

uğurlama vakti değil dolunayın, ******* bitmedi daha
ama bütün limanlar da böyledir işte, yaşar bilinmez yakamozlarla…
olabilseydik diyorum şimdi, sana topladığım çiçeklere birden
çocukların özgür çığlıkları gibi, nasıl oynardı yerler yerinden …

ben yazamıyorum ne kadar zorlasam da ellerimi
yani hiçbir şiir yazamıyor seni sevmelerimi
yetersiz bir yanım var belki ondandır
bir gece aniden uyanıvermek gibi
seni düşlüyorken sanki
düşlenirmişim gibi …

üstünden köprüler geçen bir denizdeyiz
denizi köprülerden izler gibi izliyor gözlerimiz
öylesine mavi, çok mavi, masmaviyiz
ne gemileri yanaştırdık bu limana, ah bir bilseniz …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:50 AM
Lunapark dersleri

gördüm sizi;
dünyanın en güzel gözlerini taşıyordunuz yüreklerinizde
ama öyle boynu bükük oturuyordunuz işte
kendi halinizde bile değildiniz
yarını beklemiyor, renkleri bilmiyordunuz.
gördüm sizi;
iki küçük kız çocuğu idi sadece adlarınız
korku kavruğu suratlarınız ve sapsarıydı saçlarınız.
belli ki o güzel gözleriniz
hiç tanımamış gibiydi aydınlığı,
yaşayacağınız her şeye ne kadar yabancıydınız.

ayaklarım olsaydı inanın, gelirdim iki adımda yanınıza
ellerim olsa, sıkıca tutardım ellerinizden
alır götürürdüm sizi bol renkli bir lunaparka.
ışıkları görünce nasıl da şaşırırdınız.

“önce atlıkarıncaya binerdiniz peş peşe
koşardınız, koşardınız dörtnala ve ışıklar içinde
ama çok sürmez, gelirdiniz gene
koşmaya başladığınız yere.
sonra ondan iner dönebildiğiniz kadar dönerdiniz,
dönme dolabın çemberinde.
burada da ayaklarınızın yere bastığı yerdir
çıkabileceğiniz en yüksek nokta.
birde dev aynaları var hiç duydunuz mu
karşısına bir geçerseniz,
size anlatılan yalan yarınlarda
neye benzeyeceğinizi çok iyi göreceğiniz.
ama size hayatın ne olduğunu gösterecek olan
korku tünellerimiz var gecenin sonunda yer alan ”

ellerim olsa inanın sıkıca tutardım ellerinizden
hiç olmazsa düşmenizi önlerdim
oturduğunuz yerden,
içinde dönmeye başladığınız çemberden.

ve gördüm sizi diyeceğim,
dünyanın en güzel gözlü diğer çocukları
erkekli – kızlı ! …size lunapark yok,
ayaklarım da olsa gelmem yanınıza,
ellerimde olsa tutmam elinizden
öğreneceğiniz ne varsa öğrenin
arkadaşlarınızın atlıkarıncadan öğrendiklerinden
dönme dolabı anlatsınlar ve dev aynalarını.
sadece korku tünelinden hiç söz etmesinler
onun da zaten şu an içindesiniz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:50 AM
Manzara

bu akşam bu manzaranın karşısında;
elimi uzattığım anda hemen ulaşabilmeliyim,
ya sana, yada bana seni hatırlatacak her şeye.

mesela gözlerinin rengine, hiç unutamadığım.
bir koku estirmeli mevsim, ne olursa olsun.
hangi yönden gelirse gelsin adın gibi kokmalı.
hatırlatmalı bana ardımdan el sallayışını,
başımın üstünden uçan martıların kanatları.

bu akşam bu manzaranın karşısında;
ne düşünüyorsun diye sorarsan bana
seni demeliyim, gülümsemeliyim...….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:50 AM
Martılar, takalar

martılar, takalar,
martının gözleriyle bir garip sevişmede dalgalar.
rengi kara, kapkara bir deniz
haydi arkadaşlar birer kadeh daha içseydiniz.
bugünü beraber yiyip bitireceğiz,
böyle söz vermiştiniz.

martılar, takalar,
takaların küpeştesinde başka kokar papatyalar.
rengi kuru, kupkuru bir umut
martı takanın sancağında, üzerinde bir bulut
gözlerinizden bir an kaybolup,
yitecek, bilmeyeceksiniz.

martılar, takalar,
martı, tutunduğu meridyenden inmeye başlar.
şimdi daha sıcak, sımsıcaktır.
dalgaların poyrazından elleri yanacaktır.
ama taka gene sallanacaktır,
dalgalar ve siz hissetmeyeceksiniz.

haydi arkadaşlar siz birer kadeh daha içseydiniz.
ben ilk kadehten sonra bırakıp gittim sizi
neyse ki farketmediniz.
martıları da, takaları da
görmediniz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 09:50 AM
Masalın bir tarafı

ebruli saltanatlar gibi başlayan bir oyundu
eski zaman zemherilerinden kalma farklı bir kokuydu
iki kişilik,
içinde belki bir uzak yada başka bir şey saklıyordu.

denizlerin taşan köpüklerini içinde taşıyordu
gözlerinden ışık saçan bir martının beyaz kanatları.
son bir mevsim kalmış gibiydi önünde
geldiği her denizin resmini yanına alıyordu.
döndüğünde baktığı falın son yaprağında daima
seviyor çıkıyordu.
o gün sağlam bir vazoya çiçek yerleştirerek başladı
soğuk, dolunay gecesinde saklanıyordu oysa
üşümek oyun bitti demek oluyordu.
…..
bu bir masal mıydı,
yada bir oynanmamış oyunun minik bir halkası
ama güzeldi.
belki, iki kişi bu oyunu yeniden izleyecekti
ve gülüp geçecekti.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:37 AM
Masalsın sen

bütün mevsimlerin yakamozları belki bahar dallarıdır.
uykunun en derin saatlerinde, düşler bitmeye yakın.
yeni başlayan bir başka şey daha vardır, adı senin adın.
bunu sana nasıl söylemeli bilmem ki, nereden başlamalı.
ben söyleyemesem bile belki birgün söyler bahar dalları

hele birde istanbul varsa işin içinde, gözlerin düşlerimdeyken
bir vapur geçiyorsa sisler arasında ve tam önümden
bekleyecek kadar vaktim var mıdır dağılması için bu sisin
yoksa devam mı etmeliyim kulağım sende, nerden gelecek sesin.
bütün mevsimlerin yakamozları belki bahar dallarıdır.
ama benim için düş değil bu, yaşanamayacak bir masaldır.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:37 AM
Masumiyet çağı

sen gene de ör saçlarını iki yandan
uçlarına kurdele bağla, rengini senin seçtiğin.
gözlerinin kenarlarında çapaklar olsun
içlerine rüyalarını gizlediğin.
sen gene de ör saçlarını, dökülmesin gözlerinin önüne …

giy beyaz çoraplarını rugan ayakkabı içine
istersen uzun olsun ama bence kısa
gömleğine dondurma döksen de aldırma
lekesi işlemesin yeter ki yüreğine.
ister uzun olsun çorabın, istemezsen hiç giyme …

bir gün topun kaçıp da ağaçların arasına
görürsen bir genç kızla delikanlı, birleşmiş dudakları
sakın utanıp kapama gözlerini ellerinle
onlarınki okuldan kaçmanın heyecanı.
sen gene oyna topunla, bunları hiç düşünme …

ve anla ki bir masalın son sayfasındasın
okuyabilirsen dön en başa, yeniden başla
sonra yavaşça dal sıcak bir uykuya
çözülsün çapaklarının içindeki kahramanlar
büyüyeceksen onlarla büyü, getirme başka şeyi aklına …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:38 AM
Mavera

bir dağ yamacındaydım.
çocukluğum ve çocukluğumun öteki tarafıyla
aynı yaştaydım.
….. seni o gün tanısaydım
uçurtmalar bağlardım saçlarının örgüsüne
beraber uçardık
kanat takıp gökyüzüne.
gölgemiz uzardı boyu boyumuzdan uzun
aktığı yöne doğru doludizgin, buz gibi suyun.

bir dere kenarındaydım.
aktığım suların akmayan tarafıyla aynı sudaydım.

bir dağın doruğundaydım.
yaşadığım ve yaşamadıklarımın anlatılmaz yanıyla
aynı saftaydım.
….. ellerinden tutsaydım
omuz omuza yürüseydik gök kuşağının altından
cebimizde dolu anılar
başkalarının hayatından.
tükenen nasıl adımsa bir ileri bir geri
yüreğimi boşaltanlar beynimden doluyorlar içeri.

bir kitabın satırlarındaydım.
yazılan ne varsa içinde, en anlaşılmaz yanındaydım.

bir dağın eteklerindeydim.
bundan sonrasının ışık geçirmez karanlığıyla
aynı gölgedeydim.
….. kalbinin atışını dinleseydim
doğru hesapların zaman ayarı gibi hiç tutmayacak
gözlerin anlatsaydı
bu işin sonu ne olacak.
bir bilinmezin çok bilinen öyküleri gibi
açmazlarımın yarasını kanatıyor yağmur sesleri.

bir hiçliğin öncesindeydim.
dağların gölgesi düşmüş üstüme, yarınsız bir gecedeydim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:38 AM
Mayın büyütmez çocukları

üzerimden üç kurşun geçti.
birinde ölüm tadı vardı.
ikisi toprağın en derinine saklanmıştı.
patlayacaklardı.

bir kız çocuğu;
güzel mi güzel gözleri,
saçları başaktan da sarı.
mayın tarlasında
büyümecilik oynuyordu,
kendi yaşında arkadaşlarıyla.
büyüyemiyor, ağlıyordu.
ne kadar zor geliyordu ona
yaşamının ilk hecesini söylemek.
bir türlü sökememişti,
okuyamıyordu.

dağlar gene hoyrat ve gene vahşi.
toprak aç ve susuz
bereketsiz.
üzerimden üç kurşun geçti,
gecesiz ve öncesiz.
ikisi derinden gelen
patlama oldu.
başımın üzerinden geçen üçüncü
parçaladı yüreğimi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:38 AM
Meleğin ölümü

uzun menzilli kurşunlara boy hedefi
beyaz kanatlarından çarmıha gerilmiş bir melek
dikenli ateşler gibi
yanıyor gözleri
kurumuş.
kızılcık damlaları açıyor yüreğinin attığı her yerde.
ayaklarının dibinde
ölümler yaşıyor, ne doğumlar can veriyor
kendi kendine.

derin vadilerde hiçbir nehir sesini çıkarmıyor
bin yıldan bu yana dışarıda kalmış ağaçların kökleri
salkım saçak
kırıldı kırılacak birer birer hepsi
bir infilak olup patlayınca yağmurun gözbebekleri.
bak tam üstümüzde kuşların göç yolları
belki bereketin olur, üzerine düşen gölge gibi
katışıksız gözyaşları.

yağdanlıkların içine dalıp çıkarken mumlar
camları tırmalıyor öksüz bir örümceğin ayak sesleri
yürüyüş yok
kötürüm kaplumbağalar gibi .
iflas bayrağı çekmiş bir beynin kıvrımlarından
boşalıyor bütün inançlar
gecesiz firarlar gibi
benim içimde sayısız kollarıyla bir ahtapot
sarıldıkça sarılıyor yüreğime.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:38 AM
Memleket sevdası

yüreğime sakladığım en yalçın dağları ülkemin
bir deli ırmak gibi yükseklerden çağlayarak
bahar kokusunu alır düzlerden ve taze açmış umudu.
alır, taşır, bayram çocukları gibi yanıma gelir koşarak.
o çobanlarımın türküsü var ya çobanlarımın.
onlar gibi işte, bir ateşin kıvılcımından fırlayarak.

yüreğime sakladığım en coşkulu halay alayları
gelinlerim ata binmiş, kızılırmak neylesin
yolları gözler şimdi eli bayrak tutan çocuklarım
gözlerinde rengarenk kanatlanmış kuşlar uçar
o çocuklar var ya o çocuklar, onları sevmek gibi.
onlar gibi işte bugünden yarına sevdalanarak.

karayelin soluğuna ilk karşı duran dağlarımdan..
kıble rüzgarının sıcağında kavrulan düzlerimden…
ege’min zeybeği,konya ovası ve van gölümden..
öyle bir sevdadır işte memleket deyince aklıma gelen
bir öfke, bir isyan, bir annenin sarılmak gibi ellerine
bir başka özlem…, iki damla yaş akar gözlerimden…

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:38 AM
Merak diyelim sadece

bu akşam ya da gece yarısı, sabah da olabilir.
birkaç saat için konukluğuma davet ediyorum sizleri.
geçerli bir mazeretiniz yoksa eğer.
oturup hep beraber kapatıp perdeleri,
abajurun ışığına sığınırız,
yitirdiğim paylaşma duygularımı paylaşırız.
kişiye çok özeller dışında ne varsa.....
iki kadehte bir şeyler içeriz isterseniz
sonra kalkar gidersiniz

………… kalkıp gittiler………

perdeler açıldı,
söndürülmüş abajurun karanlığı taştı dışarıya.
avuçlarımla kapattım gözlerimi.
herkesçiklerden bol izmarit kalmıştı geride.
oturduğum yerden doğruldum.
açmadan gözlerimi tek tek okudum,
izmaritlere sakladıkları o çok özellerini,
herkesçiklerin.
şimdi bekliyorum,
tamamen soğuyup buz tutmasını
rezistansımdaki tellerin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:39 AM
Merdiven çiçekleri

merdiven başlarının sessiz çığlıkları
bakımsız çiçeklerden yükselir.
ışıklar sönünce korkularından kapanır
zil sesi duyunca umutlarından açılır
yaprak ve kuru dal şeklindeki gözleri.

son nefesine yakalanmış ve sönmemiş
o sigara izmaritleri yok mu hele,
acımasızca yaşam yollarına bastırılan
zehir kokulu parmaklar tarafından.
ya mentol tadında kağıt parçaları.
canını yakar, anlamayacağınız kadar.

farkında mısınız merdiven çiçeklerinin
her gün onlarca kez önünden geçtiğinizin.
bir yaşamın da orada ve kendi halinde,
korkuyu ve umudu sizin yaşattığınız yürekle
sessiz çığlıklar olup yoksulca attığının.
bir parça severek, okşayan gözlerle
ve bir yudum su içebilmek umudu ile
yollarınızın gözlendiğinin.

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:39 AM
Merhamet senfonisi

koru yollarındayım, ayaklarımda kar izi.
dallarından tomurcuk çiçekli
hasret gibi sarkan bir doğum,
anlatılmaz bir sıcaklık bu, karlar eriyor.
bir ceylanın doğuşu gibi
göz göze geldiğim
gözlerimin tam önünde içim ısınıyor.
eğilip okşuyorum
güzel başını
ağlıyor.

siz hiç kol kola girdiğini gördünüz mü
ağaç diplerinde açan bütün çiçeklerin
coşkuyla, sarılıp birbirine dans ettiğini
acemi adımlar gibi.

bir av kulübesinde, ateş söndü sönecek.
son kurşunlar çıkıp fişekliğimden
namluya ölüm gibi sürgün oluyor.
nasıl anlatılır bu birazdan güneş doğacak.
bir ceylanın doğuşu gibi
gözlerim parlayacak
yüreğimin tam içinde bir çiçek açıyor.
eğilip okşuyorum
namlumun ucunu
üşüyor.

siz hiç şakağınızda hissettiniz mi
kurşun kokulu demir soğukluğunu
ve gülümseyerek parmaklarınızın
tetiğe dokunduğunu.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:39 AM
Meteliğe tek kurşun

bu sokaktan her gece geçtim.
öyle başım önümde filan değil,
ayakta, dimdik.
dedim ya gece üstelik,
ama karanlıklar bu *******de
hep derinden yırtmaçlıydı.
aydınlık ;
kedilerin gözlerinde gizliydi.
çok alışılmış bir fakirlik
üstümden akardı.
hiç bir şey yemezdim.
bir şeyler yemeyi
aklıma bile getirmezdim.
param yok değil vardı oysa.
ama onunla bu sokaktan
geçtiğim her gece, önce
namlumun karnını doyururdum.

hemen korkmayın canım,
mesele sandığınız gibi değil.
yani ne kız dalgasındayım
ne de mevzu delikanlılık.
benim ki eski bir alışkanlık.
babadan kalma,
gözüm üstünde kaşım var gibi.
bildim bileli kendimi,
hep bu sokaktan
doğup büyüdüğüm,
ve bir gün öleceğim bu sokaktan
geçerim bir gece yarısı.
duvarın üstünde
şaşmaz bir hedef gibi durur
rengi altın sarısı, bir metelik.
namluma sıkışmış tek kurşunla
tam ortasından açarım bir delik.
sonra nereye düşerse yolum, oraya.
bu sokaktan ben her gece
bunun için geçerim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:39 AM
Misafir odalı tanıtım - eleştiri notları

Son zamanlarda; dost bildiğimiz, dost bilmemiz gerektiğini bilmemizi isteyen ister bir yabancı devlet temsilcisi olsun isterse uluslararası bir örgüt yetkilisi, ülkemizle ilgili demeç verenlerin hepsi birden aynı şeyi söylüyorlar ağız birliği etmiş gibi. ”kendinizi doğru tanıtmanız, doğru anlatmanız da şart elbette”. Bu cümle içindeki “da” eki çok önemli.Yani diğer tüm konular hep olması gerektiği gibi tam rayında yol alıyor ama tanıtım ve kendimizi anlatmak konusundaki eksikliğimiz bir takım aksamalara, arızalara ve yoldan sapmalara yol açmakta. Kendimizi güzel ve doğru tanıtabilsek demek ne terör belasına bulaşan ve onlara destek veren eller kalacak ortada ne AB ile uyum yada uyumsuzluk sorunlarımız. Belki doğru tanıtım ve anlatım becerimiz yerli yerine otursa; ikinci büyük savaş sonrasının ekonomik enkazından doğru pazarlara gidebilmenin yollarını açmak için kurulan OECD ülkeleri arasındaki bütün olumlu grafiklerde en son sırada yer almaktan bile kurtulabilir, ulusal refah sıralamasında Yunanistan’ın 65 basamak gerisindeki yerimizden de birden bire onun bir-iki basamak üstüne fırlayabiliriz.

Doğru olabilir mi bu sav. Olabilir. Mesela son yirmi-otuz yılda; İzmir’in güneyinden başlayarak Antalya’nın hemen doğusunda biten bölge için kendimizi doğru anlatma ve güzel tanıtma kampanyası başlattık. Başlangıç tarihine göre bugünün karşılaştırmalı verileri ortada, gelen turist sayısındaki artış, turizm gelirleri nerelerden nerelere gelmiş. 1963 senesinde gelen turist sayısı 200 bin iken 2006 yılında bu rakam 20 milyona çıkmış. Gene 1963 yılında 7 milyon USD olan turizm gelirlerimiz ise 13 milyar USD civarında dolaşmaya başlamış. Ve anılan bu bölge bu nedenle (doğal güzellikleri ipe çekmek pahasına da olsa) birbirinden yıldızlı tesislere, hava limanlarına kavuşmuş. Boşuna anılmıyor Turkish Riviera diye. Hatta öyle güzel ve etkili tanıtmasını becerebilmişiz ki kendimizi, arada sırada ortaya çıkan turistlere yönelik kazıklamalar, tecavüzler filan münferit olaylar sınıfında beklemeli öğrenciler gibi arka sıraya oturup orada kala kalmışlar.
Demek ki birkaç bin kilometrelik sahil bandında tanıtım ve anlatım işinin üstesinden gelince çok iyi şeyler de olduğu, güzel sonuçlara ulaşılabildiği çıkıyor ortaya. Peki o zaman neden bu işi 700 küsur bin kilometrekarelik ülke geneline yaymasını beceremedik. Ona bakmak lazım. Üstelik 700 yıldır bu toprakların yerleşik sahibi olmamıza rağmen. Aradaki savaşlar, yıkımlar, krizler dersek bundan nasip almamış bir coğrafya, etkisi ile sırtındaki gömlek paralanmamış bir ülke neredeyse yok yeryüzünde. Yukarıda örneklemeye çalıştığımız OECD ülkeleri mesela. Bugün sayıları 30 olan bu ülkelerin 24 tanesi yüksek gelir diliminde yer alıyor. Çok yakın gelecekte diğer 5 tanesi daha bu terfi keyfini yaşayacaktır kuşkusuz. Geriye gene yalnız biz kalırız büyük olasılıkla. Acaba onlara da mesela bir Meksika’ya, İspanya’ya veya Slovenya’ya söylenebiliyor mu “kendinizi tanıtmanız, anlatmanız şart” diye. İşin bu anlatılan kısmi hepimizce çok iyi bilinen, kahvehane sohbetlerimizin, ikinci kadehten sonraki “ne olacak bu memleketin hali” hayıflanmalarımızın temel konusu. Biz gelelim şimdi bizce 'neden' araştırmasına.

Göçerlik alışkanlığımız; en aristokrat yanımızdan tutalım en burjuva damarımıza ve hatta daha da aşağılara inerek belki yoksulluk çizgisi üzerinde denge akrobasisi yapanlarımıza kadar egemendir yaşam biçimimize. Bakalım, yedi göbekten İstanbul ’lu olan kaç aile dededen kalma 20 odalı konakta yada yalıda, yaşadığı yeri terk etmeyi aklına bile getirmeden sürdürmektedir yaşamını. Bir tane bile örnek çıkar mı acaba. Varsa buna parmağımızla işaret edeceğimiz tek örnek aile o da Edirne’den Ardahan’a köylerde varsa vardır. İşte bu göçer yanımız bizlere; tam alışmaya ramak kalmışken yeniden terk edeceğimiz mekanlarda yaşamaya ömürlük abone bileti kesmiştir. Bu kısa vadeli mekan-yaşam birlikteliğimiz bizleri, belki sadece bize özgü mahalleye hoş geldin başlıklı komşu ziyaretleri için özel mekan içi bölümler hazırlamaya bir anlamda zorunlu kılmıştır. Bu özel bölümlerin adı “misafir odalarıdır”. Sadece evin hanımının o da toz alıp havalandırma bahanesi ile arada sırada ziyaret ettiği bu özel bölümler sadece bir misafir ziyareti ile kapılarını açar. Bunun dışında aile fertlerinin yaşam alanları içinde sınır ötesini ifade eder. Duvarları süsleyen siyah-beyaz paşa dede fotoğrafları, vitrin içine özenle yerleştirilmiş çeşm-i bülbül gibi hane içine aidiyet kaynağı ve tarihi meçhul aksesuarlar misafir odalarının vazgeçilmez zenginlik göstergeleridir. Hele birde antika görünümlü bir fincan takımımız varsa … Misafir buyur edilip ağırlandığı bu odanın dışında ne var ne yok merakının salıncağında ne kadar sallanır. Arada tuvaleti kullanmak bahanesi ile kaçışların sağa-sola diğer odalara fırlattığı kaçamak bakışlar buna ne kadar yanıt verir. Bunlar yazımızın konusunu dışarı taşırır.

Evlerimizde olduğu gibi başlıca kentlerimizde de sürdürdük bu alışkanlığımızı. Hele demokrasi sürecimizin başlaması ile artış gösteren uluslar arası diplomasi trafiğimiz bir anlamda bize evlerimizdeki misafir salonu açma alışkanlığımızın kentlere bulaşmasının da nedeni oldu. İstanbul’da Hilton Oteli, Dolmabahçe ve Yıldız Sarayları en hazır dekorlu misafir salonlarına dönüşürken Ankara’da bu görev yıllar boyu hiç değişmeden Ankara Palas’ın omuzlarına yüklendi. Ve bu ambalaj yıllarca bozulmadan, Fransızca mönülü ziyafet sofraları eşliğinde görücüye çıkan yanımız oldu. Doğrusu bu ya o zamanki kentli misafir salonlarımızın konukları; “globalleşme döneminin” tek tanrılı bir kainat fırtınasına dönüşmemesinden olacak pek tuvalete gitme bahanesini kullanmazlar ve salon dışında ne var-ne yok’lara meraklı bakışlar atmazlardı. Bizde hazır tarafımıza geldiğinden ve alışkanlıklarımızın içinde yer almadığından ”gelin size evin diğer odalarını da gezdirelim” teklifinde bulunmazdık. Çünkü evin diğer odalarında tam anlamıyla bir komünizm propagandası almış başını gidiyordu. Kimi yazarlar, sinemacılar veya düşünürler; diğer odaların ahvalini dile getirdikleri zaman ise sesten hızlı kararlarla “komünist” damgasının alınlarına yapışacağını çok iyi bilirlerdi. Ve bu damganın aynı zamanda onlarca yıl hapishane köşeleri ve sürgünler ve yaşam boyu sürecek işsizlik demek olduğunu da. Yani salonlarımızın konuk geldiği zaman ışıldayan yüzü, salon dışında aynı derecede karanlık demekti ve bundan şikayetçi olmak ise düz gittiğimiz yoldan ani bir kararla uçurumun dibine atlamaya niyet etmekle eşdeğerdi.

Ve sonra “tek tanrılı kainatta” globalleşme fırtınası esmeye başladı. Takvimler 1900’lü yılların sonlarına doğru koşar adım yaprak döküyorlardı. Artık “şu konuda ne yapsak acaba” diye başkalarına akıl soran, “ya sizden şunu da almak istiyoruz, bize kaça satarsınız” diyerek sanayileşme sürecinin kıyısında dolaşan ülkelerin; iştahı kabarık konuk sayısı öyle tek yönlü köy yolu manzarasından çıkmış ve sekiz şeritli otoban akışkanlığına bürünüvermişti. Dünyada para hızlı bir transfer turuna çıkmış gözüküyordu ve konaklayacağı yerdeki şartlar konusunda da 500 USD’ye neredeyse ömür boyu tatil hakkını kullanan gariban turist’ten daha seçici davranıyordu. Bize başka neleriniz var, nereleriniz var, kimleriniz nerelerde yaşar ne iş yaparlar diye sorma cesareti için mangal gibi bir yürek taşımaya ihtiyaç bile duymadan kapı önlerinde ve giderayak ve yanaktan makas alır havasında fısıldayıveriyorlardı “olmuyor, olmuyor kendinizi daha iyi tanıtmalısınız”
Ve biz 700 senedir kendimizi nasıl tanıtmamız gereğinin yanıtını bulamamış hallerimizle, elinde hiçbir şeye yetmez parası, mahalle bakkalları arasında ucuz ve leblebisiz gazoz arayan çocuklar kimliğinden kurtulamıyorduk. Çünkü önce hesap kitap bilme noksanlığımız sonra da aklımızı doğru düşünce kanallarına yönlendirecek vanaları açabilme gücümüz çocuksu fidanlarımızdan bol yapraklı orman ağacına dönüş aşamasına geçememişti.

Güneş, deniz, kum, tarih, türkiş rakı, döner kebap … ı-ııhhh, başka? Getirin sosyal, ekonomik, kültürel, bilimsel istatistik tablolarınızı bir yanda ayaklarımız denizde güneşlenelim, kebabı tırtıklayıp, rakımızı yudumlayalım ama bir yandan da bu tablolara şöyle bir göz atalım. Oysa o tablolar bize göre yapılmıştı ve yürütme gücünün istediği şekilde boyanmıştı. Yabancı bir beyin işin boyalı yanını anında görüyordu ve bunlarla olmaz diye kendi hazırladıkları tabloları bizim 3. hamur göstergelerimizin üzerine örterek “onlarla bir yere gidemeyiz bakın bu bizim programımızda göstergeler, hedefler daha doğru ve gerçekçi” diyerek önce afallatıyorlar sonra ensemize şaplağı indiriyorlar ve okey mi bebeğim deyip çekip gidiyorlardı. Bize de arkalarından okey, okey diye bağırmak kalıyordu.

Evet; eğreti ev sahipliklerimizde aklımız hep giremediğimiz misafir salonlarında kalıyordu. Bir misafir gelse de o mekan içinde bir sandalyenin kenarına ilişiversek tutkumuzla esasında yaşamın içine oturamadığımızın farkına varmaktan bugün bile uzak değil miyiz. Çünkü farkına varabilmek önce merak duygusunun fitiline kibrit çakar, sonra geniş ve müdahalesiz bir araştırmayı gerektirir ki doğrunun farkına doğru şekil ve zamanda varabilelim. Yanımızdaki ile, yoldaşımızla tartışabilelim. Ama her konuda. Çünkü her konuda anlayamadığımız o kadar çok şey var ki. Anlayamadığımız için de anlatamadığımız.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:40 AM
Moda ahhh, bir bilsen

ne kadar çok üzülecek
moda iskelesi bu duruma
ilk fırsatta söyleyeceğim
artık unutulduğunu, kulağına …
bir cadde- i kebir,
şirket- i Hayriye kadar bile
anımsanmadığını.
ama adı ne zaman geçse laf arasında
mangalda kül bırakılmadığını.

bundan böyle inanmasın.
o gene yalnız ve hüzünlü bir akşam üstü
ve son vapurun ardından,
beyaz gövdeli sarı kuşaklı bir martı gibi
köpükler arasından
baksın kalsın adalara doğru.
işin bu tarafına pek aldırmasın.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:40 AM
Mor maça beyi

hani hep karşımıza çıkan bir tarafı vardır
beklenmedik zamanda, yaşadıklarımızın.
eflatun gibi.
binmiş üstüne pembenin, erguvan olmuş.
düşmüş gölgesine boğaziçinin.
şöyle bir yan gözle bakarız
durmadan geçip gideriz önünden
verdiği selamı bile almadan.

hani birde hep karşımıza çıkacak
başka bir tarafı vardır
beklenmedik zamanda, yaşamayacaklarımızın.
mor bir maça beyi gibi.
boğazın artık akmadığı,
erguvanların solduğu akşamüzeri gibi
sıkışıp arasına elliiki kartlık hayatımızın
elimize takılan son şansımız olur.
şöyle bir yan gözle bile bakmayız
hiç durmadan geçip gideriz önünden
verdiği selamı bile almadan.
gördüğümüz son saygıya aldırmadan.

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:40 AM
Mor sümbüllü yaşam

yüreğimden bütün betonları söküp attım.
çimentolar bir tarafa, demirler öte.
götürüp hepsini hurdacıya sattım.
karşılığında bir tutam mor aldım.
sümbüllerime verdim.
nasıl koktu bilseniz odamın içi
ve nasıl renkleniverdi
sokak kapımın çevresi.
insan olduğumu ne güzel anladım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:40 AM
Mum gibi yanarken

umarım;
doğru yer ve doğru zamanda
yakılmıştır ateşlerimiz.
boşa gitmemeli ;
biz mum gibi yanıp erirken,
kör karanlıklara düşen renklerimiz.
bir ressamın fırça darbesinde
güneş olmalı örneğin.

her zaman;
tarihe gömülecek savaşlar gibi değil,
daima taze kalacak
ölüler gibi sıcak olmalı ellerimiz
bir heyecan ve onur gibi.
ve çocuklarımız anarken bizleri,
akıllarına her düştüğümüzde,
taze açan gül misali
gözlerinde kıvılcım olsun
ateşlerimiz.

umarım;
doğru yer ve doğru zamanda
tütüyordur nefeslerimiz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:40 AM
Mutluluk ol bugün

fırından yeni çıkmış ekmeğe sarılır gibi,
sarılmak lazım yaşama, belinden, sıkıca.
ve bir kemanın sesini dinler gibi dinlemek
kulağınıza meltem olup esen her sesi.
hiç çekinmeden kimselerden,gülebilmek,
canınızın çektiği, aklınızın estiği zaman.
ayaküstünde ve günün her saatinde.
sıcacık bir nefes gibi sarılmak lazım.
ve kahkahalar atarak bakabilmek,
yaşamın tam gözlerinin içine.

yoluna çıkan küçücük taş parçasına
küçücük bir tekme, bırak düşsün denize.
sen en uzak ol, at kendini,
baharın tomurcuk olup renk açtığı bir yere.
arkanda ormanlar gölge olsun,
önünde bir derin deniz, gözün üstünde olsun.
en sevdiğin türküyü mırıldansın dudakların.

uçur gökyüzüne doğru şeytan uçurtmasını.
üstüne en doğru felsefesini yaz hayatın
gülen çocuk resmi gibi, yada uçan bir kelebek.
ipi koparsa birden, en inceldiği yerden,
sakın aldırma, bakma bile arkasından.
hafifçe selam ver başını eğerek öne
ve devam et henüz gidemediğin yöne.
izleyenler daha garip olsun, hiç anlamasınlar.
mutluluk yakalandı işte, avucunda kalacak,
bırak izleyenler bunu hep öyle sansınlar.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:40 AM
Nazım'a sitem

şairin önce yüreğinin sağlam olması gerekmez mi
bu sekte-i kalpten ölmek niye.
söz dinletemedin mi manda gönünden yüreğine.

cesaretin ve yürek dolusu sevginin bu mudur adı.
düşünmedin mi hiç usta, öksüz kalacak
Gülhane parkındaki çınar ağacı.
ve deli hasret, memleket kadar büyüyerek
senin adına dönüşecek.
ahhhh Nazım usta.
biz artık yeni kahramanlar yaratamıyoruz
kuvayi milliye destanına.
sen olmalıydın şimdi
deniz mavisi gözlerin ve başak sarısı saçlarınla.
olmadı ki usta.

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:40 AM
Ne güzel biliyoruz çirkinleşmeyi

'Hrant Dink'e saygıyla'

ne güzel biliyoruz;
beyinlerinin kıvrımları
bizimkine benzemeyenleri
sokak ortalarında vurup öldürmeyi.
ve saklamak namlulara pas gibi bulaşmış
parmak izlerimizi.

ne güzel biliyoruz;
hedefi on ikiden vurup
tarihin ortasına karanlık delik açmayı.
aydınlığa en ihtiyaç duyduğumuz anda hem de
lambaları birer birer söndürmeyi.
alıştığımız için midir karanlıkta yaşamaya
nedendir.
gerçek aydınlık hiç ulaşamayacağımız
bir hayal midir.

ne güzel biliyoruz;
makyaj masamızda süslenirken
gözbebeklerimizi çıkarıp yere atmayı
ve üstüne gazete kağıdı örtmeyi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:40 AM
Ne oldu bana böyle

ne oldu bana böyle birdenbire
bilmiyorum iki gözüm.
çığlıksız ama sancılı gibi,
düşler oldum hep seni.
ne oldu böyle anlatamayıp
korktuğum kendimden bile.
bilmiyorum iki gözüm,
şans tanımıyorum hiçbir ihtimale.
iyisi mi gene her şey
dün gibi yaşansın kendi halinde.
sofrada aynı yemekler olsun
ve aynı haberler gazetede.
güneş bildiğimiz pencereden doğmalı
gene her sabah üzerimize
bir başka taraftan uğurlanacağı
yıldızsız bir geceye.
ben bir şey söylemeyip susmalıyım,
doğrusu bu galiba işin.
ama iki gözüm gene de yürek olup
can kulağımla dinlerim
eğer varsa senin bana söyleyeceklerin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:40 AM
Neden arkası yok sanıyorsun

hep akşam karanlığımıdır, balık sırtı, gün dönümü.
ne en başında olmak yokuşun
ne bir hazan gibi düşünmek ölümü.
başka gözyaşlarından mı anlaşılır ancak
yaşanmış sevdalara ait sararmış yaprak dökümü.

ısınamazsın ne yapsan, ne kadar kucaklarsan
üç numara yanan sobanın ateşini.
dağların sıcak yamaçlarına koşmak varken
yeni sevdaları yakalayıp, görmek için güneşi.
hala buz tutmuş heykel gibi önüne bakmak neden.

kucakla haydi ne duruyorsun, buz gibi derenin sularını.
çık en yakınındaki ağacın, en yüksek dalına sonra
bırak kendini şöyle boşluğa, salına salına
yeryüzü ol, bir gözyaşının süzülmesi gibi yanaktan .
işte tam sırasıdır, ne anlayacaksan
yaşadığın ya da yaşamadığın bütün sevdalardan.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:40 AM
Neden boşa gidiyor çabalar

yanlış yerde mi arıyoruz
hayatın gerçeğe dönük parmak izlerini.
romantik hayallerin sıcak örtüsünde
olmamış hayallere mi süsletiyoruz
uzadıkça uzayan kış *******ini.

yanlış yerde mi arıyoruz
hiç bulamayacaklarımızın ipuçlarını.
bir çocuğun elinden kaçan
gökyüzü yolcusu balonu
atlayıp sırtına bir uçurtmanın
kuyruk renklerine mi bağlıyoruz.

yanlış yerde mi arıyoruz
mutluluk denizinin tuzlarında saklananı.
neden, fazla mı büyüdü duygularımız
eksik mi kaldı hep okuduklarımız.
onun için mi bulamıyoruz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:40 AM
Nehir yolculuğu

bütün nehirler, bir denize akar bir tanem
akar ama hangi yüksek dağlardan doğar,
hangi boz renkli tepelerden iner.
hangi düz ve sarı ovaların arasından,
hangi ormanların kenarından geçer.
yorgun ve küçük ayaklı bir çocuk,
bir küçük çocuk; çıkarıp ayakkabılarını,
bir kıyıda suya sokmuş mudur ayaklarını.
ya bir genç kız uzun boyunlu, çırılçıplak,
hangi sularında yıkamıştır saçlarını.
kokusu kalmış mıdır bir tanem, kalmış mıdır

kaç tane tatlı su balığı kurtulmuştur
bir yabanın pençesinden.
vazgeçilmez bir aksesuar gibi
orta yerdeki o kayanın üzerinden.
kaç tane kurtulmuştur bir tanem.
etekleri yosun işlemeli,
incecik belli
narin bir söğüt dalı
hiç intiharı düşünmüş müdür,
dinlenmez sularına atarak kendini.
ya da tutuşup el ele bir tatlı su balığı ile.
bilinmez bir firarın aykırı karanlığında
yitip gözden kaybolmuş mudur.

bütün nehirler, bir denize akar bir tanem.
heyecanlı bir yolculuğun son istasyonudur.
nehirler kurtuluşu denizlerde bulur.
yaşlı ve artık gözlerinde fer kalmamış.
bütün hikayelerin tek sayfada toplandığı
yan yana dizili üç noktaymış gibi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:41 AM
Nostaljidir kız senin adın

kahverengi bekçi babalar; sessiz çığlıklı
mahallenin namusları.

kavanozda akide şekerleri; rengarenk kokulu
dişlerin çürükleri.

sarı renkli boş vita kutusu; pencere güzeli
çiçeklerin sevgilisi

siyah chevrolet araba; on kişi ve sekiz silindirli
sünnet merasimi.

bir de kokulu hisar sigarası; ıslak dudak lekeli
kız senin adın nostalji.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:41 AM
O bahçeler, ya ölüverirsen

“küçüklüklerimizin uçsuz bucaksız bahçeleri
büyüdükçe, bakımsız avuç içlerimize nasıl da sığar”

o bahçelerde bir gün yaşarken sıcaklığını kucağında
nereden gelip de konuverdi birden o ölüm kuşu aklıma
hani bırakıp gidersen diye düşündüm günün birinde
ben ezberimden hangi duayı dökerdim gözyaşı olup üzerine

“ bir dua daha öğret bana gitmeden, karşılıklı yatarken”

off, şimdi sırası değil biliyorum, daha büyümedim
hayatın kendisi başlamadı, şimdi her şeyin önündeyim
ucu zehir dokulu zıpkınlar düşlerimi parçalamadan
öğretiyorsun bana denize ulaşmayı, bataklıkta kurumadan

“olur ya delikanlılık bu, bir köşede kanayıverir yüreğim”

karanlık sofralarda sırdaş olurken sarhoşluklarıma
ucuz şarap ve elinden dökülmüş izmarit kokulu salatalarla
yeni güne dönme zamanı çoktan geçmiştir saatin
sıkıldığından mıdır nedir el sallayıp birden gidiverdin

“uzat son defa öpeyim ellerini, yarın olmayacaksın biliyorum”

bir sabah açarsın gözlerini, bütün bentlerin yıkılmış
ne kadar gülebilmişsen o güne kadar yerini gözyaşı almış
fasıllar değişmiş ıssız yollar boşluklara açılmıştır
dünyalara sığmayan o güzel yürek bir avuç toprağa saklanmıştır.

“küçüklüklerimizin uçsuz bucaksız bahçeleri
büyüdükçe, nasıl da gölgesiz çöllerde hayale döner”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:41 AM
O eski şarkılarda

gözüm bardağa dökülen demli sabah çayında
kulağım radyoda çalan bildik o eski şarkıda
sabah ya işte gene bulaştım nihavent havalara.
“o siyah gözlerini bir daha olsun göreyim”
böyle oluyorum işte uykusuz *******in sabahında.
bir görebilsem.

ağacın gölgesiz tarafına dayamışım sırtımı
bir sancı duruyor tam göğsümde asık suratlı
Kalamış değil o kadeh sesi, Boğaziçi işte tam burası
“kalplerden dudaklara yükselen sesi dinle”
yol göstermeyince bilinmiyor ki takvim yaprakları.
bir bilebilsem.

birden nedensiz bir korku sarıverirse içimi
vazgeçirse beni yaşamaktan ve düşünmekten seni
bütün akortlarım bozulsa, rengim ölüm rengi
“şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu”
ve yükleyerek sırtıma dindirilemeyecek hasretini
bir ölebilsem.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:41 AM
O sahilin adı özlem

ayaklarımı denize sokuyorum,
ellerimde buhar tütüyor.
dört yanından mahmuz yemiş bir zincir,
yüreğimde mayına basıyor.
adı özlem mi, yoksa yazılmamış gibi,
ilk hecesinde mi saklı isminin
dudaklarım kuruyor.
anlıyorum, hiç zorlama
bu sahil hiç bir denizin değil

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:41 AM
Ocakta ateş, közde kül

yorgundum,
ismin bana hiçbir şey vermiyordu.
yaşanmış ve yaşanacak bütün savaşlar
benim çadırımın dört duvarında akrobasi yapıyordu.
bir tarafım kan çanağı, göz-gözü görmez iken
diğer duvarımda, taze mezarlar toprak kokuyordu.
belki bundandı çok yorulmuşluğum.
sayamıyordum toplama kamplarımdaki iskeletleri
atılan her uçuk kanatlı kurşunla delik deşik olmuştum.
yorgundum, yani çok kötü vurulmuştum
saksımdaki çiçekler gözlerimi buğulandırıyordu.

senin ismin bana hiçbir şey vermiyordu.
anlattıkların bir kulağımdan bile girmiyordu ki
yol bulup öbüründen çıksın.
paletler mayınlarda, ödünç kol ve bacaklarla
ikram sunuyordu ziyafet sofralarında
yüksek apoletli parlak yıldızlara.

işte belki bundandı.
ismin gibi sende hiçbir şey vermiyordun bana
duvarlarımdaki savaşlarda siper olamamıştın
üstüme yangın bombası olup yağmıştın saatlerce.
mürekkepler “ölüm” yazmaktan tükeniyordu manşetlere.
ben bir kalem arıyordum masamın üstünde
bir de beyaz kağıt sadece.
bir çiçek resmi yapacaktım bir de bir çocuk gülerken geleceğe.

belki yorgun bile değildim, çoktan ölmüştüm
sen zaten hiç olmamış gibiydin.
haberler gene aynı toz duman ve aynı barut kokusuydu
hiç değişmedi ve değişmeyecekti de
duvarlarımın rengi
koku, üzerlerine berbat sinmişti.

şimdi arkası bir başka öte olan, bir başka duvara
dayasam sırtımı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:41 AM
Onuncu köye doğru

sana bir fotoğrafımı gönderiyorum,
karıştırırken dün gece albümümde bulduğum.
ne zaman çekilmişti, şimdi çoktan unuttuğum.
bir kış günüydü
ve sanırım çok, çok önceleriydi
seninle tanışmamdan.
yürüyordum gökyüzünün mavi,
ağaçların beyaz olmasına aldırmadan.
umutların en işporta hali saklanmış gibiydi
buz tutmuş yüreğimde.
yürüyordum;
kendinden vazgeçmiş adımlarımla
hiç olmayan bir yöne.
bir kış günüydü,
günün birinde seni tanıyacağım
aklıma bile gelmiyordu.
ve yaşam,
zamanını ayarlamasını ne yazık ki bilmiyordu.
adına adanmış hiç bir bestemin notası
daha çalmamıştı solfejlerimin kapısını.
onuncu köydü yerleşeceğim,
sadece adını bildiğim
yürüdüğüm yolun en son noktası.
ve onun için ağaçların beyaz,
gökyüzünün mavi olmasına
aldırmıyordum.
sadece İstanbul da belki,
lodosun çok geç patlamasından korkuyordum.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:41 AM
Ormanda

bu havada ve bu ormanda
biz bugün türkü söylemeyelim.
belki bir turna, son telli turna,
çıkar gelir saklandığı yerden.
biz türkü söylemeyim bu gün,
ürkmesin telli turna türkülerimizden.

bekleyelim, birazdan açacak
ilk bahar dalının rengini .
yalnız kalıp korkmasınlar,
biz hazır edelim şimdiden yeşilini
bu havada, bu ormanda bugün
biz huzur adında sessizlik olalım
niyet kuyularına atılacak
şans çiçeklerini toplayalım

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:41 AM
Ormanda, denizde ve her yerde

isterim ki zümrüt dokulu bir ormanda
ve menekşe kokulu.
yürürken tek başıma,
bütün dallar birden çizsin suratımı.
bin karınca yoluma,
yol versin,
ben; buyurun siz geçin diyebileyim.
bırakıldığı daldan düşmüş
bir yavru kuşu
alıp göğsümde büyüteyim.
yağan yağmurlarda soyunup
sevdana olan yangınımı
bir daha söndüreyim.

isterim ki bir kıyısında oturup denizin
ve yosun kokusunda.
sensizken tek başıma,
bütün dalgalar birden ıslatsın ayaklarımı.
bin balık uzatsın başını,
selam versin,
ben; aman soluksuz kalmayın diyebileyim.
bırakıldığı buluttan düşmüş
bir su damlasını
alıp gözlerimde saklayayım.
güneş ışığında soyunup
sevdana olan yangınımı
yeniden yakayım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:41 AM
Ortaçağ

sıralanmış meşaleler daha çok karanlık
engizisyon kokulu mahzenler.
ben zaten hükmüme uzatmışım boynumu
kıldan ince
ama tuğla, harç ve çelik dokulu .

belki bir yıldırım düşer şimdi gökyüzüne.
aydınlık olur saklanır bulutlar
ağlar, yürek kokulu.

üç şövalyelik bir düello işte bu.
sensin biri, en güzel renklerde açılan saçları
diğeri ben,
ortada perçinli zamanın ağır çanları
ve herkes ne kadar işte
vahşi ve kanatsız,
sevmiyor bile hiçbirisi kuşları

biz saltanattan yana olduk, gönlümüzce
ama yalınayaktık,
ama uzak birbirinden
ama her şeye rağmen dürüstçe.
boşa örüyordu ötekiler
hiç kimsenin asla ısınamayacağı kazakları
kendilerinin bile.
tanıyamadıkları bir sevdaydı
boğazını kestikleri
işte duvarlar yıkılıyordu
ne yazık, giyotin keskin ve kan rengiydi
ucundan; bize ait, başkalarına hep yabancı
karanlık acılar damlıyordu.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:43 AM
Ortak nokta

sana bir türlü anlatamıyorum,
sende bir türlü anlamak istemiyorsun.
ben öte tarafına geçemiyorum dikenli tellerin,
senin de bu tarafa geçmek için yok cesaretin.
yapılacak bir şey varsa biraz daha düşünelim.
istersen bilenmiş küfürler olup düşelim
saçaklarımızın kenarlarından,
en sivri tarafıyla buz tutmuş uçlarımızın,
inelim tam orta yerlerine haysiyet damarlarımızın.
boşa akmadan,
kendi değerlerimizin
buluşma noktası olalım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:43 AM
Ölüm böyle birşey işte

bir sabah güneşe karşı içindeki özlemle
çekememek perdenin kanatlarını iki yana.
ve en uykulu günaydınınla fısıldayamamak
sevdiklerinin kulaklarına.
ölüm böyle bir şey iste.
sönük ocakta çayın demini almaması gibi.

şöyle bir uzanıp sahile doğru,
oltaya düşenlerin kaçı istavrit, kaçı uskumru.
deniz hangi sevdadan kalan özlemle
karıştıracak saçlarımı nefesiyle.
ölüm böyle bir şey iste.
yaşamın kılçıklarını denize atamamak gibi.

saatin hiç umurunda bile olmaması
çeyrek kalmış iken o bildik ayak seslerine
hala açmamak ilk sahifesini gazetenin
ve sularına bakmamak saksıdaki çiçeklerin.
ölüm böyle bir şey işte.
umurunda bile olmaması hiçbir şeyin gibi.

ne dostluklar ne sevdalar ne dün ne yarın
ne doğru matematik, ne de ütopik dalgaların.
bir nefes olup da el sallamasıyla dünyana
geçmiş bir bahar sayfası düşmesi hatıralara.
ölüm böyle bir şey işte.
çıktığın her kapıya bir daha dönememek gibi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:43 AM
Ölüm vardı, sen yoktun

süsleyecek bir şey bulamıyor ki insan.
ardında kalan;
hep boşa geçen günler,
ve boşa geçen günler gibi yazılan
öyküler, şiirler….
unutulmayan masallarda,
yok oluyor bütün kahramanlıklar.
görüyorsun işte,
tutmak için ellerini açtığın zaman
avuçlarının içinden kaçan
sevmek tadında mavi kanatlı bir kuştu.
ölüm işte bu anda
nazar boncuklu kurtuluştu.
artık hiçbir şey sen değildin.
mavi kanatlı kuşun kanadına tutunup
keşke gitmeseydin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:43 AM
Ölüme karşı

Namluyu alnına dayamak gibi bir şey ölümün.
Her sabah su vermek,
Saksıdaki çiçeğe.
Güneşi kucaklamak, kırlara çıkmak.
Uzun maviliklerin ardına,
Uzun uzun bakmak.
Yarın yaşayacağın aşkı
Dün yaşadığın her şeye
En bastan başlayarak satır satır anlatmak.

Namluyu alnına dayamak gibi bir şey ölümün.
Yıldızlar körebe saatlerine kavuştuklarında
Yeni günün,
Bir bardak demli çaya şeker atıp karıştırmak.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:43 AM
Ölümleri önlemenin yolu

küçük intiharlar sürgün vermeli,
kökünden budanmış asırlık ağaçların
kezzaba boyanmış taze kokulu filizlerinde.
derme-çatma mücadeleler sonrasının
ölü mevsimler gibi dört açmış gölgesinde.
küçük intiharlar sürgün vermeli
şafakları olmayacak yıldızsız *******de.

bilinmemeli, boşa dönen zembereklerin
hesapsız gelecekleri daha dünden yazdığı
bir fırın önünde sıraya en baştan girip
hiç doymayacakmış gibi taze ekmek almalı
çocukları öpmeli sonra yanaklarından
sevgilileri bir kanama gibi, dudaklarından
gülümsemeli zehir dokulu acılar öç almalı
hiçbir şeyin farkına varmadan yaşanandan.

küçük intiharlar sürgün vermeli
mor sümbüllü gözyaşı süzülürken tenden
hiç olmayacak sürprizler gelse de dalga boyu
soluklar gene bırakılmalı yelken direklerinden
belki bir sahil ki henüz tam bulamamış yolunu
küçük intiharlar sürgün vermeli
ölümlerin bir saldırı gibi kurutmak için soyunu

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:43 AM
Önce su, çocuklar gülsün diye

taş ve toprak neylesin
adımın başına kıraç yazılmış benim.
yağmur olsa, su bulamaz yolunu
ki yeşersin bir tek dalım.
yüzümdeki izler kadar derin
ve çaresiz bakışlarım kadar uzaktır
gülen yüzlü çocuklarımın oyun bahçeleri.
sadece korkak ve kaçak
ve her adımında ihanet soluyan
yabanların ortada durur ayak izleri.

oysa şimdi benim ,
bu yokuşa vuracak ne derman kaldı dizlerimde
ne kendimi koruyacak bir silah var belimde
sadece ıssız bir gölge arıyorum
ulu bir ağacın serinliğinde.
kendi hesaplarımla baş başa,
neden sadece yüz sürüyüp de toprağa, taşa
bir çaba gösterip kavuşamadım
bereketine dudaklarımı uzatacağım
bir yudum suya.
hangi yüzle bakacağım
uzaktır dediğim oyun bahçelerinde
hiç oynayamayan çocuklarımın.
nasıl anlatacağım onlara
hiçbir zaman olmadığını oyun bahçelerinin.

bu bir sanrı mı yoksa masalların tatsız tarafımı.
ben, fotoğrafta mı görüp tanıdım
adı kıraç tepelerin
en karaktersiz renklerini.
ama bir şey gelmedi elimden
değiştiremedim hiçbirini.
işte gerçeğidir suya ulaşamamışlığın
çatlamış dudaklarım
ve çocuklarımın yüzüne bakamadığım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:44 AM
Öyküleri emanet etmek geleceğe

hadi ellerini ver bana ama sadece gözlerin olsun.
yangın senden gelsin avuçlarıma
ter dolsun.
zamandan hesap soralım, iki kere beş iki olsun,
boşluk nedir, neye denir
iyi anlaşılsın.
ve hiçbir öykü yazılmasın dalgalara salınan
kağıttan kayıkların üzerine.

gidişlerin erken tükeniş olduğu saatlerde.
başıma gelen en son şey gibi,
doğumumun intiharına soyunurum.
sen buna gizlenmemiş nişlerinde
doğum odası duvarlarının
saklanmamış tanıklıklar edersin.

bırakırım gözlerimi düştükleri yerde,
yolunu onlar gözlesin diye benim yerime.
ve sen göz yumarsın
Cinayet delillerini toplasınlar diye.

yüreğim sökülür kalır hiç bitmeyecek *******de.
sonunu düşünürüm yazacağım şiirin,
sen öyküyü neresinden tutsan tutarsızlık.
alır başını gidersin,
yerde kalan gözlerimin basarak üstüne.
rıhtım taşlarından akan
hiç bir şeyden habersiz
yosun yeşili.
şimdi erken bir çocuk bulacak
kağıt kayıklardan
süzülüp gelen ilk harfleri.
sanki kendi oyuncakları gibi
belki bu öyküyü son okuyan o olacak.

ama; son kez söylüyorum,
ne olur dinle beni.
hadi ellerini ver bana,sadece ellerini.
koy seni bekleyen gözlerimin yanına
sende gözlerini.
de ki giden belki sensin, ben gitmeden.
yangın yerinde kalan son izleri
terlemeden ellerimiz,tutmayan hesaplarla silen.
var mı çözülecek meselelere yetecek, geride bekleyen bir ömür.
bırak o çocuk okusun öyküyü bulduğu yerden.
sonra yazmaya başlasın bizim bıraktığımız yerden

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:44 AM
Özel mesaj

yüreğimde büyüttüğüm çocuğumun
anasısın sen, bir ülke gibi.
aldırma üstümdeki en usta makasın
biçim verdiği kumaşa,
rengi sensin astarımın.
bir yaşam gibi yazılmış ve okunmakta
seninle adımlanan,
kol kola yaşanan bütün hayatım.
sen benim sevdamsın
kainat gibi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:44 AM
Özgürlük üzerine

en güzel özgürlük değil midir,
her sabah kapının ardından uğurlamak
öperek sevdiğini dudaklarından.
bunun hayalini kurmak
en güzel özgürlük değil midir,
geceden kalma sıcaklıkla yaşamak…

en güzel özgürlük değil midir,
ihanetlerin pençesinde kıvranmak
ya da özlendiğini düşünmek günler boyu,
bir intikam ve hasret gibi yaşamak.
en güzel özgürlük değil midir,
yarınları besleyecek hayaller kurmak…

en güzel özgürlük değil midir,
hücrenin penceresinde çiçekler açtırmak.
olmayan renklerini gözlerinden,
kokmayan kokularını seslerinden
yüreğinden doğurarak derinden yaşamak.
en güzel özgürlük değil midir,
hayal kurma hakkını sonuna kadar kullanmak

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:44 AM
Özlenilen memleket

aç tenceredeki boş nefesin kokması gibidir
ateşin ocağa, ocağın sıcağa yabancılığıdır bu
başka bir şeydir.

hiçbir türkü dökülmez dillerinden aç çocukların
zor acılar, kırık notlarını vermektedir karnelerine
uykularından öncedir.

yabancılık korkularını yükler küçük bedenlerine
düşler değil, başka şeyler gelir gözlerinin önüne
açlık gibidir.

özledikleri memleket, bu memleket değildir.

yarın olacaktır, olmaması gereken her şey gibidir
alfabenin ilk harfini yazacak temiz kağıt hala yoktur
ne olacağı bellidir.

ağır işçilikte bir saat, on yıl olarak işlenir kimliklere
verilecek cezalar sürekli kaldırımların gölgesidir
sömürü düzenidir.

içinde kar, boran ve fırtınanın önlenemez soğuklukları
taşımaz kırar tutundukları her ağacın bahar dalını
tuhaf bir mevsimdir.

özledikleri memleket, bu memleket değildir.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:44 AM
Paydos zili

beyaz tebeşir üzerine kara tahta ile yazıldım.
tüm yaşadıklarım
ondandır,
ölürsem olmaz haberin
tozum kalır.
her saatinde yanarım paydos zilinin
kalmaz geride izi bile
küllerimin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:44 AM
Pencereme yağmur yağarken

bir yağmur damlası penceremde.
tepeden tırnağa sırılsıklam.
nasılsın iki gözüm desem, sorsam halini,
nerden başlasın, nasıl anlatsın derdini.
o bir kanatsız kuş penceremde.
yukarıdan aşağı sırılsıklam.
intihar süsü vermiş kendi kendine.

ruhsuz bir içtima gibiyim böyle sabahlarda.
alçaktan uçan yağmur yüklü bulutlar,
garip sıkıntılar gibi kararır yüreğimde.
ben ellerim dizlerimin üstünde,
baş başa iken çatılmış tüfeklerimle.
ne bir isyan tutkusu
ve ne bir sevişmek arzusu
kalmamıştır içimde.

bir yağmur damlası penceremde.
sanki bir gidişin yorgun habercisidir.
tepeden tırnağa sırılsıklam
ve yukardan aşağı…
ölü bir toprak kokusu gibi,
ardımdan koşar gelir zaman.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:44 AM
Pencerenin buğuları

korkma gecenin sakladıklarından,
her karanlık sahnelemez aynı oyunu.
sen, sil camların buğusunu ellerinle.
içerdeyse sıcaktan
dışarıdaysa soğuktan olsun.
sil camların buğusunu ellerinle.
avuçların pencere koksun.

sonra adımı yaz parmak uçlarınla.
silinmemiş buğular üzerine.
ilk harfim gözyaşı olsun, bırak aksın
sen son harfini yazmadan ismimin,
hasretin ağlamaya başlasın.
korkma gecenin yalnızlığından.
karanlıktır belki ama
mutlaka aydınlık gelir arkasından.

istersen birde dışardan bak, üşümezsen.
en sivri ucundan kazı,
camın üstündeki buzları.
bakarsın dayanamam çıkar gelirim,
dün giderek küçüldüğüm yerden
bugün adım adım büyüyerek.
çıkıp gelirim bakarsın gecenin içinden.
korkma gecenin şehvetinden.
ayrılıklar daha da büyütür kavuşmaları

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:44 AM
Pera'da aşk çok eskidendi

'1936'da İtalyan gönüllüler, bir halk cephesi kuracak.
Kadın-erkek-çocuk-ihtiyar herkes silahlanacak.
Ve ölümümden ellidört yıl sonra İspanya'da kurulan savaş taburları Franco'ya karşı,
Benim adımla anılacak.......'

işte ölümsüzlük yani..
Sırtımı dayadığım bir kilise duvarı vardı hani.
Yorgun ve bakımsız bir sokağın sonunda,
Pera'da, yani., işte orada....
Çok sonraki günlerde cemaatliğine soyunduğumuz
St.Marie Dresperi'nin karanlık merdivenlerine,
Soluk soluğa yüklenip, kol kola kol açtığımız,
Pera'da, yani., işte orada....

'1854'de mum imalatı yaptım new-york'da.
Roma'nın savunmasından kaçıp da
Yeni ülkeye sığındığım o yıllarda.
Başbakan Kont Cavour, başkomutan olarak atamasaydı beni,
Belki Fransa'nın yolladığı kuşatma ordusu ile kalırdım,
Romanın aydınlanmamış tarih sayfalarında...'


İşte geçmişe özlem yani..
Ezberlenmemiş sokak isimleri vardı hani
Yağmurun yağıp yağmadığını bilmediğimiz.
Pera'da, yani.,işte orada.
Saçların ilk kez o gün mü dökülmüştü omuzlarıma.
Bir güneş gibi doğduğun umutsuz karanlığın sonrasında.
Dün gibi, anlıyormusun aklımdasın.
Çok uzaklarda ama tam yanımdasın.
Pera'da, yani., işte burada...


akdenizli garibaldi için...

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:44 AM
Peron, önümde tren yolu

duygularımın anayurdunda;
dağılmış tüm sistemler.
tarlalar kurak ve çaresiz
bir yazın ilk habercisi.
göçmen kuşlar en uzak molada,
gökyüzü bomboş.
bundan böyle yaşanacak
herhangi bir yaşam
bol gelecek bu memlekette..
yürünülecek bir yol da gözükmüyor
hiç bir geniş ölçekli haritada.
yok başka çare artık.
şairim diyerek sayısız kez
en azından kovalamaya ne hakkım var
esin perilerini.
bu memleketi terketmeli.

ayda yılda bir,
bir trenin belki geçeceği
son istasyondayım.
şimdi yakalanacak olan, zaman,
hareket memuru ve makastar.
yani zaman ve kadro eksiksiz oluşmalı
birde tek kişilik
bir kompartıman bulunmalı.

yitmemiş bir kente gidecek şimendifer.
haydi çal sirenini,
geliyorum de!
ben çekerim kampanaların ipini.
geç kalma
ne olur.
canım fazladan sıkılıyor.
sonra anlamsız şeyler yaparım,
ondan korkuyorum.
bak pencerenin pervazında
bir çiçek kurumaya yüz tutmuş.
belli ki susuzluktan....
iki adım ötemde bir çeşme,
musluğu açık unutulmuş.....
haydi gel, geç kalma.

ama gözükmüyor hareket memuru ortalıklarda.
kim değiştirecek makasları?

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:45 AM
Pişmanlık

kısacık, siyah bir etek vardı
o gün üzerinde.

kırmızı ve incecik
parlak kemer belinde.

yandan bakınca
göğüslerini görmüştüm,
hafifçe ucundan.

görür görmezde
acayip sarhoş olmuştum
efkarımdan.

çok iyi hatırlıyorum
daha doğmamıştım.

daha doğmadığıma
o gün bin pişman olmuştum

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:45 AM
Plak kolleksiyoncusunun anıları

otuzüç devirde ağır ve geniş dönüyorum
eteklerim pervane
şehrin en kenar sokaklarında bir meyhane.
tambur elimde, kanun dizimde
hicazkar geçiyorum.
hey barba,
duydun değil mi çığlıkları
dışarıda bir fırtına ki
koptum, kopuyorum demekte.
siz, kalender meşrepler
haydi kaldırın kadehlerinizi
şerefe.
son tramvayın dönüş saati geldi işte
fatlh-harbiye.
bundan sonrası iki adımlık yol.
hele bir de sıklaştırırsak adımlarımızı,
fırtınaya yakalanmadan
çalarız kapımızı.

kırkbeşlik oldum, sahibimin sesini susturdum
şimdi twiste gel.
kola amerikano, mambo italyano.
hilton da beş çayındayız
vakit erken.
seni gördüğümü sandım birden
spotlar yanıp, sönüp göz kırparken.
barmen,
duydun değil mi cankurtaranları.
gene ölümleri taşıyacak sanki
yada bir kız davasından vurulanları.
ortalık karışıyor mu ne.
bir yolunu bulup kaçmalıyız buradan.
başımıza bir dert açılmadan.
şahit-mahit yazarlar
bize ne.
alırız bir kaset,
olmazsa bir si-di
çekiliriz evimize değil mi.

peder bey dostları ile açmış tezgahı
biz kapanmışız odamıza
döndürüyoruz ortada
fabrika kızını.
bir fırtına kopmuş ki dışarıda,
cankurtaranlar geçiyor peşi sıra
hepimiz ağlıyor gibiydik
neden acaba.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:45 AM
Pusular karanlığı saklar içinde

içime saklanan düşmanlar onlardır,
dalları çiçeklerinden kopartan.
boy vermesine fidanların,
kötü ve anlaşılmaz gözlerle bakan.
ve en sevdalısı yazılacak iken,
kelimelerin şiir olup ak kağıtlara
aydınlığın önüne siyah perdeler geren.
içime saklanan düşmanlar onlardır,
sevgilileri umutsuz bekleyiş olup bekleten.

niyet edilen tüm cinayetlerin
dosyalara hiç girmemiş kanıtları
izbe zulalarda pas tutmuş suç aletleri.
arkadan ve kalleşçe, bilinmeyen isimler
görünmeyen belki hiç olmayan yüzler gibi,
yakalasam en derin hücrelerde tereddütsüz
sonsuzluğa mahkum edeceğim hepsini.
içime saklanan düşmanlar onlardır.
kendinden bile korkanlar söylemeye
kendi renklerini.

sabah uyanışlar demi tutmamış çaylardır.
koşar gidersin içindekilerle hesaplaşmaya,
mertçe ve çekip alarak tam karşına.
en orta yerinde bulursun kendini bir şövalye gibi
pusulardan çıkıp gelecek karanlıkların.
kurtaracağın önce sen ve senin yaşam adına
ödünsüz korumaya çalıştığın insanlığındır
ve bir başka hesaplaşmanın adıdır.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:45 AM
Renkler kaybolurken

eyvah, turuncu takıldı güneşin peşine kayboldu.
yeşiller siyaha döndü.

sahil boyunda yoksul bir meyhanedeydik.
bir bacağı kırık sandalyenin
masaya dayanışını seyrediyorduk.
belli etmemeye çalışıyordu
gururluydu.
ama biz saklandığımız yerden
çok iyi görüyorduk.
masanın örtüsünün rengi yoktu
belli ki bir sandık asma üzümünün
arkasına saklanmıştı.
sandalye asma üzümü sandığı ile
uzaktan akraba oluyordu.
masa da öyle.
bağbozumundan çok sonraydı,
asmanın renkleri sıcaktan kavruluyordu.
masanın üzerinde şişeler vardı
birisi yarısı içilmiş gibi duruyordu
diğerleri boştu ve kaldırılmayı bekliyordu.
şişelerin rengi yıllanmış cam göbeğiydi
ama belli olmuyordu.
masanın sarhoşları da yoktu ortalarda.
ya sızmışlardı bir köşede
ya da bıçaklayıp birbirlerini
dinlenmeye çekilmişlerdi bir morgda
buz beyazında.
soğuk bütün renkleri alıp götürmüştü.
onlar bunun farkında değillerdi kuşkusuz.
ama uykusuz
ama babacan tavırları ile meyhaneci
alacaklı hesaplarını boyundan aşırıyordu.
sabit kaleminin moru
bir şey yazmıyordu.
mor, hesap kaleminin ucundan kaçmış
bir başka kaleme konuk olmuştu.
karanlık bir oda ve gene çıplak bir masa.
mor, ucuna saklandığı kalemle
yatıyor masanın üzerinde.
altlarında bir gazete sayfası.
üzerinde kocaman bir fotoğraf basılı.
bir gülen insan, bir güzel insan.
üzeri mor kalemle çizili.
altlarında ağlayan bir gazete sayfası.
örtmüş,yerde yüzükoyun yatan
bir güzel insanı.

sahil boyunda yoksul bir meyhanedeydik.
bir şeyler uçuşuyordu etrafımızda,
bir şey anlamıyor, sarhoşluğumuza veriyorduk.
turuncu takıldığı güneşin peşinde kayboluyordu.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:46 AM
Resimli-müzikli şiir

bu şiiri bir kartpostalın üzerinde okuyun

gökyüzünü kaplamış koyu gri bulutlar
sıkılsalar sanki gözyaşı rengi ağlayacaklar
kıyamet öncesi son yağmur gibi
bardaktan boşanırcasına
sırılsıklam.

yolları çevrelemiş açık siyah ağaçlar
bir nefes veren olsa rüzgarın estiği yönden
sökülecekler gibi tam köklerinden
dal budak salmış bir ölüm
elinizin altında.

ortada bir yol, karartılmış toprak rengi
yolda yürüyen ve giderek uzaklaşan bir gölge
boşaltılmış içi bir tabut sessizliği
isteksiz ve yokmuş gibi
hiç olmamış

kimin vedasıdır gölgenin yüreğindeki
belki senin, ne kadar da sana benziyor elbisesi
yada ben, çünkü benim bu şiirin şairi
yani ikimizden biri
belki.

ve arkada ilk bakışta görünmeyen bir ev
şiiri okudukça penceredeki sönen ışıktan anlıyoruz
demek bu kez gerçekten bitiyoruz
yaşanmışlığın bir yanı
böyle olmalı.

bu şiiri bir kartpostal üzerinde okudunuz.
şimdi altta gördüğünüz düğmeye yavaşça dokununuz
bütün seslere açık olmalı kulağınız
ben; enya’nın “only time” ı ile doluyorum
sizde yüreğinizden ne geçiyorsa
onu dinleyerek yeniden okuyun.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:46 AM
Rüzgar esmeyince

rüzgarın şiddeti sıfır, nabız sıfır
sessizlik ölüm,
herkesin gözü
gökyüzü.
buz tutunca ne kadar çok rengi oluyor kanatların.
gündönümü
bir renk bulamayanların.

cehennem sorgusu, cevap kaçamak
yangın sürüyor,
soğuk, ne sıcak
yakacak.
oysa neler yazıyorsa altında yazıyor zamanın.
üstte kalıyor yaşanacak
yaşamaya tutkusu olanların.

çatıları çok yükseklere örmüşler
ellerde zincir
herkesin gözü
gökyüzü
geç kalınca ne kadar çok güvercin havalanıyor birden.
yürekler suskun
bir şey gelmiyor ki elden.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:46 AM
Sabah olacaksa

yarın sabah olacak ve uyku kokacaksa nefesimiz,
takvimden yeni bir yaprak koparacaksa ellerimiz,
çıkmaz sokakların her köşe başlarında,
en serin, en derin, en temiz, yeni bir deniz
aramaktan korkmamalı deniz mavisi gözlerimiz.
yarın sabah olacaksa eğer…..

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:46 AM
Saçlarını elimle arkaya atmak

usta; daha sazını indirmemişti duvardan,
vurmamış tellerine ki şöyle bir dinleyeyim
dinlerken kendimden geçip, inleyeyim …
“zülüf dökülmüş yüze aman, kaşlar yakışmış göze”
…..

saatleri sakin şafaklara ayarlanmıştı çocukluğumun
ve daha hiç kırılmamıştı iki yerinden sol kolum
sevmelerimin ilk harfleriydi üstümdeki gölgeler
çamur; bayram ayakkabımın boyasını alırdı sadece
yumruğum yüreğim kadardı, gerisini siz düşünün işte …

erguvanlar baharsız, maviler düşmemiş denizlerime
İstanbul’un ismi kadar yabancıyım gelecek günlerime.


her sabah gibi önümde sessiz kılçıklarıyla bir sofra
yanacak boğazım birazdan, ben öyle sanacağım yada
hani bir yağmur bastırsa birden, inan ki hiç düşünmeden
soyunup çırılçıplak, bütün bilmelerimi giyeceğim üstüme
elimle arkaya atar gibi saçlarını, öylece bakarken yüzüne

ah şu yarın, hani hep ıssız koyların pusudaki dalgaları
biraz daha okunacak harfle yazabilse üstüne yazılanları.

her sabah işe gider gibi inan bir başka çıkarım kapıdan
çocukluğumu alırım yanıma, kırılacak koluma aldırmadan
bütün harflerim ezberlenmiş, gölgeler çoktan silinmiş
kokularından belli, taze bahar gibi vitrindeki ışıklar
belki bir şimşek düşer gözlerime, öyle bakıyor bulutlar …

saklanmalı o ilk dizini kanattığın sokaklar, kırdığın camlar
ama sonrasının çek üstüne kalemi, hiç bilmesin yarınlar …
………...

usta; bir yudum su içti önündeki bardaktan
sonra vurdu sazın teline ki şöyle bir dinleyeyim
dün gibi olacaksa eğer, yarını neyleyeyim …
“sen orada ben burada aman, ömrümüz geçti böyle”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:46 AM
Sağlam gözle bakmak - düz yazı

Çok güçlü olasılık hesaplarının karşısına daima çok cılızda olsa olmayabilirlik hesaplarının konması gereklidir. Ayrıca bu cılız hesaplar sadece bir yer bulup oturtulduğu yerde de bırakılmamalı, en az güçlü hesaplar için girişilen keyif verici ayrıntıları yakalama uğraşı, cılız hesaplarında keyifsiz ayrıntıları için eşdeğer şekilde gösterilmelidir ki sadece cılız bir olmayabilirlik hesabı olarak kalsın, şaşırtıcı bir kimlik kartını hiç beklemediğimiz bir anda gözümüzün içine sokmasın.

Biz toplum olarak; “oh ne güzel, harika” avazları ile kucakladığımız, adımlamaya çalıştığımız her işte böyle bir bilanço balansına gerek görmeyiz nedense. Bizim bilançolarımız ilk baktığımız zaman bize alacaklı olduğumuz muhteşem bakiyeler dışında hiçbir şey göstermezler. Ama işin yada yolun ortalarında bir yer veya zamanlarda önce hafif oynaşmalar ve giderek artan yalpalamalarla bu balansın borçlu tarafı ben buradayım demeye başlar. Sonrasında da başlar günlük defterlere yazılan dramatik cümleler, bu cümleleri oluşturan her kelimenin üzerine düşen gözyaşları.

Nedense hep “at gözlüğü” ile bakmayalım derler değerlendirmelerimizi çok yönlü yapmamızı önerenler ama at gözlüğümüzü çıkarsak bile bu kez şehla yada şaşı bakışlarımız, kendimize sunduğumuz brifing tablolarında en göz alıcı fakat yanlış eğrileri ışıldatırlar projeksiyonumuzda. Ve hal böyle olunca da sonuç gene hüsran, gene gözyaşı, gene başarısızlık yada kendimize aldığımız pamuk helvaları ısırırken ışıltılı lunaparkların sınır paravanlarında imrenle yutkunan yoksul çocuk fotoğraflarından oluşan bir yakın tarih albümü. Ve elbette özeleştiri makalelerimizin mizah rengi başlıklarında da “ah biz Türkler ”

Bugünlerimizi gözden çıkardık diyelim ama yarınlar için bir şeyleri yapmaya bugünden başlamazsak çocuklarımızda aynı cümleyi kurmaya, yazmaya devam edeceklerdir yarınlarda. Tabi yazacak kalem yada ortam bulabilirlerse. Çünkü sürekli gelişen yapıları ile aç hırıltılar bugünlerde düne göre çok daha fazla hissettiriyorlar soluklarını ense kökümüzde. Bu aç nefeslerin önünde, onların iştahlarını daha da açacak güneş altında kumsala uzanmış görüntülerimizin yerine bugün bol şıkırtılı, bol dumanlı ve az aydınlık kahvehane vitrinlerinin önüne koltuk altlarına sıkıştırdıkları satranç tahtaları ile yerinde duramayan çocuk mangalarını sıralamaya başlamalıyız. Düşünen toplum olabilmek, Rodin heykeli ile süslü akıl hastanelerinin bahçelerine insanlarımızın tamamını doldurmak demek değildir. Zamanı doğru okuyabilmek, manzarayı sağlam gözle görebilmek demektir. Bu devlet yönetiminde de, sanatın ve edebiyatın her dalında da, inanç ve ideallerimizde, bireysel ilişkiler ve sevdalarda, üretirken ve tüketirken de bu demektir. Başka bir karşılığı yoktur.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:46 AM
Sakladım seni

sakladım seninle ilgili ne varsa.
numaraları birbirine karışmış
kitap sayfalarına.
yaramaz çocukluklar yaptım.
bütün satırları başka renklerde
çocukça boyadım.
okudular, anlayamadılar.

sakladım seninle ilgili ne varsa.
kurşun askerlerimin duman altı
savaş alanlarına.
kocaman adamlar gibi
ölü taklitleri yaptım.
hiç sesimi çıkarmadan
öylece yattım.
aradılar bulamadılar.

sakladım seninle ilgili ne varsa.
görmediğim rüyaların içine.
uykusuz *******imde.
yaşanmamışlıklar yaptım.
tek tek yıldızları saydım,
hiç üşenmeden.
ama inanmadılar.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:46 AM
Saklambaç

sen bugün gri ve kar toplayan havaya saklandın
tozun dumanın içinde
soğuktan rengi değişmiş ellerinle
kar tanesinde
kristal.

ormanlardan daha öteye, yaprakların arasında
üzerinde sabahtan kalma mahmur
bir çiy tanesi
yeşil görünüyorsun uzaktan bakınca
ıslak.

sen bugün adını ilk hecelediğim güne saklandın
benden öncesine
ayrılığın tarifemde hiç olmadığı
sade bir yalnızlığa
gözyaşı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:46 AM
Saklanalım kendimize, saklanalım yarından

ördüğümüz duvarı yıllarca saklayalım.
gizli bahçenin sırlarını kimse bilmesin.
hep o vitrindeki mankenlerle yürüsün dostluklar.
beklediğimiz vardiyaya esinceye
ve ohhh be dünya varmış dedirtinceye kadar rüzgar.

melankolik bir toz duman şimdi zaman.
rakı şişelerinin çürümüş bel kemikleri.
üstelik hiç sevmem; ama neylersin
daktilomda kırık harflerin çektiği
yangın ateşleyen bu peşrevleri.

kapımın nöbetinde dört mevsim bir zebani.
pencere tuğla rengi, dışarıda kim var?
sigara üstüne sigara, gözlerim yanıyor.
haydi yakala ellerimi zaman giderek daralıyor.

haydi yakala! ...
yoksa oturup dizlerimin üstüne
son kitabımdaki en terkedilmiş öyküye
inançsız bir sadakat ile saklayacağım kendimi.
ardımdan gelecek sahafların tozlu raflarına
keşişleme bir kahraman.
bekleyeceğim, andersen’in en iç gıcıklayan
ninnilerinin dinmesini sağ tarafımdan.

sonra yeniden başlamak.......
birlikte atabilmek belki o ilk adımları
doğabilmek aynı bozkırın güneşinin altında
ya da kavurucu bir akdeniz sıcağında.
aynı günde, aynı saatte, aynı tanrıdan...
olacak şey değil yani yeniden başlamak.
bak umut nasıl gülüyor darağacından.
olmuyor işte tükendik, onu demek istiyorum.
seninle değil ama bir başka yarına
nereden ve nasıl başlanacak işte onu bilmiyorum

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:46 AM
Saklı cesaretler

nerelerimizde saklarız kötürüm duygularımızın kör tırnaklarını
yazamayacak kadar, buz tutmuş camlara sevgilimizin adını
nerelerimizde saklarız

ağustos güneşi yangınının yürekte kor yaptığı sevdalarımızı
yürüyememek önümüzdeki katran karası yolları
cesaretsizliğimizin buhar olup tüttüğü kalaysız kazanları
nerelerimizde saklar, nerelerde kaynatırız.

bir daha yarın olamayacağımızı
nasıl anlatır, nasıl inandırırız çocuklarımızı

cesaretimiz ne analarımızın işlemeli çeyiz sandıklarında saklı
ne de babalarımızın duvarda asılı ruhsatsız çiftesinde.
bir yüreğin içinde sanki, akılla ömür boyu sevişen.
bitip tükenmeden ve erken doğum olmadan.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:47 AM
Sana anlatmayacağım

sana anlatmayacağım,
uykusuz *******in duvara dönmüş yüzünü.
üzerinde ne bir tek tel saç
ve ne bir damla ter düşmüş,
yastığın gözyaşlarını.
okunmamaya yeminli sanki bir ağır kitap
ve üzerine şehvetle göz kırpan
gece lambasını.
sana anlatmayacağım,
uykusuz *******imde bir küfür gibi
adını andığımı.

sana anlatmayacağım.....
hiç açılmadığı için kapanmamış perdelere
ne bir günahın ve açlığın
ve çılgın bir koşu gibi kavuşmaların
bir koku olup bile sinmediğini.
sessizlik şimdi saatin uygun adım ayarı.
sana anlatmayacağım,
saati en son hiç kurmadığımı
ve zamanın sen gittiğin gün,
sen gittiğin gün durduğunu.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:47 AM
Sana gül topladım

sana gül topladım, diken yırtığı yüreğim
birde hayalet şatolarını aramasa gözlerim.
Transilvanya’sın, sen ne güzel manzarasın.

bin göçer kervanı, ben bir yana onlar öte
gecenin gündüze bir şehvet gibi teslim olduğu saatte
o kır çiçekleri değil miydi en derin muska gibi
gene gözlerimin önüne getiren gözlerini.

uzağımda uzak köyler, bir erken ninni söyler
sana gül topladım, şarkısız kaldı bülbüller.
ey deniz, şimdi ne kadar uzak düştü ellerimiz.

rengarenk etekli, öksüz bir çenginin melodisi bu
biraz daha Latin olsam unutturacak tüm yorgunluğumu
kuzey garındaki gibi iç içe geçtiğinde raylar
neden böyle yavaş yavaş uzaklaşır hatıralar.

sana gül topladım, her yaprağına adın yazılmış
ama solan bir şeyler var, sanki birisi susuz kalmış.
yağmur düşüyor alnıma, sen güneşe bak aldırma.

şimdi bir sigara yakıyorum, tütünü hasret tütecek
ama ne kadar uzak olursak günler o kadar yakın geçecek
de ki toprak ayrı kokuyor ama ateş aynı yakıyor
bulutlar orada nasılsa, burada da öyle ağlıyor

sana gül topladım, koklayamadın …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:47 AM
Sana küstüm

sana küstüm
belki sana değil de,
her akşam yakana taktığım çiçeğe.
ben küstüm mü fena küserim
belki sana değil de
başka bahanelere …

gözlerdeki ışıltının
yüreğe inmesine aldırmadın.
bir dumanlık sigaranın
parmak arasında duruşuna sattın.
göklerdeki yıldızların
omuzlarıma konmasıyla değil
telefon tellerindeki
susturulmuş kuşlarla yandım

sana küstüm
belki sana değil de,
kokusuz kanatlarına lodosların .
ben küstüm mü fena küserim
belki gene sana değil de
başka bahanelere …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:47 AM
Sancı

Doğum sancısından geriye
Kan ter içinde bir bebek kalır,
Göbeği anasına bağlı.

Birde sigara izmaritleri kapının önünde
Hepsi yarım içilmiş,
Hepsi erkek markalı.

Doğum sancısından geriye,
Nereye gideceği bilinmez
Bir hayat kalır.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:47 AM
Sancı ayrılmıyor hasretten

mavisini içime çekmek gibi bir arzu bu
bulunduğum bir başka maviden
bir başka yerden.

erguvan mevsimidir diye topladım
ne kadar yamaç varsa o kadar hasretimde
hani kuzeyden gelen soğuk rüzgarların nefesinde
üşürmüş gibi yaptım, yüreğimin titremesini
sönmemiş sabahların ateşinde
aldırmadım.

erguvan mevsimidir diye topladım
hepsinin tek tek bütün renklerini kokladım.
ellerin değmese bile gözüne yakalanmışlardır dedim
gözyaşı ile dolu bir vazonun içine yerleştirdim
vazgeçmek istediler kendilerinden
soldurmadım.

ama gece bastırır ya birden hiç ummazsın
yıldızlar sanki dünden yabancı.
işte gene aynı sancı

bir boğaz vapurunda mıyım şimdi
elini-kolunu dümene kilitlemişim kaptanın,
yüzüm baca numarasının isine saklı
bildiğim iskelelere kaçıyoruz
hasret bu ya …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:47 AM
Sanma ki büyüyeceksin

artık süt kokusunda değil,
rakı kıvamında nefesim.
büyüdüm yani.
ellerin kavga yerinin ortasında.
kıymetli taşların;
nasıl yuvarlandığını mazgallara,
izledi gözlerim.
masum çocuk bakışlarımın arkasında
bindiğim usturanın sırtında
bilenerek.

artık süt kokusunda değil,
rakı kıvamında nefesim.
büyüdüm yani.

şimdi ihanet zincirlerinin üstündeki
parmak izlerini
ve yastığımın altında namlusuna;
namus gibi sürülmüş
mermiyi
okşuyor parmak uçlarım.
gözüm karanlıkta, kulağım seste
ama korkmuyorum karanlıklardan,
korkmuyorum işte.

artık süt kokusunda değil,
rakı kıvamında nefesim.
büyüdüm yani.

yüreğim, beynim ve yumruklarım gibi,
büyüdüm yani.
bir yeryüzü atlasının bütün sahifeleri gibi.
insanlık ve onların açlıkları,
mazot renkli karabatakların
sessiz çığlıkları
ve ardından bakakalınan
bütün sevgilerin
bir daha hiç dönmeyecekleri gibi.

artık süt kokusunda değil,
rakı kıvamında nefesim.
büyüdüm yani.

garip destanların sildim hepsini.
gecem, gece değildi
uykuma yetmiyordu.
okuduklarım sadece bildiğim gibi okunuyordu.
dinlediklerim de aynen,
okuduklarıma benziyordu.

ama ince bir tül gibi üstümde
yangının aleve dönmeden önce
hani anlaşılamayan,
yanaklarından öper gibi,
bir koku bir ana kokusu,
belki bir başka özlem...
belki büyüyemeden, büyüdüğünü
sanmak korkusu.

offf,
başlamadan kaçıp gitmek olsun.
bırakalım doğmadığı ana rahminde
doğmadan kalsın.
sonra atacağın her adımda,
bir başka şekilde
bir garip
ve bir mazlum gibi aldanıyorsun.
çekip ağzını ana memesinden
oturduğun sofrada bulanıp rakıya;
büyüdüğünü sanıyorsun.
ve büyümenin hiç büyümeyeceğini
asla anlamıyorsun

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:47 AM
Sarhoş bir mekan

akşamdan kalma hepsi,
ne kadar şişe varsa boşalmış
serilmiş yerlere.
kadehler dersen, daha kötü hallerde.
mis gibi anason, üzüm gibi şarap
deli divane, kokuyor her yerde.
kül denizinde intihar etmiş
bütün kül tablaları..
şu sandalye bile baksana,
oturup, dayamış sırtını masaya.
bulaşığı fasulye pilakisi
kırık bir tabak,
gramofonda bütün şarkıları susmuş
otuzüçlük bir plak.
ayakta kalan yalnız
masadaki beyaz karanfilim.
onu da zaten sen getirmiştin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:47 AM
Sarhoş sahillerinde imbatların

Smyrna'lı gemicilerle konuşuyoruz.
Pasaport'ta, Kordon'da, Alsancak'ta.
Şaraplarımızı denize döküyoruz.
Balıkların gözü dönüyor.

Smyrna'lı gemicilerle konuşuyoruz.
Nelerden., nerelerden...
Denizin denizliğini,
İnsanın insanlığını yitirdiğinden.
Sıcak şarap
ve meymenetsiz sarhoşluklar üzerine.

Smyrna'lı gemicilerin konuk oluyoruz *******ine.
Ne cüce saat kulesi konak alanının,
Ne çırılçıplak yalnızlığı basmane garının,
Zamanı sensizliğe kovamıyor nedense.
Smyrna'lı gemicilerle hiç bir şeyi çözemiyoruz.

Sen gel kulaklarını daya kulağıma,
Beynim titresin yanıp yıkılan İzmir'de.
Kaçanların yakıp yıktığı.,
Saksıyı;
O güzelim fesleğenlere, gece güzellerine
Hasret bıraktığı.
Küfürbaz ayyaşlıklarımın yanlışlarında ağlat beni.

Sahil lokantalarından, yosun sesleri gelirken,
Midye kabukları adını,camlara kazırken.
Sessizce kalkalım oturduğumuz yerden,
Smyrna'lı gemicilere hiç bir şey söylemeden...

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:48 AM
Sarı yapraklı eylül savunması

sonra bir yaprak düşüyor tam önümüze, bir sarı yaprak
sonra bir tane daha bakıyoruz hepsine tek tek ve şaşırarak
sonbahar mısınız siz diyoruz, hadi anlatsanıza bakalım
anlatın ki bir başka bahar gibi, yaşadıklarımızı bizde anlayalım

“karar kalemi; kanatlanıp uçtu pencereden
yargıcın ellerinden” …..

sonra bir kapı kapanıyor tam üstümüzden ve sessizce
sonra dalların ve yaprakların arasından süzülen ışık gibi bir gece
ocakta kendini ellerimizle deme vurmuş, çay gibi ve sıcak
gizli rüzgarımızla estirdiğimiz şarkıyı sadece bize duyurarak …

“kim sildi o suçlama maddesini, şimdi buradaydı
anahtar saklanmıştı” …..

sonra bir tahta sıranın üzerinde, önümüzde sessiz dalgalar
sonra martılar gelir yanımıza, kucağımıza dökülmüş susamlar
bir vapur giderek gözlerimizin önünden, sis olup uzaklaşır
bilinmeyen hasretlerin iskelesinde nice bekleyenle kucaklaşır …

“mevsimlere göre değişmemeli tarifeler diyordu
gecikmiş eski bir yolcu” ….

sonra eylül işte deriz hani hep hüzün saklanır yapraklarında
sonra bir üşüme mevsimi yaratır, donarız sabah ayazlarında
oysa yakamozlar aynı mehtabın aydınlığına saklı birer ışıktırlar
adı sarı yapraklı eylül’de olsa, doğacak çocukları doğuracaktırlar …

“benziyor şimdi benim ömrüm, uzun rüyaya
bir bekleme odasının kapısında” ….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:48 AM
Satranç

yağmalanmamış yer küre parçası bulalım.
satranç tahtamızı ortasına koyalım.
beyazlar bizim olsun
siyahları kimselere vermeyelim,
onları da beyaza boyayalım.

önce piyonlarımızın denetimini yapalım.
yakalarına en tazesinden
birer karanfil takalım.
yanaklarından öpelim, yanaklarından öpelim.
bir çocuk geçsin koşarak önümüzden,
aniden.
dudaklarında bir şarkı mırıldansın.
“ben bahar dallarını çok seviyorum.
her baharı ben, bahar dallarını
görmek için bekliyorum.”

geçelim tahtamızın kenarından dolaşarak
iki kalemizin iki yakasını tutalım.
burçlarına tırmanalım.
önce bakalım,
duvarlarına asılmış mı asma yaprakları.
bir çocuk geçsin koşarak önümüzden
dudaklarında bir masalın ilk satırı.
“ben uçan kuşların kanatlarına,
beyaz çizgiler çiziyorum,
gökyüzünde kaybolsunlar
istemiyorum.”

ve binsin savaş rüzgarları artık atlarına
alalım fillerimizi de arkamıza.
sen geç otur vezir karesine
ben de kurulayım artık kendi yerime.
bir çocuk geçsin koşarak önümüzden,
bu kez bir pankart ellerinde
“böyle yaşasın bütün savaşları çocuklar”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:48 AM
Savaş yaşamın her karesinde

gelincik kırmızısı harflerle yazılmış ismin duvarlara.
demek ki en zor oyuncusu sensin bu oyunun.
adı konulmamış o çocuksu yalnızlıkların
ve en uzak yıldızlarda sevişmek tutkusunun.

kalibresi yontulmamış ateş toplarındayız.
solukları isyan kokan türküler kadar karanlık,
ay ışığının aman vermez kar beyazı *******inde
menzil dışı söğüt kokulu su başlarını tuttuk.
kurşunlar çığlık gibi geçiyor üzerimizden.
bir içimlik sigara yaksak şöyle ciğer parlatan
korkuyoruz parçalanacak tüm kayalar.

koşullara telif ödenmemiş, aman vermiyor.
baktığımız hiç bir denizde yok sevgilinin gözleri.
çok değil kuytuya saklanmış bir çift yürek
sığamıyoruz dünyanın hiç bir şafağına.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:48 AM
Savaşa gidenler, dönenler

penceremin önünden savaş taburları geçiyor.
sırtlarında kaputları, sanki toprak rengi.
başka başka yerlerde her biri
başkalarının adına, ölmeye gidiyor.

her gün yeniden yazılan bir acı öyküdür bu.
bir yanı ölümle gelen kanlı bir çığlık
arkası küflü ekmek kokusu gibi, karanlık.
ve hiç kazanılamayan madalyanın tortusu.

penceremin önünden savaş taburları geçiyor.
süngülerde birbirine karışmış kan gurupları.
ve çok uzak bir ülkede, bir doğum sancısı
bir çocuk; başkaları adına, ölmeye doğuyor.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:50 AM
Savaşa karşı durun çocuklar

her biri birer ananın kuzusu
sahilde kumdan kaleler yapan çocuklar.
kumları kucaklayıp küçücük elleriyle
sonsuzun savaşlarına karşı duracak
altın sarısı kumdan kaleler yapıyorlar.

deniz tanrısın dalgaları,
rüzgar babanın nefesi izin verirse eğer,
izin verir ise altın sarısı kumların
gözlerime kaçmamasına,
izleyeceğim her birini birer birer.
savaşa karşı durmak için neler yapılırmış meğer.

takmadan kafama sınıf öğretmenim ne der,
okuma yazmayı bana ilk öğreteceği bu günlerde.
ben karışıyor muyum onun saçlarının rengine.
o da bana karışmasın, bana ne.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:55 AM
Sazlıkların arasından

sarmaşıklar boğazımı sıkıyor.
sırtıma ördüğüm duvarlarda bağlıyım.
bir idam mangası gibi dizilmiş karşıma,
güzellik ve insanlık ve sevdam adına
hep sırtımdan saplanan hançerler.

ilk kurşun fırlıyor namludan….
sakin göllerin sularından,
ikinci kursun…..
sazlıkların arasından,
üçüncü…
geçip bağlanıyorum
ya da
sandalı terk ediyorum…..
dördüncü kurşun fırlıyor namludan…
bir kuş havalanıyor
sazlıkların arasından,
adını bilmiyorum.

sarmaşıklar taşımıyor bedenimi.
sırtıma ördüğüm duvar üzerime çöküyor.
kurşun gibi saplanan hançerler
kanlarını, kollarının yeninde temizliyor.
güzellik ve insanlık ve sevdam adına
her şeyden vazgeçiyorum.

bir kuş daha havalanıyor,
sazlıkların arasından,
galiba..,
bunu,
bir yerden tanıyorum..

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:55 AM
Sellerinde yaşayayım sensizliği

bu yaz sensiz geçecek,
sular gibi akacak mısın yol başı musluklarından ellerime
yüksek dağlardan ve kimsesiz kaynaklardan çağlamış gibi
buz gibi yüreğime,
ağlamış gibi.

gölgelerini;
kurşun yüklü buzul kumlarının arasına mı saklayacaksın
ve bundandır ellerinin üşümesi mi diyeceksin.
güneş alnımı sensizlik ateşi gibi yakıp kavururken
ve ben esmeyen rüzgarlarda
savrulurken

kuraklığımın üstüne
şimşeksiz aydınlıkların sakin ve bereketli yağmuru ol
ve her damlandan bileyim ki sen doğacaksın
kapılıp sellerine akıp gideyim
sensizlik yaşanacaksa eğer
böyle yaşayayım.

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:55 AM
Sen gittin sigaran yanıyor hala

birlikte çektirilememiş
her fotoğrafın arabında saklanır;
sabaha karşı tek başına dinlenen
azgın su sesindeki ezgilerde
birdenbire araya giren
milliyetsiz, cinsiyetsiz
ve yakın dostların ölüm acısı gibi
kendini çok iyi bilen o çırılçıplak duygular.

senin;
mahkumluğa gönderilmiş
umutlarındır yarınlar.
yorgun kaçamaklarla
belleğinin emanetine bıraktığın,
yanında taşıyamayacağın kahramanlıklarınla
dingin kapalı denizlere akan,
coşkulu ırmakların
gözü kara korsanı gibisin.
ne zaman kaldırsan başını
gökyüzünün karanlığına
süzülür gider binlerce yıldız
bilmediğin aydınlıklara.
dalıp yiteceğin deniz;
menzilindeki en uzaktır.
yaşanamamış ne varsa gibi
yapılacak hiçbir şey de yoktur
kendi fotoğrafını kendin çekmekten başka.

sen;
içtiğin sigarayı tam söndürmezsin küllüğünde.
tüter durur öylece
buz tutmuş ölüm gibi,
gözleri gökyüzünde.
karşılaşırsan günün birinde
verilecek yanıtın olsun.
yaşadığın keyiflerde terk eden
karşındaki olsun.
işte biraz da küllüklerdeki sönmemiş sigaralardır;
azgın su sesindeki ezgilerde araya giren duygular.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:55 AM
Sen kendini mahkum ettin

sen kendini;
saçına karlar yağacak hücrelere kilitledin
ne bir anahtar var elinde şimdi,
ne pası yontulmamış bir kilit.
gölgenin düştüğü duvarlar ihanet
ve yalnızlığın taş tutmuş şekli.
ses geçirmez ve vurdumduymaz.
nereden dinleyeceksin
canının çektiği türküyü
hani adı hasret
ve tel tel sevda kokan.
özleyeceksin….

hiçbir kız çocuğu ip atlamayacak
pencerenin önünde.
Düştüğü yerde kalacak
Çivisinden kurtulmuş
Duvarında asılı resimler.
çok dualar edeceksin solmasın diye
ellerinle diktiğin rengarenk çiçekler
ama her gün bir başka yaprak
düşecek bir başka gölgeye
üzüleceksin.

sen kendini;
bensizliğin zirvesine çıkmaya mahkum ettin.
ve en dumansız dağ yamaçlarında
buz tutmuş kuytular oldun.
hiçbir göç duymadı sesini
sessizliğin sesini dinledin.
biliyorum hala içindeki huysuz çocuk
gelecek diyor,
yangın başlamıştır bile yüreğinde.,
gelecektir hele bekle
gün geceye döndüğünde.
sen kimseye kulak asma sevdiğim
ben şimdi düşünme mevsimindeyim.
içimde güneş yeniden doğuncaya kadar
üşüyeceksin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:55 AM
Sen neredesin

leylekler ölmüş, mevsimler bitmiş.
güneşi kanatlarına almış yağmur kuşları.
beraber saklanmışlar gecenin koynuna.
sen neredesin?

bu benim ilk perişan oluşum.,
sebebim sensin.

şimdi çılgınlığım uçsuz-bucaksız ve pembe.
düzlüklerim gözü göze göstermiyor, aydınlık.
saltanat oyunumun çaresiz körebesiyim,
sen nerdesin?

şizofrenine su katılmış balık sırtıyım.
kılçıklarım can yakıyor yürüdüğüm yollarda.
tesellisiz bir hançerle bileniyor dişlerim
ahh bir görebilsem seni, duyabilsem sesini.
öfkeyi ve her şeyimi bırakırım bir köşeye
sevgi ve hasretle gözlerinden öperim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:55 AM
Sen sus

garip ve hüzün dolu bir tırmalanma olsun karşımda.
ışıklar yanmasın.
sen, sus ……
bütün makamlar kendi bildiği telden çalsın şarkıları.
ben dinleyeyim.
sen, duyma
sen, sus …..
ellerinin ilk teri aksın göğsümden aşağıya doğru.
soluğum daralsın.
sen aldırma, sen duyma
sen, sus ….
gözlerimi gözlerinden kaçırmak için bir yer aramalı,
bulamamalıyım.
sen aldırma, sen duyma, sen görme
sen, sus …..
tek başıma gibi olmalı, ama yanımda seni yaşatmalıyım.
kokun içime dolmalı.
ama sen aldırma, sen duyma, sen görme, sen bilme
sen, sus …..
ağlayacaksam yalnız ağlamalıyım
sen ağlama,
sen, sus …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:55 AM
Sen varmıydın

hiç tanımadığım bir yeni yaşam gibiydi,
her akşam pencerende ışığını aramak.
seni; hiç görmediğim gözlerinden,
tutmadığım ellerinden tanımak.

sade ve köpüksüz kahve falları mı söyleyecekti yarınları
adresi belli olmayan yarınlarda, beraber yürünecek sokakları.
artık adı çok geç saatlerin kimsesiz ve kumral bulutları
bir hüzün gibi yağdıracak üstüme son yağmurları.

hiç tanımadığım bir taze arzu gibiydi,
dibi dem tutmaz bardaktan çayını içmek.
senin hiç adımımı atmadığım kapından,
bir gölge gibi çıkıp gitmek.

şimdi gecenin üstüne vurulacak tek renk kaldı paletimde
umutlarda onda saklı, her bulmacanın çözümsüz yanıtı da
artık bir kapının kapanıp, öbürünün hiç açılmayacağı
çok kalabalık yalnızlığımın, sancısı var kalbimde.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:55 AM
Sen yoktun, belki hiç olmamıştın

“dağlardan gelen kokundu
ve sevdalı bakışların
ama benim beklediğim sendin
sen, başka bir şey değildin
sen yoktun, belki hiç olmamıştın.”

benim için kekik koklama mevsimi değildi.
dağlar, ardından koşulmayacak çığlıklar kadar uzak
ve loş ışıklarım altında şampanya rengindeydi.
ama gene bir yürek burulması
ve anlatılmaz bir ağır sancı
bir kefen gibi sarıp sarmaladı
dinlerken aynı şarkıyı.

sen yoktun, belki hiç olmamıştın.

şiddetle patlıyorum, kadehim ellerimde
sokak gezgini damarlarımın, kim basarsa üstüne.
çalınan yelkenlerimin rengi çiçek bozuğu
ama gene bir başka hasret
ve anlaşılmaz bir deniz kokusu.
bir dalga gibi sarıp sarmaladı
dinlerken aynı şarkıyı.

sen yoktun, belki hiç olmamıştın.

benim beklediğim sendin, sen başka bir şey değildin.
yalnızca sevdalı bakışların
ve dağlardan gelen kokundun.
ama benim içimde açan çiçeklerin adı yalnızlıktı
dinlediğim zaman aynı şarkıyı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:55 AM
Seni arayışım

ne kadar ulaşılmaz olursan ol,
kora dönmüş çığ gibi
büyüyorsun içimde.
ama dış yüzümde;
öfkemin kararttığı bir korku var.
adını olmayacak
soğuk rüzgarlara veriyorum.
bitmez tükenmez kış *******inde şimdi
ellerimi ay ışığında ısıtıyorum.

ormanlar çok karanlık.......
bir anlık öfkeyle atıyorum üstümden
çakal ulumalarını.
yürüyorum adım adım
basmadığım her karesinde
izdüşümünün.
bir çiçek kaldı mı senden,
rengini tüketmemiş,
hala gülebildiğin
bir fotoğraf eskisi ya da?
arıyorum,
görebildiğince gözlerim.
durup dinlenmeden.

sonra bir gece yarısı çobanı,
namus ehli yani
adamakıllı delikanlı.
kınından çekili
bilenmemiş bir bıçak gibi
çıkıveriyor karşıma.
konuk oluyorum özgür
ve dost sofrasına.
dili benden değil,
dinini sormadım bile
ak kağıt gibiydi gözleri,
o kaldı belleğimde.
şimdi o çoban sofrasında
sabahı bekliyorum.
ne bir çiçek rengi derdim
ne de gülen bir resim.
hele bir gün göstersin yüzünü,
bismillah
yeni doğmuş bir kuzuyu
gözlerinden öpeceğim
sonra biliyorum
aydınlıkları soluyacak ciğerlerim.
öfkem gecede kalacak.
sen de..........................
sapan taşlarıdır ağaçlardan yere düşen
çam kozalakları değil.
kanadı kırık ölenler
sığırcık kuşları değil.,
benim!

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:56 AM
Senin elinden ölmek istiyorum

“orta çağların veba salgınında değiliz,
mazgal deliklerine saklanmıyor yüzlerimiz“.

alafranga taralı saçlarını şöyle at bir arkaya,
güzel yüzünü, hemen şimdi çevir bana.
bir uzun hasret sonu gibi öpeceksin dudaklarımdan
ve kan akışını sıfırlayacaksın damarlarımdan.
mazgal deliklerine saklanmıyor ki yüzlerimiz
hiçbir fareden de korkup kaçmıyor gözlerimiz.

aramızda kalacak sana söz veriyorum.
şimdi sadece senin elinden ölmek istiyorum.
gelirsen eğer yanıma zamanımı geçirmeden.
inerek galata’daki o güzel merdivenlerden
bir kilo palamut al, Karadeniz işi, tazesinden.
yanına rokaydı, peynirdi bir de ufak çektik miydi,
dinleriz o hüzzam şarkıları, en güzel seslerden.
aramızda kalacak sana söz veriyorum.
şimdi sadece senin elinden ölmek istiyorum.

“yakın çağların asit yağmurlarında değiliz,
toplama kamplarında sıramızı beklemiyoruz.”

alaturka soğukta ısınırken kömür sobamızla,
sen kapat nefes yollarımı, karbon tozlarıyla.
dışarısı dışarıda kalsın, biz kendi dünyamız olalım.
ve ciğersiz bir bomba gibi patlayalım.
kimseden yok korkumuz olmamalı da zaten
sen gene de beni tanımadığını söyle istersen.

aramızda kalacak sana söz veriyorum.
şimdi sadece senin elinden ölmek istiyorum.
inan ki bütün mıknatıslarımı sana bağladım.
en güzel ölümün elinden olacağına inandım.
şimdi bir demet çiçek, üç tane de mum al yanına
en temiz örtümüzü serelim balkon masamıza
boğaz mavisi bir rüzgar değdi mi birde alnımıza.
aramızda kalacak sana söz veriyorum.
şimdi sadece senin elinden ölmek istiyorum.

“sevdalarını bir kalemde silenlerden değiliz,
bu garip cinayeti seninle beraber işleyeceğiz.”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:56 AM
Seninle bir gün

dünde kalmasaydı yada yarın bu kadar uzak olmasaydı.
doğum günün günlerden bugün olsaydı mesela
ben şiirlerimden ince bir buket yapıp sana
senden aldığım ışığı yerleştirseydim arasına
beraber okusaydık, beraber koklasaydık
yürüdüğümüz yollar boyunca
aynı ışıktan aydınlansaydık.

seninle kol kola, belki başın yaslanmış omzuma …

vitrin mankenlerinin şıklığına bakardık göz ucumuzla.
kim bilir sokak satıcılarının önünde sıraya girerdik
bir çocuk gelirdi yanımıza, saçını okşar severdik
aldığımız ne varsa hepsini ona verirdik
sonra bir yağmur bastırsaydı, ıslansaydık
sevdiğimiz bütün şarkıları seninle
aynı ıslıkla aynı anda çalsaydık.

sonra köpük olur takılırdık bir vapurun dümen suyuna …

belki bir boğaz rüzgarının yakalanıp akşam serinliğine.
iki kadeh rakı ile ısınırdık, ne güzel olurduk
gece hesap ister biz biraz daha otururduk
ama hiç konuşmadan, gözlerimizle avunurduk
ezberimizde, isim verdiğimiz bütün dalgalar
kimsesiz bir iskeleye yaslardık sırtımızı
el sallarken ardımızdan yakamozlar.

çiçeksiz perdeler çekilirdi üstümüze, gözlerimiz açılırken …

dünde kalmasaydı yada yarın bu kadar uzak olmasaydı.
karlar üstüne yağmadan başak saçlı bahar dallarının
sonbahar hüznü değil, umudu olsa yaşanacakların
anılarımızı anlatabilsek güneşine yarınların
seninle bir gün, haydi belki bu gün
bak, mevsimler açık kimlikli ve hepsi bizden yana
ne varsa hala yaşanamayan, sadece onlar üzgün.

seninle bir gün;
bir tebessüm belki saklı kalır dudak kıvrımlarımızda …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:56 AM
Seninle ilgisi yok

benim göz kırpmalarım kırkbeş mumluk
seninle ilgisi yok, üstüne alma.
ben yalnızlıklarımla bağdaş kurup
bir sıra efsanesi gibi söyleyecek
türkü olurum her zaman.
loş karanlıklardan korkmadan.

arada şöyle bir dalar gözlerim karşı sahile
seninle ilgisi yok, üstüne alma.
kanatlarından şiir dökülen bir martı
beyaz dolusu rüzgar olur saçlarıma
eser gider açık denizlere
mavi dalgalardan, dalarak derinlere.

bazen bakmaktan çok korkarım gözlerine
seninle ilgisi yok, üstüne alma.
yarım bırakırım söylediğim türküyü
tanımam üstümde uçan martıları
son satırında buruşur elimdeki kağıtlar
çıkarım yola, el sallar ardımdan tüm anılar.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:56 AM
Sensizliğinde sesi var

kulaklarına akıttığın kurşun
ve gözlerine çektiğin perde.
bugün belki istemediğini görmez
duymadıklarını da unutursun.

ama her ırmak bir denize,
her kuş bir başka buluta,
her sevda bir başka yarına,
gümbür gümbür akıyor,
uçuyor ve koşuyor........

sen duymuyorsun belki koca adam,
belki yanında sürüklediğin
umutsuzluğunda.
ya sizler,
hiçbiriniz duymuyor musunuz?

ama duyanlar vardır elbette,
şiirleri onlar yazıyor,
türküleri onlar söylüyorlar...
ve seni bekliyorlar, aralarına.
söylemek için şiirleri hep beraber
ve yakmak için türküleri
avazın çıktığı kadar.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:56 AM
Sensizlik yedi renk

Sandım ki;
Rüzgar öyle geçti yanımdan,
Günesin yedi rengi,
At yelesi gibi....

Sandım ki;
Sen geleceksin ardından,
Güneş rengi gözlerini,
Bir mızrak gibi....

Sandım ki;
Son şarkıyı ben
Herkesten önce,
Senin için besteleyeceğim.
Bir ağıt gibi...

Oysa önce la düştü ellerimden
Sonra si
Sonra el-ele diğerleri.

Sandım ki;
Takılıp yelesine güneş renkli rüzgarın,
Yarın olacaklar.
Olamadılar,
Her şey dün gibi

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:56 AM
Ses verin yıldızlar

“başım dönüyor, belki biraz içim geçmiş
tahliye sandallarım dersen hiç deniz görmemiş
sen yoksun, ama olsun
gene de tut ellerimden”

esmiyor şimdi rüzgar, onun için duyulmuyor sesin
bilinen başka sebebi varsa bu çaresiz sessizliğin
giderken hiç haber vermeden kaybolan yıldızlardı.
üstümüze düşen gecenin karanlığından kaçıp
kim bilir hangi güneşin aydınlığına saklanmışlardı.
duyulmuyor sesin, esmiyor şimdi o rüzgar
yıldızlar kaçarken rüzgarı da yanına almışlardı.

yapacak ne kaldı, şimdi yürüyelim önümüz deniz olsun
güneşin ilk ışıkları, arkasına mı saklanmış bulutların
haydi alkışlarımızla şiddetli fırtınalar yaratalım
yıldızlar anlasın onları beklediğimizi, balıklar birde
pas tutmuş ağlar gibi bütün korkuları yırtılsın.
ve son sigara kalmış olsun balıkçıların ceplerinde
her nefeste kaçan bir yıldız sesinle beraber geri gelsin

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:57 AM
Sesler ve darbeler - düz yazı

Düğmeyi çevirir ve beklemeye başlardık. Yeşil parlak renkli göz lambası önce kendini hafiften belli eder, sonra giderek ışıldamaya başlardı. Bizde dikey frekans çubuğunu, milimetrik hareketlerle oynatıp ses dalgalarını en doğru noktada yakalamaya çalışırdık. Sonra spikerin o hiçbir zaman uykuya yakalanmamış berrak sesi bize müjdeyi verirdi. Tam zamanında açmış olurduk. “Sayın dinleyicilerimiz, şimdi Muzaffer Sarısözen idaresindeki Ankara Radyosu yurttan sesler topluluğundan beraber ve solo türküler dinleyeceksiniz.”

Mutlu olurduk, sobanın üstündeki kabuğu çizilmiş kestaneler kebaba dönmeye yüz tutmuş, büyükhanımın hiç bitmeyen el örgüsü dizlerinin, başı da yavaştan göğsünün üstüne düşmüş olurdu. Radyodan yükselen Sivas dolaylarından alınmış o türkünün melodisini çalan sazın sesi bir başka gelirdi. Çok yakın bir gelecekte antika sınıfına terfi edeceğini umursamayan, koca ahşap gövdeli radyomuz farklı bir egemenlik duygusunun sessiz vakarı ile üstüne çapraz örtülmüş tığ işi beyaz dantel örtüden tacının altında bilemem gülümser miydi bize bakıp belli belirsiz. Cumhuriyet tarihinin ilk adamakıllı askeri darbesi ile düğmesinin kapatılacağından habersiz.

Sonra cebimizden çıkardığımız deri kılıfın içindeki avuç içi büyüklüğünde radyodan gelmeye başladı batı salonlarının bol hareketli dans figürlerinin notalı ayak izleri. Cebimizden çıkartmak ve yuvasına saklı anteni kulağından tutup biraz uzatmak yeterli geliyordu transistörlü radyo döneminin nimetlerinden yararlanmamız için. Geniş kent bulvarlarının kaldırımlarında yüksek ve bakımlı ağaçların gölgesinde yürürken bir yandan da bize pek benzemeyen amerikanvari bir “doğu yakasının hikayesi” nin başrol oyuncularıydık sanki her birimiz.

Mutluyduk gene. Birazdan kolumuzu kız arkadaşlarımızın omuzlarından indirecek ve gösterişli sinema salonlarının önündeki uzun kuyruğun sonunda ulaştığımız gişeden en kuytu iki koltuğun biletini alabilecektik. Gerçi ay; gökyüzünde ondördüne boyanmış tüm romantikliğinin üstüne insan ayağının basmasına izin vermiş ve Paris bu kez moda öncülüğünü bir başka rüzgarla tüm dünyaya aynı anda ihraç ederek sürdürmeye devam etmişti. Devrim tüm dünyada yeni Bastille’ ler buluyor ve sallıyordu. Ve pilot; uçak yolcularına anons yapıyordu. “Şu aşağıda gördüğünüz uzayıp giden karlı zirveler Himalayalar. Şimdi siz buradan paraşütlerinizi takıp atlayacaksınız ve indikten sonra güneye doğru yokuş aşağı yürüyeceksiniz. işte Nepal orası “. Kimimiz Sultanahmet meydanındaki pejmürde otellerde esrar dumanı altında kaybolurken kimilerimiz dağlarda uğruna savaştıklarının ihaneti ile yakalanıp darağaçlarına gönderiliyordu. Cumhuriyet tarihinin ikinci adamakıllı askeri darbesi Paris rüzgarının önüne ülke adına duvarını bir şekilde örüyordu. Önündeki bu duvarı aşamayan transistorlü radyomuzun anteni de artık hiçbir uzay dalgasından ses yakalayamıyordu.

Ve plaklarımız otuzüçlük, kırkbeşlik siyah halkalar olarak kolleksiyon mağazalarının duvarlarını süslemeye başlarken bizlerde minicik müzik dünyamızı kasetçalarlarımıza yerleştirmeye uğraşıyorduk. Frekans yakalama, anteni doğru yöne çevirmek gibi sevimli uğraşlarımız, yerini bu kez kendini bir yerlere sarıp sarmalama becerisini sıkça yineleyen kaset içindeki plastik bantı çözmeye çalışırken sinir bozucu bir dönüşüme çeviriyordu. Ve bu anlarda hem istediğimiz şarkıyı dinleyip hem de yorumcusunun resimleri ile süslü kağıtçıkta şarkı sözlerini okuyabilme zevkimiz acayip tırpan yiyordu.

Ama biz gene de mutluyduk. Artık olgunlaşma dönemimizi yaşıyoruz zannediyor ve olmamış meyveleri soframıza yerleştirmiyorduk. Kendimize Rönesans bahçelerinin en seçkin köşelerinde gölgeli hikayelerin kahramanları rolünü uygun görmüştük. Memleket bizden kendisini kurtarmamız konusunda bir yardım isteyecek olursa değerli fikirlerimizi elbette esirgemiyorduk ama bu konuda doğrudan bir uğraş verdiklerine inananların sokaklarda birbirlerini kurşunlamalarını biraz üzülerek ama çoklukla burnumuzu kıvırarak uzaktan izliyorduk. Saçlarımız hala zamanında Paris’ten esen o dalgalı rüzgarın etkisi ile arada şöyle bir uçuşuyordu. Ama birazdan öylesine şiddetli ve adamakıllı bir üçüncü darbe fırtınasına yakalanacaktık ki kelimiz eğreti oturtulmuş peruklarımızın altından düğmesi çevrilmiş ampul gibi parlamaya başlayacak ama hiçbir karanlığı aydınlatamayacaktı.

Sonra zamanın akış hızına yetişemeyen adımlarımız bizi duhuliye makamındaki tahta sandalyelerin üzerine mıhladı. Sahnede konser spotları bir yanıp bir sönerken biz elimize tutuşturulan metal parlaklığındaki minicik disklerin ne işe yaradığını anlamaya çalışıyorduk. Fazla düşünmemize gerek kalmadan jöle sivriltili diken gibi saçlarıyla bir çocuk önümüzde beliriyor ve amca empi-üç, empi üç player diyerek sakız balonunu beynimizin içinde patlatıyordu.

Mutlu muyduk. Hayır. Uzaktan gelen seslerin soba başı kestane kebap kokusunun çıtırtısı mı yoksa yeni bir adamakıllı darbenin yıldırımlar taşıyan bulutlarından mı geldiğini anlayamıyorduk. Bu kez mutlu değildik. Sesimiz çıkar gibi yapıyordu ama mutlu değildik.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:57 AM
Sesler, gölgeler, titremeler / öykü

Bu gece sana birlikte izlemediğimiz, yaşamadığımız bir güzelliğin; hani biz yaşasak nasıl olurdu tarafını pratikte yaşatabilmek için geliyorum yanına. Beni bu gecelik böyle kabul edeceksin ve kucaklayacaksın. Ne dersin?
- Beni çok sevdiğini ve özlediğini söyle …
- Seni çok seviyorum ve özledim …

Yağmurun bardaktan boşanırca saatlerinde hiç ıslanmadan dünde kalan yaşamımın tüm kalıntılarını bir torbaya doldurup sana doğru yola koyuluyorum. Bol ışıklı vitrinlerin, motor ve fren seslerinin ve trafik lambalarının, kol-kola birbirine yaslanıp yürüyen kadınların, erkeklerin, sarhoşlanmaya niyetli yalnızlıkların, kapıları hep kapalı yüksek yapıların aralarından, yanlarından geçip, su birikintilerine dönmüş özensiz kaldırımların üzerinden atlayıp, parlak neonlarla göz göze gelmekten kaçınarak sana doğru yol alıyorum. Gecenin bir vakti.

Nereden takılıyor aklıma bir yolculuğun ilk anlarında Ege’nin kuzeyinde bir yerlerde sana baktığım ilk kahve falının fincanında gördüklerim. Dört başı mamur bir atın süvarisi benmişim gibi. Sen terkide oturuyor, ürkek, mahmur ve tedirginsin. Neden sarılmıyorsun belime. Pişmanmısın demek işime gelmiyor. Dönüşü olmayan bir yolculuğun nal seslerini dinleyip, tozu, dumana katarak ilerliyoruz.

Dağlar, tepeler aşılıyor. Soğuk ve azgın sulardan geçiyoruz. Mevsimler dönüyor. Teşrin günleri geride kalıyor, tekrar öne düşüyor. Ağaçsız ve topraksız dağlara karlar iniyor.

Ve sonunda; kışlık yakacak çalı çırpısını duvarın dibine istiflenmiş bir köy evinin önünde buluyoruz kendimizi. Bacası tütmeyen ve tek penceresinde hiçbir ışık izi taşımayan bir köy evi bu. Kapıya ulaşacağımız yoldaki karlar kürenmiş sanki. Birileri, birileri için hazırlık yapmışlarda biz üstüne konmuşuz gibi. Birileri birileri için ama, kendilerine değil.

Önce ben iniyorum attan aşağı, sonra sen. Heybeden dünde kalan yaşamımın tüm kalıntılarını doldurduğum torbayı da alıyorum yanımıza. Ve evin kapısına doğru ilerleyip önünde duruyoruz. Ayın ondördü gecenin zifiriliğini gündüz alacasına çeviriyor. Ayın ondördü tam arkamızda. Biz kapının tam önündeyiz. Sen solumdasın. Birlikteki gölgemiz evin kapısının üzerine düşüp belirsiz bir hızla büyüyor. Bir de sol elimde taşıdığım torba. O da yerini alıyor kapı üzerindeki gölge resmimizin tam ortasında. Sadece atımız sığmıyor bu çerçeveye, o yok. Dönüp bakıyorum bıraktığımız yere. Orada da yok. Panik ve merakla etrafı tarıyorum, görünür hiçbir yerde yok. Nasılsa bulurum nereye gitmişse, kardaki nal izlerinden. Şaşılacak şey … Sadece senin, benim ayak izlerimiz var kapıya ulaştığımız yolun üzerinde. Atımın nal izleri ise hiçbir yerde yok. Atımız hiç olmamış mıydı yoksa. Dağları, tepeleri nasıl aşıp, azgın sulardan kiminle geçtik sellere kapılmadan. Bizim bir atımız vardı ve bizi buraya o getirmişti. Ama şimdi o yoktu. Geldiğimiz yöne bakıp bildik bir türküyü ıslıkla salsam dört yana çıkar gelir miydi acaba nasıl saklandıysa, saklandığı yerden. kişneyerek ve burnundan dumanlar soluyarak. Bildik bir türküyü ıslıklıyorum. Susup beklemeli bundan sonra ve gelmez ise umudu kesip geri mi dönmeyelim. Sesini duyuyorum senin, kapının önünden.
- Hadi gel, çok üşüdüm …

Yanına dönmeliyim. Hava çok soğuk. Sessiz bir öfkenin bembeyaz ayazındayız, üşümemeliyiz.
- Atımız yok.

Şaşkınlıkla bakıyorsun yüzüme. Ve yola çıktığımızdan bu yana ilk kez buluyorum gözlerini gözlerimin içinde.
- Hangi atımız yok?

Susup, gözlerini gözlerimden daha da derinlere saklıyorum.
- Sen kar sevmezsin değil mi?
- Evet diye yanıtlıyorsun, sende sevmezsin.
- Girelim mi içeri?
- Hadi girelim.

Kapı zorlanmadan açılıyor. Gölgelerimiz; kapı üstünde çerçevelendikleri yerden bizi sessizce buyur ediyorlar içeri. Buyuruyoruz. Ayın ondördü nün çalıntı gündüz alacalığı içerde pek belli olmuyordu. Karanlık oldukça ağırdı. Sanırım ki burayı hazır eden birileri bir gaz lambası, fener ya da meşale koymuştur bir yerlere. Önce kapıyı kapatmalıyım. Elimi kapıya uzatıyorum. Ki o an bir ses …
- Duydun mu? duydun mu?
- Duydum diyorsun.

Uzaklaşan bir atın gittikçe sessizleşen nal sesleriydi bunlar. Ve burada bu köy evinde duyduğumuz ilk seslerdi.
Kapıyı kapatıyorum içerden ve sürgüsünü yuvasına oturtuyorum. Sırtım kapıya dayalı birkaç saniyede nerede olup neler düşündüğümü bilemiyorum. Bütün şaşkınlıklarımda dahil.
- Sen karanlığı sevmezsin değil mi?
Başımı sallıyorum onaylarcasına.
- Bende sevmem. Bizi karanlıkta bırakmayacağım diyorsun.
Ürkekliğinden, mahmurluğundan, tedirginliğinden arınmış en güzel sesinle. Kendine gelen güvenimin pekiştirdiği en belirsiz tebessümümle başımı hafifçe iki yana sallıyorum. Sırtım kapıya hala dayalı.
bir şeyler arıyorsun ceplerinde. Sonra, ortada göz yordamı görebildiğimiz küçük tahta masanın üzerindeki küçük bir cam tabağın içine cebinden bulup çıkardığın mumu yerleştiriyorsun. Kara kalem portrelerin bol gölgelendirdiği bir resim oluyoruz dört duvarda. Yanına yaklaşıp sana sarılıyorum. Beyaz, kireç badanalı köy odasının dört duvarında gölgelerimizle dans ediyoruz. Duyduğumuz ilk sesin ardından ilk gölgeler olmuş ve olabilecek her pervazdan içeri yol bulup gelen soğuk rüzgarların mum alevi ile boğuşmalarında da gölge olup oturduğumuz yerden dans etmeye başlamıştık.
Yere birlikte diz çöküp ellerimizi tutuyoruz.
- Rahatsın değil mi? Yola çıktığımız zaman korkuttun beni.
- Niçin?
- Tedirgindin, ne bileyim. Rahat değildin işte. Belime bile sarılmadın. Düşeceksin diye çok korktum.
- Niçin, sen düşürmezsin ki beni. Hem ben senin yanında her zaman rahatım, biliyorsun. Yalnız ….
- Yalnız ne?
- Yalnız …., bunca yol aşıp nereye geldik biliyor musun?
- Nereye?
İçini çekiyorsun,
- Babam bütün bu bölgenin tek sorumlusudur. Sıkça denetler buraları..
- Nasıl sorumlu?
- her şeyinden, güvenlik, ekonomi, her şeyinden, aklına ne gelirse …
Başımı biraz sıkıntı biraz da korkuyla geri atıyorum.
- Ne oldu diyorsun?
- Ne odlusu var mı? Hadi geldi denetlemeye, buraya …ne olacak …
- Eeee ne yapalım, beraber çıktık bu yola, savunmayı da beraber yaparız.

Canımın bu habere çok sıkıldığını senin de anlamanı isteyerek bir dizi anlamsız hareketi peş peşe sıralıyorum. Gölgem şaşırıyor şekilden şekilliğine. Sen olduğun yerdesin, ben toparlanmaya çalışıyorum. Tekrar ellerini tutuyorum. Ve gözlerini saklıyorum yeniden gözlerimin içine.
- Radyo dinleyelim mi diyorsun birden
-?

Dizlerinin üzerine doğrulup ceplerini karıştırmaya başlıyor ve aradığınıda hemen buluyorsun.
- Hah işte buldummm …
-?
- Tam saati şimdi. Şimdi başlar program. Her ayın ondördünde ve bu saatte.

Küçük radyonun istasyon düğmelerini alışkın parmaklarıyla çeviriyor ve aradığını da yakalıyorsun. Odanın içi birden olağanüstü yorumla konçertoya dönen kemanın notaları ile doluyor. İki koltuk değneği ile zorlukla yürüyen dünyanın en güzel erkek yüzlerinden biri çıkıyor sahneye. Gülerek izliyor kendisini dinlemeye ya da izlemeye gelen binlerce kişiyi. Yardımcısının getirdiği kemanı boynu ile omuzu arasına şıkıştırıyor. Gölgelerim donup kalıyor. Gözlerimi kapatıyorum. Kemancı, yayını hafifçe kaldırıp sol eliyle hafifçe dokunuyor kemanın tellerine.
- Tanıyor musun?
- Tanıyorum diyorum …

Konçertonun derinliklerinde ortaçağ Avrupa’sının tüm kentlerine uçarak kanat süzüyoruz. Yerinden kalkıp yanıma sokuluyor ve başını göğsüme yaslıyorsun. Zaman saatler boyunda nasıl yürüyor. Öylece oturuyoruz. İçerde sadece mumun titrek ışığı, dışarıda gündüz alacasından gece karanlığına dönen yeryüzü. Yeryüzü yırtılıyor.

Bir silah patlıyor. Pek geliştirilmemiş bir silah. Uzaklarda. Sesi yeryüzünü yırtıyor. Şeklimizi bozmadan gözlerimizle dinliyoruz. Ve bir daha. aynı namludan çıkan kurşun gibi ve bu defa daha yakında.
Ürktüğümü belli etmeyen ses tonumu yakalamaya çalışırken yüzünü avuçlarımın içine alıp yüzüme çeviriyorum.
- Baban olmasın?
- Bilmiyorum ki, kim bilir, belki …
- Babansa ya?
- Bilmiyorum, bilmiyorum …
Göz ucumuzla penceredeyiz, bekliyoruz. Uzunca bir süre geçiyor. Ve başka bir silah sesi gelmiyor. Kollarımda gevşediğini hissediyorum.
- Gevşedin diyorsun … Buralarda eşkiyalar vardır, belki onlardır.Arada böyle çıkıp, kurşun sıkarlar yeryüzüne.
- Buraları iyi tanıyorsun diyorum.
- Hayır, hayır diye yanıtlıyorsun. Hiç tanımam. Sen tanıtacaksın. Buraları da, tüm dünyayı da.

Ellerini dizlerine bastırıp usulca ayağa kalkışın duvarda simsiyah ve tek başına sen olan bir leke oluyor önce ve sonra sen yaklaştıkça pencerenin önüne şekillenip sen oluyor.
- Tüm yeryüzü? İstanbul’la başlayıp aklıma gelen bütün dünya kentlerini bir çırpıda sıralıyorum. Roma, Paris, Rio …. Buralarımı benim sana öğreteceğim yeryüzü düşleri.
Yüzün pencereye dönük sessizce ekliyorsun.
- Birde Tokyo var.. (evet Tokyo’yu saymamıştım)

Ayağa kalkıyorum. Duvarda önce ben de simsiyah bir leke olup yanına yaklaşıyor ve yaklaştıkça da şekillenip ben oluyorum.
Mum alevi pervaz rüzgarlarına karşı savaşını titrek danslarla bir şölene döndürüyor. Daha önce hiçbir tek başına mumun alevini izleyip izlememiş miydim.
- Çok güzelsin.

Arkadan yaklaşıp sarılıyorum. Ellerim karnının üstünde kelepçeleniyor. Sırtını geriye atıp göğsüme veriyorsun. Saçlarını kokluyor, kokluyor, öpüyorum.
- Saat kaç?

Saatimiz var mı bizim.
- Nerede yatabiliriz. Bir yatağımız olmalı şimdi.
- Yok mu? Belki vardır.
Hınzır bir gülümseme beliriyor yüzünde.
- Bekle beni.

Ellerimi karnının üstünden çözüp masaya dönüyor ve mumu alıp odanın en köşesinde bir yerlere yerleştiriyorsun. Bir geniş yer yatağı beliriyor birden, mumun aydınlatmada en zorlandığı köşede.
Üzerinde serili kalın yorgan, yatağı ısıtmakla meşgul besbelli. Üşümeyiz diye geçiriyorum içimden. Beni bekliyorsun, Anlıyorum gölgede kalmış gözlerinden.

Mum ışığından uzak düştükçe, gölgeler duvarlarda niye şekillerini kaybedip şekilsiz siyah lekelere dönüşür. Yollarda, yürürken de böyle midir.
Ayrı ayrı köşelerde çırılçıplak oluyor ve belki aynı anda yorganı yakaladığımız yerinden üstümüze çekip yatağın içine yuvarlanıyoruz. Tenimiz birbirine değiyor. Sana bu kadar yakın olunca da nereye nasıl ulaşacağım koskocaman bir soru olup duvara, gölge şeklinde bir lekeye bulaşıyor.
- Biliyorsun bakireyim ben.
- Biliyorum canım ama benden korkma.Yaşam bizim olacak, yeryüzü de, benden korkma canım. Ellerim vücudunda dolaşıyor. Küçük küçük öpücükler konduruyorum tüm noktalarına. Bacaklarını okşuyor, göbeğinin üstünde dolaşıyor ve göğüslerini avucuma sığdırıyorum.
- Bak, diyorsun o anda. Ne kadar küçük değil mi onlar, göğüslerim.
- Küçük mü, ama çok güzeller …
- Ben daha genç kızlığıma ilk yol alışımda bir gün anneannem iki küçük kase kapatmış göğüslerimin üzerine. Bu kadar büyüsünler demiş. Belki dua bile okumuştur içinden o anda. Ama işte o kadar büyümüşler, kaseler kadar.
Göğüslerini öpüyorum, usulca ve incitmeden.
- Bir gün bizimde kızımız olursa bizde kapatır mıyız günü gelince iki küçük kase göğüslerinin üzerine. Ne dersin?
- Kapatır mıyız?
- Kapatırız tabi, bana benzesinler.
- Kapatırız.

Dudaklarına dilim değiyor, dilimi kapıyorsun. Ve olağandışı bir şiddetin sevişme girdabında kayboluyoruz. Kan-ter içinde.

Gölgeler duvarlarda mumun alevi sadece. Mum alevi duvarları delip dışarıya yansır mı? yeryüzüne ve diz boyu karlar üzerine, gölgeler olup.

Sevişmemiz yüzyıllar boyu sürüp gidiyor. Tenimiz birbirinin kokusuna dönüşüyor neredeyse. Ve birden kendini kenara çekip gözlerimi yakalıyorsun.
- Görmüyor musun, korkudan titriyorum.

Korkudan titrediğini görüyorum. Tüm volkanlar kızgın lavlar olup fışkırmak üzereyken. Gözlerimi gözlerinden kurtarıp, kaldığım yerde kıvrılıyorum.
Sen sırtını dayadığın duvarda, ben kıvrıldığım yer yatağı köşesinde tir-tir titriyoruz.

Bir silah patlıyor az gelişmiş sesiyle. Biraz sonra bir daha patlayacak biliyoruz. Daha yakınımızda. Başka sesler gelecek mi peki üzerimize yeryüzünden. Gelecek mi ne dersin?
İkimizin gözü de aynı anda sanki yıllar önce kapatıp sürgüsünü sürmelediğimiz kapıya takılıyor. Ki o an bir ses …
- Duydun mu, duydun mu?
- Duydum diyorsun.

Üzerimize gelen, uzaklardan bir atın geldikçe yaklaşan nal sesleriydi bunlar. Ve burada bu dağ başındaki köy evinde duyduğumuz son seslerdi …
Kapıyı açıyoruz, dışarı çıkıyoruz.
Gölgelerimizi, mum alevini, yer yatağını ve radyoyu içerde bırakarak.

……..

Gecenin bir vakti. Yol yürümekle bitmiyor. Islatmayan yağmur ve neonlar gözlerime doluyor.
- Taksiii !
- Buyur abi …
Aceleyle biniyorum. Dünde kalan yaşantımın (belki yarın yaşayacaklarımın) kalıntılarını içine doldurduğum torbayla birlikte.
- Haydi devam et doğru, ben sana tarif ederim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:58 AM
Sessiz limanda bir gece

şimdi bütün limanlarda;
solgun bir sessizlik.
ıslıkla çaldığım
her türkünün nakaratında
bir sigara daha yakıyorum
sigara üstüne.
son balıkçıların içi boşalmış
kan kırmızı tablaları.
her biri bir başka köşede sızmış,
şehrin tüm kendine münhasır ayyaşları.

şimdi bütün limanlarda;
solgun bir sessizlik.
bir sandal yanaşır, gelir belki.
onu beklerim.
halatını yakalarım
eğer atılırsa,tut diye.
belki sesi gelir
küçük bir kızın kulağıma,
uyurken çıkardığı, mırıldanır gibi.
onu dinlerim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:58 AM
Sevda ve aydınlığın yolları

bilsem ki ; bu lepiska renkli urgan
jüliet’in balkonundandır
aşağıya sarkıtılan.
ölümsüz bir aşkın
nesiller boyu yaşanacak ip ucudur.

bilsem ki; ucundan tuttuğum zaman
ellerimi yakan bu urgan
güneşten aşağıya
sarkıtılmıştır.
ve aydınlığa giden tek yolun
başlangıç noktasıdır.

bir elimle bir ucundan tutarak
ve yüreğimi dört bir yandan
sarıp sarmalayarak,
diğer elimle öteki ucundan
beynime sıcaklıklar saçarak
başlarım tırmanmaya
yukarılara doğru.
bitmeyecek sevdalara
ve kararmayacak aydınlıklara doğru.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:58 AM
Sevdan olmasa kuş kanatlarında

ne kadar kurşun dökülmüş kanatlarından
gün ışığı sızmazsa da içime
güvercinler; hep el ele demektir
doludizgin koşarken yeşillikler içine.
saçlarını okşayamasam bile
karanlıkta gözümün gözümü görmeyen gözlerimle
içimdeki gardiyanlara emanetimdir
hep suçlu ama bir o kadar da haklı gerekçelerim.

tellerin ötesinden akan bir kuru soğuk
ölümü bile yaşamaktan korkutacak kadar karanlık
saçının rengine hiç bir şeyin benzememesidir.
gün ışığı sızmazsa da içime
sevdan yaşama sevincimin ta kendisidir

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:58 AM
Sevgi aydınlığa söylenir

işte film bitti, bahçe sinemasında.
düğün de dağılır birazdan,
köy meydanında.
giderek sönmeye başlar tüm ışıklar.
bir tek başımızın üstünde kalır
bir avuç dolusu aydınlık.
ben o zaman yavaşça dolaştırırım
ellerimi, kömür karası saçlarında.
seni sevdiğimi söylerim
o sokak lambasının kulağına.
kanat çırpan kuşların tanıklığında.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:58 AM
Sevişmek başka şeydir

şık salonlar ve bol ışıklı,
geniş pistin ortasında erkekli-kadınlı
sırtlarda kostümler, hepsi saray artığı
vals yapmak gibi değildir, Viyanalı
sevişmek başka şeydir.

loş aydınlık ve daracık sokaklar
laterna saklanmış köşesine içinden ağlar
saklar ama gözünden iki çeşme Arjantin akar
tango gibi değildir, serseri aşıklar
sevişmek başka şeydir.

kalabalıkların tam ortasında,
dönerek sanki meydan okurcasına dünyaya
bir dayanışmadır belki, omuz omuza
ama halay çekmek gibi de değildir anlasana
sevişmek başka şeydir.

saklanarak ateşin gizemine,
yeryüzü derininden çıkıp ulaşmak gökyüzüne
kan ter içinde ve kendinden geçercesine
insanlık olabilmek işte budur dercesine.
sevişmek böyle bir şeydir.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:58 AM
Sevişmek istermisin

boşalmış kadeh gibi değil,
benzemesin yarısı içilmiş sigara paketine
yıllanmış şarap tadında kalsın, içime çektiğim her nefesimde.

ister misin şimdi, istemeden elim dokunsun
tam aramıza yerleşmiş, taze açmış gül cenneti vazoya
hepsi dökülüversin birden masanın ortasına
gecemiz gül koksun ….
ister misin şimdi , ellerin ellerimle buluşsun
sen sevişir gibi okşarken masanın üstündeki gülleri
düşünmeden zamanın bir ömür boyu tükenişini
gözlerin gözlerimde tutuşsun ….
ister misin şimdi ….,
rüzgarın bozduğu ayarda kalsın, öylece suskun
duvara asılı bütün tablolar, hepsi geçmişin izlerinde
ama belki dokunmuştur diye elin günün birinde
sakın elleme, olduğu gibi dursun ….

sarp dalgalar, mor güvertelerde ay ışığı rengi parlatıyor tuzlarını.

ister misin şimdi, güneş gibi ardından doğsun
çırılçıplak hazineleri düşlerimizin, gece bitmez nasılsa
terlerimiz inci taneleri gibi dizilsin yer yatağımıza
giderek parlayan ışıklar olsun ….
ister misin önümüze, yorgunluk kahvemiz konsun
gözlerimiz tavan sahnesinin dansçı çocuklarını izlerken
gül cenneti, cinnet sofrasından yarınlara geçerken
yüreklerimize unutulmazlık dolsun ….
ister misin şimdi ….,
ezberimize saklanmış kitaplar yeniden okunsun
akıl, insanlık ve yarınları da bu gece gibi yaşamak adına
yani bir başka hazırlık olsun doğacak çocuklarımıza
ve hepsinin adlarını aynı turnalar koysun.
ister misin şimdi ….,

her gecenin sabahında
gene sen aç ellerinle dokuduğun perdeleri
ve üzerimizden hiç eksilmesin güneşin bütün renkleri.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:58 AM
Sevişmeler

gecenin kalabalıkları içinde yapayalnızdım
yalnızlıklarım içinde seninle başbaşaydım

dışarıda eskimiş balıkçılar ve yorgun ağlar sevişiyordu
her dökülüşte kayıp denizlere, sahipsiz balıklar üşüyordu .
aydınlık gözlü yıldızlar, kendilerine saklarken yalnızlıkları
sevişme sonralarının, gene kan-ter içindeydi dalgaları.

çok uzak aralardaydık, yüreğim donuyordu
buz tutan yüreğimde sadece adın yazıyordu

yengeç yürüyüşüydük, ıslak yakalandığımız sahillerde
kum tanelerine asılıyorduk, farklı med-cezirlerde.
şimdi bulanık aksa da sular, biliyoruz ki mavidir her deniz
bütün denizlerin sularında maviye boyanır yüreklerimiz.

o anda, aynı hecenin bacasından tüterdi duman
yürek dolusu arzular gibi, şiddetle yanardı zaman.

ağaç dalında bahardık, baharı ıslatmaz yağmurlarımız
şehrin merdivenlerine serilmişti, yorganımız yatağımız
az mı rüzgar esti saçlarımıza sessizlik saatlerinde *******in
biz çözülmemiş manalarında dolaşırken diğer hecelerin.

gözlerinde gördüğüm hüzün, o başka bir şeydi
belki şu an yaşadıklarımız o bakışlarda gizliydi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:59 AM
Sevmek seni, yeniden

seninle olmamak gibi her yerde,
son kadehimi senden gizli içiyorum.
görmüyorsun bile gözlerine baktığımı
tuttuğumu anlamıyorsun ellerinden.
şimdi çıkıp gideceğim bu kapıdan
önden senin çıkmanı bekleyeceğim.
belki tutmak aklıma gelmeden pardösünü
ve açılmasını beklemeden şemsiyenin.
dışarıda yağmur, kar yağıyor diye
fısıldamayacağım sağ kulağına.
ıslanıp; üşüyecek,kendin anlayacaksın.

kitabımın son sözünde de sen yoksun,
sormak aklına gelmesin bile kim bu diye.
bir başkası var aklımda şimdi ordayım.
gözlerini senden almış ama sen değilsin.
aynı berber taramış saçlarınızı aynı anda
yastığa düştüğünde başımız, koku senin kokun
söndürüyorum ışığı, sende tanıma beni.
karanlık bir düş değil bu, yeniden sevme vakti.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:59 AM
Sıcak

bu sıcak pamuk mevsimi midir çukurova'da.
üzümleri sarıya dönen bağmıdır adalar'da.
bu sıcak; hasat mevsimi, bağbozumu mudur.

alnımdan süzülüp toprağa düşen
bu talihsiz ve yorgun çizgiler,
ellerimdeki nasırın
kader arkadaşı, can yoldaşı gibiler.

bu sıcak umutsuzluğun cansuyu mudur yaşamda.
yaklaşan soğuk rüzgarın habercisi mi dört yanımda.
bu sıcak; benim isyanım mıdır sizler adına

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:59 AM
Sıfır

Sıfıra sıfır elde var sıfırdan başka
Söylenecek hiç bir şey kalmamışsa
Yaşadığımız aşklara,
Budala bir mevsim gibi bakakalırız ardından
Hüzünlerimizin.

Sarhoşluk ve hoyrat kavgalarımıza tanık
Tanıdık bir sokakta,
Üstüne dökeriz şiirlerimizi,
Kaybolan aydınlıklar gibi karanlıklarımızın.

Duvarlarımızda şiddet kendini sallar,
Bir bahane gibi ardından bıçak sallanan
Biz oluruz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:59 AM
Sil kavgamızı gel yeniden başlayalım

ağladığım; ay ışığından değil,
bıçak yalımı...,
yüreğimi tam ortasından
ikiye bölen.

bitmiş bir lale devri akşamındayım.
söğüt gölgeli derelerde,
tüm kayıklarım alabora.
zehrin en zembereklisi,
dolaşıyor bir deli dere gibi damarlarımda.
en çok adını duymaktır,
istemediğim,böyle anlarda.
esaslı bir kavganın sonrasındayız yani.
öyle bir gidişin vardı ki,
hiç gelmeyecek gibiydin.

ben gene kaçışlarımın o her zamanki,
içinden yangınlı,
dışından ağır başlı
sığınağında saklıyım.

sırılsıklam elbiselerim,
asılmış başucuma.

şimdi.., ısmarlanmış tütünlerim var
hazır,ellerimde,
rengi kına renginde.
geceye sarıp, öfkeyle dumanlayacağım.
kendimden geçip
adını unutmaya çalışacağım.
vazgeçmeden,
saklamadan
ay ışığı gibi parlayan göz yaşlarımı
bıçak yalımına,
saklamadan.

belki bir çiçek açar
birden göz bebeklerimde,
gecenin ilerlemiş saatlerinde.
bir sahipsiz kısrak gibi
sen gelirsin,
gözlerin gelir,gözlerimin önüne.
yataktan heyecanla fırlayışımın olursun,
kan ter içinde.
kapıya koşuşum
ve takılıp iskemleye,
diz çöküşüm, dizlerinin önüne.
hadi gel ne olursun....
bir kez daha sebep olma ölümüme.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 10:59 AM
Silinecek çok şey dünle birlikte

az kaldı günlerden yarın olacak.
sen unutacaksın bir yerlerde
belki çok uzaklarda, bilmediğin
metruk bir sarayın yandığını.
harmanların biçilme
bağların bozulma zamanımıydı.
güller derilmiş ağaçlarından
kardelenler uyanmaya başlamış mıydı.
birbirine karışmıştı bir şeyler
ama neler.

az kaldı günlerden yarın olacak.
isimler bile silinip gidecek aklından
kurumuş sulukları yabani otlar saracak
mermer çeşmelerde suyu akmayan.
sen unutacaksın bir yerlerde
uzak akrabaların ölüp bittiğini
ağaçlar kökünden kurumuş
yollar tükenmiş miydi
birbirine karışmıştı bir şeyler
ama neler.

az kaldı günlerden yarın olacak.
altında mayın saklayan hain topraklar
çiçeklerle bezenecek.
ellerinde dünün acısı irinsiz nasırlar
emek, alın teri, ve onurlu yaşamlar gibi
yeniden anlam bulacak.
artık dinmiş miydi gözyaşları
kim bu gülen çocuk.
bir şeyler düzelecek göreceksin
güleceksin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:00 AM
Simetri

Simetri bir yanda acı ile bozuluyor,
ölüm gibi, ayrılık gibi.
Simetri bir yanda yoksullukla bozuluyor,
sensizlik gibi, yalnızlık gibi.
Simetri bir yanda attığın çığlıklarla
yıkılan duvarlarla bozuluyor,
dönüşü olmayan yol,
dönüşü olmayan nehir gibi.
Simetri bir yanda,
simetri öbür yanda olmuyor.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:00 AM
Sinema sizin değil bu mevsim

güneş bulutların içinde bir yerlerde
kuşlar sokmuşlar başlarını kanatlarının arasına.
siz hiç sığındığı bir pencerenin pervazında
anasını beklerken gördünüz mü bir yavru kuşu.
şimdi mevsim görmek istediklerinizin
izbelere saklanma mevsimidir.…

artık çoktan gerilerde kaldı metropolisin,
kapılıp çarklarına döndüğünüz günler.
en masum görünen satırlardan yanmaya başlar
bütün dünyayı ateşlere saracak kitaplar.
siz okur ama okuduklarınızı yaşayamazsınız.
gelecek yazılmamıştır henüz sinemalarınıza.

bugün şimdi, dışarıda kar beyazı, içim kapkara.
atlı kızaklarımız boş koşuda, buzlar üstünde.
nallarından şimşek beyazı kıvılcımlar çakıyor.
yıldırım düştü sanıyor gözlerimize, korkmuyoruz.
korkunun cinayete kurban gittiği bir ülkede
satın alınmış gardiyanlarımızla yaşıyoruz.

aldırmayalım ama, yumalım gözlerimizi hayata.
boş adımlarla yaşanmamış kaldırımlarda
iş yok, para yok, yolsuzuz,sevda da yok üstelik,
cebimizde kontrolsüz bir suarenin tarihsiz bileti.
hangi kapıdan gireceğiz, çıkış nereden, heyyyyy
yok mu yol gösterecek kimse bize içinizden…
kaybolduk karanlığımızda, sizden saklanalım derken.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:00 AM
Sinemanın ışıkları yanınca

bir köşede saklanmışım,
belki intiharı düşünüyorum, kim bilir.
son yıldızları salıyorum çıkarıp yüreğimden
yanıyor sinemanın bütün ışıkları birden,
heyecan doluyorum.

en sevdiğim film gösterimde, kesmişim ilanını gazeteden
hep vizyonda kalacak biliyorum, sen çekip indirmeden.
aklına gelir de, ben bunu biliyordum dersin diye söylüyorum
yoksa aynı filmin içinde sen de varsın ve sen de izliyorsun.
havalandırma mı çalışmıyor, yoksa bu sıcak ağustos mu
küllerimden yeniden doğuşum, bu da bir başka senaryo mu.
hani olur ya, çok alışmışlığım vardır aniden ölmelerime
o garip zevkin melekleri şehvetle sarılınca bedenime.

“müthiş ahlaklıyız, ıslatmayız yüreklerimizi yer gök yarılsa
bugün değilse belki yarın, ne olduğumuz yazılacak nasılsa”

şimdi kağıt olup, kalem olup, mor menekşeli yasemin kokulu
ince bir romantik gibi çizilmiş bütün çizgilerim, seninle dolu.
ama saçlarımın sakalıma karıştığı bir yer var fotoğrafımda
bir de derin çizgiler, hikayesi yazılı beyazlaşan saçlarımda
o korkutuyor işte beni, göz göze geldiğimizde birbirimizle
hele albümdeki yerim her gün batımında kaldıkça gerilerde.
ama şimdi bırakalım bunları, vakit geldi bak gece zili çaldı
dört yana salınmış yıldızlar yüreklere dolmaya başladı.

bir köşede saklanmışım,
belki çok uzaklardayım, gülümsüyorum.
yüreğim parlıyor gecenin intikamına aldırmadan
hala yanıyor sinemanın bütün ışıkları,
ne güzel diyorum.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:00 AM
Siroz olmak

yerleştiriyorum kendimi cenderenin altına.
ezildikçe her yanım; tükenmiş özlemler çıkıyor.
düz bir çizgi gibi hangi fotoğrafı alsam elime,
sancısı tutmuş siroz olup büyüyor yüreğim.
içimde; en hain zehir ve en yanlış, ve tehlikeli,
hiçbir zaman hiçbir şekilde hak etmediğim.
dayanamayıp açacak olsam şiddetimin,
karakterime saklı, pas tutmuş tüm kapılarını,
ateşlesem dinamitlerimin buz tutmuş fitillerini,
patlayacak olsam yani, patlayıversem
bütün kubbeler aşklarım gibi dağılıp gidecek elimden,
paramparça olacak, biliyorum, biliyorum.
inanın kendimi çok zor tutuyorum.

cenderenin altından bir yol bulup kaçıyorum.
en iyisi şeytanın sırtından dürttüğü olmak.
bahaneler kalkanı ile sokaklara fırlamak.
ayağımda boya tutmaz bir postal, saçlar darmadağın.
gözlerimde hiçbir şey, ne bir umut, ne bir damla yaş.
ıslanacaksam eğer, sadece güneş ışıklarında ıslanmak.
bir okkalı küfür gibi vitrinlerde suratıma haykırmak.
………………………………

kısasından bir yol bulup mutlaka, hemen şimdi
sokmadan kimseyle başımı durduk yerde belaya
atmalıyım kendimi loş bir barın tezgahına.
kimseler doğmamış, yeryüzü zifaf gecesi,
göz gözü görmez, karalar, denizler kıpkırmızı.
sen dudaklarını boyamalısın şimdi, içeride,
yanımdan geçip giderken en baştan çıkarıcı
bir öpücük oluvermelisin ense kökümde.
dönüp en ters bakışlarımla, aç ve susuz,birdenbire
soyuvermeliyim seni ellerimle,ayak üstünde,
hemen gözlerimin önüne dökülmelisin, çırılçıplak.
bir tül perde arkasına saklayıp sonra herşeyini,
içimi çekmeliyim seyredip seni, için için ağlayarak.
tezgahta tamamı dolu içki bardağım
üzerime düşmüş göz gibi tam ortasından çatlamalı.
siroz, kendisini biraz daha aç hissetmeli.
yalnız kalmalı…….

başım ağrıyor şimdi.
elimdeki hançeri,
tam orta yerine vücut kadranımın…..
dünya bunun için işte bu kadar büyük.
insanlar başka yerlerde de yaşayabilsinler diye.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:00 AM
Sislere çığlık

arkasında ne var üç adım sonrasının, umurumda değil
evvelki günden biliyorum dünün içinde yaşananları
yarının ne farkı olacak ki geçen hafta bugünden
doğduğum gün okudum alnımda yazılanları
çığlık çığlığa neden ağladım sanıyorsunuz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:00 AM
Siz bilirsiniz İstanbul'lular

şimdi buradan sesleniyorum;
ey siz, köprüde balık tutanlar,
siz bilirsiniz.

neden gelmiyor yanıma
en dayanılmaz bakışlarıma
ve üstüne saldığım rüzgar gibi
aşk fısıltılarına direnerek
kız kulesi.
ben üzüm sepetine saklanmış
bir yılan değilim ki.

şimdi buradan sesleniyorum;
ey siz, Cenevizli şövalyeler,
siz bilirsiniz.

neden gelmiyor yanıma
tarifsiz çocuksu çığlıklarıma
ve kabadayı ağzımla,
üstüne saldığım korkuya direnerek
galata kulesi.
ben taş üstünde kül bırakmaz
bir yangın değilim ki.

şimdi buradan sesleniyorum;
ey siz, gelmiş, geçmiş İstanbul’lular
siz bilirsiniz.

neden gelmiyorlar yanıma
oyunlar oynamak belki sevişir gibi
ve yitirmemek için
çocukluk günlerimizi
İstanbul’un bu iki kulesi.
benim mi hiç yerim yok efsanelerde,
yoksa kuleler mi benzedi
yaşadığımız bu yoksul günlere.
ihanet eden ben değilim ki.

Cevat Çeştepe