Tam Sürümü Görüntüle : Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:00 AM
Siz dün gece ne yaptınız
dün gece ben
bir arabanın benzin deposunu ateşe verdim
durup dururken.
alkışlar arasında ve güler yüzlüydüm.
yalnız da değildim;
yanımda, denizden çıkarılanları
yeniden denize atan bir arkadaşım vardı.
bahriye şapkaları sahile vururken
biz beraber papatya falına bakıyor
en güzel kokuları sürüyorduk
üzerimize
ve zambak kokan bir geceye.
dün gece biz, bizden söz ettik.
uzun bir yolun sabah molası gibiydik.
hani hareket saatinin anonsları
hiç anlaşılamayan.
ama biz dün gece yanıtı en zor soruları bile
yanıtlamasını bildik
içine yalan saklamadan.
dün gece biz, sizden de söz ettik.
ihtilal günlerinden
ve kaybettirilen nesillerden.
yaşanamayan sevgiler
ve hançer rengi ihanetlerden.
sahi, siz dün gece ne yaptınız.
siz ve beyaz şarap rengi, balık eti sevgiliniz.
dün gece siz neler yaptınız
neler yaşadınız.
hangi sofranın kırıntısında
ve hangi sokağın kaldırımında sabahladınız .
ben size dün gece mi bir gün önce anlatsam
güler geçer ve inanmazdınız.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:00 AM
Sokak hayvanları için
çok fena üzerime geliyordu zaman....
sanki elinde sultanın bütün fermanları
ve gözlerine bürünen, kezzap renkli kan.
çok fena geliyordu üzerime zaman.....
ben kaçıyordum, siz yadırgıyordunuz.
her direnişe en önce bayrak açan ben;
beni kaçarken görünce anlamıyordunuz.
ölümüne ve yasak bir sevgi
ya da her türlü ihanetin binbir rengi
sarılmış üstüme sanıyordunuz.
oysa onlarca kimsesizim vardı benim.
sokaklarda yatıp,her sabah yollarımı
aç ama umutlu gözlerle bekleyen.
ben gitmezsem aç kalacaklarını çok iyi bilen.
onlarca kimsesiz ve barınaksız sokak hayvanım.
ben gitmezsem kimsenin bir şey söylemeyeceği.
insandan daha düzgün ve adamakıllı onurlu
onlarca yolumu gözleyen sokak hayvanım.
ben zamandan onlar için kaçıyordum
siz anlamıyordunuz.......
(prof.sungurbay anısına
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:00 AM
Sokak için ağlamak
gece karanlıktı, çok üşümüştü,
ısınmak için ellerini ovuşturuyordu sokak,
ben korkuyordum, lambanın içine saklanmıştım
ne kadar sarhoş varsa birazdan çıkıp geleceklerdi
çöp bidonunda sokağın geçmişini yakıp ısınacaklardı.
sokak yanan geçmişiyle neden ısındığını bilmeden ısınacaktı
ben saklandığım yerde ağlayacaktım
göz yaşlarım lambadan sokağa taşacaktı
sarhoşların her biri bir başka yana kaçacaktı
sokak ıslanacak, çöp bidonundaki ateş sönecekti
ben gizlice sevinirken sokağın geçmişini kurtardığım için
sen benim ağladığımı gözyaşımın kokusundan tanıyıp üzülecektin
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:01 AM
Sokak saatinin altında
seni bu sokak saatinin altında bekledim.
dün geceydi, belki bu sabah.
bir tramvay kırmızısı gibi.
saat tam on’u on geçiyordu.
sırtım saatin direğine yaslanmıştı.
zaman durmuştu
ama gölgeler büyüyordu
zaman durmuştu
ama kalabalıklar, tenhalara dönüyordu.
ben hala seni bekliyordum,
yanımda tükenen umutlarım
ve büyüyen sensizliğimle beraber.
bir parça ürkek ve hayli derbeder.
gelmeyecek diyordum kır papatyalarına,
boşuna dökmeyin yapraklarınızı.
ve siz diyordum sokaklara
saklamayın bir yere kalabalıklarınızı.
ben biraz daha beklerim burada.
baktım gelmiyor ve daha çok var sabaha
ne yapayım, kıvrılır yatarım
saatin altında.
ve yarın sana uykusuz,
ve dalgaya bulaşmış titreyen ellerimle
uskurdan fırlamış köpük gibi
gene yazarım hiç haberin yokmuş sanki.
“seni bu sokak saatinin altında bekledim,
dün geceydi, belki bu sabah.”
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:01 AM
Soluksuz sarhoşluklar zamanı
benim; aşk dilinin birleşmemiş hecelerinde okuduklarım
ağır bir ter kokusudur yada patlaması birden volkanların
hani dudakların yanıp kavrulur gibi,
dehşet bir şey yani.
kor ateşlerin arasında çırpınan kanatsız gelincik kuşlarım
tutabilsem bir daha okumak için ucundan en son satırın
ellerimi kına değil kan boyar be gülüm,
gerisi zaten ölüm.
her satırımda bin damla mürekkep, rengi tutkunu firarımın
içinde çiçekler açmaz, sadece ağlar çocuklar hatıralarımın
yırtık perdeler uçar gider pencerelerden,
izlerim, başka ne gelir ki elden.
berbat bir soğuktur, soluksuzluğun bedeli dumanı sigaramın
gün batımı, son kadeh sarhoşluğu gibi kış akşamlarımın
aklıma bile gelmiyor üzerime yağacakmış kar
ama koyuyor işte böyle gitmek, apar topar.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:01 AM
Son trenin arkasından
son tren hiç bir yolcusunu yolda bırakmadan
sabaha karşı geçip gitmiş olsun bu istasyondan
rüyamda seninle sevişirken, yani daha uyanmadan.
iyi bilirim uyanır olup ta açıversem gözlerimi
acemi grilere boyalı ne kadar bulut varsa dolar içeri
oysa ben pembeyi seviyorum desem eğilip kulağına
sen, mavi mavi gülümsesen.
sonra bir hayalet dokunuverse kampanalara birden
yerimden sıçrar gibi olsam ama uyanmasam
el yordamımda adımlansa tüm merdivenler.
çıkıp şöyle bir “nerede kaldı” gözleriyle baksam
son trenin geleceği uçsuzluklara ama umursamasam
biraz daha bekliyor olup sanki haberim yok gibi.
ve anlayınca artık hiçbir trenin bir daha gelmeyeceğini
doğru koşup gelsem yanına, yatağım soğumadan
ben seni seviyorum desem gözlerine rüya olup
hat boylarında koşmaya başlasak el ele tutuşup
hiç makas değiştirmesek, hiç uyanmasak …
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:01 AM
Son vapurun ardından
son vapur için kapandı gişeler.
tanımadık tüm yolcular güvertede,
gözlerine karanlık basmış,
uykuları hazımsız ninniler söyler.
uskur bu seferin saatlerinde,
dünyadan hızlı döner.
son vapurdur bu, alıp başını gider.
ben içerde son lambayı gevşetirim
çığ toplamış ellerimle.
dışarıda kuvvetli bir poyraz eser.
iskeleye birden bir yalnızlık çöker,
tarifine gücüm yetmez.
son vapur gitti işte, gözden kayboldu.
şimdi ilk martı çırpacak kanatlarını.
çığlıklı bir telaş olup gelecek
konup omzuma, şarkılar söyleyecek.
ben dün gece bıraktığı yerdeyim,
birazdan gelecek simitçiyi bekliyorum.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:01 AM
Son zambak kokusu
“bin yıllık fırtına korkusu mudur
kapının üstünde bin asma kilit
içeride saklanan zambak kokusu mudur.”
çok uzak ülkelerden sanki koparak gelen
şirket-i Hayriye nin son vapur dumanıyım.
ellerimde küçük dalgalar sahilden topladığım
her adımda gökyüzü biraz daha büyürken
ve uzaklık, adalarla moda arasına sakladığım.
şimdi kampanalarda Kurtalan ekspresi
yolcular ne kadar yorgun ve o kadar ağır.
hiç çıkmıyor bin acıya sarılmış çocukların sesi.
sanki hepsi birbirinden uzak birbirinden sağır
bağdadi bir hattın ıslak demiryoluyum.
işte bunları gönderiyorum kuzey gibi sana
İstanbul’a benzer belki ondan daha çocukça
bir güverte rüzgarından ve peron ışıklarından
geçmişe güneş olup doğacak, bu kokuyu koklasana
sende bırak gelsin zambak kokuları bu tarafa.
“korkma sevgili dostum bin yıllık korkulardan
gevşesin kapındaki kilitler, artık birer birer
bırak çıksın zambak kokuları kapı aralığından.”
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:01 AM
Sonbahar astrolojisi
bir beyaz tüy uçar gider Venüs e
uzaktan sibelius ince ay ayarındadır kemanın
bir beyaz tüy uçar gider Merkür den
ince ayarlanmış bir kemanın sesinden.
zümrütler nasıl parlar bir bilseniz
gözleri ışıldar ay ışığının
ve siz bir martı iseniz
boğazda bir kaptanın gözleri kamaşır.
tükenmiş kokulardan inci gerdanlık
senfoni gibi düşer Merkür ün, aydınlık yüzüne
kokularından inci gerdanlık Venüs ün
halkası olur bakır renkli kördüğümümüzün.
havadan toprağa düşerken çiçekler
bir el bakar resimli iskambil kartlarına
diğeri haykırır kıpkırmızı “yaşasın ispanya”
arenada bir matador, elinde papatyalar.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:01 AM
Sonsuz bir deniz
neresinden bakarsan bak,
bu deniz uçsuz bucaksız bir yolculuktur.
dalgalar isimsiz sarhoşluklar,
suçları hep rakıdan bulunur.
bir kayıp ilanıdır yani,
iskeleden bakıp ta ardından el sallanan.
güverte tuz kokar sanki adım boyu.
gece de üşümüştür, yıldızlar birer ölü gözü.
kapının dışında kalanlar,
kaybettiklerimiz değil kendini kaybedenlerdir.
ve sancak hep kötü
ve iskele hiç okunmayacak bir şiir gibidir.
neresinden bakarsan bak,
bu deniz uçsuz bucaksız bir yangın yeridir.
alevler bir başka tutku,
yeniden tazelenen bir ruj gibidir.
aynaların pas tutmasıdır yani,
güzellikleri asla gözüne göstermeyecek olan.
merdivenler her basamakta daha sıcak.
olanlar bitip tükenmiş, hizmet durmuştur artık.
bir yıldırım düşer, ellerin söner.
kavrulmuş duygular saklanacak yer bulamaz,
yelin esip götürdüğü
bir kimsesiz yolcunun yelkeni olur.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:01 AM
Sonu sessizliktir çığlıkların
korkuyla açılır gözleri.
içerden;
geçimsizlik aryalarının
anlamadığı dilden
çığlıkları gelmektedir.
kulaklarını kapatır küçücük elleriyle.
ama büyümüştür içindeki korku
daha da açılır gözleri endişeyle.
biri babasının sesidir, diğer kişi annesi.
kırılan yeşil vazomudur
masanın üstündeki.
yoksa dedesinin fotoğrafımı
göğsü madalyalı, duvarda asılı.
tatmadığı kadar acılı
ve yaşamadığı kadar sancılı
bir rüzgardır,
öğrenemediği yönden esen.
son çığlıkla beraber kapanır kapı,
annesidir giden.
ve terk ediliştir sessizce içeri süzülen.
ağlayarak kapanır gözler.
bilinir ki;
el sallamadan gidilen her gidiş
dönüşü olmayan son gidiştir.
özenle saklanan mektuplardan
silinir sessizce
göndericinin adresleri.
ne kalır gözlerinin önündeki
dudak izlerini taşıyan
son gecenin tanığı kadehler,
ne de bir yerlerde göze takılır
bir saç teli
ya da ayak izi kim bilir.
dinlenmez radyolarda güftesi
beraberliğe yazılmış tüm şarkılar
sadece dinlenen kimsesizliktir
ve sessizlikle beraber yaşanır
ayrılık öncesinde atılan çığlıklar.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:01 AM
Sorsalardı eğer
sorsalar sana bilir miydin,
evet bir martı konacak pencereme
belki yarın, der miydin.
sorsalar bana bilir miydim,
evet bir martı olup konacağım penceresine
belki yarından da yakın der miydim.
sorsalar sana,
martının kanatlarında boğaz kokusu olacak
yüreğini dolduracak
bilir miydin.
sorsalar bana,
ne martı ve ne koku, sadece bir rüya olacaksın
ve gerçek gibi yaşayacaksın
inanır mıydım.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:02 AM
Söylemez ki gelincikler
şansınız bol olsun demiştim o çocuklara
gökyüzü avuçlarına düşmeden hemen önce
denizler sahillere nikah kıymışlardı o gece
ormanların bütün ağaçları el ele halay çekmiş
sadece bir kenarda gelincikler ağlamıştı nedense
kim bilir akıllarına neler, neler geldiyse …
beni kırmızı bir denizin ortasında ve boynu bükük düşle.
bütün kapılarım kapanmış bildiğimiz şanstan yana
boyası çıkıyor yaşanmamış tutkuların ellerime.
ne renk dökülüyor gözyaşım gözlerimden, bilmiyorum
belki gene küçük bir yel eser bilmediğim bir yönden
şöyle bir sallanır, anlarım yaşadığımı
başka ne gelir elden.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:02 AM
Suçlu olan gecedir
işlediğim cinayetlerin tüm ipuçlarını
geceye verdim.
göz hakkı diye bir şey var ne de olsa.
o gece ki,her gece
bıkmadan üşenmeden selam durur nöbete.
benim cinayetlerim de üstelik
gündüzü sevmez,
klasman dışıdır.
mesela;
ilk sevgilimin
ilk ismi hala
son kadıköy vapurunun
gece duhuliyesinde saklıdır.
ve yelkovanı çalınmış
tüm meydan saatlerinde;
düello kurbanlarının
acaip payı vardır.
işlediğim cinayetlerin tüm ipuçlarını
geceye verdim.
soracaksanız ona sorun.
ben bir şey bilmiyorum,
yemin ederim.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:02 AM
Sular akarken bir yandan
su boylarında bir aşağı yürüyorum bir yukarı
savaş baltamı çoktan gömmüşüm toprağa,
tüten, çubuğumun dumanı.
kendi halimdeyim, ayna tutuyorum güneşe,
gözlerinin içine.
su boylarında eski damgalı pullar yüzüyor
mektupları belki hiç ulaşmamış adresine
gözler hala yolları gözlüyor.
ben umudumun bugünüyüm, yarını yazıyorum,
günlüğümün içine.
su boylarında ıslak prensesler gibi söğüt dalları
gölgeler emanetmiş demek ki bulutlara,
saklasalar ne olur aydınlıkları.
dünden fazla kaçırdım düşünceyi, başım çatlıyor,
topluyorum avuçlarımın içine.
su boylarında yürüyorum bir elimde güneş
tarihsiz pullar yapıştırıyorum adressiz zarflara
bir gölgeye saklanıyorum son buluttan ödünç,
çubuğumu söndürüp, savaş baltamı çıkarıyorum.
gözlerini yerleştiriyorum günlüğümün içine,
avuç avuç yüzüme sürüyorum.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:02 AM
Sus ama yanımda ol
sen bana masal anlatma sakın,
ben dizlerinde uyumasını çok iyi bilirim.
sadece dudakların kıpırdasın,
hiç durmasın,
ne demek istediğini iyi anlarım.
kapat tüm ışıkları boşa yanmasın.
gözlerinin ışığı düşer alnıma nasılsa.
sadece gözlerini yumma sakın,
hiç kapanmasın,
gecenin varacağı yerden korkarım.
ay bir yanda, güneş yanına gelsin
sen beni yeniden yazansın, bunu da yazarsın.
sadece yüreğin kalsın benimle,
hiç ayrılmasın.
o zaman hiç bir mevsim konmaz üstüme, bilirim.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:02 AM
Susuz mutluluk
çeşmelerden hava geliyor su yerine
sondaj pompaları taş ve kum fırlatıyor gökyüzüne
su kaynakları yok oldu
nehirler kurudu
denizler de çekilmiş.
şalterler inince sayaçlar dönmüyor
şeffaf aksesuar olmuş elektrik ampulleri yanmıyor
trafolar yangına dönük
ışıklar sönük
her yer ne karanlık.
rafinerilerde yutmuş alevleri bacalar
en yüksek beygirgücüne koşulmuş yorgun atlar
grafiklerde iflas ibresi
enerji yok
makineler stop …
…….
hangi uzak bahçelerden geliyor şimdi
bu doyulmaz ve çiçek kokulu
çocuk kahkahası
bir güzel kadın ipe seriyor çamaşırlarını
renklerinde cümbüş tadı
en sevdiği türküyü çalıp-söylüyor yüreğinde
ayaklarını uzattığı gölgede
güneş tenli bir adam
omzunda tünemiş iki beyaz güvercin
mutluluk damlıyor kanatlarından
sular tükenmiş ama güneş sıcak mı sıcak
bak; uzak bahçelerden nasılda geliyor şimdi
doyulmaz ve çiçek kokulu
bir çocuk kahkahası, çağlayarak.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:02 AM
Sürrealizm
duydun mu Salvador Dali düşmüş gökyüzünden
mızrak bacaklı filler gibi dört ayak üzerine.
piyanonun tuşlarında dolaşırken iskelet parmaklılar
birde ne görelim;
her susuz parselimde boy vermiş ağaçsız ormanlar.
nadide bir tomurcuk olup açmış
dere yataklarında tuzruhu kokarak akan eski ölümler
kılçıkları yenmiş balık sofraları benzeri
yapışıp kalmışlar kalenin burçlarına tokluk gibi.
duydun mu Salvador Dali düşmüş uçuk bir ay ışığından.
şimdi gördüğün her göz, bir parça şaşkınlık
beyazperde deme o kendi halinde bir cenin torbası
en yükseltilmiş beyinler güya onun içinde saklı.
duydun mu kim düşmüş boş otoyollara sırt üstü
haydi şimdi kan toplamaya koşalım …
………….
anlamadım ne diyorsun sen böyle dedi
karşımda oturan akşamüstü saçlı bir hanımefendi
saygıyla baktım gözlerine
gözlerimi alıp düştüğü yerden .
bundan sonra dedim, sayın hanımefendi
hep söz edeceğim güzelliklerden
memleketimden, sevgililerimden, ışık ve renklerden
bağışlayın beni, şimdi onun ön hazırlığındayım
iki bacaklı, fesleğen saçlı kuzu kapamanın açlığındayım.
duydunuz mu Salvador Dali düşmüş ….
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:02 AM
Şafak vakti gün batımı
avuçlarımdan kurşun aktı, şafaktı.
önümdeki ak kağıda yüreğimden kan damladı.
üzerinde sana geliyorum yazılıydı
oradayım üç şafak sonra
avuçlarımdan kurşun aktı, şafaktı.
senin beni okuyamayacağın zamanlara
bir yolculuk başlıyordu.
güneşin biri batarken diğeri doğmuyordu.
oysa bir gece önce mi, yoksa daha mı eski
kardeş türküler gibiydik sanki
daha dün gibi.
beraber halaya durur, hora teperdik.
birbirimizden yürek alır, kız verirdik.
aynı kavganın omuzdaşları değil miydik
benim soğuktan ellerim donardı
sen iliklerdin yaka düğmelerimi,
unuttum sanma.
bak şimdi bana tetik çeken parmağına
tanıyabilirsen tanı kendini.
haydi şimdi kapat açık giden gözlerimi.
avuçlarımdan kurşun aktı, şafaktı.
önümdeki ak kağıda yüreğimden kan damladı.
üzerinde bitecek bir gün diye yazıyordu
hele boy versin ekinler
gene hasat *******i beraber biçilecek
sevdalarımız aynı topraklarda el ele verecek
çocuklarımızın yarınlarında
üstümüze düşen
aynı gökyüzünün renkleri olacak.
hatırlasana dün gece mi yoksa daha mı eski
beraber siper kazarken menzilinin dışına
düşmez miydi terlerimiz aynı toprağa.
ve vurulup yatarken yan yana
karışan kanlarımız değil miydi kardeşliğimiz adına.
bakma şimdi;
avuçlarımdan kurşunun akmasına bir şafak vakti
çok acılı bir oyuna zorlandık diyelim,
bugünleri bir daha yaşanmamak üzere silelim.
ben öldüğümle kalayım, sen öldürdüğünle
ama çok geç olacak yarınları asla beklemeyelim.
bizim oyunumuzda bu olsun
dosta düşmana karşı
kardeşliklerimiz hatırına el-ele verelim
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:03 AM
Şair dediğin erkek olur - eleştiri notları
Bazı sözcükler vardır ki yaşam içinde ne zaman karşıma çıksa hep bir tarafından ya kulağımı kemirir yada gözüme iğneler batırır. Beynimin hoşgörülü sınır kapılarından içeri giriş için vize alamadığı ve hiçbir zaman da alamayacağı ama ısrarla o kapılara omuz vurmaya devam ettiği için de küçük çaplı fakat kronik çatışmaların vazgeçilmez nedenidir.
Burada eleştiri notlarıma konu olan anarşist ve sürekli sınırlarımı zorlamakta ısrarcı sözcük: Şaire
Arapça kökenli şair sözcüğünün paralelinde kullanılan ve kökünü yadsıyamayacağı için gene Arapça olmaya devam edecek olan bu sözcüğün karşılığı (ısrarla kullanıcıları bilecektir) Türk Dil Kurumunda; kadın şair olarak karşılık bulmuş. Oysa aynı TDK sözlüğünde şair kelimesinin karşılığı için bakın ne diyor:
‘isim’ şiir söyleyen ve yazan kimse, ‘sıfat’ hayal gücü geniş olan, duyarlı, duygulu kimse.
Yani yorumsuz bakacak olursak referansına güvenebileceğimiz bu kaynak bize şair sözcüğünün (hiçbir cinsiyet ayrımı olmaksızın) şiir yazan kadın-erkek herkesi kapsadığını oldukça açık dille satırlarında kayıt altına almıştır. Bundan sonrasında yer alan şaire sözcüğünün karşısındaki “şiir yazan kadın” açıklaması için işin TDK açısından söz konusu olabilecek çelişki yanına takılmadan ancak Arap/Şark kültürü içinde gelenekselleşmiş ve cinsiyet ayrımını sürekli destekleyen yapının sonucudur diyebiliriz. Herhalde buna karşı yapılacak “hadi canım sende” başlıklı açıklamalarda aynen şaire sözcüğü gibi beynimin kapılarından vize alamayacaklar kuyruğunda kendilerine bir yer bulacaklardır. Hiçbir zaman (belli konular dışında) ön yargılı olmamaya özen gösterdiğime inanan bir kişi olarak bu tür olası ithamlara karşı da şimdiden gerekçeli savunma dilekçemin hazır satır başlarını da burada açıklayayım.
Uygar toplum modelleri içinde olduğu kadar, kişiye özel ve çıkarcı yorumların dışında dinsel öğretilerde her türlü cinsiyet ayrımının karşısındadır ve kabul edilemeyeceği görüşünü benimsemiş, uygulamış ve bu yanlışlığı öğreti ve anlatı alanı içine almıştır. Mesleklerin apolet yıldızı olarak oluşan akademik kariyer unvanlarında da bu ayrımcılık asla yer bulmamış mesela; erkek mühendis/kadın mühendise, erkek doktor/kadın doktore, erkek mimar/kadın mimare gibi cinsiyete göre farklı sıfatlar oluşturulmamıştır.
Sanat ise zaten bu tür cinsiyet ayrımı düşüncesinin düşünülmesinden bile çok farklı bir dünyadır ve hele böyle sıfatların ısrarla kullanılma yada bir şekilde sözlüklerde bile olsa karşılık bulmasını kabul edemez. Ki bir zamanlar gene bu mantıkla kendilerine bir yer edinmeye çalışan aktör/aktris sıfatları bile neredeyse kullanım alanlarının dış kenarlarında toplayacak top bulamamaktadır.
Ne demek yani şaire?
Bu sözcüğü ısrarla kullanmakta olan kimi arkadaşlarımıza ve ayrıca “antoloji” sitesi içinde ve dışında sayıları belirsiz; “hayal gücü geniş olan, duyarlı ve duygulu, şiir yazan” kadın-erkek tüm ŞAİR arkadaşlarıma saygılarım ile …
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:03 AM
Şair yürekle ölebilmek
önce bir şairin kapısıydı sanki
sonra bir kıyamet meclisi.
ne zaman çalacak savaş borusu,
kim verecekti çarpışma emrini.
bir bilinmezin bu bin boyutu,
bir şairin yüreğiydi sanki.
önce bir şairin yüreğiydi sanki
sonra sonsuz bir aşk meclisi.
hangi daldan düşecek meyveyi
kim alıp kime sunacak bir gül gibi.
çok bilinenin bu tek boyutu,
bir yüreğin şair olmasıydı sanki.
önce bir yüreğin yürek olmasıydı
sonra bir insanlık meclisi.
sevgiyle sarıp sarmalamak her şeyi,
dökmek üstüne yeryüzü renklerini.
hiç bilinmezin olmayan boyutu,
şair bir yürekle ölebilmekti sanki.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:03 AM
Şairler zamanı içer
Şairler zamanın ta kendisidir.
Saat üçü beş geçedir,
ya da oniki ye çeyrek kala.
Dünü yaşayan aşkları yarına taşıyandır.
Şairler yaşamın ta kendisidir.
Satır aralarında;
intihar sözcüklerinin saklandığı
Sonu belli bir maceradır yaşamak.
Şairler dünden yarına en maceraperest
Pervanelerdir.
Bir gününü bin yıl gibi yaşayanlardır.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:03 AM
Şairleri korkuları vurur
depremlerden en çok şairler korkar.
yürekleri en kırılgan fay hattının
çünkü tam üzerinde olandır onlar.
ve en çok şairlerin başına gelir korkulanlar.
bir sabah belki gün doğarken
ya da güneş tam onikiyi vururken
en çok şairler ölür.
denizlerden en çok şairler korkar.
dalgaların rengini değil,
sadece şiddetini yaşadıklarından.
bir sabah belki gün doğarken
ya da ilk kumdan kale daha yapılmamışken
sahile en çok onlar vurur.
yangınlardan en çok şairler korkar.
kırmızı; bir gelincik tarlasıdır onlar için.
perdeleri hep berekete açılan.
ama ne zaman gökyüzü alev rengine boyanır,
küller kavrulmuş kelebekler gibi uçmaya başlar
önce şairlerin gözleri yanar.
sevdadan en çok şairler korkar.
yarın yaşanacaksa özgür yaşanmalıdır.
her akşamın sarhoşluğudur sabahların umudu
ama can acısı gibi, kapı hiç açılmaz üzerlerine
bindikçe biner beklenen sevgililerinin yokluğu.
şairler kendileri saplar hançerlerini sırtlarına.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:03 AM
Şarkımız olsun bizimde
hadi bize bir şarkı tut şimdi,
ortasında resmin olsun.
sonu güzel biten tüm hasretler
kendini bulsun.
nihavent makamında ateşe koşan
bir kuş misali
içinde ikimize dair yaşanmış ne varsa
o olsun.
hadi bir şarkı tut şimdi ikimiz için,
ortasında resmimiz olsun.
makamı; yalnız bizden sorulsun,
değerini biz verelim.
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:04 AM
Şenlik
.
ayın ondördü düşmüş denize
yakamozların yüreğinde bin fener
ay ışığı gibi parlıyor ellerinde.
bu gece deniz atları bindirdiler küçük kızı sırtlarına,
yakamozlar düştü önlerine
birer yol gösterici gibi.
gökyüzünde bin bir renkli uçurtmalar.
sanmayın ki bir şenliğe gidiyorlar.
küçük kızı, gemicinin yanına götürüyorlar.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:04 AM
Şiddete terapi
“o dediğinizden bende de bulunur biraz.
isterseniz kollarım fırlatır atar yumruklarını
yerlerden kristallerinizi süpürürsünüz.
bir daha kendinizi rüyanızda bile zor görürsünüz.
yada ayaklarımdan kopar gider tekmelerim
arapsaçına dönüverir düşünce sisteminiz.
kabuğu kırılmış ceviz gibi açıkta kalır beyniniz.
o dediğinizden yani, bende de bulunur biraz.”
ama bende birazda,
güneşin üstüme doğuşunun farkında olmak vardır
şöyle bir bahar yeli geçer gibi olur önümden
bana unuttuklarımı anlatır.
elimdeki kitabı katlarım hemen okuduğum yerden
biraz daha uzatırım öne doğru ayaklarımı
rüzgar karıştırır saçlarımı
burada deniz üzerine bin destan yazılacak aşk gibidir
gülerim her birinden bir damla gözyaşı döküldükçe
bir çiçeği koklamak gibi alışkanlıklarım gelir aklıma
koparmadan ama gülümsediği yerden
toprak bulaşır avuçlarıma.
ve bir kuşun kanatlarında kucaklamak gökyüzünü
özgürlük tutkusuna elimi bile değdirmeden.
gözümün önüne getirmek gülüşünü.
açık unutulmuş bir musluğu seyretmeye doyamam
ama suyun boşuna akmasına da hiç dayanamam
bilirim ki bu saatler çeşme başında bekleme saatleridir
hasretlerinin yolunu gözleyen gelinlik kızlarımın.
“yoksa bende bilirim şarjöründe mermi saklı namluyu
tam doğru yerden doğrultmasını alnınıza doğru
elimdeki balta çok can yakar üstüne varınca
yeter ki kan görmeye dayanıklı olsun bünyeler.”
ve sevebilmek gözlerinin içine bakınca sevdayı
ama bırakmadan hiçbir zaman aklın ucuna takılı kancayı
ne kadar korku ve gözyaşını sırtında taşırsa taşısın aşk
sonuçta yaşamın içine sağlam salınmış köke benzer
korkuyla korunurken, gözyaşıyla can suyu olur
yüreğiyle aşkı gerçekten okşayan her aşık şiddeti unutur.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:04 AM
Şiddeti öldürmek için
kimseye dönük bir yüzü yok ki içimdeki şiddetin.
gizlenmiş yarasalar sadece,
gece görüyor gözleri.
yollarını, ay a dönerek buluyorlar yüzlerini
ve ağaçlara küçük çentikler atınca
yapraklar dökülüyor.
duyduğum hiçbir gözyaşı sesi
dindiremiyor içimdeki bağışlanmış öfkeyi
bir taşa tekme atıyorum mesela
denize düşüyor kendinden ve çaresizce
sonsuzluğa dağılan halkalar oluyor
umursamaz, sessizce.
bütün şiirlerimi meydana döküyorum, üç kuruşa
adı bir şeyden vazgeçmek değil
belki boyum biraz daha uzar diye.
daha yüksekten bakabilmek, biraz kuşbakışı.
büyüyebilmek gibi.
ah canım, biliyorum büyümeden ölmüyor şiddet…i.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:04 AM
Şiir aşkın öncesidir
Şiir ikmale kalırsa, aşk sınıfta kalır
Benim hayatım ihanet burcunda doğmuş
Çiçeklerimin rengi körler tanrısından.
Hani bir kuş gelip de konuverse omzuma,
Yarınımdan vazgeçer, ölürüm sevdasından.
Benim şiirim ikmale kaldı, aşkım sınıfta.
Kovuldum okuldan,
kaldım sokakta
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:04 AM
Şiir bitmeyecek romandır
her kısacık şiir buketi
bir ömür boyu okunacak
roman değil midir.
her roman sayfasının ilk satırı
anlatmaz mı buluttan elleri yananları.
her kısacık şiir buketi, elleri;
buluttan yananların gözyaşıdır.
sizin eliniz hiç yanmadı mı
yüreğinizi avucunuzun içinde saklarken
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:04 AM
Şiir değil yazılanlar
içimde renk değiştiriyor zaman
anlatılamaz bir beyaza dönüyorum.
bastırılmış ve yorgun uzatma mevsimindeyim.
kararan yağmur bulutlarına bunu anlatıyorum,
yusufçuk kuşlarımın ağızlarından.
cilalanmış duygular değildi yazdıklarım
yangınımın arka bahçesinde tüten dumandı sadece.
son nefesim gibi yani, belki bir gün öncesi.
neden dün değil de bugün okumaya başladın ki beni
yeter bu solungaçlara bu kadar hava dedikten sonra ben.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:04 AM
Şimdi söyleyeyim istermisin
ben;
fırtınanın,
vapur seferlerini aksattığı bir kentin
penceresindeyim.
hani,
beni,
nasıl seviyorsun diye sormuştun bir gün?
tam ucuna gelmişti de dilimin,
söyleyememiştim.
ben seni,
geç kalışlarına tanıklık eden
yağmurlu akşamüstlerinin
kaldırım taşları gibi seviyorum
diyememiştim.
şimdi söyleyeyim, ister misin?
ben;
mevsimin,
bütün yolları kapatacağı bir kentin
penceresindeyim.
hani,
beni,
nasıl seviyorsun diye sormuştun bir gün?
ayağındaki anarşist postallarına güneşin;
bütün genç kız renklerine benzer
renklerini bağladığın gibi
seviyorum ben seni
diyememiştim.
Şimdi söyleyeyim ister misin?
ben;
kahve fallarının,
hiçbir şey gösteremeyeceği bir kentin
penceresindeyim.
hani,
beni,
nasıl seviyorsun diye sormuştun bir gün?
seni hiçbir zaman göremeyecekmiş gibi
seviyorum.
şimdi söyleyeyim ister misin?
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:04 AM
Şimendiferli saatler
babamın vardı 'halis serkisof' köstekli,
şimendifer marka
geçmiş tarihli,
doğrusu güzel saatti.
dakikasını şaşırmazdı,
günü geldi, yitti, gitti, babam gibi.
- raylar üzerinde bekleyen çocuktum sadece
sonra benim oldu bir tane, o da köstekli
sevgilim aldı,
yaşayan tarihli,
ama antika gibiydi.
dakikamı da şaşırttı, günümü de,
bir türlü gitmedi, hala burada, benim gibi.
- şimdi üzerimden şimendifer geçti
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:04 AM
Tadı kaçmış
şimşekler;
sevgilim!
yağmuru böyle izlemezdik eskiden.
şimdi yüzünden endişe düşüyor.
görüyorum ki
gözlerinin renginden kahve gitmiş
acı kalmış telve tadında.
şimşekler;
sevgilim!
ellerin ellerimin nasırında;
bir pervane olmuş dönüyor.
anlıyorum ki
öykümüzün havası çoktan kaçmış
ölüm kalmış yanık tadında.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:05 AM
Tahta Üzerine seni yazmak
ben elime ne zaman kalem alsam çok yakındım sana
sen yaşanan her mevsim çok fazla ahşaptın oysa
üzerine hiç yazı yazılmıyordu.
tahta kutları her zamanın dersindeydiler .
yumruklarınla çakıyordun paslı çivileri duygularıma
saklandığın gölgeler değildi yeşil yaprakların arası
renklerin küflü karanlığa sarılmıştı
ben ellerimle yosunlarını ayıklıyordum.
görülmeyecek düşler üzerine kapanmış kapılardın
ve yaşanılacak baharlar kalem ne yazarsa yazsın
kapalı kapıların kilitlerini açıp giremiyordu ki içeriye
benim resmim hiç asılmayan duvardaydı .
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:05 AM
Tanıyorum seni bir yerden
ben seni tanıyorum bir yerden, ama nereden.
hiç beraber kuş kovaladık mı seninle
bir tarlada, öksüz bir yağmur gibi yağarken.
üzerimizde anamızın belediği toprak
ve sancımız henüz göbeğimize bağlıyken.
ben seni tanıyorum bir yerden, ama nereden.
sanki beraber çizdik ilk saat resmini defterimize,
yanılıyor muyum sen akrep olmuştun da galiba
saniyeler giymiş yelkovanı oynuyordum bende.
kovalamak için seni güneşin peşine takılırdım
hep köşelerde saklanırdın, tutamazdım nedense.
ben seni tanıyorum bir yerden, ama nereden.
sanki turnalar üzerine son ağıdı yakarken
saz tellerinin en uzak akordunda bozulmuştuk.
aynı kelepçedeydik ayrı kollarımızın bileklerinde
verilecek en ağır ceza için hücremize girerken.
ben seni tanıyorum bir yerden, ama nereden.
hep sır tutmayan tarafı olduk aynalarımızın.
yüreklerimiz bütün kavgaların en delikanlısıydı.
bir hançeri ben yerdim sırtıma, sen oturur ağlardın.
sanki aynı memesinden süt emmiş gibi analarımızın.
belki çıkar gelirsin aklıma, bir nefes daha çekelim derinden.
ben seni tanıyorum bir yerden, ama nereden.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:05 AM
Tanrının ne günahı var
Tefnut haber yollamış ülke insanlarına,
çocuklarım size gelecek, haberiniz olsun diye
ve eklemiş arkasından
aman,
sakın bir hazırlık yapmayın,
bir kaç gün kalıp dönecekler geriye.
bizimkiler çok konuksever
ve birazda gösterişe meraklı ya
hemen başlamışlar sıkı bir temizliğe ortalıkta.
önce ne kadar ağaç varsa
tek tek budamışlar tam kökünden
sonra vermişler ateşe, hepsini birden
maksat konuk çocuklara oyun alanları açmak
onları ağırlayıp, Tefnut’a yaranmak.
gazete manşetlerinden:
“aniden bastıran yağmur ve toprak kayması sele neden oldu
yüzlerce ev yıkılırken,
binlerce büyük ve küçük baş hayvan kayboldu.
sele kapılan yurttaşları arama ve kurtarma çalışmaları başladı “
Tefnut haber yollamış çocuklarına
haydi mevsim bitiyor isteyenleriniz geri dönsün,
geride kalan olursa ev sahibini üzmesin
yağmur adlı çocuklar
dönmüşler annelerinin yanına
adı nem olanlar kalmışlar birkaç gün daha.
gazete manşetlerinden:
“yüksek nem öldürüyor, sığınacak bir gölge bile bulamayan ….
yetkililerden alınan bilgiye göre
yüksek tansiyon ve güneş çarpması nedeniyle
sağlık kurumlarına başvuran …
gerisi havadan, sudan “
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:05 AM
Tarihin peşinde
akıp gidiyor önümüzden
günler, doludizgin.
biz en yaya adımlarımızla
bir adım gerisinden
takipçisiyiz önümüzde gidenin.
o bizi umursamasa,
dönüp bir kere bile
ardına bakmasa da.
biz yürüyoruz ardı sıra.
üstüne basmaya korktuğumuz,
kenarından geçtiğimiz
önümüzdeki her adım izinde,
her zaman taze bir kan
ve hiç kurumayan
gözyaşı ırmakları.
varsa bir köşede açmış
güzelliğin çiçeklerini,
her adımda derin bir şehvetle
koparıp seline katmış.
biz bir adım gerisindeyiz zamanın
izlerken yazılışına tanık olduğumuz,
tarih kitaplarının.
öyle ders almaya
ve çalışmaya vakit bulacak kadar
boşa harcamayız zamanı.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:05 AM
Tehlikeli aşk
sen kuyruklu yıldızlara isim olacak kadar
şiddetli ve tozu dumana katan
ve tüm evrenime kafa tutan
bir aşksın.
önce fırtınalara, sonra yıldızlara
asılacak elimdeki bütün fotoğrafların.
hiç bakamıyorum,
belki de bu korkudan gözlerine.
balkondan düşmekle yetiniyorum.
başım dönüyor sadece.
kurak bir sabotaj arkasındayım.
ararsan dökülen bir damla kan bulamazsın.
ama çamura bulanmış ellerim
ve konuşmaktan ürkek
açılmıyor çenelerim.
üstüme konan ne kadar yaprak varsa
kopmuş dalından
beraber kokuluyoruz adım izlerini
düştüğümüz yerden.
bir bekçi düdüğü ürkütüyor
geceye tünemiş karanlık kuşlarını.
doğrulmak istiyorum, düştüğüm yerden
açılmıyor gözlerim,
kımıldatamıyorum ayaklarımı.
başım bile dönmekten vazgeçti artık.
önce fırtınalara, sonra yıldızlara
ellerimle takmaya gidiyorum
elimdeki bütün fotoğraflarını.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:05 AM
Telgraf direkleri
en sapa bir dağ köyüne gönderiyorum
hasretime yabancı sevgilimin gözlerini.
ona ait ne varsa ona,uzakta ne kaldıysa
kendime saklıyorum.
sonra alıyorum elime en yeni havadisleri
ve yalnızlığımla kurulmuş düşleri
kaleme kağıda sarılıyorum.
bir telgraf oluyor yazıp anlattıklarım.
acele-cevapsızı, acele gönderiyorum.
sonra biletimi alıp en sapa dağ köyüne
soğuk bir trene biniyorum.
ıssız yollarda kar rengi çocuklar görüyorum.
dayamışlar kulaklarını telgraf direklerine,
benim sevdiğime yazdıklarımı dinliyorlar.
unutulmuş bir armağan verdiğim için onlara,
tarifsiz bir mutluluk duyuyorum.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:05 AM
Terkedilmişlik
kötü bir gidiş gibiydin, terk ediştin.
bir daha dönüp bakmamak gibi ardına,
gözyaşlarını dinlediğin son şarkıya saklar gibiydin.
şimdi çoktan unuttun biliyorum
sana yazdığım bütün şiirleri.
ve hiç hatırlamıyorsundur ne yazık,
kapıdan çıkarken söylediğin o güzel sözleri
”senden asla ayrılamam bunu hiç unutma” dediğini
kötü bir gidiş gibiydin, terk ediştin.
yalan söylemiştin.....
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:05 AM
The Labirent - dalgalanmalar / öykü
Yıkılmış minarenin merdivenlerinde,son şerefeye kaç basamak kala söndü ışıklar bilmiyorum. Karanlık çöküverdi birden gözlerime, yüreğime. Soluğum kilitlendi, oturdum. Seni burada bekleyeceğim, tam burada işte, ne bir basamak yukarıda ne bir basamak aşağıda.
Gelirsen, gelirsin. Elindeki o billur renkli fanusun içinden doyumsuz güzellikleri bir kartpostal gibi alırsın fonuna, çıkar gelirsin. Derin mavi
gözlerinin içinden, bulutlardan çaldığın bin türlü dansın parendelerini
alnıma yapıştırmak için çıkar gelirsin. Biçimli dudaklarının sıcaklığını
yeryüzündeki milyarlarca insanın alnından izinsizce çekip alır ve yumuşacık ellerini yalnızca benim saçlarımda dolaştırmak için çıkar gelirsin. Sesinin gizemli tonunun içinden tüm metal parçacıklarını ayıklamak ve tenlerimizi aynı renge boyamak için ve beni bir tuhaf etmek ve bana ben olmak için çıkar gelirsin. Seni tam burada bekleyeceğim. Ne bir basamak aşağıda ne yukarıda.
Çıkıp gelmelisin; şiddet tanrısının içimdeki egemenliğine karşı tam yanımda saf tutup yürekli ve dürüst mücadelenin erdemini bana anlatmak için. Dansettiğimiz o ilk gece, yüksek topuklu ayakkabılarınla ayaklarımın üzerinde gezinmene karşı başımı uysal bir çocuk gibi önüme düşürüp yüzüne gülerek baktığım için mutlaka gelmelisin.
Tüm bu söylediklerimi duymamış gibi ama benim ne duymak istediğimi
bilerek, ona göre yorumlar yapmak için gelmelisin. Ve öldükten sonra, diğer tüm sevdiklerimiz, yakınlarımız gibi bir karasinek gibi geriye dönüp dönmeyeceğimizin yanıtını vermek için gelmelisin. Işık dolu bin çeşit pastel renk gibi gelmelisin. “alnıma bir karasinek kondu, elimle
kovalasam mı bilmiyorum”
Seni, işte tam burada bekliyorum, çıkıp gelmelisin. Gelmedin ….
Neredeyse sürüklenerek çıkarıldım karanlık merdivenlerden. Ensemde demir soğukluğu, yakamda, oralarım, buralarım da pençe izleri. Ve arkamda senin olmayan gölgen, duyamadığım sesinle.
“Hadi, daha çabuk! sallanmayın, hadi …”
Şimdiye kadar hiç bu kadar yakın olmadığım demir soğukluğu, tırmalayan pençeler ve bir saniye sonrasının bilinmezliği içinde çoğulcu yalnızlık ve korkular demekti –hadi, daha çabuk-. Ucuz atölyelerin bir kenara atılmış, işe yaramaz tuvallerinin üzerine bile kondurulamayacak kadar karanlık ve çaresiz uçurumlarda, yukarılara doğru sürükleniyorum. Ardına saklanacağım bir bulut bulabilsem bütün inançlarım karşılığında satın alacak ve pervaneleşerek kaçıp kurtulmaya çalışacağım. Bir gün değil yaşadığım saniyelerin hesabındayım. Ve soluklarını ve adımlarını yaşadığın zamana karşı kişinin kendisinin ayar dışı kalmasının zavallılığını ağır bir kozmos uçurtmasının kuyruğunda dalgalanarak hissediyorum.
Bir kapının önünde durduk. Sanki sonsuzluğa kadar sürüklenmiştim. Kainatın son noktasında bir kapı vardı tam önümde ve belki arkasında bir başka sonsuzluk başlıyordu. Paçamdan doğru gelen ses bir kibrit alevinde kapının üstünden kuyrukluyıldız gibi uçup gitti: “biz geldik Sayın Bayan, görevliyiz “. Sanıyorum bu isimle yeni sonsuzlukların okyanuslarında korsan dalgalarla beraber ulaşılacak pek çok hazinenin gömülü adalarında sürgünümü yaşayacağım ya da ilk gençlik yıllarımın yaşamadığım her şeye fazlası ile sahip delikanlılığımda, olgunluktan uzak, çizgileri derinleşmemiş bir entelektüel olamadan ve ideal tokmaklarımla tam-tam çalamadan kaçak kahvehane pejmürdelerinin aktüalitesinde kala-kalacağım. Ve sessiz bir nezaketle açılan kapıdan içeriye sırtıma indirilen hoyrat bir yumruk tekmelenerek itildim.
“Sayın bayan” tam önümde ayakta duruyordu. Çok ileri yaşının yaş kütüğü ortasında yeni açmış tomurcuk tazeliğindeki gözleri ile bana ve diğerlerine bakıyordu. Gözlerinin içinde; korkunun karanlıkları ve umudun aydınlıkları gri ve yüksek katmanlı bulutlara dönüşüyordu. Doğruldum yavaşça. Demir soğukluğu ve pençe tırmalamaları kalkmıştı üzerimden.
“Sayın bayan” tam önümdeydi ve bana bakıyordu bulutlu bir tomurcuk tazeliğindeki gözleriyle. Gözlerimi gözlerinden bir an kaçırdım ve tüm duvarları umursamaz bir cehennem topu gibi sessizce taradım bu belki
-sonsuzluğumun- ilk ve yeni attığım adımımın rahim ağzını.
Oldukça geniş, havları iyice dökülmüş çift kişilik ve yaşı antika çizgisini çoktan aşmış olduğunu tozu kalkmamış bir gururla haykıran koltuğa yan yana oturtulduk “Sayın Bayan” ile. Namlunun kadrajında sanki ikimiz birlikte yer alıyorduk. Oturduğumuz koltuğun tam arkasındaki duvarda, çok büyük boy gösterişli bir yağlıboya tabloda; sonradan renklendirilmenin yaratacağı yapaylıktan korkarak ressamının ellerine en uçuk tonlu pastel harmanının makyajını sunan belli ki “Sayın Bay”
şaşkın ve çaresiz bize bakıyordu. Belki de benim şaşkınlığım orada gene benim üzerime yansıyordu.
“Sayın Bayan” ile göz göze geldik yeniden. Neler oluyor bilmecesinin çözülmemiş ve neredeyse tamamı boş karelerine kimseden yanıt çıkmayacağını anlama kronometresi serüven duygusunu kaybetmiş ve kendi ritminde çalışıyordu. Çözülmemiş bulmacanın bu tarafındaki ben; beni biliyordum da hemen yanımdaki o, belki sadece sonsuzluk kapılarındaki ev sahipliğinde sadece kendini yaşayan ve anılar denizinin anaforlarındaki soluksuzluğu ile de mut çiçeklerini her gün yeni baştan değiştirmeye çalışan öylesine ve rasgele bir seçilmişlikti. Ve bu nedenle de gözlerindeki korku ağır bir saltanat sarhoşluğu ile tahtında bağdaş tazelerken belki umut dediğim aydınlıklar ay’ın görünmeyen tarafına doğru yelken açıyorlardı. Gözlerinin rengi değişiyordu “Sayın Bayan”ın.
Arkamızdaki ses, önümüze geçti, namlu hala olduğu yerde. “Sayın Bayan”ın hızlandırılmış soluğunu şimdi daha yakından duyuyordum.
Ses gürledi: - Ben Tanrıyım! …. Tüm yaşanmışlıkların, geçmiş zamanların Tanrısıyım ben! .....Beyinde, yürekte, nerede ne yaşanmışsa, ne şekilde yaşanmışsa ….Yolda yürüyüşlerin… Yan bakışların …. Ölüm sonralarının ….Az öncelerin ….Ben Tanrıyım, yaşanmış zamanlarla oynuyorum ….
Gözlerimiz soruyordu, biz bir şey diyemiyorduk. O gözlerimizi okuyordu. Gene gürledi: - Sizden tek istediğim Ulu Tanrının, benim bugüne kadar kabul etmediği “geçmiş zamanlar tanrısı” olduğumu kabul etmesine tanıklık etmeniz, bana yardımcı olmanız. O buraya gelecek ve oyunumuzu izleyecek ve benim tanrılığımı kabul edecek. Siz de bu oyunu oynamakla ve benim tanrılığımın tesciline tanıklık etmekle bana yardımcı olacaksınız….Sonra herkes yaşamına kaldığı yerden devam edecek … İsterseniz elbette ……Ve bu oyun ve tanıklık etmek içinde zaten hiçbir seçme hakkınız da yok … Yani istemeseniz de …..
Geçmiş zamanlar tanrısı; anlatmaya başladı oyundaki rollerimizi ya da yaşadıklarımızı.
Sen “Sayın Bayan” tam yetmiş iki yaşındasın. Kocan “Sayın Bay” öleli tam on sekiz sene oluyor ……O kocaman, yıkılmaz denilen koca fabrikasının kapısına kilit vurmaya çalışırken durdurdu kalbini …... Cenazesi nedense çok küçük bir ibadethaneden kaldırıldı. Kimselerin katılmadığı küçük bir törenle sadece. Günlerden bugün gibi bir gündü ve yağmur çiseliyordu. Sen “Sayın Bay” toprağa verildikten sonra doğruca bu eve, evine geldin. İnzivayı bile aşarak kapattın kendini içeriye. Kapını biz görevliyiz diye gelen memurlardan başka kimselere açmadın.
Onlarda sadece sayaçlarda gördüklerini yazıp gittiler ve iki kelime bile konuşmadın. Ne yedin, ne içtin ……Bilmiyorum, araştırmadım, merak bile etmedim …. Kocanla ve onunla yaşadıklarınla yaşamaya devam ettin …… Onu ilk tanıdığın günden sonra onun dışında hiçbir şey düşünmemek gibi yaşadın o öldükten sonrada …..
Sen “Delikanlı”, sen “Sayın Bay”ın öldüğü gün doğdun. Seni çok seven ve çok şey bekleyen bir ailen var, onların tek çocuğusun. her şeylerini sana veriyorlar sende onlara çok şey veriyorsun. Gelecek hayallerinde bir gün doktor oluyorsun, bir gün jet pilotu. Ya da uzak ülkeler rüyası …… Ne olursun, nasıl olacaksın bilemem. …
Tanrının ne zaman geleceği belli değil diyordu “geçmiş zamanlar tanrısı” o gelecekti muhakkak ve geldiği zamanda onun varlığının tescili için gerekli senaryo oynanmalı ve sonuç onun istediği gibi olmalıydı.
- Sevişeceksiniz! dedi ve sırtını “Sayın Bay”ın resminin olduğu duvara dayadı. Namlu hala üzerimize çevriliydi.
“sayın Bayan”ın çöl kumu renkli ellerinin üzerinde, bereketli vahalarda akan nehirler gibi masmavi damarlarında akan kan debisini yükseltmiş ve beynine hız ve şiddet olup akmaya başlamıştı. Benimde dizlerimden daha yukarılara gönderilen mesajlarla emir yerine ulaşmıştı gecikme hakkını kullanmadan. Birimiz diğerinin başını, yüzünü avuçlarımızın içine alıp göğsümüze bastırmıştık ama hangimiz. “Sayın Bayan”la beraber bir garip ama heyecan verici yolculuğa sürüklenmeye başlamıştık iki kişilik antika koltuğun üzerinde. Kulaklarımda sesini duyduğum “Sayın Bayan” – bana güzel bir şey söyle hadi – diyordu ve ben ona çok güzel şeyler söylemeye hazırlanıyordum.
………….
Aradan ne kadar zaman geçti ya da hangi yağmurlarda ıslandı kanatlarım, hiç bilmiyorum. Oda aynı oda ama sanki yapayalnızım.
Etrafa göz gezdirmeye çalışıyorum, neler göreceğimi bilmeden, belki korkarak. Sadece üzerime çevrili namlunun soğukluğu ve kadrajında benden başka kimsenin olmadığı bir sessiz yalnızlıktı şu an ortalarda gezinen. Başımı arkaya çevirdim. “Sayın Bay”ın gösterişli portresinin asılı olduğu duvara.
O resim gitmiş yerine bir başka resim asılmıştı. Gene pastel renklerin harmanı ve yapaylıktan korkan aşırı makyajlı ama bir başka resim vardı duvarda asılı.
Ben ve “Sayın Bay” ayakta duruyorduk yeni resimde. Birbirimizin koluna girmiş ya da kollarımız birbirine dayanmış kadar yakındık. Mutluyduk sanki, yüzümüzde saklanmasına gerek kalmamış rahat bir tebessüm.ve tam önümüzdeki iki kişilik, havları dökülmüş antika koltukta “Sayın Bayan” oturuyordu ve kucağında belli ki yeni doğmuş çocuğu ile o da bizim gibi çok mutlu görünüyordu.
Gözlerimi duvardaki resme bağlayan şaşkınlık halatlarım gevşemeden saklı bir sesin kimliği belirsiz fısıltısı yankılandı odanın içinde.
-Tamam geliyor……
Ve benim içeri atıldığım kapının altından ışık dolu, içinde saklı bütün renklerin aydınlığı süzülmeye başladı.
Ve kapı çaldı ….
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:06 AM
Titreyen bir ışıktır o an
ne önemi var ki o an,
hayal hangi perdenin ardında saklı
gerçek şu resimde, tam ortada duran mı.
… şimdi saat kaç diye sorabilmek kendine
ve kadehini kaldırabilmek bakarak gözlerine.
ne önemi var ki o an,
bir sihir fanusunun için de mi kalsak
yoksa gizli bahçelerin çiçeklerini mi koklasak.
… yenisini yakıp sigaranın, küllükteki sönmeden
kanatlarını çırpabilmek nereye gideceğini bilmeden.
ne önemi var ki o an,
hesabına dalmak anlatılmamış dünlerin
doğru cevabını bulmak çözülmemiş bilmecelerin.
… bir farklı heyecanın örtüsünü çekerek üzerine
en güzel öyküleri yazabilmek *******ine.
ne önemi var ki o an,
kainatın görünmez olmuş bütün çizgileri
ama hiçbir rüzgara yenilmemiş yel değirmenleri.
… seni tanıyorum diyerek masadaki çiçeğe
o an içinden binbir rengi taşıyabilmek geleceğe.
……….
diyelim ki geleceğin takvimleri ikibinyüz’ü gösteriyor canımın içi
bir çağ bitmiş yerine bir yenisi başlıyor, doğum sancısı gibi
müthiş bir frekansa yakalanıyorsun radyonun göz lambasında
ve yeni bir melodi, dolaşmaya başlıyor birden damarlarında.
sanki bildiğin bütün denizlerden saklı bir uzak sahilden
çıkıp geliyor çırılçıplak ve sırılsıklam bir dalganın sesinden
işte o an yaşananlar, hiçbir takvimde yazılanlar değildir
bildiğim tek şey; gözlerin, gözlerimin en güzel rengidir …
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:06 AM
Toros
Akdenizim
sıcak mı sıcak, mavi yapışıyor gözlerime
birazdan sırtım kötü yanacak
dayandıkça kayalarına.
çok yaralar aldım,
uzatıp bulamadığım zaman elimi, İskenderiye fenerini
haydi bir parçasına sevdadan diyelim
ya hangi kurşundan diğeri.
portakalım benim,
betona yazılmış soluksuz akşam şarkılarım.
bir ter gibi sarar yorgun bedenimi
her bakışsız kalışım.
vapursuz denizim
dünya gene nemli işte ve alabildiğine yuvarlak
martılar öksüz köpüklerde kalmış
susam atan ellerden uzak.
Akdenizim
çırılçıplak göğüsleri, eteğinde yeşil kuşak
bir ana gibi saklıyor gölgesine seni
hain gözlerden dağların.
eşkiyaların
belki bir kuytuda, fosilleşmiş kansız cesetler
toros mu senin yoksa gerçek adın
ne güzel bakıyorsun
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:06 AM
Tramvay- ihtiyari durak
burası Bağlarbaşı şimdi
tam karşımda bir mezarlık var, içinde Tatyos efendi yatar
'Gamzedeyim devâ bulmam/Garibim bir yuva kurmam
/Kaderimdir hep çektiğim/Ağlarım hiç rehâ bulmam'
onun kemanından yükselen sestir bu nasıl tanımam
dalgalanarak bir tatlı yel olur uçar, eser
Kadıköy’den bile uşşak bir vakarla dinlenir.
son tramvay’ın Bostancı’dan hareket saatidir.
burası Kalamış şimdi
tam karşımda bir koca çınar, altında Selahattin Pınar
“Bir bahar akşamı rastladım size/Sevinçli bir telaş içindeydiniz
/Derinden bakınca gözlerinize/Neden başınızı öne eğdiniz”
masa arkadaşı sorar, siz beyefendi rakıyı nasıl içerdiniz
tamburun ilan-ı aşk teli yanıtlar, hicaz makamında.
bir ağacın gövdesine vurulan ilk baltanın sesidir
karasevda masalları ilk satırları doldurmaya başlamış
tramvayın Göztepe’den geçme saatidir.
burası Erenköy şimdi
arkada susmuş şarkılar, ahşap bir konakta yaşayan ölü anılar.
ne ilk vapurun yolcuları kalmıştır,ne Suadiye plajının kadınları
ilk vapurdaki yolcuyu bekleyen lülelenmiş sarı saçlı, şapkalı.
o eski insanlar belki son tramvaydaki son yolculardı
susan her keman gibi şarkıların artık bir yerlere gönderilmediği
kopan teli gibi tamburun, masada içilmemiş her kadehin devrildiği
o eski insanlar belki son tramvayın son yolcularıydı.
yüksek ağaçların gölgeleri,yolları dönmemecesine terk ediyordu.
ben ağlamaya hazırlanıyordum, Yahya Kemal’in sesi çıkmıyordu
yatılı gezmeler de yavaştan sona eriyordu artık bu şehirde.
büyükhanımlar ölüyor, besleme kızlar
gecekondu camlarında cam güzeli oluyorlardı.
burası Caddebostan şimdi, burası Suadiye,
burası Kızıltoprak, Feneryolu, Burası Selamiçeşme
burası tramvay ihtiyari durak …
- vatman amca, sen beni görmezlikten gel
saklarım kendimi ben arka sahanlıkta bir anı olarak.
artık beni görecek hiç kimsenin yaşamadığı bu şehirde
sen beni görmezlikten gel.
İstanbul; bu ben değildim desin, kendini tanımasın
bizde hiçbir şey söylemeyelim, kalbi kırılmasın …….
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:06 AM
Tutunamayan bir yanımız var
tutunamayan bir yan var yaşama karşı içimizde.
senin, benim hepimizin çok iyi bildiği.
ama cinayet bakışlı gözlerin hepimizden iyi gördüğü.
ve kararını tereddüt etmeden verdiği
saate bakmadan .
ve kollarımızın çırılçıplak kaldığı,
damarsız ve adalesiz.
tutunamayan bir yanımız var yaşama karşı .
boşluğa çekilen perdelerde
melek desenlerimizin dans ettiği,
masum ve şehvetten uzak.
ne de soluyabildiğimiz dışarıdaki havayı,
asmasına örtünmüş üzüm demeti gibi.
bir sepetin içinde gizli.
tutunamayan bir yan işte.
hiçbir şeye el atmadan, içimizin yanıp küle döndüğü.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:06 AM
Tünel öyküleri
soluklarım hızlandıkça hızlanıyor.
birazdan en uzun tüneline gireceğim
aşılması zor dağlarımın.
penceremden başımı uzatacağım.
geceye böyle yorgun bir endişe gibi
simsiyah suratımla saklanacağım.
üst ranzada sen adımı sayıklayacaksın.
kesinlikle bir cinayet koymalı
bu öykünün içine.
soluklarım hızlandıkça hızlanıyor
şimdi hesabı ödenecek yaşananların
itirazlar, ihanetin iskontosu.
ama öyle bedeli var ki unutmadıklarımın
işte tam işe yarar hafifletici bir neden.
ve seni öldürüyorum istemeden.
kesinlikle bir cinayet koymamalı
bu öykünün içine.
öykü yazalım derken göz çıkarmamalı.
soluklarım hızlandıkça hızlanıyor.
oturup yanına tutuyorum ellerinden
olmaz , yapamam diyordun.
bak nasıl oldu işte, kurtulduk seninle.
şimdi artık istersen gökyüzüne
yada en açık denizlere gelirsin benimle.
kesinlikle bir cinayet ya da kaçış olmamalı
bu öykünün içinde.
neyse nedeni bu yolculuğun o olmalı.
soluklarım hızlandıkça hızlanıyor.
kompartımanımın kapısı çalınıyor……
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:06 AM
Türkü gibi- dörtlük
ben karanlığı sevmem, rüyalardan korkarım.
bahar geldi demeden, kış gününü yaşarım.
yüreğimde hasretin, bin bir gözde yaş olur.
bu yıldızsız *******i, yaşanmamış sayarım.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:07 AM
Türkü gibi zamanlar
daha güzel yorumlanabilecek
şiirleri, türküleri
kulağımıza
ilk fısıldayanın anısına
aynı ozan, aynı yorumcu gibi
hep aynı sesten dinliyoruz.
dinledikçe,
sanki o zaman.
bütün sazlar da,
bütün türküler gibi
her ozan biz oluyoruz.
sen söylüyorsun
sevdiğim bütün türküleri
her zaman
dinleyen ben.
sazları çaldığın,
türküleri söylediğin sofrada
seninle başlayıp
seninle bitiyor zaman.
sevdaya en çok biz,
ikimiz benziyoruz.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:07 AM
Uğurlamalar
ince çizilmiş yay gibi iplere astığımız
tüm uğurlamaların penceresinde
uğurladıklarımız;
bir ressamın paletinde
renk dolu bavullar taşır ellerinde.
tenlerine bulaşmıştır yedi rengini güneşin.
son istasyonunda dönüş yazılıdır,
gittikleri her yerin.
yolcunun sahibi şair ise eğer
renklerin yerine bu sefer bavullara
rengini hiç bulamamış ak kağıtlar girer.
uğurlanan hüzündür,
görünmez bir rüzgar olur uçar gider.
ama aynı istasyondur
dönüp dolaşıp geleceği yer.
ince çizdiğimiz yay gibi iplere astığımız
tüm uğurlamaların penceresinde
uğurladıklarımız;
tanrının elinden almışsa bileti eğer
ressamın tuvalinden renkler
şairin kağıdından kelimeler düşer.
uğurlayan eller üşümeye başlamıştır.
tren gitmiş, peron boşalmış,
aydınlıklar kararmaya başlamıştır.
ressam toplar boyalarını, tuvalini.
şair katlar, cebine koyar kağıdını kalemini.
yeni uğurlamalarda buluşmak üzere
selamlaşıp düşerler ayrı yollara.
tanrı; sessizce izler.
ressamı, şairi ve uğurlanma sırasının
kendisine geldiğini bilmeyenleri.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:07 AM
Ulaşılmaz noktalarsın sen
her karanlık gecemidir.
kedilerin gözbebekleri mi büyür içinde *******in
senin bana bakışların, o göz bebeklerin
*******in içinde mi saklıdır.
yakut yeşillerinden uzak kalışlarım böyle
senin saklandığın yerde midir.
benim çaldığım kemanın sesi sana gelmez mi
karla kaplı, kuğu boyunlu ağaçlar
ses geçirmez mi.
biliyorum onun için sen, ağladığımı sanıp
beyazlar akarken
dökersin buz tutmuş gözyaşlarını
benim gibi ağlarken.
her yoksulluk ölüm müdür.
tutmasam ellerini iliklerim çekilir mi içlerimden.
ya o rüzgar, esmesini öğrenemeden
hangi intihar ağacında
asacaktır kendini.
saçların bir kere bile öpmeden saçlarımı
nasıl aldı hiç rüzgar değmeden
benim yüzümün rengini.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:07 AM
Umursamaz
biner giderim her sabah yitik düşlerime
aldırmam çatlamış dudaklarına,
öpülmemekten.
geç saatlerde dönerim ya da hiç dönmem
bütün günüm zinada geçmiştir.
üzülmeni istemem.
ya çok kalabalık belki kimsesizimdir.
nerede bir su borusu görsem
yukarıdan, aşağıdan
yorgunluktan,
dayarım sırtımı bir gönül yarası gibi
akmayacak sesini beklerim,
su sesini.
paslı kilitler altında saklıdır katillerim.
isyanlarına aldırmam
dinlemem bile.
birbirine benzemez sahilleri arar gözlerim
bir başka yerlerde.
bilirim eskimiş pencerelerde sen şimdi,
perde arkası gölgesisin.
küçük masa üstünde, bir deste karanfil
beni beklemektesin.
gelememekten.
kurumuştur ellerin.
hiçbir şey görmez, beni bile
yollara dökülmüş o güzel gözlerin.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:07 AM
Umut ol
bir ağacın içine saklanmış,
en koyu renk ol
umut ol.
kolayca harcanmayacak
boşluğa konulmayacak
umut ol.
hep yarın gibi taze
ve ağırbaşlı
uzun çok uzun bir yol,
umut ol.
sahipsiz bırakılmayacak kadar
güzel ve zengin
paylaşılmayacak kadar
her pencerede açan
rengi solmayan
umut ol.
insanlığımızı tüketmemek için
ve yoksa eğer yapacak başka işin
umut ol.
sen bilsen de, bilmesen de
bana umut ol
yinede.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:07 AM
Umuttan umut kesilmez
o albümleri çıkarıyorum saklı dolaplardan.
bir akşam üzeri de sen, ya da başka bir zaman.
yüreğimin içinde gözyaşları ile beslenen
çiçeklerle yazıyorum şimdi
resminde elinde tuttuğuna hiç benzemeyen.
ben hep güneşi daha doğmadan,
yakalayıp da çekmezmiydim günümüzün üstüne.
ne oldu da şimdi kendini hiç tanıtmadan
binbir renk karanlıklar geliyor üzerime
bir daha ne zaman gidecek belli olmayan.
ama umuttur sevgilim bir başka pencerenin perdesi.
bakarsın bir su sesi olur aydınlık,
belki bir çınarın dibinde yorgun bir gölge
gelecek günler için vurur yüzüme.
yani adı gerçekten sevda ise yaşamın;
öyle günlerde yaşanacak, yaşamak istenenlerde.....
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:07 AM
Unutmadan yazalım
yakalandık diyelim ağır bir boğaz yorgunluğuna.
hafiften bir yağmur çitilerken saçlarımızı.
karanlığın her köşesinde bilmediğimiz bir ışık
süzülür gelir tozlu fanuslardan yaramaz bir çocuk gibi.
yokuşlar eski fotoğraflardan fırlamış çıkmış sanki.
karşı sahillerde göz kırpan binlerce geçmiş zaman.
yol alıyoruz bozgunsuz ve sorgulamasız bir geceye,
yolumuz kendi yolumuz.
göçmen bir serüvenci duygusu ile gözümüz kayıyor birden
aristokrat bir agoranın duvaklanmış tül perdesine.
ikilem kördüğüme dönmeden yürek çabukluğunda çözüp.
giriyoruz içeri, en yedeğe alınmış efendi kimliğimizle.
işte dünyanın bir yarısı bizim şimdi.
yıllar boyu limanımız olacak bu muhteşem tarihte;
otuz üçlük bir düet sesimiz ve soluğumuza dönüyor.
kişilikli gözler ve kulaklardan uzakta;
neler yedik, neler içtik, ne yaşadık hiç kimseler bilmiyor.
yazalım bu geceyi de bir kenara,
hiç bir zaman unutmayalım.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:07 AM
Unutulmuyor, unutulmuyor
birde acılı tarafı olmasa her gülümseyişimizin.
aklımıza geldiği zaman gibi,
o çocukluk günlerimizin.
yüreğimiz bari acımasa,
sevgiye en doyduğumuz anlarda.
ilk aşk gibi vurulup
düştüğümüz kaldırımlarda.
olmuyor işte, hala saklı
albümün ilk sayfasında,
kısa pantolonlu fotoğrafım
evimizin bahçesinde.
nasıl unutur, nasıl silerim,
arkamdan düşmanca saldıranları
beynime yerleşen özgürlük aşkını
yırtmaya çalışanları.
ama sevdiğim, işte görüyorsun
hala bir türkü gibiyiz.
bakarken gözlerimizin içine
memleketin hala en uzak iliyiz.
Fırat‘ta güneş kavruğu umut,
Munzur ‘da binbir renkli
dağ çiçeğiyiz.
biz bu memleket sevdasına
susmayacak türkü gibiyiz.
birde acılı tarafı olmasa her gülümseyişimizin.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:07 AM
Uyarıyorum
zaman gelir, şairler bütün şiirlerini süpürürler
döküldükleri yerden…
zaman gelir ressamlar ellerindeki son boyayı döker
tuvalleri üzerinden…
yazar hiç yakmaz mı yazdığı romanı bir kıvılcımla
sıraladığı vitrinlerde…
heykeltıraş ne çok heykelini parçalamıştır inan…
dikildiği yerde…
ya düğmesine basılmayıp karanlığa kaç fotoğraf
saklanmıştır şimdiye kadar.
sen; şimdi bir daha hiç selam göndermez misin bana
gittiğin yerden.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:07 AM
Uykumu bölen kim?
kim bu gecenin en olmayacak saatinde,
ince bir çizgi gibi uykumu ortasından bölen.
eski tarihlerden bir mektup desem gelen,
faillerini çoktan kaldırdım tozlanmış raflara,
efkarımın küllerine koşmaz artık pervaneler.
ebem kuşağının altından geçiyorum sanki.
demir bir cenderede yüreğim, şekil değiştiriyor.
anlaşılmaz bir sabaha doludizgin koşuyorum,
esaretime adresimi ellerimle veriyorum.
gelen hiç kimse değil, sadece senin gölgen.
anlayacağım dilde çıkıyorsun merdivenlerden.
bir parça gücüm olsa yakalayacak gündüzü,
inanılmaz bir delilik gibi tersine çevirip her şeyi
sil baştan bir yolculuğun güvertesinde dururum.
eminim sen gardiyan olursun orada bende mahkum.
saklanacak ne varsa kalkar sessizce sandıklara.
erguvan renkli baharlar yaşarız kimsesiz kıyılarda.
itiraf kalmamış, ifade kayıt altı, kalem kırılmış,
kırk gün kırk gecelik halaydayız düğün alayında,
iki kişilik uykumuz bölünmez artık bundan sonra.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:08 AM
Uyu sen, ben giderken
senin bu saatte uykuda olman gerekmiyor mu
oysa görüyorum ki
ismimi yazmışsın gene pencerenin buharına
parmak izinden tanıdım
gecenin bu ayazında.
haydi yat, sen gidişimi görme benim
birazdan yedi gün yağmur yağmaya başlayacak
biliyorum
arkasından kar gelecek
kardelenlerin boynu bükülecek, ona üzülüyorum.
senin uykuda olman gerekmiyor mu bu saatte
bırak, gidişimi izleme benim
ben ne zaman ölsem hep yalnız ölürüm.
“usturanın keskin yüzünde,
uğursuz bir yolculuk, uğurlama kervanı
yolcunun gözlerindeki ışık
benim gözlerimden de kör, daha karışık.
tanımıyor kendisine ne bir el sallayanı
ne dört yanını adım adım adımlayanları
kar yağınca yerdeki bütün izler
silinecek birden nasılsa
sonra;
ölü bir şiirin ilk dizeleri olmak var sırada.”
senin bu saatte uykuda olman gerekmiyor mu.
içindeki ateş sönmemiş bile olsa
tütse de dumanın hala bacada
camının buharı buz tutacak birazdan
bensiz üşüyeceksin yer yatağında.
bahara çok gün var gülüm , kış bitmedi ki daha,
perdelerini çek sonra doğru yatağa
aklım kalmasın sende,
sende sorma bana neden diye
hem öleyim hem de uygun bir bahane bulayım
bu anlamsız ve karşılıksız gidişe.
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:08 AM
Uyuşamıyoruz senin İstanbul yanınla
çok hoşgörüsüz ve alacakaranlıksın.
bir yer bulamadan topladığım çiçeklere
baharı gönderiyorsun başka mevsimlere.
İstanbul gibisin, yağmurlu ve karabasansın.
kaldırımsız sokaklarında numarasız bir kapı
içeri beraber girer hep, korkular ve kuşku.
ve anlatılmaz işkence olur kollarındaki uyku
İstanbul gibisin, saklıdır hep sende ayışığı.
belki bugün ağır bir kavga sonrasındayız.
toplamışım yatağı, yorganı çekip gideceğim.
ama sen hep böylesin be güzelim, sevdiceğim.
İstanbul gibisin, kan uyuşmazlığındayız.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:08 AM
Uzak gezegenler
hepiniz;
çok uzak gezegenlersiniz.
hiçbirinizin bilmem adını.
aklıma bile getirmem
ne yer,ne içersiniz.
hepiniz;
çok uzak gezegenlersiniz.
belki iziniz saklıdır sadece
hala,yürekte bir yerlerde.
sararmış fotoğraflarınızın;
içimdeki anarşist çocuk da olmasa
bakmaz bile kimseler yüzüne.
hepiniz;
çok uzak gezegenlersiniz.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:08 AM
Uzak ve sessiz sevdalara
artık; yüksek sesle söylemeyeceğim
benden duymak istediklerini,
seni çok sevdiğimi...
önce okşar gibi uzaktan tarayacağım
saksımdaki çiçekler gibi renklerini.
çayım demlenirken ocakta.,
penceremden güneşin,
her sabah yeniden kucaklamasını
saksımdaki çiçeklerin bahar kokan tenini.
sen bir düş gibi dans ederken,
buz perilerinin içinde
ve gözlerimin önünde,
teninin kokusunu içime çekeceğim.
artık; senin için şiirlerde de yazmayacağım
yaşanmamış masallardaki gibi,
seni çok sevdiğimi...
önce hırçın okyanus dalgalarının
derinliğinde kaybolacağım.
sessiz ve soğuk olup bekleyeceğim
ayışığından doğacak yakamozları.
sen bir imbat akşamı gibi dans ederken,
ulaşılamaz sahillerde
ve gözlerimin önünde,
yakamozları saçlarına takacağım.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:08 AM
Uzaklaşmalar
öyle uzaklaşmalar olur ki bazen
dilim dönmez, şimdi anlatamam.
buhar olur, uçar gider
aramızdaki aşk denizi.
önce gözler izlemekten yorulur,
sormazlar bile nereye gittiğimizi.
sonra kulaklara takılır
başka renkten, başka sesten küpeler
ve dinlenilmez olur,
adımıza yapılan onca besteler.
öyle uzaklaşmalar olur ki bazen
dilim dönmez anlatamam.
en arka çizgideki hayallere saklanır
çok yakın bildiğimiz heyecanlar.
eller üşür, nefesler donar
ısıtmaz artık yüreğimiz, içimizi.
içimizdeki, her yürüyüşte
önce sol adımını atan gençliğimizi.
öyle uzaklaşmalar olur,
bulutlardan değil
derinlerdeki kovuklardan yol bulur.
dilim dönmez, şimdi anlatamam
çizgileri oluşmamış avuç içi kadar
çocuk olur, kimsesiz
döner ana rahmine, kanlar içinde
yok olur, masum ve sessiz.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:08 AM
Uzun yollar boyunca
işte arkasında denizi saklayan dağlar bu dağlar.
yürü; ama bil ki yürümekle bitmeyecek kadar uzaktalar.
yol boyunca bir yudum su bulamazsan da aldırma.
onun için hiç alnından silinmesin, annenin dudak izleri.
ve üstünü kapatmadan sıkıca sakla yüreğindeki sevgiliyi.
bu dağlar yürümekle bitmeyecek kadar uzaktalar.
bunu en güzel bu yolları daha önce yürüyenler anlar.
yılan derisi ambalajında sunulacak elmayı dişlemeden,
sen şimdi hemen başla yürümeye, sabahı beklemeden.
yol boyunca sana yalnızca “sevgi” yoldaşlık yapacaktır.
ve ancak sevgiyle bu alacakaranlık dağlar aşılacaktır.
sonra denize ulaşacaksın, deniz özgürlük demektir.
yosun kokusunda balıkları ve yakamozları göreceksin.
onlara yol boyunca topladığın kır çiçeklerini vereceksin.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:09 AM
Üç fidan, üç köylü
“kurtulduk, kurtulduk, kurtulduk”
Sivas’ta, Gemerek’te; üç köylü ülkeyi kurtarıyordu
üç fidan ‘ı darağacına üç muhbir köylü gönderiyordu.
oysa kutupların çok sıcak tarafındaydık
ve mücadele o üç köylü için
üç fidan tarafından veriliyordu.
Zap suyunda çocuklar azgın suları
üç fidanın yürekleriyle yaptıkları köprüden aşıyordu .
ve batı da son refah damlacıkları düşüyordu, ağızlara
bundan böyle sermayenin alacağı yol,
senin yolsuz halkının emeğinden geçiyordu
sırada sofrandaki aş vardı yani
ve benim yaramdaki tuz.
dağlara, taşlara tek yol devrim diye bunun için yazılıyordu.
“kurtulduk, kurtulduk, kurtulduk”
üç fidan cezaevi avlusunda 6 mayıs’ın tan vaktinde
güneşe doğru ağır bir yolculuğa çıkıyordu.
bir kere delinmekle bir şey olmayacak anayasayı
halk diline çevirmeye kalkmaktan suçlu bulunmuşlardı.
siyah gözlüklü cunta emir kalemini kırmıştı.
kurtulmuştuk.
Sivas’ta, Gemerek’te; üç köylünün
sınıfsız bir sesle attığı çığlık sayesinde
“kurtulduk, kurtulduk, kurtulduk”
bakalım gene gökyüzüne biz, belki görebiliriz
üç fidandan kanatlanmış üç beyaz güvercin
kanatları güneş rengi
hala takılı boyunlarındaki yağlı ilmeği
bizden sonrakiler olarak gene biz, belki çözebiliriz.
kurtuluşun ne olduğunu öğrenebiliriz .
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:09 AM
Üç yanım deniz
üç yanı deniz bir evde açtım ben dünyaya gözlerimi.
bir tarafımdan basıyordu sadece ayaklarım toprağa
yüksek dağlar sıralanırdı arkasında, ağaç bitmez.
bir yanım ise saklanır durur hep yosun kokusuna.
gözlerin gibi dolar her gece gözlerimin içine
çakmazsa eğer bir fenerin ışığı ay karanlığına.
öte yanda tuz beyazı deniz mavisi bir gemi.
hep batıya gider tüten dumanı ile beraber
üzerinde uzak olan bulutların yüzdüğü.
ve diğer yanda; sevda taşıyan kanatlarıyla
martılarım köpüklere saklanmış susam toplar.
benim ellerim ıslanır.
denizlerimin kıyısında hep böyle yalnız gezerim.
nedense yanımda bulunmaz hiç kimse
hep dağların arkasındaki denizleri gözler
dost bildiklerim.
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:09 AM
Üşümemiştik
Bilmiyorum şimdi kaç saat sürdü,
büyükada’nın büyük turu.
Mevsim kıştı, ben hiç üşümüyordum.
Terkedilmiş mezarlıklar arasından yürüyorduk.
Yetimhanelerin ve yaz konaklarının.
Mevsim kıştı, sen hiç üşümüyordun.
Bakımsız atların çektiği faytonlar geliyordu
Yokuştan aşağı, yokuştan yukarı.
Biz kenara çekiliyorduk,
Yanımızdan geçip gidiyorlardı.
Arkalarından bakmıyor,
Ağaç dallarında kuşları seyrediyorduk.
Mevsim kıştı, kuşlar hiç üşümüyordu.
Gülüyordun, kardelenler gibi,
Zamana karşıydık, firardaydık ve aşıktık.
gülüyordum, önce derin bir soluk alıp.
Bulutları ciğerime dolduyordum,
Gökyüzünü soluyordum.
Denizler dalga dalga senin olmuştu.
Ve gözlerin en güzel sen gibi bakıyordu.
Gülüyorduk, üşümüyorduk.
Keyfimizden bin yıldız çıkaracak,
Geceyi beklemeyecektik.
Sen yıldızlardan kolye takacaktın boynuna.
Güzelliğin gece serenatlarını çatlatacaktı.
Denizlerde bulutlar gibi üşümüyordu.
Denizlerde bulutlara şarkılar söylüyor
Sevdasını fısıldıyordu eğilip kulağına.
sevmesini bilmeyenlerin
yaşayacağı mevsim var mıdır?
yürüyeceği yol nereden geçer.
sabah güneşi nasıl karşılar,
ay ışığında nasıl sarhoş olur
ve yakamozların kulağına
neler fısıldar.
sevmesini bilmeyenler
hangi türküyü çalarlar ıslıkla.
nelere güler, nelere ağlarlar.
yani hiç dolar mı gözleri
neşeden ve hüzünden.
parmaklarına iğne battığı zaman
acıyı duyarlar mı yüreklerinde.
sevmesini bilmeyenler için
uzak daha da uzak ve
yakın en uzaktan da mı uzaktır.
ve bir gül kokusu uçar geçer mi
burunlarının diplerinden.
var mıdır bir şeyleri sevdiğini sanıp ta
sevmesini aslında hiç bilemediğini bilmeyenler.
vardır.
peki aranızda başka sorusu olan var mıdır?
yoktur......
vapur iskeleye yanaşmıştı.
İstanbul kokusunun ayrılık vakti
yanını taşıyordu yanında.
bir bardak demli çay, ısıtmıyordu.
yüreğim üşüyordu, ellerim donuyordu.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:09 AM
Üzerimde kalmışlar
“duvara ellerim yapıştırılmadan,
üstüm başım araştırılmadan,
kimliğim sorgulanmadan,
yüreğim yırtılmadan”
son geceydi …
kapının eşiğinde sarıldım sana
öptüm dudaklarından.
bu bir veda saatiydi
gitme diye seslendin ardımdan
yürüdüm, devam ettim,
hiç duraksamadan.
öylece bakıp kaldın biliyorum.
ben köşeden dönünceye kadar
beni izledin…
bunu hissediyordum.
şimdi artık geri dönülmez yerdeyim.
ama yeni fark ettim,
ne yapacağımı da bilmez haldeyim.
dudak izlerin dudaklarımda,
gitme diyen sesin
kulaklarımda kalmış.
hele gözlerin
beni gördüğün son köşede
öylece duruyor paltomun üzerinde.
inan ne yapacağımı bilmez haldeyim.
postaya versem hiç olmaz
birisiyle göndersem yakışık almaz.
sen şimdi nasılda ararsın
nerede bunlar diye,
olmadık kişilere sorarsın,
olmayacak yerlere bakarsın.
iyisi mi ben getireyim gene sana.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:11 AM
Üzme kendini boş yere
gideceğin hiçbir yolda arama istersen
uzun ağaçların yangın tüten gölgelerini.
küller çoktan örtmüştür bile üzerlerini.
ve çoraklığına üzülüp boş yere ağlama
belki daldığın sularda bulursun ancak
gözyaşlarında boğulmuş göz bebeklerini.
yasalar ile yarasalar birbirine karışmış
bekleme hiç, ağaçtan düşmesini bir elmanın.
yerçekimi yok artık yeryüzü elden kaçmış.
varsa yapacak başka bir işin, sen onlara bak.
yanlışlıklar sor mesela yarım bulmacalarda
kokla sonra havadaki olmayan kokuları,
ve bıraktığın yerden devam et uyumaya.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:11 AM
Vatana hizmet aşkı - eleştiri notları
Her halde yeryüzünde hiç bir toplum, vatanına (kendi anladığı dilde de olsa) bizde olduğu kadar hizmet etmek için çırpınmaz (!) .
Şimdi öne alınan seçimler; milletvekili adaylık başvurusu hakkını elden kaçırmamak için yüksek bürokraside sıkışan takvimle beraber bir istifa depremi yaşatmaya başlayacak. Medyada bununla ilgili haberler sıralanmaya başlar önümüzdeki bir kaç gün içinde. Şimdi istifa depremi içinde kalmış, heyecandan yüzünde pembe güller tomurcuklanmaya başlamış bir eski bürokratı sağa-sola koştururken çevirip sorsak:
- İstifa ettiniz, niye?
- Milletvekili olacağım da Allah nasip ederse...
- Niçin milletvekili olmak istiyorsunuz?
- Vatanıma hizmet etmek için, Allah nasip ederse...
- Bürokraside vatanınıza hizmet etme şansınız yok muydu?
- Vardı da, şimdi daha çok hizmet edeceğim, Allah nasip ederse...
Ama nedense Allah sadece koltuğa oturmayı nasip ediyor, hizmet kısmında pek öyle nasip dağıtmıyor. Belki bundan sonrasını kişinin tamamen kendi hür iradesine bırakıyor. Kişi de genel olarak vatanın yüksek menfaatleri ile kendi yüksek menfaatlerini birbirine karıştırıyor. Tercihlerin sonucunda da yolsuzluk dosyaları kabarıp yükselirken olumlu göstergelerin ibreleri yokuş aşağı düzlüklere doğru hız kesmeden koşmaya devam ediyor. Her dönemde bu böyle, bu dönem içinde olacağı gibi.
Elbette vatana hizmet aşkı ile çırpınanlar sadece yüksek bürokrasi katında oturanlar değil. Bol nikotin tütsülü izbe kahve köşelerinde de benzer hizmet yarışını götürenler de var bol miktarda... Şimdi birilerine kulak verelim:
- Hişşşttt, gel bakalım buraya, vatan senden hizmet bekliyor.
- Hayırdır abi, ne oldu?
- Falanca kişi gene açmış ağzını iki laf etmiş, bölecek vatanı deyyus...
- Eeee, ne yapmak lazım?
- Susturmak gerek onu. vatanı kurtaralım, böldürtmeyelim.
- Nasıl abi?
- Babandan aldığın harçlıklarla git bir silah al hemen, gerisine karışma.
- Tamam abi...
Daha nice örnekler var elbet. Mesela Sayın Abdullah Gül Beyefendinin “ben bu makam için olmazsa olmazlardanım” havasına girebilmesini teminen “vatana hizmet” amacı ile yapılan bir takım üçlü gizli oturumlar sonucu beraber yürüdük biz bu yollarda şarkısı ile ön plana çıkarılıveren Cumhurbaşkanlığı adaylığının akıbetinin tartışıldığı saatlerde gazetecilerle bir sohbet toplantısını konuk olalım. Konu doğal olarak Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğu zaman vatanın milletin bölünmez bütünlüğüne yapacağı hizmet. Ve anlatıyor o yumuşak birleştici, bütünleştirici ve insana sinir terapisi yapacak tondaki yumuşacık sesiyle.
- Tandoğan´da, Çağlayan´da o toplantılar yapılınca bizimkilerinde karşılarına onlardan çok daha fazla kalabalıklarla çıkıp gösteri yapmalarına ben engel oldum. Çünkü gerginlik olurdu.v.s
Onların karşılarına çıkabilecek olan onlar yani Abdullah Bey tarafındakiler, elbetteki onlara karşı sloganlarla çıkacaklardı ki gerginlik olsun. Şimdi Çağlayan/Tandoğan mitinglerinde atılan sloganları getirelim kulağımıza ve bunlara karşı olabilecek sloganları da bir düşünelim. Yazmaya gerek var mı. Mesela “ Yaşasın Laik Cumhuriyet” sloganına karşı ne söyleyelim ki gerginlik çıkıversin birden bire.
Bu iş, giydiğin ince beyaz gömleğin, içindeki koyu renkli atletin rengini saklayamaması kadar sırıtıyor işte. Bir yerde ben buradayım dedirtiyor. Gerisi vatana hizmet........
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:12 AM
Vatanseverlik üzerine
sözüm ortaya, kimse alınmasın üzerine.
sen ne kadar vatanseversin
ben ne kadar .
bakalım bir adım daha ileriye gitmesi için ülkemin
sen neler yapmışsın
ben neler.
say bakalım incir çekirdeğini dolduracak bir şeyler
ya da ben bırakmış mıyım kalıcı bir eser.
varsa konuşacağımız bir konu vatanseverlik üzerine
konuşalım şimdiye kadar yaptıklarımızın üstüne.
sokaklarda bağırmakla konmuyor bunun adı
ve gizli kurşunları çıkarmak değil hain pusulardan.
gerçek vatanseverlerin neler yaptığını
bir daha, bir daha okuyalım tarih kitaplarından.
sözüm ortaya kimseler alınmasın üzerine.
omuzlarımızda ne kadar yükselirse vatan
sen o kadar vatanseversin
ben o kadar
kırabiliyorsak haydi kıralım bağlandığımız zincirleri
isteyenler istediklerini istedikleri gibi söylesinler
biz yok edelim o zinciri ayağımıza geçirenleri.
hesabı içimizden birine kesmek yerine
girelim bütün kapılarından dünyaya, gerine gerine.
sözüm ortaya kimseler alınmasın üzerine
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:12 AM
Vazgeçilmiş istasyonun kuşları
“son kırıntıları topluyorlar yerden
birkaç tane az önce tarihli dakika
ve birkaç damla gözyaşı
ürkek bakışları ile
umuttan önce korku taşır yüreklerine
istasyon kuşları.”
ne zaman bir büvet görsem camları kirli
sanki hiç açılmayacakmış gibi
kimsesiz penceresi
hemen anlarım
bu istasyona bir trenin
bir daha hiç gelmeyeceğini.
“bakımsız bahçelerde yüksek ağaçlar
araya sıkışmış kuru ve fıskiyesiz havuzlar
zamandan kavrulmuş birkaç kağıt parçası
kim bilir üzerinde neler yazılı.
ve duyulmamış son tren sesinden bu yana
hiç yanmamış bu köşkün sihirli lambası”
o ıssız yollarda ne zaman yürüsem
eğrilmiş sokak direkleri gibi
belim bükük, yalınayak sanki
istasyonu çok gerilerde bırakıp
hüzünlü yalnızlıklara adım adım ilerleyerek
cam kırıklarını toplar yerlerden yüreğim
içinden geldiği için, isteyerek.
ardımdan kanat seslerinin geleceğini bilerek.
istasyon kuşları da
bir daha geri dönmezler
yeni bir yolcuyu yeni bir umut gibi
önünde beklerler ileri tarihli dakikaların
ve henüz dökülmemiş gözyaşlarının
“sonra gene son kırıntılar toplanır yerden
birkaç tanesi az önce tarihli dakika
ve birkaç damla gözyaşı
ben gene yürümeye başlarım o ıssız yollarda ”
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:12 AM
Ve gemi gitmiyor
gemiciyi;
ışıkları sönük, miçoları balık tutan
paslı gemiler karşıladı limanda.
yağmur yağıyordu.
Kimse niye yağmur yağıyor demiyordu.
mevsimlerden, eylül'dü.
gemiciyi;
kaldırım taşlarında çiçekler toplayan
bir kız çocuğu karşıladı limanda.
saçları darmadağın.
kimse ne arıyorsun burada demiyordu.
günlerden, geceydi.
gemiciyi;
öfkelerinin ağır cezasıydı yakalayan
kilitsiz bir kelepçe gibi limanda.
pusula donup kalmıştı.
kimse niçin ağlıyorsun şimdi demiyordu.
denizin, bittiği yerdi.
..............
fellini; stop demişti motorlara,
nino rota; çoktan ölmüştü.
film ekibi yavaştan dağılıyordu....
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:12 AM
Vurgun yemiş bir aşk
biliyorum, şimdi şiddetli bir baş ağrısı.
duvarın dibine düşmüş hiçbir gölgede
bulamazsın, yok benim tenimin kokusu.
bir sandala bin şimdi hemen,
çift kürekçisi olsun istersen.
sen ayaklarını suya sarkıt
belki beni o sularda bulursun.
seninle bir deniz kokusunun
tuzlu mavi, serin tadında tanıştık.
martılarımız ve deniz kuşları vardı.
ve kıskanç öfkesine karşı güneşin
kanatlarını başımızın üstünde
onlar açmışlardı.
sonra en derinlerde doğdu çocuklarımız,
kimselerin eline yeni hayatların
kanları bulanmadan.
sazlarımızın teline vururdu
her gece yarısı
uzak deniz fenerlerinin ışıkları.
bir aydınlık sarardı, bir aydınlık.
gözlerimizden girer, yüreğimize dolardı.
ne güzel söylerdik türkülerimizi
hiç yorulmadan
ve yaktığımız ateşi söndürmeden.
sonra bir gün nasıl olduysa oldu.
binlerce volt vurgun, beynimden vurdu.
ayakların suda,
oturup beni beklediğin yerde
anlamadığın bir sarsıntıyla birden
yüreğin fırlar gibi oldu yerinden.
yaşamın oltasına bu kez sen tutulmuştun.
nasıl olduğunu anlamadan, karaya vurmuştun.
biliyorum şimdi şiddetli bir baş ağrısı.
her aklına düşmesi gibi, ölümün acısı.
boşuna bakma, duvarın dibine düşmüş
hiçbir gölgede bulamazsın,
yok benim tenimin kokusu.
bir sandala bin şimdi hemen,
çift kürekçisi olsun istersen.
sen ayaklarını suya sarkıt
belki beni o sularda bulursun.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:12 AM
Yabancı dünya
kelimelerin hiç bir anlamı
benim bildiğim dilden değil.
üç yazıyorum kağıda
beş diye okunuyor sonuçta.
hesabım, kitabım
tutacak gibi değil.
bildiğim ağaca benzemiyor
gölgesindeki yeşil.
dalını kestiğimde anlıyorum
nereden bittiğimi.
beklediğim o deli rüzgar
bir türlü esmiyor.
ay desen geceye, güneş gündüze
boyanmıyor hiç bir renk.
ışığını görüyor, tanımıyorum
senin sen olmadığını.
ezberlettiğin o türkü
anlatıyor daha doğmadığımı.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:12 AM
Yabancı yaşamlar
Altından derin hikayeler akar her yaşamın.
Görmeyen gözlerle görmeye,
Duymayan kulaklarla duymaya çalıştığımız.
Ellerimiz yoktur,
Yakalamaya çabalarız.
Ama o hikayeler birer destan katına
görmediğimiz, duymadığımız, yakalayamadığımız
Bizim kalemlerimizden çıkar.
Ve kırılan hep başka masumiyetlerin
Belkemikleri olur.
Sorgulamak yerine pervasız dokunulmazlığımızı
Olmayan yüreklerimize
Aykırılık çentikleri gibi kazırız.
Ve çok sonralar yapıştığı zaman
Takvim yapraklarımıza.
Anlatacak bir şeyleri:
bu çıkından çıkartırız
Doğmamış Çocuklarımıza.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:12 AM
Yabancılaşma
sokakların karşı kaldırımlarında
ve apartman girişlerinin
aşınmış merdivenlerinde
içimdeki ben, beni benden kaçırır.
nerede görsem kendimi,
tanımamazlıktan gelirim.
her sabah uğramadığım çiçekçiden,
koklamadığım çiçekler alırım
ve hiç oturulmamış soframda
solmasınlar diye, suya koyarım …
güneş çıkar bazen bulutların arasından.
ya da bir yağmur aniden, ahmak ıslatan.
ne olduğunu bile anlamadan
ölür giderim..
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:12 AM
Yabanlar saklı kör karanlıkta
şeytan mağaralarında parlayan
bir çift kedi gözüydü
kımıldayan kötülüklerin ön yüzü.
arka bahçede gene
çiçek toplayan çocuklar,
ip atlayan, salıncaklarda sallanan
ve güneşe koşan çocuklar vardı.
şeytan mağaralarında parlayan
bir çift kedi gözü,
içinde kara mı kara suratlı bir yaban saklı.
masumiyet çağının ırzına geçmiş,
bir eşkıya saklı.
eşkıyanın ardında bin yaban saklı.
artık kovuklarda yanan mermiler yok.
üşümeleri ısıtan yüreklerde..
başka hesapların kalleş pusulaları
her yoksul sofrada,
bin acıyla ödenmekte.
şeytan mağaralarında parlayan
bir çift kedi gözünün içinde,
okunmamış kitapların
satır aralarında yanan alevin,
kör kandil ışığında
bir eşkıya saklı, cehaletin karanlığında.
arka bahçede gene
çiçek toplayan çocuklar,
ip atlayan, salıncaklarda sallanan
ve güneşe koşan çocuklar var.
onların elleri gibi, gözleri gibi
büyüyecek, kocaman olacak yürekleri.
onlar hep beraber ve el ele,
bir türkü ve bir destan gibi
koşarak gelecekler ön bahçeye
ve çınar ağacında dal gibi
salacaklar kollarını gökyüzüne,
gölgeleri düşecek karanlıkların üstüne
aydınlık olacak.
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:12 AM
Yağmur bastırırsa birden
yağmur bastıracak birden, ıslanacaksın.
korkum bu yüzden, inan bu yüzden
keşke kanatlarım kaplasa bütün bir şehri de
bir papatya çıkmazsa diye düşünmesem
saklandığı köşeden,
gelip takılmazsa saçlarına,
ilk yağmur damlası düşmeden.
yağmur bastıracak birden,
telefon tellerine konmuş bütün kuşlar ıslanacak.
gözleri gülerken
sırılsıklam kanatlarından bir tüy düşecek
altın kapaklı bir divit üstüne
en güzel sözleri söylemek üzere
belki sevda adına.
ellerini ver hadi bana, bak gözlerimin içine.
uyanacak gibi sanki korku adlı bir çocuk,
hadi ona bir ninni söyle
en güzel sesinle.
yağmur bastırmadan, saçların ıslanmadan.
bırak aksın sular aktıkları derelerden
karışsın yağmur damlaları aralarına
bir yapı taşı gibi
belki sevda adına, belki yarın adına.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:12 AM
Yağmur türküleri - düz yazı
Son günlerde bir türkü, takıldı dilime gidiyor..Yaşının benden büyük olduğunu sandığım bu türküyü genç arkadaşlarımız bilmeyebilir.
“Akşam olur karanlığa kalırsın, derin derin sevdalara dalarsın” diye başlıyor ve tam bu noktada muhteşem etkileyici bir saz tınısı giriveriyor araya ve bende de film en heyecanlı yerinden kopuveriyor. Kopuyor da ne oluyor. Akşam mı oluyor, karanlık mı basıyor yada derinden bir sevda mı kapımı çalıyor.
Şimdi İstanbul’un yağmur mevsimi. Kocaman kış günlerini boşa “kar yolları gözlemekle” tüketen İstanbul da şimdi yağmur günlerinin puslara sarılmış dumanlı havası içe dönük bir heyecan fırtınasını sanki ters tarafından estiriyor. Denizin rengi, bildiğimiz deniz mavisi değil, gökyüzü de öyle …Martılar kanatlarını hangi maviye çarpacaklarını bilemiyorlar. Mavi yok…İnanır mısınız, koskoca şehir mavisini kaybetmiş lacivert tufanında sallanmayı bekleyen öksüz çocuklar gibi. Ama salıncaklarda yok. Baharın kenti İstanbul belki erguvan pembeleriyle açık nikah günlerine kadar renksiz bir mavilik bostanında kör köşelerin ayyaşı olacak.
Bu saatler, iki duble rakı için erken mi gelir.
Şimdi İstanbul’un yağmur mevsimi. Bakmayın arada cumba arkası kafesten yüz görümlülük saksısını Arnavut kaldırımlı sokağa düşüren güneş yüzlü güzele. Şimdi yağmur mevsimi ve çiselemekle başlayacak bir alışkanlık nöbetinin ilk havası var parmağınızı camdan dışarı çıkardığınız zaman ıslatan. Sanki içinde nice saklı yazıların saklandığı bir kağıt tomarı yanıyor şehrin bütün uç noktalarının bileşkesinde ve hüzün takma adlı bir yağmur isteksiz gözyaşlarını döküyor bu yangının üzerine.
Ve galiba delirmiş sirenleri ile kırmızı yangın arabaları ateş taşıyorlar saklı yazılar yangınına beynimin içindeki labirent kanallarında.
Ben hala düşünüyorum, soruyorum; bu saatler iki duble rakı için erken mi gelir .
Erken gelmez. Şimdi tam vaktidir. Kırk adım ileri sonra kırk adım geri.
Şimdi tam vaktidir, İstanbul’un yağmur mevsimi başlamıştır. Ben kırk adım ileriye, kırk adım geri dönmek için adım pazarlıyorum. İki duble rakının da tam vaktidir. Şöyle hafiften sarhoş bir kadırga gibi açığa çekilip yalpalanmanın da. Sonra nerede benim iskelelerim diye çığlık atmanın ve duymayacağın en sesler için metronom ayarı yapıp seni seviyorum demenin de.
Son günlerde bir başka türkü daha takıldı dilime, gidiyor. Bilenler bilir, anlayanlar anlar, yaş mevzubahis değil.
“Bulutlardan haber saldım, sen gelecektin. Yağmur yağdı gözlerime, sen silecektin. Taş duvarlar çıkar beni, gönlüm dağlarda “
Şimdi İstanbul’da yağmur mevsimidir, ben dağlara gitmek istiyorum.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:13 AM
Yakın tarih
idare-i örfi’den, sıkıyönetim günlerine ….
33 derece boylam, kırk derece enlem
haydi komşular, koşalım hemen
kan gölüne dönmüş üniversite bahçesi
yerlerde sürükleniyormuş talebe cesetleri.
atlı polisler kesmişler yolu iki baştan
görebilsek keşke bir şeyler şöyle aralardan.
ahali bir şeyleri aralardan şöyle bir gördü
darağaçlarında demokrasi adına
demokrasi ölüyordu.
29 derece boylam, kırkbir derece enlem
susun komşular, saklayın sesinizi
ezmesin tankların paletleri hiçbirimizi
mahşer yerine dönmüş çoktan işkence evleri.
kollu bir facit, düşüncenin iki yanında
hesaplar yok etmek üzere sermaye pazarında.
halk bu kez aralardan hiçbir şey görmedi
darağaçlarında gene ölüm kokuyordu
düşünce boğuluyordu.
bir silah varsa gizli yerlerde, gizli ellerde
onu kullanacak parmak hazırdır tetikte
ne kurulan darağacından geçer kurtuluşun yolları
ne de kararır aydınlıklar tank paletlerinde.
her şey paranın renginde saklı kalır sonuçta ama
bir küçük çocuğun sesi hep duyulur köşebaşında
“denizi asamazsınız, denizi asamazsınız
İnanın Aslan olur o Deniz
yelelerinde boğulursunuz “
……………….
idare-i örfi’nin ahalisinden, sıkıyönetim’in halkına.,
60’tan 80’e., Ankara’dan İstanbul’a
ülkemin kısa yakın tarihi.
hiç bitmeyen göçün gözleri önünde
şık salon dansları ve cephelerde kol kola ölümlere,
aşkın her türlüsünün çok iyi bilindiği
ama değişenin ne olduğunun belli olmadığı günümüze.
hep bir umut …
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:13 AM
Yalnızlığın öfkesi
bak işte öfkemin resmi
akıyor duvardan aşağı ince bir sızı gibi
kadehim birden bomboş kalmış elimde
göz yaşlarım sanki…
üstü çizilmiş anılardan değil
kül rengi hayatlardan tutuluyor nefesim.
oysa hangi fırtınada ben,
böyle kuru ve solgun bir yaprak rengi
ve ölüm gibi yalnız, yapayalnızım,
bilemiyorum ki…
bu garip miladında adsızlığımın
yazılmamış taşlarda okuyorum ismimi.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:13 AM
Yalnızlıklar aryası
o vitrinime ellerimle yerleştirdiğim
tek kitap olarak kaldı.
en ön koltukta kimsesiz oturup
arada bir sayfalarını karıştırıp
ama söylediği her şarkıyı
can kulağı ile dinlediğim.
………………..
yalnızlıkları tek başına oyna.
ne İstanbul olsun yanında
ne bir başka kent.
varsın yağmur kuşları
sormasın hatırını.
sen ellerine sor
en son hatıraları.
ve sahneden inen son aktörlere.
onlar anlatsın
seni nasıl sevdiğimi.
sen sus.
bir acı çığlık olsun
söylesin Sarayburnu dalgaları.
sana adadığım
bütün şarkıları.
ve şimdi hepsi
Cankurtaran fenerinde saklı
her hücresinden bıçak yemiş
yürek sancıları.
sen sus.
yalnızlıkları tek başına oyna,
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:13 AM
Yalnızlıklarım benim, kanatsız kuşlarım
hani tek başına denizlere dalıp gitmek gibi
arada kaldırıp başını bakmak martılara
önünde bir kadeh rakı
kulaklarında ıssız bir melodi.
dalgalar, köpükler ve mavilikler
ne kadar yalnız bırakırsa insanı
birde martı çığlıkları
o kadar işte.
sana anlatsam şimdi anlar mısın yalnızlıkları
omzumdan hiç kalkmayan
kanatsız kuşlarımı.
belki bir gün bir dizesinde bir şiirimin kim bilir
ellerime konuvermesi gibi birden
o çok sevdiğim resminin.
ve adını bilmediğim denizlere
kürek boyu ve günsüz ve gecesiz sensiz indiğim …
İstanbul ’da çok erken açtı bu mevsim bahar dalları.
yalnızlıklarım benim,
ömrümün bitmek bilmeyen ana başlıkları
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:13 AM
Yanarken ormanlar
sel suları idi avuçlarımdan akan
anlaşılmaz bir yangın,
bir orman gibi.
ateş sarıyordu her yanımı.
Şimdi ben;
küllerin içinde bulamam ki aradığımı.
lav gibi akan sel sularında
nereden bulacağım kaplumbağa kabuklarını,
kuş kanatlarını
ve korkunun gözbebeklerini
her biri birer kora dönmüş ölüm gibi.…
bilemem nereye bakacağımı…
ceylanın bakışlarından nasıl kaçacağımı..
gökyüzüne o kızıl renkli dumanı
ben salmadım ki yüreğimden…
bir sincap tırmanacağı ağaç dalında.
takılmış boynuzları bir ala geyik,
kaçamadan ölüm yollarında.
dumanı tütüyor karınca yuvalarının.
ateşin sönmek üzere oluşuydu bu.
uçup gidiyordu yemyeşil, ülkemin yarını.
yok oluyordu canlıların yaşam alanları.
çocuklarım ağlıyordu,
ben ağlıyordum.
anlaşılmaz bir yangın gibi, bir orman gibi
yanıyordum.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:13 AM
Yangın yeri aşkları
- kucaklamalar …ahh ağlıyorum.
daha çok sigarayım,
daha çabuk boşalıyor kadehlerim
bin telden bir ağıt yakar gibi, ay ışığındayım,
berbat olan gülüm, ay ışığının can sıkıntısı tarafındayım.
şimdi çarparak çıksam kapımdan, gökyüzümde gürlesem …
gözlerimi senin gözünde bırakıp, dalgalı denizlere düşsem.
efkarımın bulanık nehirleri yırtacak sesimden, şöyle ahhh çeksem
derinimden şöyle derinimden bir ahhh çeksem …
içimde; ucu kor ateşte yüreğime mil çeken bir deli hasret
ki sorma ne söyleyebilecek bir söz buluyor dilim
ne de yazacak daha çok şiir, kalemim.
evet en deliyim,
en deli isyana meyilli şimdi yüreğim.
şimdi yüreğimle bir yangın yerinde pervaneyim.
yangınımın önce kanatlarımı, sonra ellerimi yaktığı yerdeyim.
bir de arada göz göze gelmesem, içimde saklı o masum çocukla …
arada diyorum göz kırpmasam mavi dalgalara …..
arada sen olmasan …
……..
oysa bu şiirin hemen öncesinde ben
bir başka yangının sıcağından dört nala kaçmak isterken
patlayan bir mayınla parçalanmıştım rengi ölüme benzeyen.
oysa benim açtığım gibi bu toprakta açan bütün çiçekleri
kucaklamak için, üzerlerine salmaya gitmiştim,
dağlarımdan topladığım kelebekleri.
Adıyaman’da bir türkü olup, Munzur’da yıkayacaktım ellerimi.
“Ahlat’ta bir dikili taşım.
Midyat’lı ustaların ellerinden çıkmışım.
silinmiş üstümdeki bütün yazılarım
belli değil yani ne yaşım ne de niçin yaşadığım.
soran olursa sana a benim gözleri yaşlım, söylersin;
nemrutta senfoni tanrıları ile sabah güneşini seyre dalmışım.”
“Munzur gibi akıyorum.
her damlada gözyaşı olup sele benzer donuyorum.
parmağın saplı kalmış tetikte, gözlerime bakıyorsun.
sen ne dersin bu işe desem a benim yazması al boyalım
dağlarımı çatlatan barut sıcağı değil biliyorsun
bildiğin için benim gibi sen de ağlıyorsun.”
“nereden takıldı şimdi bu türkü dilime:
kaleden kaleye taş ben olaydım “
…………
daha çok seviyorum
sanki hep İstanbul ve hep sen varsın
ama memleketimin başka köşesinde bir başka yangın
onun için akmaktadır gözyaşlarım.
kucaklamamın bir yanını sen doldururken,
diğer yanımı bundandır boş bırakışım.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:13 AM
Yangınım ol
ince süzgeçten geçmiş alev gibi
uzat ellerini.
tutuşmak istiyorum,
hemen şimdi…
sonra bakarsın,
bir bulut olur
başka yerde doğarsın.
hiçbir kulağım yok ki
sesini duyayım.
nerede unutuldu göz bebeklerim
ki rengini bulayım.
çağırsam duymazsın beni …
hazır bir rüzgar gibi
gelip geçerken yanımdan
bir ateşte bana ver
yangınından.
tutuşmak istiyorum,
hemen şimdi.
şarap rengi bir yangına
dönmek istiyorum.
sahilimde bekleyen çocuk
yakmadan kağıttan gemilerini
ben yanmak istiyorum.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:13 AM
Yanlışmı biliyorum
türküler ne güzel çalınır ne güzel söylenirde
niye hep aynı renk olup açmaz gökyüzünde
güneş: saklanacak kadar korkak mıdır
bulutların arkasına.
niye yol vermez aynı deniz aynı fenerin ışığına
yakamozlar kapı açmazlar her gecenin yıldızına
ışık; girecek kadar aydınlık değil midir
karanlıkların içine.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:13 AM
Yaradılışın sen taraflı öyküsü
kainatın yaradılış öyküsünü yaşarım.
içinde sadece ben olan.
kimseleri yanıma yaklaştırmam.
saçlarım uçar rüzgarlarda
bana bir tel bırakmadan
kaybolur gider,
ardından bile bakmam.
boşlukta neler dolduruyor
ham beyinlerin içini.
diz çökerim yere, yakaracak kim varsa
bildiğim bütün dualarım ile
avuçlarım yeryüzünü
çıldırmak için, ellerim yanar.
toprak avuçlarımdan kaçar,
tırnakları uzar, sarp kayalıklar olur.
başından bir duman tüter.
bir magmadır yüreğim
tam orta yerimde, için için kaynar.
ve kutuplar gibi buz tutmuştur gözlerim.
rengim soğuk maviye kesik.
tanımadığım yokluklara fal açarım.
ismini nereden öğrendiğim takılır
bir ara aklıma.
bildiğime inanır, rahatlarım sonra.
meridyenden boynuma bir yular,
ekvator belimden bağlı pranga
sürüklenir giderim.
sıfır noktası henüz bilinmez iken
sıfır noktasına doğru titrer dizlerim.
bir dans ki bu adı konmamış sanki;
fırtına öncesi doğum tadında sessizlik.
nesli tükenip çoktan fosile dönenler
daha yeni seremonideler.
ve 1600’ler pisa’ya çevirmemiş
pusulanın ibresini.
daha neyin ne olduğu belli değil yani.
Haydi, haydi…
bir duman ol haydi
gel ufuk çizgimden içeri
hala yuvarlaksa dünya eğer.
sahil boyunda bir aşağı, bir yukarı,
dolaşarak bekleyeyim seni.
kontrol edeyim iskelemin
bakalım sağlam mı tahtaları.
seversin diye birde çiçek koyayım
penceremin pervazına.
içinde magma kırmızısı
ve kutup buzu olmasın ama.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:14 AM
Yargı, matematiği ciddiye almaz mı - eleştiri notları
Eğer ortada yargının bir kararı varsa eleştirmek elbet bizim burnumuzu dayayacağımız son çizginin ötesinde kalıyor ve susmak gerekiyor. Herhalde ilgili ceza yasasının ilgili maddeleri böyle bir hükme varabilmesi için yargılayan makamların eline yeterli ölçüde dayanak vermiştir ki böyle bir karar alınabiliyor . Yargı haklıdır yani bu kararı almakta diyelim ve bu konuda sitenin başını derde sokmayalım.
Ancak bu durum; bir vatandaş olarak olayın yani ilgili yasayı oluşturan zihniyeti, onun mantığını değerlendirme hakkımızı elimizden alamaz her halde. Bir ortam düşünelim. Ve bu ortamda da belirtildiğine göre onbini aşkın eli kalem tutan, bende şairim, yazarım yürek taşıyorum diyen kişinin ikiyüzellibini aşkın şiiri yada yazısını paylaşıma sunduğu bir ortak alan. Ve herkes en azından kendi bir tek dizesi için binlerce kişiden bir değerlendirme, bir yorum beklentisi içinde. Yani bunun için üstelik bir emek ve zaman da harcayarak yapıyor bu işi. Yani kişiler bir anlamda kişilik haklarını bu şekilde kullanmaya çalışıyor. Ne güzel güllük – gülistanlık bir havada baharı yaşıyoruz derken içimizden biri birden ortaya çıkıyor ve bağırmaya başlıyor: Bu ortam içinde; 10000/1 kişi, 250000/1 metin içinde yazdıkları ile benim haklarıma tecavüz etmiştir yada hakaret etmiştir yada bir şekilde benim yargıya başvurmama ortam ve olanak sağlamıştır. Hakkı var mı buna, var elbette? Hukuk burada üstünlüğünü göstermeli ve o kişinin her türlü mağduriyetini engellemeli. Bunun için olaya neden olduğu iddia edilen ve muhatap olabilecek diğer tarafta gereken cezayı görmeli. Yani “adalet yerini bulmalı”. Ama bunu yaparken de diğer 10000/9999 kişinin, 250000/249999 dize yada cümle yada kelimeden beklentilerini, amaçlarını mağduriyete uğratmadan.
Böyle bir örnek olay için vatandaşın “kurunun yanında yaşta yanar” diye bir avuntuya sığınmasına yada “biz neden çekiyoruz bu işin günahını” şikayeti ile sızlanmasına engel olmakta sanırım hukuk biliminin kuralları içinde vardır. Ve yukarıda örneklemelerde kullandığım matematik değerlerde, göz ardı edilmemesi gereken bir başka bilim dalının içinde vardır ve gözardı edilmemelidir.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:14 AM
Yarın için sesler
sabahın en erken halindesin, saatler henüz uyanmamış
o çok ünlü meyhanelerin sokağı gibi bir yerlerdesin işte
belli ki gece adamakıllı sarhoş, masalar hala ayılmamış
kilit vurulmuş gördüğün bütün pencerelerin perdelerine
içlerinde uyuyan hep aynı çocuk işte, gözleri açılmamış
elinde kemanı Zukerman oturuyor, karşındaki masada
mevsimlerin birindesin, yüreğini hangisi serin tutuyorsa
bin kiloton bomba ve et kokulu kezzap şişesi taşımakta
bir uçak, en başta Babiyar ve diğer toplama kamplarına
eski şiirlerindeki kör fotoğrafçı , o da orada asası elinde
dikmiş görmeyen gözlerini karanlıkların gözbebeklerine
bir ajan yanı var sanki, hep şüpheni çekmiştir nedense
sorsan şimdi yanına gidip iyi bilirsin neler söyleyeceğini
ses bekliyorum der, duyduğum an çekmek için resmini
ve o uçağın sesi ….
kemanın sesi bütün mevsimlerinin üzerini kaplar
hepinize yetecek kadar ölüm ve sağır zamanlar başlar …
……..
çocuk açar gözlerini , bütün evlerde gibi aynı saatlerde
meleklerinin ölü şeytanları kovaladığı düşleridir bölünen
bilemezse ayaklarının hep aynı zeminde basacağını yere
ister sağ tarafından kalksın uyanınca ister sol yönünden
kilit şeytanda saklıdır daima yada aklının en derinlerinde
korku yarın için değildir ki kötüsü direnmesini bilmemek
saklanacak mevsimlerin içinde baharları düşleyememek
hangi patlama öldürür, nereden yakar asit su diye içsek
hala çekiliyse perdeler doğru demektir Çernobil de ölmek
haydi kemancı,tam sırası şimdi ölüm yada doğum öncesi
kovun o kör fotoğrafçıyı yerinden; çocuk, sen ve ses gibi
kuşkudan arınsın düşünceler, yarın için yapın tercihinizi
yoksa ben kalkıp da geliversem çok uzaklardan yanınıza
sevginizi nasıl fısıldayıp nasıl anlatacaksınız kulaklarıma
ve o kemanın sesi ….
uçağın sesi bütün yok etmelerle birden yok olur
güzel sesler yok edilemeyecek yeni dünyalar doğurur...
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:14 AM
Yarın olabilmek için
usulca adımla çatıya çıkan merdivenleri.
aldırma ortalığın toz duman olmasına
kiremitlerin arasından sızan
gün ışığından
bul yolunu.
bir kedi çevikliği ile tırman, yalnız gibi.
usul adımlarla yürü kenara doğru.
dikkat et düşme sakın
tutmaz kanatların
uçamazsın.
sallandır ayaklarını oluk üstünden aşağı.
uzansan tutamayacağın o dalları
bahar rengine boya
yarını yaşamak için
ısınırsın.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:14 AM
Yarına doğru
bırakalım ölenler düştüğü yerde kalsın
biz yolumuza gene ağır yaralı
gene aç ve susuz
ve umutsuz
koyulalım.
kınamayalım, bu bahar bütün ağaçlar
neden açmadı dallarında çiçekler
ve bu su başlarında sadece duyduğumuz
neden ardımızdan yakılan ağıtlar diye.
karanlıkta yanacak bir ateş bekleyelim.
nefesimiz tütsün, yürekler titremesin,
yorulunca karanlıktan
ateşi biz yakalım,
kimseler üşümesin.
yarın çocuklar koşacak ardımızdan,
adım izlerimizi kollayacaklar
güven ve umut
taşacak yüreklerinden, beyinlerinden,
korkmayacaklar.
bu imzanın sahibi, sen, ben, biz olalım.
haykıralım bir ağızdan;
heyyyy, yarın!
yaz adımızı bir kenara
unutma sakın…
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:14 AM
Yarınım kaçak gemi
Dün bir gemi yakaladım.
Yalnızlığa terkedilmiş bir tersanenin
Paslı demir kokulu sularında,
Terk edilmiş bir iz bırakıp, kaçmıştı.
Üstüne giydirilmiş;
Kimsesiz bekçi üniformasının düğmelerini
Yakasından başlayarak,
Birer birer açmıştı.
Aramızda kalacak sırlar gibiydi
Balçığa saklanmış karabatakların
Görmezlikten geldiği.
Dün bir gemi yakaladım
Aldım koynuma sakladım....
Şimdi yarından başlayarak
Tüm duvarlarına yaşadığımız kentin,
Kahvehanelere, elektrik direklerine,
Girip, girmediğim her köşesine
Resmini asacaklar,
Kaçak aranıyor diye.
Ve bir gece birden bire
Yarın adlı bir çocuk çıkıp gelecek;
Herkesin unuttuğu gizli köşelerinden.
Elinde kuru kalem boyaları,
Mavi deniz çizecek
Ulaşabildiği bütün resimlerde,
Koynuma sakladığım geminin altına.
Bembeyaz kanatlı martılar,
Çizgi-çizgi bulutlar çizecek
Herkesin bildiği gemi,
Herkese yabancı gelecek.
Aynadaki sabah suratım;
Her günden daha keyifli.
Sabah çayı demleyeceğim,
Soframda ne yoksa,
Peynirin tadından, zeytinin tuzundan başka,
Umurumda bile olmayacak.
Cebimde her sabah okuduğum gazeteler
Beraber rüzgar altı keyfi yapacağız.
Berrak ve özgür sularda,
Gemim ve ben.
Bu bir düş gezginliğidir
Her gece yaşadığım.
Siz adını ne koyarsınız bilemem.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:14 AM
Yarınından geçti dün gece, görmedin.
bir deli sevdaydı, bir deli yürek..
kavgayı küfür gibi yaşayıp,
sevdimi, insan gibi severek
ve yaşamın kendisinden
neler beklediğini bilerek
dört nala, dolu dizgin.
yağmur olup ıslatmadan, kupkuru,
alevinde kavrulmadan güneşin.
ezber bir kainat çizgisi gibi
alnına yazılıp sevdiğinin
ve sırtında bin kamburu hiçe sayarak
kanat, kanat, rüzgar gibi.
şimdi ormanlarda serin bir gölge
denizlerin en derin dalgası.
çalakalem bir saldırgan, bir öfke,
yazdığı her kitapda, sevdiğinin adı.
aykırı bir doğum, ters bir ölüm gibi
gülerek, hem de ne gülerek...
alışılmış her türkü, sazın en ağır teli.
adımladığın her köşesinde yaşamın,
duyamadığın kadar seni söylerler.
çünkü ortasında değilsin, iki yanında
çizgilediğin bütün ıraksak çizgiler.
yarının, dün geceydi,
görmedin,göremedin.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:14 AM
Yarısı senin olsun neyim varsa
al bu beş lirayı
cebimdeki paranın yarısı.
simit aldım demin, yani biraz daha vardı.
bu, ayakkabımın teki yalnızca
işine yaramaz ama sen gene de sakla.
benim için bir daha hiç gerekmeyecek nasılsa.
ister sağ, isterse sol
al hangisini istersen gözümün, al birini
benim gözümü takınca anlarsın seni nasıl sevdiğimi.
yarısı senin olsun esen rüzgarların
ay, güneş ve bütün yıldızların.
neyim varsa üzerime zimmetli
ve ne varsa kainata kayıtlı mülkiyeti
yarısı senin olsun sevdiğim
ben buna aşk derim.
ama bir tek yüreğim, al senin olsun tamamı
bende çarparken bile nasılsa
anıyor sadece senin adını.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:14 AM
Yasak aşk
bugün ağır bir haber düştü gündemime.
duydum ki umurunda bile değilmişim
cümle alemin.
derler ki boşuna sürülmüş kurşunlar namluya
okunan her öyküde bellidir sonu yasak aşkın.
önce şurada sağlayalım fikir birliğini.
aşkın yasağı olur mu a benim canım.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:15 AM
Yasak mevsim avcıları
katmerlenmiş küfür olur eser
kuşkulu ve korkuya çok gebe *******.
her köşe başında gizli yasak avcılar,
kara puslu kanlı kurşunlarıyla
yasak mevsimlerde avlarını gözler.
kırkı çıkmamış çocuklarını
kaybetmek korkusu alır anaları.
kırk kağnının taşıyamayacağı bir sancı
ceviz ağacının gölgesine saklıdır.
ne yüksekmiş bu bahçenin duvarı.
ay ışığında parlamaz hain namlular.
kangren bir tutkudur yalnızca
gecenin ortasını parçalayan kurşunlar.
körlüğe tiryaki bir leş sofrasında
yasak mevsimlerde av gözlerler.
ne duaları kalmıştır onları koruyacak
ne saklanacakları bir kapının arkası.
ışık çıplak bir gölge gibi çirkin düşer
yerdeki kan izlerine ayak değmemiş.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:15 AM
Yaşadığımız günler
sen şarkılar söylerdin, ağlamazdın ki
en sevdiğim makam gibi serilirdi üstüme sesin
akşam olur, ardından gidişini izlerken güneşin.
ey sevgili yaz günleri geldi işte, şimdi neredesin
ahhh, seninle her akşam üstü,
ne güzel günlerdin …
hey sen, uzakta ayaklarını suya sokan çocuk,
hayatın kırık camlarından acı bir rüzgar dolar içeriye
neye uğradığını anlamaz, üşürsün.
en iç karartan görüntüsü ile sallanır başının üstünde
bir tarafı keskince , öte yanı çok ağır bir bıçak
gölgelerin ötesinde hayallerin sevişirken çırılçıplak
bilemezsin.
şimdi nasıl aç ve gayrı meşru bir saldırının hevesi
motor sesi, balyozun betona dalgalanarak inen darbesi.
kendi toz çerçevemize kırbaç üstüne kırbaç vuruyor.
fay hattının kırıklarına deprem gibi dökülüyoruz
yaşanmışlık tadında ne kaldıysa elimizde avucumuzda
bir garip sarhoşluk gibi kadehimize dolduruyoruz .
bilmediğim uzaklardasın , ben kendi tuzaklarımda
göremezsin.
sen aşkına yazılmış şiirlerin en yüksek ateşiydin
yada toklar sofrasının bir demet çiçeği kristal vazoda
hani en açık denizler gibi, en derin dalgalarda .
ey sevgili son sayfasına geldik işte bir anı defterinin
ahhh, seninle yaşadığım o dünler
ne güzel günlerdin...
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:15 AM
Yaşama bağlayan bir şey var
kimi zaman hücremde
intihara dönüyor yaşam.
koyu renk bir kalem;
önce çiziyor üstümü
sonra tam ortasından
ikiye bölüyor kendini.
pencereme konacak
o son kuşun da
tanımasam sesini….
ve beklemesem;
ağzında bahane rengi
bir tutam pamuk ipliği
ben geldim demesini.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:15 AM
Yaşamak gibi
Usta bir nefesten içine dolan flüt sesi,
Dört yanını kış manzaralarına boyar
Üşürsün.
Avucuna kar yağar,
kardan adam olur, sıcacıktan, yanarsın.
Kömür gözler gibi,
havuç burunlar gibi
Bembeyaz gibi.
Kar beyazında bir koca adamın
Gölgesi olmuşum.
Çınar gibi,
kayın gibi,
kavak gibi.
Kır çiçeklerinin kokusunu arıyordum.
Papatya gibi,
menekşe gibi,
Gelincik gibi.
Kötü şiirler yazmak
Ve acemi cinayetler işlemek için
Dayanılmaz ve boşa harcanmayacak
Bir vakit bolluğundaydım.
Akrep gibi,
yelkovan gibi,
karınca gibi.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:15 AM
Yaşamak herkese mahsustur
Yaşamak herkese mahsustur.
Çilek ağacından kum tanesi toplayanlara
Ve kar tanelerine
Eldiven, kaşkol örerek
Hayatını kazananlara.
Yaşamak herkese mahsustur.
İmbat akşamlarında,
Loş ve ıslak mağara duvarlarına
Aşkının adını kazıyanlara,
Ve terk edilme saatinin guguk kuşuna
Yüreğinin istiridyelerinden
İnci tanesi saçanlara,
Yaşamak herkese mahsustur.
Kurtların puslu havalarında,
Derelerin soğuk sularında titreyenlere,
Çoban ateşlerinde kaval çalanlara,
Ve yağmur sonrası gökyüzünde
Kendi güneşinin renklerinden
Gökkuşakları yaratanlara,
Yaşamak herkese mahsustur
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:15 AM
Yaşamasına yaşıyoruz işte
aldırma, yaşıyoruz işte.
bak gene alnıma düştü bir yağmur damlası.
gölgemde hiç bırakmıyor peşimi.
bir arkamda kalıyor, bir geçiyor önüme,
yaramaz çocukluğum gibi.
yaşamasına yaşıyoruz işte.
bak bu geçen vapuru tanırım,selamı bana.
bunlar da çocukluğumun dalgaları
hepsinin ayrı ayrı adı var.
birazdan gelip ayaklarımı ıslatacaklar.
deniz anası en çapkın dansını yaparken
yaşıyoruz işte gelip geçerken.
aldırma yaşıyoruz işte.
hiç bozmadı ayarını meydanımın saati.
elimde solan çiçekler, isyansız.
kaldırımlar ayak sesimden tanırlar beni,
saygıları ısrarlı sadakatimden.
akşama bir bardak demli çay olacağım, ne mutlu bana
yaşamasına yaşıyoruz işte, aldırma.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:16 AM
Yaşamın ilk koşulu
Çocukluğumuzdan ayrı kaldığımız günlerde
Gökyüzünün aynasını kırdık,
Yıldızları doğurduk.
Karanlıkta mum yaktık
Gölgeler sıralandı peşi sıralarımıza
Hayatı yanlış tanımaya başlamıştık bir kere.
Çıkardık çarıklarımızı, çarlığımızı kurduk.
Umduk ki ne kadar rengi varsa aydınlığın
Yüreklerimizde izi kalacak bir fırça darbesinde.
Üç kulaçlık mesafede her erişilmez olan gibi
Hep köşeli bir yıldız arayarak
Tükettik gençliğimizi.
Doksan dokuzluk kehribar bir olta ile
Tükenen zaman balıklarına av tuttuk
Karşıyaka’da denize karşı.
Ben üşüdükçe üşüyordum,
Sen üstüme geliyordun.
Gece-gündüz demiyor
Ne dediğini anlamaya çalışıyordum.
Sevmek en ağır koşulu idi yaşamın.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:16 AM
Yaşamın ince ayarı
kaldırıma düşmüş bir yavru serçe,
tam iki adım önümde.
benden bir adım ileride olanlar var
serçe yavrusuna bir adım daha yakınlar.
ağlamak istiyorum
bir adım önce kalkmadığım için
oturduğum yerden.
sigaramdan son nefes,
çayımdan bir yudum daha derken
iki adım sonra kalkıyorum
oturduğum yerden.
kaldırıma yapışmış küçük kanlı kanatlar.
bir göz, bana sanki
nerede kaldın der gibi bakar.
erken kalkmak, geç kalmaktır.
acıyı tatmakta, sevdaya yakalanmakta
bir serçe yavrusunu düştüğü yerden
kaldıramamak kadar yakındır.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:16 AM
Yaşamın renkleri
işçi tulumu renginde;
tüter fabrikanın bacaları,
aynı renkte dönerdi
makinelerin çarkları.
alfabemiz başka hiç bir şey bilmez
beynimizin pankartına 'grev' yazardı.
bir ozan oturur yürek başımızda,
türkü söyler,saz çalardı.
delikanlıydık; ateşimiz bacayı
bu rüzgarla sarmıştı.
ve henüz sabah esintisindeydik baharın.
şimdi düşen yaprak renginde;
tenimiz ve sonra ellerimiz,
yürekte bir nefes kaldı sadece.
boş gözlerle gezindik yaşam sayfalarında.
sevdadan dedik, uzanıp boylu boyunca.
artık hüzzamdır, ağır-aksak semaimiz.
ve yakalarımıza asılan,
dost resimlerimiz.
bütün rüzgarlar,
perde diyerek çekiliyor sahneden,
son izleyicisiyim kendi oyunumun.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:16 AM
Yaşanmışlık say bu öyküyü
parmağınla işaret ettiğin yerde kapının eşiğinde olmalıyım
çoktan akşamı beklemeli ocakta saklı ateşimizin sıcaklığı
yanımıza almadan gün boyu ve el ele hiçbir yalnızlığı
parmağınla işaret ettiğin yerde bir deniz atı görmeliyim.
deniz; mavili, lacivertli, yosun yeşili bir turkuvaz gibi olmalı
yada yüzüne savrulan saçların gibi kömür karası kokmalı.
ayaklarımızı uzatmalıyız, ne bileyim küpeşteye işte bir yerlere
kılçıkları savurmalıyız rüzgar gibi, geldikleri derin denizlere.
parmağınla işaret ettiğin yerde bir martı çığlığı duymalıyım.
dönüş saatinde güneş saklamalı kızıllarını derin labirentlerine
bir yol bulup sığınacakları yeniden alev olup ocağın ateşine
parmağınla işaret ettiğin yerde gecenin sıcağını yakalamalıyım
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:16 AM
Yaz sıcağı senfonik şiiri
yaylı sazlar için:
gökyüzünün bulutsuzluğunda her mavi ateş kırmızı.
ellerim yanıyor, yüreğime bakmıyorum bile
bir kuş konuyor birden gözlerimin önüne
daha önce hiç görmediğim, sesini duymadığım …
adını soruyorum kanatları rüzgarsız bu kuşun
haydi söyle, adın yoksa bile var mı içecek suyun.
“asılsız bir ihbar, çöle saklanmış ağustos böcekleri”
ben ağlıyorum, ötesi olmayan iki damla gözyaşı
kuş gözyaşımı içiyor gözlerimden, dayayıp gagasını …
sonra; gel diyor, kanatlarına sarılıyorum ellerimle
çöllere uçuyoruz ağustos böceklerine, uçuyoruz beraberce
nefesli sazlar için:
sarıya boyadığı kağıdı sallıyor çocuk çabuk kurusun diye.
uzanıp yatıyorum son çınarın gölgesi üzerimde
bir kuş konuyor birden gözlerimin önüne
tanıyorum bir yerlerden, kanadında kum taneleri …
sarı saçlı bir çocuk kelebeğin renklerini toplamakta
ter damlarken alnından, kurumuş otlar arasında.
“ana para, çalmış bütün buzdağlarını ana karanın”
nefesimle ciğerlerini dolduruyorum ölü kelebeklerin
ama ne renkler geliyor geri ne de yiten sevdası çiçeklerin …
bir başka travma, yoğun bakıma alıyorum beynimi
ve hiç bilmiyorum ne haldedir, çoktan bıraktım yüreğimi
vurmalı sazlar için:
yanlarındaki çocukları bile unutup dağılıyor kalabalıklar.
meydanlar sessizliğin yalnızlığına boşalmaktalar
ölüm işte bu, yeryüzünün kendine yaktığı ağıtla başlar
bir yanda ben gibi, öte yanda omzumdan havalanan kuş …
simetrik kanatlar, ölü çiçekler fırlar namlulardan
hiçbir damla gözyaşı dökülmez arkalarından.
“denizler nereye saklandı, hangi iskelede gömülü gemiler”
çöktüm dizlerimin üstüne, yumrukluyorum göğsümü
görmüyor musun konacağın son dalın çürüdüğünü
kuş neredesin, sarılayım kanatlarına bu kez yüreğimle
terk eden bari sen olma, öleceksek beraber ölelim seninle
son kuşlar için:
kelebekleri de alın yanınıza, yüreğimi de
yolunuz açık olsun, öyle gidin gideceğiniz yere …..
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:16 AM
Yazılmamış mektuplar
hiç gelmeyeceğini bildiğin
mektupları beklediğin oldu mu?
üzerine adım izi düşmemiş
üstünü karlar örtmüş,
sokaklarında….
dayayıp alnını;
pencerenin buz tutmuş camına
hiç gelmeyeceğini bildiğin
mektupları okuduğun oldu mu?
aklına bile getirmeden
saksındaki çiçeğin suyunu.
sararmış sayfaları gül kokulu
sandığının en derin köşesinde,
solmayacak bir sevda gibi
yaşadığın her an seninle dolu,
yaşadığın her an
seninle yeniden açan
bir eski defteri
basarak göğsüne uyuduğun oldu mu hiç.
ve kapatıp düşlerinin kapısını,
sıkıca örtüp perdelerini
hasretini bir düş gibi dindirdiğin?
çırılçıplak dikip gözlerini tavana
üstünü bile örtmeden,
üşümeden.
sen sana hiç gelmeyecek mektubu
yazabildin mi?
yaşamadan…..
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:16 AM
Yazlık sinema aşkları
üzerinde yazlık sinema yazan bir beyaz perdeyim.
gazı alınmış sade gazoz ve sakız leblebisiyim.
şimdi kar yağıyor, onun için yanmaz ışıklarım
boyası döküldükçe daha da yoksullaşır tahta sıralarım.
ama siz beni otuz belki kırk, elli sene önce görün.
bakın hangi gizli sevdaların buluşma yerindeyim.
sıranın bir başında sen otururken diğer başında ben.
aramızda halan, teyzen belki kuzenlerin ve yengen .
elimizde kağıttan külahlar içinde kabak çekirdekleri.
boyunlarımız tutulurdu bir yandan soluksuz çitlenirken
diğer yandan da aralardan görebilmek için birbirimizi.
makinist her zaman filme en az on kere makas atarken
bırakırdı dizginleri elinden nedense biz oradayken.
ne güzel şarkılar söylerdi iki yana dizili kavaklar.
film biter, ışıklar yanardı, pencerelerde
ve iplere dizili inci taneleri gibi ağaç dallarında.
o sabah radyoda dinlediğimiz şarkı çalardı gene
sonuna kadar sesi açılmış bozuk ayarlı hoparlörde.
ikimiz, hiç izlenmemiş bir filmin son izleyicisiydik.
sorsalar adı ne, baş rolde kim, inanın bilemezdik.
bugün ne kadar yabancı isek kendimize böylesine
o günden sonra hiçbir filmin oynamamasındandır
yazlık bahçe sinemalarının beyaz perdesinde.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:17 AM
Yedi yaşında bir çocuktu
sordum kaç yaşındasın diye
yedi, dedi
saçları kıvırcık ve gözleri maviydi.
yumuşak g’yi söyleyemiyordu ama
öğrenmişti pek güzel, alfabeyi
a dan başlayıp z de bittiğini.
çarpım tablosu sadece
biraz karıştırmıştı kafasını.
zor kavramıştı
iki ayrı işlemle aynı sonuca ulaşılacağını.
iki artı iki nasıl dört ederdi
iki çarpı iki gibi.
ama attığı topu ayşe tutmuş,
babası da ona bal almıştı
annesinin verdiği süte karıştırsın diye.
ayşe yi çok seviyordu.
yönleri öğrenmesi çok kolay olmuştu.
sarımsak, soğan asmadan
kolayca öğreniverdi sağını, solunu.
güneşin doğuşunu
sol elinin işaret parmağı ile gösterince
sağında batı kalıyordu.
önü güney olunca da
arka tarafa kuzey deniyordu.
denizlerle gökyüzünü kardeş sanıyordu.
çiçekleri ise ağaçların çocukları.
denizlerle gökyüzünü de çok seviyordu
renkleri gözlerine benziyordu.
çiçekleri ve ağaçları da.
kendisinde olmayan bütün renkleri
onlar taşıyordu.
sordum kaç yaşındasın diye
yedi, dedi.
her şeyi öğrenmiş, öğrendiklerini sevmişti.
yalnız nefret etmesini
bilmiyordu henüz.
onu da bizlerden öğrenecekti.
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:17 AM
Yeditepeli boşluk
sonuçsuz bir hipnoz gibi bakar kalırım
gözlerimin önünde canlanmaz hiçbir şey
ne bir çam ağacından, iğne yapraklı gölge
yada eğilip öpmek tutkusu dudaklarından.
yeditepeli bir boşluktur bu,
beslenir yalnızlığımdan.
duyduğum her ses gibi hiçbir şey söylemez.
bir vapur dumanı olur, kaybolur gider.
kaç bahçe kaldı derim bazen, takılır aklıma.
hani ortasında kuyu, suyu çekilmiş.
ve kalmamış hiç salıncak ipi ağaç dallarında.
şen kahkahalar arkasına takılıp gitmiş,
şimdi kimsecikler yok, belli ki terkedilmiş.
yerlerden toplarsın bir bir vakit bulursan eğer,
gövdelere kazılmış aşkın baş harflerini.
hedefinden şaşmaz bir sonuçtur bu,
yeditepeli bir boşluktur bu.
gemiler; talimsiz bahriyelerle kalkar limandan.
telgraf direklerinde konacak tel bulamaz kuşlar
katip çırılçıplak, akortsuz bir ut kalmış elinde
yeditepeli bir boşluktur bu.
adına söylenen her şarkının,nakaratıdır bu.
selvi boyalı karanlık yollar gibi
bütün yolların son noktasıdır bu.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:17 AM
Yelkenlimin direğinden
bir sabah kalkıp
en erkenden,
tırmanıp diğerine
bulduğum ilk yelkenden
en üsttekine derken
daha yüksektekine
tırmanıp yelkenlimin direğine….
bundan sonra
'seni seviyorum'
diye başlayan ilk mektubumu
en yüksekteki
yelkenden göndereceğim sana...
az güldüğümü, hep ağladığımı,
çok şarap içip,
hiç balık avlamadığımı,
en yüksekteki yelkenden,
gözlerimi kaçırdığım
bir fenerden
kurtulduğum sandığım
son sabahta yazacağım sana.
denizden,
balıkların yüzgeçlerinden,
en yüksekteki fenerden
yazacağım “seni seviyorum” diyen
ilk mektubumu.
körkütük iyot,
deniz rengi dalga
kokacak elin yüzün
aldığın mektubu koklayınca...
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:17 AM
Yeni gün
başka bir renk istersen ben veremem,
veremez de hiç kimseler.
gün batıp gitmekte işte görüyorsun,
beraber gider tüm renkler
artık tek çaren beklemektir yarını,
birazdan doğar güneş.
yeni bir renk arıyorsan
daha ne renkler doğacaktır, neler.....
düşler kırılır pencerende yeni bir gün olur,
içinden binlerce bulut çıkar.
sevdiğin her şeyin resmidir bunlar,
kimi tazecik umutlarını yazar.
içinde ruhuna dolacak bir başka koku
sıcacık sarar birden yüreğini.
dolar aldığın ilk nefeste
bir sabah yeli gibi içine
asla unutma ki sevdiğim,
bütün rüzgarlar aynı anadan doğar.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:17 AM
Yeniden merhaba diyelim
bakmıyorum zamanın
inceltilmiş ayarına,
güneş tam tepeden vuruyormuş şimdi
on ikiyi
umurumda bile değil.
saklanacak en küçük bir bahaneden,
uzaktayım olabildiğince.
yaşıyorum,
yaşamaya çalışıyorum
becerebildiğimce.
ama bir yerlerden kopup gelmiş,
o ayyaş dalgalar,
hala koparıyorlar
fırtınalarını
içimde.
korkum da işte bu,
anlatılmaz bir yürek sıkıntısı şeklinde.
kalkıp en olmayacak firarla
varsa daha, çok daha uzaklara
inceltilmiş ayarın değil
zamanın hiç olmadığı
o karanlığa
gidebilmek göçebe bir çıkının içinde.
kendi köklerimi saldığım bir orman olup
kendi beynimle
oturup karşı karşıya...
sil baştanı en baştan yaratmak...
sessiz bir çığlık gibi
yaşama yeniden başlamak.
üstüme sinmiş,
kan-ter içinde anamın kokusu.
ve sonra ne sevip sevilememenin,
ihanet ve yoksullukların korkusu.
merhaba yeni hayat
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:17 AM
Yeniyıl kapısı
işte gene vakit geldi.
dünya dönüyor güneşin etrafında
dedikleri doğru demek ki.
sen, ben ve diğerleri
saklandık kapıdan içeri.
kapıyı bir görseniz dışından
ne numarası okunuyor, ne de rengi belli.
işte gene vakit geldi.
geçen sene de söz vermişti gelmemişti.
bu sene gelirse eğer
güneşle beraber gelecek.
çalacak kapımızı, ben geldim diyecek.
sen, ben ve diğerleri
kapıya doğru bir adım ileri.
dinleyeceğiz dışarıdan vurulan renkleri
ve anlayacağız ki
beklediğimiz umut nihayet geldi.
geçen senede söz vermişti
ama gelmemişti.
en güzel renklerle süsleyecek kapımızı
sen, ben ve diğerleri
yeni aşklarla ve sıcacık
karşılayacağız yeni yılımızı.
sonra hep beraber ve el ele
yan gözle bakıp kapının
paslanmış anahtar deliğine
taze bir heyecan gibi cesaret dolu
yürüyeceğiz hep beraber
yarınlara doğru.
işte bu kez vakit sahiden geldi.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:17 AM
Yerlerde kaldı düşler
bir geminin arka güvertesinde;
hem köpükleri izleyecek
hem martıları bekleyecektik.
geldikleri zaman, onlarla
beraber uçacaktık.
istanbulun en uzak sahilinin
en sessiz köşesinde;
bu kez dalgasız denizlere
şiir yazacaktık.
Işıklar yanacak,
beraber kalkacaktık.
yani bir bütün yaşam için birbirimize
belki çok şey anlatacak
ama hiç konuşmayacaktık.
bir geminin arka güvertesinde;
bir düş gezginliğine hasret giderecektik.
umutlarımızı yerlere
dökeceğimiz hiç aklımıza gelmemişti
bu kadar yakınken
yarınlara……….
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:18 AM
Yeşil
ben yeşili gözlerinden tanırım.
onun için ormanlarda
başka türlü soluk alır,
bütün yangınlarımda
orman rengi yanarım.
ben yeşili iyi tanırım.
sigaramdan;
son bir nefes çeker gibi,
üflerim ciğerlerimi gökyüzüne
dökülürüm
yapraklanıp sahillerine.
yağmur olur
yosun rengi yağarım üzerine.
ben yeşili iyi tanırım.
yeşilde beni çok iyi tanır,
kendisini nasıl sevdiğimi
gözleriyle anlatır.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:18 AM
Yeşil yeşil dalgalanmak - eleştiri notları
İki kekeme konuşuyorlarmış.
Biri:
- Eee...na...na... nasıl... nasıl...sın... ba... bakalım, diyormuş.
Öteki de:
- İyi...iyi... iyiyim... sen... sen... na...na... nasılsın... ba...ba... bakalım, diyormuş.
Derken adamın biri, kekemelerden birine yolu sormuş. Kekeme, hiç kekelemeden:
- Önce biraz ilerden sağa sapın, demiş; sonra da doğru yürüyün...
Öteki kekeme, öfkelenmiş dostu kekemeye:
- Ulan... ulan... sen... sen... be...be... benimle... dal...dal... dalga... dalga mı, ge...ge... geçiyor... geçiyor... geçiyorsun, demiş.
Düzgün konuşmasını da beceren kekeme:
- Yo...yo... yok, demiş; ben, ben... yo... yolu... yolu... so...soran... soranla... dal...dal... dalga... geç... geçtim... sa...sadece...
Yaşamları boyunca deniz'in mavisinden gelen tuzlu suların estirdiği rüzgarları saçının tellerinde bile hissetmemiş olanlar akılları ve çapları ölçüsünde ama herşeyden öncede kendi beklenti ve hesapları uyarınca toplumun her kesimi ve beklentileri ile dalga geçmeye bayılıyorlar. Bu davranışlar elbette inançların pozitif kapılarını kapatıp, inanmamışlığın inatçı arka kapılarının yolunu tek yön olarak olarak gösteriyor ve elbet başımızdaki çok sayın büyükler ilk sırada olmak üzere hepimiz bir şekilde bu sofradaki kırıntılardan pay alıyoruz. Sonuç işte kaos karşılığına kendi dillerinde yer ayıran sözlüklerin ilgili bölümlerine yeni sayfalar eklemeye kadar varıyor. Kalitenir sırtı, şirazeden yakalanıp yeşil çimenlere vuruluyor .
Bu dalga geçme hevesinin kişi egosu ile bütünleşmesi önce konuşma dillerindeki avam ağızları; olmaması, konuşulmaması gereken kürsülere taşıyor ve elbette karşılık görmek içinde anında müşterisini oluşturuveriyor kapı önünde. Tabi dil avam yada bizdeki karşılığı ile mahalle ağzına böyle simultane çeviriyle kulaklarımıza dolacak şekilde yankılanınca 'imam yellenirse, cemaat....' özdeyişide medyanın sayfa ya da ekranlarında ve her kıraathane masasında ayrı ellerin pişti kağıdı olup oda düşürüveriyor sırtını bu kez yeşil çuhaların üstüne. Böylece sırtımızı yeşil çimenlere olsun, yeşil çuhalara olsun yeşile dayamaya başladığımız ve alıştığımız andan itibaren de 'yeşil yeşil' bakmaya başlıyoruz 'yeşil yeşil' otlanırken.....
Mesela Gül ve Babacan; AB için yol haritası çiziyorlar ve bunu ortak toplantıda açıklıyorlar. Esas yol haritasının AB'nin kadastro uzmanlarının çizdiğini unutturmaya çalışarak dalga geçercesine....
Mesela Arınç, sivil ve dindar cumhurbaşkanından neden rahatsız olunuyor, anlamıyorum diyebiliyor. Sanki esas rahatsız olunanın sivillik ve dindarlık olduğunu herkesin gönlünden üniformalı bir ateistin geçtiğini söylemek ister gibi dalga geçercesine....
Mesela Başbakan; Cumhuriyet tarihinin en büyük sivil gösterisi için; onlar 81 vilayettin bindirilmiş kıt'alarıdır diyor, gülüp geçiyor (bunun için bir benzetme yapamadım, çok düşünmeme rağmen aklıma gelmedi) ....
Şubat'tan bu yana; sekiz tane vatan evladı kanalizasyon çukurunda can vermiş ve vermeye devam edecek...
Kırk kişi kapasiteli otobüs, içindeki altmış yolcusu ile sabahın köründe kör gibi bir kamyonla kafa kafaya tokuşuyor, içindeki yolculardan yarısının cansız bedenleri yollara seriliyor.
Evinin balkonunda oturan yaşlı bir kadın; aslanlar aslanı bir babayiğitin kutlama heyecanını taşıyamayan silahından çıkan mermilerle orasından, burasından vuruluyor.
Bir milletvekili bayanımızın çantası, kendisinde olduğu sırada arabasının içinden gasp ediliyor kapkaçcı maratoncularımız tarafından.
Hüsnü Şenlendirici bey kardeşimiz (ki kendisi yeni ilahlarımızdan olur) kayınbiraderi tarafından evinde dövülüp, ağzı burnu kırılıyor.... İnternet sitelerinin mahkeme kararlarıyla erişim özgürlüğü engelleniyor.
Ve (lafı fazla uzatmamak adına) son olarak mesela bu günkü bir haber: Adıyaman'ın Kahta İlçesi'nden türbe ziyaretinden dönenleri taşıyan yolcu otobüsü, akli dengesi bozuk bir kişinin şoföre müdahale etmesi sonucu kontroldan çıkarak, TIR ile çarpıştıktan sonra şarampole yuvarlandı. Kazada biri kadın 2 kişi hayatını kaybederken, 10'u ağır 44 kişi yaralandı.....
Hadi, bunlarlada dalga geçelim, hazır güneş üstümüze doğmuşken...
Allah cümlemizi korusun...Dalga geçilmeyecek kadar denizlerden uzak bu yaşam içinde dalgalarla boğuşa boğuşa telef olmaktan.....
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:18 AM
Yeşilçam'lı veremli çocuk
kristal ruhlu şamdanlarımdan
bütün kafiyelerim düşmüş
ama ben ayaktayım.
sapasağlam.
toleranslarımın adı vurdum-duymazlık.
tüberkülozum;
soluğumdan çığlıklar kaçırıyor
yangın of yangın.
hepsini ellerimle
kan rengine buladığım.
…….
“sanma ki şimdi bir hastanenin
bembeyaz koğuşunda
ve ölüm sessizliğimdeyim.
penceremden çam ağaçları
gene de görünüyor ama
ben hala sensizliğin derdindeyim.”
……..
çare yok, kapanmadan gözlerim
düşecek; kendini bilmeden
beyaz çarşaf üstüne ellerim.
bir hemşire görecek önce,
buğulu gözlerimi kapatıp benim yerime
başını ellerinin arasına alacak.
sana yazılmış mektuplarımı da
senden önce o bulup, okuyacak.
………
“bak işte en içli romanın
kahramanı yaptım kendimi.
belki anlarsın en sonunda ruh halimi,
vazgeçerek inadından
döner gelirsin geri.”
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:18 AM
Yeşili seven yapraklar
“yeşili sevenler bir adım öne çıksın”
diye bağıracak
gök gürültüsü sesli bir adam.
yüksek perdeden…
birkaç tane yaprak
sessizce ses verecekler,
canları acıyarak,
ağaç dalları arasından;
“biz buradayız bekliyoruz işte”
diyecekler.
kış gene borusunu öttürmeye,
devam edecek
bahar gelmeden.
sonra kendi halinde
güzel huylu bir fırtına,
kıyametleri kopartma
rolünde esecek.
inci taneli yağmurlar
sel olup akar gibi
alkış tutturacaklar
çorak ve susuz ellere.
belki bembeyaz güllere
sarılacak tüm doğa.
ve bir gece olacak,
ay doğacak en sonunda.
sabahı kucaklayan
uyku kokulu çocuklar,
güneşle birlikte görecekler
bir sabah,
taze bahar açmış dalları.
soracaklar annelerine
küçücük parmaklarıyla
işaret edip
“anne, yeşil yapraklara neler olmuş”
diye.
olan bir şey yoktu oysa.
yeşil yapraklar
yeşili seviyorlardı sadece.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:18 AM
Yıldızlar gelirse aklıma
sana merhabam giderek azalıyor,
biliyor musun.
cılız bir mevsim çiçeğini
koklar gibiyim.
ne zaman,
hangi köşede çıksan karşıma
daha dün neredesin diye
sorar gibiyim.
artık tek kişilik yaşamaya alıştım.
bakmıyorum
kapıma gelen adım izlerine,
tüm kokularını saldım
penceremden baktığım
akşamüstlerine.
yalnız alıyorum soluğumu,
çok mutluyum hem de.
ancak, yıldızların baskını geliyor
arada sırada aklıma
sadece onlar geliyor.
bir dizi gerdanlık gibi
yüreğine sarıldıklarında
mutluluk resmi olup gülüşün
geliyor aklıma.
o bakışlar…
onlar da olmasa hani
hiç bahane bulamayacak ki
gözümden akan yaşlar.
anlıyor musun,
yoksa sende ağlıyor musun.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:18 AM
Yıldızlı rüyalar
yıldızlar akmalıydı avuçlarıma
yıldız yıldız çeşmelerden
gölgeli bir mendil korumalıydı başımı
güneşin ateşinden.
yüzümü yıldız yıldız, yıldızlarla yıkasaydım
yıldızların saklandığı geceden
uykularım alıp başını gitseydi, gözlerimden.
tanımadığım bir bahar açsaydı yüreğimde
yıldız yıldız adı sen olsaydın
nefesin alsaydı karanlığımın yerini
yıldız gibi ışısaydın.
sakin denizlerde kaydırsaydık yıldızlarımızı
kırlarda koştururken çocukluklarımızı
gölgeye yıldız yıldız düşseydi rüzgar
çapı en geniş çembere sığdırsaydık ikimizi
yıldızları yaksaydık mum yerine
oturmamış ne varsa yaşadıklarımız içinde
yıldız yıldız yerleştirseydik gökyüzüne
ve son güneşin altında terimi sana akıtsaydım
yıldız yıldız damlayarak
bir rüya gibi uyansaydım, ağlayarak.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:18 AM
Yırtılmış bir sayfadan köy manzarası
yüreğinde;
ilkokula yeni başlayan çocuk temizliği ile
bir resim yap gönder bana
güneş olsun içinde.
doğsun şöyle her sabah benim üzerime
başı sivri dumanlı dağlardan,
yemyeşil tepelerden.
beyaza boyanmış evlerin
kırmızı çatılarına bir de.
aldırma sen mevsimin yaz olmasına
her evin bacasından
duman tütsün gene de.
bir resim yap gönder bana.
incecik bir dere kıvrılarak aksın
uzun boylu yeşil ağaçların arasından.
unutma bir de ördek olsun mutlaka
üzerinde yüzen
yeşilbaşlı ve mutluluk bakışlı.
kız çocukları ip atlasın,
erkek çocuklar kovalamaca oynasın.
coşkulu kahkahalar bütün sayfaları yırtıp
yeryüzüne yayılsın.
eğer kalırsı elimizde bir sağlam sayfa
bizde ona şehirlerin resmini yapalım.
yüreğimizi bütün gözlerden saklayarak.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:18 AM
Yine sen
saçının tellerine tek tek dokunuşum,
adına yaktığım türküye,
senin için saz çalışımdır.
çiçeklerinin kokusu içime,
göz yaşların gözlerime dolarken.
başka ne bir ses gelir kulağıma
ne yalnızlığım düşer aklıma.
seni düşünürken.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:18 AM
Yirmidört saat umut
güneşin doğuşu ol,
kimseler uyanmadan
ağaç dalları arasından
ilk önce ben göreyim yüzünü.
zaman kadranında akan damarlarımdan.
tik tak, tik tak, tik tak
sonra yorganıma daha sıkı sarılarak ….
güneşin batışı ol,
kimseler anlamadan
ağaç dalları arasından
en son ben göreyim yüzünü.
gene yarın olacak diye umuda sarılarak
tik tak , tik tak, tik tak
zaman kadranında yanan damarlarımdan.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:18 AM
Yokluğunda pazar güneşi
farkında mısın hep böyle batar,
yorgun günlerde akşam güneşi
önce karşındaki dört duvarın döner,
alacadan batık sarıya rengi
oturduğun koltuğa dökülür,
tiryaki bir sigaranın son külü
farkında mısın hep böyle batar güneş,
haftanın her son günü.
sen yoksan hele yanımda.
elindeki gazete mükerrer okumalardan
tam öncesindedir ağır yangınların
ne sıraları kalmış sayfalarının,
ne çözülmemiş bir kare bulmacasının
zamanını şaşırmış öğle yemekleri,
üzerinde öyle bekler yer sofrasının
farkında mısın hep böyle batar güneş
gider gibi ardından bir haftalık acıların.
sen yoksan hele yanımda
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:19 AM
Yol arkadaşı
kenar mahallelerde yoksul çocuklar
çöpe atılmış havuçları toplar,
manav dükkanlarından....
ve ellerini sokarlar
ölü bir göz gibi kendilerine bakan
ateşi çoktan unutmuş sobanın içine.
yanmamış iki kömür parçasını
acaba bulabilir miyiz diye.
kenar mahallelerde yoksul çocuklar,
kar yağınca sokaklarına
kardan adam yaparlar.
kömürlerden kara kara göz,
havuçlardan kırmızı burun takarlar..
yoksul çocuklar,
dört mevsim kar kalkmayan sokaklarında
kardan adam yaparlar
kar yağdığını görünce.
eriyip giderken yaşamları içinde
yol arkadaşı olsun kendilerine diye.
yoksul çocukları ısıtacak güneş doğmamıştır
eriyip giderler,güneşi gördüklerinde
yaptıkları her kardan adam ile beraberce.
kar hiç kalkmaz sokaklarından
yaşadıklarını sanırlar sadece
kar yağışını her yeniden gördüklerinde.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:19 AM
Yol yorgunu kaçakları
“günübirlik doğardı aydınlıklarımız
yetişkin çiçeklerimizin üzerine,
kırağılarda şavkırdı sabah olduğunda.”
yolumuz çok ama çok uzundu,
biz kestirmeden gidiyorduk
yıldızlardan ses çıkmıyordu
doğru yoldayız sanıyorduk.
gecenin dondurulmuş ayazı içerimize
çıyan misali dikiyordu gözlerini
biraz daha yaklaşıyorduk ölüm gibi
bedenlerimiz birbirine siniyordu.
tek başımıza ve çok uzun yoldaydık
bir gölge oluyor, öyle yürüyorduk.
ay, cömert ama kuşkulu ışıklarını
baykuşların gözlerine saklamadan
arkamızdan sallıyordu üzerimize.
çekinmeden, korkmadan.
imzalarımız taşlı yollara
ve dere-tepe düzlere dökülüyordu.
dönüşü olmayan bir yolda
dönüşte kaybolmamanın
hesaplarını yapıyorduk.
biz, adını bilmediğimiz bir denize
kestirmeden gittiğimizi sanıyorduk.
anlamıyorduk ki;
gittiğimiz deniz ayaklarımızın altındaki
ucundan sivri buz tanecikleriydi.
kanıyorduk ama aldırmıyorduk.
hangi uçurumun dibindeyiz şimdi
el ele tutuşmuş, uçarcasına.
anlatılmaz bir masalı dinler gibi
hangi aydınlık aydınlatacak
boynu kırık çiçeklerimizi …
bir çobanın yanık türküsü bu, duyuyor musun
sen gece misin, yoksa yol yorgunu musun.
haydi sarıl yorganına bir daha dön.
dön bir daha, kandilde yağ bitmeden
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:19 AM
Yurttaşı olmak Ahmed Arif'in
Burası senin yurdun lo.
Ayağımda, yüreğimde, beynimde prangalar.
Kaçmak isterim, kaçamam.
Sevmek isterim, sevemem.
Düşüncesi bile ne güzel hürriyetin.
Bembeyaz kanatlarında dansetmek güvercinlerin.
Kaçmak isteyip de kaçamadan,
Sevmek isteyip de sevemeden.
Ama olmuyor işte, olmuyor
Ne kadar istesende.
Ayağımda, yüreğimde, beynimde prangalar.
Bindirilince üst üste,
Sabah olamıyorsun köy meydanında,
Halaya duramıyorsun el ele,
Saçları sarı mı sarı, gözleri mavi
Bir güzeller güzeli ile.
Burası senin yurdun lo,
Burası benim yurdum.
Ne güzel şey her şeye rağmen
seninle yurttaş olmak,
Seninle aynı prangaya vurulmak
Düşüncesi bile ne güzel hürriyetin.
Bembeyaz kanatlarında dansetmek güvercinlerin.
Kaçmak isteyip de kaçamadan,
Sevmek isteyip de sevemeden.
Ama olmuyor işte, olmuyor
Ne kadar istesende.
Ayağımda, yüreğimde, beynimde prangalar.
Bindirilince üst üste,
Sabah olamıyorsun köy meydanında,
Halaya duramıyorsun el ele,
Saçları sarı mı sarı, gözleri mavi
Bir güzeller güzeli ile.
Burası senin yurdun lo,
Burası benim yurdum.
Ne güzel şey her şeye rağmen
seninle yurttaş olmak,
Seninle aynı prangaya vurulmak
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:19 AM
Yüksek gerilim hatları
demek içimdeki o garip boşalmanın nedeni buymuş işte
tam üstümden yüksek gerilim hatları geçiyormuş
sen biliyordun belki ama bana hiç söylemedin nedense
tam üstümden yüksek gerilim hatlarının geçtiğini
beynimi besleyen damarlar gibi yüreğimi besleyenlerde
üstümden geçen yüksek gerilim hatlarına bağlıymış
ne zaman alınıp benden takılmışlar haberim olmadan
üstümden geçen yüksek gerilim tellerinin yerine
demek içimdeki bu kendimden geçmişliğin tek nedeni
tam üstümden yüksek gerilim hatlarının geçmesiymiş
ben niye böyle oluyorum, nedir bendeki farklılık derken
üstümden yüksek gerilim hatlarının geçtiğini bilmeden
senden vazgeçmek sanıyordum, kaybetmek yani seni
üstümden geçen yüksek gerilim, alçak gerilime dönünce
meğer enerjimin akmasıymış olduğun yere, benim gibi.
trafonun kapısında hiç bilmediğim bir işaretten korkuyorum
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:19 AM
Yüksek hayaller
çatı kenarlarından başlıyorum çizmeye
ya da uzaktaki dağların doruklarından
belki orman ağaçlarının en üst dalından
en yükseklerden başlıyorum çizmeye.
zümrüt yeşili çağlayan hayallerimi.
çocuklar gülerek bakıyor pencerelerden.
geniş ve parlak bulvarların ışıklarında
belki en yüksek binaların en üst katında
kimbilir, zeus un oturduğu tanrı dağında
en yükseklerden başlıyorum çizmeye
gök mavisi dalgalanan hayallerimi.
insanlar sevgiyle selamlıyor birbirlerini.
…….
yüksek oktanlı kalemini almış eline
bir çocuk düşünün işte dalmış hayallere
açmış bütün kilitlerini, kilitli kapıların
neler düşlemişse onu vermiş sevdiklerine
daha ne gelmişse aklına verilecek güzelliklerin
insanlar, canlılar ve bütün bir dünya için
başlayıp en yükseklerden öyle çizmiş hayalini
her akşam güneş gülerek kapıyormuş gözlerini.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:19 AM
Yürekte bir kırlangıç
uçurum ellerimde
aklıma sarp yamaçların gelir birdenbire
uçurumu gökyüzüne kaldırırım, dağlar olur.
dağlarımda kekik kokar, menekşeler açar
dilimde düşülecek hasretten korku, akar ha babam akar.
eğer öleceksem şimdi derim, dağlar gibi ölmeliyim
doğmadan üzerime bir başka bahar ….
bir yudum su gibiydi dudaklarım, güneş yanığı
kırlangıç kuşu uçar içerimde
mevsim eylüldür, göç yollarımda kılavuzdur
bir kaçağın tuttuğu aynadan güneş düşer kanadına
nasıl aydınlık olur anlatamam, anlatmaya çalışsam da
şimdi bütün kapılarının tutulma zamanıdır yüreğimin
beynimde kan deposu, giriş çıkış yasaklanmış
artık hiç yararı olmaz ki düşündüklerimin …
namlunun içinde son mermi, bir ileri bir geri
gece vurur *******imin içine
kırlangıç, kanadını son kez çırparken yüreğimde
geceyi gökyüzünden koparsam, günü yakalayamadan.
boşluklarımda susuverse karanlıklar, çığlıksız.
olmuyor desem çıkarsam başımı dışarı, yuvarlanıp düşeceğim
uçurumun tam dibinde ve ellerinden en uzak
kendi halimde ve anlatılmamış bir ölüm gibi öleceğim …
isyan beynimden taşmış, yollarım yaprak denizi
ve sen, düşlerimde
inat mahmuzu sürer gibi atını dört nala üzerime
bu mağaranın yazılmamış duvarlarında okunmamış çizgiler
yarının tarihine boş satırlar olup düşmesinler
şimdi yanmakta son çobanın ateşi en derin vadilerde
körebesi soyunmalar gibi bir kavalın nefesinde,
dinle bak, ilk yaprakların sesi bu sevişirken sabah esintisiyle …
fırtınalar bile bilmiyor ki şimdi nerede saklanıyorum
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:19 AM
Zamana ait cinayetler
hamuru cam kırıklarıyla harmanlı
ince dilimli taze ekmek.
yer sabah kahvaltısı masası
ve takvimlerin ilk günü.
“masanın altında yatıyor ince uzun bir ölü.
ilk seyrettiğimiz filmden kalma
iyi hatırlıyoruz o yakışıklı aktörü.”
benim bir yanım deli rüzgar
diğer yanımdan bir başka rüzgar eser
çocukluk meyhanelerimde kalmayım
kötü havalardayım.
sanıyorum ki;
avuçlarımda sıktığım her yürek dokulu
el kokusu
aynı baharın ilk açan dalı olacak.
benim bir yanım limansız gemi
diğer yanımda geminin en uzun direği
dilimizde o bildik İstanbul türküsü
aşıkların yüreği meselesi
anlıyorum ki;
peşine takıldığım her ince belli bir güzel
derin çizgili
bir yazı olarak bana geri döner.
içtiğim her kadeh şarapta
biraz daha büyüdüğüm
kimsenin bilmediği o danslarla
ortalarda döndüğüm
çok bana özgü.
sonralarının kızıl boyalı yürek yangını
ve vurulup düşmek gibi
bir akşam üstü.
derin çizgili.
“masanın altında yatıyor ince uzun bir ölü.
ilk seyrettiğimiz filmden kalma
iyi hatırlıyoruz o yakışıklı aktörü
çok iyi hatırlıyoruz onu öldüren derin çizgileri”
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:19 AM
Zamanın altında randevu
haydi seni şimdi davet ediyorum.
cebimdeki son parayla satın aldım
meydandaki saat kulesini.
saçımı ellerimle taradım
seni onun tam altında bekliyorum.
yakamda kırmızı bir karanfil olacak
bakma belki ayakkabılarım boyasız
yakası kirlidir gömleğimin.
ama günü geçmiş bile olsa
elimde mutlaka bir gazete olacak.
sadece tanımış gibi bir gül yüzüme.
küçük adımlar olacağım yanında
koluna girmiş yürürken.
saçlarını koklarken belli etmeden
hiç bakmayacağım inan ki gözlerine.
haydi seni şimdi davet ediyorum.
uzun ve molasız bir sevda için
kuru hayal, uykusuz düşler için.
ama yaşamak için be gülüm
beraber yürüyebilmek, işte onun için.
haydi seni şimdi davet ediyorum.
saat kulesinin tam altında bekliyorum
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:20 AM
Zamanın bulanık geçitlerinde
piyanosunun başında sırtından bıçak yemiş bir piyanist:
güzel zamanların en seçkin melodileri dolacaktı kulaklarımıza
teskere muhteviyatı böyle olsun diyecektik sonraki zamanlara
derken rüzgar gibi bir takvim kuşu uçup geçti yanımızdan
notasız melodilerin sessizliğini dalgalandırarak kanatlarından
şimdi soğuk kesiği yalnızlıklarımızın duman altı zirvelerinde
içinden notaları çalınmış melodileri dinliyoruz
yetimhane pencerelerinde
………..
yazdığı kitapların tüten dumanında elleri üşüyen bir yazar:
gökkuşağına yazılı satır aralarında gezecektik sonsuz öykülerin
çocuklarımız isimlerini ezberleyecekti tek tek, kır çiçeklerinin
derken şimşek alevi bir karanlık, çakıp gözlerini uçtu havalara
içi is kokulu sayfaların anlamsızlığını saplayarak bakışlarımıza
şimdi birbirini düğümlemiş yollarımızın açılmaz geçitlerinde
silinmiş yazıları silinmez gölgelerinden okuyoruz
yoksulluğun ateşlerinde
………….
ilk adımlarını attıkları sakin şafakların adını bilmeyen çocuklar:
dinlediğimiz ninnileri unuttuk, okuduğumuz kitapların adını da
notalar savruldu bir yana, kahramanlarımız düştü sokaklara
derken gizli eller giydirdi cümlemizi, öncesi biçilmiş kumaşlar
sonrasına kalan zaman kuytusunda kilitli, insanlık sesli çığlıklar
şimdi hiç korkmadan tırmandığımız yelkenlerimizin direklerinde
rüzgarı doğuran güneşin gözlerinin içine bakıyoruz
tüm öğretilenlerin aksine
……………
boş gözlerle bakmayı sürdürdükçe gündoğumuna
tam kendisini yaşarız günbatımının, yaşadığımızca
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:20 AM
Zamanın durduğu an
kadranımda hem akrep oldun
hem yelkovan.
birde gönül köşkümün balkonuna
yolunu kaybedip düşen
bembeyaz güvercin.
işte o zaman,
durdu zaman.
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:20 AM
Zamanın erken hali
her ölüm erken ölümdür denir.
her doğum erken doğum değil midir.
bugün doğsaydım ben mesela
yarın bugünkü ben mi olurdum hala.
hiçbir kimsenin avucuna sığmaz,
olmayacak fırtınalar üflerdim nefesimden.
bugünkü gibi oturduğum yerde ağlamaz
yakınmazdım çaresizliğimden.
her ölüm erken ölümdür denir.
her doğum erken doğum değil midir
Cevat Çeştepe
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:20 AM
Zar sesli, zor sokaklar
ben bu sokağı çok iyi tanırım.
yaşamım ile ilk kumarımı
bu köşe başında oynamıştım,
ve onu satın alabileceğim son parayı
burada, gene ona kaybetmiştim,
şu apartmanın
hemen girişindeydi yerim,
sırtımı duvara dayamıştım.
çok iyi tanırım ben bu sokağı.
ilk attığımız zarları,
ne kadar dürüst sallamıştık oysa.
kaybetmek;
demek en baştan bana yazılmıştı
yaşayıp öğrendiğim oyun buysa.
şimdi nem ve yoğun sis yazıyor,
derecelerin göstergelerinde.
yakalarım onun için,
devamlı yukarı kalkıyor
ve bu sebeptendir
ellerim devamlı cebimdedir.
her soluk verişimde çıkan bu buhar,
içimdeki ateşten yükseliyor.
oysa tenimde bütün hücreler
donuyor biliyorum.
çırılçıplak boy fotoğrafımı asıyorum
sokak tabelasının üstüne.
bir sabunu avuçlarımda koklayacak kadar
kirliyim sadece.
bu akşam gene buradayım işte.
gene gözlerim,
bu sokağın kedileri ve köpekleri ile
aynı çöp tenekesinde.
yaşamımım son kumarını oynayacağım
burada yaşamımın kendisi
ve gene olabildiğince dürüstlüğüm ile.
bu kez sırtını o dayamalı duvara,
gene aynı apartmanın
aynı kapısında.
kaybedecek olan belli, benim nasılsa
GooD aNd EvıL
08-13-2008, 11:21 AM
Zıt
Biz seninle olamıyoruz.
Ben Arktika’yım, sen Antarktika.
İkimizin de elleri buz.
Ben doğu’yum, sen batı.
Her ip çekme oyununda
Ortasından kopartıyoruz halatı.
Biz seninle olamıyoruz.
Ben katot’um, sen anot.
Cevat Çeştepe
vBulletin® v3.8.11, Copyright ©2000-2025, vBulletin Solutions Inc.