Giriş

Tam Sürümü Görüntüle : Cevat Çeştepe


Sayfa : [1] 2 3

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:38 AM
Aceleniz neydi çocuklar

biriniz sessizlik oldunuz , diğeriniz gece
oysa film bitmemişti daha
neydi çocuklar bu acele.

aşkımızın üstüne yağmur yağdığı günlerde
liman kentinde kaybolan kızları arayacaktık
yüreğimizin zindanından beraber çıkıp,
yaz oyunu oynar gibi susuzluğumuzu paylaşacaktık.

güneş tutulması ile başlayacaktı yolculuklarımız
olayların tehlikeli dizilişini tersine çevirecek
cinayeti gördüğümüzü kimselere söylemeyecektik
macerayı, macera gibi kendimizden bilecektik
bir yaz gecesi gülümsemesi konacaktı dudaklarımıza.

şimdi ben; aynadaki gibi yalnızlık girdabındayım
sanki çok kuzey gibi soğuk, Akdeniz gibi yanmaktayım.
elimde üç, dört belki de yedinci mührü yemiş
içinde yaban çilekleri saklı, kapalı bir dosya,
bir intihar öncesi gibi bekliyorum
yaşamın kıyısında.

biriniz gece oldunuz, diğeriniz sessizlik
kamera durmadan, boşa dönmeye başladı makaralar
aceleniz neydi çocuklar.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:39 AM
Açlık sardı dört yanımı

bulunmaz dokulu kumaşlar akar
gözlerimin önünden,
kutsal nehirler olur,
gider okyanusa dökülür.
bombay’da bir çocuğun
cam keser bileklerini
ekmekler fırından çıkmadan daha.

dayanılmaz sıcak yaşar ölüm.
karnında tüm insanlık.
doğum yapacak
bir anne gibidir çocuk
gözleri kocamandır,
bacakları incecik.
afrika’nın doğusunda
güneşten çok önce doğar açlık.

gökkuşağı parlar kötürüm bir renk.
tohumlarında zehir yanar
yokluk kokulu başakların.
ve ben topal tahtında
tok saltanatımın,
anlatılmaz açlık çekerim
iki büklüm ve kıvranarak.
ne bir nehir akar gözümün önümden
ne de bir güneş doğar
hiçbir yönümden…

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:39 AM
Adam olamayacak çocuklar -düz yazı

Küçücük salonlara sıkıştırılmış üçlü, ikili, tekli koltuklara sıkış-tepiş sıralanmış komşu bey amcalar, hanım teyzeler karşısında şov başlamak üzeredir. Ev sahibinin erkek sesi net ve gayet ciddidir.

– Hadi bakalım oğlum, göster amcanlara, teyzenlere pipini.

Acemi ve küçücük eller ayaklarındaki pijamayı anlamsız ve duygusuzca aşağı doğru indirirken ev sahibinin erkek sesi biraz gevşemiş ama çokça gurur yüklenmiş tonuyla devam eder.
– Bakın benim oğluma.

Küçük salonun içindeki hanım teyzeler biraz sözde utangaçlık rolünü, aynı oyunda defalarca rol almış olmanın ustalığı ile başlarını sağa, sola yada aşağıya bazen de tavandaki avizeye doğru çevirerek oynarlarken aynı salonun içindeki bey amcalar koro halinde homurdanırlar.

– Yaa maşallah, bu ne böyle, ne canlar yakacak bu oğlan kim bilir.

Eğer aynı salon içinde ileride çok canlar yakmaya, pipisine maşallah çekilen çocuktan üç beş sene daha yakın olan erkek çocukları varsa onların manzarayı seyrederken hissettikleri tek duygu küçümsemedir.Ve belki de o salon içindeki tek gerçek ve dürüst duygu bu üç-beş yaş daha büyük erkek çocuklarının o andaki duygularıdır. Çünkü onların hayallerindeki şekiller daha da belirginleşmeye yüz tutmuş, ele avuca gelmeye başlamıştır. Ve bu hayallerini gerçekleştirme günleri pipi-şov çocuğundan daha yakındır.

Ev sahibinin şovla gurur dolu geçen günleri çok çabuk sonlanır. Nedense çocuklar çok hızlı büyümektedirler ve pipi-şov çağını da üç ay önce alınmış yeni ayakkabıların ayaklara küçük gelmesi nedeni ile eskiciye verilmesi gibi kısa bir sürede atlatırlar. Hadi iki numara büyük alalımda seneye de giyer numaraları bu şov için geçerli değildir. Şov bitmiştir bitmesine ama bu kez cendere, erkek çocuklarının cinsiyet kaymalarını önleyecek bir denetim şeklinde gene baba sesiyle sıkıştırmaya başlamıştır.

- ne gülüyorsun öyle karı gibi! ….. Sen kız mısın, ne işin var mutfakta, hadi bakalım doğru sokağa, dolaşma öyle ayak altında ! .... Biraz sert bassaydın basacağın yere düşmezdin, öyle kız gibi yürürsen olacağı bu işte! ......

Böylece büyütürüz erkek çocuklarımızı ve yürümesini, yüzmesini öğretemeden uzak sokaklara, derin denizlere salarız. Hem de bizim adımlarımızın yetemeyeceği kadar uzaklığı olan sokaklara, inemeyeceğimiz kadar derinliği olan denizlere …

Böylece başlamış olur aynı annelerin karnında büyüdüğümüz kız çocuklarını küçümsemek, ciddiye almamak ve kendimizden daha aşağı katlarda oturmaya mahkum etmek.

Bugün kadınsız kahvelerin bu kadar bol müşterisinin olmasının nedeni işte “göster amcanlara pipini bakalım” şovları ile başlayan bu sürecin sonucudur. Ağır bir zehir tabakasının göz-gözü görmez dumanı altındaki zar şakırtılı ve izbeye sığınmış, saklanmış hayatlar taze çiçek kokusundan yoksun bir yaşamın müebbet mahkumlarıdır. Üretkenlik sıfırdır, tüketkenlik ise kendi yaşamını, sigarayı ve zamanını saymazsak sıfıra çok yakındır. İşte boşuna geçen hayatların bir başka açıdan bakıldığı zaman sözlük karşılığı budur.

Erkek çocuklarını böyle büyütürüz de kız çocukları için farklı bir model mi uygularız. Elbette hayır. Orada kalıplarımız daha bir sıkıcı, daha bir açılamaz kilitlerin altındadır. Uzaklaşma, saklanma, aman hanım-hanımcık ol öğütlemelerinin ardından karşı cinsten bütünüyle kopup korkacakları en ağır darbeyi “sen kızsan, kızlığını bil, ona göre davran” fetvası ile indiriveririz at kuyruklu, rengarenk tokalarla süslü o dünyalar güzeli kafalarının üstüne. Kız çocuklarımızı da böylece büyütürüz ama onları uzak sokaklara, derin denizlere salmak yerine, ellerinde gelen komşu teyzelere çay servisi yapacakları tepsiyle salon kapılarının önüne dikeriz. Onlardan gelen iltifatlar ise kendi yaşam çizgilerini belirlemek yerine, istemlerinin dışında bir yaşama kendilerini programlamak adınadır.

- Maşallah, bak göğüsleri de büyümeye başlamış, çok canlar yakar bu kız çoook...... Okuyup ta ne yapacak işte. Yediği önünde yemediği ardında, okuyanların ne olduklarını görüyoruz
– İnşallah hayırlı bir kısmeti çıkarda …

Böylece kız çocuklarında da cam arkasından hayırlı kısmet bekleyerek sosyal yaşam içinde yer alamamak, onun gelişime katkı sağlayan olanaklarından yoksun kalmak süreci başlamış olur.

O çıkması beklenen hayırlı kısmet, gün boyu oturduğu kahveyi bir akşam erken terk edip çıkan bir zamanların pipi şov çocuğu olacaktır ve sokakta dalgalana dalgalana yürürken bir perdenin çekilmesi anında evin hanım hanımcık yetiştirilmiş kızıyla göz göze gelecektir. İstemeler, nazlanmalar, belli konularda pazarlıklar sonucu da evleneceklerdir, çolukları çocukları olacaktır. Ve bir akşam biz; evlerine sadece kulak misafiri olduğumuzda da içerden;

- Hadi bakalım göster amcana pipini ….

diyen bir ses muhakkak kulaklarımıza dolacaktır. Eğitimin aileden başlama süreci doğumla birlikte başlamalı. Ama bu doğru talebin atladığımız en önemli yanı babaların-annelerin eğitimleri ile ilgili olan kısmıdır. Bu nereden başlayacaktır, kimler eğitecektir, eğitilmesi istenenler bu işe nasıl bakacaklardır. Oysa sönmüş mangallarda kül bırakmasına bırakmayız ama yeniden kül bırakmamamız içinde o mangalın yeniden yanması gerekmektedir. Ve o yanan mangal çizgili pijamalı ve bir orman yangını öncesi pikniklerine kesinlikle dönmelidir ki bizden öncekiler, bizler ve bizden sonrakilerin bu konu ile ilgili yazacakları bir şey bulunabilsin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:39 AM
Adı sendin bu bulutun, soyadı intihar

bir kasırga kopsa
yeryüzünün,
gökyüzünün
çığırtkanı en bol denizlerinde
bir akşamüstünün.
martılar düşse
sahillerin vurmayan köpüklerine
güvercinler kaybetse kanatlarını
özgürlüklerde.
sen ağlamasan, ama sen anlamasan.
yeryüzü adına karanlıklara kurşun sıksak
güneşin burnunun dibinden
…….

işte tam o noktadan,
görüyorsun güneş battı batacak
birazdan.
bir deli intihar kuşu gibi salacağım kendimi
güneşin açtığı o yoldan.
önce, ölümleri parçalar gibi düşlerimden
yırtılacağım.

ardımdan gözlerim gelecek biliyorsun
ellerimi ellerinden kurtarmadan.
sonra başıbozuk bir anafor salgını belki
yakamozlar çiftleşme mevsimini yaşamadan
dolunay gibi kaybedecek içinde beni
haykıracağım.

işte tam o noktadan,
görüyorsun iki kişilik aşk ve tek fail var ortada
hükmün infazına aldırmadan
yüreğimdeki dikenli teller
güftesi bilinmez bir sonsuzluk şarkısı söyler.
ne kadar akort varsa bozulacak, o kadar
parçalanacağım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:39 AM
Afganistan toprağı

rengin, boz sarı, sapsarı toprak parçası
bir tek ağaç gölgesi bulsam da
ah çocuğum
gözlerindeki korkuya bir damla yeşil damlatsam.
dallarımdan

boy veren, verem, uzun namlu, toz toprak
toprak karnında mayınlar patlatacak
ah çocuğum
çırılçıplak güzelliklerine ne ölümler giydirecek
acılarından

yıldızlar, çok kara, ay nerede, ışık toprakta
kol gezmeye başladı ölüm ara sokaklarda, Kandahar da
ah çocuğum
sor annene, yarın nerede saklanacak bu ölüm diye.
karanlıklarından

postallarına kan doldurup içirecek toprak yoktu
kanı çekilenlere düştükleri yerlerde
ah çocuğum
sorma, ölüler neden gizlerler yüzlerini öldürenlerden diye
korkularından çocuğum korkularından.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:39 AM
Afrika' lı çocuklara umut olsun

hiç korkma çocuğum,
açlık yok, karanlık yok yarınlarda
öyle yarınlar doğacak ki yarınlarda,
yarın bile şaşıracak inan bana.
bugün bulamadığın sulara
silah namlularından karanfiller akacak,
hiç korkma çocuğum hiç korkma,
sende yıkayabileceksin yüzünü, inan bana.

hiç korkma çocuğum;
insanlık; insanlara unutamayacakları
dersler verecek, insanca.
anneler öyle sarılacaklar ki çocuklarına,
umutla ve gururla.
silah tüccarları şakaklarına
kendi namlularını kendileri dayayacak
üzerlerine düşünce senin
bu gün korkuyla bakan gözlerin, inan bana.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:39 AM
Ağaç oldular, yanmayı öğrendiler

onlar; dalları birbirine sarılmış iki kardeş ağaçtılar.
bir fotoğrafın tam ortasında
yemyeşil gülerek ve dimdik ayakta durmaktaydılar.

dünyanın bütün nehirleri aynı renk akardı aynı denizlere
ama onlar bu ağaçların yanında yer almazdı resimlerde
topraksız dağlar ve suyu çekilmiş göller gibi
güneş çarpmış gökyüzünün, saklanırlardı içinde .

onlar; gölgesinde kaval sesi dinlemeden çobanlar
bu fotoğrafın çok öncesinde
bir kanat sesinin taşıdığı iki tohumdan doğmuştular.

göç zamanı yorgunluğuydu,bir solukluk kondu dala
tohum salma bayramının coşkusundaydı orman.
yeni hayatlar dönerken göçmen kuşun etrafında
iki yavru fidan düşmüştü kanatlarına, farkında olmadan.

onlar; kendilerini bozkıra taşıyan bu kuşu anne bildiler.
bütün fotoğraflarının içinde
annelerinin göç zamanını, kanat sesini beklediler.

her yangın rüzgar olup bütün yönlerden esmeye başlardı
kırmızılar yeşilleri en derin uykularında yakalardı
ne bir kaçan olurdu yarına, ne yaşamın sesini taşıyan
göç mevsimiyse üstelik, göz yaşı kalırdı tek başına ağlayan .

onlar; kızıl şafaklardan düşen yanık bir tüyle uyandılar.
önce üzerlerine sinmiş anne kokusunu aradılar
sonra anlayıp, kavrulmuş kuru dallar gibi ölümü yaşadılar.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:39 AM
Ağıt

yüreğimde estirdiğim,
en toz koparan fırtınaya
yakıyorum bu ağıdı.
üzerinde her şey yazılı
bu kağıdı
atarken denizlerime.

kökümden koparılmış
bir ağaç gibi,
ellerini
sarı yaprak misali
düşürürken üzerimden.

yarınlar şimdi;
üzeri silinmeyecek izlerle çizili
yaşanamayacak
mahkumiyetler
olacak,
anlaşıldığı gibi.
dünler, dünün boyutlarında
gittikçe gözlerden
uzak
bir yelkenli, bir senfoni,
kaybolacak.
bugün ise;
hiçbir gömleği giymemiş üzerine,
çırılçıplak bir ölü.

sahnenin son perdesini çekiyorum
üzerime.
ben içerde ve
dizlerimin üstünde..
sizler en rahat koltuklarınıza
gömüldüğünüzde.
dinlerseniz,
dinlersiniz....,
dalgalar üzerinizi örttüğünde.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:39 AM
Ağlar avuçlarımda olmamışlıklar

dünyanın her gecesinde aynı fırtınalar kopar
üzerimize ay doğarken, biz bembeyaz sevişirken.
sular akar geçirimsiz topraklardan, dağ başlarından
sel olur dökülür göz pınarlarından
bir çocuk büker dudaklarını, korkar gibi ağlamaktan.
…….. korkma çocuk korkma, sen doğmadın ki daha.

güneş aynı yangının alevi, yer yeryüzüdür
buharlaşma mevsim öncesi ve kaybolmuştur dönencesi.
duman; çıkmaz sokaklara savrulur, kanatlarım kavrulur
yürekler şah damarından vurulur
bir kan boşalır tepeden tırnağa, dalgalarım durulur.
…….. korkma ölüm korkma, el sıkışmadık ki daha.

rüyada kalmış gibi hiç uyanamamak sancısıdır
alnıma vuran ne ay’sız gece örtüsü, ne güneşsiz gökyüzü.
bir yanın çözülmemiş meseleler, diğer yanda gülüp geçmeler
boş saltanattır artık böyle çekip gitmeler
bir ışıksız vahşet soyar çırılçıplak, görünmez melekler.
…….. korkma şair korkma, şiirin bitmedi ki daha.

“soprano henüz sahnede ise ve bir ses gibi gölgesi düşüyorsa üzerimize”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:39 AM
Ağustos'ta

korkuyorum!
hiç bir çocuk doğmayacak
bu ağustosta.
yaz soğuk ve alabildiğine
yağışlı geçecek.
matinelerin koltukları boş,
balıklar kılçıksız kalacak.
serseri bir aylaklık gibi
ne adımlar bilecek gittikleri yeri
ne bir kadeh kalkacak
ulu-orta.
biliyorum
hiç bir çocuk doğmayacak
bu ağustosta.
ben öleceğim........

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:39 AM
Ağustos günahları

başlangıç noktamda gömülü bütün patlayıcılar
fitil ateşlenmeye dünden hazır,
bir şahinin gagasında çakıyor çakmak taşı
gözleri kör.

dökülmüş çiçek yaprakları gibi ağlıyorum.
günahlarımın içinde yıldızlar parlıyor.
sevaplarımı kirli çarşaflara sarıyorum.
ağustos nereden bakarsan bak
sicili en bozuk karakter, bana öyle geliyor.

zincirlerin paslanmasına dayanamıyorum
bir köz yatağına atıp eritmek varken.
ne zaman güneş daha çok dolaşmaya başlasa
tam doksan derece üstünde beynimin.
bir köz yatağında zincirleri eritmek oluyorum.

başlangıç noktam sanki bir bataklık çiçeği
ayaklarım balçıklarda
kollarım uzanmıyor yukarıya
ben neden böyle oluyorum
her ağustos ta.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:40 AM
Ah be çocuk

ah be çocuk,
sırtında esmer bir gocuk,
elinde bir şişe süt ve bir somun ekmek.
kaldırım izi bulaşmış
çıplak ayaklarınla yürüyerek
dumanlı yokuşların başına ulaşacaksın.
bu sıcakta çok yorulacaksın.

ah be çocuk.
doğmamış umutlara
bir anaç kuş olup azık taşıyacaksın.
ama unutma ki sen daha
çocukluğunu yaşamaktasın
ve hep öyle kalacaksın.
büyüyenler sadece
tutamadıkların olacak ellerinle.

ah be çocuk.
bir keskin bıçaktır yürüdüğün
bin türlü cehalet ve ihanet
ve tanımadığın her şeydir, görmediğin.
adının yazılmadığı bir taş olmanı
ve hiç yaşamamış gibi ölmeni
istemiyorum.
ama bir şey de gelmiyor elimden,
en çok ona üzülüyorum.
ah be çocuk, ah be çocuk…

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:40 AM
Akdenizli bir çocuk

bir gölge gibi dolmaya hazır
cezayir ormanlarına lejyoner kokulu
kum fırtınası.
dalgalarında akdeniz tadı,
bulutlarında yağmur sıcağı.

ay ışığına soyunmuş yabancı fahişeler gibi
bu sıcak ve ıslak ve bembeyaz liman kenti.

ben bu kentin;
en çocuk ve coşkulu mendireği oldum.
düşlerimi kanatlanmaya hazır
albatroslardan seçtim her gece.
gemilerim en fırtınalı denizlerde
şişirdi kağıttan yelkenlerini.

ben bu denizlerin;
bordasına yapışmış okyanus balıklarını
dudaklarından öper gibi yaşadım yaşamı.

antreye bırakılmış çöl renkli postalla başladı,
duvarın çarmıhındaki poster’e
ter bulaşıncaya dek sevişmek.
zaman zamanı kovaladı
çılgınca ve yorgan döşek,
sevişerek.
ne ben yakalayabildim erkeksiz bir kadını
ne umursamaz çizgiler kesişecekleri doğruyu.

yani varılacak nokta
yer almıyor bu duyguların atlasında.
şimdi çekilip gitme zamanı geldi.
dallarından soyunmuş sonbahar gibi.
çekilip gitmek;
masa üstü süsü,
ahşap çerçeveli yaşamlardan,
buruşturup atılacak takvim yapraklarından.

bundan sonra sıra sizin hanım ellerinizde.
çağla yeşili gözleriniz ve başak sarısı saçlarınızda.,
içinizden gelmese bile
dış çeperinizde.
bir şeylere başkaldırmak için
vakit erken değil!


bir akdenizli şair için......

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:40 AM
Akıl tartışması - düz yazı

Son zamanlarda hiç konserve kutusu açtınız mı? Eğer açtı iseniz bir kaç yıl önceki konserve açma çabalarına göre şimdi ne kadar basit değil mi. Geçiriyorsunuz parmağınızı kutunun üst yüzeyindeki küçük halkaya, hafifçe bastırıyorsunuz geriye doğru, kutu açılıveriyor. Eskiden nasıldı peki … Yanınızda bir tane konserve açacağı, bir çekiç, ortada açılacak olan konserve kutusu. Çekiçle açacak aletin sivri ucunu kutuya çakarsınız, sonrada iç çeper boyunca kaydırmamaya özen göstererek ritmik hareketlerle ve açacak aletin teneke makası keskinliğindeki tarafı ile tıkırdayarak kutuyu açmaya çalışırsınız. Tabi bu arada kutunun sağa sola oynamasından mesela içindeki yaprak sarmanın sızan yağlarına bulaşmamaya çalışarak. Sonuç, çok basit bir fizik kuralının gündelik yaşama uygulanması. Bu fizik kuralıda yeni bir buluş mu peki. Hayır sadece akıl, o kurala yaşam içinde yeni bir uygulama alanı içinde yer açtı, hadi bakalım burada da göster kendini dedi. Ve güzelleşen yaşam oldu, hiç olmazsa bir kutu konserveyi açmak için sinir küpünden tüketime girmemeye başladık .

Ve bizler; artık ne güzel ve kolaylıkla konserve açıyoruz diyerek aynı anda ıslık çalmanın da keyfini yaşarken…, Şili’de bir gözlemevinde, dünyamızdan trilyon mil uzaklıkta yeni bir gezegen keşfediliyor. Keşfedilmekle de kalınmayıp üzerinde, dünyadaki yaşam koşullarına uygun özelliklerinde var olduğu tartışmaya yer vermeyecek şekilde tespit ediliyor. Yani yarınlarda yaşadığımız dünyanın iyiden cılkını çıkarıp yaşanmaz hale getirdiğimiz zaman yaşanacak yeni bir dünyamız var neyse ki ve adı henüz konmamış olmasına rağmen. Tek sorun şimdilik mesafenin uzaklığı gibi görülüyor ama hiç kuşkumuz olmasın ki ona da çözüm çok yakındır. Biz; mutfak tezgahı üzerinde kesme şeker kutularını içindeki şekerleri dökmeden nasıl açacağız diye uğraşırken içerdeki televizyondan spikerin sesi geliverir. Onca mesafeyi şöyle bir uzay aracı ile şu kadar saatte aşılabileceğine dair ….. Bizim arsa simsarları gibi bir umuttur havasıyla bizler de “yaşasın” çığlıkları atarak yerimizde şöyle bir zıplayıveririz.

Her şeye hükmeden insan aklı ; neden konserve açma yöntemindeki bu kolaylığı gündelik yaşama sokmak için yüzyıldan fazla bir zaman kılını kıpırdatmadı. … Ve neden hala kesme şeker kutularını açarken ortalık ufalanmış şeker kırıntıları ve kutudan taşan kesme şeker taneleri ile kaplanıveriyor. Acaba bizler mi akıldan fazla şeyler bekliyoruz, yoksa akıl kendini bu küçük detaylara kaptırmadan daha ciddi ve geleceğe dönük uğraşlara mesai harcıyor. Yada aklın aklına böyle şeyler hiç gelmiyor mu? Bence bu konu üzerinde akıl yorulacak kadar önemli.

Şimdilerde ülkemizin toz duman halinin nedenini “yahu bu adamlarda zerre kadar akıl yok mu, demokrasi diye diye demokratik olmayan, sistemle çatışan her türlü uygulamayı içlerine sindirmeye çalışıyorlar da, birileri çıkıp hop beyler kendinize gelin bakalım dediği zaman hep bir ağızdan başlıyorlar hoplayıp zıplamaya” diyerek sorgulamaya çalışırken acaba yanlış yerden mi bakıyoruz. Galiba ….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:40 AM
Akvaryum balıkları

ister misiniz pencerenizin önünden
bir akvaryum geçsin yarın sabah.
şöyle ellerinden biri cebinde,
diğeri kehribar taşlı bir tespihte.
sahi siz hiç göz göze geldiniz mi bir Japon balığı ile.

kırılmış bütün duvarlar ne kadar cam varsa,
açıkta kalmış bütün balıklar.
öksüz bir yılgınlık pul olup düşmüş üzerlerine
tüketmişler tüm havalarının baloncuklarını.
bir akşam üzerimiydi son yem kırıntıları.

ister misiniz pencerenizin önünden
bir akvaryum geçsin yarın sabah.
dayamış sırtlarını olmayan duvarlara
gülüyor elbiseleri bayram renkli çıplak çocuklar
ellerinde, olmayan uçan balonlar.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:40 AM
Alacakaranlık

kolay lokma yapmıştı kendine aydınlığı ama
o kadar da kötü değildi gece
kendisine sığınanları ele vermiyordu sadece …

hiçbirimiz, otuzbin soydaşını yitiren deniz kuşu olmadık ki
nasıl anlayacağız Azak çıkışında yaşanan çevre felaketini
bir yolculuk gibi çırparken kanatlarımızı gülerek-oynayarak
petrol karası bir ölüm nasıl bulaştı düşlerimize bilemedik ki
hiçbirimiz bir deniz kuşuna kanat olamadık ki …
çaresizlik karanlıkta kalmıştı biz ağlıyorduk,
ölümün örtüsünü *******i heceler gibi çekerken üstümüze
sokakları sular altında bırakıyorduk.

belki hırsızlamadan bedavacılığı vardı ama
o kadar da kötü değildi gece
kaldırmayı sevmiyordu düşen oluverirse içine …

hiçbirimiz, berrak bir fahişenin gözlerinin içini göremedik ki
meraklarımız, parmaklarımıza saydırırken zevkimizin bedelini
aslan paylarını kedilere nasıl da yedirdik gülerek-oynayarak
farede göz delikleri olduk, kör kokulara boğulduk, bilemedik ki
hiçbirimiz kırmızı bir fener gibi yanıp sönmedik ki …
açlığımız paranın rengi kokuyordu biz ağlıyorduk,
düzenin düzenbaz cambazları gibi yürürken iplerin üstünde
yuvarlandığımız yerlerden kalkamıyorduk.

dolunayı tükenmezdi aldatıcı vitrinlerinde ama
o kadar da kötü değildi gece
karanlık noktalardan çok güzel öpüyordu sadece …

hiçbirimiz, okuyamadığımız doğrular peşinde koşmuyorduk ki
ölü balıklara yem ediyorduk aynasız betonla kaplı bedenlerimizi
zehirli iğnelerimiz parçalarken ağız yuvalarını gülerek-oynayarak
silinmiş yarınlara doğacak güneşleri kovalıyorduk, bilemedik ki
hiçbirimiz alacakaranlığın ayazında kalmadık ki …
cehalet boynumuzu büküyordu biz ağlıyorduk,
bütün haznelerimizdeki hazinelerin paslı su dökerken üstüne
kitlesel katliamlara soluksuz devam ediyorduk.

……

bir yarasa emzirirken yavrusunu asıldığı ağacın dalında
neler olur, uykuya dalıp da üzerine güneş doğarsa
bilmiyoruz, biz hiç yarasa olmadık ki ….
gecenin güne dönmesini ….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:40 AM
Aldırma, boşver dedim kendime

bundan sonra
hiç bir şeyi takmayacağım kafama
ne havanın soğuğu
ne de sıcağı bakışlarının.
yakasını zaten kaldırmışım paltomun
bağrım dünden çırılçıplak.
yani güneş batıyor mu, yoksa doğuyor mu
söyleyeceksen sen bana şimdi onu söyle.
başka bir şey söyleme.

bugün çok ağlamışsın da ardımdan
perdeler açık kalmış,
üzerime kapanmamış
umurumda bile değil gülüm böyle şeyler
gülüp geçiyorum.

inan bana artık eskisi gibi değilim,
aldırmıyorum. yürüyorum,
hiç bir şeyin resmine bakmadan
bin renkli galerilerin tam ortasından
ağzımda sigara, ciğerimde izmarit.

yüreğimde soğuyan bir yan var
bunu anladım.
sol tarafımdan yeni geldi ,
üşüdüm, donup kaldım.

bundan sonra
böyle işte canımın içi
yaşadığım kadar yaşayacağım,
hiç aldırmadan.
sen güneş doğuyor mu, batıyor mu onu söyle
fazla geç kalmadan.
bakalım şimdi kaç baca numaralı vapur gelecek,
salınarak karşı yakadan.
değil mi ama.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:40 AM
Altmışsekiz' lilere

bakma ak düşmüş saçlarımıza bizim
yüreğimiz ilk mevsimindedir kardelenlerin.
hala en ileride gider adımlarımız
çağımızdan da ileride.

bir türkü olduk ki dinmedik,
susmak nedir bilmedik.

doruklarında ulaşılmaz ateş olduk dağların.
çobanlarla kaval çaldık
inançlarımızla yan yana silahlarımızı çattık.
ama kimselere, ama kimselere
bir tek kurşun sıkmadık.

bir savaş olduk hiç bitmedik,
öldürdüler ama ölmedik.

şimdi yerden kim kaldıracak o bayrağı
nerede bizim yaptığımız köprülerde
çıplak ayakla yürüyüp de büyüyen,
haber yok mu şimdi o bebelerden.
işte gülüm bir başka ihaneti de budur ölümün
hangi gül açsa toprağında
esirger suyunu gündönümünün.

“gün doğdu hep uyandık
siperlere dayandık
bağımsızlık uğruna
al kanlara boyandık”

anlattık anlatmasına ama,
anlayan bulamadık…….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:40 AM
Anafor külliyatı

kaybolan yıldız gibi Samanyolu içinde
belki en güzel mavilikte dalgası bu denizin
şimdi hangi okyanusta, kim bilir nerede
papatya gibi,başı eğik kır çiçeği sanki
daha çok yanmamış bir gelincik rengi
kaybolan yıldız çiçeği gözlerimin içinde.

şimdi sen gecenin karanlık zarfını al eline
yavaşça yırt bir köşesinden, incitmeden …

saklanmış tek satır sanki koca kitap içinde
ne fark eder şimdi, alaca kekliğin inledikleri
yanaşacak rıhtım bulamam artık hiçbir sözde
bilge kişi değilim, felsefem yalnız bana derin
okunacak tarafın sanki, elden çıkışın senin
kayboluş gibi saklandığın her kitabın içinde

şimdi al eline yazamadığım bütün kelimeleri
oku ne okuduğunu bilemeden, belli etmeden ….

güneşin her batışı nasıl bir boşluktur içimizde
güllerimiz yeniden açmayacaksa şafak vakti
belki sadece birimiz değil, suçluyuz ikimizde.
neylersin şimdi uzak turna kanatlarında türküler
belki sen dinliyorsun, birde yalnız *******
güneşin her batışı boşluk olup açarken içimizde

ateşi yeni körlenmiş küllerden tüten dumandan
oku yazdıklarımı, anlat bana da anladıklarını …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:41 AM
Anahtar, çiçek, çocuk ve...

bildiğim bir anahtar vardı,
denemesem bile her kapıyı açardı
penceremdeki çiçeğin saksısına saklardım
çiçek solunca saksı atıldı, bir daha bulamadım.

sevdiğim bir çiçek vardı,
bilirdi neleri sevdiğimi o renkte açardı
suyunu veremedim üç günlük mahkumiyette
saklı anahtarı da aldı yanına gitti bilinmez bir yere.

bana benzeyen bir çocuk vardı,
açık bulunca kapıyı kendini sokağa atardı
ben izlerdim penceresinde çiçeğe doğan güneşi
bir sabah geç uyandım, ay karanlığı saklamıştı gözlerimi.

bir daha hiç görememek vardı,
ne çiçeği, ne çocuğu ve ne de anahtarı
sulanmayan sevda gibi solup yitmişti hepsi bir yana
karanlığa kalmadan aydınlıkta yaşamak gerekmiş doyasıya.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:41 AM
Anılar doğurdu bu şiiri

“sen kere ben
bir kere bir demektir,
çarpılacağız.
sonuçtan sen çıkarsan
ya da bölünürsek
ne kalır geride,
onu bulacağız.
sağlay yapıp köşesine kağıdın
gerçeği görür görmez
insanlık olacağız “
………
senden bu şiiri ilk kez
kıpkızıl bir gece sofrasında dinlemiştim.
ucuz şarap kokuyorduk.
felsefe doğuruyorduk.
birinci sigarası safran gibi boyamıştı ellerimizi.
ve dünya bizim için bizimle yaşıttı sanki.
matematik gibi yaşıyor, diyalektik öğreniyorduk
değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğunu.
arada;
sevdiğimizin gözleri geliyordu aklımıza,
ağlıyorduk.
bol kitap, bol duman ve inanç doluyduk.
en kalın seslerimizle
en sevdiğimiz türküleri söylüyorduk.

senden bu şiiri ilk kez
gene böyle bir gece sofrasında dinlemiştim.
seansımız bitmiş,
karşılıklı yataklarımızda sızıp kalmıştık.
ve sanırım o geceden sonra
bir daha hiç karşılaşmamıştık.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:41 AM
Ani ziyaret

adres kağıdı elimdeydi
ve mürekkebi esintili bir yıldız gecesi gibi parlıyordu.
gökyüzü bulutsuz
sırtımdaki gömleğin ismi yalçın kayalarda yazıyordu.

nereden biliyorum sanki ezbere ben bu şehri değil mi.
sadece martı kanatlarında
taşınan kokusunu nereden biliyorum, artık olmayan
gönderileceği adresler için zarfa sığmayan.

şimdi sen beni birden görsen kapının tam önünde
buyur etsen gel içeri diye
bir çay içimi otursam karşında, belki biraz daha fazla
sen işine baksan, bana hiç aldırmasan .
ben oyalanacak bir şeyler bulurum kendime nasılsa.
papatyaların renklerine
yada duvardaki asılı resimlere uzaktan bakarken
arada iki laf ederiz bu bile yeter bazen.
sonra sana bir küçük armağan veririm
yanımda getirdiğim
dokuzyüzonbir tarihli ve tam senin İstanbul’unun işi.
ama diyorum işte bana aldırma
ve arada gözlerim takılırsa saçlarını toplayışına
sakın şaşırma.
ben, sen yoksun diye geldim, zaten orda değildim
söylenmiş çaylar soğumasın diye içtim.

hani sen beni tam görüverirsen diye kapının tam önünde
mürekkebi yıldız gibi parlayan
adres kağıdın elimde.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:41 AM
Anlamamazlıktan geliyorum anlasana

hadi anladım diyelim,
ellerinin neden bu kadar uzak olduğunu ellerimden.

onun da biliyorum sebebini,
gözlerin neden geçmez oldu artık gözlerimin önünden.

dört duvar dolusu kurşun akmış kulaklarına sanki,
o kadar bir şey duymak istemiyorsun ki sesimden

sadece cevabını bulamadığım
şu soru kaldı aklımda.
peki neden hala gelmiyorsun sen bana.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:41 AM
Anlaşmazlık

olmuyor kardeş,
topal bir yan var aramızda.
aynı yolları adımlayamayacağız
aynı çamurda yok bizim izimiz.
sen kendi ufuklarında yakaladığın
bulutlarda sallanıyorsun, oyun olsun diye,
ben o bulutların kurduğu darağacında.
olmuyor kardeş,
insanlık bu demekse eğer
sevebilmekse yani,
ortak düşünebilmekse biraz
ikimiz birden, aynı gök kubbede insan olamıyoruz.
benim siyah denizlerimde
senin beyaz aydınlıkların kararıyor.
olmuyor kardeş, olmuyor.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:41 AM
Anlat bana ki anlatayım

uzat bana ellerinden bir kere öpeyim
ne kınasına bakayım ne nasırına
sadece öpüp bir kere yüzüme süreyim.
sen de anlat bana avucundaki derin çizgileri
ben dinleyeyim.
ellerim yanmadan.

aç saçlarını avuç içime bir kere koklayayım.
çiğdem tanesiydi adında sonbahar olan
bende sana bunu anlatayım.
dillerim tutulmadan.

dinlediğim türkülerin içinde
senin anlattığın ne kadar masal varsa
onlara korkusuz başlıklar atayım
başımı dizlerine dayayıp, ağlayayım.
uzat bana gözyaşlarından bir damla
ne acısını sorayım, ne derdine yanayım
yüreğimde saklayayım
gözlerim kurumadan.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:41 AM
Anlat bana olmayacak işleri

hiç kanadına renk vurmamış kuş olur mu.
ya gölgesi ışığa yakalanmamış bir çiçek.
yağına ter karışmamış çark ne kadar döner
ve ne kadar büyür başak.
yağmur yağmazsa…

sen ağlamayan bir çocuğu ne zaman gördün
elinden zorla alınınca katıksız lokması.
ve dönüp arkasına bakmayan uçan balon,
ne kadar kalır havası
güneş açmazsa….

yani bir dere anlat ki su akmasın içinden.
gölgesi gökyüzüne düşmüş bir çınar,
yaşlı gözlerle küreklerini izlemeyen sandal
ve dalgası durulmuş deniz,
mavisi olmazsa…..

hadi anlat gözlerimin içinde açacak yeni günü
ellerinin sıcaklığı alnıma düşmeyince.
ve kapıyı ardımdan kapatmadığın bir sabah
geriye nasıl dönülecekse
sen olmazsan…..

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:42 AM
Apartman günah çıkarıyor

apartman yüksek katlı
nerdeyse her pencerede bir halı asılı
anlaşılan temizlik günündeyiz
ne kadar kirli iz kalmışsa az önceden
hepsini silip süpürmekteyiz

apartman çok pencereli
her penceresinde bir temizlikçi
anlaşılan camlarda silinecek
ne kadar kuş gölgesi vurmuşsa gökyüzünden
hepsi birer birer yok edilecek

apartman yeşil boyalı
fırça izlerinde eski yerinden bir ağaç saklı
anlaşılan günah çıkarıyoruz
ne kadar ağacı budamışsak kökünden
hepsini apartmanın betonunda yaşatıyoruz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:42 AM
Aşk'ı ilk ben yazdım

Bugün içimden öyle geldi.
Şimdiye kadar sanatın hiçbir kolunda
İşlenmemiş bir konuya
Dikkatinizi çekeceğim.

Aşk!
Ne bir ressamın paletinde yer buldu
Ne de üzerine bir roman yazıldı.
Şarkılara,türkülere, şiirlere
Hiç konu olmadı.

Aşk!
Çöken hiçbir imparatorlukta günahsız,
İşlenen çok cinayette sebepsiz kaldı.
İntihar gibi ölümleri
Kimse üstüne kondurmadı.

Aşk!
Matematikte hiç söz edilmedi adından
Kalp çarpıntısı, yüksek tansiyondan
Ve yokluğunun vurduğu kanser belasından
hiç bir literatüre giremedi.

Aşk!
Boykot sadece Latince’de kalmadı.
Dünyanın çok konuşulan her dilinde,
Bülbülün sabah serenadında bile
Adına karşılık bulamadı.

Aşk!
Bugün gerçek suçlunun adını kimseye vermeden,
Bugün ben bu sahilden daha önce geçtim
Bir daha geçmem demeden
Bugün aklıma gelen hiçbir şeyi gizlemeden,
Bugün; aşka seni seni seviyorum demek geldi içimden

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:42 AM
Aşk öyküsü: Adı kaçmak değil

mutluluk hangi tapınağının duvar taşında gizli.
uğurlu sayılarınla toplasan dört yanımdan
rengimden kokular salsan üzerlerine, yorulmadan
oyun değil desen sevdiğim, bu oynadığım,
yakalanır mıyım, senden daha çok saklanmadan.

ispatı çok zor bir sevişmeydi o gün yaşadığım.
vurgun nasıl düşer bir yerlere, kan-ter içinde
eğri ve karmaşık bir yumaktan nasıl çözülürde
simetrik bir dengede yürümeye başlar ip üstünde.
işte budur, ne yapsam kendime bile anlatamadığım.

bahar; demek kendisi bile kendinden habersiz.

iğde dalları söylüyor; mevsim, bu şiirin konusudur.
güz, eğer akşamdan kalma bir sancı gibi olacaksa.
İstanbul; uzak köşelerdeki uzak yüreklere
lacivert muskalı nikahları, tanıksız kıyacaksa,
ellerimin soğumayan ateşi, ellerinde yanıyordur.

duvar taşları da bilmiyor anlaşılan mevsimin adını.

inanmıyorsun sen ama, hala çırılçıplak dans gibisin
nereye baksam gözlerimi üzerine giydirdiğim.
endişelerini hiç taşıma artık bak neler söylüyorum
senden kaçmak değil bu, ben senden çok istiyorum.
med lerim sahiline vuruyor ama korkularımın adı cezir.

ıstırap işte böyle her duvar taşı ve iğde mevsiminde.
kapatmış tütsüleri başka sandıklara, baharı gizliyor.
şarkılar dersen sanki her güftesinde biz varız
ama açılmamış kilitler var elimizde anahtar aradığımız.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:42 AM
Aşk şiiri

kara yazdıklarımı, ak gözlerle okuyan
dostlarım soruyor bana
bugün neden aşk şiiri yazmıyorsun diye.
düşünüyorum da yanıtlamadan önce.
bembeyaz güvercinlerin;
taşıyamayacağımız kadar ağır kanatlarından
bir gözyaşı seli akıyor şimdi tam önümden
sarı gelin eşliğinde, Fırat türküsü gibi.
ben de ağlıyorum,
memleket sevdasına diyorum
bu gözyaşının adına.
en güzel aşk şiiri değil midir bu.
yazıyorum işte ülkem ve kardeşlik adına.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:42 AM
Aşkın yok satıyor bana

aşkın yok satıyor bana,
gece gündüz kuyruktayım
açılmamış yüreğinin önünde
topal ve kör …
aldırmadan zamanın
geçmişine, geleceğine
huzursuz ve kahır doluyum.
sağırım.
en ağır duygularım
ve en heyecanlı yanımdayım.

birazdan çiçekleri sel götürecek,
ve yağmurun ciğerlerini sökecek
bir yaprak.
rengi bildiğimiz renklerden değil.
dökülecek kalemimin üstüne
sana bütün yazdıklarım
birer ölünün hatıraları gibi
silinecek.

aşkın yok satıyor bana.
sırtımı dayadığım duvarlarında
gece bitmiyor,
gündüz uzadıkça uzuyor.
gelen yok bu kapı
açılmıyor.
öteye gidecek hesaba ben gidemem
geride kalmaya yüreğim dayanmaz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:42 AM
Ay çarpması gibi

sıfır derece meridyeni titriyor sanki.
önce batıdan çekiliyor bir yana, sonra doğudan öteki yana.
yüreğim çıkmadan yerinden, bir çocuk fırlıyor içimden,
başlıyor zamanın saat kulesine tırmanmaya.
…… eğilip kulağıma fısıldıyorsun, beni seviyor musun.
söğüt dalları bir o yana, bir bu yana.

en telaşlı yürüyüşlerinde akrep.
tutmuş iki çocuğun ellerinden, sanki biri diğerinin ikizi.
bir tarafta denizler kabarıyor öte yanda bir volkan patlamada
yıldızlar yer değiştiriyor, gökbilimciler ayakta.
…… eğilip kulağına fısıldıyorum, seni çok seviyorum.
yağmurlar yağıyor hepsi aynı suya.

unutulmuş gibi duruyor ufuk çizgisi.
yer değiştirmece oynayalım diyoruz oturduğumuz yerden.
adını beraber koyduğumuz türkü dolunca içimize birden
gökyüzünü dalgalara, denizi bulutlara karıştırıyoruz.
……. eğilip kulağıma fısıldıyorsun, sen sonsuzluk musun.
sabahlara kadar aynı türküyü dinliyoruz.

sarhoşluk, güneşi çok erken doğuruyor.
ay mı çarptı bizi, hayallerimizin açık kalmış penceresinden.
yada yaşanmamış bir kahkaha mı boyutlarımızı karıştıran,
hiç bitmez diye sarılıp uyuduğumuz bu geceden.
……. eğilip kulağına fısıldıyorum, bilmiyorum, bilmiyorum.
şimdi susmak daha güçlü bütün sözcüklerden.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:42 AM
Aydınlıklar olalım

bir gölge bırakalım hiç olmazsa geride.
adı cesaret olsun.
avuç avuç, kana kana içtiğimiz
çöl ortasındaki hayatımızda
yalnız o asılı dursun.

yalancı kükremelerden saklansın korkularımız.
yarın çocuklarımıza anlatacak masallarımızda,
biz olalım çocukluklarımız.

bir ışık bırakalım hiç olmazsa geride.
adı aydınlık olsun.
dere tepe dümdüz gittiğimiz
bu karanlık hayatımızda
yalnız o asılı dursun.

bir fırça darbesinde silinsin onursuzluklarımız.
yarın duvarımıza çakılacak resimlerimizde,
biz olalım aydınlıklarımız.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:42 AM
Aykırı ve masum

ne güzel elim sende oynardık seninle.
birbirinden kopuk kutupları sarmaşıklara saklardık.
hangi dağın, hangi atlas sayfasında,
gölgesini en derin gölgeli göllere
bir intihar uçağı gibi çaktığını çok iyi bilirdik.
ama bilmezdik dağların da göller gibi ağladığını.

biz aşkı sadece kokusundan tanırdık.
ağır sırat hesaplarımız vardı
kendimize göre biçilmiş.
belki ondan bin korkuyla ancak tutardık ellerimizi.
daha ileri gitmez, ağlamaktan korkardık.
ince belli bir gelinlik elbisesini
hiç indirmezdik astığımız duvardan.
ne güzel elim sende oynardık biz seninle eskiden,
aklımıza hiçbir şey getirmeden….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:42 AM
Aynamın sırları

periyodik bir cinnete takılıp;
aynamın sırlarını döktüm dün sabah.
hangi ölçüm fazla geldi de beynime?
doru kısraklarımın şahlanışı belki.

ya kapandığım bütünlemelerde
kesiliverse idi tırnaklarım kökünden?
aynamın sırlarını tırnaklarımla kazıdım.
durmadan dinlenmeden.
sonra oturdum, geçip karşısına,
baktım, bekledim neler olacağına.

önce kendi fotoğraflarım uçup gitti,
yele dönüp çerçevenin içinden,
geçip gitti aynanın sonsuzluğuna.
doğumumdan üç gün sonra çekilmiş
annemin kucağında.
foto gör-çek imzalı,aldı ilk sırayı.
ardından sabah kahvemin telvesi
ve kedimin sesi.

kuyruklu piyanomun başından izleyişim
sinema öncesi bilet kuyruklarını,
vitrindeki kızılderili savaşçıları
takıp önüne bir kovalayışı vardı
emperyalizmin sinemaskop neferi
john wayne’ ın, o koca adamın.
hayata dönüşerek toz-duman,
saklandılar aynamın arkasına.

ki ben sevgilimin saçlarını okşuyordum
o sıra, karanlıkta.

şimdi kızılderililerin safında devrimci savaşçılığım
ve amerikan rüyasında sevgilimin saçları
uçtu gitti hollywood’ a.
iklimler değişmeye başladı.

siz hiç aynanızın arkası kadar yakın oldunuz mu çocukluğunuza?

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:43 AM
Aynı türküyü söylüyoruz yıllardır

sen bu fotoğrafı çektirirken
ben bir köşede
yaşanmış zamanımı ayıklıyordum
çöplerinden.
gene yorucu ve kavgalı bir kalabalık
sarmıştı üç yanımdan
ben parlattığım,
kendimce cilaladığım aydınlıkla
beraber koşuya başlamıştım
dördüncü yoldan.
Beyoğlu nda bir pasajın içindeydik
ya da eski bir balo salonunda
terkedilmişliktik.
tozlanmışlığımız üzerine
kim yazdı ise ismimizi
onu arıyor,
duyurmaya çalışıyorduk sesimizi.
bilmesek idik,
bekleyenlerimiz olduğunu,
armağanımızın tüm yarınları
doldurduğunu,
böyle kendinden hasret
ve anaforlu hangi niyet,
dört mevsim ve her gün
hiç yorulmadan çığlık atar:
hürriyet ! , hürriyet!
sen bu fotoğrafı çektirirken,
ben yeni kurtulmuştum
emeklemekten.
ve belki çok geniş bir bulvarın
gölgeli kaldırımlarında
yada bir başka köşede
ama mutlaka
bekliyor olacaktım seni
hürriyetle ışıklanmış yarınlarda.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:43 AM
Ayrılık fotoğrafından

seni neden hep
giden bir vapurun güvertesinden,
saçların uçarken rüzgarın estiği yönden
ve ağlamak ister gibi yüreğimdeki kadın.
düşünürüm, neden.

yarım bırakılmış bardaklardaki çay
ve okunmamış gazeteler.
yalnız adımlarla dönülecek yol.
selam verilmeyecek, boş pencereler.
seni neden hep böyle düşünürüm,
başı boş kareler.

seni neden hep
bir akşamüstünün sarmaladığı hüznün
kaybolan renkleri gibi düşünürüm,
hiç istemeden.
ahh bu sönmemiş ay ışığı
ve buz tutmuş yatak, dün geceden.
seni hep böyle düşünürüm,
bilmem ki neden.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:43 AM
Ayrılık sonrası kötü hallerim

o gün sen gittikten sonra ben çok ağladım.
içsem olmazdı, kötü sarhoş olacaktım,
yatmaya kalksam boşuna, uyuyamazdım.
yapacağım tek şey kalmıştı geride,
çaresizliğimin yangınımı söndürmek için
sen gidince ağlamaktı, onu yaptım.
o gün o kadar ağladım da nereye saklandı
içinde patlamamış mayın saklayan gözyaşlarım.

şimdi nereye saklandı o gözyaşları,
o gözyaşları şimdi hangi sınırlara dikili işaret taşları.

seni bir daha nerede ve ne zaman koklayacağım.
hangi şiirin satırında okuyacağım bir tutku gibi.
mahmurluk sonrasının gözüm açılmamış halini,
ellerini,saçlarımda dolaştırıp öpercesine dudaklarımdan
hangi türküyü söyleyerek uyandıracaksın beni.

aynı yastığın buz tutmuş sıcaklığında
bulabilecek miyim bir daha, bir daha seni..
çok görme, şimdi elindeki son uçurtmayı
gökyüzüne kaçırmış bir çocuk gibi
iki gözümden iki deli çağlayanın akan halimi.

hiç yaşanmamış, hiç yaşamamışım sanki.
bir mitralyöz olup tetiğinden boşalıp
gölgemizin üzerine düştüğü ne kadar duvar varsa
hepsinin üzerine boşalıp,hepsine adını yazacağım.
şahin gözlerine mil çekilmiş birer mermi gibi.

ve belki o duvarın diplerinde arayacağım,
bulduğum göz yaşlarımı yeniden
gözlerime yapıştıracağım…

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:43 AM
Bahar fotoğrafı

“duvarda bir çiçeklik, içinde kuş sesleri
dışında bahar kokusu, bahar renkleri “

bu fotoğrafta ben çıkmamışım,
oysa ne güzel de poz vermiştim.
şapkamı yana yatırıp,
bıyıklarımın ucunu hafiften kaytana çevirmiştim.
ellerim gül suyu kokuyordu.
istanbul bütün istanbul ' lulara bahar dersi veriyordu.

dışardan gelen hangi ses çocuklarındı,
hangisi kuş nefesi kokuyordu.
yeşil pembe ile kaçamak aşklarından
kaç kelebek doğuyordu.

ben poz verdiğim bu fotoğrafta neden görünmüyordum.
bir akşam melteminin içinden
sert poyrazları nereden bulup ta çıkarıyordum.

işte; bahar akşamı bana bu soruyu soruyordu.
ne cevap vereceğimi düşünürken
şapkam birden başımdan yere düşüyordu
eğilip alayım diyordum
ben bu fotoğraf ta yer alamıyordum.

yani bu sefer senin rolün hiç yok,
biliyorum iyi niyetliydin.
deklanşöre erken basmak sadece alışkanlığındı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 10:43 AM
Bahar Oluyorum

bir başka yörüngeye sakladım
beni benden.
korkularıma gülüp geçiyor şimdi aynalar.
mavi diyorum ellerimde nasılsa
birazdan yeşilde gelip konacak avuçlarıma
herşey daha güzel olacak,
bu nasıl bir masalsa.

çocuklar;
haydi! şimdi koşun yemyeşil kırlara,
masmavi gökyüzünün altına.
şarkılar söyleyin tam yürekten
ama çocukça.
bakarsınız bende kaçar gelirim yanınıza.
saklandığım yörüngelerin yıldızları gözlerimde
ellerinizde bir uçurtma olur,
uçar giderim sayenizde.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:48 PM
Baharla gelen, baharla giden

bu mevsim gene, baharla dolan
çok fazla ışıktı.
ayaz *******den kalma,
toprak sırılsıklamdı.
bu mevsim gene;
ellerim donarken
yüreğim alev gibi yanacaktı.
adım gibi biliyordum.
bu mevsim ben;
gene seni doğuracaktım.

önce uykularımda,
haylaz bir çocuk gibi
dağların yeni açmış
tüm kır çiçeklerini
toplayıp kucaklar dolusu,
sonra uçurumlardan aşağı
koşarak derelere doğru,
yapraklarına imza atacaktık
yeni filiz veren her ağacın.

sonra olgun sevdaların
güneş çubukları olacaktık,
ellerimiz ayrılmadan ellerimizden.
ateşi tam beynimizde,
orta yerimizde hissedecek,
güneşi kendi eksenimizde döndürecektik.
ve elimizle yaptığımız bir ikon gibi
duvarlarımızın her köşesine
yarınlarımızı asacaktık.

görmeden ormanımızdaki çınarların
sararan yapraklarını,
ve tam ısıtırken ellerimizi
tüm ateşlerin söndüğünü.
yüreklerimizin öldüğünü
çok sonra anlayacaktık.

bu mevsim gene, baharla giden
hep aynı karanlıktı.
toprak kuruyup, soğumuş
kış erkenden basmıştı.
bu mevsim gene ben,
adım gibi biliyordum
gene sensiz açacaktım kapımı.
ellerim bahar gibi donacak,
yüreğim adınla çarpacaktı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:49 PM
Bak bana gör halini

oyna;
merdivenin
ilk basamağına çıkmadan.
ama hiç aldırma,
kapının önünden uzaklaşma
diyenlere.
çünkü yarın olmazsa
daha sonra
nasılsa kalacaksın bir gün
tek başına.
en yeni ayakkabılarını giy
öyle top oyna.
arkanda,
yıpranmadan kalan hiçbir şey
yer almayacak çünkü yarınında.
bu bayram alınan yeni gömlek
gelecek bayrama da saklanırsa
akmayacak mı mahzun gözlerinden
eski gömleğin üstüne göz yaşların.

oyna;
merdivenin başından çık
bir basamak yukarıya.
uzan komşu bahçeden sarkan
salkım söğüt ağaç dallarına.
kopar;
en kırmızı elmayı dalından.
dizlerinin çizilmesine aldırmadan,
bırak yırtılsın pantolonun
üç yerden
sen dişle elindeki elmayı,
kaçarken merdivenden
bir basamak daha yukarı.

şimdi dur
işte tam burada.
bak şu karşı evin
balkonundaki kıza.
nasıl gözünü süzerek
bakıyor sana gördün mü,
çamaşırları topluyor,
ama gözü sende.
birkaç gömleği asılı
birde iş önlüğü.
demek çalışıyor bir yerde.
ne güzel yarın da Pazar.
hemen bir işaret ver, yaşına uysun
yarın çınaraltında
onu bekleyeceğini anlasın.
gözünü ayırmadan
bir basamak daha çık.
o ardından bakakalsın.

tam sırası,
şimdi burada gene düşün
alacağın maaşı.
çocuk istiyorsunuz
çok güzel ama
iyice hesapladınız mı
bakıp bakamayacağınızı.
hayat pahalı işte sende biliyorsun.
çift maaş giriyor evinize
geçinemiyorsun.
sonra arkadan gelir
her türlü anlaşmazlıklar.
çocuk arada kalır,
başlar ayrılıklar.

evet;
işte geldin sonunda.
otur bakalım şöyle yanıma.
bende seni bekliyordum burada.
……………….

bu fotoğraf yüksek bir merdivenin
orta basamaklarında bir yerlerde
oturmuş dinlenmekte olan
orta yaşlı iki adama,
belki de hepimize aittir.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:49 PM
Balaban usta

ellerinde ter yuvası, gözlerinde umut ağacı.
ah balaban usta,
zulası oynak bir bıçak gibi
gizlediğin hasretinle ah balaban usta
yaşanmamış sevdalarına inat
yaşadığın her acıyla,
tereddütsüz öfkem oldun benim.
her sabah kendiliğinden bilenen,
güneş görmeyen avlularda.
adam gibi, insan gibi yaşamak adına.

………………………..

ah balaban usta…. ahh.
kimliksiz cenazeler gibi
ağır duruşlu yalnızlıktır iyi bilirim
görüş günlerinde seslenilmemesi isminin.
Ve gene çok iyi bilirim; yüreğinde
dört köşesinden çivilenmiş
bir resmi vardır sevdiğinin.

…………………………

artık gelmez diyordun, bak gene geldi,
karanfil kokusu dağlarına ahmed arif’in.
çetelen de yer bulamıyor
hücrenin duvarında.
seninde günün doldu be balaban usta.
erzincan’da ağlayıp, maraş’ta sabretmeyi
hangi türkü öğretecek şimdi
geride kalanlara
Kanal boylarında kan dökmeyi

………………………

seninde günün kalmadı işte.
bir garip tecelli gibi
alır birazdan iki eline iki bavulunu
sevmediğin o gardiyan
hani stalin bıyıklı, erzurumlu.
şimdi çökelim seninle voltanın duvarına.
son cıgarayı sen sar, ateşin benden olsun.
dedim ya çok şey öğrettin bana
insanlık adına, insanca yaşamak adına
namerde eğilmemek,
merde kul olmak adına.
haydi sar be usta, son cıgarayı
ateşin benden olsun.
özgürlük çığlığı gibi çağlamadan yaşlar
gözlerimden
Kalk git be usta
Uğurlar olsun.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:49 PM
Balkan 1913 üzerine

bu kasatura yaralanmış
ucundan kan damlıyor.
anlat bana dedem,
bak torunun seni dinliyor.
anlat bana açlıktan
kemirilen ağaç kabuklarını.
anlat gözündeki gözyaşını,
anlat seni böyle ağlatanları.

göğsündeki madalyanın
pas tutmuş gümüş yıldızı.
bırakalım istersen dedem
acemice yazılmış
bütün tarih kitaplarını.
bana sen anlat,
sıvazlayarak beyaz sakalını.
ucuz şark kahramanlarını,
Londra konferansını
bana sen anlat.

şimdi yeniden renkleniyor
coğrafya atlaslarında,
Dünya’nın siyasi haritası.
sen anlat ki görmüş gözlerinle
doğrusu nedir işin bilelim.
bir başka cephede,
aynı hataya düşmeyelim.
anlat bana güzel dedem
tarihi senden öğrenelim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:49 PM
Balon

bir yerlerden tanıyorum,
köşeye saklanmış kız çocuğunu.

elden düşme....,
mutluluklar.
bir başıboş gibi balon uçuyor
gökyüzünde.

gün görmemiş güzellikler,
çekilmemiş fotoğraflar.
bir yerlerden biliyorum
üstüme gölgesi düşmüş balonu.
elden kaçma.....,
mutluluklar.
bir başıboş balonun içinde,
uçuyor gökyüzünde.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:49 PM
Bana çok benziyorsun

seni arkamdaki dar ve ağaçlı yolda görüyorum.
yüzünü saklıyor ve çok ağlıyorsun.
göz yaşların dolaşıyor ayaklarına.
gidip gitmemek arasında
doğum sancısı çeker gibi
canını çok ağır acıtıyorsun.

biliyorum son pişmanlığın dönüş hesabındasın.
sözcükler boğazına düğümleniyor.
kulaklarını kapatıyorsun ellerinle.
kanın dışarıya akmıyor.
oltamın ipini atarken denize
hiç yoktan aklıma geliyor
ne kadar bana benziyorsun

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:49 PM
Bana mutlu olmayı öğretsem

zorla kolundan tutup çıkarsam dışarıya
ıslık çalmasını öğretsem,
bildiğim türkülere eşlik etmesini.
oturup deniz kenarında tek başına
kayalardan ayaklarını denize sallamasını,
güneşe karşı yumarken gözlerini
dudağına hırsız zevklerin gülümsemesini
keyifle yaymasını öğretsem.

zorla kolundan tutup dışarıya çıkarsam.
en çocuksu bulmacaları yanlış yapmasını,
sonra sinirlenip yalancı bir öfkeyle
çala kalem üstünü karalamasını
ve buruşturup çöpe atmasını öğretsem.
siyah uzun saçları ve topuklu ayakkabılarıyla
önünden dalgalanarak geçen bir kadının
yaşama sevinci gibi ardından
heyecanla bakmasını öğretsem.

ben, beni zorla kolumdan tutup
dışarıya çıkarsam.
içimdeki güneşi yanıma alsam
karanlıkları ardımda bıraksam.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:49 PM
Bana seni, bana seni

şimdi bir vapur geçmeli gözlerimin önünden
denizleri yarmalı tam orta yerinden
dalgalar ayaklarımı ıslatmalı
ayaklanmalı
bana seni hatırlatmalı, seni hatırlatmalı.

şimdi bir güneş doğmalı kendi bildiği yönden
gökyüzünde çiçekler açmalı her renkten
kokularını üstüme akıtmalı
salınmalı
bana seni anlatmalı, seni anlatmalı

şimdi bir ay batmalı gecenin bittiği yerden
yıldızlar kaybolmalı gözlerimin önünden
şiirler karanlıkta kalmamalı
kararmamalı
bana seni yazdırmalı, seni yazdırmalı

şimdi sen girmelisin odama penceremden
bir yudum şarap vermelisin kadehinden
kollarım boşluğu sarmamalı
yalnız kalmamalı
bana seni aydınlatmalı, seni yaşatmalı

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:49 PM
Bardaktaki çay değildi

bu sabah soğuk düştü içime de ondan içtim bu çayı
yoksa sende biliyorsun yıllar var belki,
belki benden de öncedir yaşı
hiç bir sabahı seninle yaşadığım gibi yaşamadığımı
ve bundan sonrada yaşamayacağımı.
bakma sen bu sabah farklı bir soğuk düştü içime
ondan böyle gene tek şekerli.....

haa üzülme ama dün ekmek içine soğan doğrarken
kestim gene parmağımı iki yerinden
şimdi geçti sayılır ama biraz kanadı,
içim üşür gibi oldu, biraz acıdı...

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:49 PM
Barış günü bugün... öyle mi - düz yazı

İki küçük çocuk konuşuyorlardı bu sabaha karşı bir yerlerde, belki daha gün doğmadan çok önce. Bir sahilde kumlar üzerinde. Yada köşebaşı duvarlarının gizli yanlarında, belki de bir çatı katının penceresi dibinde. İki geminin aynı palamarla bağlı olduğu bir limanda da olabilir. Tam anımsamıyorum. İki küçük çocuk; daha doğrusu konuşmuyor fısıldaşıyorlardı kendi aralarında.

İki küçük çocuk kendi aralarında fısıldaşıyorlardı. Biri elinde topladığı kır çiçeklerinin kokusunu diğerinin yüzüne doğru gülümseyerek rengarenk üflerken, diğeri de gökyüzünden topladığı ve avucunda sakladığı yıldızları karşısındakinin düşlerine serpiştiriyordu.

İki küçük çocuk kendi aralarında; oyunlar da oynuyorlardı.. Kumdan kaleler, heykelcikler yapıyorlar, heykelcikleri kendilerine benzetiyorlardı. Nehirler, denizler yapıyorlardı. Nehirlerin bulanık suları, denizlere akıyordu.
İki küçük çocuk kendi aralarında; birbirlerini göremedikleri zaman içlerindeki kıpırtılarının adının özlem olduğunu söylüyorlardı. Beklemelerinde öyle….

İki küçük çocuk başka şeyler de fısıldıyorlardı birbirlerinin kulaklarına. Ama bu başka şeyleri başkalarının duymasını istemiyorlardı, korkuyorlardı, kim bilir..

Kendilerini Özgür sandıkları kadar özgür değillerdi. Yaşları şeker yiyebilecek yaşa gelmişti çoktan ama bu aynı zamanda öldürülebilecek yaşa geldikleri demek de oluyordu.

Eylül’ün ilk sabahı …. Ölümün ve gözyaşının ve belki sevda hüzünlerinin yada ayrılık şarkılarının renginin aşk kırmızısından sarıya dönmeye başladığı ilk sabah.

Haydi şimdi bu çocuklara söyleyelim, özgürlüğün olmadığı yerde barışın ne anlama geldiğini …. Haydi bu çocuklara sermayenin havai fişeklerinin gerçek adının yakıp, yıkan, öldüren, parçalayan, gözyaşlarının duman gibi tüttüğü bombalar demek olduğunu …Bu çocuklara nasıl anlatabileceksek öyle anlatalım sevginin olmadığı yerde barışın olamayacağını ….

Duyurabileceğimiz en yumuşak, sevgi dolu ve özgür fısıltılar olarak onların birbirlerinin kulaklarına söylediklerinin üstünü örtecek şekilde söyleyelim.

Çünkü gene bir bomba patlayacak birazdan çok yakınlarında. Gene bir karanlık, bir aydınlığı sırtından bıçaklayacak gözlerinin önünde. Gene uzak kurşunlar en yakın yürekleri vuracak tam orta yerinden.

Çocuklar kulaklarını kapatacak duymamak, gözlerini yumacaklar görmemek için. Belki korkup kaçacaklar bir başka yönlere yada ellerini bırakmadan birbirlerinin, hemen oracıkta ölecekler.
Belki bir limanda, köşebaşlarının görünmeyen taraflarında, teras katlarında, kumsalda …..
Haydi anlatalım vakit daha geç olmadan, anlatabileceksek …..

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:49 PM
Başıboş yokuş

aşağı inmesi adımlarımın.

becerememek yani
son fasılın ince sazını.
ve anlatmak istediğin hiç bir şeyi
anlatamamak,
yürek acılarını.....

bir deli turna kanadı gibi,
geldi işte, bir gölge bırakıp üstümde,
aldı başını,çekti gitti...,
bilemediğim bir yere.

şimdi yok hiç bir şey yokuşun başında,
adımlarımın aklı benden
daha çok başında.
edeceğim küfür istiyorum ki
güneyden essin, sıcak olsun
ne ellerim üşüsün,
ne ayaklarım benden soğusun.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:50 PM
Başka türlü olmuyor

umurum; en incesinden doğranıyor
gözüm saate takılı iken heyecanlarımın.
ayak üstünde dursam hiç olmuyor,
otursam, bir başka türlü.
içim, kabından nasıl da dışarı taşıyor.
ve bu saatlerde ıslanan ben değil,
her zaman gözyaşlarım oluyor.

bir de akşamın adı geceye yazılınca
ve perdeler ağırdan inmeye başlayınca
son kırıntıları üstüne umutlarımın,
o ince kırbaç bir başka türlü
ve tadılmadık acılar gibi şaklamaya başlıyor.
adını sensizliğe başlık yapıyor
en güzelini sana yazmaya hazır kalemim.

ben ne söylesem ibre başka yöne koşuyor
sensizlikle ve senin için yaşanan her an
inan sevgilim başka türlü oluyor.
kimi orta yerinde başıboş ormanların
tek başına ve benliğinden uzak bir düello
ve kimi en derin okyanuslarda
tepeden tırnağa boğulmanın öyküsü baştan sona.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:50 PM
Başkaldıran renkler açar avuçlarımda

ben kapıdan dışarı elimi uzatırım.
kimseler görmez,
su nerede yanıyor,
yangın nerede söndü.
ben kapıdan dışarı elimi uzatırım,
karanlık içeri kaçar.
ateşin rengi kendiliğinden açar.
bir kır çiçeğinin yaprağına güneş düşer.
su nasıl berrak akar,
üstlerinde mavi bir düş,
bir görebilsen.
ağaçların gölgesinde
yeni heyecanlar doğar yemyeşil.
bir tadabilsen.

sen saçlarına hangi geceden kalan
yalnızlığı boyarsın,
gözlerinin üstüne böyle yıldızlar akar
korkusuzluktan kalan.
bir bilebilsem

ben kapıdan dışarı elimi uzatırım.
alçakgönüllü bir pervane,
kandiline koşar.
sanki ilk değil ama
karşılaştığımız bir yerde
belki günün birinde,
çözülecek hangi hesap varsa
karşıma çıkar.
ben kapıdan dışarı elimi uzatırım.

sen yılkı ve kaçak özgürlüğün adına
hangi taşı işlersin,
doruk olup buz altında kardelen gibi
hangi dağın başında,
bir bilebilsem.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:50 PM
Başlangıç noktası sıfır

üçyüzellidokuz derece uzakta kalmak gibi.
günde bir soluk yakalanmak güneş ışığına
dalgaların ortasında.
içi renklere ve heyecanlara kapalı bir çember,
pergelin sivri ucu tam saplanmış yüreğime.
bir kalyon yelkeni gibi dünyanın tam orta yerinde.
bu çizgiler şimdi, hangisi paralel biliyor musun
ya meridyen hangisine, bunlara mı derler.
bir başlangıç noktasından diğerine giden yol
bir derecelik açısızlıktan mı geçer

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:50 PM
Bayramda bitti

ve gözleriniz heyecanla dolaşacak takvim yapraklarında,
yenisi acaba ne zaman diye.
ve parmak hesapları kurgusunu yapacak
hayal kurma saatlerinizin.
ve uzaktaki sevgililer daha da yaklaşacak çok
yakınlarınıza.
bayramda bitti……
ama yarın daha çok mutlu olmanız için binlerce
neden doğacak yeni günle birlikte, unutmayın.
ve daha içten gülün, daha çok sevinin.
bayramda bitti……

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:50 PM
Beklerken, hiç gelmeyeceğini

yoksul tarafımı bir kenara bırakalım,
gitsin oynasın başıboş sokaklarda.
ben seni nasıl beklediğimi anlatayım sana
bu sabah bir otobüs durağında.

önce sevdiğin bütün çiçeklerle süsledim
boyumun yettiği dört bir tarafı .
isminde saklı bütün harflerle
boyadım bütün kaldırımları.
kimseler görmüyor, okuyamıyordu
durak tabelasında yazılanları.
seni yalnız ben bekliyordum
başkaları umurumda bile değildi.

sordum bir ara,
benimle aynı yolu gözleyen başka birisine;
nasıl kokar saçları senin beklediğinin
ve ne renktir gözleri sevdiğinin.
bana söyler misin.
anladım ki,
bu durakta beklenen hiçbir yolcunun
saçları senin gibi kokmuyordu
ve seni yalnız ben bekliyordum
hep canlı tutarak içimdeki umudu.

sabah evden çıkmadan önce
gördüğüm bütün rüyaları toplayıp kaldırdım.
inanır mısın, saçlarımı bile taradım.
sonra en şık ve kendinden bakımlı
elbisemi giydim üzerime.
ve sakin olmasını öğütleyip
ökseye yakalanmış kuş gibi çarpan yüreğime,
yakama bir karanfil taktım.
ayakkabılarımı boyadım.
ve onlar şimdi,
üzerlerine konacak en ufak toz zerresine bile
tahammülsüzdü.
ve inanın,
tek başıma dans ederek yürüdüğüm sokaklarda
hiç hatırlamıyorum bile
hangi yollardan yürüdüğümü,
neleri gördüğümü.

ve durakta,
biliyordum ki dört gözle beklerken seni
hiçbir zaman gelmeyeceğini.
bir tavus kuşu gibi açılmış kanatlarına
en ulaşılmaz hayaller giydirdiğimi.
sokaklarda başıboş bıraktığım
yoksul tarafım değildi.
duraktan, saçları senin gibi kokan
hiçbir yolcuyu indirmeden
geçip giden o otobüsün arkasından,
saçlarımı dağıtmam,
ayakkabılarımla çamura basmam
elbiselerimi bir dahaki bekleyişe kadar
her yanından param parça parçalamam ……

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:50 PM
Bekliyorum, bu oyun bitecek

kişilik kurtlarımla selamsız bir kavga.
köşeleri ele geçirmece oynuyoruz.
saatimin akrebi ben oluyorum,
yelkovanlar tarafından hergün
sayısız kez
vuruluyorum.

havamda sağır bir çaresizlik bulutu.
ne yana baksam
pençe pençe karanlık.
bir iç kanamasımı bu, ne bu?
rengi değişen hücreleri saymaktan
bıktım artık.
ve bitmekten her sabah yeniden.

ama kitabımın orta yerlerinde,bir yerde
sanki okunmamış bir tek satırda,
umudun bir gün bir uçurtma olupta
bağlayıp renklerine gökkuşağının
bir başka kainatın
ana rahmine
taşıyacağını beni yazıyorsa.....

bekliyorum,
gözlerim kapalı.
okumadığım her satıra daha çok inanıyorum

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:50 PM
Belki olur ya,

mum ışığı değil bu, bin kandil
dayanılmaz coşkulara saran yüreğimi,
en yüksek voltaj sanki.
bir avuç kelimeden çıkıp da gelen.
gecenin karanlığı nasıl da döndü birden
gün ortasının aydınlığına.
bu idi işte beklediğim bunca zaman, anlasana.
şimdi en sevdiğin kokular olacağım.
senin renklerini dünyamın her duvarına
hiç yorulmadan boyayacağım.
gülen suratlar çizeceğim en güleç kalemimle
sensizliğin ağlattığı her resmimin üstüne.
kapıdan delice adımlarla fırlamak sokağa,
bakmadan ardına kadar açık bıraktığım kapıya
döndürüp başımı koşmak olacağım.
en renklisinden uçan balonlara bağlamak rastladığım her çocuğu,
ellerindeki karanfillerle, sımsıcak.
hepsine ayrı ayrı kocaman merhabalar, gülerek
tanıdığım her penceresine sokağımın.
sana koşarken, senin yanımdan geçeceğini bilerek
ve o en yüksek voltajın çarpması ile
kendimden geçerek.....

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:50 PM
Ben kör ettim gözlerimi

beni, benim gözlerim kör etti.
ben, seni gördükten sonra
görmez oldum hiçbir şeyi.

ne sabah sofrasında,
konuşabilmek kuşlarla.
ne sonrasında ekmek atmak
balıklara.
görmeden üstüne basmak
yere düşmüş
bir aşk mektubunun.
seni gördükten sonra,
ne farkına varabildim
neler okuduğumun
ne anlayabildim yaşadığımı.
ağaçlar yok iken
gene sevebildim ama
sadece bahar açmış dallarını.

beni, benim gözlerim kör etti.
senin hiç günahın yok.
suçlayıp kendini çıkma karşıma,
aldırma....

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:50 PM
Ben olmalıyım

devamında ben olmalıyım
yazdığın her şiirin.
ucu bana dokunmalı,
edeceksen eğer
edeceğin her küfrün.
ilk selamı senden
ben almalıyım,
sabah erkenden.
ve ellerimle her gece
alnına dokunmalıyım.
sen yatmadan önce.
rüyalarını ben okumadan
sen bile görmemelisin.

güneşin bana benzemeli,
ay! dediğin zaman
bakıp da gökyüzüne,
canın beni istemeli.
her gece yıldızların
ikimiz okşamalıyız ışıklarını.
sarhoş gibi yaşamalıyız.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:51 PM
Ben sana aşık olmuştum

ben sana aşık olmuştum.
ıslak dudak tadında ve bir akşam sarhoşluğunda.
gazeteler daha şarampole yuvarlanmış
bir ölünün adından söz etmiyordu
ve bahariyenin kumruları
birbirlerine anlaşılmaz mevzular anlatıyordu
ben sana aşık olmuştum.
küçücük bir dalgaya takılmış kırıntı gibi
yuvarlanıp duruyordum bir ileri bir geri.

aynı çatananın sesi geliyordu islim buharından
dişliler dünkü gibi dönüyor
mesailer hep bildiğimiz saatte başlayıp, bitiyordu.
celcius, mevsiminin raconunda
ve meydandaki saat tam istenilen kıvamdaydı
değişen hiçbir şey yoktu yani dünden bu yana
etiketlerin bile boynu bükük
örümcek bağlamışlar vitrinlerinde
ben yüzümü yıkayıp saçlarımı tarayacağım yerde
başlamıştım bile seni düşünmeye
sabahın köründe.

ben sana aşık olmuştum.
yabancı hiçliklerin ortasına sallamıştım oltamı.
düşünüp duruyordum.
demek Kalamış, bol gölgeli bir sokak
ve unutulmaz nihaventlerin geçiş taksimi
sana uzatıyordum ellerimi
adamakıllı sarhoş, adamakıllı korkak.
sanki birazdan bir araba şarampole yuvarlanacak.
ben sana aşık olmuştum
ve şimdi her olmayacak aşkın sonuna uygun
bir senaryo yazıyordum.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:51 PM
Ben sana getiririm

ben bu dağ başında bırakmadım aldığım tek soluğu
nasıl gelirim senin her akşam ki sahiline diyordun.
sen gelemezsen canımın içi, ben alır getiririm sana
bir gün başına taç yapacağım dediğim yakamozları....

hiç bırakmadım ki şimdiye kadar ben güneşi elimden
denizin mavisini ve gecenin rengini görmedim diyordun.
sana bırakıp senin aydınlığını ve almadan ellerinden
ben sana getiririm bir gün seni boyadığım bütün renkleri.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:51 PM
Ben, Don Kişot

kör kandil, yalancı mumlu aydınlık
yeter de artar bu sabaha
“işte bu kadar.”
çöpçülerin ellerinden kaçmış ay ışığı,
yüzünde toz duman
mehtabın gözünde iki damla yaş saklı
uğursuz bir gece vakti
“haydi çek artık kılıcını”
kaldırımlarında yaldızlı dudak izleri
üzerinde belli sarhoş salyangozlar yürümüş
mızrakların ucu kan rengi
altın dişlerinden şehvet taşmış
yel değirmenlerine.
“döndürmeye başla kanatlarını”

ne kadar param varsa cebimde
hepsi tedavül dışı
karanlık masumiyetler gibi dört yan
çöküvermiş üzerime.
“varsa hesabımız görülecek”
bir yanda bin yıllık tecavüz arzusu
içimi, içimden yer bitirirken
ötede ayrık dokulu çifte şişe yatıyormuş
gün görmemiş masa üzerinde
“ya sen kalacaksın ayakta ya da ben”
acemi kırsallıkla
acemice sulandırılmış biçimde
içinde en isyankar bayraklar açılıyor görüyorum
eğreti oturmaya çalıştığım
harabeye dönmüş atımın terkisinde.
“heyyy, savrulun deli rüzgarlar”

nasıl gülüyorsun, sen varsın anladım
yanında, zamanın da var mı
yalnız mısın yoksa çok kalabalık mı,
sevişecek bir tenhan hiç olmayacak mı
“ilk darbe senden geldi, gene ölmedim”
fırtınalar dans etmeye başlamadan
yel değirmenleri tepesinde
içimde uzak kitabelerde ağıtlar okunuyor
“bekle, toparlayayım kendimi”
zamanın var mı,
boşluğu sindirecek gün içinde
sonuçta burjuva bir karnaval bu,
mitoloji yazılı masalın adı
ağzından ateş saçan son canavarsın sen
mızrakların rüzgara karşı
“bakalım nasıl kurtaracaksın kendini”
bir başka yalancı hayalin ismiydin,
senin benim yerime seyrettiğim
nasıl gülüyorsun, kimsin sen
umutları yalnız kalır şimdi
ben sonra ağlardım üstüme böyle gelmesen.
“gene yuvarlanan ben oldum boşluğa”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:51 PM
Benden sonrası yerçekimi

ateşler yanıyor çok uzaklarda.
yarın kadar belki daha da uzaklarda.
çığlıklar en ince hazırlıklar yapıyor,
bir kanal bulup kocamış bir çınarın
gövdesinden doğru, yukarı çıkmaya.
yukarılara doğru belki daha da yukarılara.

yeryüzünden yerçekimi silinecek
ve düşler havalanacak birazdan.
ben bunu anlatmaya ne zaman başlasam
gökten düşecek üç yeşil elmaya,
bütün masallarım sona eriyor.
bütün masalları gerçeğimin, bütün masallar.

nereden baksam başka eskiler çıkıyor
kirli gömleklerimin yakasından.
yaslandığım parmaklıklardan ellerime,
denizler ölü balık ve boş teneke kokuyor.
daha ne kadar koruyacaksınız çocuklar,
beni bu leş kokulu denizlerden.
korkularımdan ciğerlerim parçalanıyor.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:52 PM
Beni düşün

beni bu sabah
kaldırmışım iki kolumu da,
tutunmuşum açık bir kapının üst pervazına
gibi düşün beni bu sabah bir turna …

geçen yüzyılın ortasında yazılmış bir romanın
arka sayfasından başlamışım sanki okumaya da
anlamadığım bir cümleye gelip saplanmışım gibi
köşesinden yaprağı özenle katlarken düşün beni

sancılı doğumlarıma giderken, yol yolumun yarısı

gökyüzünde felsefe kuşları kanatlarını çırparken
takılmadan mavinin bilinmez katlarının derinliğine
kulaçlar boyu yükselirken bir yanım kuşbakışı ah
masamın başında gülümsüyorsun gibi bu sabah.

beni, hemen şimdi
bırakmışım kendimi boşluğa da
gölgesi sana vurulmuş bir bulutun dudaklarında
gibi düşün, beni şimdi bir gökkuşağında …

yeni öğrendiğim okul şarkısı, tellerinde bozuk düzen
karıştırarak kumları sahilden, dalgalarını denizlerin
topladığım her istiridyenin içinde bir inci tanesi
mum hangisini aydınlatıyorsa orada bulmuş rengini

hiç karşıma çıkmamış bu karanlıklardaki tünelin ışığı

mücadelem yaşamaktan yana, özgürlük aklımda değil
nelere gülüp ağlayacağız, neden olacak ölümlerimiz
okunmamış hangi kitap, oynanmamış oyunlar seni
çıkaracakmış bir gün karşıma düşünür gibi düşün beni

beni yarın mesela
göbek bağımdan hala bağımlıyım da
atmaya çalışırken ilk adımlarımı yeryüzü ayak altında
gibi düşün beni yarın sabah, vurma …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:54 PM
Benim çingenelerimin zamanı

bütün soyunmalarımı tam giyinmek üzereyken
nereden çıktı da geldi bu çocuklar şimdi.
birisi almış eline ağızlığı kendinden oynak klarnet
parmak uçlarına takılı en zillisinden kastanyet
diğerinde markası çoktan silinmiş bir keman
tenhanın en yaman ustasının izi saklı tellerinde.
soğuk kış sabahında siyah mı simsiyahtır saçları da,
ne ateşler yanar hiç sönmeden gözlerinin içinde …

tam kapıdan çıkıp ilk adımımı atmak üzereyken
nereden çıktı da geldi bu çocuklar şimdi.
hangi yıkık değil dışı dökük evin penceresinden
birinin aç yeşile boyalı duvarının rengi de
diğerinin az yağda pişmiş düşler akar üzerinden
hazır taylar gibi koşup gemsizcesine oynamaktan
saklamadan yüreklerinin vakur ama en uçarı halini.
içi senin gibi kırmızı da dıştan baksan benden mavi..

“yükseklerine çıkıp üstümdeki yarısı çürümüş surların
yerinden oynamış sahipsiz bir taş gibi yuvarlanmak
ortasından çatlak bir parça uçarken açık denizlere
diğer yarısını kendinden habersiz bulanık sularda saklamak”

nereden çıkıp geldiyseniz hoş geldiniz çocuklar.
benim kadar istiyorsanız sizde, şimdi tutun ellerimden
bildiğim havalarınızın içine tuz dökün duman çıksın
vuralım heyecanlarımızla ayaklarımızı yerden yere
el ele düğün-dernek olalım kenar mahallelerimizde
yitik çizgilerimizin yanık süsleri tan yerinde aydınlansın
yeni sabahlarımıza yeni dünyalar olup gözünü açsın.

nereden çıkıp geldiyseniz hoş geldiniz çocuklar
kapımı çaldığınız anda oysa ben, sadece adres soracaktım
korkulu bahanelerimle kendime cinayet olacaktım
uğurlanma mevsimim çoktan hazırdı ellerimin üzerinde
ne varsa yakışmayan artık onu taşıyordum yüreğimde.
yırtılmaya en hazır, iplerim donma noktasında paramparça
iyi ki geldiniz çocuklar, iyi ki geldiniz tam zamanında.

bundan böyle siz ya da ben, belki hepimiz
ne kadar ince bir fidan gibi uzayıp gitse de boyumuz
bırakalım öyle kalsın, büyümesin içimizdeki çocuğumuz.
görüyorsunuz işte kapınız çalıveriyor bir gün
bütün ölümlere hazırlanmış ilmühaberleriniz elinizde
nehir boylarından öyle sesler yükseliveriyor ki, birdenbire …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:55 PM
Benim denizim umut taşır

deniz; hafif çalkantılıdır.
bir rüzgar saplanır koynuna
poyrazdan,
içim üşür.

deniz; azgın dalgalıdır.
alabora olan bir gemiden
feryat olur yükselir.

deniz; özgürlüktür.
takılır bir albatros kanadına
geniş mi geniş.
uzak mı uzak.
alır gider başını
gözlerimi ardında bırakarak.

deniz; mavidir
mavi umudun rengidir.
deniz giderken takılıp da
albatros kanadına
umudu da alır yanına,
götürür.

yani benim gözlerim
kendi sahilimde her sabah
giden denizle beraber
yiten umudu özler.
tek başıma.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:55 PM
Benim vaktim var

benim vaktim var,
saatin işlediği zamanı
izleyecek kadar.
laciverdi maviden,
kırmızıyı pembeden
çözerek başlarım
her yeni güne.
birbirini tanımaz
kahkahalar atarım.
benim vaktim var.
önce ellerimden tut
sevişelim biraz.

toprağın buzunu çözerim
sönmeden ateşim.
kurumuş dallara
çiçekler veririm.
hepsine ayrı konar
bal toplarım
şaşar kalırsınız.
başak olurum sonra
bir öğle sıcağında,
yaprağım sararmaya başlar.
üzülür, ağlarsınız.
benim vaktim var
mevsimleri birbirinden
ayıracak kadar.
hadi daya başını omzuma
yaşayalım biraz daha.

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:56 PM
Bereketin gerçek tanrıları

bir kadın görürüm kucağında bebesi.
dayamış ağzına, sütü çekilmiş memesini.
gözleri saklanmış yoksul yuvasına
ve alnında yaşadığı her acının
ağır ve derin çizgisi.
gövdesinden kesilmiş sanki bir çınar gölgesi.

bir başak çıkar birden yolumun üstüne,
dayanamamış , kaçmış tarlasından.
belli ki taşımaktır amacı, içindeki bereketi,
asla vazgeçmeden samanının sarısından
yanına yaklaşamayacak her yere,
çok uzak bildiği.

işte bereketin gerçek tanrıları bunlardır.
tarlasından kaçan başaklar
ve çocuklarını emziren yoksul kadınlardır.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:56 PM
Beyaz yalnızlıkta

buz kristallerinden Samanyolu,
dolar her akşam rakı kadehimin içine.
beyaza kesmesi ellerimin
ve yudumladığım her şeyin,
işte budur sebebi.
ay doğarken üstüme,
buz tutar bıyıklarım, kutup yitiği.
yirmidört saatim gecedir.
gündüzüm el sallayıp gitmiş
ve bir daha geri dönmemiştir.

kelebekler sorguya tutulur,
renkleri suçludur, alınmazlar içeri.
ateşin ise bir tek yanma şansı vardır,
o da renginin kırmızıdan vazgeçip
bembeyaz yanmasıdır.
benim şu anda yaptığım
uçmak değil keyfimin uçarı bulutlarında,
nöbete durmak
beyazın kutup saltanatında.
çiroz demeti gibi
kurumaya asıldığım iplerde.

artık beklediğim;
kim varsa şimdi çevremde
neler dolaşıyorsa sürüngen atmosferimde
hepsinden ayrı bir yalan
ve daha önce hiç söylenmemiş
birbirinden güzel sözler.
belki rengi gitmemiş karanfil eşliğinde.

ama arada geliyor gözümün önüne.
içerden buharla örtülü sıcacık pencere.
rengarenk yüzlü çocuklar,
oyun oynuyorlar serilip yerlere.
bir kadın sevişiyor çırılçıplak, erkeğiyle.
karanlığın ışıklı bir geçide döndüğü yerde.
hiçbiri ben değilim, değil sevdiklerim
kıskanmıyor değilim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:57 PM
Bırakın yansın ateşler

içinizdeki devrimin,
kendi devriminizin ateşleri yani
ne Kübalı bir şairin dizeleri kadar uzakta,
ne de gemicinin görebildiği
ilk kara parçası kadar yakında.
onlar sizin ellerinizin altı,
yüreğinizin sıcağında saklı.

bir sabah, belki hemen yarın.
şöyle ilk serinliklerinde şafağın,
soğuk su ile yıkar gibi yüzünüzü.
istediğiniz renge boyayın kendi gökyüzünüzü.
sonra ilk sigaranızın ateşi
ellerinizde,
bırakın ve korkmayın
yangın nereden başlayacak diye.
yeterki güneşi karşılamak olsun adınız…

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:57 PM
Bıraktım çocukluğu, hazırım sevdalanmaya

bu gece bütün misketlerimi fırlattım sokağa.
bulup başka çocuklarda sevinebilsin,
düşlerinde hiç olmazsa gülebilsin diye,
kırmızısı, laciverdi, yeşili.

kapattım kenarları kırmızı çizgili defterlerimi.
her boş sayfasına bir başka çocuk,
şiirler yazabilsin diye.
beyazı, çizgilisi, karelisi.

çıkardım üzerimden, çocuk çağımda çocukluğumu.
herkese bol gelsin aldanmasınlar,
özgürce yaşayabilsinler diye.
güneşi, gökyüzünü, yağmuru.

şimdi ben dayadım merdivenimi samanyoluna.
topladım en parlağından yıldızları,
başına taç olsunlar diye
senin için, sana, daima....
bıraktım çocukluğu, hazırım sevdalanmaya.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:57 PM
Bilinçlendirme eğitimi

bir sokak kedisini aldım evime
şimdi okuma-yazma öğretiyorum ona.
küçükken bize anlatamadıkları ne varsa
çağla yeşili gözlerinin içine baka baka
öğreteceğim bıkmadan usanmadan.
tırnaklarıyla buğulu camlara
“grev var” yazmasını en başta.
yün toplarıyla oynamasın,
ensesini kaşıtmasın kimselere,
istediği yemeği istediği zaman
alamadıktan sonra.

sonra sıra gelecek bir sokak köpeğine
kemiğini saklamak değil,
paylaşmak olacak onun öğreneceği de.
ve ortak mekanı kullanmasını bilmek
evimdeki sokak kedisi kedi ile.

yarın sabah erkenden kalkıp
üzerine çiy düşen ne kadar yaprak varsa
toplayacağım teker teker hepsini.
yeşilinin soğuğunu ellerimle ısıtarak
hesap sorabilmek nedir onu anlatacağım.
yaz boyu gölge yapıp korurken güneşten
ağaçların çıplak ve kuru dallarını
baharın adı değiştiği zaman
neden sahip çıkılmadığını.
ve toprağa yüzüstü bırakıldığı, sapsarı.

bir umuttur sonunda bu yaptığım,
testere ile kesilmemiş yanımın isyanıdır.
insanların yapamadıklarını milyon yıldır
doğanın diğer sahiplerinden beklemenin
karatahta başındaki manzarasıdır.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:57 PM
Bilinmeyen bir türkü üzerine

bu sabah en erken ben düşeceğim yollara
rastladığım ilk türküye soracağım seni
bir ben mi biliyorum yoksa
akşam olunca karanlığın geleceğini
ve sevdanın derin bir zifir gibi
üstüme çökeceğini.
ahh bana dar gelen okyanuslarım,
haydi akordunu yapıp getirin sazımı
işte şimdi bir türkü söylemek istiyorum.
ilk kadehler gibi paylaşılan olsun.

bu sabah en erken ben düşeceğim yollara
senden bile erken, turnalar kanat açmadan.
saklayacağım sesimi
gene sıralanacak yıldızlar omuzlarıma biliyorum
boynuna takacağım sarı altınlar gibi.
vahhh bana hiç bitmez gibi gelen yollarım,
durmayın indirin sazımı duvardan
şimdi bir türkü söylemek istiyorum
uzak yollardan, Sivas dolaylarından.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:58 PM
Biliyorum bundan sonrasını

biliyorum bir daha seni hiç göremeyeceğim.
uyku kokmayacak odamın tozlu duvarları
hiç açılmayacak perdelerim.,
gizli bahçemi kilitlemiş,bir paslı kilit.
ve bundan böyle ancak
iskelemden açılmaya kadar yetecek vakit.

biliyorum bir daha seni hiç dinlemeyeceğim.
çalmayacak radyomda gece yarısı senfonileri
ve demli çay kıvamında demirli
o doyumsuz sabah türküleri.
kim derleyecek bilemem
şimdiye kadar hiç derlenmemiş ezgileri.

biliyorum bir daha seni hiç sevemeyeceğim.
tenimde terkedilmiş bir garip kuş yuvası
umutlarım ürkek ve yalnız.
dudak izlerim tutuklu çocuksu resimlerde.
gözlerim boşluğa sorar
zaman geldikçe gelmeyeceğin her saati.

ölüyorum..., sanki..................

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:58 PM
Bir başka gözle: yasaklamalar / yasaklayanlar

Bir arkadaşımız bir şiir yazmış. Bazı arkadaşlarımız da bu şiirin altına benzer duygularla yorumlar eklemişler. Sonuç …? Site yönetimi bu arkadaşlarımızı pasifleştirmiş. Böyle bir uygulamayı açıklamaya bile gerek görmeden yapmaya hakkı var mı? Evet var … Üyelik aşamasında sırası geldiği zaman ben bunu yapabilirim, kabul ediyor musun diye sormuş mu her üye olmak isteyene, evet sormuş ve kabul etmiş miyiz hepimiz evet etmişiz. İçimizde hayır ben etmedim diyen bir kişi bile çıkabilir mi?
Yani benzer oluşumlar içinde buna benzer uygulamalar hep olmaktadır. Burada da bu olmuştur. O nedenle site yönetimine vay sen nasıl yaparsın diye öfkelenmek yerine önce bu zihniyetin her zaman ve her yerde hatta hepimizde var olmasının nedenlerine öfke duyup onu tüm benliğimiz,
sözlüklerimiz, bahane havuzlarımızdan çıkarmak gerek diye düşünüyorum. Örneğin ben; bir sitenin sahibi kurucusu ya da sorumlusu olsam ve bir şiir yazan arkadaşımız da “ bir gün şeriat gelecek /buna karşı çıkan tüm kelleler ipe dizilecek” gibi içindeki coşkuyu ateşinin altını fazla açarak yayımlamaya kalksa ne yaparım. Kendi egemenlik alanım içinde tereddüt etmeden o şiiri de yazan kişiyi de süresiz olarak pasifleştiririm. Ben bunu yaparım da şair susturulmaz diyen arkadaşlarımız kendilerine mutlak ters gelen herhangi bir söylemi kendi egemenlik alanlarında buna benzer şekilde engelleme haklarını kullanmazlar mı?

Şiir içindeki barındırması gereken estetik özellikleri bir kenara bırakıp bir öfke ya da tepki seline döndüğü ya da cevabi özellikleri ağır bastığı zaman da şiir olmaktan çıkar. Şairi de, şairliğini öfkelerine ya da inançlarına yenik düşürmüş olur ve şairliğini o an için bile olsa kaybeder. Bu durumda ise “pasifleştirilen” şairlik ya da şiir değil o öfkedir…

Ben ne şiiri ne de yorumları okudum. O nedenle içerikleri hakkında bir şey söyleyemem. Bildiğim kadarıyla şiiri yazan, yazdığı tüm şiirlerini yürekten gelen bir paylaşım arzusu ile ve ailece “buyurun sizde okuyun “ heyecanı içinde yaşayan bir arkadaşımız. Ve gene belli ki yorumcularda o şiirde içerikteki ateşten etkilenerek ya da söylemek istediklerini buldukları bir uygun satıra yazıvermişler. Ama Voltaire gibi; “ben senin söylediklerine asla inanmıyor ve paylaşmıyorum ama düşündüklerini söyleyebilmen için gerekirse canımı bile veririm” diyebilmemiz için önce Voltaire olabilmemiz lazım, benim, sizin, hepimizin ve elbette şiiri ve yorumları pasifleştirilen arkadaşlarımızın. Her türlü görüşü sınırsız bir hoşgörü ile kabullenecek olgunluğa erişebilmenin yolu de belki bu yaşanılan deneyimlerden geçmektedir..

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:58 PM
Bir bilebilseydin bakmasını

yazdığım her öykünün içinde ben varım.
sen olmayan abeceden bakıyorsun.
avuç kaçkını olup bazen çıkarken ağaçlara
sen perdenin açılış saatinde bile olamıyorsun.

son süslemeleri yapılıyor eski bir konağın,
birazdan yangın yeri gibi kızaracak gökyüzü
bütün musluklar olup akacağım üstüne
sönen ne yükselen alevler ne sen olacaksın.

yazdığım her öykünün içinde ben varım.
uyku saatin olup ta göğsüne kapanan.
ve düşlerinde gezen hayal kahramanının
kaldırıp bir an başını gözüne bakmıyorsun.

çürüyüp bitecek sonunda bu aşk, içi boş yalan gibi.
ben yeni bir öyküde saklanarak yaşayacağım
görmek istemeden senin arayıp da bulamadıklarını
sanki sebebin benmişim sanıp, ağlayacağım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:58 PM
Bir çocuk ağlıyor su başlarında

deli bir pınarım gözbebeklerinde, çağlıyorum
yosun kokuyor türkülerim.
düşünme şimdi ulaşılacak denizin mavisini
tutalım haydi ellerimizin yosun yeşilini
bir ince söğüt dalı olalım.
bin olalım.
yapraklarımız yüzsün gökyüzümüzde .
gökyüzünün rengini kendimize boyayalım.
seninle el ele.

“sanki bir çocuk şimdi boğaziçi kıyısında,
ayaklarını sokuyor inip ağır merdivenlerden
soğuk denizlere doğru, saat sabah ve en erken
bir vapur geçiyor önünden, pupa yelken”

deli bir türküyüm gözbebeklerinde, ağlıyorum
hasret kokuyor yollarım.
şimdi benim hangi telimi titretecek telli turnam
başka deniz bulacak mı kanadını tutmasam
bıraksam onu da yitmeye
uçup gitmeye.
turna sesleri çağlasın gökyüzümüzde.
gökyüzünün sesini yalnız biz duyalım.
seninle el ele.

“sanki bir çocuk şimdi bir vapurun köpüğünde
en derin kulaçlar ve korkudan büyümüş gözlerle
soğuk denizlere yol alıyor, saat sabah ve en erken
bir vapur geçip gidiyor önünden, onu görmeden”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:58 PM
Bir fal bak, papatya renginde

sen bu yokuştan aşağı saldın mı saçlarını.
tanıdık bir cam parçası gibi.
bir daha toparlanmamak üzere
hiç dağıldın mı.

en susuz yangınında akıyor muydu çeşmen.
yudumsuz soluktaki hava gibi.
nefessizlikten yorulmuşsun, gök kızıl
hiç tutuştun mu.

bağırdığın zaman sesin, hangi frekansta çaldı.
ikimize ait bir şarkı gibi.
sokak satıcıları da geçmez oldu artık
hiç duydun mu.

sen bir bilinmeze mi emanet ettin yarınını.
dünümü hiç yaşamamış gibi.
kelebek kanadınla koşar adım güneşte
hiç fal baktın mı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:58 PM
Bir gecenin içinden

penceremden bakıp
yavru kargaların çığlıklarını
dinliyorum....

yukarıda gene açılıyor,
bir banyonun musluğu.
su sesi kulaklarıma doluyor.

televizyonda hiç anlamadığım bir dil
kendi dilinde
kendi şarkısını söylüyor.

yavru kargalar geliyor
gözümün önüne, açmışlar gagalarını,
annelerini bekliyor.
yukarıdaki kadın geliyor
gözümün önüne, usulca atıyor ayağını
küvetin içine.
televizyondaki bütün sesler,birden karşılık buluyor sözlüklerimde.

böyle bir gece geçiyor
işte gözlerimin önünden
kendi halinde.

yarın, yine yarın olacak.
boyayacağım odamın duvarlarını
Paris yeşili rengine...

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:59 PM
Bir gemide sen giderken

şiddetli yalnızlığımın hamuruna
susam kattım.,
martılara attım......
umutlarım köpük köpük sığ denizlerde.
ve ben sana rağmen sensiz
soluklanmaya çalışırken en derinlerde.,
serseri rüzgarlar gibi
bir o yana bir bu yana.,
ölmeye yattım....
şimdi uzak türkülerimin yitik dağlarında
o düşsel sevdamın
yanık sesli turna kanatlarında
selamsız-sabahsızım.

şiddetli yalnızlığımın hamuruna
susam kattım......
sen bana el salladın.,
ben ardından baktım kaldım.

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:59 PM
Bir karabasan seansı

bütün *******im sanki, sahipsiz bir örs
ne varsa dövülecek üzerimde dövüyorlar.
fena eziliyorum.
eli şakağında, gölgemin arkasında
çelik urganlı bir karabasan
hangi pencereyi açsam,
karşımda duran.
bütün ******* sanki, yağmur sıcağı.
bu yangında çeliğe su verilmez ki.
bırakıp kendimi kendi yangınıma yanıyorum.

bütün *******im sanki, ışıksız panayır yeri
nereye koşulduğu belirsiz bir atlıkarınca.
savruluyorum.
her yönümde sıralı dev aynaları
ben çırılçıplak ve isimsiz
panayır yerinde kimsesizim
sağırım, dilsizim.
bütün ******* sanki, bir çarpışma sesi.
bu karanlıkta bir lamba yakılmaz ki.
kurtulamıyorum korkumun ellerinden çıldırıyorum.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:59 PM
Bir kırkayak olsam

yoksulluk;
ayaklarımın altında
mendebur bir kırkayak.
kırk tane ayağı ile,
boynuma sarılarak,
üzerinde
ot bitmez *******imde
tavana yapışan,
gözlerim oldu.
tepeden tırnağa...
bitip tükenen gençliğimdi,
göz göre-göre.
ağlasam yakışmıyor,
gülsem, hiç olmuyordu.
direniş gerekçelerim;
kalıpsız ve temelsiz
üflesen toz olacak barikatlardı.
ama; güneşin bana
bir borcu vardı.
her sabah üstüme doğmak gibi.
anamdan kalan tek mirasım
işte güneşten
bu alacağımdı.
bu ışık
üstüme pul olup yapışıp
bir balık sırtı gibi
alıp götürecekti beni
bir sabah
gözümü açtığımda..
hep o sabahı bekledim,
yıllarca...
gelse bir gün,
çalıverse kapımı.
bırakıp o güne kadar
kullandığım ayakları
kırk ayağın
kırk ayağını
takıp ayaklarıma
bir kırkayak gibi
kırk ayağımla
koşar giderdim yarınlara...

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:59 PM
Bir kış günü

teşrin gidecek, hamsin gelecek.
erbain gibi sıkışıp arada
kartopu olacağım.
Karadeniz de fırtına gibi vurulacak
mısırdaki turnaların kanatları.

kar olup yağacağım.
sana havuç burunlu, kömür gözlü
dünyalar güzeli
kardan Heykeller yapacağım,
bir sabah uyanınca
göreceksin kapının önünde.
çocuklar gibi çığlık atıp
kahkahalarla güleceksin.
ellerinde rengarenk eldivenler olacak
sen hiç üşümeyeceksin.

açıp göğsümü zemheri demeden
gördüğüm ilk deniz fenerine
adını haykıracağım.
ışık olacağım, yol bulacak
denizdeki bütün gemiler,
hepsini sana adayacağım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:59 PM
Bir kova imge çektim kör kuyudan

senaryo…
iğne yapraklı yağmurlar yağıyor
kurumuş düşlerimin üzerine
gecem yerinden fırlıyor, acı içinde.
şimdi çığlıkları dinleme vakti
kör kanatlı karanlık kuşlarının.
suçlarımın romanını yazıyor
penceremde bir görevli.

“yedi vakit mi desem, üç ay mı, bir gün mü
bu adam kesin bıçaklayacak birisini
kuşandığı silahların kabzasında öyle yazıyor
boş bakışları zaten sadakatsizlik yemini”

gecenin içinde huzursuz ateş böcekleri
sigaraların biri sönerken yanıyor bir diğeri.

senaryo devam ediyor….
para üstü alınmamış, bir ucuz şarap
her kedi başka tenekeye bağlı kuyruğundan
ay bile çekti üstüne bulut desenli bir yorganı
ve hala ses yok bizim uyku satıcısından.
kaleminin ucu kör testere inzibat
ağlıyor hiç durmadan.
bir yudum şarap daha iç bakalım
haydi sayın görevli, uyumadan.

“bu sokak mı desem, öbürümü yoksa alt cadde
bu adamın bir derdi var, saksıda bir çiçek
her akşam voltasında yanında karınca ordusu
sanki sevdalısı çıkıp saksıdaki çiçeğe su verecek”

birer birer patlıyor direklerde lambalar
bir bıçak parlıyor, birden kararıyor sokaklar

senaryo sona eriyor ……
demişler ki ifadelerinde görgüsüz bütün tanıklar
aldırmayın hakim bey, o hep bunu sayıklar.
o çiçek sulanacak diye beklediği pencerede
bin yıldır örülü taa Bizans tan kalma tuğlalar.
verin beraatini saklasın cebine.
baktınız olmadı, bir dahaki sefere
söz kırarsınız kalemizi,
biz getirip teslim ederiz ellerimizle.

hakim iyi adammış doğrusu, bana acıyor …
uyku satıcısı da nihayet geldi köşeden bağırıyor,
uykularım var, uykularım var, hiç uyunmamış …….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:59 PM
Bir şey bıraksaydın giderken

gözlerini niye aldın yanına, bari onu bıraksaydın
kapıyı çarpıp, çıkıp giderken.
beraber astığımız gelin çiçeğini düşürdün yere
ve dönüp arkanı bir kere bakmadın bile.
huzursuzluk kalk borusu çalıyor içimde.
saati sakladım, hiç görmeyeceğim bir yere.
boşalmış şimdi masadaki sürahi
doldurmayacağım işte.

ya ellerin, hala avuç içinde duruyor dudak izlerim.
hiç olmazsa bari sadece onları
götürmeyip yanında, bırakıverseydin bana.
hani yüreklice ve ateşe sarılmışça sımsıkı
yakalardık karşılaştığımız her yerde
ve asla bırakmazdık
beraber olup su içer gibi, sevişir gibi
yaşadığımız sürece.

yüreğini üstünde taşımanı yüreğin mi söyledi sana.
unutamaz mıydın peki bir gecelik
en kuvvetli muskalarla bağlamazdım sil baştan.
ağlamaması için arkandan.
yalnızca okumaya çalışırdım içinde yazanları
belki de çabuk yorulur gözlerim,
içime akardı ne kadar kaldıysa gözyaşı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:59 PM
Bir şey daha vardı

demini almış yüksek bir ölçüdeyim,
delilik ayarım kaynadıkça,buharım tütüyor.
ellerim düşmüş masanın üstüne
avuç içi falım, hiç iyi şeyler söylemiyor.
beraber doğurduğumuz umut adlı o çocuk,
şimdi hangi çöplükte saklı bir torba içinde.

kayıp; geçmiş hafta programında kalmış filmdir.
afişi unutulmuştur sadece bellek panosunda.
ben işte önünden her geçişimde istemeden,
rezistansımın voltajı yükselir, gözüm takıldığında
ve düşsüzlük boşluğunda renksiz kalan o çiçek
şimdi hangi ihanetin bakıyor penceresinden.

sakın sanmayın ki terkedilmiş bir iskelede,
bir yalnız çıma, bir öksüz fener ve tek başınayım.
ben lodos bekliyordum, poyraz vurdu üşüdüm
son sigaram düştü elimden, yeni yakmıştım.
canımı sıkan başka bir şey var da,unuttum şimdi.
bulamadım adını, saatlerce, günlerce düşündüm

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 01:59 PM
Bir tabloda danseder gibi

claude monet tablosu gibi
rengarenk bir bahçede
bir çocuğun ellerinden
koklarken yaz sabahlarını.
aykırıya düşmeyen
uçarı rüyalar gibi
aşabilmektir bahçenin
parmaklıklarını.
yarından;
alacaklı olmak meselesi budur işte.
bırakıp gidebilmektir bir parça
bugün üstünde oturduğun tahtını.

mozart’ın notaları gibi
veda ya da isyan marşları dinleyip
uygun adım
ve incecik kıvrılabilmek
şık salonlarda.
yarınları
hak edebilmek meselesi budur işte
dans eder gibi dönebilmektir her pistte.
ama sıkıca tutarak sevdanı yüreğinde,
onurunu ellerinde.

bir tabloda dans eder gibi
yaşayabilmekten geçer,
yarından alacaklı olmayı
hak edebilmek meselesi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:00 PM
Bir umut ile

hep aynı ağacın altında,
gözlerim;
bulutsuz ve turnasız
bir garip boşluk gibi
kimsesiz maviliklerde.

önümde dans eden
çakırdikenlerinin öfkesine
dehşetli zor
ve ağır acılarla yüklü
yumruklar indiriyorum.

şimdi daha da zor geliyor
o türküleri aynı ses olup
aynı rüzgarlarla
beraber söylemek,
ıslıksız boşluklara.
sana söz vermemiş olsaydım
hiç gelmeyecektim buralara.

yerimden kalkıp,
adımlasam
olmamış ekinlerin gölgesini
ve bereketsiz inançlarımı.
bir taarruz emri gibi
tüm kaybolmuşluklarımı
çıkarabilsem açığa,
bulur muyum kendimi acaba.

en fırdöndü rüzgar güllerini
saklasam senin olmadığın
her yönden esecek
rüzgardan.
keşişleme bu, poyraz,
karayel öbür yandan,
vurup soğutsa yüreğimi.

senin kokunu duymak umudu
bir armağan olarak
taşınmamış olsa içimde.
ve bağışlanmak,
af dilemek
yarayı derinden kanatan
her bıçak yarasından,
hiç gelmeyecektim buralara.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:00 PM
Bitir hadi, çek tetiği

tarifsiz bir çıkmaz sokak adresim,
akıl almaz öykülerimin saklandığı, iç içe.
sonu böyle olacakmış,
yaşamadığım yarının nasıl bilebilirim.

şimdi indir elini aşağı.
bin ol, on bin, yüz bin,yaşadığım her an gibi.
kapat usulca gözlerimi,
kaybolsun ay ışığı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:00 PM
Bitmeyecek solfej

sol anahtarımızla başlasak en figürlü ve romantik
bitimsiz bir ilk satıra, do olsak mesela.

şimdi son okunma tarihi,
çoktan geçmiş bu gazeteyi
bırak elinden.
bana yeni bir heyecanın
sesini dinlet
en derininden.

re, mi, fa – re, mi, fa, sanki uzak bir kumsalda
adını yazmak gibi kumlara, dalgalara.

sol anahtarımız sol’a
bir yer bulup oturtacak mı.
yeni bir satıra
hiç kullanılmamış bir çizgiye
saklayacak mı
yeni bir şarkıdır diye.

la, si ve gene do, işte döndük başladığımız yere
başlar gibi bitiyor bu şarkının sözleri
bütün aşklar gibi, dönüyor
dünyalar gibi ….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:00 PM
Biz kimiz

biz; bize benzeyenlerin
ellerinde nasır, alınlarında teriz.
erken ölen umutların,
hiç açmamış çiçeklerin
suyu, toprağı ve havası,
üç cemresiyiz.
martıların yoldaşlığında
yakın sahillerde dolaşan
uzak yol gemileriyiz.
biz; bize benzeyenlerin
aynasının öteki yüzüyüz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:00 PM
Bize öğrettikleri ile öldük

önce bize;
öğrenmemiz gereken çok şey olduğunu öğrettiler.
el öpmesini ama boynu bükük durmamasını.
sonra okumayı-yazmayı-kerrat cetvelini
mantığı, felsefeyi ve pozitif bilimleri.
bize üretip para kazanmayı,
kazandıklarımızı tüketmeyi de
emeği, ter dökmeyi, saygıyla paylaşmayı
insanca yaşamayı öğrettiler.
sevmek gibi, aşık olmak ve sevişmek gibi
yaşamın doğal dengeleri içinde dansetmesini.
çocuklarımız oldu
onlara, öğrenecekleri çok şey olduğunu öğretmesini de
öğrettiler bize.

sonra bizi
öğrettikleri her şeyi öğrendiğimiz için
öğrendiklerimizi çocuklarımıza öğrettiğimiz için
bir yolunu bulup bir gece yarısı tenhasında sıkıştırdılar,
ve öldürdüler.

ama biz genede neden öldüğümüzü öğrenemeden öldük.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:00 PM
Bizim yürüdüğümüz gibi

yürü, kalabalıkların arasında
ayaklar altında
ezilen bir pankart olarak yürü.
bizim yürüdüğümüz gibi
ölerek yürü

mevsimsiz ideolojiler
ve olmamış meyveler gibi
asılı kaldığın dallardan
koparak yürü.
bizim yürüdüğümüz gibi
düşerek yürü

ileri marşları bırakma ellerinden
yarın onları
dinleyebilmek için
çocuklarımızın dillerinden.
bizim yürüdüğümüz gibi
gülerek yürü

ama sığınmak gibi ağaç gölgesine
yada öpmek dudaklarından
durulmaz yüreğinle
bir ömür gibi adanmışçasına
bizim yürüdüğümüz gibi
severek yürü

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:00 PM
Bizler şairiz

“bizler şairiz, namus işçisiyiz yani”
kadınlarımızla kadın oluruz,
dağda beraber kuru odun toplarız.
beraber uzatır ellerimizi, yanan sobaya
beraber ısınırız.
beraber oturduğumuz sofradan
beraber kalkarız.
bakmayız doğurduğumuz çocuğun
gözlerinin rengine.
bize ne
ister siyah olsun, isterse mavi
“bizler şairiz, namus işçisiyiz yani”
neler yazar yürekte
ona bakar, onu okuruz.

erkeklerimizle erkek oluruz,
beraber cephede, barikatlarda,
aynı kanı dökeriz yüreklerimizden.
beraber bir ölür
beraber bin çoğalırız.
beraber çıktığımız her kapıdan
beraber gireriz.
döneklik, kahpelik yazmaz kitabımızda.
bize ne
eline, diline sahip olamazmış kimi
“bizler şairiz, namus işçisiyiz yani”
dökecek gözyaşı varsa
beraber döker,
ama dönmeyiz yürüdüğümüz yoldan geri.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:00 PM
Boğazda üşümek

ağır kokusu sinmiş üzerine
sıcağı gözden düşmüş yaz günlerinin.
bir sevdadır şimdi bomboş koklanan
dikeni yürek yakan güz güllerinin.
ellerimi böyle üşüten Emirgan değil.
her yanıma dönüp de, görememek gözlerini
verememek adını geçen ilk boğaz vapuruna.
gözlerimi böyle dolduran.

bekleyecek vaktim kalmadı artık
istanbul olup açmasını erguvanların.
ve unuttuğum bir şarkının son sözlerinde
ut taksiminden tambura geçişte ağlayanların.
ellerimi böyle üşüten kanlıca değil.
omuzumda bulamamak saçından düşen bir teli
yazamamak adını gölgesi dolu ulu çınara.
gözlerimi böyle dolduran.

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:00 PM
Boğazdan çıkarken yelkenli bir gemi

günün, gülleri derme vakti
hep sabah gibi bir heyecan mıdır.
çayın deminin tüttüğü gibi bardaklarda.
ve emirgan daha donmaya başlamadan
terkedilecek yarınlarda...

en iyot kokulu saçlar
bir balık soluğundan mı koklanır.
ikindi poyrazına açık tüm limanlarda.
ve beykoz daha bulanmadan sise
uzaklaşacak yarınlarda.....

ellerini sıkmak avuçlarımın içinde
fıstık çamının gölgesinde mi saklıdır.
kozalaklar büyümüş oyunların ateşi tadında.
sanki sarıyer birazdan gece olacak
beklemediği yarınlarda....

ezberleyememek adını
hangisi solumda yanan kırmızı ışık.
nerede yaşanır sevdalar, ayrılıklar mı sancakta.
boğazdan çıkarken yelkenli bir gemi
bilemeden gideceği yarınlarda...

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:00 PM
Boğaziçinde aşk zamanı

güneş alıp başını,
gitmeye koyulduğu zaman.
balıketi bir keyif açamaya başlar
içinin derinliklerinde.
rüzgar alnına şöyle bir dokunur ufaktan.
sen önce bir öpücük kondurursun
ellerine sevdiğinin,
ve başlar gözlerinde en derin aşk şiirleri
yazmaya sevdalarını
kendi kendilerinin.
vakit rakı vaktidir
ve sen tam
orta yerindesindir boğaziçi’nin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:01 PM
Boş kimlik

-sen benim kim olduğumu biliyor musun?
-bilmiyorum, kimsin sen.
-bende bilmiyorum,
kimim ben.
sadece bir kapalı kutu
gördüğüm zaman
gelir aklıma bu soru.
aşamadığım her şeyimin
bu kutunun içinde
saklanması olmasın asıl konu.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:01 PM
Boş sahnenin ışıkları

iki kişi çıktılar sahneye, el ele.
sahne çok görkemliydi, salon da öyle.
dekorda; ustalık ve teknoloji çılgınca sevişiyordu.
çok önemli bir tragedyanın dünya prömiyerindeyiz.
dünyalar konuk edilecek; beklemedeyiz.

önce protokol; ne kendileri gelmişti yerli yerlerine
ne de rastladık fuayede sergilenecek çiçeklerine.
ya elitler; smokin ve şık tuvalet denizlerinin rengi?
bırak kendilerini, göremedik bile gölgelerini.
ve diğer davetliler; onlarda gelmediler
protokol ve elitler gibi.
gişedeki madam ve teşrifattan bıçkın delikanlı da
şu sıra basılacak ahlak polisince bir otel odasında.

iki kişi çıktık sahneye, el ele.
sahne çok görkemliydi, salon da öyle.
ama izlenemeyeceğini anladık tragedyamızın
koltukları böyle kimsesiz görünce.
şimdi hesaplaşma ve yanlışı aramak için çok geç.
izlenmeyen ve tanıksızlığa gizlenen bir yaşamda
giderek tükenecek bir anı oluyorsun boş sayfalarda.

haydi! şimdi, önce ışıklar kararsın, sonra perde

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:01 PM
Boşlukta

hırsız yürekleri bıraktım, kaçsınlar
gitsinler hangi dala konacaklarsa
orada sığınıp,saklansınlar.
işte şimdi boş bir kafes,
yüreğimin sevdaya dönük yüzü.

bakma sen canımın sıkkın olduğuna,
buluttan nem kapmıyor gözlerim.
sadece aldanıldığım yaşamlardan yana
ve ucuza sönen ateşimdir derdim.
ellerim ve gözlerim bunu söyler,
yüreğim ise suskundur.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:01 PM
Boşlukta açan

içimden geçen yalnızlıklarla
açıyor duvarımda çiçekler.
boş çerçevede kimsesiz sarı gül,
yanında; mor menekşeler.

Ne kalemim var elimde ucu açılmamış,
ve bembeyaz bir kağıt,
üzeri yazılmamış.
ölüm; sanki ağzıma dayalı ana memesi.
soluğumu kapamış.

içimden geçen yalnızlıklarla
açıyor; vedasız karanlıklar.
her darbede bir parça tükeniş,
intihara dönüyor tutkular.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:01 PM
Boşu boşuna

Kör pervaneleri öldüren
zamanın müsrifliği değil,
Güneşe uzanan elleridir.

Boynuma geçen yağlı ilmeklerden bakarım
Dönen huysuzluklara.
Tımarhane kuytularında,
Kirli çarşaf uçlarını eklemek
ucu ucuna.
Ya kaçmak için sonsuz karanlıklara
Belki de koşabilmek,
bilinmez yarınlara.

İşte ne göründüğün gibi oluyor
Ne de olduğun gibi görünebiliyorsun sonuçta.
İstediğin her balık
yakalanmıyor oltana.
Ne kadar uzadı zaman belli değil,
Yunus’tan, Mevlana’dan bu yana.
Aklı başında olmayan bir silah gibi
Anlaşma ihtimali olmayan her yaşamla
Boğuşa boğuşa.

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:01 PM
Boşuna muhabbet ediyoruz

sınırlarım; hayal güçlerimin boş belgesi.
bar iskemlelerinde, elimden kaçmış zamandayım.
adressiz mektuplarımda zehir-zemberek,
ses duvarlarında volta atıyor kanatlarım.

dehşet verici sokak kadınları, ucuz karanfil.
kör kaldırım aydınlıklarımda barbut izleri.
işte şimdi çıkacak şu kapalı buhurdandan
eski çiçekçi sokağında üstüme işeyecek birileri.

yağmur ipini koparmış, şemsiye duvarda kalsın.
biz mezesiz rakımızı bu gece tersten okuyalım.
biz dememe bakma aynalı delikanlılık hesabı,
yapayalnız bir derleme işte başka ne yazalım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:01 PM
Boşuna yaşamak

birer birer geride kaldılar
gelecekteki o güzel günler.
düşlerimdeki mumlar
söndü bir nefeste.
korkularımda şimdi;
cehennem elması kokusu var.
sürekli gelişim bu mu dersin?
okunmaz bir gazetenin
terkedilmişler köşesinde
küçücük çerçevede yer bulması;
en koyu puntolarla isminin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:01 PM
Bozuk ayar

Dünyanın bütün şehirlerinin
Büyüsü bozuluverir bir anda.
Eğer bir serçe istediği yuvayı
Kuramıyorsa ağaç dallarında.

Böylesine yaşamak;
Yükünü çekemeyeceğin bir orkinosun
ardına takılarak
Soluğunun kesilivermesidir
Dünyanın en soğuk sularında.

Ben dünyanın en soğuk sularında
Ve büyüsü bozulmuş bütün şehirlerinde,
Yüzyıllardır gidip geliyorum
Güneş takviminde.
Kopardığım her yaprak,
Her gün başka bir kadını sevdiremedi bana.
Devirdiğim her mevsim
Umutlarımı taşıdı bir başka bahara.

Şimdi yeni doğacak olanlara
Bir tavsiyem olacak.
Kendilerine yeni bir takvim seçsinler
Adına ister ay,
isterse Çin takvimi desinler.
Ama kim nerede hangi takvimi
Kullanırsa kullansın,
Önce gün ayarını düzelterek işe başlasın.

Şu yirmi dört saat mesela
Ayarı en bozuk.
Kimine uzun geliyor, kimine kısa

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:01 PM
Böcekler kenti imparatoru / öykü

_____________________* ölürken

Neden olduğunu tam bilemiyorum, saatini de. Sanırım yuvarlandığım küçük bahçenin en gözden ırak köşesinde haklı gerekçelerimin parantez başlarını meze yaparak, fasılasız sarhoşluğuma kanat açtığım, sıra dışı birikimlerimin gözlerimden alev gibi fışkırdığı ve henüz terlemeye başlamadığım bir andı. O boncuk gibi terlerimi henüz dökmeye başlamamıştım. Belki tam o an kendimle sevişmeye zorlansam durumu bir defalık kurtaracak ve ölmeyecektim.
Kolumu dirsekten dayadığım, bir kere göz gezdirildikten sonra artık okunmasına gerek kalmadığına inanılan günlük ucuz gazetelerin üzerine serildiği beyaz plastik masadan boşluğa düşüyor gibi oluyor ve yere yuvarlanıyorum. O ana kadar oturduğum beyaz plastik sandalye de benimle beraber geliyor. Başımı ne olduğunu göremediğim sert bir cisme çarpıyorum. Ve sıcak bir esinti geliyor alnımdan aşağı doğru, gözlerimin üstüne. Kan çanağı içindeki gözlerimle çimleri yer yer dökülmüş toprak zemine bakıyorum en yatay çizgimden. Ayaklarımı hafifçe oynatmaya ve hangi yaşamımın neresinden soluk aldığımı anlamaya yelteniyor ama yanıt alamıyorum. Toprak kokuyor sadece, lavanta da. Ama ayaklarımı oynatmaya yaşamım izin vermiyor. Yoksa bundan böyle yürüyemeyecek miyim. Olur mu öyle şey. Bütün kokuları duyuyorum ama ayaklarımı kıpırdatamıyorum yerinden. Peki ya ellerim …, kollarım …?

Kan; göz pınarlarımdan aşağı, burnumun kenarından dudak çizgime doğru yeni yol bulmuş bir küçük dere gibi akmaya devam ediyor ve ilerlediği her santimde içim biraz daha boşalıp çekilmeye başlıyor. Boşalıyorum sanki parmak uçlarımdan bir yerlere doğru. Demek ki o çok kritik anlarda söylenebilecek başka şey bulunamadığından söylenebilen tek yerdeyim. Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide.

Evet o ince çizgide gidip geliyorum dengemi bozmadan. Çok eskilerde de buna benzer bir şeyler duyumsamış mıydım. Ara sıra korkusuzca yaptığım bol salçalı ukalalıklarımın kendimce alkış gördüğüne inandığım zamanlarda hep denge diye bir şeyleri gündemlerimizin orta yerlerine döktüğüm geliyor aklıma estikçe.

“Çok usta bir trapez sanatçısı olarak bir sirkin en tepesinde buluyorum kendimi. Bembeyaz giysilerim ve bembeyaz saçlarımla. Çadırın üstlerinde bir yerlerde incecik bir çelik telin üzerinde gösterimi –belki de hayatımı yaşıyorum – Çağımın kendi dalında usta tüm gösteri sanatçıları aşağıdaki pistte tüm hünerlerini – belki onlar da yaşamlarını – sergiliyorlar. Bir ok atma ustası örneğin, hedefe montajladığı, bakmalara kıyılamayacak kadar güzel bir kadının gözlerinin içine dolarak oklarını savuruyor. Okların hepsi hedef tahtasına kenetlendikçe çıkardıkları rüzgarlardan kadın sarhoş oluyor ve ağlıyor. Bir başka köşede nasıl becerebildiyse, bir kürenin üstüne yerleştirdiği yüksek merdivenlere, garibe boyalı yaşlı bir palyaçonun tırmanışını, defalarca tırmanışını ve buna rağmen soluğunun kesilmeyişini yaşıyor sirk. Bir başka yerlerde de bir başka gösteriler. Ben o incecik halatın üzerinde denge gösterimi yaparken.”

Kolumu dayadığım beyaz plastik masadan boşluğa düşüyorum, başım sert bir şeye çarpıyor. Başımın çarptığı yerden akan kan gözlerimi kan çanağı içinde yüzmeye zorluyor. Kan çanağı devriliyor ve yarısı dökülmüş çimlere ufuk çizgimden baktığım yere gözlerim düşüyor. Bir toprak böceği ile burun buruna geliyorum. Kendisini saklamayı pek becerememiş bir toprak böceği ….

Böcek, sen kimsin?
İp kopuyor …
Neden ağlardım eskiden sevdiğim ezgilere?


_____________________* yolda

Daha önce hiç ambulans çağrılmış mıydı bana. Belki Çağrılmışta gelmemiş miydi. Bu kez geliyor. işlerini iyi bildikleri, göğüslerine iğnelenmiş kimlik plaketlerinden, kaşlarını hafifçe yukarıya kaldırışlarından, adım atışlarından ve hiçbir şeyi umursamaz tavırlarından belli. Ambulanstan aldıkları sedyeyi koyuyorlar yanı başıma. Ve iki kişi baş tarafıma diğer ikisi ayak uçlarıma yerleşip karga tulumba alıp yatırıyorlar beni sedyenin üzerine. Bir kadın var ambulansın içinde ve elinde bir serum şişesi. sanki onu bir yerlerden çok iyi tanıyorum ya da öylemi sanıyorum.
Alıp götürülmeye hazır haldeyim.
Alıp götürüyorlar.
Böcek aşağıda yalnız kalıyor., gözlerimle göz göze. arkamdan gözleri doluyor. Ben ambulansın içindeyim.

-Tanırdım diyor birisi, çok zengin ve ünlüdür. Ama çok içerdi. Demek ki karaciğerden gitti, dayanamadı –

-sanmam diyor diğeri. Bende çok iyi tanırdım. Her zaman aşıktı. Sevdi mi tam severdi. Bütün yaşamı, ağaçları, kuşları ve hele de böcekleri.
Böcek sever mi insan, işte bu severdi. Haa bir de kadınları. (siyah çoraplı bir kadın var mıdır yaşamında ben bilemem) Yüreği dayanmamıştır. Kalptendir.-

-Hayır, hayır, hayır … sanıldığının ve bilindiğinin aksine yoksuldu. Yoksulluğunun nereye varacağını düşünürken de sigaranın birini söndürüp birini yakardı. Günde üç-beş paket belki. Ciğerleri parçalanmıştır. O kadar nikotin. –

-Bakın, bakın diyor bana en uzakta duran dördüncü sedye tutucu. Alnından vurmuşlar, alnından. Düşmanı çoktu, ama dostu da vardı hani. Hem de hatırlı adamlar demek koruyamadılar. Yazık –

Sonra elinde serum şişesi taşıyan, bir yerlerden çok iyi tanıdığım kadın yavaşça yanıma yaklaşıp üzerime eğiliyor. Rengi saçlarımın rengine dönmeye yüz tutan tenimi görüyor ve:
- ölmüş diyor., kan kaybından -

______________* bekleme odası

Çelik bir çekmecenin içine kilitlenip sonsuzluğa hazırlanmam için bir süre tanınıyor. Bekleme odasındayım sanki. Böyle soğuk mu olur yaşam sonrası sonsuz yaşamların beklenildiği bekleme odaları. Donduracak kadar soğuk nefesler esiyor çelik çekmecenin içine. Nereden geliyor anlamıyorum ama neredeyse de donmak üzereyim. Ne yapmak istediklerini bir bilebilsem. Bu hazırlık süresi, bu bekleme ne zaman bitecek. Ve birde tarifsiz bir aydınlık. Aydınlıkla yüz oluyoruz ama göz olamıyoruz. Gözlerim düştükleri yerde kalmamış mıydı. Düşenler hep düştükleri yerde mi kalırlar. Düşenler düştükleri yerde yitip kaybolacaklarsa yaşayanlar anılarını hep düşenlerin kaldıklarını bildikleri yerlerde mi tazelerler .

Bekliyorum. Kıpırdamadan upuzun yattığım yerde. Ellerim hazır ol halinde ama ayaklarım birbirine yapışmıyor.
Ayaklarım …. Kıpırdamıyorlar hala neden. Bir ağırlık var sanki üzerlerinde, kıpırdayamıyorlar. Bir fotoğrafta görmüştüm. Yaşamının sonunda, yeni bir yaşama hazırlananların bekleme odasında beklemeleri sırasında ayak baş parmaklarının birisine isimlerinin ağırlıklarını asıyorlardı. Benim ismim çok ağırdı. Belki ondan kıpırdamıyorlardı.
Şimdi bir sigarayı şöyle dört başı mamur tellendirmek zamanıydı oysa. Sevişilirdi belki ya da kitap okunurdu. En güzeli; önce sigara içilir, sonra sevişilir ve tam mayhoşluk zamanına gelince de hiç öyle kafanı yormayacak rasgele bir kitabın sayfalarına numaralanıp gidilirdi.
- Ne düşünüyorsun diye sorulmazdı –
- Hazırlayayım mı bir şeyler içmek ister misin –
- ……? –

Varsıllık zamanımdan kimse yok yanımda, yoksulluklarımdan da. Ağaçlar ve kuşlar da yok.
Hane halkımı yanlış yerlere mi gönderdiler yoksa. Burada olmaları gerekmiyor muydu. Ya diğer dostlar, uzak-yakın akrabalar, konular-komşular, çocukluk arkadaşlarım. Kazım mesela, adına şiir bile yazmıştım “ hani bir ayağı hafiften aksardı / kardeşinin sarı, sapsarı saçları vardı”
Seviştiğim kadınlar nerede. Çok güldüğümüz, çok ağladığımız, çok seviştiğimiz kadınlar nerede. Peki, sen nerdesin. Hiçbiri-hiçbiriniz, neredesiniz.
Gidiyorum ulan, bir daha hiçbirinizi görmeyeceğim, hiçbiriniz beni bir daha görmeyeceksiniz. Gidiyorum ulan hoşçakalın demek istiyorum içinizden birilerinize, hepinize, hiçbirinize.
Şimdi sadece ihanet miyim. Sadece akıllarınızda kalan, kapılara, duvarlara inen yumruklar mıyım. Hep aynı sarhoşluklarımda mı kaldınız.
Beraber demlemdiğimiz bir duble rakının, beraber dinlediğimiz hiçbir türkünün hatırı gelmiyor mu hatırınıza. Yazdığım mektuplar, okurken ağladığım şiirler. Ya sizler nerdesiniz, ya sizler ….
Canım sıkılıyor ……


__________________* ve karanlık

Aceleyle kazılmış bir çukura rendelenmemiş ama boyuma uygun bir tahta sandık içinde neredeyse atılıyorum. Sadece, birbirine paralel ışık huzmeleri olarak gövdemin üstüne inen yaşamın içinde kalanlar, görevlerini yapıyorlar. Toprakla beslemeye çalışıyorlar beni. sarıp sarmalıyorlar neredeyse. Kürek kürek. Ağzımdan, burnumdan, göz çukurlarımdan içeri toprak doluyor. Soluğumu burnumdan verip, dilimle damağımı perdeleyip toprağın içime dolmasını engellemeye çalışıyorum. Olmuyor, olmuyor …

Gece iniyor yeryüzünün bu yarısına, öldüğüm kente. Bir uzak camide ezan okunuyor . Başka sesler de, anlamadığım, bilmediğim, sevmediğim (toprakla dolmuş olmasına rağmen) başka sesler de geliyor kulağıma, sonra onlarda susuyor. Sesler; kendi dünyalarına boyanıp, orada yaşayan anılar olmak üzere uzaklaşıyorlar.

Şimdi sessizlik ve yalnızlık. Cennete gideceğimi ya da cehennemi boylayacağımı bana birileri ne zaman tebliğ edecekler. Sivil görünümlü görevliler ; hilkatın garibesi kalabalıkları arkalarına alıp/almayıp gelecekler saygısızlıklarının bütün saygısı ile. Sundukları tebliğin içeriğinin esasen bence de biliniyor olması gerektiğinden (çooook önceden hemde) eeee …hadi bakalım diyerek bakacaklar suratıma, ama ne zaman …
Yapayalnız karanlıklarda volta atar gibi düşlüyorum kendimi …..

______________* böcekler kentinde

Bir ses….. bir şeylerin toprağı eşelemesi, karışlaması gibi. Sırtında taşımaya zorlandığı yükün çıkardığı kan-ter sesleriydi toprağın karışlanması, eşelenmesi …
Şaşkın, ufuksuz ve allak-bullaktım. Karşımdan doğru küçük adımları ile bir böcek geliyordu. Yaklaştı iyice burun ucuma kadar.
- Al bunları dedi böcek, (kim olduğunu hala bilmiyordum) hadi al gözlerini.
- Sen kimsin diyorum (kim olduğunu anlamıştım) sen kimsin böcek –
- Önce al gözlerini diyor böcek sonra konuşuruz. Konuşmak için sonsuzluk var önümüzde.
Gözlerimi alıyorum.
Böcek konuşuyor ……… -

Sonra …uzaklaşıyor, başka bir şey söylemeden. Toprağı karıştırarak, sırtındaki yükün terinden ve ağırlığından kurtulmuş olarak. Gözlerimi bıraktığı yerden alıp özenle yerine oturtuyorum.

Sonra oluyor.

Sırılsıklam bir toprak solucanı egzotik danslar sergileyerek düşüveriyor tam orta yerime. Sakinim, yüreğim ağzıma gelmiyor yani. Sessizliğin içinde raksın en yüksek nağmelerini sunuyor yan gözle beni süzerek. Biraz arkama kaykılıyorum. Sırtımı dayayacağım sağlam bir arkalık her zaman buldum mu kendime. Solucanın raksını izliyorum. öyle hafife alınacak bir izlence değil bu. Giderek üstüme gelmeye başlıyor üstelik. Şaşırıyorum, bir yılan kıvraklığında muhteşem görsel çizgiler çiziyor üstümde. Bu olağanüstü gösterinin tanıklığını “kör beklentilerim” öncesinde nasıl hazmedersem öyleyim. Coşuyorum sadece sırtımı dayadığım yerde..

- Devam et solucan, devam et. Durma haydiiii Hep böyle. –

Ben devam et, devam et diye yudumlanırken solucan raksını devam ettirmiyor. Tam orta yerimde iken başını hafifçe kaldırıp gözlerime doğru uzanıyor. Bende şaşkın, suskun ve kırılmış vizyonumla gayri ihtiyari solucana doğru eğiliyorum. Ağızlarımız yaklaşıyor birbirine.

- O ne olağanüstü bir gösteriydi öyle –
Solucan ağzımı hafifçe ağzına dokundurup geri çekiliyor.
- O getirdi gözlerini değil mi diyor –
- evet diyorum, o getirdi –
Solucan biraz daha geri çekiyor kendini ama gözlerini gözlerimden kaçırmadan.
Solucan konuşuyor.


Solucan gözlerini üzerimden kaçırmadan geri geri sürünerek ama danssız uzaklaşmaya başladı.

- Gidiyor musun dedim …-
- Hayır dedi gitmiyorum, burayım ve seni izliyor olacağım … Ve vereceğin yanıtı … Yani bu işi ben yaparım demeni …. Sonra da yaparsında karşılığında ne beklersin...Bir de o tarafı var işin. Hani yaparım da… Sonrası…Onu da öğrenmek istiyorum. Onun için buradayım, bekliyorum.–

.

(*) burada hikaye olup daha önce yazdıklarım ama şimdi çoğunuzun midesinin kaldırmayacağını düşünerek tarafınıza aktarılmayanlar, böceklerin beklentileri ve durumları özetle:

Yer altı (toprakaltı) dünyasının bu kentinde, zeka düzeyi neredeyse sıfıra yakın bu küçük yaratıklar binlerce cins karışıklığın karmaşası içinde gizli, garip ve anlamsız bir iktidar kavgası içindedirler. Ama neyi nereden tutarak işe başlayacaklarını bilemediklerinden çaresiz, diğer cinslerle kendi ortak noktalarını bulamadıkları içinde yapayalnızlardır.
birbirlerinden farklı sevişmeleri var zannederler ama öyle değildir.
Ve gene hiçbirisi düşünmenin ne olduğunu bilememektedir. Tek eksiklilerinin düşünmeyi bilmedikleri olduğunu bilmemektedirler. Sadece bir şeyler yapmaları gerekiyordur ama ne. Benden istedikleri ise işte bu ilk şeylerin yapılmasını sağlamamdır. Ve ödülleri vardır birde. Gerçekleştirebilirsem istediklerinin bana verecekleri. Hiçbirisi benim yanıma yaklaşmayacak ve bana dokunmayacak, sağımdan solumdan tırtıklamaya kemirmeye kalkmayacak ve toprağın bedenimdeki etkiyi özel salgılarıyla derecesizliğe indirecekler ve çürümemin önüne geçecekler. Ve bir şekilde bu karanlıktan bilinen aydınlıklara çıkarılma nedenim oluşursa da o zaman kaşımdan, gözümden, sırtımdaki benimden tanınacak şekilde yeryüzüne geri dönmemi sağlayacaklar. Dönebileceğim yeryüzü aydınlığına. …Güleyim mi …..

_________________* oyun oynar gibi

Laf olsun diye kabul ettim böcek ve solucanın getirdikleri öneriyi.
Oyunun sonucunda kazanacak olana verilecek küçük bir ödül koyarak başladım oyuna ya da işime. Sağ elimin küçük parmağı tüm öğretilerimi ilk kavrayan ve uygulayan gruba ait olacaktır diyerek. Ve küçük parmağımı tahrik gücü yüksek bir bomba gibi gözlerinin önünde sıkça dans ettirerek verdikleri söze göre bana ödül olarak giydirilen dokunulmazlık zırhına rağmen iştah damarlarının debisini sürekli yükselterek.

Mezar sessizliğinde kıyametler kopmaya başlamıştı …

(*) Gene burada hikaye olup daha önce yazdıklarım ama şimdi çoğunuzun midesinin kaldırmayacağını düşünerek tarafınıza aktarılmayanlar, böceklerin, solucanların, çıyanların ve diğerlerinin bu oyun içinde ve sonucundaki gelişimleri de özetle şöyle:

Küçük parmağım arada bir ortada dans ettikçe; önce birbirlerinin gözlerinin içine bakmaya başladılar. sonra ağızlarını kenarlarına küçük kıvrımlar koyarak gülümsemeyi öğrendiler. Birilerinin toprağı eşeleyip ortaya çıkardığı besin değerli kırıntılara el sürmemeyi, kendi cinsleriyle birlikte sürünür yada küçük adımlarıyla dolaşırken karşı cinsten olup karşıdan gelenlere çarpmamayı da öğrendiler. canları istedikçe seviştiler. çocukları oldu bir sürü, benim gibi değil ama bana benzer ölenler oldu. ölenleri ayak altında bırakmadılar. Sonra kendi aralarındaki oyunlarına bir kişi daha gerektiği anlar oldu. O an başka cinsten kim geçiyorsa ona yer açtılar. Eeee bu kadar da olmaz diyeceksiniz belki ama karşılıklı dans etmeye başladılar yani dans etmeyi öğrendiler. Ortada oynattığım küçük parmağıma ilgileri azaldı. Ve bana da hiç dokunmadılar.

Arada ters durumlar olmadı mı, oldu …Ama benim yaşadığım dünyada da olmuyor muydu. ihanetler, sırttan bıçak sallamalar. Ben bu tür ihanetlerin sonucunda gelmedim mi kan kaybından öleceğim bu günlere ….

Yanlışları oldu, düzeltmeyi, eğrileri oldu doğrultmayı gözlerimin içine soru dolu gözlerle bakarak öğrendiler.

Ve en sonra da düşünmeyi ….. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum …
Alışmıştım fena halde, umursamıyordum bile. Etim, kemiğim, gözlerim ve sırtımdaki benim yerli yerindeydi ta. Ha o taraf ta ha bu tarafta pekde fark etmiyordu yani. Tam böyle değildi gerçi ama neyse.

-Bir gün dedim ki ortalık yere,..Siz benim ismimin ne olduğunu biliyor musunuz … İsim …..? Onlara isim ne demek onu anlattım, ne işe yarar, herkesin, her şeyin bir ismi neden vardır …..Mesela benim ismim ne zaman ve kim tarafından konmuştur ….

Bir solucan anne bir kenarda sessizce dinlerken hemen yanı başında kıvrılıp uyumakta olan ve henüz birkaç gün önce doğurduğu yavru solucana bakmaya başladı …Anladım…Ona bir isim düşünüyordu ….

__________________* bundan sonrası

Bundan sonrasını çok kısa kesiyorum.

Çok sonra bir gün, yeni dünyamıza gürültüler, toprak dalgalanmaları ve yeniden sesler gelmeye başladı. Gelenleri ne olduğu belli değildi ama böcekler, solucanlar, çıyanlar ve diğerleri paniğe kapılmadan buldukları en yakın deliğe saklanmaya çalıştılar.

Sandukamın bildiğim çizgilerine bir kazmanın ağır sivriliği ve bir küreğin yumuşaklığı çiziliverdi. Öldüğüm gün, ambulansta gördüğüm, bir yerlerden çok iyi tanıdığımı bildiğim o kadının saçları gözleri ve her şeyi gölge olup sandukamın parçalanmış kapağından içeri doldu.
Ellerini uzattı, ellerimden tuttu.
Çekip aldı beni mezarımdan yukarıya doğru. Elinde bu kez serum şişesi yoktu.

- Niye dedim
- Niye dedi sen ölmemiştin ki ….
- Niye dedim, o zaman serum şişesi ile oturuyordun baş ucumda?
- O görevim dedi.
- Görevin?
- Yani dedi, hadi gel benimle ….

Beraberce yürümeye başladık selvi boylu yollardan. Karanlık mı….aydınlık mı… Lavanta kokuları karanlık, aydınlık dinlemiyor.

- Seni seviyorum …
- Seni seviyorum …

göz göze yıllarımızı geçirmeye doğru kanat takıp yürümüyor, uçuyoruz.

______________________* final

Göz gözeyiz. Ve yıllarımız geçiyor. Çocuklarımız oluyor. İki tane. Biri kız diğeri oğlan., sevişmelerimizden.
Bir akşam vaktindeyiz. karşı karşıya ve göz göze.
Sevdiğim kadın, çocuklarımın annesi birden fırlıyor oturduğu yerden, gözlerini gözlerimden alıp korkuya döndürüyor ve omzuma doğru saldırıyor. Bir şeyleri kovalıyor sanki. Şaşırıyor ve korkuyorum. Neler oluyor. Gözlerindeki korkudan korkuyorum.

- Neler oluyor ….
- Bir böcekti diyor …Bir böcek vardı omzunda …Boynundan içeri girecekti…Tam yakandaydı …..
- Yapma diyorum…Yapma …..

Susup tekrar göz göze gelecek miyiz …Tedirgin ve rahatlamak istiyor ….
Gözlerindeki korku yavaşça uzaklaşıyor …Kalkıp, dudaklarına küçük bir öpücük kondurmak istiyorum …
Doğrulup yanına yaklaşacağım …
Gözlerini gözlerimden ayırmıyor …
Soluklarımızın en yakın olduğu yere geliyoruz …
Dudaklarımız yaklaşıyor … Gözleri tam gözbebeğimde ….

Ve birden gözbebekleri gözlerimden kopup aşağılarda bir noktayı işaretliyor …
Ve gözbebekleriyle gözümden kopup aşağılarda işaretlediği yere gözümü kaydırıyorum ….
Onu görüyorum…
Yeri karışlayarak uzaklaşmaya çalışıyor …
Ardından bakıyorum…
Göz ucundayım …..

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:02 PM
Böyle ölmeli şair dediğin

“yıldırımları kıraç topraklara değil
bereketli ormanların içine düşmeli
bütün şiirleri yanmalı şairlerin ”

şair dediğin böyle ölmeli.
önce kalemini batırmalı
sıfır noktası dediği yüreğine.
sonra küçükten başlayıp
en büyükte biten daireler çizmeli
sudaki halkalar gibi.
tam orta yerine bütün dairelerin
kocaman bir, oniki yazmalı.
eros un okları hedefini
işte tam bu onikiden vurmalı.
şair dediğin böyle ölmeli.
vurulduğu anda bütün saatler
şiirler yanar gibi, birdenbire durmalı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:02 PM
Bu akşam seni istemiyorum

bu akşam seni düşünmeyeceğim.
içimden geldiği gibi kaybolup,
canımın çektiği her şeyi yapacağım
bana ulaşılacak bütün yolları
sisli barikatlarla kapatacağım.
belki bir ağaç gövdesine dayayıp sırtımı.
çalı diplerinde kıvrılıp yatacağım.

üzerime bir yıldız düşecek kimsesiz,
belki bir sokak köpeği kirli mi kirli,
sallayarak kuyruğunu gelecek yanıma.
bu akşam seni düşünmeyeceğim.
bozuk niyetimi yastık yapıp başıma
yıldızım ve köpeğimle önce dertleşip
sonra bir güzel dalacağım uykuya.

düşümde kim çıkarsa çıksın önüme
yasadışı her ilişki için göz kırpacağım.
saflık ayarım yiyip bitirecek kendini
büyük iskontolar süsleyecek vitrinimi.
burçlara yeni karakterler yazılacak
senin doğum tarihin açıkta bırakılarak.
bu akşam seni düşünmeyeceğim.

sabah kimler bulurda uyandırır beni.
yıldız kaybolmuştur , ya köpeğim
onun daha adını bile bilmiyordum,
durup durmayacağını da yanı başımda.
sen sıcak yatağında uyanıp tek başına
sorguya tutabilsen yalnızlık nedenini
anlarsın bu akşam seni neden düşünmeyeceğimi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:02 PM
Bu bayramda...

kapı çaldı,
gelen çocuklardır, bayram ya.
hazırımda zaten en güzel şekerliğimin içinde en ışıklı çikolata.
uzattım sıcak gülümsemelerimi yapıştırıp dudağıma
aldı eline çocuk çikolatayı bir teşekkürle ama
baktı gene de suratıma, mendil soruyordu gözleri ısrarla
içine delikli ikibuçuk kuruş saklanmış çorap yada.
işte mendil, çorap ve ikibuçuk kuruştu olmayan bu bayramda
birde benim bayramlık ayakkabılarım, onlar yoktu ayağımda.

kapı çaldı, gelen kim acaba...

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:02 PM
Bu davet akıl karıştırır

süzme yoğurdu ben söylemedim,
hanginiz getirdi.
tertemiz örtü, porselen tabak,
cilalı bardaklar.
salata, yeşillikler, antep işi.
bu ortaya karışıkta nereden çıktı.
görüntü çok güzel
ama kim istedi.
ben istemedim ki.
kaliteli çatal, bıçaklar,
şık ve gayet kibar garsonlar.
hele rakı,
buz kovasının saklanmış içine.
kim içecek onu bu saatte.
bu manzara yani,
hangi ressamın fırçasından çıktı.
batan güneş, uçan kuşlar, Boğaziçi.
gök dersen kıpkırmızı.
kimin aklına geldi, ne gereği vardı.
söyleyin kim karıştırıyor
bizim hesabımızı.
şurada ikimiz, karşılıklı,
dişe dokunacak cinsten
belki iki çift laf bile etmeden
ama gözlerimizi de
kaçırmadan gözlerimizden
on dakika bilemedin on beş
oturacaktık.
sonra gizli veda teri ellerimizde
her akşam olduğu gibi
sarılıp ayrılacaktık.
olmadı ki şimdi.
gitsek, aklımız burada kalacak
oturup kalsak,
gidilecek yere geç kalınacak.
ne yapalım haydi söyleyin.
bedelini de siz ödeyin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:02 PM
Bu işte bir terslik var

doğurmak niyetine.
ve ilk kahkahalarımla,
kanlar içinde.,
son yolculuğuma çıkmasaydım
eller üstünde.

ve sanki zemheri soğuğu gibi
donmasaydı gözlerim
haziran ateşinde.

bu işte bir terslik var ama ne?

seni ilk gördüğüm zaman,
gecenin güneşi düşmüştü
gözlerimin içine.
keşke; durup bakmak yerine
kaçsaydım diyorum
üstüne üstüne.

şimdi damarlarım daralmış
bir deli nehir gibi,
dağların tepesinde.

bu işte bir terslik var ama ne?

isterdim ki namlumun söylediği
hüzzam makamında her şarkıda
ölümün değil ama
nefesi koksun gülün.
ve korkmak olmasaydı
sazı türkünün.

şimdi adı olmayan bir aksak
öyküyü yazıyorum
kan ter içinde ağlayarak.

bu işte de bir terslik var,
ama ne?
soruyorum kendime,
içim sızlayarak....

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:02 PM
Bu kadar mı olur bana benzemek

haydi söyle istersen;
sende en çok benim gibi
renklerden mavi yi mi seversin
yanında üstüne deniz bindirilmiş biraz lacivert
olsun ister misin.
geç otur karşısına gel keyfim gel yak bir sigara
tütsün dumanları istediğin renk ondan sonra.
ne dersin.

ben ayrıca üç’ü, beş’i birde yedi’yi
verseler bütün dünyayı değişmem hiçbir rakama
bilirim senin de burçlardan
en çok benim burcumu sevdiğini
üç gibi, beş gibi bir de yediyi
sevdiğin gibi.

haydi söyle istersen saklama
ezbere bildiğim o şarkının sözlerini senin yazdığını
ve bir kadeh dolusu gözyaşı gibi
her söylendiğinde
benim gibi yürekten başlayarak yandığını.
böyle iki elini birden
avuçlarımın içine saklamışken
kim kesti şimdi suyunu bütün yangın musluklarının.

olmaz yani, bu kadar benzemek olmaz
nereden bildin şimdi bu yangında kül olmak istediğimi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:02 PM
Bu mektubu sana ben

bu mektubu sana ben;
bir intihar komandosunun ateşlediği
dinamitin fitilinden yazıyorum.
birazdan sesini sadece senin duyacağın
ağır bir infilak olacağım.
bütün camlar, çerçeveler duracak yerinde.
vazondaki çiçeklerden tek yaprak bile
kopup düşmeyecek ellerine.
belki birkaç damla toz dökülecek
duvara asılı resimden.
ama çok parçalanmış sesler yükselecek,
üstüne adımı yazdığın yüreğinden.

bu mektubu sana ben;
bir salon radyosunun yeşile boyalı
göz lambasından yazıyorum.
şimdi alacağın bir haberi okuyacağım birazdan.
kulaklarından başlayacak öksüz yolculuklar
yüreğine hiç uğramadan
beynini sarsacak ve orada son bulacak.
inanmak mı gerekiyor duyduğun her şeye
yoksa yine öfke mevsiminin terapisi mi bu,
neler oldu, daha neler yaşanacak.
ama son kontrolde elin
mutlaka yüreğini arayacak,
orada koskocaman bir boşluk bulacak.

bu mektubu sana ben;
duygularımın son bayram yerinden,
bu mektubu sana ben;
terkedilmiş günlüğümün son satırından,
bu mektubu sana ben;
cinlerin çarptığı akşam sofrasından yazıyorum.
yaşadığın şehrin ellerinden,
sokaklarının gözlerinden öperim.
seni görürsen eğer,
sana benden selam söylemeni isterim.
birazdan tıkanmış damarlarımla yelken açacağım,
bulutun, yağmurun ve rüzgarın
olmayacağı yarınlara.
artık anılara giremeyecek olan yarınlara.
şimdi yaprakları solmuş bir elma ağacının gölgesinde
yeni günahları bekliyorum.
sen bana aldırma…..

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:02 PM
Bu öykünün sebebi çok

bu bir geç anlaşılma
ya da hiç anlaşılamamanın öyküsüdür.
bir anafor sarmalında
dilinin dönmemesi,
yüreğinin yetmemesi,
sebebidir.

belki biraz geç kalma,
koşup da yetişememenin öyküsüdür.
tırmandığın yokuşta
nefesinin yetmemesi,
sesinin çıkmaması.
sebebidir.

bu belki bir,
yanlış denizlere yol almanın öyküsüdür.
bakmadan pusulaya
hiç kavuşamamak gibi
buz tutmak yaz günü,
sebebidir.

belki sadece bir çarpılma
ve duyguların kararmasının öyküsüdür.
açıp kollarını yağmur altında
yıldırımla kucaklaşmak
ve düşmek toprağa
sebebidir.

ya da herkesin belki,
kendinden bir parçanın ağır öyküsüdür.
susuz musluklarda yüzünü yumak
ve yaşama hakkını
yanlış kullanmak
sebebidir.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:03 PM
Bu özlemin çaresi yok

üç numara şakir zümre donuyor avuçlarım.
bu soğuk havadan değil anne,
pencerem hala açık.
nerelere saklandı
rengini o çoktan unuttuğum
çocukluk perdelerim.

çok acıktım anne!
hadi gelsin
üstüne yağ sürülmüş ekmek dilimlerim.

on numara yalnızlık donuyor avuçlarım.
bu soğuk havadan değil anne,
özlemim hala sönmeyecek alevinde.
diz çöküp öpmek istiyorum
peygamber toprağı gibi
dizimi ilk kanatan
o sokak taşlarını.

çok acıktım anne!
hadi gelsin
üstüne kül dökülmüş çocukluk günlerim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:03 PM
Bugün 11 Kasım, nasıl geçiyor zaman - eleştiri notları

Dün 10 Kasım’ dı. Atatürk’ ümüzü saygıyla, minnetle ama hepsinden daha da önemlisi; özlemle andık.
Cumhurbaşkanımız büyük ve kalabalık bir kortejin en önünde saygı duruşunda bulunmak için Anıtkabir’e gitti. Ve saygı duruşunda bulundu. Neredeyse adı-namı-rengi belliler dışında bütün basın ve medya’da bu çok önemli günün önemine gerçekten yaraşır yayınlar yaptılar. Bir matem havası estirmemeye de özen göstererek. Bizler de kullanma hakkımız olan kendi medyamız ve yayın organlarımızda içimizden geldiği, kalemimizin yettiği, dilimizin döndüğü kadar yazdık, söyledik ve onu andık.

Evet dün 10 Kasım 2007 …Büyük Atatürk’ün altmışdokuz’uncu ölüm yıldönümü.

Bugün 11 Kasım 2007.

Yazılı basının “yalancı olanına” göz atıyoruz. Dün Atamızın resminin, ona özlemimizin ve saygımızın ifadesi olan büyük puntoların yerinde bugün bir başka başlık.

“Cumhurbaşkanı huzura çağrıldı”

Çağrıyı yapan Suudi Arabistan Kralı. Adına çağrı yapılan Türkiye Cumhurbaşkanı. Hani bir yıl içinde uçaklar dolusu yaptığı ikinci ziyaretin bu ikincisinde Cumhurbaşkanımız tarafından bütün protokol kuralları ve geleneklerin aksine uçağın merdivenlerinde karşılanan Suudi Arabistan Kralı. Çağrıya uygun olarak da Kral Hazretleri oteldeki dairesinde ziyarete gidiliyor.

Nedeni ne olabilir bu çok özel ve farklı ilginin. Gene “yalancı” basının yorumlarına göre; Sayın Cumhurbaşkanının geçmişteki ilişkilerinden, o ülkede geçen çalışma günlerinde oluşan özel dostluktan kaynaklandığını anlıyoruz bu ilginin. Yada tamamlanmamış bir imza protokolünün bir an önce tamamlanması telaşı. Ama daha ötesi ve ilginci ise “yaşına hürmet” ….
Geçmiş ilişkilerin oluşturduğu havaya bakarak hareket edecek olursak Cumhurbaşkanının kendi özel ilişkilerinden önce biraz daha yakın tarihte, hala sırtımızdaki acısını hissettiğimiz ilişkileri dikkate alması gerekmez mi Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak. Eğer gerekçe bu değil de yaşına hürmet söz konusu ise; Kral Hazretleri de Çankaya yokuşunu yürüyerek çıkmayacağına göre konut içinde kapıda olması gerektiği gibi protokol kurallarına uygun bir şekilde ayakta karşılarsın bir ara da punduna getirip elini öpüp alnına götürürsün ve yaşına hürmetin göstergesini de yerine getirmiş olursun. Eğer bütün bunların dışında yani geçmişteki ilişkiler yada kralın yaşı söz konusu değil de bir başka büyüklükten söz ediliyorsa. Yani biraz dolar renginden de petrol kokulu olan cinsinden. Ve bu saygı bunun için gösteriliyorsa o zaman hiç atıp tutmalara gerek yok. Aynı saygıyı ve hatta daha fazlasını ABD’ye ve onun Başkanına da göstermek gerekmez mi. Şimdi aramızda bazı arkadaşlarımızın zaten ikisi aynı şey, aynı kapıya çıkar dediğini duyar gibi oluyorum.

Hamasi duyguların gösterileceği, isyana dönüşeceği sokaklar, alanlar, kürsüler doğru zamanlarda ve doğru hedeflere karşı yapıldığı takdirde bir anlam taşır. Eğer varsa gösterebileceği bir etki yerini ancak o zaman bulur. Vatanseverlik için de bu budur, Milliyetçilik içinde. ama hepsinden öncesi bir yurtseverlik gereğidir bunu böyle amir hüküm yapan.

Evet dün 10 Kasım 2007 idi, bugün 11 Kasım 2007. Ne çabuk geçiyor zaman ….

Büyük Atatürk’ü bugünde en çok özlemle anıyoruz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:03 PM
Bugün 23 Nisan, güzel ama...- eleştiri notları

Bugün 23 Nisan … Çocuklarımız bugün; ülkemizin neredeyse bütün meydanlarında, stadyumlarında rengarenk, cıvıltılı, mevsime yaraşır görüntüler içinde, şarkılar- türküler eşliğinde ve kol kola oyunlar oynayacak, danslar edecek. Anne-babalar da bu keyif dolu manzarayı izlerken mutluluk gözyaşlarını saklı mendillerine silecekler ve anlık bir gururun, umut yanını hiç hesaba katmadan gözlerinin önünde oynayan, dans eden, şarkılar-türküler söyleyen çocuklarına oturdukları yerden eşlik edecekler, tempo tutacaklar ve alkışlayacaklar.

Daha sonra terleri kurumayan çocuklarımızı alacağız, onları cumhurbaşkanlığı, meclis başkanlığı, başbakanlık gibi önemli koltuklara bir anlık misafirliğe götüreceğiz. Ellerindeki öğretmenleri tarafından yazılıp tutuşturulan kağıtta yazılanları okudukları anda alkışlayacağız ve kameralara o makamların şu andaki sahipleri ile birlikte verdikleri pozları izleyeceğiz ve son olarak ta işte bugünün çocukları, yarının gençleri ve öbür günün büyükleri diyeceğiz. Ve yarınlar için karamsarlığa kapılmamamız gerektiğini çocuklarımızın gözlerinin içine bakarak söyleyeceğiz, biraz daha rahatlayacağız.

Şimdi 2007 yılındayız. Şöyle bir geriye dönüp bakacak olursak mesela 1990 yılındaki benzer törenlerdeki çocuklarımızın, bugün ellerindeki kör bıçaklarla kendileri gibi düşünmeyenlerin boğazlarını kesen, enseye kurşun sıkarak düşünce karartan çocuklarımız olduklarını, o günler için yarınlardan benzer gurur ve beklentilerimiz içinde yer aldıklarını görürüz. Biraz daha öncelere gidip 60’lı yılların 23 Nisan törenlerine bakarsak durum gene aynıdır, o günkü çocuklar, bugün koltuklarını bir an içinde olsa 2007 çocuklarına bırakanlar değil mi?

Neden bu hale geldiğimiz içinde sıralanacak nedenlerin başına ABD’yi, uluslar arası örgütlenmeleri, emperyalizmin sömürü düzenini oturtarak işin kolay yanında kahve höpürdetiyoruz da, sevgisizlik, sevmeyi bilememek, bilemediğimiz içinde öğretememek gibi bir başka yönden hesaba dahil olmayı hiç aklımıza bile getirmiyoruz. Belki dünyada yürekten taştığı varsayımıyla en çok aşk ve sevgi şiiri yazılan bir ülkede yaşamamıza rağmen ne sevmeyi ne de aşkı bilemiyoruz ne yazık ki. Ve bunu bilemeyip öğretemediğimiz içinde o boşluğu hemen “en büyük biziz” koşullandırması ile doldurmaya çalışıyoruz. Sevmesini bilemeyip yeni kuşaklara öğretemediğimiz içinde sevilmiyoruz. Formül ve neden, bu kadar basit olarak düşünülüp ele alınırsa acaba çok şey mi kaybederiz yarınları kurtarmak adına.

Evet sevilmiyoruz. Yaptığımız her şey, bizim dışımızda olanların fena halde gözüne batıyor, rahatsız ediyor. Yaptıklarımız ve bizim ne güzel bir iş becerdik sonunda bile dediklerimiz gerekli alkışı alamıyor, ağzımızla kuş tutsak yaranamıyoruz. Bizde onların bu tutumları karşısında “Türk’ün, Türk’ten başka dostu yoktur” diyerek,giderek kendi içimize kapanıyor ve gücümüzü, büyüklüğümüzü, hoşgörümüzü, çağdaşlığımızı kendimize ve tüm dünyaya kanıtlayacak tamamen Türkçe yeni söylem yada davranışlar geliştirip bunları sergilemeye başlıyoruz.

Biz; sahip olduğumuz renkleri savunurken sadece “ bizim bir komşumuz vardı Yorgo amca ile Despina teyze, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi” diyerek kabulleniyoruz ve oradan da kaybetmeye başlıyoruz. Ucu buralara kadar varıyor çözülen yumakların.

Bu yazıyı neden mi yazdım, ne demek mi istedim. Hiç …Belki sadece bugün 23 Nisan ama neşe dolamıyor insan demem yeterli olacaktı kendi görüşümü ve duygularımı anlatmak için, boşuna uzattım galiba.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:03 PM
Bugün İstanbul bana benziyor

bugün İstanbul;
ilk kış günlerinin
hangi deklanşöre basarsan bas
karşına çıkacak aynı fotoğraf gibi.
kaldırım kenarlarında,
yağmur suyu ırmaklarında
yüzmeye çalışan bir sarı yaprak…
altından mazgallar geçiyor yaşamının,
denizi çok uzak.

sonra kalkıp yerimden aynaya bakıyorum.
bende öyleyim.
beni tanıyıp tanımayan
herkes ve kendim için.
bir İstanbul kışı gibi…..
ayaklarımın altından
tüm bir yaşam akıyor,
ben sarı bir sonbahar yaprağı gibi
akıp gidiyorum,
denizim yok ama gemiciyim diyorum.
ve bağdaş kurup yere oturuyorum.
yaşam puzzle’ımdan bir parça
her kurgumun sonunda
açıkta kalıyor.
Bugün olduğu gibi.
severek ölmek gibi bir şey bu,
istanbul’da ve
her şeyden çok uzakta,
frekanslarımdaki tüm seslerden bile.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:04 PM
Buluşmalar ve ayrılıklar

bu kent bugün buluşmalar ve ayrılıklar kenti olmuş.
önce en süslü meydanlarda çiçekçileri
sonra orta yerdeki büyük saat kulesini
kurşunlamış, yerle bir etmişler.
efsaneleri ve eski salonları yakmışlar
üst üste koyup.
yarım kalmış resimler, tamamlanamamış.
son dizeleri eklenmeden
okunmuş sevdaya ait şiirler.
ve bir darbede indirilmiş
o sevdiğim, sabah dükkanının tabelası.
cam kırıkları karışmış
kuşların su kaplarının içine.
ve göç mevsiminden çok önce.
uçanların hepsini yarından tanıyorduk
bu kent bugün zamanının ötesiyle buluşmuştu.

tahta bavulları ile ellerindeki
sürgünlerin geri döndüğü günler gibiydi.
yamaçlara ışıksız pencerelerin
okula yeni başlamış çocuk elleriyle çizildiği.
sığırcık kuşları avlanıyordu
bir sapan, ince bir lastik ve taş parçaları ile
kanayan bir kaldırım taşı oluyordu.
veresiye defterlerine yazılıyordu yani hayatlar
kimsenin hesabını tutamadığı.
göz ucuna yakalanınca da cinayet başlıyordu.
bir kurşun çıkıyor namludan
üç mum birden sönüyordu.
ve her şey gene bildiğimiz tarifeden ödeniyor,
umutsuzluk dökülüyordu
son ateşte zor pişen çorbanın içine.
içenlerin hepsini dünden tanıyorduk.
bu kent bugün zamanının öncesiyle buluşmuştu.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:04 PM
Bulutlarla oynamak

ister misin, seninle bu boş vaktimizde,
bulutlardan insan resmi yapmaca oynayalım.
mum ışığımızda ısınırken elleri,
öfkeli akrebimiz ve heyecanlı yelkovanımızın.
batan güneşin kızılına boyansın tuvalimiz.
ister misin, ama başkası yok, sadece ikimiz.

en sevdiğimizin gözlerini aramakla başlayalım.
sonra saçlarını bulalım, bulutlar karışmasın.
açık pencereden giren akşam rüzgarı
önce güneşin yakasına yapışsın, bırakmasın.
yoksa çizdiğimiz tüm çizgiler silinip gidecekler,
bu oyunu bir daha oynamayacağımızı bilmeyecekler.

gel biz seninle gene elimizdeki bir boş çerçeveye
ikimizin resmini yan yana yerleştirelim güzelce.
sonra bulursak uygun zamanda bir bulut kümesi
onu da alır yerleştiririz usulca, bozmadan içine.
ister misin, seninle bu boş vaktimizde,
başka oyunlar oynayalım, çocukça, gönlümüzce.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:04 PM
Bunca yoksulluğa rağmen

öyle diyoruz ama
aç kalıyoruz ve ağlıyoruz be gülüm.
biz yumruk yapsak ellerimizi göğsümüze,
bebelerimiz ağlıyor, onu görüyoruz
ve duyuyoruz be gülüm.
ve bizde kahroluyoruz.
oyuncaklarımızın ya kolu kopuk oluyor
ya başları ayrı gövdesinden
yerine yenisini koyamıyoruz.

tüm sevdalarımızı ayrı köşelerde tutup,
yumruklarımızı boğazımıza düğüm yapıyoruz.
ne aydınlatıyor lambalarımız,
o saatlerde,
gözümüzün gözümüzü göreceği kadar,
ne akıyor sularımız ateşimizi söndürecek kadar.
yüreğimiz daralıyor,
yoksulluğumuz acı veriyor sadece be gülüm,
çekilmez acılar veriyor.

sıralanmış inci taneleri gibi gözyaşları.
damlıyor ve göl oluyor çamurumuz üstünde,
ama leke tutmayan bir yanımız,
her zaman bulunuyor,
gene ayakta ve gene sapasağlam be gülüm
hamurumuz üstünde.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:04 PM
Buz tutmuş göl üstündeki atlar

yudumlayacak bir yudum hava yok.
göz önümde çizgisi çekilmiş bütün göller.
üstlerinde ne kadar renk varsa
hepsini birden silmişler.
yalnız gökyüzü kalmış direnen
sıfır altında buz tutmuş mavisiyle
vurmak için atları, namluya kurşun süren.

yamaçlara yaslı siyah bir lekedir pencerem.
dört, beş, belki çok daha fazlası bilemem
hep bir ağızdan kaşık çalınan bu tencereden
iki çocuk çıkıp ta neden oynamaz kartopu
her yer böyle diz boyu kar içindeyken.
bir yanda dumansız bacalar, öte yanım sessizlik.
bir rüzgar sesi, acılı ezgisinde kimsesiz çobanın.
atarım kendimi yüzükoyun,
son sevişmemin teri yeni kurumuş yatağına.
kulaklarımı kilitlerim tüm duyacaklarıma.

göz önümde çizgisi çekilmiş bütün göller.
üstünde üç numara büyük nallarıyla atlar gezerler.
yudumlayacak bir yudum hava koklarlar,
bulamazlar yazdan kalma bir yonca yaprağı bile.
sinsi bir ölüm yaklaşır arkalarından, duyamazlar.
ve vahşi ve bembeyaz dişleri ve aç bir nefes gibi
bir kurt sürüsünün ölüme benzer sesi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:04 PM
Bütün değerlerim hüküm giydi

yasa dışı her ses korkulu rüyasıdır
zümrüt koleksiyonumun
düşleri bozulup rengini kaçırır
ışıklarımın.
serseri yataklı bir koğuştayım aylardır
her zaman melek değilmişim yani
bundan bu sonuç çıkıyor.

pis bir karantinada saklıyım.
gardiyanlar birbirinden yabancı.
cesaret hangi pencereden alır güneşi
bu izbe koridorda
ışıklarımın tükenmişken her rengi.

korkunun saklandığı karanlık sen misin yoksa
bir akşamüzeri misin
ya da gece yarısı.
hangi elinle kırdın tam ortasından
hükmümü imzalayan
o sadakatsiz kalemi.

oysa hiç tanık bırakmamıştım geride
herkesten saklamak için çalarken
kendi zümrüt taşlarımı.
bir türlü anlayamadım hala nasıl yakalandığımı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:04 PM
Büyük kanatlı kuş

sen büyük kanatlı bir kuş ol.
kanatların dünyayı sarsın
gözlerin en saklı köşelerde
en umutsuz sevdaları
görüp yakalasın.
coşkulu köpükler gibi çağlayan
bir nehir aksın ayaklarının dibinden

sen büyük kanatlı bir kuş ol.
kentlere isim ver,
üzerinde kanat çırptığın kentlere,
her birine birer birer.
kimi ayrılıklardan alsın adını
kimi kavuşmalardan.
gözlerinden renk ver,
üzerinde kanat çırptığın her yer
istanbul’un rengi gibi,
erguvan pembesi olsun.

sen büyük kanatlı bir kuş ol
yer sofraları kadar bereketli
ve sokak kavgaları kadar
masum ve çocuksu.
ilk aşk gibi ayakların titresin
güneşin doğuşuna her tanıklığında.
kötüyü sil, beyaz olsun.
gökyüzün tükenmesin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:04 PM
Can sıkıntısı İstanbul

can sıkıntısı İstanbul, başka bir şey değil
gene en çok seni sevdiğimden
kötü niyetten değil.

ama bir soğuk sur dibinden
daha sıcak
bir kucak
bulamaz mısın.
ne güzel bir çocuk, bak nasıl parlıyor gözleri
ama yarın bir şiir bile yazamayacak
donmuş elleri.

ahhh benim yedi bela İstanbul’um…

her sokağında ayrı ve tarifsiz bir cinayet
köşe başlarında kalkık yakalı
siyah gözlüklü bir cinnet.
çamur birikintilerine düşmüş jartiyerli çoraplar.
dikkat et şimdi,
bir çocuk daha kaçıracaklar.

can sıkıntısı İstanbul, başka bir şey değil
sevdan bir ateş gibi yanmasa yüreğimde
umurumda bile değil.

kaç yap-boza kurban gitti güzelim ağaçlar
hani şimdi nerede
o meydanlar.
ellerimizde hala pankart,
isyan içimizde körkütük
ama ağlamaktan başka bir şey
yapamayacak kadar
küçüldük.

ahhh İstanbul ….
can sıkıntısı işte başka bir şey değil
üzmek istemediğim için seni susuyorum şimdi,
yoksa uzatmak işten bile değil.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:04 PM
Canımı acıtır

arenalarda, kılıçlarından kan damlayan pikador ları sevmiyorum
canım daha çok acıyor, kılıca bulaşan kandaki alyuvarlardan.
birazdan saksıdaki çiçeklerine su verecek kadını çok seviyorum.
uzatıp elini taze su gibi, pembe boyalı balkon kapısı aralığından.
o zaman daha çok büyüyor yüreğim, toprağın bereketinden.

elindeki sapanla hedefine tek göz bakan çocukları da sevmiyorum
ister bir tank olsun sokak başında, ister bir sığırcık ağaç dalında
omuzlara konan beyaz güvercini ve uçan balonları çok seviyorum
onlar canımı daha az yakıyor savaş korkusu ve cinayetlerden tarafa
uçan balonlar kadar özgür ve barış içinde yarınlar istiyorum.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:04 PM
Canlı değil cansız bomba - düz yazı

Adana'da saçları röfleli bir kadın 11 kilo 300 gram plastik patlayıcı ve iki el bombasıyla yakalanırken, İstanbul'da da 1 canlı bomba ile 4 terörist ele geçti. Adana’da yakalanan Gri kolsuz tişört, siyah kot etek, topuklu ayakkabı giyen, parmaklarında beyaz oje ve röfleli saçıyla oldukça bakımlı görünen kadın terörist, adının Ebru Kara olduğunu söyledi. 31 yaşında olduğunu belirten kadın terörist, sağlık raporu için Adli Tıp Kurumu'na götürüldü (Adana DHA)

Ve sonra yakalandığın zaman kameralara dönerek “ V “şekli almış parmaklarla yapılan sözüm ona zafer işareti. Neyin zaferi, neredeyse saçlarından sürüklenerek bir arabanın içine tıkılıyorsun ve bundan sonrasında herkesin “aman, evlerden ırak olsun” diyeceği bir yaşamın ilk anlarına doğru yol alıyorsun. Yakanda parçalanmış, bilekten kopmuş kanlı eller, söndürülmüş ocakların artık tütmeyen bacalarındaki yağlı ve kara islerle neyin zaferi bu. Bu işarette her yenilginin, her kahpece saldırının, maşa yada yem olarak kullanılan çocuklar tarafından patlayan bombalarla duman altı almış sokaklarda yapıla yapıla anlamını iyice yitirdi yada değiştirdi.

Ve işin bir başka acı ve ürkütücü yanı da, eskilerden söylediğimiz gibi işin “içiriyorlar üç-beş tane uyuşturucu hapı, salıyorlar ortaya, o da farkında olmadan çekiyor bombanın pimini” olmaktan çıktığını gösteriyor. Şu zafer kazanmış (!) zavallı mahlukata yukarıdaki gazete haberi ışığında bakınca artık bombalama ve katliam eylemlerine; kadınların kendi aralarında düzenledikleri ve bir parçada kendi vitrinlerinin pırıltısını göstermek amacına yönelik “altın gününe” gidilir gibi gidildiğini görüyoruz. Saçlar yapılıyor, gerekli makyaj ve bakımlar yapıldıktan sonra içi patlayıcı dolu çantayı yükleniyor ve çıkıyorsun sokağa. Verilmiş ve yüklenmiş talimatlar olmayan beyninin kıvrımlarında bloke edilmiş vaziyette, hadi bakalım kolay gelsin.
İşte bunun adı cinnet’tir. İnsanların inançları, idealleri uğruna atılmış ölüm adımlarının hoşgörüyle anlaşılabilecek ve kabul edilebilecek tüm sınırlarının tersyüz olduğu bir cinnet. Ve henüz cinnetle tokalaşmasını yada aynı kaldırımda yürüme şanssızlığına düşmemiş herkes için sahip oldukları tüm yaşamsal değer ve özellikleri kapı dışarı atan bir durum. Ben o nedenle bunlara insanlığını yitirmiş gözüyle bakamıyor ve “bunlar insan olamaz” , hayvanlara hakaret etmiş olmamak için de “hayvan bunlar” diyemiyorum. Ancak “bunlar canlı olamaz, olsa olsa cansız birer maşadırlar” diyebiliyorum.

En sıradan şiddetteki depremlerde bile duvarında derin çatlaklar oluşan kimi müteahhitlerin yaptıkları çürük-çarık binalar gibi. Bunlarda içimizde besleniyor, içimizde yaşıyor yada biz içlerinde yaşıyoruz. Ve sonunda bu cinnet ve korku fırtınasının ve belki sömürü düzen yada güçlerinin kurbanları bizler oluyoruz , değerlerimiz, inançlarımızla tüm yaşadığımız, yaşayacağımız günler oluyor.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:04 PM
Cebir dersleri / kısa bir öykü

Annem o son sonbaharın telaşlı yağmurlara ev sahipliği yaptığı sabahının çok erken saatinde ablamı giydirip - kuşattı, tuttu elinden bindi şirket-i hayriye’nin baca numarasını şimdi hatırlayamadığım yandan çarklısına kayboldu Sirkeci yönünde.

Annemin; babamın nöbette oluşundan yararlanan daha kararlı, özgür ve cesur kıldığı ses tonunun yüksek volümünden anladım ki bir gece önce ablamı, babamın nöbette olmasından istifade ile Tomas Fasulyeciyan’ın tiyatro kumpanyasına götürecek yarın sabah. Nasıl olsa en azından iki gün daha gözükmez babam ortalarda. Hesaba göre nöbetin bir günü, buna ilaveten nöbet uzadı adı altında Pangaltı’da madam Despina’nın evindeki kaçamağın da bir günü var ki. Rahatlıkla tüm kayıt işlemlerini tamamlar, Fasulyeciyan’ın programına uygun düşerse ablamın ilk provasını bile izler. Sonra da vakit rahatlığı içinde Şehzadebaşı’ndan Süleymaniye’ye, oradan Mercan’a düşüp Namlı pastırmacıdan yüzelli-ikiyüz gram pastırma alır, mısır çarşısında dolaşırlar; evimizde eksikliği bilinen ne kadar ot, çiçek vesair nebatat varsa ondan şu kadar bundan bu kadar toplar ve Sirkeci’ye vapurun ezberlenmiş hareket saatinin on – on beş dakika öncesinde vasıl olunur. Eğer birde cesaretini toplayabilirse çantasının o gizli cebinde özenle sakladığı hanımeli cıgarasının narin ve incecik bedeninden masmavi bir akşam dumanı savurur, ablam sade gazozunun içindeki sakız leblebilerini sayarken.

Ama evdeki hesap, çarşıya uymama geleneğini sürdürmeye devam edecekti. Ve bunun hesabı da hep atlanıyordu.

Gerçi Sirkeci-Üsküdar vapuru annemin hanımeli’ si son nefesini vermeden yanaşmıştı rıhtıma ama babamın da evimizin kapısında çizmelerini gıcırdatan at arabası; annemle ablamı Sirkeciye götüren baca numarasını bilmediğim sabah yandan çarklısı belki tam yanaştı-yanaşacak iken Sirkeci rıhtımına şaklatıvermişti kırbacını.Babamın nöbeti uzamamıştı.

Babam; annenle ablamı evde bulamayınca çok kızdı. Bana sordu nereye gittiklerini. Duyduklarımı söyledim. Daha çok kızdı. hem anneme hem de Despina’ya ağıza alınmayacak küfürleri gözlerinden, şakak kemiklerinden, masaya vurduğu yelkovan yumruklarından mitralyöz gibi sıralayıp durdu. Sonra, benimle hiç konuşmadı hatta yüzüme bile bakmadı. Arada kalkıp pencereye yöneliyor, gözlerini Sirkeci yönüne doğru kısarak dikiyor sonra tekrar gelip masaya oturuyor ve yelkovan yumruklarını masaya sıralamaya devam ediyordu.

Derken; akşam daha da çok erken kararıverdi. Yandan çarklı iskeleye yanaşırken salıverdi kapkara dumanlarını Üsküdar’ın belki de bizim gökyüzümüze. Babam yandan çarklının geldiğini anlayınca koltuğunun yönünü evimizin giriş kapısına doğru çevirdi, oturdu ve gözlerini kısarak bu kez kapıya dikti ve beklemeye başladı.

Başımı ellerimin arasına aldım. Çalışmakta olduğum cebir dersleri kitabım masamın üzerinde idi. Başım ellerimin arasında, gözlerim açık, yüzümü kitabıma bastırdım. Kitabın kapağında ne yazdığını bilmesem bu kadar yakından bakınca okumak mümkün olamıyordu ve bir şeyleri daha iyi okumak, daha iyi görmek ve daha iyi de öğrenmek için daha uzaklarda yer almanın (ama en arka sıralarda değil) daha doğru olacağı gibi bir hayat dersini bu akşam alıp yaşam felsefesi sepetime yerleştirdim. Başım ellerimin arasında,

Yüzüm kitabıma neredeyse yapışmış, gözlerim açık, cebirde dolaşıyorum sisler arasında bir sabah gölünde kürek çeker gibi.

Birden annemle ablamın telaşlı ayak seslerini duydum. anlamış gibiydiler babamın geldiğini. Ayak seslerinin telaşlı ve bir o kadar korkulu adımlarla evimizin kapısına doğru yaklaştıklarını, kapıyı yavaşça açtıklarını, babamın koltuğundan doğrulduğunu, annemle ablamın ayakkabılarını çikarip ellerindeki küçük paketleri sessizce portmantonun üzerine bırakırken yan gözle babamı izlediklerini görmedim ama duydum, hissettim ya da. Ve babamın elini beline attığını, uzun namlulu ve toplu tabancasını annemin üzerine doğrulttuğunu, sonra dört el silah sesini, kan ve barut kokusunu, ablamın çığlıklarını.....

Koşuyorum, ablamın çığlıkları peşimden geliyor. Ve iki el silah sesi daha. çığlıkları duymuyorum artık. Koşuyorum, Tunusbağı’ndan Bağlarbaşi’na doğru. Dört bir yanım yemyeşil . mevsim şartlarının aksine. adını bilmediğim binlerce kır çiçegi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:05 PM
Ciddi bir çağrı

morg kaçkınlarından
gelinlik kızlar yaratmak yerine
birazda el atıverseniz ya
şu yaşadığımız şehirlere.
kiminin parası kadar önemli değil mi
kimilerin duası.
duyun bu çağrıyı, siz estetik uzmanları.

hem enineyiz, hem boyuna.
kalkacak halimiz kalmadı maşallah.
bin orman konsa her gün soframıza
soluk almadan atarız ağzımıza.
biraz da siz görün şu bizim halimizi,
güzeller güzeli diyet kraliçeleri.
ne kadar önemli ise kiminin parası
ondan daha da önemlidir kimilerin duası.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:05 PM
Cinnetle cennete gidilir mi - düz yazı

Toplum; yüzmesini bile bilmeden kendi denizlerini kendisi mi yaratır. Yada konuşmasını öğrenemeden hangi nefesini üflerse, esen rüzgar onun adını mı alır. Toplumlar bu kadar egemen midir yani yeryüzünün atlaslarında çizilmiş kalın kırmızı sınır çizgilerinin içinde. Ağırlıklı ve birazda sonradan ve tesadüfen edinilme yazılı kimliklerin talimatı ile dalgalandırılan denizler, koparılan fırtınalar ne kadar gerçektir bıraktığı onca olumlu yada olumsuz izlere rağmen.

Benim annem koşulların biletini kestiği bir başka coğrafyanın treninde, bir başka gişeden alınmış bileti ile seyahat eden babam ile karşılaşmış olsaydı kompartımanda. Hani o göz göze gelmenin dayanılmaz okları yüreklerine saplanıverseydi. Ben bugün hangi yazılı kimlikle karalıyor olacaktım bu satırları sizlere. Sanırım ki eğer varsa içimde sadece insan olmanın erdemli tarafından ve ortak yazı dilini bilebildiğimiz kadar bir yerlerinden tutarak karşınızda olacaktım. “Hayır öyle olmazdı, ben bu kimliklerden başkasını asla taşıyamazdım” diyen bir arkadaşımız varsa ona söylenecek bir lafımız elbette olamaz. Çünkü onu zaten karşımızda laf söylemek/anlatmak için bulamayız. Belki şu anda bir karanlık köşede, elden giden vatanı nasıl geri döndüreceğinin hesabında yada her tarafından zincire vurulmuş inançlarının kilitlerini açma uğraşı içinde birilerinin ensesine kurşun sıkma yada kör bıçakla boğazlarını kesme oyunları içindedir yada izleyicisidir. Belki de önüne görünmeyen/görünen eller tarafından konulan bu bulmacanın içine harf yerleştirme hesabındadır. Ki görüyoruz son zamanlarda, kimileri ellerindeki kapalı zarfla genelkurmay’ın demir parmaklıklarını güpegündüz aşmaya çalışıyorken bir diğeri belindeki silahla güvenlik görevlilerine öldüreceği kişinin adresini sormaya kalkıyor. Ne yapıyorlar, vatanı kurtarıyorlar, dinin elden gitmesini önlemeye çalışıyorlar. Çünkü hiç kimse bu 20’li yaşlarını baba parası ile sürdürmekte olan gençler kadar ne Türk ve nede Müslüman olamadıklarından iş bunlara kalıyor. Eğer hal böyle ise yapacak hiçbir şey yoktur, oturup iki göz-iki çeşme ağlamaktan başka.

Çünkü iş cinnet çarşısında alışveriş tezgahları oluşturmaya kadar ayağa dökülmüş demektir. Elbet bu tezgahları oralara kurduran bir takım örgütler, bir takım başka ve kin dolu yerli-yabancı odakların varlığından söz edilecektir. Buda inkar edilmez ama gerçekten “büyük devletlerin” yönetimleri bu tür tezgahların kurulmasına asla izin vermezler. Yapabiliyor muyuz kötü dikişli bayrak imalatçılarının diktiği bayrakları meydanlarda yakarak aklımıza esen bütün küfürleri sıraladığımız ABD’ye, İsrail’e ve onların düzenlerine karşı bir oyun. Eminönü meydanında çorap, ayakkabı satanları kovalayan kolluk kuvvetleri yönetimlerinden çok daha farklı ve ciddi boyutludur bu iş. Hoş onu da ne kadar becerebildiğimiz şüpheli ya.

Madem “tesadüflerin oturttuğu yazılı kimlikleri taşıyoruz, o zaman bize ne” demek için de yazmadık bu yazıyı. Elbette kimliklerimize ve inançlarımıza sahip çıkmalıyız. Çünkü bu topraklar içinde ev sahibiyiz kiracı değil. Bir başkasının ağzından dökülecek iki kelime ile boşaltıp, sırtımıza yükümüzü yükleyeceğimiz bir ikametgahtan söz etmiyoruz. Bu topraklara sahip çıkmalı, onu işlemeli, oyamalı, boyamalı, zenginleştirmek için ekip biçmeli, yeşillendirmeli, mavisini temiz tutmalıyız. Kendi sahibi olduğumuz, içinde barındığımız evimize nasıl sahip çıkıyorsak aynı o şekilde sahip çıkmalıyız. Varsa rahatsızlıklarımız oturup aile içinde çözmeliyiz, yan gözle bakana ise öyle tepkiler göstererek bir ders vermeliyiz ki bir daha kapımızın önünden selam vermeden geçebileceğini aklına bile getirmemeli. Bunun yollarını büyük Atatürk çokta güzel öğretmiş, göstermiştir bizlere. İnançsa inancımızın gereklerini yerine getirmeliyiz. Yanımızda kendimize göre hafif gevşek birisini gördüğümüz zaman onu kendi seviyemize getirmek için zorlamaya kalkmadan ama. Onu da kendi inanç seviyesi ya da dünyasında özgür bırakarak. Ve el birliği ile bu ev nasıl güzelleşir, nasıl önce kendimize sonra yakın çevremize hatta bütün mahalle yada kentimize örnek olur diye uğraşmalıyız. Merak etmeyelim ki o zaman onlar bizim evimize benzetmeye kalkacaklardır kendi evlerini, bizimle uğraşmak yada el koymak yerine.

Ama 20 milyonluk İstanbul’da örneğin, biletleri bir hafta önceden tükenen 300 tane tiyatro salonu bulamıyorsak, eldekileri de yıkmaya kalkıyorsak, yıl içinde milyonlarca turisti ağırladığımız Antalya’da ucuza pazarlanmış lüks otel ve sahili, kumu, denizi ve güneşi dışında bir kent merkezinin görülesi özelliklerinden elbiseyi kentin dokusu üzerine giydiremiyorsak, nerede yeşil bir alan bir orman görsek hemen “baltalar elimizde” diye başlayan çocuk şarkıları söylemeye başlıyorsak biraz zor o ülkeyi yaratmak ama imkansız değil. Çünkü insan olmanın erdemlerinden söz ettik yazının başında birde akıl diye bir şey var. Kullanmasını bilene elbette. Yoksa tezgahlarda satışa hazır tek mamul her bedene uygun bir deli gömleği, hem de neredeyse bedava gibi …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:05 PM
Cumhuriyet Bayramını kutlayalım - düz yazı

Giderek erozyona uğratılan Cumhuriyet değerlerimiz ve giderek ona sahip olmak heyecan ve coşkusunun değişen renkleri.

Hani alın terimizi nasıl döktüğümüzü bilerek kazandığımız cebimizdeki son kuruş paraya sahip olabilmek dürtüsü ile gün geçtikçe bir hüzün ve kaybetme korkusunun açıktan gelen dalgalarına karşı korumacı duvarlarımızı oluşturmak. Bu nedenledir ki bugün Cumhuriyetimizin kuruluş yıldönümünü bir bayram değil savunma ve koruma mekanizmalarının harekete geçişi olarak yaşıyoruz.

Emperyalizmin ülkemiz ve coğrafyamız üzerindeki tezgahlarına, terör özelliklerini aşıp, oluşmamış alt yapısı ile karakteri bozuk bir savaş ilanı süreci yaşayan ve yaşatan PKK’ya, şehitlerimize yakarışlarımıza ve elimizde bayrak sokaklara, meydanlara koşmamıza neden işte bu savunma ve koruma içgüdümüzün beynimize çuvaldız batırarak yaptığı uyarıdır. Elbet gene geçen yıl, ondan on yıl önce, yirmi yıl önce ve daha eskisinin fondaki alışılmış görüntülerini göz perdelerimizin üzerine asarak.

Ama kabul etmiyor gibi görünmeye çalışsak, bunu böyle söyleyenlere kızsak bile hepimiz biliyoruz ki şekil ve görüntünün tahlil raporunda ne yazık ki aynen böyle yazıyor …

İçimizde hala merak eden var mı bilmiyorum devlet erkanının artık alışılmış külfetten saydıkları Büyük Atatürk’ün huzuruna yapılacak ziyarette mesela Sayın Cumhurbaşkanı’nın özel ziyaret defterine neler yazacağı …
......

Bugün Cumhuriyet Bayramı …

Büyük Atatürk’ün gençliğe hitabesinin muhatapları “ey Türk gençliği” nden belki sayıları parmakla sayılacak kadar az kişi kaldı aramızda yaşayan. O yükselen yeni nesil; ellerindeki vasiyet belgesini, beyin kıvrımlarına ve yüreklerine özenle ve silinmeyecek şekilde işleyerek belki de Cumhuriyete karşı en büyük görev ve sorumluluklarını da yerine getirerek demokrasiyi tanıttılar bu ülkeye. Ümmet olmaktan halk olmaya gidecek yolun taşlarını döşediler. Bizler de daha çarıklarımızın tozuyla yürümeye çalıştığımız o yollarda, terlerimizi üretime, çağdaşlaşmaya, demokrasi gereği özgürlük ve insan hakları için verilecek uğraşlara döküp “muasır medeniyet” çıtasını yakalamak için sıçrama tahtasının bir ucuna göz dikmeden önce zamanının başbakanın ağzından “beyler siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz” söylemine tanıklık ettik kutsal meclis çatısı altında. İdeolojik ve siyasi kamplaşmalar, bölünmeler de gene bu dönemlerin hazımsızlık tanılı hastalıkları olarak künyemize işlendi. Gene aynı dönemler ve sonrasının devirdiğimiz her takvim yılında farklı reçeteli özellikleri ile.

Alt yapısı ve sınıf bilinci bizden çok daha gelişmiş koskoca Sovyet İmparatorluğunun bile varlığını sürdürebilmek için ancak seksen yıl dayanabildiği yüzyılımız tarihinin sayfaları içinde biz yarınla ilgili beklentiler ve umutlarımızda sıfır noktasında değilsek ve içimizdeki coşku hala bir şekilde ve bir yerlerde kendini gösterebiliyorsa bunun da tek nedeni; duvarlardaki resimleri birilerinin gözlerini fazla rahatsız eden, bir başkalarının adını “başyasalar” dan çıkartmak için eveleyip geveledikleri o büyük önder ve Başkomutan ATATÜRK’ tür .

Bugün Cumhuriyet Bayramı … Cumhuriyetimizi; (bir gazimizin sözlerinden alıntı ile) Çanakkale ’de boşalan siperleri bugün gene doldurmaya hazır olanlar olarak ATATÜRK için ve ona yaşadığımız tüm acı ve olumsuzlukları hissettirmeden kutlayalım. Onun adına kutlayalım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:05 PM
Çabuk tutun elinizi

benim rüzgarlar boylu kız çocuklarım,
erkek çocuklarım.
haydi saatlerinizi çabuk kurun.
zaman durdu duracak,
duymuyor musunuz?
ilk patlamalar gelmeye başladı
işte güneşten.
sevgiyi öğrenmeye vaktiniz kalmayacak.
çabuk tutun elinizi,
saatinizi çabuk kurun.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:05 PM
Çağlayan manzarası - düz yazı

Öyle 20 sene önce atılmış temellerin inşaatını bugün biz bitirdik havasıyla kürsülerde esip gürlemek değildir bu. Öyle kurs açılışlarında partili fanatiklerinin dışında “dünya gözüyle bir başbakan görelim” meraklılarının karşısında aldığınız eğitimin hatiplik tarafını iyi kullanarak atıp tutmak da değildir bu. Bu Cumhuriyet tarihinin en büyük kitle hareketidir. Şimdi dersimiz bu diye sizleri ortaya davet edenler ise hangi elbise içinde olurlarsa olsunlar bunun adı demokrasidir işte. Ve ne kadar saklarsanız saklayın değiştirmeye çalıştığınız yaşam biçimine karşı gösterilen bir başka karşı duruştur.

Şimdi hükümetin ve başbakanın sert yanıtlarından, askere karşı dik duruşlarından söz ediliyor. Hangi sert yanıtmış bu: Cemil Çiçek bey “genelkurmayın bu beyanatının hükümete yönelik olduğunu algıladık ”demesi mi? Bravo yani, herhalde beni kastetmedi o beyanatı ile Genelkurmay. Hangi dik duruşuymuş başbakanın, “süreç aynen devam edecektir” demesi mi? Bunun adı dik duruş değil, halkın söylediğinden bir şey anlamamak demektir. Brüksel dışında nereden alkış alacak halka rağmen sürecin aynen bu inatlaşma ve kendi demokrasi anlayışına göre devam etmesi. Görmüyor mu meydanları, sokakları, Başbakan gelse de bizde alkışlasak bu dik duruşunu demek için mi toplanıyor milyonlarca kişi oralarda.

Eğer yeniden tanımını yapmaya çalıştığınız laiklik gibi demokrasiye de bu aralarda yeni bir anlam zenginliği katmamışsanız o zaman kafa kafaya verip kapalı kapılar ardında, kim bilir ne pazarlıklarla ortaya sürdüğünüz isim, önünüzdeki tereyağından kıl çeker gibi seçilemedi diye demokrasi elden gidiyor feryatları ile ağlamak boşuna ve anlamsızdır . Demokrasi budur işte. Çoğunluk çıkmış meydanlara ve söyleyeceği ne varsa söylüyor. Neden gocunuyorsunuz. Hodri meydan deniyor size, hadi buyurun bakalım. Bırakın dik durmayı, sert yanıtları filan, öyle efelenmeler, ananı da al git demeler, askerlik yan gelip yatma yeri değildir demeler, bindirilmiş kıtalar tarafından yanıtlanıyor işte.

Şimdi yapılması gereken bir tek yol var önümüzde. Parlamento dışından, toplumun istisnasız bütün kesimlerinin sıcak bir taraf bulup elini uzatacağı bir cumhurbaşkanı adayı bulup ortaya çıkarmak. Bir bilim insanı, bir sanatçı, bir ekonomist kim olursa. Yok mu yani koskoca ülkede “yollarda beraber yürüdüğünüz üç beş kişinin dışında” kimsecikler. Demokraside dayatma olmaz …Sonra seçim barajını düşürmek ve her kesimin belli oranda temsil edilebileceği bir parlamento oluşumuna yol açabilecek erken seçime gitmek. Toplumda gerilim böyle düşer, demokraside gerçekten savunulacaksa böyle savunulur.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:05 PM
Çakıl taşlarının acısı

şiddetin ölçüsü, ayarı bozuk
kantar üstünde.
dört koldan sarılmış, bir yürek sıkıntısı.
sallandığı salıncaktan düşer bir çocuk
dizine saplanır, bin çakıl taşı.
ışığı yakalanmamış yıldızlardan gelir
iç karıştıran kahkahanın sesi
hangi gece okşarsa ona sormalı
elindeki baykuşun gözlerini.

şiddetin ölçüsü, ayarı bozuk
kantar üstünde
elmanın dişlenecek en sert yanıdır bu.
yalnızlık tarifsiz bir sevgisizlik sesi.
şimdi ne saçını uçuracak bir rüzgar nefesi
ne uçsuz umutlarının elbisesi.
çakıl taşlarının dindirmek için acısını
sadece güneş döker samimi gözyaşını

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:05 PM
Çanakkale - 18 Mart 1915

biz bu toprakları işte bu kahramanlarla kurtardık.
bakmadık, soylarına nereden geldiklerine, bakmadık....
her birini birer sınır nişanı gibi tam bağrımıza gömdük
ve onlarda sormadılar bize hiç, biz neden öldük.....

bugün ne tartışılıyorsa o günden kalan emanetler adına
önce bu kahramanlara sormak gerek, önce bunlara...
izin verirlerse bırakalım değişsin sil baştan bütün sınırlar
gönül koymazlarsa eğer yaratalım yeniden yeni kahramanlar.

biz bu toprakları işte bu kahramanlarla kurtardık.
onların silahındaki son merminin ışığıdır şafaktaki aydınlık.
bugünün hesapları belki başkadır, çağı elden kaçırmadan
ama asla bu kahramanları ve onların armağanlarını unutmadan

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:05 PM
Çaya davet

bütün şiirlerimin altına isminizi yazsam
sokaklara dökülüp bu saatte kapınızı çalsam.
bir mevsim serinliği değil, güleryüz olsam.
benim için ocağa çay suyu koyarmısınız.

hepinizden önce ben çıksam kapınızın önüne
beraber yürüsek kolkola, gideceğiniz yöne
hani şöyle bir on dakika dur desek saate
oturup benimle bir bardak çay içermisiniz.

dinlemekten vazgeçip sizin için anlattıklarımı
gözleriniz aramaya başlar mı birden martıları
bir bardak çay gibi sadece sabah yaşadığımı,
unutup da yarım simidi denize atarmısınız

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:05 PM
Çığlık benimdi anne

gecenin yarısıydı, bozkırın tam ortasıydı
senin dudaklarında anne,
gece rengi bir gülümseme vardı
bana ak sütünü veremeden
siyahın ne olduğunu öğretiyordun.

kanayan bir yerlerin vardı
ben ellerin sanıyordum, ağlıyordum.
biliyorum, ellerin kanarsa senin
beni kucağına alıp hiç sevemezsin .
beni kucağına alıp hiç sevemedin anne.

söyleyemediğin ninnileri çoktan unuttum bile
benzemiyor hiçbirisi dinlediğim türkülere
sahi, senin sesin var mıydı anne
bulutlara mı benzerdi
yavrum diye seslendiğinde.

gecenin yarısıydı, bozkırın tam ortasıydı.
bir kara tren geliyordu, dumanları ağlıyordu
çığlıklar atıyordu üstüme, üstüme …
beni alıp götürecekti bir başka ülkeye
sen saklanırken bulutlar üstüne, gökyüzüne …
ilk defa bir ninni söyle, beni bırakma anne .

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:05 PM
Çıkalım sığınaklardan gün yüzüne

belki çok daha fazlasıydı,
ne yapraklar döküldü
avuç içlerimizden.
kiminde saflığından arındırılmış
hüzün saklıydı
kiminde saflığa bulanmış
heyecan.
ne kadarı bizimdi,
ya da biz ne kadar onların....

açan bahar dallarına
düşen yağmurların,
ne kadar suçu vardı
ve zamansız ısınan havanın.
belki çok daha fazlasıydı,
ne yapraklar döküldü
avuç içlerimizden.
ve daha ne yapraklar kaçacak
gelecek günlerimizden.
kiminde umutlarından arındırılmış
bir gurur saklı
kiminde gururdan arındırılmış
bir umut.
ne kadarı biz olacağız
hiçbiri mi,
ne kadar biz olacağız
hepsi mi?

biz düzenimizin
korkmadan saklandığımız
derin sığınaklarında,
bizim olacak
bizim için açacak
yarınları bekleyelim.
yüzlerce sabahın
aynı manzarasında,
değişmeyen lezzetiyle
çayımızı içelim.
içimizdeki ateşin üstüne
hiç kül dökmeden.
üşürsek
ellerimizi güneşe uzatalım,
üşenmeden.
delelim sığınaklarımızın
delinmez duvarlarını.
gün yüzüne bürünüp
güne çıkalım.
kendi adımıza yarattığımız
bir güneş olalım.
ısıtalım çocukların yürek başlarını.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:06 PM
Çıkarcı domatesler

uzaklarda adını bilmediğim o sıra dağlar
dizlerimin üstünde bin yıldır okutulan masallar
hava şartları kendi halinde,
mevsim kimsenin umurunda değil
hele el-ele koşan iki çocuk varsa gözlerimin önünde
ve özgür bir kuş kanat çırpıyorsa başım üstünde.
ben görebiliyor, duyabiliyor ve düşünüyorsam,
gene de nafile.

aşağıdaki kısa konuşmayı,
yola çıkmaya hazır bir kamyonun damperinden
domates kasaları ile kamyoncu arasında geçenlerden
aldım.
duyabildiğim kadar motor gürültüsünden.

……………………..
“ne güzel, bu sefer çok çabuk hazırlandınız
artık iyisinden bir tezgahta yer bulursunuz
şöyle en önlerde, gölgeli, arkada deniz manzaralı
ön taraf derseniz o arkadan daha fiyakalı
piyasa vaktinde, kendinizi kordon da sanırsınız.
diyorum ya hadi gene iyisiniz, çok çabuk hazırlandınız.
şimdi anlamsız bir soru gibi, içinizden birileri
salça olacak muhabbete, iyi tanırım sizleri.
bize ne senin tezgahının iyisinden diyeceksiniz
ah nankör domatesler ah, hep kendinizden yanasınız
beni hiç düşünmeyin siz, ulan bizde insanız.”
…………………..

yukarıdaki kısa konuşmayı,
belki bir nutuk kürsüsü yada gazete manşetlerinden
kim bilir o masallardan çıkamayanların umutsuz gözlerinden
aldım.
ve yazdım, geldiği kadar elimden

uzaklarda adını bilmediğim o sıra dağlar
dizlerimin üstünde hep aynı masal, aynı yalanlar
hava şartları mevsim normallerinde
kimse kimsenin umurunda değil
koşmasa bile olur çocuklar el ele, hiçbir yerde
gökyüzüne öyle örtülmüş ki güneş geçirmez bir perde
ne görebiliyor, ne duyabiliyor nede düşünebiliyorum
kötü olan bu işte.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:06 PM
Çılgınca bir kaçış

yağmur akıyor bulutlarımdan
sen sancılarında bakire bir telaş
bütün kaçışlara dünden hazırız
satın alınamayacak gezegenlere koşuyoruz
zembilimizde boş hava.
soluk alamıyoruz.

telgraf telleri atlama tahtası
nerede bir dost var sakalından ter damlayan
ya ağır bir kadın köy kokan
bu yol nereye gider
birazdan şafak atacak gibi bir hava var
kimseyi bulamıyoruz.

iman tahtamız sırtımıza yüklü
birer birer patlamakta ayaklarımız
hiçbir denizin sesi gelmiyor kulağımıza
acayip yol yorgunuyuz.
iyisi dönüp en başa elimizde beyaz bayrak
teslim olmalıyız.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:06 PM
Çift başlı at

ucundan tutulmayacak ne kalmıştı,
kocaman bir daire, dört ucu kapalı
bir sen vardın içinde bir de ben.
ikimizde başka boyutlarda
derinliksiz bulutlar gibiydik,
gökyüzündeydik.

ben bir yana, sen başka bir yana
bambaşka kanatlarla uçarken
başını döndürüyorduk
çifte ışık renkli barış kuşlarının
tütsüsü hiç tütmüyordu
ince ağızlı Kızılderili çubuklarının
ve bizim kardeşlik adına
yapacağımız
hiçbir şey kalmıyordu
yaşanacak sevdalar bile
saklanıyordu kendi yüreklerine .

bahar dalında erken açmış,
maddenin sonsuz halleri gibiydik.
sen yağmur olurdun
gaz kokusunda yağardın,
ben soğuğunda sabah ayazının
buz tutardım
sırılsıklam ve kaskatıydık
ama yumuşak bir tarafımız da vardı
onu son umudun
gizli kilidine saklıyorduk.

biz seninle kocaman dairenin içinde
çift başlı bir at gibiydik.

oyun oynattığımız çocukların
sebebi olurduk toplarının kaybolmasının
üstünden atlanılan her ip
kopardı ellerimizde
salıncaklar;
en paslı zincirler gibi diş atardı dişlilere
ne zaman çocukluğumuzu yaşamaya başlasak.

biz seninle iyi ki hiç karşılaşmamıştık
bundan sonrada karşılaşmasak.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:06 PM
Çift kişiliktir tren biletleri

ya bu şehirden,
belki bir sevgiliden
bitmek tükenmek bilmeyen
ayrılıklar taşıyordu.
yorgundu tren,
penceresinden
kimi ağır başlı
kimi alabildiğine çocuk
hüzünler bakıyordu.

gişelerden;
en kolay alınıyordu
tek başına ama
çift kişilik biletler.
biri girerken yolcunun cebine
diğeri ya kalıyordu
sevgilinin gözlerinde
belki de koskoca bir şehrin
tüm bir geçmişinde.

belki hasretlerdir giden,
yüreklere saklanmış,
nefret olmasın terk eden
yüreklere saplanmış.
öyle ağır bir yük işte
sırtında,
her gün bir bilinmezin adresi,
bir başka bilinmeze.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:06 PM
Çoban salatası - eleştiri notları

Hepimiz çok iyi hatırlarız... Türk (cumhuriyet) siyaset tarihinin en önemli isimlerinden Süleyman Demirel'in bilinen ilk lakabı 'Çoban Sülü' idi. Daha sonraları aldığı eğitim ve ABD'deki görevli çalışma yılları onu 'morrison Süleyman' yaptı ama bu tutmadı ve Süleyman Demirel hep Çoban Sülü olarak kaldı. Bakmayın son dönemlerde 'kurtar bizi baba' çığlıkları ile etrafında fır dönmemize...

Çok daha yakın tarihimize gelince bu kez Recep Tayyip Erdoğan; hala siyasetten elini eteğini çekmemiş olan Süleyman Demirel'inde dahil olduğu zevatı kastederek 'Bunlar hayatlarında iki koyun bile gütmemişlerdir' diyerek bir anlamda kendisinin 'En birinci baş çoban olduğunu' ilan etmiş ve böylece bu ülke insanını yönetebilmenin ilk şartının 'önce koyun gütmesini bilmekten geçtiğini' hepimizin gözüne parmak gibi sokmuştur. Elbet biz bu sözlerden kimlerin neyin yerine konduğunu çok fazla düşünmeden 'vayyy, bravo adama/çobana' diyerek hemen yelkenlerimizi suya indirmiş ve tarihimizin otlaklarına gönül rahatlığı ve kapalı gözlerle salınmayı kabullenmişiz. Oysa, en az Kasımpaşa kadar namlı mesela bir Karagümrük'lü tarafımızla önce aynaya bakmak ve neye benzeyip neye benzemediğimize karar verdikten sonra dikilip karşısına 'ne diyorsun hoca sen' diye avazlansaydık bakalım o kendi yakın çevre dışında hiçbir yeri aydınlatma özelliği olmayan ampuller hala böyle yanmaya devam edebilecek miydi.

Şimdi seçimlerin eli kulağında. Herkes ülkesine hizmet (!) için Demokrasi bulvarında öyle bir koşturmaca içindeki sağdan sola, soldan sağa gözlerin yaşarmaması mümkün değil. Şık ve ışıltılı vitrinler 'en göz alıcı vitrin' yarışmasında birinci olabilmek için elde avuçta ne var ne yok döküyorlar ortaya. Bulvarda sağdan-soldan koşturup duranlardan avlayabildiklerini kendi vitrinlerine yerleştirebilmek için olağanüstü bir çaba, olağanüstü gürültü-patırtı. Takke düşüp kel görününceye kadar artık havaya atılan sikkelerden, çikolatalardan, oyuncaklardan ne kaparsak o kar diyeceğiz. Ve elbette bu kadar koşuşturmacayı izlerken de ilk acıkan hiç bir zaman tokluğun tadına varamamış olan bizler olacağız.

Buyur edecek elbet birileri seçim sonrasının ilk günlerinde. Işıltılı vitrinlerin o ana kadar karanlıkta olan arkalarına, dükkanın içlerine. Ortadaki geniş sofra bizler için. Gene tokluk keyfini yaşamayacak kadar açlığımızı giderme şansımız olacak bu saatte. Menüde ise sadece ortaya konmuş çala kaşık dalacağımız bir çoban salatası. Domatesinden, soğanından, biberinden, maydanozundan, yağından, tadından, tuzundan bir şey anlayamayacağımız bir çoban salatası.

Transfer mevsimi de sona ermiş olacaktır bu aralar yada son günleridir. Alex'in, Tuncay'ın durumları, Fenerbahçe'de kalıp kalmayacakları belli olmuştur artık. Herkes, Demokrasi bulvarında sağdan sola-soldan sağa koşturanlarda, yeşil sahalarda, potaların altında, filelerin arkasında ter dökenlerde yeni formalarından o veya bu şekilde memnundurlar artık.

Ya biz?

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:06 PM
Çobanın yolculuğu

şimdi bayırlardan aşağı, düzlere
sırtımda en katmerli renkleriyle
karanlık dağlar, kayalar
bir su akıyor ayaklarımın altından
içinde son kavalın türküsü çağlar
koyunlar ağlar.

ne zaman tütmüştü evimin bacası
içi sıcacık dışarıda duman karası
siyah saçlar, mor kuşak
ben kaldım yalnızlığıma ağlayacak
birde içimde bastırılmış ağır sancı
yabancı mı yabancı.

telli duvaklı düğün alayı hasretin
alnımda bir şey yazmıyor umut adına
yokluğun çok başka
ormanlardan içeri, bir adım daha
ayak sesini duyuyorum köpeğimin
işte o da olmasa…..

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:06 PM
Çocuklar, çiçekler, uçurtmalar

kulağımıza sesler dolardı
baharı yaşadığımız günler gibiydik
çocuklarımızı izliyorduk pencere önünde
ne güzel ve tertemizlerdi, çiçekler gibi
çirkin ve kirli olan sadece
oynayamadıkları oyunlarının bahçeleriydi.
çocuklarımız dizleri kan içinde ağlarlardı
düştükleri zaman canlarının acısından
çakıl taşlarından.
içimiz çok kötü olurdu.

“okulların arka bahçeleri vardır,
boynu bükük ağaçlar gibi bilir misiniz.
çocuksuzdur ve sessiz.”
…….

her taraftan ciğerimize dolardı
sabah rüzgarının sesini dinler gibiydik
çiçeklerimizi suluyorduk pencere önünde
ne güzel ve her renk kokuyorlardı, çocuklar gibi
çirkin ve kokusuz olan sadece
onların soluyamadıkları havaydı.
çiçeklerimiz ölmek için
mevsim değiştirmeden döker yapraklarını
saklarlardı solduklarını.
gözlerimizi yutardık yuvalarından.

“pencere kenarlarında unutulmuş
ve bir kenara itilmiş saksılar vardır bilir misiniz
topraksızdır ve çiçeksiz.”
…….

çocuklarımız soluyordu, biz bahar sanıyorduk
çiçeklerimiz ağlıyordu, rüzgarın sesi sanıyorduk
kendi havamızda ve kendimize yabancı yaşıyorduk
yalancı sevdaların peşinde çılgın bir koşudaydık.
terledikçe daha çok çirkinleşiyor ve daha pis kokuyorduk
yarın adlı bir uçurtma kalmıştı geçmişten elimizde
onu da farkında olmadan elimizden kaçırıyor
olmayan çocuklarımızın çiçek bahçesine gönderiyorduk.
……..

sayın dinleyiciler saat sıfır sıfır, sıfır bir
tabiat anadan son haberleri dinlediniz,
şimdi türküler ve oyun havaları …..

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:07 PM
Çocuklarımızın gülebilmesi

yeter ki senin yüzün gülebilsin çocuğum
daha önemli ne olabilir ki bundan.
yeşili görüp tanıyabilmeli, sevmelisin.
kır çiçeklerini özgürce koklamak için.

uçurtmanı saldığın gökyüzü ihanet olmamalı
maviyse bildiğin mavi olarak kalmalı.
medeniyet adı altında zehir kokmamalı.
senin çocukların seninkinden
daha güzel bir dünyada yaşamalı..

balıklar, kirlenmemiş sularda yüzebilmeli
insanlar doğarken ağlamadan önce gülebilmeli
sen barışı yaşamalısın, kuşlar konmalı omuzlarına
bundan daha önemli ne olabilir ki hayatta.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:07 PM
Çocukluğu öldürmek

çocukluğumun dumanı tütüyor hala başımda.
düşen yıldızlardan dilek tutuyorum.
pişmanlıklarımın adını koyamadım
düşlerimden çıkarıp da.

kalbimi dört duvara asıyorum,
dörtle parçalayıp.
yani, yeni yetmeyim sizin anlayacağınız.
onun için dar geliyor parmaklarım
dans ettiğim meydanlara.

bu nasıl çocukluksa,
kehribar taşlı tespihimin imamesinde
doğuruyorum delikanlılığımı,
kağıt bebeklerle süsleyeceğim
bir düğünün gecesinde.

ama siz, ne olur korkmayın benden.
karanlık değilim; şiirim sadece.
yağmur sofrasında bulut da dersiniz
isterseniz.
güler geçersiniz.

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:07 PM
Çocukluğumun son gecesi

bir gece; anneni başucunda bulamadığın bir gece.
hani uyumaktan korktuğun,
soğuktan donduğun
bir gece….

nasıldı acaba, sıcak ekmek kokusunu unuttuğun
ve son parçasını oyuncağının,
hiç hatırlamadığın
bir gece…..

kayan yıldızları toplayıp avuç avuç ağaç dallarından
kuyruk yapacağın uçurtmanın
ipini bile bulamadığın
bir gece…..

gidenler hani el sallayacaklardı sana penceresinden
köprünün altından geçen trenin
o elleri hiç göremediğin
bir gece……

bundan sonra kim öperek beni gönderecek okula
diyerek sessiz bir acıyla inlediğin
ve onun için hiç büyümediğin
bir gece……

bir gece; anneni başucunda bulamadığın bir gece.
hani yalnızlığı yakından tanıdığın
ve ellerini ısıtamadığın
ilk gece…..

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:07 PM
Çocuksu bir pazar sabahı

sen bu kaldırımlar üzerinde yüzünü kaç kez döndün evine,
annenin babanla pazar sevişmelerini yaşadığı bu saatlerde.
hiç özlemini çektin mi sokakta iken, sıcak çay dolu bir bardağın
ve bir dilim ekmeğin, anne elleriyle yağ sürülmüş üzerine.

sen hiç bu kaldırımlar üzerinde korktun mu top oynamaktan.
arkandaki çırılçıplak meşe ağacının dallarında sallanmaktan.
yarın okul var gene, ellerimde kırılacak mı bir tahta cetvel
diyerek vazgeçtin mi defterine çizdiğin çöp adamlardan.

sen hiç ölü bir mevsimin güneşsizliğinde bir Pazar sabahı
bir kez daha yaşamaya başlayamamanın çaresiz adını
yazmayı getirdin mi aklına çocukluk kimliğinin üzerine
sen hiç Pazar sabahı şiir oldun mu adımlarken kaldırımları.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:07 PM
Çocuksu masallar

“daha dün annemizin kollarında yaşarken”
beklediğimizin en son geleceğini
ya da hiç gelmeyeceğini,
büyümek bir yana
giderek küçüleceğimizi
bilemezdik ki.

“çiçekli bahçemizin yollarında koşarken”
düştüğümüz her yerde
yüreğimizin daha çok çizileceğini,
ayağa kalkmak için her çabamızda,
bir kez daha düşeceğimizi
bilemezdik ki.

“şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk”
ama insanlığımızı, ilkelerimizi
ayaklar altına alacağımızı,
en yüce değerden kaçarak günün birinde
bedavaya öleceğimizi
bilemezdik ki.

“sevinçliyiz hepimiz, yaşasın okulumuz”
diyemezdik ki.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:07 PM
Çok istedim ama olmadı

biliyorum buradan hiç belli olmuyor,
ama en güzeli senin gözlerin.
o kadar istedim ver bana gözlerini,
asayım gözlerimin üstüne dedim
olur mu hiç öyle şey dedin, kabul etmedin.
o zaman şimdi çok görme bana,
bakıp ta her yerde onları görüşümü.
takabilseydim eğer gözlerimin üstüne gözlerini,
ondan sonra isteyecektim gülüşünü.
biliyorum buradan hiç belli olmuyor,
ama en güzeli senin gülüşün.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:07 PM
Çözüm düğümlendi iki gözüm

bilmem bakıp ta gördüğün oluyor mu hiç
pencerenden dışarı bir gece vakti.
yüreğinde serenatlar,
gün görmemiş çelik kadar parlak
ve keskin bir bıçak illetinde
sevdanın sana dönük yüzünü.
adım., adım....

o adım adım adımları ben adımladım.
yüreğimin izdüşümünü bırakıp
termessos doruğunun kırk kilidi altına.
adım adım yarına yürüdüm.
rüzgarım sendin, senin yüreğindi.
hançer değildi sırtımdan giren;
gözlerindi.

ihaneti ve yalanı tanımadık, bilmedik.
sessiz derinliklerde böyle palazlandırdık
hayatı yaşamanın çileli sınavını.
adım., adım....

o adımları sen adımladın.
doğurgan ve isterik bir tutkunun
kimi kahkahaları, kimi çocuksu iç çekişleri olup
bildik dört duvarlardan
sevgi dolu ormanlara yelken açarak
birine bin katarak.

şimdi diyalektik.
iki yakası bir araya gelmeyecek denklem.
çözümsüz bir bulmacaya yazıldık,
kafalar karmakarışık.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:07 PM
Dağlar, gökyüzüdür - dörtlük

dağlar olmasa nasıl yakalardık gökyüzünü
dağlar kadar yürekle yakaladık gökyüzünü
adımıza sevda dendi, buhurdan olup tüttük
sevdayı söküp yürekten gökyüzüne gömdük.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:07 PM
Dağlaramı saklanmalı deli kuş

dinlenmekten vazgeçilmiş
çoban kavalı gibi
yeşilinden ve bereketinden umutsuz.
omuzlara daha sıkı yerleştirip
efkarın çuvalını
iğnelere batırırcasına yaşamak
tüm sevdaları.
dağın yamaçlarına
bulutlardan taşan gölge,
günün hep aynı saatlerinde düşer nedense.
çobanların yanık kokar
geride bıraktığı kaval.
ağır sancılar kalır yaşanmış,
önde hiç yaşanmamış boş bir hayal.

belki saklanacak son derinlikti bu,
öyle demiştin.
dağların dağ gibi göründüğüne
sen aldanma,
yüksekliktir insanı
alçaklıklardan saklayan unutma.
topla şimdi ne kalmışsa
elde avuçta sevdadan yana
çık zamanını beklemeden dağlara,
bir çobanın yanına.
ama öyle olmuyor deli kuş,
önce çoban gidiyor,
yarıda bırakılmış ne varsa
karşına çıkıveriyor
belki ince bir ağıtta,
beki de saklı kalan umutlarda.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:08 PM
Dalgalarda aramak seni

kollarımı dayayarak korkuluklara
gözlerimi bağlamak istiyorum dalgalara
belki bir tanesini içlerinden saklarım kendime
senin niyetine, sadece benzettiğim için sana.
belki gözlerinin rengindendir kim bilir, yosun yeşili
en hırçın zamanında göz kırpmasından,yakamoz gibi

kollarımı dayamasam korkuluklara
gözlerimi kurtarabilir miyim dalgalardan
içlerinden hiçbirini ne diye benzeteyim ki sana
senin niyetin çoktan gitmiş bir gece yarısı firara.
şimdi biliyorum ki gözlerin, göz gözü görmez karanlık
gene bir umut var içimde ay ışığı olup denize düşer aydınlık

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:08 PM
Dar coğrafyanın ufukları - düz yazı

Özel ilgi alanıma girerdi çocukluğumda coğrafya. Atlaslardaki rengarenk boyalı ülkeler, mavi denizler hep hayali gezilerimin valizlerinde küçük anı etiketleri olarak yapışıp kalırlardı. Hala duydukça şaşırır, bir anlam veremem sıkça duyduğumuz “haritada yerini sorsan gösteremezler, bilmezler” türünden beyanat arası sözlere. Ben sekiz-on yaşlarında bir Türk çocuğu olarak; dünyadaki bütün ülkelerin başşehirlerini, dağlarını, ovalarını, göllerini, kıyısı olan denizlerini, karadaki komşularını neredeyse ezbere sıralarken bugünün teknolojik imkanlarını eğitim alanında üst düzeyde kullanan bir ülke çocuğunun, örneğin Türkiye’nin değil başkentini bilmek haritadaki yerinden bile habersiz olmasını anlayamam. Oysa dediğim yaşlardaki bir çocuk; aşkı, ekonomiyi, siyaseti bilmeyebilir, ilerde başına çok dertler açacak bazı duygulardan habersiz olabilir ama elinin altındaki renkli kitaplardan iki karış uzaktaki bir ülkenin çarşısında hangi ürünün satıldığını bilebilir, bilmelidir de. Çünkü çocuktaki merak duygusu, öğrenmek, bilmek isteği körleşme sürecinin kapı önünde dolaşmaya başlamamıştır henüz.

Sonraki dönemlerde bir işe yaradı mı peki dünya coğrafyası hakkında yaşımın ve bugünkü akranlarımın bile ötesinde bilgi sahibi olmak. Ben biliyorum demenin verdiği zevk ötesinde bir işe yaradığı söylenemez. Esasen belli yaş dilimlerinde, okullarda “tamam sen coğrafyayı biliyorsun ama ben de tarihi çok iyi biliyorum” demekte, ben biliyorum zevkini tattırmaktan öte bir işe yaramaz. Kurbağanın sindirim sistemini hiç kimsenin öğrenememesine karşın ısrarla öğretilmeye çalışılmasının ve belki sonrasında gösterilen bunca çaba üstüne sadece kara tahtaya tebeşirle çizilmiş bir garip şekil olarak belleklerde bir süre işgalcilik oynaması gibi.
Kurbağalı bataklıklara fazla dalıp konudan uzaklaşmadan biz gene coğrafyaya dönelim. Ben çocukluğumun uzmanlık alanı gereği o ülke senin gezerken, bu deniz benim yüzerken pek moda bir deyim vardı. Radyo ajans saatlerinde ve sekiz sayfalık gazete manşetlerinde kulak ve göz misafirliğini bizden esirgemeyen.

“Balkanların ve Orta Doğunun en büyük ….”

Nerede yeni bir mağaza yada o zamanlar moda olan sinema salonu açılsa hemen “ Balkanların ve Orta Doğu’nun en büyük sineması veya mağazası” tanımı hazırdı . Yada en büyük stadyumu, en zengin adamı, en büyük vesairesi. Sporda başarılarımız (güreş dışında) Balkan ikincilik yada üçüncülüklerinden yukarıya çıkmazdı. Orta Doğu’lular ise bizim bu gibi en büyüklük yada bronz madalyalı gurur vesilelerimiz için muhatap bile olamazlardı. Orta Doğu’nun isminin Balkanlar’la beraber anılmasındaki neden ise şimdiki aklımın bana söylediğine göre klasmanın en altlarından kurtulabilmemiz için şark kurnazlığımızın onlara bir lütufu idi. Ve bu sakıza dönen söylemlerle yıllar boyu en yakın çevremiz en uzak çevremizin de çemberini oluşturuyordu. Daha uzaklar sanki bir başka galaksinin karanlığı gibiydi. Asırlar önce Cebeli tarık’a kadar gidip “bu dar boğazın ötesindeki mavilikleri hiç merak etmeyen Barbaros’larımız, Turgut Reis’lerimiz gibi biz torunları da çemberi genişletecek düşünce pergelimizin ayaklarını açamıyorduk bir türlü. Balkanların altında, Orta Doğu’nun üstünde yer alabilmek yetiyor ve artıyordu. Bu arada Küçük Amerika olabilmek gibi çok fazla ekonomik ve çok fazla ütopik söylentilerde vardı ama. Açılan üç-beş kilometrelik geniş yollar, köy tarlalarında traktör homurtuları ve Balkanlar ve Orta Doğu’nun en varlıklıları arasında yer bulan birkaç zenginimizin dışında kimseyi o veya bu şekilde etkilemiyordu bu söylem.

Pek çok olay yada tavır karşısında şaşkınlığa uğramamızın başlıca nedenlerinden biriside budur. Merak duygumuzun gelişmeme yada geliştirilmemiş olması ve Avrupa’yı ve dünyayı tanımakta, oralarda neler olup bittiğini, kimlerin ve nasıl yaşadıklarını ve neler düşündüklerini bilemememiz ve kavramakta zorluk çekmemizdir. Bu meraksızlık süreci, araştırma formatı olmayan bir yaşam içinde aklımızı da sürekli ayaklarını uzatmış tatilde görüntüsünde bırakmaktadır. Elbet bu görüşüm sadece bu makus kaderi yaşayan bizler için değil, gerçekte bizi anlamadıklarına inandığımız batılı ülkelerde doğup büyüyenler içinde geçerli.

Sonuç olarak merak duygularını kırbaçlayacağımız yeni nesiller, koltuk altlarındaki satranç tahtaları ile bol dumanlı ve zar şakırtılı kahvehane görüntülerinin önüne geçip duvarlar örmedikçe yarınlarda konuşulacak olanlarda; siyaset, ekonomi, kültür, dünya ile ilişkiler konusunda bugün konuştuklarımızdan pek farklı olmayacaktır.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:08 PM
Dar gelirli bir yaşam portresi

kuşların tam önüne
serpiyorum darılarımı.
kurtlara uzaktan yolluyorum
kan kokularımı.
sofranın bereketi oluyorum,
parça parça,
yağmur gibi
ıslanıyorum.
bir mızrak ucuna
böyle asılmış ferman.
kurtlara kuşlara yem oluyorum.

geride boş merdivenler
kalıyor.
hiç çıkılmamış.
ve tek kişilik pencerede
gökyüzü,
hiç kucaklanmamış.
bir güvercin kanadı
kalıyor geride
ağzında zeytin dalı.
ve bir daha hiç doğmayacak
ve bir daha hiç gülmeyecek
bir daha hiç okumayıp
hiç yazamayacak
eskisinden paslı kutu
yeni hayatlar
kalıyor geride
umutsuzluk dolu.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:08 PM
Değişen birşey olmayacak

seni kollarıma alıyorum.
bir güvercin havalanıyor başucumdan.
sabırsız bir telaş başlıyor arkasından
kara ağaçların gölgesinde.
insanlar veda sularıyla yeşertiyorlar toprağı.
ve kenar mahallelerde gene
su kovaları ellerinde çocukların,
yoksulluk gözünden yaş akıtmaya
devam ediyor anaların.

saçlarını kokluyorum.
hiçbir şey değişmeyecek çok iyi biliyorum.
yarın gene umut çiçekleri açtırılacak
pencerelerimizin camlarında.
biz koklamak için giderken yanlarına
dünden kalan yaralar kanayacak dizlerimizde.
ve kardan kapandığında okul yolları
çocuk hayalleri ve sırtlarında çantaları
iki donmuş ceset olacaklar el ele.

gözlerinden öpüyorum.
bir masaya pişti düşerken,daha sisli izbede
cilalı mermiler sürülüyor namlulara.
şans arka sokakta kalıyor
cenazeler tam önümüzden geçiyor.
yani sevgilim, güzel vatanım, arkadaşım benim.
ne söylenirse söylensin
ne yazık ki değişen bir şey olmayacak.
kendine iyi bak.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:08 PM
Dehşet günleri

“bu sinemanın;
saçları briyantinli “birinci oyunculara” ihtiyacı var.”

sokaklar çapulcu, kaldırımlar işkembe kokulu
bir günaydının, bin küfür gibi
en ağır mahkumiyet oluyor sonucu.
sen; bir yağmur damlasının içine saklanmış
boğazında bıçak kesiği
bir kız çocuğu gördün mü hiç.
ben gördüm ….

ayarı ters-yüz, bütün saatler özel kurguda
bir saat ileri, bin bilinmez gibi
kurutuyor bereketi en yüksek memeleri.
sen; çöp tarlasında kurşuna dizilmiş bir martı
koparılmış kökünden kanatları
gördün mü hiç.
ben gördüm …

anne kokan elleriyle, hatırlıyor musun annen
yakanı düzeltirdi sen okula giderken.
büyük ama önce dürüst adam olmak vardı.
nereden bilirdin
tüm kokulardan cerahat akacağını.
sen bir yalanın bin hayali öldürdüğünü.
gördün mü hiç
ben gördüm …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:08 PM
Delilik saatleri

asma suratını öyle galata kulesi gibi
şimdi en köpüklüsünden
ve buz gibi olanından
biraları çektik mi .
garsonnnnn ! …..
bir sürü mavi getir bize
bir sürü hayalet liste.
az köpüklü olsun
ve sıcak.

yüksekkaldırım dan aşağıya doğru
şimdi yangın sürüklüyormuş eteklerini
açılırsa açılsın bacakların
kim bakacak.

haydi gül, bak üç istavrit takıldı oltaya.
biri sensin, gözlerine benziyor
diğeri ben, pis kokuyor.
öbürünü at gitsin denize
geldiği yere.
garsonnnnn ! .....
saat kaç.

izbeye saklanamadan ele verdik yakayı
daha asmamıştım bile yerine duvardaki resmi.
yorgan yastık birbirine girmiş
kim düzeltecek.
gardiyannnnn ! .....
pencereyi aç.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:08 PM
Demek bahar geldi

hanginizin içinden geçiyor
birden kapıyı bırakıp, camdan dışarı fırlamak.
siz coşkudan ne anlıyorsunuz
ben ağırbaşlıyım.
bakın bahar geldi diyor takvimler, ne duruyorsunuz.

haydi en sevdiği şeker ödülü olsun
komşunun camını bir taşla aşağı indiren o çocuğun
siz yapamıyorsanız bırakın
kim yapabiliyorsa onu alkışlayın.
bana hiç bakmayın, ben ağırbaşlıyım.

ben ağırbaşlıyım, yapmam
ama siz kaldırıverin önünüzde giden şu eteği
mesela şöyle tutuverip birden bire aşağıdan yukarıya
kızarsa da bahar geldi dersiniz
ve arkasından eklersiniz, ne kadar güzelsiniz.

haydi kırlarda çiçek toplayın
en kül tutmaz yangına hazır olsun yürekler
saatin erkeni olmaz
ben ağırbaşlıyım, beni bekleyen var
ama siz ölümü aklınıza bile getirmeyin, coşun çocuklar

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:09 PM
Deniz feneri

bir deniz feneri gibi düşün beni.
bir deniz feneri gibi
gör gözlerimi.
karanlık denizlerde boğulan,
uzak bir aşk masalı gibi okuma.
öylesine sıcak tut
bırakma hiç ellerimi.

bir deniz feneri gibi düşün
bir deniz feneri gibi.
ışığı sahile vuran dalgalarla sevişen.
işte böyle düşün beni
sevdasının kokusunu
siper edip ellerini gözlerine
içine çeken.
dinle soluğumun sesini.

unutma hiç deniz fenerini,
bir deniz feneri gibi
yolunu gözleyeni.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:09 PM
Deniz fenerlerini nasıl bilirsiniz

deniz fenerlerinin işi
kayıp gemilere yol göstermek değil ki
dalgalarında prangadır kılavuzlukları
rıhtımdan el sallayan gözyaşlarına.

deniz fenerleri,
karaya vuracak deli anaforların
korku oyunlarıdır aynı zamanda.
parçalanmış bir teknenin
güverte tahtasına
öyle bir yanıp bir sönerler ki arada sırada.
siyaha daha çok bürünür
erken tutulan yasların acılı kadınları.

deniz fenerleri,
biraz da iki yüzlüdür yani,
geceye saklanmaları ve
bir yanıp bir sönmeleri bundandır.
burçlarını aramaktalar belki yıldızlar arasında
işe yararını yakalamak için gerçek anlamda.
deniz fenerlerini ben çok severim.
belki bende iki yüzlü bir deniz feneriyim.
yada seni böylesine sevdiğim için böyleyim
varlığınla yanar sensizliğinle sönerim.
ne bileyim belki ben de bir deniz feneriyim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:09 PM
Denizin gizli dünyası

biliyor musun;
atılan her oltadan ne kadar canı yanıyor denizin
ve ne zaman bir balık takılsa ucuna oltadaki iğnenin
bir evladını daha kaybetmiş gibi ağıtlar yaktığını denizin.
nereden bileceksin
denizin oltaları sevmediğini...
sen hep dışında kaldın mavinin.

hiç duydun mu;
bir deniz atının dolu dizgin sevdiğini istiridyeyi ,
yelelerinde sıralanmış yakamoz ışıltısından külleri
aklına bile getirmeden istiridyede saklı incileri
nereden duyacaksın …
ıslanmadın ki hiç dalgalardan
senin yosun kokmaz ayakların.

sen hiç öptün mü;
denizin çok derinlerinde
vurguna düşmüş bir istiridye avcısını dudaklarından
ve sen hiç gördün mü
çiftesine bulaşmış ölünün kan izlerinden korkmadan
bir deniz atının dört nala uzaklaştığını
kendi derin sularından…
sen hiç denizin ağladığını farkettin mi;
bir küçük istavritin ardından.

ve sen;
mercan kayalıklarında kaç sevda saklıdır
kaç kum tanesiyle yazılır denizlerin öyküsü
biliyor musun...
nereden bileceksin ,
denizi hiç sevmedin ki
sadece karşısında durup derdini döktün.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 02:09 PM
Denizlere kürek çalanlara

Hani palamarlarından izinsiz firar gibi,
Her gece yakamozlarla dansı vardır
Yorgun küreklerin.
Ve dört duvar gibi gökyüzünün
Kopan fırtınalarından habersiz
Titrek mum ışıklarının bekçisi
kedi gözbebeklerinin.

Hani elleri vardır
güneşi en erken doğuracakların
ve felsefe odasının kapısında
bir hasret gibi yaşanan
doğum sancısının.

Hani yollanan tüm postaların
Adreslerine kavuşamaması,
ya da hiç yazılmaması
ve unutulmak olması vardır günün birinde.

Şimdi; uzakların,
orman arası şoselerinde,
bir yalnız ve korkak
çocuk olarak
hiç sönmemiş izmaritlerin
adım izleri, ayak diplerinde
açık bir pencereden gelecek
hüzünlü ve aksak bir türküyü bekleyerek.
Dünyanın bütün gül bahçeleri gibi
Güllerle doldurup sırtındaki heybeyi
Kapının önünde dolaşması vardır.

Hani resmini yapar gibi
okyanuslardaki kürek izlerinin....

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:41 PM
Denizlere kürek çalanlara

Hani palamarlarından izinsiz firar gibi,
Her gece yakamozlarla dansı vardır
Yorgun küreklerin.
Ve dört duvar gibi gökyüzünün
Kopan fırtınalarından habersiz
Titrek mum ışıklarının bekçisi
kedi gözbebeklerinin.

Hani elleri vardır
güneşi en erken doğuracakların
ve felsefe odasının kapısında
bir hasret gibi yaşanan
doğum sancısının.

Hani yollanan tüm postaların
Adreslerine kavuşamaması,
ya da hiç yazılmaması
ve unutulmak olması vardır günün birinde.

Şimdi; uzakların,
orman arası şoselerinde,
bir yalnız ve korkak
çocuk olarak
hiç sönmemiş izmaritlerin
adım izleri, ayak diplerinde
açık bir pencereden gelecek
hüzünlü ve aksak bir türküyü bekleyerek.
Dünyanın bütün gül bahçeleri gibi
Güllerle doldurup sırtındaki heybeyi
Kapının önünde dolaşması vardır.

Hani resmini yapar gibi
okyanuslardaki kürek izlerinin....

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:41 PM
Derinlemesine bir rüya

dün gece bir rüya gördüm.
dün geceki rüyamda;
uyurken bir rüya gördüğümü gördüm.
sözde bir rüya görüyormuşum
gördüğüm rüyamda
onun için böyle gülüyormuşum.
uyandırmasan eğer öpüp dudaklarımdan
kaybolup gidecektim
seninle dolu bu rüya dünyasından.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:42 PM
Dersimiz: İnsan olmak

varsa içinde hala körüğü alttan pompalanan bir öfke
bir ozanın sazına ver yüreğini, onu dinle önce
sonra sıra sana gelsin istediğini söylersin gönlünce.
uzaktaki sevgililer ve ölüp gidenler üzerine
ve insanlık, ve insanlığın, artık içinden ne gelirse
söylersin o zaman, dilinin döndüğünce.

sonra sazını asarsın odanın kireç badanalı duvarına
ilk öğrendiğin türkünün sözlerini yazarsın yanına
kurşunun yerini kurşun kalem almıştır artık iç cebinde.
ve yeni tattığın bir başka heyecan, göz kırpar yüreğinde
göreceksin bak düşlerinin rengi birden nasıl değişecek
ilk yarınında yeni kimliğinle güneş üzerine nasıl dökülecek.

gülümseyerek uyanacaksın belki farkında bile olmadan
çocukluğunu arayacaksın yanı başında yüzünde çiller olan
ve içerden demli çay kokusu gibi sıcaklığı gelen bir kadın.
işte güzel insan sana anlatılan bunlardı, hiç anlamadığın
yaşamasını bilmek, bunu düşün, bir insanı öldürmeden önce
kaldıysa içinde hala körüğü alttan pompalanan bir öfke.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:42 PM
Destansı sevdalarda saklı adın

hangi efsaneden çaldın bu sevdayı
hangisine sakladın adını.

ben Ferhat değilim ki
elimde balyoz delemezdim dağları.
bırakırdım bildiği yolda aksın, akan suları.
kerem olsaydım belki
kendim çözerdim de göğsümdeki düğmeyi.
kül olup öğretmezdim sana
küllerimi süpürmeyi.

hangi ozan tele döktü,
dile döktü bu sevdayı.

bir değil bin tahir olsaydı adım
üstümdeki başka sevdayı gene anlamazdım.
ardın sıra koşardım.
ve göğsünden çıkıp uçan güvercine
kanber olsa idi adım bile
bakmazdım asla kardeş gözüyle.
ama mecnun gibi dolaşırken çöllerde
gene de tanırdım seni
adını bilmesem de.

hangi efsaneden çalıp, hangisine sakladın adını
hangi ozan tele döktü, dile döktü bu sevdayı

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:42 PM
Dikkat; bu kitabın okunması yasaktır

dikkat;
bu kitabın sonunda önce ayrılık vardır.
sonra bütün yanlışlıkların
ve çirkin hesapların
cinayet ve gözyaşlarının
ve tarifsiz acıların
öyküsü vardır.

dikkat;
bu kitabın içinde,
aşk yok, el ele tutuşmaz çocuklar,
sevmez birbirlerini.
kimse tutkuyla koklamaz
kır çiçeklerini.
yerine bol kan ve gözyaşı vardır.
her sayfasının içinde,
pusuya yatmış kurşunlar saklıdır.

dikkat;
bu kitabın içinde,
ihanetin kısa yollu tarifi yapılır.
bedelsiz zenginlikler cenneti
ve cezası sıfıra indirilmiş
suçların açık adresleri vardır.
bu kitabın kapağı
siyah renk boya ile kapatılmıştır.
hiçbir zaman aydınlanmayacaktır.

dikkat;
bu kitabın sizler tarafından okunması
kesinlikle yasaktır.

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:42 PM
Dilekçe

Mütevazı ve alımlı bir dilekçedir.
Yoksul softalıktan,
zengin bilgeliğe geçmek için.
Bütün gece rüya kapılarının
kuyruğunda sabahladığım.

Şark baharatlarıyla tatlandırılmış,
Garp sevdalarıyla taçlandırılmış
Sınırsız ve sonuçsuz
Ufuk ve akıl maceralarının
Kılıcına bilendim.

Mütevazı ve alımlı bir dilekçedir,
Kendi fotoğrafını
Yazılmış her kitabın
kapağına yapıştırmak uğruna yaşadığım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:42 PM
Dinle beni kanat ol, yaprak ol

gök maviymiş, ay beyazmış, sandal sefası
ikisinin kapı arası
ben seni düşünürmüşüm
elde kalem kağıt, dudakta rakı tadı.
şimdi tam sırası
bak neler anlatacağım dinle
kanatlarını da al yanına öyle gel hele.
dinle…

ay batar, gece karanlık, yakamozlar ölürmüş
akar hasretin gözyaşları
ben seni düşünürmüşüm
elde var sancı, birde papatya falı
şimdi tam sırası
seviyor mu, sevmiyor mu diye
ne kadar yaprak varsa hepsini al gel hele.
dinle…

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:42 PM
Dinle deniz kuşlarını

geldiğimi deniz kuşları haber verecek sana.
bardaktan boşanır gibi, çığlık çığlığa.
sis dalgalarından renk almış pejmürde bir gemi,
bırakırken bezgin kontrolsüzlüklerle
karanlık derinlere, pas tutmuş zincirini
ve ay ışığı gebe kalırken pul renkli yakamozlara
geldiğimi deniz kuşları haber verecek sana.

ilk gençliğimin çocuk yüzlü kadınları,
en omurgalı haykırırken masumiyet çığlıklarını
ve soğukla karartılmış *******imin,
erken soğuyan yer yataklarında
doymamış bedenlerin soluğu vururken duvarlara
geldiğimi deniz kuşları haber verecek sana.

İstanbul’da kapısına kilit vurulmuş her meyhanede
korsan sevdalıların çentiklerinde,
şarap, duman ve tek gözlü karanlıkla suçlanmış
baştan çıkarılmaya hazır manastır kızlarının,
aranmış da hiçbir yerde bulunamamış,
terkedilmiş görüntülerinin boy aynalarında.,
geldiğimi deniz kuşları haber verecek sana.

bensizlikle üzerine bir ağıt olup yağan yağmurlar
köşe başlarında iz bırakmasa da küfürlerimden,
ve ihanetlerinin gönderdiği kavgalarımın yanlış adreslerinden.,
yaka paça atılsan da omuzladığımız o sokaklara,
bekle gözlerini dikip, İstanbul’a
geldiğimi deniz kuşları haber verecek sana.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:42 PM
Doğru okuyabilmek

felsefe okulunun kapısında hoşgörüsüzlük yazıyor.

mavileşmiş köpük düşü gibi denize iniyorum.
sen gözlerime bakıyorsun, Paris ruju dudaklarınla
bin yıllık bir bulvar ağacının gölgesinde
vitrindeki ışıklar gibi dalgalanıyor saçların
bende geliyorum diyorsun, beni de bekle.
anarşist sakallarımı doluyorsun ellerine
akıyoruz adresini aramayan kurşunlar gibi.
bir yanımızda yüreklerini toplayan pamuk işçileri
diğer yanda göçmen kuşların son kafileleri
denizin üstüne düşüyor masmavi kanat sesleri.
su’dan akrabalık var mıdır acaba, şimdi takılıyor aklıma
pamuk işçilerinin toprağa dökülen alın terleri ile
denizdeki su damlacıklarının arasında.

doğru okuyabildin mi diyorsun kapıda ne yazdığını.

çok uzaklarda çığlık çığlığa bir gemi batıyor.
sırtında kayıtsızca gezdikleri gemiyi zamanlar boyu
boş kalabalıklarıyla ilk terk eden filikalar oluyor.
ben şarap içiyorum, sen makyajını tazelerken
aynanda sahile koşan filikaların ismini okuyorsun
gözlerinin bir delta gibi açıldığını görüyorum
ne yazıyor, okuduğunu bana da söyle diyorum.
önce bakımlı parmaklarına yapışıyor harfler
sonra aynanın üzerine diziliyor birer birer.
şaşkınlıktan vazgeçip saçlarını atıyorsun arkaya
haydi gel diyorsun filikaların yanına, sahile koşalım
boşlukları kimliğimizi söyleyip biz dolduralım
sonra sen dola kollarını belime, çıkalım indiğimiz yere.

doğru okuyabildin mi diyorum aynanda ne yazdığını.

biliyoruz ki içimizden biri en acımasız katil.
işte soluksuz yatıyor filikalar her biri başka sahilde
suçluyu arıyoruz el falımıza bakar gibi parmak izlerimizde.
kanıyoruz ince bir sızı, hala tütüyor sızı gibi ince bir duman
batarken ismi okunamamış geminin bacasından.
dünya yuvarlak, ufuk çizgisi elimizi atsak, tutulacak
acelemiz kabuğunu kıramıyor, güneş birazdan batacak.
önümüzde tertemiz sınav kağıdı, verelim haydi cevabımızı
yaşananları değil, anlatalım haydi yaşamadıklarımızı
önce tanımamış sayalım birbirimizi, doğum öncesi gibi.
ve hatta kainatı ve hatta kainatın kanunlarını
hiç tanımamış olalım cerahat salgılayan kimliklerimizi.

hey cehaletin ilahları, kim çıkardı bu soru işaretini?

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:42 PM
Doğum günü olmak

uzun bir geceydim, karanlıklarım kan kokulu
süzülüp geliyordum.
karanlıklar içinden ışıklara doğru.
çığlıklar duyuyordum,
yaşamın her soluğunu benimle paylaşacak onlardı.
ben sadece ağlıyordum.

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:42 PM
Dostluklar üzerine

öksüz bacak aralarından çok uzakta.
kimsenin görüp seçemeyeceği bir konudur bu.
derin ve hep gezinen, anlaşılmaz sularda.
pek herkesin anlayacağı, bir şey değildir bu.
çalıvermek sabahın kör vakti ve kimsesizken,
çalıvermek kapını, aklıma estiği yerden….

bir sofra donatır kendini, sen elini sürmeden.
hiç tadılmamışlar gibi, ya da tadı çok iyi bilinen.
eller bir şey yazmaz, ne söylesin ki gözler.
yüreklerdir sadece konuşan ve sessizce dinlenen.
kurallar bir yol bulur kendine, zaman durmuştur.
bir başka yük taşır bulutlar, budur istenen.

merhabamı desem günaydın mı, işte ben geldim….
ne dersen de nesli tükenmişim, hoş geldin…

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:42 PM
Doyarım sensizliğin olmadığı yerde

avuçlarımdan taşacak kadar deniz suyuyum.
senin sahilden göremeyeceğin kadar uzak
ve rüzgarımın alnından geçeceği
en son noktadayım.
yosun kokusuz ve yakamoz ışıksız.

sahildeki kimsesiz sandalların
dökülen boyalarından
doyar karnım.
sarılardan, mavilerden, kırmızılardan
ve en son senin boyadığın
o renkten,
hani adını bulamadığın.

gözlerime hasretin yuvalandığı adalardayım.
hiçbir yüzgecin ulaşamayacağı kadar uzak
ve pusulada kuzey yıldızının olmadığı
en karanlık yerdeyim.
el yordamsız ve senin sesine sağır.

sahildeki kimsesiz sarhoşların
yanlış selamlarından
doyar karnım.
balıksız kılçık, gecesiz yıldız ve bulutlardan
ve arkasına senin saklandığın
ay ışığından
hani hiç olmadığın.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:42 PM
Dönence oyunu

güneşe küsülür mü
hele mevsim tam yaz ortası
ve akşam üstü
adın; ayçiçeklerine babadan akraba
da olsa,.
güneşe küsülür mü .
saati erkene çevirip
erken gitti denilir mi.
oysa bütün hesap dönencelerde gizli
yengeç, adımlarını yetiştirmek için
çağırmıştır yardıma
oğlak tarafına
birde böyle düşünsene.

evet bende farkındayım
güneş gerçekten erken gitti bugün
gündöndü çiçekleri şaşkın
yıldızlarda
hazırlıksız yakalandılar gece karanlığına .
ama gene de küsülmez güneşe
doğar yarın sabah gene
dinleriz bakalım ondan neymiş meselenin aslı
oğlak mı fazla nazlı
yoksa yengeç adımlarında mı bir sır saklı.

bakarız ki yok ortalarda güneş hala
ve yıldızlarda başlamış
toparlanmaya
o zaman düşünürüz bir çare hepimiz
küseceksek hep beraber küseriz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:43 PM
Dört duvar arasında

Tutukevimdeki tüm tutuklular!
Hanginiz bulaştırdı gümüş tozunu,
Deniz kızlarının yüzgeçlerine.

Şimdi doğmayacak yakamozlarında
Hırçın dalgaların
Karanlıkları avlıyorum.
Volta adımlarımda kehribar sesli ağıtlar
Dönerken hasret mektuplarına,
Hanginiz mahkum etti *******imi
Yakalanamayacak tutkulara.
Şimdi kan-ter içinde
Dört duvarım,
Ona ağlıyorum.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:43 PM
Dört mevsim intihar - düz yazı

İlkbahar; Boğaziçi’nde …

Renk ve mevsim tarifenizin en solundaki kış kara’sı önce dip dalgalı laciverde döner kendiliğinden. Eğer içinizden geçer de dip dalgalı lacivert arasına yosun yeşili ve bol saçaklı fırça darbeleri atarsanız belki ebru sanatının en incelikli doğal figürlerini de yakalamış olursunuz. Sonra da üzerine bir parça gök mavisi bulut düşürüp aralarına üç-beş damla erguvan pembesi döküverirseniz bilin ki İstanbul’a da baharı getirdiniz demektir. Siz şimdi; biraz yeşil, çokça güney nefesli serin rüzgar eşliğinde ve bir karşı kıyıda bir bu yakada kuğu boyunlu zarafeti ile gelinlik elbisesi içinde dolaşıp duran Şirket-i Hayriye’nin son torunlarından birisinin aile albümündesinizdir artık. Emirgan ’da çayınızı da yudumlasanız, Kanlıca ’da yoğurdunuzu da kaşıklasanız ve hatta sevgilinizin elini avuçlarınızın içinde biraz daha terletseniz de ….. Seni seviyorum fısıltıları fırından taze çıkmayı bekleyen sabah simidine duyulan açlık taşır nefeslerde, bir başkadır yani.

Kendi baharımızı yaratıp, yaşattığımız günlerden:

Bağdat’ta bomba yüklü bir araç günün alışverişe en uygun saatinde bir Pazar yerine doğru pimi çekilmiş hızla yol almaktadır. Pazar yeri kalabalığını anneler ve ellerinden kaybolmamaları için sıkı sıkıya tutulan çocuklar oluşturmaktadır. Çocukların elleri terlemektedir annelerinin avuçlarının içinde. Ve Kafkasya’da okul sıralarının aralarına minicik kalplere akacak damar bulamayan kanlar dolmaktadır. Bahar gerçek sahiplerinden çok uzaklara düşmektedir.

Yaz; Konya ovasında …

Bu seneki kadar böylesine çatlamamıştı toprak. Bir başka hasret vardı çekilen. Anlatılamıyordu da anlaşılamadığı gibi. Renk ve mevsim tarifelerinde tek renk kuraklıktı. Sarıydı, sarı sıcaktı, kırmızı gibiydi biraz boz kahverengiyi de andırıyordu. Gölgeli ve ıslak mavilik ise hiç yoktu. Çocuklarımızın ayakları sıkışıyordu ekini boy vermemiş tarlalarda yürürlerken yanımız sıra, toprağın çatlağına. Çocuklar, canlarının acıdığının farkına varsalar ağlayacaklardı. Babalar; başlarına sarıp sarmaladıkları ıslak mendilin üzerine geçirdikleri kasketlerine saklıyorlardı yaşlı gözlerini. Nasılsa gözyaşları damlasa da toprağın üzerine, çatlaklar arasında kaybolup gidecekti. Analar; yaklaşan doğum sancısının üzerine konmuş akbabaları kovalıyorlardı elleriyle. Ve gökyüzünde bir kağıttan kayık uçuyordu. Acemi ve deniz suyunun tuzunda elini ıslatamamış bir çocuksu tersanede üretilmiş kağıttan kayık. Yüzsün diye bir zamanlar ayaklarının altında çalkalanan göle salınan.

Kağıttan kayığın üzerinde yazanlardan:

Kadın erkeği heyecanla çekti çırılçıplak yattığı yatağın üzerine. Gel hadi dedi dayanamıyorum …. Erkek sarıldı kadının çıplak bedenine, canım benim, sevgilim … Kadın birden yüzünü ekşiterek kenara çekti kendini. Öff dedi doğru söyle bana, kaç kere duş yaptın bugün, çok fena kokuyorsun … Erkek bozulur gibi oldu bu tepkiye. On kere bile yapsam ne değişecek ki diyerek biraz kırgın, biraz da utanarak doğruldu kadının yanından. Ve devam etti; klimalar en son ayarda, onun bile faydası yok görüyorsun ….. Haklısın sevgilim dedi kadın gülerek, hadi o zaman biraz parfüm sık, bir şeyler yap, boşuna mı aldık onları Paris’ten. Haklısın dedi adam, banyoya doğru yürüdü…. Konya ovasında bir göl damlacığının üzerinden kalkan son buharlar kağıttan bir kayığı da alıp götürüyorlardı gökyüzüne …

Sonbahar; eski şarkılarda …

“Yine hazan mevsimi geldi/ Yine yapraklar rüzgarların peşi sıra gidecek/Yine deli gönlüm, yine bu mevsimde hicranımı yalnız başına çekecek / Geleceksin belki de o zaman / Ne o yapraklar, ne o rüzgar ve ne o ben olacağım ….”Hanım hadi ver bir duble daha, efkarlandım iyice. Kadın ellerini dizlerine bastırarak doğruldu yerinden. İç ama fırlamasın tansiyonun gene, biliyorsun ne bir doktor var gideceğimiz ne de…..

Kış; geldiği zaman ….

Renk ve mevsim tarifemizin en solunda kış karası, başka bir renk yok …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:43 PM
Duvar saatleri

benim duvarımda bir saat asılı
içinde bir kuş saklı.
görüyorum.
ellerini tutsam
onula ıslansam
su içmesini annesiz
kanat çırpmasını kanatsız
ben öğretsem.

ben öğretsem
uzatıp penceresinden başını
merhaba diye bağırmasını …
şimalden bir rüzgar gibi
cenuba inmesini.

senin duvarında bir saat asılı
içinde bir kuş saklı.
görmüyorsun.

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:43 PM
Duvardaki o fotoğraf

duvarınıza astığınız o fotoğrafı çok sevin
isterseniz bakışlarınızı bulut rengine boyayın
ama gözyaşlarını değil duvarlarınızın rengini sevin
üstünde oyunlarınızdan izler, koklanmış çiçekler varsa eğer .

bir gün,
bakarsınız bir gün gözlerinizin önünden geçer
daha su yüzü bile görmeden yüzünüz, dağınıkken saçlarınız
elinde lanetli çemberiyle bir çocuk dizlerinde paramparça adınız
bir gün, bakarsınız bir gün çıkıverir karşınıza
çok acıyacaktır yüreğiniz, onun güldüğünü sandıkça.
…..
o fotoğrafın gözlerinize bakmasını çok sevin
tersine dönse bile mevsimleriniz hiç aldırmayın
pencerenizde kalan hayali ve yüreğinizin sesini sevin
köşe kapmacalar gibi mum ışığında titreyen gölge varsa eğer.

bir gün,
bakarsınız bir gün elleriniz donmuş eline değer
ilk yuduma gelmeden çayınız, boğazınızda dururken lokmanız
gözlerinde anlatamadığı çok şey yada sizin hiç anlamadıklarınız
bir gün, bakarsınız bir gün düş gibi düşer sessizce
hayallerinizin üzerine çekilmiş, beraber astığınız o perdeye.
…..
olmamaları değil, duvardaki o fotoğrafı sevin
dallarından tadına bakılmamış meyveleri toplayın
yorganı çekip üstünüze her gece sevişebilmeleri sevin
karabasan yalnızlıklar uzaklardan yanlışlar okutuyorsa eğer.

bir gün,
bakarsınız bir gün o fotoğraf yerinden düşer
ilk sancıyı bile bilmeden gebelikleriniz, doğmadan çocuklarınız
yaşamayı yok olmaktan beter eder ellerinizdeki kırmızı boyalarınız
bir gün, bakarsınız bir gün gözleriniz duvarlarda gezer
güneşi hiç görmemiş boşluk vardır yerinde, iş işten çoktan geçer.

Cevat

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:43 PM
Duvarıma resmini işledim

yarın olmamıştı daha, yaşadığım dün geceydi
yağmur bulutları henüz ıslatmadan ellerimi
odamın duvarına astım, tüm güzelliğinle seni.

küçük küçük karelere böldüm resmini önce
sonra her kareyi yüz misli büyüttüm özenle
bir nakkaş gibi işleyerek saçının her telini
yerleştirdim duvardaki yerine bütün kareleri
yüreğimdeki kadar büyüdün böylece gözlerimde
tarifsiz çiçekler gibi açmıştın odamın içinde

kalemimin ucu kırıldı bir ara, canın yandı mı.

sonra gözbebeklerine kendimi yapıştırdım
ve dudaklarını en sevdiğin kırmızıya boyadım
evet işte sendin ve tam karşımda duruyordun
ne güzel yakıştın bu duvara biliyor musun
oysa şimdiye kadar odama hiç gelmemiştin
kalktım yerimden usulca dudaklarından öptüm

doğru söyle bana sevdiğim o an neler hissettin.

yarın olmuş, dün gece artık geride kalmıştı
sıktığım parfümünün yerini sarhoş kokum almıştı
hayal gezisi bitmiş duvar eski rengine boyanmıştı

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:43 PM
Dün boş, yarın kiralık

delibuçuk bir tutkuydu, anlamsızdı ve sarhoşluktu
gözlerimde her sabah bir çiçek ağacı gibi dallanır,
renkleri hangi duvarıma düşerse orada açardı
beyaz kolalı yaka ve siyah önlüğe benziyordum.
sanki öyle doğmuştum ve aynı şekilde ölecektim.
karnemde yazılı bütün notlar hep on’dan yukarıydı
sadece ve sadece hal ve gidiş sıfırdı.

“ben, bana verdiğiniz tarih/coğrafya kitabını kaybettim.
bir yerde mi unuttum
(evet, Ankara meydan muharebesi bindörtyüziki)
yada coğrafya atlasımın denizlerine mi düşürdüm
novaya zemlya’da fok avcılarının bulamayacakları bir yere.
(Şili’nin başkenti Santiago, yüzölçümü şu kadar metrekare)
inanın bilmiyorum, hava çok soğuktu
And dağlarının zirvesinde donup fosil olmaktan değil
ben yarından korkuyordum
ve babam ölecekti önümüzdeki günlerde biliyordum.
ilk bayramımda babamdan önce başkasının elini öpecektim
hani nerede yüzde kırkaltıbuçuk oksijen
siz ne diyorsunuz ben soluyacak hava bulamıyorum,neden“

bunun adı dünden kalan etiketlerin sökülüp atılmasıydı
kitaplarımı kapladığım mavi kağıtlarda
mavinin tükenmesi, okyanusun en derinine
dünyamın zirvesi olup gömülmesiydi.
kandırmıştım sizi
bilinen tarihin kitapları kaybolmamıştı
dünyada duruyordu yerli yerinde
kaybolan değil silinenler vardı ağır gerçeğimde
kendi tarihim ve yürüdüğüm yollar şeklinde .
ve de düzelmeyen hal ve gidiş notu, o hep sıfırdı
kendi yerçekimimde.
ama yarın diye de bir şey vardı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:43 PM
Dün gecenin düşleri

caddelere yeni yol şeritleri çekiliyormuş,
beyazlarını zaman silmiş eskilerinin yerine.
bulutaltı taşkını birkaç damla gözyaşı
birer nokta olup düşüyormuş üzerlerine.
işte o an ne oluyorsa oluyormuş bizlere,
canımız düş denizine dalmak istiyormuş
birdenbire,
nedense …

nehir boyunda yürüyorduk uygun ve ağır adımlarımızla
zaman; en doğru ibresindeydi kanatlı pusulaların.
çocuklarımız; bizden özgür ve kahkahaları yüreklice
teslim tebligatlarını almamışlar daha küçücük ellerine
liman kokulu bulut olup bastırmadan yakamoz yıldızlı gece
düş penceremizde bir gül yeniden açarmış saksı içinde …

günleri doğru hükümlerle ve hücrenin dışında yaşıyorduk.
radyomuzun düğmesiyle sevişirce her çevirdiğimizde
zamanın yanlış anlaşılacak zamanlara hiç benzemediğini
gölgeli sokaklardan duyunca anlıyorduk o şarkının sesini.
eğer zaman akşamsa hüzzam, sabahsa saba gibi
düş penceremizin çiçek kokuları içimize doluyormuş sanki …

yani her tarafından ter ve inşaat sesleri yükselen bir arena
uzakta değil soluk alışlarımız tutmuşuz ellerimizden
yaşayanların yada yaşadığını sananların değil, bizim ancak
bu her kokunun tadından farklı bir yemek pişiren ocak.
düşler gibi, uyandığımızda terimiz üzerimizde soğuyacak
penceremize en masum ve utangaç halimizin resmi asılacak.

sanki bir düş denizinde yüzüyor olmuşuz
masaya düşmüş başımız, gülümsüyormuşuz
ve çaylarımız soğumuş bardaklarımızda
içimiz sıcak, oysa daha bir yudum bile içmemişiz.
yeni yol şeritleri çekiliyormuş caddelere
canımız üzerlerinde yürümek istemiş
birdenbire,
nedense …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:44 PM
Dün, yarın ama önce bugün

dün bu kadar eski / ya yarın..........
dün bu kadar siyah-beyaz / ya yarın.......
dün hiç yaşamadığın kadar uzak / ya yarın...

yarın, çok yeni,
yarın, çok renkli,
yarın avuçlarının içi kadar yakın.

yarın bu kadar yeni / ya bugün……
yarın dünden çok renkli / ya bugün……..
yarın saklı avuçlarının içinde / ya bugün…….

bugün, bugün, bugün….
bir başlasam yaşamaya bugün,
biliyorum çoktan çözülecek bu kördüğüm….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:44 PM
Dünler, günler, *******

Boyutları cellat dünlerden geldik.
Hükümsüz yarınların düşleneceği günlere.
İşte bulutlar; bu günlerin akşamında boyandı
Çıldırmış sarhoşluk gibi yaşanacak *******e.

Gör bak! karanlık nasıl yirmi dört ayar şimdi.
Her damlası bir mitralyöz namlusuna sıkışmış.
Bu çiçek, renk açmaz denizin dümen başında,
Balığı yosuna, yosunu yıldıza, yıldızı sana karışmış.

Ucu zehire bulaşmamış bir bıçak bulacaksın ki.,
Çıkarıp alsın kurşunu parçaladığı yürekten.
Yoksa., ağustos kurutacak anlasana göz yaşlarımı,
Sırılsıklam vazgeçecek dünler, günler *******den..

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:48 PM
Dünya Hoşgörü günü - eleştiri notları

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon 16 Kasım Dünya Hoşgörü Günü nedeniyle, küreselleşmenin getirdiği sorunlara dikkat çekerek, dünya liderlerine hoşgörülü davranma çağrısında bulundu.

BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon 16 Kasım Dünya Hoşgörü Günü nedeniyle yayınladığı mesajda, günümüz dünyasının, savaşlar, terörizm, insanlığa karşı işlenen suçlar, etnik temizlik ve insanlara karşı yapılan kötü muameleler ile karşı karşıya olduğuna dikkat çekti. Küreselleşmenin, bir yandan dünya ülkelerini daha fazla yakınlaştırırken, diğer yandan endişe ve içe kapanmaya yol açtığını kaydetti……

****

Tüketim ekonomisinin taze çiçek kokulu kırbaçları sırtımızda şaklamadığı yada bulunduğumuz yelpazenin renklerine uygun bir yaprak avucumuzun içine düşmediği zamanlarda pek sesimiz-soluğumuz çıkmıyor nedense, tüm dünyada kabul görmüş özel günlere merhaba demek, kapılarımızı çalıp güleryüzümüzle günaydın demek.

Sesimizin-soluğumuzun çıkmaması bir yana aklımıza bile gelmiyor, unutmuş oluyoruz yada böyle bir günün o günün iktidar koltuğunda oturduğunu hiç bilmiyoruz ….

Oysa anlam olarak, Dünya Barış gününden, Dünya Şairler gününden daha mı az kolu var hepimizi kucaklamak için Dünya Hoşgörü gününün. Elbette hayır. Bizim şu kavgaya, düşünce bağnazlığına, birbirimize yan gözle bakma mönüsü ile tıka-basa doyduğumuz önümüze kurulup getirilmiş bu sofrada “Dünya Hoşgörü Günü” yemek sonrası yudumlayacağımız bir fincan kahve gibi kırk yıllık hatırın sahibi olacak zenginlikte değil mi.

Kendi yoksul saltanatlarımızın dar çemberleri içine sıkışmış bakımsız bahçelerimizi yeşertip renklendirmek ve belki *******i kapımızı kilitlemeden yorganımızı başımıza çekerek uyuyabilmemizi sağlayacak özlemlerin susuzluğunu giderecek kaynak; hoşgörü patikalarından yürüyüp öyle tık nefes filan olacak kadar yorulmadan ulaşacağımız bir menzilde. Gidip yüzümüzü bir kere yıkamamız, suyundan bir yudum içmemiz için bizleri bekliyor.

Ama biz unutuyoruz, bilmiyoruz, işimize gelmiyor yada sermaye hadi bugünde böyle geçsin yarın gün ola harman ola diyerek bugünümüzü de üzerinde böceklerin iz bırakarak gezindiği tozlu raflara kaldırtıyor.
Ve bizler ağlıyoruz, yakınıyoruz ama en önemlisi insanlığımızı kaybetmemek adına yakalayacağımız, toplayacağımız son kırıntıları, hoşgörüsüzlük bandının üzerinden akıp kanalizasyonlara dökülüşünü sadece izliyoruz ….

16 Kasım Dünya Hoşgörü günü …

16 Kasım’dan başlayarak her günün Dünya Hoşgörü günü olması, her günün Dünya Barış günü, her günün Dünya Kadınlar günü ve özlemini çektiğimiz diğer bütün günlerin yaşanacağı bir dünya demek olacaktır. Unutmayalım ….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:51 PM
Dünyayı güzelleştirelim

haydi, tutuşup el ele
dünyayı güzelleştirmeye koşalım.
yeşil sulu boyalarımız orman,
mavi yağlı boyalarımız deniz olsun.
arasına kuru boya kalemlerimizle
incecik nehirler çizelim
üzerinde ördekler yüzsün.
kırmızı damlı evler
çiçek olup açsın.
bizler gülen yüzlü insanlar olalım.

haydi, tutuşup el ele
dünyayı güzelleştirmeye koşalım.
savaş fotoğraflarının hepsini
okunmayacak kitaplara yapıştıralım.
yağmalar, cinayet ve ihanetler
silinsin sözcüklerden
bütün çirkinlikler.
son dinamitin fitili ateşlensin
yoksullukların dibinde.
bizler güler yüzlü insanlar olalım.

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:51 PM
Elde var hiçlik

hiçbir şey olmasın elinde,
ben tek başıma giderim.
sen izle istersen, bak ardımdan
belki bir parça el salla
ya da hiçbir şey yapma.
ben yalnız giderim.
ben sadece elde var bir’im.

sonra saçlarında kokan el izlerim
takılır peşim sıra, gelme derim
ama gelirler ardımdan bilirim.
dökülür bir gece yarısı düşlerinden
gözbebeklerindeki hayalim.
benim gittiğime üzülme sakın
ben sadece elde var bir’im.

eski mektuplardan silinmişse
senin için yazdığım her şey.
sabah çayı tek kişilik demlenmişse.
ve yapayalnızsa günaydın,
içini kaplamasını bekleme sancının,
bırakma kolumu haydi sende gel.
sen olmazsan eğer,
ben sadece elde var bir hiç’im.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:51 PM
Elimi uzatsam, yalnızlık

elimi uzatsam
tutacağım kadar yakınsınız değil mi
deli dalgalarım

ya siz,
üzerine kaleler yapacak çocukları bekleyen
altın kumlarım
elimi uzatsam
tutacağım kadar yakınsınız değil mi
karanlık bulutlarım

ya siz,
ayaklarının altındaki yeşilliği ezmeyen
yalın ayaklarım
elimi uzatsam
tutacağım kadar yakınsınız değil mi
ağaç dallarım

hepinizle koyun koyuna,
nefes nefese neden bu göz yaşlarım

neden şimdi ben
hepinizin bu kadar yakınında
bir ıssız adadayım

elimi uzatsam
biliyorum yoksunuz hiçbiriniz
ne olur kandırmayın

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:53 PM
Ellerinden öptüklerim - düz yazı

O zamanların eski, hele sanırım şimdilerin çoktan dumanı tüten okul binasının kapısından teyzemin eline sımsıkı sarılarak içeri ürkerek girdiğim andan itibaren;

Bana, Ali’nin Ayşe’nin ona attığı topu tutmasını anlatan harflerin kuyruklarının satır çizgisi dışına taşmasının adam olamayacağımın göstergesi olduğunu anlatmak için saçına düşmüş akların yanına düzinelerce ilave eden Sıdıka Polat’ın,

Bana, artık üçüncü sınıfa geldin hala sınıfta konuşulmaması gerektiğini öğrenemedin aç elini bakayım diyerek avuç içime tahta cetvelle acıtmaktan korkarcasına “masuscuktan” üç kere vuran Türkan Eryılmaz’ın,

Bana, dur bakalım yanaklarından öpmeden bu karneyi ve diplomayı vermem sana dedikten sonra elinde tuttuğu karneme göz attığı an’da hepsinin “pekiyi” olduğunu görüp de bayılacak hallere düşen Hacer öğretmenin,

Ve sonrasının Coğrafyanın mutlaka arşınlaması gerektiğini öğrendiğim Hasan Kürşat’ın, sınıfa girer girmez tahtaya çizilmiş solfej üzerine tebeşirle saniyede Atatürk profili çizen Hikmet Hazar’ın, sen iyi bir ressam olursun başka da bir işe yaramazsın diyerek yol çizgime yardımcı olmaya çalışan Gönül Akbay’ın, yıldızlarımızın hiçbir zaman barışmadığı fizikçi Mehmet Bey ile Kimyacı Nuh Oker’in, edebiyatta Sıdıka Akbaba’nın, matematikte İbrahim Milli’nin, biyolojide Mediha Soysal’ın ve isimleri şu anda aklıma gelmeyen ama biraz sonra yada yarın damla damla yüreğime düşecek diğer bütün öğretmenlerimin …., saygı ile ellerinden öpüyorum.

Çok uğraştılar ama, bu malzemeden bu kadar çıktı, üzülmesinler …

Ve ayrıca ülkemizin her köşesinde bu onurlu görevi en olumsuz şartlarla ama gururla sürdürmüş ve sürdürmekte olan bütün öğretmenlerimizin “öğretmenler gününü” kutlarım ….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:53 PM
Emeğin ve insanlığın bayramı - düz yazı

Şu anda net olarak anımsayamadığım bir toplumsal olay yada bir cinayet sonrasında Çetin Altan çalıştığı gazetedeki günlük köşesine sadece bir başlık atmış ve sütununun tamamını boş bırakmıştı. Başlıkta ise sadece “Bugün canım bir şey yazmak istemiyor” yazıyordu. Elbette ki sadece bu başlık ve bomboş bırakılmış sütunun anlattıkları, onlarca cilt kitabın kekeleyerek söylediklerinden çok daha fazla ve farklı şeyler ifade ediyordu.
Bugün geldiğimiz noktada ise; kulaklarımızın duydukları , gözlerimizin gördükleri, aklım ile yüreğim arasındaki çift yönlü otoban üzerinde farklı birikimlerin ördüğü barikatlara ilave dikenli teller çekerek duygusal dünyamın kutupları arasındaki iletişimi engellemekte, gel-git ’ lerimin önüne yüksek setler çekmekte ve istemeden de olsa kendi dünyamın şiir sütunlarını sadece “Bugünlerde canım şiir yazmak istemiyor” başlığı altında boş bırakmama neden olmaktadır.

Usta bir yazar kadar, amatör acemiliğini paylaşımcı bir yürekle yaşamaya çalışan bir sözüm ona şaire de bugün bir şeyler yazmak istetmeyen, buna neden olan duyguların beslenme süreci ise yıllardır süregelen ve açıktan, gözler önünde işlenen bir suçun fotoğrafından yada başka bir deyişle seri halde imalatından kaynaklanmaktadır. Bu imalat türünün içinde kullanılan hammaddenin yüzde ne büyük çoğunluğunun yabancı kökenli olmasında değil mesele. İç piyasada da okuduklarımızdan-söylenenlerden algılayabildiğimiz kadar bu ürünlere talep te olmamasına rağmen piyasaya sürülmekte ısrarcı davranılan bu ürünün nerede ve nasıl tüketildiği, midelere, akıllara, yüreklere nasıl zarar verdiği, içten içe bünyeyi kemirmeye nasıl devam ettiği …

Bugün 1 Mayıs. Emeğin ve emekçinin bayramı. Ortada “ Bütün dünya işçileri birleşiniz ” sloganı altında soluk verecek, yumruk sıkacak, sınıf bilinci taşıyan öncü ve kudretli bir işçi sınıfı kalmamış ve tüm güdüm buton ları ağır sermaye yönetiminin kontrolü altına geçmişken, göstermelik sendikalar ve başkanları artık hiç çekinmeden sarı eşofmanlarını giyip sabah sporlarında döktükleri terleri ile medya kameraları karşısında poz verirken hangi emekçinin bayramını kutluyoruz.
Emeği ile ter dökenler, üretim ve sermaye çarklarının ağır preslemesinden etkilenmeden, korkmadan en yiğit ve (öyle başbakan duruşuna benzemeyen) dik duruşlarını güçleriyle, beyinleriyle ve gerçekten akıttıkları terleri ile koruyan “emekçi bilincine” sahip arkadaşlarımıza yada kendimize sorduğumuz zaman; “Hala bir proleterya iktidarından söz edebiliyor ve umutlanabiliyor musunuz yarınlar için” diye, ne yanıt alabileceğimizi sanıyoruz.
Bugün en romantik, duygusal ve yoğun hüzünle beraber gelen bir öz-sorgulama posterinin altındayız. Emekçi’ nin bayramını kutlamaya çalışmıyor sadece anı tazeliyoruz. Ama “1 Mayıs” ta gene meydanlarda kutlanacak ve geçmiş sloganların içinde de kendine yer bulmuş olan bir değer var. Bu değerin adı ise sadece “emek”! İçindeki ihtilalci taşkınlıklardan arınmış, bedavacılığa kaçmadan yaşamı hak edebilmek adına atılan her adımın, her saniyenin gerçek anlamda gösterilen bir emek sonucu değer bulacağı bilinci ile kutlanacak bir “Emek Bayramı”. Yada bir başka karşılığı ile “İnsanlık Bayramı”.

Şimdi okuyor ve görüyoruz, İstanbul Valisi beyefendi, elli-altmış kişinin Taksim’deki eylemlerine karşı alınan olağanüstü önlemlerle İstanbul’da içinden çıkılamaz bir gün yaşatılmasına devletin katkısını anlatıyor saatlerdir. Oysa gösterilen başka adreslerde gene yürüyüş kolları ve miting kalabalıkları polis gözetiminde söylemek istediklerini söylüyorlar, yürüyorlar ve bir anlamda da günün mana ve önemini yerine getiriyorlar Hepsi bu işte. Ama Tandoğan’da ve Çağlayan’da da çok çok iyi gördük ki doğru slogan ve amaç milyonlara gerçek bir bayram yaşatabiliyor, alınan tüm önlemlere ve birilerinin yaşadığı tüm korkulara rağmen.

Şimdi belki bu yazımın sonucunda bazı arkadaşlarımız ellerine büyüteç yada cımbız alarak satır aralarında yada yazının bütününde oportünist veya teslimiyetçi fikirler arayacaktır. Hiç boşuna uğraşmasınlar, sadece “Bugünlerde canım şiir yazmak istemiyor” o kadar.

Yaşasın Emeğin ve İnsanlığın Bayramı …..

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:54 PM
Emekçinin günlüğü

güneş daha uyanmamış uykudan, hava çok ağır.
yaz hiç yaşanmamış, kış için erken
bir yudum ekmek ve bir gül için yollara düşerken

karavana sırası değil mi bu, adımın karşısına imza.
yarısı uyku, yarısı korku gözlerimin
nasır diye işkence açıyor avuç içinde ellerimin

kulaklarımda makine, çok dişli ve kalın sesli
öğüttüğü demir, ateş ve toprak
emek sesini bile saklıyor makineden, korkarak.

ağır dokulu iniyor üzerime paydos zili, çok ağır.
yağ kokulu, ter kokulu, bedava
bu saatlerde gelmiyor bile sevdiğimin ismi aklıma.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:54 PM
En güzel bayrak - düz yazı

Bir zamanlar; şimdilerde olduğu gibi cici ablalar, okul öncesi çağdaki çocukları evlerinden daha şafak doğmadan toplayıp, gün batmadan geri getirmezlerdi. Yani ana okulları denilen o bol cıvıltılı,okul öncesi eğitim kurumları şimdilerde olduğu gibi her mahallenin bakkalı, kasabı, manavı gibi olmazsa olmazlarından değildi.…. Ankara yada İstanbul radyoları ise, her hangi bir iş için evden çıkma zorunluluğu olmayan ev halkına yönelik özel yayın kuşaklarını program akışları içine almayı akıllarına dahi getirememişlerdi henüz …..

Evdeki okul öncesi çağlarını yaşayan çocuklar; “yalan söylemenin çok kötü bir şey olduğu, eğer bir çocuk yalan söylerse dilinin en kısa zamanda bir eşek arısı tarafından sokulacağı , anne yada babanın sözlerini dinlemeyen çocukların taş heykellere dönüşerek Allah Baba tarafından cezalandırılacağı” ve benzerleri, çocuklarda sadece eşek arılarından korkma ve taş heykellerin içlerinde asi ruhlu parmak çocuk özelliklerini aramak gibi hiçbir işe yaramayan eğitimler (!) dışında bir ön eğitim alamadan, bir sabah “bizim çocuğumuz büyük adam olacak inşallah-maşallah ” avazları ve sevinç gözyaşları arasında anne yada baba yada ikisinin birden eşliğinde siyah önlük, beyaz yakalı üniforma içinde okul hayatı denilen ve ortalama yaşam süresinin neredeyse dörtte birini tahta sıralar-kara tahtalar önünde silip süpürecek yada çok farklı bereket tarlalarının hasat öncesi dönemine ilk adımı atmak için evden çıkılırdı.

Hepsi aynı boyda, aynı yaşta ve aynı siyah-beyaz görüntüdeki kızlı-erkekli çocuk kalabalığı; okul hademesinin elindeki zili sallayarak çıkardığı çıngıltılı sesin müjdelediği 5-10 dakikalık aralar dışında hep “ben bu heceleri nasıl yan yana getiririm- ben bu rakamları nasıl doğru toplarım, çarparım endişesinin küçücük yüreklerini sürekli sıkıştırması ile yaşamaya başlarlar eğitim yaşamlarının özellikle ilk günlerini. Giderek hava koşullarının değişmeye başlaması ile de sınıfın orta yerine kurulu kocaman boylu kömür sobası isli duman olup tıkalı baca yerine minik soluk borularında kendine yol bulmaya başladığı günlere gelindiği zaman ise heceleri birleştirme, toplamalarda, çarpmalarda doğruyu yakalama formülleri öğretmenlerin olağanüstü çabaları ile yerini bulmaya başlamış olurdu.

Ve işte tam bu sıralarda ilk kez kimden çıktığı, nereden geldiği belli olmayan bir haber dalgalanarak bütün sınıflar içinde yayılmaya başlardı. “Duydunuz mu, dünya bayrakları arasında yapılan yarışmada bizim bayrağımız birinci olmuş. ” Sorgulama düğmesi, masamız üstündeki milyonlarca düğme arasında yanıp-sönerek hadi bas komutumuza yardımcı olmadığından, öncelerin hafif şaşkınlığının arkasından giderek belki o ana kadar yaşamımızda ilk kez gururlanma duygusunun küçük kıvılcımlarının içimizde bir yerlerde yangına döndüğünü hissetmeye başlardık. Ve yangının ısıtmasıyla da önce sağımıza–solumuza bakınır, yeni bir duygunun, bir parça böbürlenme-tepeden bakma zevkinin oyun arkadaşını aramaya başlardık. Ama ne tahta sıralarda o an bizimle aynı duyguları yaşayan ve nede ısıtmaktan çok is dağıtmaya yarayan kocaman sobamızın etrafında küçücük ellerini ovuşturarak ısınmaya çalışan diğerlerimiz arasında aradığımız kişi yada kişileri bulamazdık. Mahallemizin tozlu sokaklarında da tepeden bakabilme zevkini dağıtacağımız kimsenin olma ihtimali düşük, o arkadaşlarımızın da aynı duygularla şişmiş olma ihtimalleri ise hayli yüksekti. “dünya bayrak yarışmasında birinci olan” bir bayrağın gölgesinde yaşayan çocuklar olmak gene de çok farklı ve çok güzel bir duyguyla bir parça çocuksu uçarılık damarlarımızı daraltan bir ağırbaşlılığı anında oturtuverirdi sıkletimizin üzerine.

Belki müfredat; minicik yüreklere bayrak sevgisi aşılamak için böylesine basit ama çok etkili bir yöntem içeriyordu. Belki de gerçekten böyle bir yarışma yapılmış ve bayrağımız birinci oluvermişti. Yakışmaz mıydı böyle bir unvanı taşımaya. Fazlası ile yakışırdı elbette. Bugün bile hala düşünürüm böyle bir yarışma gerçekten yapıldı mı diye. Cevabını bulamam, belki de ısrarla aramaktan korkar “yok canım öyle bir yarışma, kim uyduruyor böyle şeyleri” yanıtı ile karşılaşmaktan korkarım. Ama gerçek şu ki, o haberi duyduğum ilk andaki heyecan ve gurur, kendi gökyüzümde “ay-yıldızlı al bayrağım” tutkusu ile dalgalanıp durmaktadır hızını kesmeden.

Fakat zaman; masamızın üzerindeki milyonlarca düğme içinden kimilerini yakıp söndürmeye de başlamıştır bu arada. İlk zamanlar “siyah saçlı güreş ilahları” söylemleri ile sırtı minder tadını bilmeyen ünlü güreş efsanelerimiz, ay-yıldızlı mayoları ile uluslararası platformlarda tek başlarına eserlerken çok güzeldi ama hemen yanı başlarında konuklarından yada konuk oldukları ülke ekiplerinden üç, beş hatta sekiz gol yiyerek başı önde sahayı terk eden ay-yıldızlı formalı delikanlılarda kendini göstermeye başlamıştı. Şerefli yenilgiler kılıfı hiçbir şekilde uymuyordu üstlerine. Bundan da anlıyorduk ki, bayrağımıza ve onunla özdeş kimliğimize kesinlikle bizim gösterdiğimiz saygıyı, sevgiyi göstermeyen hatta onu kıskanan birilerinin oyunlarına bu bahaneler ile sıkça düşüyor ve başımız bu konularda bunun için yerden kalkmıyordu. Ne yapmalıydı? O zaman iki dudak arasında çalınacak bir düdüğün sinsi sesinden uzak başka konular, başka yarış alanları ve daha kalıcı kürsülerin arkasına asmamız gerekmez miydi bayrağımızı. Kişisel becerilerle at üstünde takla atmak dönemlerini çağın gerisinde kalmış mahsuller olarak bir tarafa bırakıp mesela bilimde, sanatta, teknik konularda bayrağımızı dalgalandıracak direkler bulunamaz mıydı. Bu direkler vardı esasında, yeryüzünün çeşitli noktalarında bayrağı o direklere çekmek için yapılan yarışlar başkaları tarafından olanca hızıyla ve günden güne yeni rekorlar kırılarak da yapılıyordu.

Biz ise bugün; zamanındaki şerefli yenilgilerimizi bize tattıranları nihayet yakalamış olmanın yellendirdiği gurur yelpazesi ile avuntu havuzlarında ya birbirimizi başından tutup suya bastırmakla yada elimizdeki bayrağı “hayır o sadece benim” diyerek karşımızdakine ama esasında bizden olanlara kaptırmamanın anlamsız mücadelesi içinde ter dökmekle uğraşıp duruyoruz.

Ve bu durum bu koşullarda ve bu düzeyde sürüp gitmekten vazgeçecekmiş gibi görünmüyor. Ben bayrağımdan gene gurur duyuyorum ama gönlümden de onu başka direklerde dalgalanırken görmek arzusu geçiyor çok şiddetli bir biçimde. Mesela ülkenin farklı köşelerinde farklı konularla binlerce bilim insanının katılımı, binlerce bildirinin sunumu ile aynı anda yapılan toplantıların yapıldığı mekanın önlerindeki en uzun boylu ev sahibi direğinde. Mesela saygın uluslar arası festivallerin ödül törenlerinin yapıldığı festival sarayları önündeki direklerde, mesela yeni bir teknolojik mucizeyi gerçekleştiren ikili-üçlü “konsorsiyum” birimlerinin yer aldığı merkezlerdeki, mesela çok uzak ve açık denizlerde birbirine selam vererek geçen milyonlarca grostonluk armadaların, limanı; İstanbul, İzmir, İskenderun yazılı tankerlerinin, yüzen saraylar kadar görkemli yolcu gemilerinin direklerinde. Mesela …, mesela …, mesela ….,

O zaman kimse Boğaz köprülerindeki bayraklarımıza yönelik:”kan renkli ve rüzgar değirmeni kadar çirkin ” benzetmesini yapmaya cesaret edemez, bizlerde çocukluk günlerimizin aşısını tartışmasız bir bağışıklık karakteri ile tepeden bakacak gururla taşımaya ve yaşamaya devam ederiz.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:54 PM
En korkak sizlersiniz

suratı olmayan bin ölünün
arasında kaldım,
hiç yaşamamış bir ölümün
taklidini yaptım.
kuşlar hür ve çok mağrur
gözüküyorlardı
çırparlarken kanatlarını
bir beyaz mendile benziyorlardı.
oysa uğurladıkları,
yoksulluklar değil
döl yatağı yürekli canlardı.
ben kürekleri suya düşmüş
sandal gibiydim.
sabıkam saklanıyordu
sazlıkların arasında.
oysa ne sular akıyordu
ve ne bir göl vardı yakınımda.
suratı olmayan bin ölünün
arasında kaldım.
siz binbirinci idiniz
ve benden bin beterdiniz.

ama bir çığlık kalmıştı ki
boğazımda kördüğüm,
her ölünün acısına
için için ağlayıp
içime döküldüğüm.
günü beynimde patlayan
bir önlenemez öfkeye
ve tapınmadan bir ibadete
böyle dönüştürdüm.

hangi eşkıya saklandıysa içimde
suskun ağıllara
hapsederek beni
bende olduğu kadar
yoktur yüreği.
saatlerin üzerime dökülüp
ve dakikaların parçalanıp
saniyelere döndüğü
meçhul düşmanlıklar…
şimdi söyleyin bana,
hangi namluya sığar
beş yaşında bir çocuğun gözleri
elinde dağlardan topladığı kır çiçekleri.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:54 PM
Erken başlamayın güne

bu kadar erken başlamamalısınız güne
yüzünüz suya biraz daha hasret kalmalı
yastığa düşmüş saçınızın üç-beş telinde
yalnızlık bu kadar erken yaşanmamalı
güne bu kadar erken başlamamalısınız

kapıyı arkadan hiçbiriniz kapatmamalı
ve gözleriniz geliş saatine hiç takılmamalı
siz en güzel düşlerinizde kendi oyununuzu
daima el ele tutuşarak oynamalısınız
güne bu kadar erken başlamamalısınız

sevdayı toplamayın sofradan hiçbir zaman
yaşam bildiğini okusun siz lafa karışmayın
ağacın dalından düşmüş ise yere bir elma
mevsimi gelir açar çiçeği bunu unutmayın
güne bu kadar erken başlamayın

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:54 PM
Erken saatlerin güvercini

“zemberek boşalmış, kadran dağılmış
koş merdiven koş
saat tamircisi uyuya kalmış.”

bak hala açılmadı günaydının kepenkleri
yanmaya devam ediyor sokak lambaları
meydandaki çiçekçiler almadı daha yerini
rengarenk sevgi açmış çiçek tezgahlarını.

bir güvercin dolaşıyor ayaklarım dibinde
çöküyorum hemen, ürkmesinden korkarak
yumuşak bakışlarımla dizlerimin üstüne
halini hatırını soruyorum başını okşayarak.

bir tas su ona, bir nefes daha sigaramdan
izlerken beraber, uçuşan son yaprakları
bir adım daha iniyorum saat kadranından
güvercinin bir tüy daha ağlıyor kanatları.

“zemberek boşalmış, kadran dağılmış
akrep bir yana, yelkovan sonsuza kaçmış
saat tamircisi uyuya kalmış
kimin umurunda”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 04:54 PM
Eski bahçelerde

göbeğinde ateş çiçekleri açmış bir bahçedeyim
daha yazılmamış bir şiirin son dizesindeyim
yaşamımın göğüs düğmelerini çözüyorum
çırılçıplak bir güneşin doğuşunu
ağlayarak izliyorum.
biliyorum, senin gözlerin bu renk değildi eskiden.
belki ondandır şimdi pusulamdaki ibremin
parçalaması gözlerimi,
ben vazgeçerken güneyden, bütün yönlerimden
bir garip fırtına kopar.

son damla su, nasılda çekiliyor havuzun içinden
demek soğuklar bu kış erken bastıracak gene
can sıkıntım saklanıyor ıhlamur ağacının gölgesine
dilinden anlamadığım bir şarkı söylüyorum
açmamış çiçekler oluyorum.
biliyorum, saçlarını böyle taramazdın sen hiçbir zaman.
belki ondandır dallarımdaki yaprakların
dökülüvermesi avuçlarıma,
ben vazgeçerken bahardan, baharlarımdan
bir kuru dal kırılır.

şimdi korku, ahtapot misali sarıyor dört yanımdan
yanlış yeşile boyanmışsın artık ne gelir elden
ne kadar ölüm varsa o kadar karanlıksın
anahtarı nereye koydum bulamıyorum
bahçeden dışarı çıkamıyorum.
biliyorum, senin yolun geçmezdi bu kapının önünden.
belki ondandır unutmam yaşadığım günleri
ve çekilmesi düşlerimin
ben vazgeçerken geceden, *******imden
bir deli çığlık yükselir.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:00 PM
Eski bir geminin güvertesinde

eski bir geminin güvertesinde
bir ağır ezgiyim gözyaşlarımda.
Ses çok, çok uzaklardan geliyor,
sanki elinden çıkmış gibi
gül kokuyor, tam içime işliyor….

eski bir geminin güvertesinde
yakamoza boyanmış dalgalarla
küreklerin dansını seyrediyorum.
başım dönüyor. karanlıklar dibe batıyor,
mavilikleri sana veriyorum.

eski bir geminin güvertesinde
sağa koşsam olmuyor,
sola başımı vuruyorum
ve gül bahçesinin dikenlerini
tek tek ellerimle topluyor
çiçeklerini sana veriyorum……

eski bir geminin güvertesinde
kürekçi ile göz göze geliyorum,
susup kalıyorum.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:00 PM
Evet! ben seni seviyorum

evet ! ben seni seviyorum,
saçlarını elinle rüzgara karşı dağıtmanı
rüzgara karşı,
fırtına olup savurmanı .
ateş gibi yakarak gözümün içine bakmanı
güneşe kafa tutmanı
evet! ben seni seviyorum.
bahar gibi yüreğimin içinde yediveren açmanı
yıllara benim adıma
yiğitçe meydan okumanı
evet! ben seni seviyorum.

bir hasret sabahı gibi
turna kanadına türküler bağlamanı
ağıt olup türküleri
yağmur gibi ağlatmanı
başına gökkuşağı renkli kuşaklar bağlamanı
benim için yakılmanı, yakmanı
evet! ben seni seviyorum.
cennetimin adını, adın koymanı
ve ölüm olup giderken ardımdan bakmanı
sonra bir sabah,
çocuklarının saçlarını okşamanı
beni onlara, beni sevdiğin gibi anlatmanı.
evet! ben seni seviyorum.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:00 PM
Faili meçhul bir ölümün ardından

suya sabuna dokunmayacak bu yazdıklarım.
hiç kimse çekmesin ayaklarını, uzattığı yerden.
nereden görünüyorsa en güzel doğuşu güneşin, oradan izlesin.
ben şimdi üstüme karanlık bulutlardan yorgan yapıp
gün batımının hayallere daldığı saatler olacağım.
rüzgarın sesini birazdan bir daha açmamak üzere kapatacağım.
hiç kimse hiçbir şey almasın üzerine, sizleri üşütmeyeceğim.

eksik kalan çok şeydir, bitmemiş inşaatlarda demir filizleridir.
yolun bitmediği yerde, köprünün kenara çekilmesidir.
hiç kimse üzerine almasın, koklanmamış kömür karası saçlar değil.
ve avuçların içine alınıp bir kere bile öpülmemiş alınlar.
bir başka nedeni vardır elbet, kendimden bile sakladığım.
kabzasında parmak izi taşımayan bir hançer gibi yüreğime saplanan
faili meçhul bir ölümdür işte o nedenledir bütün bu yazdıklarım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:01 PM
Fanatik

derler ki;
kainat yaratılırken tek renk kullanılmıştır,
o da mavidir …

onun için vapurlar üzerinde yüzebilmek için
maviyi seçmişlerdir
ve gene bu sebeptendir mavi akması Boğaziçi ‘nin
her akşamüstü Kadıköy sahillerinden başlayıp
sebebi bir başka sevdaymış laciverde dönmesinin.....

gene derler ki;
milyonlarca yıl hiçbir renk çıkamamıştır gün yüzüne
cesaret edemedikleri için belki
meydan okumayı laciverde
ama günlerden bir gün
hoşgörü meltemleri esmeye başlamış her yerde ……

renkler aşk denizinde yakamoz gibi dağılmışlar
soluğuna yeryüzünün.
lacivert bunlar arasından bir eş seçmeye karar vermiş
bütün renkleri birden karşısına dizmiş.
içlerinden sadece sarıyı beğenmiş
ve sarı da bindokuzyüzyedi de lacivert e gelin gitmiş.

kimse bir şey diyememiş..
onlar ermişler muratlarına ama
yıldızlar dolusu kerevete hala kan çanağı gözlerle
bakanlar sindirememiş içlerine.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:01 PM
Fırtına öncesi değil

arkasından bir fırtına kopmaz
bu fotoğrafın hiç merak etme.
bak mesela bulutlar ne kadar sakin,
hepsi dalmış renklerine hayallerinin.
sandal dersen;
bir tek kendinin farkında, birde gölgesinin.
kapılmışlar sırların en incesine,
sadece kendilerinin.
görüyor musun
karşı sahilde hiç yanan bir tek ışık.
yani her şey bu kadar,
hiç bir şeyi beklemez iken birden,
delikanlı olur fırtınalar hiç merak etme,
böyle kopmaz aniden.
sen şimdi rahatça git yat yatağına,
sıkıca sarıl yorganına.
yalnız dikkat et,
bir düş göreceksin birazdan
aman kaçırma.
sevdiğine bir mektup olacak
bembeyaz bir kuşun kanadında.
ürkütmeden al onu sessizce,
oku bakalım ne demiş, yatağında.
bana da söylersin istersen,
neler yazmış bakalım seni seven.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:01 PM
Firari aşıklar

perdelerimiz sıkıca kapalı,
dışarıda karartma günleri.
saklanılmış bir haldeyiz
sokak arasında bir oteldeyiz.
ne haliç’in tütsüsü burnumuzda
ne de başka bir esinti.
soran olsa, kimse tanımaz nasılsa.
belli değil ki ne bilinsin adresimiz.

Tertemiz alınlarımızdan
kirli çarşafların üstüne düşüyoruz.
yol ve firar yorgunuyuz.
terimiz çırılçıplak
kokumuz nefes nefese
öylesine sıcak, sımsıcak..
bir şey yemek istemeden canımız
sabahlara kadar sevişiyoruz.

gece hiç düş dolaştı mı üzerimizde
doğrulup panikle, kalktık mı yerimizden.
susayıp su içmek bahanesi ile.
neler olup bitti sonra arada, bilmiyoruz.
sabah, ilk ışık düşerken gözlerimize
tedirginiz,ağır-aksak ve çok isteksiz
kalkıyoruz yataktan, alıp yanımıza
dünümüzden aklımızda kalan her şeyi.

resimlerimiz çıkıyor çıkınlardan.
kol kola ve beraberce kokluyoruz.
siyah beyaz çoğu, eski tarih yani,
bin yıllık geçmişten kopmuş gibiyiz.
şu benim diyorsun elinde çiçek olan
işte arkadaki de bütün hayatım,
darağacında sallanan.
ve bir siren sesi duyuyoruz birden.,
kendimizi korkuyla yere atıyoruz.
anlıyoruz ki giden bir hasta arabasıdır,
rahatlayıp tekrar sarılıyoruz.

ne oluyorsa işte tam bu an oluyor.
odanın kapısı yere yıkılıyor.
ardında ölüm gibi bakan on çift göz.
ve sayamadıklarım merdivenlerde
kurşun dolduruyor boş şarjörlere.
neler olacağı, nasıl kopacağı kıyametin
esen havanın soğuğundan belli.
ama hiç bozmuyoruz istifimizi.
anlayana anlatıyoruz bir bakış atıp
ölüme birlikte gideceğimizi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:01 PM
Fotoğraflar

I – yeniden başlamak
tül perdeler ardından sessizce uzanmış
sol elim olup toplayacağım notaları
bir ihtilal marşı kadar heyecanlı
ve o kadar sıkıntılı.
karınca orduları gibi adım adım
koşar adım….
isterim ki
dinleyebilsin
ayağında salladığın doğmamış bebeğin.

II – vurgun korkusu
şimdi hangi ava çıkma zamanıdır.
bu dalgalar
denizlerden esen, kuzeyden
hangi yalnızlığın ve hangi ölümün adıdır.
vira… vira…
kadınların gene kocasız
ve bebelerin babasız kalması
yediğimiz son vurgundandır
ellerim kalkmaz şimdi dizlerimden.
uzak sahillerdeki o ışık,
hiç gitmez gözlerimden.

III – tekneler dönmeyince
bugünde ne ekmek arabası geçecek
kapının önünden,
ne katık düşecek sofranın üzerine.
sen yaşadığının farkına bugünde
varamayacaksın çocuk.
boşuna bekleme…

IV – çıldırmak
boşuna tüketilmiş bir ayrı zaman.
ellerimde hep üstüne zehir boyanmış balonlar
havası durmadan boşalan.
ellerim olsa yırtılacak bütün perdeler.
ayaklarım yok
onun için hala açılmıyor kapılar.
gözlerimi saklıyorum kendimden.,
kendimden korkuyorum,
o marşlar kulağıma dolsa da ne kadar uzaktan
yüreğimle beraber kalkıp
hora tepiyorum.

V – albümdeki ilk ve son fotoğraf
işte gene demiryollarındayım.
hiç kesmeden birbirini öylece sürüp gidecek,
bir yaşam çizgisinin yanı başındayım.
o albüm gene ellerimde.
ilk yaprağına hangisi yapıştırılmış ise
sonunda da gene aynı fotoğraf.
yarın hiç doğmamış bebeğin,
kolsuz, ayaksız ve gözlerini
kendi gözlerinden bile saklayarak
korkarak
izleyeceği aynı albüm, dinleyeceği aynı marş.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:01 PM
Galata işi

dokunulmazlık hıncahınç.
yan göz tanımayan kalabalıklar.
bir top güllesi gibi deler gider surları
adı ucuza çıkmış
bütün kahramanlıklar.
ve topuklarına basılmış
külhanbeyi bir çığlık
taşarsa galata’dan dışarı.
yaşanılan aşklar kadar uzaktır
işlenememiş cinayetlerde.
çeşme meydanına kurulmuş
suskun duran bir tuzaktır.
gölgesi düşer üzerine kulenin.
kanatlar kaldıramaz bu yükü
basıncı çok yüksektir,
cümle alemin.

kimseler konuşamaz,
hiçbir şey görülmemiş, duyulmamıştır.
ama şeffaf bir kaldırım örtüsü gibi
hiç saklanamayacak kadar cesur akar
daracık sokaklardan
taze öldürülmüş kanlar….

ince bir şiş gölgesi
vuruyorsa Bizans işi duvara
ciğeri tam ortasından ayırarak ikiye,
ve çelik; ay kadar parlak
ve ay kadar suskunluğa susamışsa.
galata; her gece yarısı
ya da hemen sonrası
işte böyle tek kişilik cinayetlerin
ortak adıdır.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:01 PM
Garip bir sevmekti bizimki

seni sıcak bir yaz gecesi sevmiştim ben.
bunu unuttun mu, hiç mi hatırlamıyorsun.
hani kar yağıyordu ve buz tutmuştu,
ağzımızdan çıkan sevgi dolu her söz.
içimiz sıcacıktı oysa, sen gülüyordun
ben iki gözüm iki çeşme ağladıkça.
saçların ördükçe çözülüyor, kokluyordum.
ellerini sımsıkı tutmuş, bırakmıyordum.
nasıl geri çekiliyordu parmak uçların.
sanki bir adım ileri iki adım geri gibiydin.

bu gece gene hain çalıyor bekçi düdükleri.
güneş gölgesine süzülmemiş ay ışığı düşüyor.
en kırmızı gelincik tarlalarında
ömür boyu solmayacak siyah laleler açıyor.

beni dinle bir kere ne olursun diyorum.
sanki kulaklarından içeri kurşun akıyor.
şarkı söylüyorsun, kapının tam önünde.
basılmamış gazete kağıdı pencerelerinde.
üzerlerinde bir ölüm ilanı gibi adın yazılı.
yoksa sen daha hiç doğmamış mıydın.
peki hangimizin teriydi bir gece, tek başına
sahipsiz bir tohum gibi düşüveren toprağa.
kimin adına yazmıştım ben bunca öyküyü,
kime saklamıştım, işlemeli gelin rengi örtüyü.

şimdi çok daha iyi anlıyorum, sen ne dersin,
bir garip sevmekti ya da öyle demekti bizimki.
hiç görmeden, hiç tanımadan birbirimizi.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:01 PM
Gece olur, ben olurum

Gece olur, yıldızlar yağar pencerenizden
Gece olur, binlerce gül açar gözlerinizden
Gece olur, gitmek ister gidemez ellerinizden.
gece umuttur, sevdalınızdır.
bırakmaz,bırakamazsınız.
sarhoşluğunuz olur;
ihtiharı geçirmez bile akıl ucunuzdan.


Gece olur, ne bir ses gelir sevdiğinizden
Gece olur, düşleriniz kararıverir birden
Gece olur, gece kaçar gider yüreğinizden.
gece korkulu rüyanızdır.
uyutmaz,uyanamazsınız.
intiharlarınız olur;
gülümsemeyi geçirmez bile akıl ucunuzdan.

gece olur ben,
gece olur ben olurum.
gül dalında bir tebessüm
darağacında sallanan olurum.
sizin haberiniz olmayan olurum.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:01 PM
Gecenin içinde gülümsemek

şimdi yokum burada yüreğim ayaza kaldı
aldım başımı, vurdum kendimi
yanımda can sıkıntısı.
-bir sokak kedisi

yollar ıslaktı, hem de ne ıslaktı
demek benden önce birileri buralarda
yağmur gibi ağlamıştı.
-bir damla gözyaşı

bitmiyor gece, ağır ve kendinden emin
güneşin gönlü bir başka yerde
sanki nazlı yeni gelin.
-köşeler karanlık

bir sinema perdesinin içine saklanıyorum
düşlerimin şeridinde senin resmin
yeniden başa sarıyorum.
-biletim cebimde

hele o sahne elimi tuttuğun çınarın altında
gözlerimin içine bakışın
inan değdi sabaha kadar uykusuz kaldığıma
-gülümsüyorum.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:01 PM
Geceyarısı törenleri

“neden adı gece yarısıdır saat yirmidörtlerin.
birinin tam bitişi ve hemen yerini alması bir yenisinin
neden adı gece yarısıdır bitişlerin ve başlangıçların.”

içimizde en güzel çiçeği toplayan senin ellerindi
yüreğinde bahardan başka hiçbir mevsim açmazdı.
hep tazeydi tomurcukların çiy damlalarıyla beslenirdi
sadece sabahları biraz serin olurdun.
o kadar kusurda sana altın yaldızlı bir cepken gibi yakışırdı.

oysa ben hep geceydim ve giderek uzuyordu boyum.
doğduğum kaynaklardan yola çıkıp, denizlerime ulaşıyordum.


“neden adı gece yarısıdır saat yirmidörtlerin.
kırılmış mikronlar ölçemezken ara boşluğunu iki zil sesinin
yoksa bir diğer adı da bu mudur ölümlerin.”

barok ayinler gibi gölgesiz yürürsün merdivenlerde
bir tüy sanki kopmuş kanatlardan sessizliğin bütün dillerinde
yerinde duruyor hala bak, toplamadığın son çiçek
şimdi ölüm adlı bir başka mevsim büyürken soğuk kucağında
boşver, canın yazmak istemiyorsa, sende yazma.

uzayan boyumla üst üste koyardım bütün boylamları
adını değiştirmek yada silebilmek için ölümün diğer adlarını.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:02 PM
Geceyarısını bir geçe

“yarın çok yakın işte gene geldi kondu omzumuza.
ama öbür gün ve daha öbür gün bu kadar yakın değil.”

yaşam bu kadar açlık çekerken
gözlerinin önünde,
senin karnının doyması mümkün mü
güzel yiyeceklerle.
ağır taraflı bir hesap
çok erkenden konuverir önüne.
ödenemeyecekmiş gibi.
borç hesabımıza silinmeyecek kayıt olur.

hep beraber uğurlandığımız kapılar
ardımızdan kapanırken
yeni ve bilmediğimiz yollara adım attık.
yürümekle tükenmeyecek gibi gelen.
saat geceyarısını bir geçiyordu.
adımız yarın olmuş
kimliğimiz gene boş kalmıştı.
değişen hiçbir şey yoktu.
ve yaşam aç karnına yolumuzu bekliyordu
bir köşenin hemen arkasında.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:02 PM
Geç kalmak

bahar dallarında çiçekler her bahar kendilerine açar.
ve erken olmayı yaşarlarken geç kalmayı anlatırlar.
sancılı hüzün gibi günler düşer takvim yapraklarından
neler yazıp, neler anlatacağını şaşırır parmaklar.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:02 PM
Geç kalmışlık yaşanmaktadır

”hani bütün denizler kapatılmıştı gemi geçişlerine.
gelmeyecekti kaptanlar, zamanında iskelelere
kağıt oyunlarında son oyuncu olacaklardı
kimsenin yürümediği sokakların sabahçı kahvelerinde.”

şimdi tam bu saatlerde,
son aydınlık çeyrek tutunmuşken avuç içlerime
bir günlük ömür ve ikiz kanatlı kelebekler gibi.
o bol kamaralı ve zengin ve ışık dolu gemi,
geçip gitmelimiydi gözlerimin tam önünden.
ben , bütün çizgilerimi yakamozlara bedavaya
nefesimi bir akşam vakti, çok sarhoşken belki
bir kadeh rakı karşılığı lodosa bırakmışken
ve saçlarımı bir martının omuzlarına
üşümesin aman diye sevgiyle yüklemişken …

dumanı kokusuz bir zambak gibi savrulan o gemi
geçip gitmelimiydi gözlerimin önünden.
avuç içlerimdeki son aydınlık, çeyreğe tutunmuşken.

şimdi tam bu saatlerde, ince ve uzun bir derede
kağıttan kayık yüzdürür bir çocuk,
üzerinde uçan martıya,
saçlarını dağıtan İstanbul rüzgarına yan gözle bakarak.
yakamozlardaki çizgilerden resim yapmaya çalışarak.
şimdi tam bu saatlerde,
yakasında akşam çiçeği gibi bir kadın
lodosa, martıya ve yakamozlara yakalanmanın
adını soracaktır çocuğa..

şimdi kırlarda papatya mevsimidir.
ve her akan derenin varacağı yer masmavi bir denizdir.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:02 PM
Geçip gittin önümden

gene görmeden geçip gittin önümden.
sis ben değildim ki,
şehirdi üzerine çöken.
ben ucuz bir vitrinde mankendim,
şapkası gözünün üstüne düşen.

o duvar saatindeki geç kalışımdı,
erkenindeydim ben solgun ayışığının.
sen olmayan tarafındaydın
güzel söylenen her şarkının.
gene duymadan geçip gittin önümden.

hangi kitapta arıyorsun ki beni,
yazılmamış henüz son hecesi.
olmadı, gene boşuna bitti bugün.
iki adımda bir çıktım karşına oysa
gene bulmadan geçip gittin önümden.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:02 PM
Gel, buradan bak

gün aksatmadan bir yaprak düşer takvimden.
ve biz, bir gün daha yaklaşırız
bir daha kavuşmamak üzere ayrılmaya,
sevdiklerimizden.
yaşam soframızın üstünde
yarısı boş, bir bardak su durur,
her gün bir yaprak boyu azalır.
bunu görürüz,
ağlayabilmek için.

gün aksatmadan bir yaprak düşer takvimden
ve biz, bir gün daha yaklaşırız
hiç yaşanmamış bir derin sevdaya yer açmaya,
yüreklerimizden.
yaşam soframızın üstünde
yarısı dolu bir bardak su durur,
her gün bir yaşam boyu çoğalır.
bunu görmeyiz,
gülebilmek için.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:02 PM
Gelecek gibiydi

sessizliğinin açmayan çiçeklerini suladı.
gözleri kıtalar arasına kadar uzayıp giden frekansları arıyordu.
yalnızlığını değil ona, kimseye anlatamazdı.
bir varoluş´un yada yeniden yaradılış´ın,
kitabına uydurulmuş yok oluş biçimindeydi sanki.
öyle titreyen bir hali vardı sanki attığı her adımın.
yer üstü bilmediği bir şiddette sallanıyordu.
yürümekten korkuyordu.
dursa durduğu yerde, ağır ıslanacaktı.
ama sonuçta;
gene bir heyecan gibi gelecekti gözlerinin önüne biliyordu,
adının gemici olduğuna inandığı kadar inanıyordu buna.
şairin elindeki kuş varsın mavi desin,
ben biliyorum diyecekti adını, avuçlarımdaki rengin

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:02 PM
Gelincik tarlasında fal bakmak

ulaşılması en zor ve yüksek dallar arasında
rengindeki kırmızı şiir gibi dizeli bir tatlı elma.
küçük yangın yeri sanki, alevleri tüm şehre iştahlı.
gel diyoruz yakası açık tulumbacılara, işte burada
yüreğimizi gösteriyoruz, ağacın yüksek dalında
ama yangın yerine çıkacak bütün yollar kapalı.

saatin boşalan kurgusunda heyecan yeni başlıyordu
tam sırasıydı çocukluğumu giyiniyordum üstüme
kanatlarımdan çoktan soyunmuştum ve çırılçıplak
her salıncakta dalları ve saklambacımda sobe idi
elmayı en yüksek dalında şiir gibi saklayan o ağaç.
ama yangının soğuk tarafıydı sonuçta bana kalacak.

magma, kendi bacasını örecek kadar yeryüzü dokulu.
ben her tarafımdan kan aldırmışım, bu bana özgü
yeryüzüme ulaşan köz ateşin ne ilk ne de son külü
ara yönlerimde bağımsız çığlıklar belki senin duyduğun
yada gök gürlemesi gibi sade ve küçük bir oyun.
şimdi nasıl da sessiz bir perde, var mı başka sorun …

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:03 PM
Gelme, beni bulamazsın

ne kadar çok anlatacağım var sana bir bilsen
hadi, yarın sabah benimle hiç çay içmediğin
o çay bahçesine gel istersen.
masanın üstüne kalp içinde ismini yazdığım
üzerinden kaç mevsim geçtiğini
şimdi hiç hatırlamadığım,
o çay bahçesine gel istersen
buluşalım......

gene birer bardak, ardından birer tane daha
çay içeriz gözlerimizin içine bakarak.
yoldan geçenlere takılır,
hepsi için farklı ama güzel hikayeler yazarız.
istersen hesabı ödemeden kaçmanın bir yolunu buluruz.
yokluktan değil maksat muziplik olsun.
içimizdeki çocuk ta bir parça serbest kalsın.
sonra, bana neler yaşadığını, bugün nerede olduğunu
ve neden beni böyle
çok kör bir rüyanın erken sabahı gibi unuttuğunu
anlatırsın.
...
o bahçeye sen gene gelme istersen
ben içerim, ikimiz adına söylediğim çayları ,
kendi hikayemizin en güzel öykülerini
senin adına yazarken,
sen o çay bahçesine gelme istersen,
yalnız kalırsın.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:03 PM
Gemiciye mektup geldi

“sen değil misin her bahar dalına bin umut bağlıyan
söyle o zaman,
her bahar dalı bir liman değil mi.”

böyle nokta koymuşsun
bir girdap gibi boğazıma düğümlenen mektuba.
ben hecelerimi şaşırıyorum
inan, bakarken zarfın içinden çıkan saçlarına.

oysa verdiğimiz sözlerde
küpeştenin paslı demirleri yalnızlık anlatacaktı.
aynı sahile sadece
bir çift göz bakıp dalga boyu birbirimizi arayacaktı.
dengeler bozulmayacaktı
serseri fırtınaların kontrolsüz çocukları uğruna.

bir kez daha baktım mektuba
yazı senin yazın, biliyorum sen böyle katlarsın
yıldız şeklinde
eskisi gibi aynen, yazdıklarımı saklarken göğsüne.
pulda sanki dudak izin.
bin bahar dalı da olsa hiçbir limanı yok hiçbir denizin.
bunu bilememişsin.

evet bugün gelen mektubun ve kesilmiş saçların
gözden ırak kalınca
bin bahaneye sarılıp biteceğini söylüyor aşkların.
İstanbul a inat.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:03 PM
Gene olmadı, söyleyemedim

bu defa en kesin kararımı vermiştim.
seni çok sevdiğimi söyleyecektim.
cesaretim içime sığmıyor,
gözlerimden taşıyordu.
geceyi uykusuz geçirmiştim.
yağmur aniden bastırıp,
yanlışın üzerinden geçen bir silgi gibi
sana bütün yazdıklarımı silmeseydi.
kesin kararımı vermiştim
seni çok sevdiğimi söyleyecektim.

ince bir mızrapta yüreğim sızlıyordu.
en sevdiğim o eski şarkılarda
hep sen söyleniyordun.
sarı boyalı saçlarda
ve kırmızı dudaklarda değildim.
gitmiyordu gözlerimin önünden
bembeyaz ellerin.
şimdi son bir kadeh daha derken
bütün sarhoşluğumla bu gece
üzerine yıkılacağım.
bugünde seni çok sevdiğimi
söyleyemedim diye,
sarılıp kadehime, ağlayacağım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:03 PM
Geniş açıda sevişmek

geniş açılı bir kırbaç şaklamalı sırtımda.
şehla bakışlı, beyaz yeleli bir at gibi kişnemeliyim,
doludizgin.

geniş açılı yollar açılmalı birden önümde.
bir yanım ustura kadar keskin, diğeri kör bakış olmalı,
kapatıp gözlerimi.

karşı kokular ter olup fışkırmalı bedenimden.
kendimden geçercesine eski sarhoşluklarım gibi,
sevişmeliyim.

var bir deli tarafı bu işin biliyorum.
her yanından bin kez öpmek, yaşamı kucaklar dolusu,
kendimden geçmeliyim.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:03 PM
Gerçek yalanlar

oyuncu; sahnenin ortasına yıkılıverir birden
elindeki kuru kafa yuvarlanır, yuvarlanır, yuvarlanır
gider düşer bir denize, iskeleden ….

seyirci, heyecanla fırlar ayağa oturduğu yerden
elindeki gülleri atar sahneye, alkışlar, alkışlar, alkışlar
çok güzeldi der, harika, gerçekten …

ölümün tiradıydı oyuncu yere düştüğü zaman çıkan ses
gerçek yeni başlamıştı.

okuyucu; bir daha döner dizelerin en başına
şiirin içinden akan her sözcük kelebekler uçurur yüreğinde
bekliyor beni der gül bahçelerinde ….

şiirci; elindeki çiçekleri atarken raylar üstüne
onu beklemeleri kaçıncı hükmünü giymişti yalnızlıklarına
kimseler tanık olmasa da gözyaşlarına ….

zamanın öncesindeydi şiirci, kalemi elinden düştüğünde
yalanlar şiirde kalmıştı.

yorumcu; tarafsızlık ibresini uçurdu gökyüzüne
entelektüel dumanların altında anladı ciğerinin bedelini
şiiri okumadı, oyuna kapadı gözlerini …

bahçelerde çiçekler soluyordu, bahar rengini arıyordu

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:04 PM
Gitme /dörtlük

hep gelişler ol, gidişleri sevmiyorum.
ocakta sönmemişliğin dumanı tüter
ellerin kulaç atacak adımları bulamaz,
okyanuslar yalnız kalır, gözyaşı olur.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:04 PM
Gitme, kal yanımda

tam müstemleke havası bu.
güneş nereden doğacak belli değil.
gece, sabahtan çöküyor üzerimize.
günün haberleri olmadığımız her yerde okunuyor.
dünyadan haberimiz olmuyor.

biz üç kadehten sonra acayip zenginiz.
felsefe üretiyoruz delilik üzerine.
evlerimizin kapıları sürekli kapalı.
kendi kendimizeyiz.
aramızda dostta yok düşmanda.
silahlarımız kitap aralarında,
kitaplar beyinlerimizde saklı.
kaçamaklarımız hep
çocukluğumuzun ayıp sokaklarına.
vitrinlerde işveli, ciltleri en bakımlı
ve jartiyeri alımlı dilberlerin
işret için müşteri beklediği sokaklara.

düşlerimizden dışarı ahh bir çıkabilsek...
tam müstemleke havası bu.
ecnebi kuvvetlerle barbut oynuyoruz.
sokak aralarında, izbelerde.
kaybeden sürekli biz oluyoruz nedense.

ilk seviştiğimiz o çatı arası
ve saçlarına ve tenine vuran geceyarısı da
işte bu bahane ile gitti taa o zaman
okyanus ötesine, o uzak adalara.

tam müstemleke havası bu.
elektrik zarar ziyan demek
karartmanın başladığı saatlerde.
ekmeğin karnesi de çoktan aldı tasdiknameyi.
gitti çöp tenekesine.
geride kalan kağıtla kalem.
onu da harama uçkur çözmeden
kullanamıyoruz bir tanem.
yaşamak adına suçumuz sabit çıkacak
bu gidişle.

Hiç olmazsa; sen dur yanı başımda.,
geride kalan son lokmayı uçak yap.
ağlamasın arkamdan...

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:04 PM
Gitmek zamanı geldi

güneşin yarattığı işe yaramaz anaforların
en belirgin sarhoşluklara döndüğü saatlerde
dalkavuk bir esrarın satır başları gizlenir
gölgesini kaldırımlara seren salkım söğütlerde.

adımlar yüksek topuklu ve taşbasması uçarıdır.
düşlerinde ismini bilmediğin bir gezgin fesleğen.
davetsizce yol alır beyninin labirentlerinde
yolun sonunun nereye varacağını bilemeden.

babil bozması kulelerden; bulutlar kuşbakışı.
bıçkın intiharlara zaman var, bak salacak kimsesiz.
kulakları bağlayıp şimdi salkım söğüt kirişlerine
yaşanan günler adına yaşamalı çılgınca ve sessiz.

bir yerlerde, bir gün nasılsa patlar ateşin topu.
oyuncaklar kanat takıp birer birer uçar ellerinden
gelir mal paylaşımının zamanı, nereden başlamalı
oysa şimdi başlamak değil; gitmenin tam zamanı

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:04 PM
Gitmeseydim yanlış anlaşılacaktım

seni düşündüm gene dün gece,
bulutlar üzerime akarken.
bir yağmur altında yıkanır gibiydi gözlerim.
tüm tutmayan hesaplarımı
silmek geçti içimden
korktum, cesaret edemedim.
yol yorgunu ve hafiften sarhoştum üstelik.
ne desem yanlış anlaşılacaktı,
bir şey söylemedim,
vazgeçtim.

seni düşündüm gene dün gece,
önümden güzel gözlü bir çocuk geçerken
saçlarını okşadım.
seni düşündüm gene dün gece,
palamarları yosunlu adımlarla karışladım
gemilere yürüdüm.
biliyorum,
ne desem yanlış anlaşılacaktı.
ne sana, ne hiç kimseye
bir şey söylemedim.
beni yolcu listesine alan ilk gemiye,
yüzükoyun kapanıp saklandım.
açık denizlere demir aldım.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:04 PM
Gizli pencere açılmasın

o gizli pencerededir gözlerin.
hırçın ve kendinden kopuk duygular gibi,
anlamadığın ve tanımadığın her şey
ne varsa umuttan yana saklıdır sanki arkasında,
bir gece aniden açılıverecek perdenin.
bunun için o gizli pencerededir gözlerin.

ulaşması beklenir zamanın sıfır noktasına.
kentin tüm ışıkları söner birer birer,
üstünden katliam geçmiş gibi bir şey
korku bulutlarındadır gökyüzünün.
belki kokusu saracak yüreğini, sevdiğinin
bunun için o gizli pencerededir gözlerin.

ama o eski ağaçlar yok şimdi bahçende.
yoksul ve suları çekilmiş havuza bakma hiç,
boşuna bir ömür gibi kurumuş her şey
gelecek, görmek istemediğindir aslında.
açılmasın hiç bir şey,olduğu yerde kalsın
bunun için o gizli pencerededir gözlerin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:05 PM
Gölge olurum sevdamla

ben bilmiyorum kaç adımda ulaşıyorsun
otobüs durağına.
kaç numara yazıyor,
bindiğin otobüsün alın yazısında.
ben bilmiyorum.
birden düşerek bir boşluğa,
nasıl yaşadığım yer olurum.
anlatsana….

şimdi bildiğim bir sokağında,
yaşadığım kentin,
adımımın sesine benden tanıdık
kaldırımlar üzerindesin.
ben yıldızları saklamışım göz bebeklerime
seni izliyorum,
tam önümdesin.

bir ses olup vuruyorsun sahillerime,
kürekler nasıl dans eder dalgalarla
ve yıldızlar nasıl düşer denize
yakamoz olur
ay karanlığında.
mevsimler hiç midir?
ya da ağustos kadar sıcak demek midir
bir yangın yerinden
göz kırpması ışıksız fenerlerin….
seni izliyorum, tam önümdesin.

ben bilmiyorum hangi yoldan döneceksin
çıktığın kapıya.
kimlere selam verip,
kaç çocuğa annelik edeceksin.
ben bilmiyorum.
ama yağmur bulutları kapkara
yaşadığım bu şehirde.
ben şimdi burada nasıl dururum?
gelip ıslanmasınlar diye
şemsiye olmak varken saçlarına.
Anlasana ….

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:05 PM
Gölgeler kaybolunca

içinden, nice pas tutmuş üç bıçakla
iki kurşun geçmiş bir deli ıskartayım.
saatimi hesaplaşmanın ayarına getirmiş,
cımbızla körlüklerimi ayıklamışım,
kitaplarımın anlamadığım satırlarından
her şeyi yeni baştan, okumaya başlamışım.

keşke diyorum şimdi, daha çok katranla
ve acıyla kavuşup sabahın ilk ışıklarına,
son mektubunun aşk tarafını bir daha, bir daha
hiçbir bahar okuyamadığım kadar okusaydım.
düellomun kalkansız zırhına saklandım şimdi
önce intihar kararıma,sonra ona yanarım.

o saatlerde hep bir başka türlü, ne güzel eser
sarı kavakların yelleri, üstüme güzellikler düşer.
bir gölge misali onlara kapılmış olmalıyım.
çıkıp en yüksek kulesine bütün kentlerimin
gölgemin adresini başka yerlerde aramalıyım.
dalı kopuk, kısmetten çıkmış bir yaprak gibi
bütün hallerimi ve kendimi sonsuza bırakmalıyım.

“bir çiçek solmaya başlar,
renkleri toprağa düşerse eğer
önce gölgesini kaybeder.”

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:05 PM
Gölgeler yapılır

“önce elimizde bir fotoğraf vardır.
saçı sakalına karışmış bir yaşlı adam
elindeki bastona dayanarak zorla yürümektedir.
yol toprak, zaman nereye çekersen o
ve arkada görünen başı dumanlı dağlardır.
yaşlı adam yıllar önce bir gece yarısı
kaybettiği gölgesini aramaktadır ”

bulamadın değil mi ihtiyar, gölgeni hala.
kaybettikten bu kadar yıllar sonra.
oysa sana söylemiştim o zamanda
geceyarısı hiç ayrılmayacaktın o sokaktan.
bekleseydin ya bir lamba yanardı
ya da güneş doğardı birazdan.

kim bilir bir ışık vursa dağların ardından
tanıyamazsın bile gölgen
ağır adım geçip gidiverse şimdi yanından.
keşke dinleseydin beni ne olurdu sanki.
o geceyarısı hiç ayrılmasaydın o sokaktan
sen bulamazsan bile gelip bulurdu seni çoktan.

“sonra elimize başka bir fotoğraf geçer.
yan yana dizilmiş bir sürü kurşunkalem
içlerinden bir ses yükselir, sadece birinden”

gölgeler yapılır, gölgeler yapılır…

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:05 PM
Gözlerim yalnız kalmış

benim gözlerimi asmışsın
duvardaki çerçevenin içine.

yağmur yağıyormuş,
açık bırakmışsın pencereni
kuş sesleri dolmuş gözlerime.
sonra kırbaç parlaması gibi
bir şimşek çakmış.
sanki yer-gök aydınlanmış.
sen okuduğun kitaptan
kaldırmamışsın bile başını.
duvardaki gözlerim korkmuş
hep senin gözlerini aramış.
sonra kuş seslerine sarılıp
onlarla beraber ağlamış.

bu yağmurda benim gözlerim
duvardaki çerçevede yalnız kalmış.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:05 PM
Gözlerin yosun yeşili ise

Sen yosun yeşili gözlü kadınsan,
Gözlerin yosun yeşili ise eğer...
Ve rengi gümüşe dönmüş bir dere
Yosun renkli gözlerinin önünden akıyorsa,
Bir yudum şarap tadından yoksun
Kurak bir cehalet gibi
Denize kavuşuyorsa.

Ve deniz;
Taze iyot kokusu yerine
Kağıt kokuyorsa, asit ve ter kokuyorsa.
Ve rengi giderek gümüşe dönüyorsa.
Sen yosun yeşili gözlerinle
Ölümü izliyorsun sadece.

Oysa ben sana aşık olmak,
Önünde diz çöker gibi
Adına besteler yapmak,
Seni öpmek, seni koklamak, seni yaşamak,
Senin yosun yeşili gözlerinle bakmak,
Seni izlemek İçin geldim yaşama.
Bunu unutma.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:05 PM
Gözün görmediği seslerle yaşamak

Beethoven’in kulağına sessizce fısıldardım
son bestemin yazılmamış notalarını
yaratılmamış senfoniler dönemini başlatırdım.
viyola uygun bir elle yerleşirdi kutusunun içine.
kulaklarımız kapanır duyduğumuz her sese
perdeler daha sıkı çekilmiş olsaydı derdik
şimşeklerin çaktığı, gökyüzünün gürlediği geceye.

Veysel’in eline gözlerimi tutuştururdum.
derlenmemiş ezgilerin ağıtları gibi
istenilen türküye her telden vurma zamanı başlardı
sazı yakışan bir el indirirdi asıldığı duvardan
biz toprağa düşen her tohuma görmez yanımızdan
yan gözümüzün sağır tutkusuyla bakardık.
ve belki o zaman ancak kendi dünyamızda yaşardık.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:05 PM
Gözyaşıma saklansın çocukluğum

hangi kılıç en keskin ağlatacaksa çocukluğumu
o tarafından kes,
çocukluk sokaklarımın bütün ağaçlarını.

paramız yetmemiş olsun,
her zamanki gibi.
eksik biçilsin kumaşımız,
pantolonumuz hep kısa kalsın.
cam bilyelerimiz, gazoz kapaklarımız
ve kıvırcık sarı saçlı,
komşu kızlarımız.
hiç değişmesin, bıraktığımız yerde kalsın.

hangi kılıç en keskin ağlatacaksa çocukluğumu
o tarafından kes,
çocukluğumda kalsın bütün gözyaşları.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:05 PM
Gurbet treni türküsü

ezginin içli bir el sallamasıdır bu
gözyaşı tuzlu.
martılar sıraya dizilmiş mendirek üstünde
gözleri uykulu.
Haydarpaşa her öyküyü böyle yazar
değişmez sonu.
güneş giderken başka türlü söyler türküyü
yürek dayanmaz.
ama İstanbul’a öyle bakar ki
iki elini siper edip gözüne
trenden inmiş yolcu .

“iki dağın arasında kalmışam
bir kuş gibi daldan dala konmuşam oyyy”

konduğu son dal işte burasıdır şimdi.
öyle kral olmak filan değildir derdi.
koskoca bir dünyada yapayalnızdır
ve aklında sadece ekmek parası vardır.

tren; birazdan makas değiştirecek
ve yolcularını aldığı ilk istasyona
aynı yollardan geçip geri dönecek.
o dağların eteğine, dumanına
yarım kalmış aşkların koynuna.
yeni yolcular, merhaba……

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:05 PM
Gülen, ağlayan salata

incecik dilimleniyorum.
limon sık üstüme, tuz at biraz.
unutma yağlamayı ama,
koy geniş bir tabağın kenarına.
kendi acım gözlerime kaçıyor.
ağlıyorum.
ortada kocaman domatesim.
ister süsle keyfince çiçek gibi
istersen tam ortamdan kes.
yanıma biraz yeşillik,
bir-iki de sivri biber.
güzel şimdi oldu işte.
gülüyorum.
çatal, bıçak ve açlık hissi,
haydi yiyin beni
körletin nefsinizi.

hesabı siz hiç takmayın kafanıza,
ben ödüyorum nasılsa.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:05 PM
Gülümseyerek yaşanan düşler

siz bilmediğiniz bir şehirde kaybolun biraz.
biz gül koklayıp çiçekçi vitrinlerinden
saçlarımızı rüzgara boyayacağız.
imbatla telli, lodostan duvaklı
düğün-dernek yapacağız.

sonra karışacağız rengini bilmediğimiz kalabalıklar arasına
belki yağmur yağacak yada başka bulutlardan ıslanacağız
öncesini bilmediğimiz hangi öykünün sonu işimize geliyorsa
diğerlerinin hiç açmadan kapağını sadece onu okuyacağız.

siz bilmediğiniz bir şehirde kaybolun biraz.
biz sarı başakların meyveli dallarından
çocuklarımıza bereket toplayacağız.
yanakları allı, sırmadan saçlı
yarınları birlikte kuracağız.

sonrasının yoldan yorgun, efkardan bahane bir gece vakti
çilingir olup açtığımız sofrada sevdamızı yudumlayacağız
yüreklerimiz titrerken kapı arkalarında saklı ilk heyecan gibi
yelkensiz direklerimize dört el sarılıp okyanuslara açılacağız.

siz bilmediğiniz bir şehirde kaybolun biraz.
biz kendi izlerimize bile görünmeden
tuz kurusu dudağımızı ıslatacağız.
*******i ay ışığı yakamozlardan
nice güneşler yaratacağız.

düş misali yastığımda saçlarım, saçlarına neler anlatıyorsa
bir ara yaşlanacak gözlerimiz ardından gülümseme olacağız
en ağır hükümlerle silinecek, ne varsa yaşanmamışlık adına
dalgalandırdığımız her denizde dalgalar boyu yaşayacağız.

siz bilmediğiniz bir şehirde kaybolun biraz.
biz sarılıp bize, biraz daha uyuyacağız.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:06 PM
Gülünce, açılan güllerdi zaman

güzel bir çiçeği en şık buketle sunar gibiydi
gülüşün bahar akşamlarının serinliğinde.
kuşlar göz kırpardı çapkınca
kanatlarının arasından
güneş hiç batmazdı.

fal çizgisiz yoksul avuçlar açılırdı gökyüzüne
yağmur dolardı bütün bulutlar birdenbire.
şemsiyemde binbir renk açar
gülüşün aklıma gelirdi
zaman hiç durmazdı.

hiçbir mevsime vermek istemiyorum adını
sen her sabah yeniden günaydınımsın.
adresin bile yok şimdi aklımda
kokunun olduğu yerde ama
güller hiç solmazdı.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:06 PM
Gümüş balığıdır benim adım

bin yıllık bir ölü yatar,
kuytu karanlığında köşelerimin
kemirgen ahlak gibidir sorabilsen
nedeni sessizliğimin.
çürümüş toprak nasıl kokar
siz bilir misiniz hiç
tehlikeye kuraklık çeken
gümüş balığı tadındadır,
nereden bileceksiniz.

ben bir gümüş balığıyım,
içimdeki ölünün dişlerini söker gibi
kendi kendime soyunurum.
kendi mezarımda saklanırım.
üzerime gelen bütün aydınlıklar
ki içlerinde beş cinayete imza atmış
sicili paslı kurşunlar,
ve yürekleri ağaç gövdesine mıhlamış
aşk tanrısı imzalı oklar var,
sessizce gelir geçerler yanımdan.

korkum hep ihanet ve kahpelik adına
karşıdan sıkılacak kurşunlardandı.
yüreğimi parçalayacak oklar
kurşunların arkasına saklanırdı.
cesaret benim için
çocukluğumun yitik lastik topları gibi
çoktan patlatılmıştı kırdığım bir cam sonrası.
ve sevmek genleri çözülmemiş
bir başka belaydı.
biliyordum ki insanın tek saygısı
sadece ölülere kalmıştı.
bir gün işte nasıl yaptığımı bilmedim.
girdim köprüden tutulmuş
bir gümüş balığı rengine.
hiç çiçek toplamamış üç beş el buldum
gümüş pullarımı verdim üstüne.
onlara kazdırdım mezarımı.

bin yıllık bir ölü yatar,
kuytu karanlığında köşelerimin
kemirgen ahlak gibidir sorabilsen
işte budur nedeni sessizliğimin.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:07 PM
Gün oldu, kaybolduk

gün oldu.,
indik sığındığımız yıldızlardan
yeryüzüne.
gölgelerimiz;
güneşi göremeyecek kadar
karanlık
ama namusluydular.
yürüdük;
inci tanelerinin üzerinden
ve ana kucağındaki
kız çocukları kadar
güzel geçitlerden.

yaşama besmele çekmeyi öğrendik
kır çiçeklerinden.
sonra;
konuk olduk kalyonlarına
şizofren gemicilerin.
tutunduk yüreğimizle dalgalarına
o uzak
ve soğuk denizlerin.
gemiciler;
uzun boylu ve solukluydular.
cennete onlarla girdik.

gün oldu.,
sevdalandık
saklandığımız köşe bucaklarda.
öykülerimizi biz yazdık,
biz okuduk.
bilge işi
ve kimsenin çözemeyeceği.
kulaçlarımız ikindi rüzgarları gibi
kucakladı kainatı
üç bir yandan.

ve gün oldu
savrulduk bir molekül fırtınasında
bıraktığımız o açık kapıdan.

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:07 PM
Gün yüzünde: Hücre mektupları

sana ne yazayım yürekten geçen
sana ne söyleyeyim bu pencereden
ne yazsam okunuyor, ne desem dinleniyor
çektiğim her çetele, ertesi gün siliniyor
en son tek renk karanfil kalmıştı hücremde
onu da bu sabah alıp götürdüler, ipe çektiler.

ahh gülüm benim, yürekten vurgunum, sevgilim

ne bir deli dalga var duvarlarımı döven
ne bir damla ışık, gölgesi üzerime düşen
bir türküm kalmıştı dilimden düşürmediğim
ihbar üzere onu da götürdüler, kurşuna dizdiler

ahh gülüm benim, aydınlık yüzlüm, özgürlüğüm

gözlerinde kömür karası deli hasretim
çocuklarımın başak sarısı saçlı bereketim
ellerim var sana uzatacak, bilsem ki kesecekler
bir de beynim kaldı memlekete emanet
onu da delik deşik edecekler
ama bir kıvılcım doğurmuştuk hani bilirsin
bir şafak vaktiydi, dağdaki ateşimizden
işte onu söndüremeyecekler.

ah benim memleket sevdalım, iki gözüm, yoldaşım

dikenli teller nasıl parçalıyor bilebilsen avuçlarımı
yakalamak isterken güvercinin kanatlarını
oysa bir parça özgürlüktü karartılmış sevdam
ve şehir sokaklarında dolaşabilmekti seninle kol kola
gördüğüm her kitabın karıştırmak sayfalarını
kalın kalemle çizmek acıların, meselelerin altını
işte bu korkuları okuttu düşüncelerimi düşüncesizce
bir öldüm bu sebeple, bin öldük sebepsizce.

sana ne yazayım bir tanem, yürekten geçen
sana ne söyleyeyim daha neler, bu pencereden
ne yazsam okunuyor, ne desem dinleniyor
başka bir şey gelmiyor elden.

ama benden sana ahh gülüm, batmayacak güneşim
bir yiğit şahin gibi en şimşekli gökyüzünde
gene sana gülümseyeceğim bulutların üzerinde

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:10 PM
Günah mevsimi

“elmanın bütün renkleri
beraber tat vermiş adem ile havva’ya
nedense kabak patlamış
yalnızca yılanın başına.”

gene merdivenlerdeyim
ve gene karanlık gece.
soluğumun inzibatı
toz yutmuş bir hava.
amansız yokuş gibi tırmanıyorum.
boğuluyorum.
sonu gözükmez bir kanatlanmaya
nasıl hasret gibi yanıyorum.
tutunup meleklerin
attığı oklara.

saklanmış cinayetlerin kampındayım.
faillik burada en geçerli bahane.
her suça aynı tanık,
sorgulamalarda tarifsiz küfür.
ve her sorgulamanın saati
karşı konulmaz bir isyan günüdür.

korkumuz cürmümeşhut.

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:10 PM
Günaydın şiiri

yarın;
hiç başınız ağrımasın
uykusuzluktan.
saate hiç aldırmayın,
kaç olursa olsun...
güler yüzle kalkın yataklarınızdan.
sevdiklerinizin sesi gelsin,
yandaki odadan
ya da yanı başınızdan.
günaydın deyin,
gözlerine bakaraktan....
ateşte çayın demi tutsun.
bir değişmez tablo gibi,
bahar dalları
pencerenize asılsın.
hep orada kalsın.

yarın saate aldırmayın,
kaç olursa olsun.
kalkın yatağınızdan gülümseyin.
güneş gözlerinize dolsun
bahar dalları arasından

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:11 PM
Güneş bu

Güneş bu; hiç belli olmaz…
Yakalar bir sonbahar kuşunun kanadında
Ve üstelik savrulmuş bir gecenin tam yarısında…
kaypak tutkulara müptela bir belalı
ve saldırgan bir dalgakıran gibi
oynar, alıp seni avuçlarına.
Yarıda bırakır düşlerin, kaçar yalınayak.
Ve yanık gölgesi düşer tavan lambanın
Karanlıklar sokağına pencerenden atlayarak.
Güneş bu; hiç belli olmaz….
Hiç belli olmaz…

Güneş bu….
Yakalar bir umut yelpazesinin son renginde
Ve kim bilir hangi sarhoşluğunun öğle vaktinde..
Beklenmez tansiyonlar gibi inip çıkarak
Ve delişmen bir değirmen gibi
Alır öğütür seni dibeğinin taşlarında.
Susar en inceden nameleri ince sazlarının.
Sıkıntı kan rengi akar damarlarından,
Alırsın yüzünü avuçlarının içine
bilsen ki ıslanmayacak saçları sevdiğinin
güneşi yağmura mahkum edersin edebildiğince.

Güneş bu; hiç belli olmaz..
Kime nereden ve hangi pencereden bakacağı.
Ve hangi sırları saklayıp hangisini açığa salacağı.
Bakarsın dokuzuncu köyün bacasında tüten bir duman
Erkene alınmış hasat gibi yanar.
Yanar için için cezası kesilmemiş suçlar hücresinde.
Güneş bu hiç belli olmaz
Anlar belki bir gün ne yazdığını
Sevdanın başucu kitabında…….

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:11 PM
Güneş çarpmasın hayalleri

hepimiz; sen, ben ve diğerlerimiz
ve hayallerinizle aynı memeden süt emmiş hayallerimiz
gül kurusu renkli denizler gibi kokusuz
düş seralarında vazgeçilmez yapma çiçek ustalarıyız.
şöyle kapatıp gözlerimizi, uzatsak ayaklarımızı
hepimiz; sen, ben ve diğerlerimiz
yorgun boylamların ve vurgun enlemlerin kafesinden
bir yol bulup kurtarsak kendimizi yüreklerimizden
şöyle uzatsak ayaklarımızı boylu boyunca
kulağımızı asıversek şimşeklere, güneş girmese beynimize.

bir deniz seriliverse önümüze birden kuşbakışı,
ne bir gemi olsa üzerinde, ne de bir balığın kıpırtısı
ama sorsa çıkıp birisi rengini, ben maviyim diyeceği
bir deniz çıkıverse önümüze içinde bin yüklü anafor ile
ve eski bir korsan kadar masum olsa bütün hazineleri
ama kancalarından hala kan damlamasa, belirsiz ölüleri .
hepimiz; sen, ben ve diğerlerimiz
sıcağı yutmasak şimdi bütün gözeneklerimizle
içimiz çok üşüdü ve kış yaman geçti bu yaz’a saklansak
hiç konuşmadan şöyle sessiz, biraz ısınsak
güneşin bize çarpmadan kendine yol bulacağı
ve üzerimizden gelip geçeği bir güne , ne dersiniz

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:11 PM
Güneş olmalı insanlar

önce güneş açmalı herkesin içinde
bütün çiçekler güneş gibi kokmalı
karanlıklar aydınlıklardan korkmalı
kaçıp kaybolmalı.

sonra güneş taşmalı herkesin içinden
doğurmaya hazır toprağa düşmeli
insanlık olup tohum gibi ekilmeli
suyunu beklemeli.

çocuklar gelmeli ırmakları avuç içlerinde
toprağı sulayıp tohumlara ulaşmalılar
uzayıp bereket gibi güneşi yakalamalılar
sevişmek olmalılar.

önce güneş açmalı herkesin içinde

Cevat Çeştepe

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:11 PM
Güneş yok, gölge yok, ben yokum

gitme demiştim ben sana, arkada güneş yok.
arıyorsan avuçlayacak altın rengi kum tanelerini
sarı yok, bulamazsın.
üşürsün, sadece soğuk var, sadece kar rengi.

gitme demiştim ben sana, orada hayat yok.
arıyorsan susuzluğunu giderecek bir yudum sevgi
mavi yok, bulamazsın.
korkarsın, sadece yalnızlık var, karanlık rengi.

gitme demiştim ben sana, arkada gölge yok.
bundan sonrası daha ötesidir dünyanın sonunun
ben yokum, bulamazsın.
yok olur, ellerin, gözlerin, yüreğin, hiçlik rengi

GooD aNd EvıL
08-12-2008, 05:11 PM
Güneş; al götür beni

iki adım daha dayanabilsem
ellerimin kanamasına.
aldırmasam,
dizlerimin paramparça olmasına.
aşarım önüme bir çatal kabus gibi
çıkıp duran tepeleri.
yakalarım
kaybolup gitmek üzereyken
kuyruk ucundan güneşi.
al, beni de götür derim
gideceğin her yere.
burası çok karanlık,
her yer acayip izbe.
beni anam aydınlığa doğurdu,
karanlığı hiç sevmem
sen al götür beni,
kimselere bir şeycik demem.
oldu ki bir soran oldu sana,
başka galaksilerdeki
başka güneşlerden.
o zaman anası bana emanet etti dersin.
yanımda aydınlığı
ve sıcaklığı öğrenecek dersin.
al götür beni de güneş
kimselere bir şey demem.

Cevat Çeştepe