PDA

Tam Sürümü Görüntüle : Mustafa Cilasun


Sayfa : 1 2 [3] 4

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:07 AM
Güzel kız!

Bak güzel kız, elbette senin,
Kaşın, kirpiğin, gözlerin,
Saçların, dudakların, yüzlerin,
O kadar cazip ve çekiciler ki,
Beni benden alıyor, götürüyor,
Her anımı, benliğimi bitap ediyor,
İçim gidiyor, yek pare ettiriyor,
Sesin, nefesin, tenin olmayınca,
Ahvalim ayıkmıyor, dona kalıyor,
Senin dudaklarından dökülen,
Harfler, kelimeler, cümleler,
Öyle manalı ki, nutkum duruyor,
Varlığında, seni, hayalimde sözlerini,
Düşünmekten, takatsiz kalıyorum.
Başım düşüyor, gözlerim yoruluyor,
O zaman da rüyamda bulunuyorsun.
İnan ki, seni bu kadar çok düşünmem,
Çok sevmen anl****** asla gelmiyor,
Seni, gizemlerini, özellerini alınca,
Beynimde ve enemde biteceksin,
O zaman, yeni hezeyanlar bekliyorlar,
Merakını, hazzını, hamlığını bilmeyenler,
El enselerle, kandırılırlar, bırakılırlar.
Sen bir seveni arıyorsan, hilimle kuşan,
Hizmeti, himmeti, şefkati sabırla yudumla,
İşte o zaman, sevdayı tadacak ve anlayacaksın.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:07 AM
Güzellik mi manaya kefil!

O kadar güzel olsa ne olacak
O vakit mana nerde kalacak
Bahtiyarlık mı, mihenk ne olacak
Karanlıklar bilinse vuslat sayılacak
Herkes sevdadan dert yanacak
O zaman sevgi nerede kalacak
Hilkat kimlerin derdiydi bir sorsak
Ahde vefanın ne olduğunu bulsak
Kazsan mezarı, kim bilir ne çıkacak
Gül mü kalmadı hiç koklanmayacak
Baharın en güzel gülistan senken
Niye hazandır, sevgiye hasretken
Hakiki sevgiye sen hiç yaklaşmazken

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:07 AM
Güzellik senfonisi, aşk perisi!

Her doğan insan beşer olarak teşrif eder dünyaya
Beşerlikten kurtulmak için hasret kalır manaya
Bilinmelidir ki eşref sıfatı verilmiştir o hür insana
Erişince manaya, en nadide kokuları salar cihana
Kadın, hayatın öznesi, insanlık abidesi, şeref payesi
Rahmetin temsilcisi, güzelliklerin senfonisi, aşk perisi
Şefkatin mümessili, sevdanın sayfası, hazzın tarifidir

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:07 AM
Güzellik, manadır!

Bunların hepsi güzel,
Geleceğin, meslekleri olabilir.
Yalnız insanlar!
Evresellik, öğretilerimiz!
Kul olma, gerçekliğimiz,
Sürekli, asimile ye,
Tabi tutulduğunu,
Görmemezlikten, asla!
Gelemeyiz! Gelmemeliyiz!
Yaratılma hilkatimin!
Evrensel öğretileri!
Sadece vicdana!
Mahkûm edilirse!
Yaşamadığımı zannetmem!
Hakikatle, ne kadar örtüşür?
Her geçen gün insanları,
Tahammül olgusundan,
Hoş görü öğretisinden,
Uzaklaştıklarını, gözlemlerken,
Nasıl bir yorum, getireceğiz?
Beni yaratan bir öğretici,
Bir rehber ve mürebbi, göndermiş!
Öğreten kimliğinin yanı sıra,
Rahmet peygamberi olması,
Ayetleri ve ilahi öğretiyi,
Bizzat hayatının, işaret taşları sayması,
Bunu azimetle uygulamasını,
Önemsemeyelim mi? Görmeyelim mi?
Bu manevi iklim atmosferinde,
Yetişmeyi, reddeden bir kimlik,
Mesleki noktada,
Gösterdiği hassasiyet kadar,
Kendini, mazi ve atisini,
Önemsemediği müddetçe,
Bir anlam bulacağını,
Asla ve kata, farz etmiyorum.
Fani olan her şey,
Nereye gideceğini
Bilmek zorundadır.
Bunu önemsemeyenler,
Sadece cazibe karşısında,
Kalabalık oluşturanlardır.
Oysaki maddeyi de, tanımlayan,
Ve anlam katan, terk edilen, manadır.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:07 AM
Hacı Hasan efendi rahmetullahi aleyh

Hacı Hasan Efendi dergâhı diye bilinen, mekâna her gittiğimde, ne hikmetse her zaman kalabalık ziyaretçi grupları mevcuttu.
Enteresandır belki fakat mekânın kuşatan ikliminde, sessizliğin ön plana çıkması ve bunu edep sayması, oldukça farklı geldi bana.
Gizli ve özel sırlara çözüm sunması, yeşil yapraklı meyve ağaçların geleceğe ümit aşılaması ve o anda canlı, tefekkür keyfiyeti sunması, benim ufkumda çağrışımlar yaptı.
Henüz içeriye girmeden bir huzur kuşatmıştı benliğimi, adeta beni bir başka, diyarlara ve daha önce tanımadığım, mekânlara götürmüştü.
Duygularım galeyana gelmiş, feyiz ikliminde, gönlümün derinliğinde, şevk, heyecan, merak hepsi birden ve hiç beklemeden, hissiyat beni aniden ihata etmişti.
Sıra ile odaya pür dikkat alınıyorduk, oradan çıkanların yüzleri kızarmış, gözleri mahzunlaşmış, ayrılmanın hüznü, her tarafını sarmış bir ruh hali ile, başları öne eğik vaziyette, adeta şarj olmuş bir yürek serinliğinde bulunuyorlardı!
Yüzlerinden eksilmeyen tebessümle, bulunanlarla tokalaşarak, mutlaka en kısa zamanda, yeniden geleceğim, temennisinde bulunuyorlar ve Allah’a emanet olun dualarıyla müsaade alarak gidiyorlardı.
İçeriye girdik, etrafa baktık, insanlar halka olmuş bir vaziyette zatı muhteremin önünde ve dizlerinin üstünde oturuyorlardı.
Zatı muhteremin üzerinde, adeta kefeni andıran, beyaz ve uzun bir elbise, onun üzerine uygun bir yelek giyilmiş, başında özenle işlenmiş bir takke bulunuyordu.
Oldukça beyaz olan bir yüz siması ve yanaklarında beliren tebessüm, kuşatıcı oluyordu.
Canlılığı nişanesi olan sevinç, kendini hiç gizlemiyor, aşikar olarak gösteriyordu.
Güzele güzellik katan ve bir bütünü tamamlayan, ağarmış seyrek sakalı vardı.
Bu durum hayat ve memat denkliğinde bizleri tefekküre zorluyordu.
Yaşadığı dünyada, mahşerin haşyetini taşıyan, yüz hatları mevcuttu.
Allah’ın bir lütuf olarak verdiği tebessüm cimrilik yapmıyordu.
Dalga, dalga her tarafa yayılıyor ve mecliste bulunanları rahatlatıyordu.
Sohbet vurguların bizleri adeta, yaşanılan mekandan çıkartıyordu.
Ukbanın derinliğine doğru yol aldırıyordu.
Peygambere tabi olmayı en büyük fazilet görüyordu.
Sahip olunan değeri, fevkalade bularak bizlere bu mirası tanıtıyordu.
Peygamber efendimizi o kadar çok özümsemiş ki.
Sanki o anı, onunla birlikte yaşayarak terennüm ediyordu.
Ve bizleri hissiyatın zirvesine çıkartıyordu.
Allah’ın cennetine girmek gaye değil, diyordu.
Cemalini görmenin asıl olduğunu vurguluyordu.
Hak rızasının önemini, insana hizmetin maksadını izah ediyordu.
Piri fani ölçeğine uygun bir hali, bulunuyordu.
Bedeninde fazla kiloları barındırmıyordu.
Sohbet ederken devamlı ağzı kuruyordu.
Gözlerinden biraz rahatsızlığı vardı.
Gözlük takıyordu, şeker hastalığını, bir lütuf sayıyordu.
Derdi kim verdi ki, kime şikayet edelim diyordu.
Güzel ve kıraatine uygun okunan Kur’an ayetlerini dinleyince, çok etkileniyordu.
Gözlerinden yaş boşalıyordu.
Bu mübarek insan, hemen ayetin bitiminde.
Ayetin nüzul sebebini ve anlamını açıklıyordu.
Ve böylece dinleyenleri aydınlatıyordu.
Var mı bana sorusu bulunan diyerek.
Misafirlere bir söz hakkı tanıyordu.
İnsanın kafasına takılan, müphem bir şey kalmasın diyordu.
Şayet kalırsa, kuşku, zan ve ön yargı mantığa galebe çalar buyuruyordu.
İşte böyle bir Allah’ın kuluyla, tanışmam,
Benim için en büyük bahtiyarlık olmuştu.
Beni etkisi altına almış ve kuşatmıştı.
Zatını görmeden dahi, sinemdeki daralmalara kapı aralamıştı.
Züht ve takva konusunda duyarlı olan bu insan.
Ve insanlar tarafından teveccüh gösterilen bu insan.
Ne farklılık vardı ki, bu insanda, beni bu kadar etkiledi, diye kendime soruyordum.
O insanı görmeden, mezarlığı en mahrem haliyle yaşadım bir an.
Çeşitli meyvelerin, bulunduğu bahçe dünyanın idi.
Ama ben burada bilmediğim cenneti anmıştım.
Peygamber ve onun sevgili Rabbine yakın olmam.
Rehber olan Kuran’ı ve inmesine vesile olan insanları,
Huzur ve emin olmanın, sevincini bizzat yaşadım ve gördüm.
Yaşadığım güzelliklerde bunlar gizlidir, işte hikmetleri de budur.
Haktan geldik ve yine ona döneceğiz diyerek buharlaşmayan,
Amellerimizin kurtuluş reçetemiz olacağını idrak ederek, infak yapmalıyız.
Dünya ve nimetlerinin kimin olduğunu bilerek, tekebbürden uzak durmalıyız.
Kur’an ve inmesine vesile olan peygamberini, nefsimizden ziyade sevmeliyiz.
Onun ümmeti için bıraktıklarını vuslat pusulası olarak görmeliyiz.
Tüm bunlara rağmen Allah ve resulüne yabancı kalıyor isek.
Nefsimizin hazin ve trajikomik durumunun,
Kimseyi de şefaatçi yapmayacağını mutlaka bilmeliyiz.
Bu satırları 'Nakşeden izler' adlı kitap çalışmamın 1979 yıllarında ki bizzat yaşadıklarımdandır.
Cenabı Hak şefaatine nail eylesin.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:07 AM
Hafta sonu tatilinden sonra tuhaf bir yorumu sildim.

Haftanın tatil gününü efradım ve dostlarımla önceki bir zaman diliminde bir programlanan haliyle icara etmek için hazırlıklarımızı olanca titizliği ile yapmıştık.

O vakte kadar gelen dost ziyaretçi ahbaplarla genel değerlendirmek için sohbeti koyulaştırmıştık.

Bu arada arkadaşlarım olan en sevgili çocuklar kendileri için hasredilen bir zaman için sürekli müracaat yapıyorlar ve melülleşerek o güzelim yüzleriyle bana nazar ediyorlardı. Artık mazeretim tükendiği için müsaade almak durumunda kaldım dostlarımdan.

Nasıl bir oyun oynayalım deyince, hep bir ağızdan yakın temas, bir saldırıya kaşı yapılacak mutat çalışmalar idi. Tabiî ki güreş, judo ve kültürfizik çalışmaları her zaman yapılanlardı.

Zihni fırtına ve bir anlamıyla beyin jimnastiği en çok yaptığımız ve fevkalade beğenilen gayretlerimizdendi, çocuk (10–15) arkadaşlarım sanki bir yarış içine girerlerdi.

Resim, musiki ve konuşama dilinde ki beceriler de ayrıca bu çalışmadan olanlardı.
Ama onların gülmelerine ve sevinmelerine vesile olmak benim yorgunluğumu ve stresimi tahliye etmem için çok güzel uğraşlardı.

Müşterek ve kolektif çalışmaların zenginliğinin tesisi için fedakârlığın, sabrın, nezaketin, paylaşımın ne kadar elzem olduğunu ve bunu tercih ederken neleri illet için kullanacağımızı konuşarak paslaşırdık.

Nihayet bir ter atmak ve muhabbete katkı sağlamak çalışmalarımız ikram ve izzet için ara verilmişti program için gitme vaktimizde gelmişti.

Dört aileden müteşekkil bir kalabalıkla (16 kişi) yola koyulmuştuk saat 17.00 civarında. On kilo metre uzaklıktaki mesafede bulunan mekâna doğru gidiyorduk.

Çok müstesna bir yer, sanki terkedilmiş bir harman yeri, havlayan köpekler, ötüşen kuşlar, selviler, alkım söğütler, susuz kalan dereler, oylayan hayvanlar, kadim dostlarımız buluna karıncalar.

Çocuklar şehir kültürünün yaşatmamak için uğraş verdiği bir monotonluktan kurtararak çok hoş çalınan bir kavalın sesine, akşamın hüznüne, gecenin matemine, nazar eden mahın hayranlığına, umudu muştulayan yıldızlara, hicaz makamında okunan muhteşem ezana hayran kalmamak mümkün olmayan hallerdi.

Yamaçlarda etrafımızı çevreleyen mamurluğum ve sabrın muhayyilesinde ki dağlar tam kaşımızda bir Erciyes, yanı başında âli dağ, onun eteklerinde hasan dağ, batısında yılanlı dağ, kuzeyinde Erkilet tepesi o kadar çok mana haykırıyordu ki sinemdeki tefekkürü kamçılıyordu, hasretlerime, özlemlerime, reddiyelerime, temennilerime, unutmaya çalıştığım hatıratlarıma, akıbetim için bekleyen zamana derken…

Gece saat 24.00 kadar yazının ortasına, ışıkların aydınlığında yapıla bilecekler dâhilinde her şey yeri geldikçe yaşanıyordu.

Muhabbetimiz zirve yapmıştı finale doğru yaşlaşırken hazan ve hüznü kamçılayan nağmeler bir biri ardı sıra mırıldanmaya başlamıştı, gönül fırtınasını dindiremeyenlerde.

Neler yoktu ki bu nağmeler arasında, gecenin matemi, çaresiz derdimin, böylemi esecekti, anlatamam derdimi, ömrümüzün son demi, benzemez kimse sana v.s.

Derken ateşte pişirilen kahvelerimizi içiyorduk, fevkalade güzel ikramlardı.
Toparlandık ve geldiğimiz istikamete doğru vedalaşarak yola koyulduk.

Haylide yorulmuştuk top (maç) oynamak en zevkli ve yarış için seferber olunandı. Tezahürat yapanlarda eksik olmuyordu.

Hafta başı olduğundan, çok önemsediğim işgünü başlamıştı. Tekit ve organizeden sonra hafta başının ilk toplantısı daire başkanlığı nezaretinde ifa edilmişti.

Artık hafta içi planları ve kahve içimi için bilgi sarayı açtığımda biriken mailleri ve yapılan yorumlarla karşılaşmıştım. Ortalama yüz yorumdan 98 i fevkalade müspet olan ve takdirin beyanı niteliğinde yapılanlardı.

Ancak iki yorum vardı ki bu talihsiz yorum haleti ruhiye mi tahrip etmeye yetmişti. Çünkü bu yorumu yapanın güya bir sıfatı vardı, toplum adına çaresiz kalan hastalara ilaç yazandı.

Fanatik bir ruh haleti içinde sürekli saldırılarla okur kitlesine bir türlü ulaşamıyordu, sanki bir zavallılık içinde hamaseti önceliyordu. Kullandığı tabirler, seçtiği kelimeler asla bir tefekkür ehlinin halini yansıtmayandı.

Tahakküm etmek en büyük marifet olandı kendi zannı galibine göre.
Bir paylaşımı bile erkeklik ölçüsü yapabilecek yiğitlik fakiriydi.
Kalıbını şişirirken namertliği marifet telakki ediyordu.

Aslında bu ana kadar kendisini asla muhatap almadım, gerekli görmedim çünkü çok sığlık vardı, ön yargı en çok başvuru kaynağıydı.

Tarihten, maziden atiden, erdemlikten nezaketten anlamayan bir eşkâli gayri kabil olandı. Kişilik zafiyeti bulunduğundan, makamını ve diplomasını ön plana çıkartan bir zavallıydı. Kendisini muhatap almayınca sanki çıldırıyordu ve hala yorum yazmaya devam ediyordu.

Ağzından çıkanı kulağı duymayan birinin yorumun nasıl yayınlardım. Galiz ve hiddet kokan kelimeleri nasıl sayfama koyardım, oysaki bu hadsizliği yapan tıp doktoru olduğunu beyan eden biriydi.

Yani beni tercih hakkımdan dolayı, bir önemli yazarın makalesini paylaştığımdan ötürü o kadar şiddetle ve ağzından saçılan salyalarla hakaret ediyordu ki şaşkınlığım peyda etti.

Çünkü be ne yapmıştım ki bu insana, onu bu kadar kızmasına ve ağza alınmayacak küfürler yapmasına vesile olmuştum.

Sadece bir yazarın makalesini yayınlamak bu kadar mı delirtir insanı, sonra bu ruh haliyle nasıl hasta muayene edecek şaşırdım kaldım.

Beni yiğitliğe davet eden bu kişiyi düşünürken, halindeki perişanlığı için bir kez mazur görmenin gereğine inandım.

Çünkü aynaya bakan birçok insan kendini yiğit zanneder, ta ki hakiki yiğidin sillesini enesinde görünceye kadar.

Yiğitler bağırmaz, akortsuz konuşmaz, halin ne olduğunu bilirler, hareket ve kuvvetin kime ait olduğundan habersiz değillerdir.

Başaklar dolu ise başlarını öne eğerler, boş olanlar ise cahilliğin simgesi olarak sinelerinin boşluğunu dik durmaya çalışarak tatmin olmaya çalışırlar.

Lakin açtır bu insanlar toprağın suya hasreti gibi, yeşilin yağmura ihtiyacı gibi, cahilliğin nişanesi olan serkeşlik gibi…

Eğer bir insan saygıyı zedeliyorsa, nezaketi dışlıyorsa bir militaristtir. Mukallittir.

Hürriyet yalnızca hür olduğunu zannedenlerin değildir.

Hürriyet hür olmanın ne olduğunu idrak edenlerin işidir.

Bu da ancak kulluk bilincinin tezahür iletidir.
Cenabı Hakka karşı kulluk problemi yaşayan canlar, kimlere kulluk ettiklerini çok iyi bilmeliler.

Bu bakımdan huzurunuzdan ayrılırken ayrıştırmak için değil, şoven duygular için değil, tahakküm için değil paylaşım için burada olmalıyız.

Tartışmaktan makat nedir? Delillerin getirilerek doğruların tasdiki ve yanlışların tashihi için verilen bir gayrettir.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:08 AM
Hak acısı öyle bir nakşeder ki haline!

Sızarken o ahın ilmikleri sayfayı hayale
Katresinde ki o sahneler vuzuh kedere
Gizemler ki merakın muhayyilesi hanesi
Hikmetlerin karesi ahirindir nezih payesi

Alınan nefeslerde bulunan en bariz hüccet
Gaflet deryasında geçirilip tüketilen haşyet
Alınan nefes ki halin kapanan manası kafes
Merak içinde kördüğüm olunca da artık pes

Ne mümkün ki bir daha dönüş olmayacak
Ey ahmak artık Hak konuşacak ne yapsak
Bir çırpınış ki âlemlere ibret dalga şap şap
Sayfalar açılacak hayat hikâyesi kat be kat

Bir umut adına ki o kapkaranlık zindanlarda
Bir ışık huzmesi ne kadar şık halin sadrında
Gaye ki mantığında âlemin hüzün çarkında
Düşünmek için düşünmeyi bilmek dergâhta

Ne kadar çok ne derleri önceliyor gidiyoruz
Hak adına neler öteliyoruz hali görmüyoruz
Kendimizden geçiyor ne nefesler tüketiyoruz
Menfaat uğruna, halden geçiyor çırpınıyoruz

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:08 AM
Hakikat ve liyakat

Ey dostlar biliyorsunuz,
Efrat güle hasret...
Gül'ü sembolize eden,
Sadece bir tebessümdür…
Tebessüm ise,
İçtenliğin tezahürüdür….
Gülü, tebessümü,
İçselliği bilmemek,
Mekanikleşmektir...
Mekanikleşmek ise
Manadan kopmak demektir...
Manadan uzaklaşmak,
Hilkate yabancı kalmaktır...
Hilkate yabancı kalmak ise,
Asliyeti reddetmektir...
Asliyeti reddetmek, ahdimizi,
Belayı bilmemektir...
Ahdini bilmeyenler,
İnsanlığı yok etmeyi hedefler...

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:08 AM
Haklı bir feryadın izlerinde giderken!

Seslen durma bari sen ey şiirin hazzı
Bir nedamet sancısıyla umudun bakışı
Sevgilerin baş tacı anaların kutsal kızı
Babasının medarı iftiharı okyanus karı

Hülyaların aşiyanlarında şakıyan bahar
Bülbülün şevkiyle ne güzel kanat çırpar
Her bir cana umut aşılar sevgiyle bakar
Can içinde solan canın esrarından kaçar

Bazen şaşkınlığın mefkûresinde bocalar
Yaşanmışlığın farkını isteksizce sorgular
Babasını hatırlar, birde derinliğine bakar
Çaresizlik yaşayarak sessiz geceye takar

Emri bilmağruf kuşatır ne yapsın sarılır
Hak adına atılan adımla, Cemale varılır
Rahmet bundadır fazilette bu vefadadır
Sevda ancak sabır içinde yudumlanandır

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:08 AM
Haklı olmak kifayet ediyor mu anne?

Nihayet
Sen varlığını adayarak
Ruhumun kalbime nizam etmesi için

Yılmadan
Hiç nedamet solumadan
Vuslat sağanağında kalmamı istiyordun

Ne kadar
Dirensem, haylazlık yapsam
Gösterdiğin sabır karşısında şaşırıyordum

Kanaatin
Bereket kadar ulvi olduğunu
Muhabbetin her türlü darlıktan kurtardığını

Sükûnetin
Kalbin vuzuhunda varlığını
Ülfetin ruhi iklimde rengârenk açtığını gördüm

Hiddetin
Daralmalarında naçarlığımı
Şiddetin her aşamasında varlığımın kuraklığını

Kıskançlığın
Yozluğunda bedevi narsını
Bağnazlığın tutsaklığında kalbin çok karardığını

Hizmet için
Hilkatin şahitliğinde yolculuğu
Sevginin hamiyetinde zulmetin berbat olacağını

Umudun
Güzelliğinde bekleyen şahadeti
Yaşamak adına şerre adanan tuğyan nakaratlarını

Masum
Bedenlerin müstezaf zümrenin
Mümin gönüllerin sağır duvarlarda duran kanları

Başları
Kesilen, uzuvları lekelenen
Organ tüccarlığı için nesillerdir dinmeden inletilen

Zindanların
Harbiliğinde namertlikten
Geçilmeyecek kadar ulufe dağıtan tekebbür nefesleri

Sabi çocukların
Nisa kimliğinde henüz adımlayan
Masum bacıların leş çehrelerin tasallutuna bırakılması

Gülün renkleriyle
Vuzuha erdiği iklim dirliğinde bile
Bu kadar zülüm, tuğyan, darp, gasp olmadığını anlatırdın

Eğer yaşarsan
Vefanın serinliğinde nefeslen
Gülün hasretiyle hicrana yaslan umut içinde yoğrulacaksın

Yorgunluk
Senin haline yabancı kalacak
Çünkü sen ruhun sahibinde kalan onunla nazar eden kansın

Kitabı celile
Ne kadar yabancıysan
Hüzün senin sol yanına baki kalarak utancın halini yaşarsın

Seni yaratana
Seni sana en vuzuh biçimde anlatana
Nesebinin sahibi atanla, mazi sayfalarında senin n******

Aşk nurla
Ruh vefanın sulukuyla adımlar
Kalp onu yaratan, aklın dağarcığı olan kat’a yanıltmayan

İnsan olmayı
Beşerlikten azade olarak solumayı,
Hak adına, rızanın hazzıyla, muhabbetin varlığında olmayı

Zamanın
Akışında husule gelen teslimiyetle
Suyun kuşatıcılığında ki bereketin en bariz hikmetiyle

Toprağın
Hamiyetinde serdedilen değerle
Arzın serencamında ki kudretin müsaade ettiği nazarında

Sevmenin
Ve ölmenin gerekçelerinde ki
Denkliğin bilgisine ulaşarak idrak için tezekkür edilince

Hamiyet kimde,
Takiyyelerin solgun renkleriyle
Tahakküm etmek için avarelerin fırsatçı telakkilerinle

Kurtuluş için
Azimeti terk ederek heveslerin
Girdabında ve kuraklığın adalarında lokal hastalıklarla

Avuntuların
Hükümranlığında tekebbür olunca
Şekliyet ayyuka çıkarılarak halde ki edep kuruyunca

Her türlü
Melanet gizleniyor nefeslerden
Kalbin sahibi belliyken, kelam ile dile gelen hakikatken

Her kez
Bizzat yapması gerekenden
Soyutlanarak şefaatçilere sığınarak darlığa koşuyorsa

Konuşmak adına
Kalbi dostlukta muhabbet
Dışlanıyorsa, ne derlerle nüfus artışına doğru koşuluyorsa,

Adamlık
Buharlaşarak kayboluyorsa
Nisa kimliği edebe muğayyir solumaların kuşağında adımlıyorsa

Anne ben
Şimdi ne söyleyeyim sana
Babam her ne kadar gayretiyle soluk soluğa kalarak anlatsa da

Nesil Bütünlüğünde
Yozlaşma son aşamasındaysa
Var gir sen sorgula, kimi kimden soracağız yabancılık başlamışsa

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:08 AM
Haklısın artık ne fark edecek!

Fark etmeyecekti artık aranman
Kederlerin hıncıyla acı duyman
Canından usanarak ta saklanman
Çare etmeyecekti hasreti araman

Vaktiyle halin hicranını arz ettim
Pak sevgimle yürekten seslendim
Cezbeden nazarınla sen alay ettin
Safahat için kalbi sen ret etmiştin

Yıllar seni bana sevgin hicranına
Halimde kuruttuğun baharlarımla
Hazanın sararan yaprakları aşkına
Ömrün devranına kabir yakınımda

Toprağın öteleri kuşattığı o ufukla
Hasretin halimde bekâretini korusa
Tenim anlamsızlık yozluğuna aksa
Şimdi gidiyorum ben aşk unutsa da

Sen alaylının o saltanatında bahtınla
Ben edebimin suskunluğu nazarımla
Kalbimin hüznünü akıtan dalgalarıyla
Ruhun ummazlarında gönlün sızısıyla

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:08 AM
Haklısın...

Bir bekleyen,
Olmak…
Zorunda kalmak,
Bazen
İçimi sızlatıyor…
Hazindir belki,
Fakat bir haz veriyor…
Umut
Çölleşen yüreğimde,
Sakince yeşeriyor…
Beklerken,
Hislerimin pas tutan,
Tüm çeperleri,
Yavaşça çözülüyor…
Beklerken,
Pervazlarda sarkan,
Donan, sabit duran,
Ancak,
Güneşin varlığıyla,
Açılan
Suyun buzunu
Halimle yaşadım…
Buz mızrakları,
Melalimi,
Güneşte,
Seni görüyordum…
Ama sen,
Dilimde düğümlenen,
Bir türlü
Çözülemeyen,
Her şartta denenen,
Satırlara bezenen,
Halimin,
İtirafını bekliyorsun…
Çok haklısın,
Umutlusun,
Solgunsun,
Kırgınsın,
Ben figanım,
Sen perişansın,
Haklısın beklersin…
Belki çok şaşıracaksın…
Hüzün,
Vurgunu olacaksın…
Hasretinle
Boğuşacaksın,
Hatırladığında,
Hep kızacaksın…
Seni,
Elbette seviyorum
Bir ışık, bir ısı,
Bir yağmur, Bir kırcı,
Gülistanda,
Bir karanfil gibi…
Namelerinde,
İşlediğin satırlarını,
Defalarca kokluyorum…
Ama sen,
Çok haklısın,
Kırılıyorsun, bekliyorsun…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:08 AM
Haklıydın ben ise zavallı candım

Yeter ki tek sen hakkını helal et
Ne olur halimi dert etme sabret
Sil dilinden gönlünden durma at
Anma, yalnızca okyanusta yaşat

Hülyalar senin rüyalar sevenlerin
Aşk talihli kulların hak eden canın
Sevda gönül dilini anlayan yaranın
Hak, rızayı bari için yaşayan kanın

Seni hep andım, iliklerime kattım
Hücremle yaşattım benim sandım
Kanım diye sürekli onunla yattım
Aynaya bakaran gözlerini aradım

Ne çare ki artık seni sana bıraktım
Tercihinde çaresizce kalakalandım
Hak adına seni anlayan hazandım
Seni kendinle tek başana bıraktım

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:08 AM
Halden dile dökülen!

Sen
Bilir misin
Seni yine senin gözlerinde
Usanmadan aradığımı, ona kandığımı

Sen
Dalıyorsun
Öylece dalgaların hırçınlığına
Hiç aldırmadan, mecalsiz kuşatıcılığınla

Sen
Ummanı neylersin
Halinin efendisi olamadıkça
Seven gönlü fark edemeyeceksin sonunda

Sen
Dört duvar arasında
Tenin manadan uzaklaşınca
Kalbin kafes korumasında olsa ne yazar

Sen
Bizar abitken
Zahide aday olmak varken
Şimdi ne oldu var olan mefkûren kayboldu

Sen
Kutsiyetten uzak
Zaviyelere umut bağladın
Toprak ve taş olan anıtlara birde kucak açtın

Sen
Seni var edenle
Bizzat halinin dirliğinde dirilmedikçe
Ne sevebilirsin ve nede bir aşkla kefenleneceksin

Sen
Tahkik etmedikçe
Aklın hürriyetini idrak etmedikçe
Dilenen ilme muttasıl olamazsın, mukallit kalırsın

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:08 AM
Halden nefeslenirken!

Yazmak
Hislerin şahitliğinde akmaktır

Konuşmak
Manalaşmak için bir uğraştır

Anlamak
Zamana kanarak yaşamaktır

Düşünmek
Aidiyetin izlerinde gitmektir

Sevgi
Hak edenindir o sahibini bilir

Aşk
Cana, canana ülfeti anlatandır

Kin
Cehlindir, husumetin seyridir

Hilm
Hakk rızasıyla nefeslenmektir

Dünya
Yalan olmayan ve doğrulayandır

Ölüm
Dirilmenin başlangıç hesabıdır

Nizam
Nefsin vazgeçilmez ihtiyacıdır

İrade
Tercihin uygulanması safhasıdır

Edep
Halin örtüsü, tevazuun nedenidir

Sebep
Halk edeni bilerek sabrın erkidir

Edebiyat
Ruhun itminanlığından açılımdır

Kalem
Yazdıranı bilen hizmete amadedir

Defter
Nefsin seyrinde tutulan notlarındır

Zaman
Seni sana anlatan anların sultanıdır

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:09 AM
Hale sürur geldi seninle!

Seni
İlk gördüğünde
Etrafımı bir rahmet halkası sarmıştı

Mağfiret
Bir oluk gibi akıyor
Pınarları hatırlatıyordu sineme yağdın

Kalbim
Nedense titriyor
Ellerim terliyor bana seni müjdeliyordu

Hazandım
Baharları andım
Efkârım umut oldu sinem huzuru buldu

Sen
Bilsen, bilmesen de
Gelsen, gelmesen de razıyım ben her haline

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:09 AM
Halimde eylediğiniz sürur!

Çok kıymetli ve tefekkür ehli bir okurum (reyyann) hanımefendi kardeşim, bir sayfama halimi duygulandıran ve yüreğinin güzelliğinden sürur salan kanaatini ve teveccühünü sayfama eklemiş.

Duygulandım, onurlandım ve bu sevincimi sizlerle paylaşmayı arzuladım, zira yazmak ve hali anlatmak bakımdan sizlere ola yakınlığım yüreğimle farkım müsaviliğindedir, arz ediyorum efendim…



Talihi Rana, bahtı cennet olasıca dediğim…

Satırlarınızda;

Bazen;

İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...

Diyen Necip Fazıl'ı…

Bazen;

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Mısralarıyla Nurullah Genç’i…

Bazen;

Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller ak güller

şiirinin sahibi Sezai Karakoç'u…

Bazense;

O'na dair satırlara istinaden yorum yapamadığım, divan edebiyatının idolü olarak gördüğüm İskender Pala'yı buluyorum, görüyorum..

Nur alası, nur olası, nur olup bu alemden çıkası… Gözü, gönlü nurlanası…

Kaleme kuvvet, yüreğe sağlık, cedde rahmet...

Vakt-i Cuma… Duaların makbul olduğu vakitte, dualarınızda yer almak duasıyla...




Benim cevaben yazdığım:

Zaferinizle bu bedbin ve zavallılığı soluyan nefesi meftun eylediniz... Bilesiniz...

Ruhumun seyrinde, umutlarla şakıyan bir meşale misali yücesiniz... Bilesiniz...

Edebin yudumlandığı, edebiyatın sazendeleri üstatlarla anılmak...
Ne diyeyim ki yüreğinizin asudeliğine karşı...

Fazlasıyla hak ediyorsunuz, niyazlar için şimdi müsterih olunuz...
Fakir sefilliğimden sudur edecek dileklerimle...

Emanet sayfama fevkalade renk kattınız takdirler sizin hakkınız...
Bu anlamda kalbinizi, ruhunuzu sahibine bırakırız...

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:09 AM
Halime yansıyan anlar!

Acının fırtınası
Gönlüme
Tuğyanı
Akıtıyorken

Yüreğimin
Hicran
Kayalığına
Çarpan dalgalar

Bulutların
Harbinden
Çıkan

Dinmez
Uğultular

Hüznün
Kapısında ki
Biçareler

Neyi
Heceliyorlar

Yarım asırlık
Bir ömürde

Kalmadı
Atık
Figanım

Sonsuzluğun
Katresiyle
Nefes
Aldığım
İsyanım

Okyanuslarda
Arandığım
Balıklara
Bakındığım

Yıldızlara
Salındığım

Gecenin
Hazanını
Yaşarım

Öyle bir
Çetrefilli
Umuttu ki

Aşkına
İnandığım

Gülizar
Bahçesinde

Gül-ü
Hülyalara
Salındığım

Aşk için
Çırpındığım
Nihayette

İşte
Yalnız kaldım

Suya
Hasret
Bir
Çölde

Gülü
Özlemle
Anmaktayım

Son
Demlerimi
Yudumladığım
Şu kalan
Takatimle

Bir hicranı
Yaşamaktayım

Sevdanın
İzlerinde
Aranmaktayım

Bir gün
Bulacağıma
İnanmaktayım

Kalmasa da
Bir umudum
Olsun

Aşkın
Güzelliğini
Yaşarım

Perişanım
Bizarım
Amansız
Hastalığı
Anmaktayım

O an
Ve biten
Bir zamanın

Hengâmesinde ki
Katrede

Ey sevgili
Ne olusun
Sen

Beni
Hiç anma
Kal
Sevgilinle

Kalan
Ömründe
Sen

Meşkinde
Mısralarda ki
Ahenkle

Sadakatin
Bahçelerinde

Rahmetin
İklimindeki

Nefesleneceğim
Baki sevginle

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:09 AM
Halin deminde gidince!

Korkarım
Güzelim ben korkarım
Vefasızlığın ızdırabından kaçarım

Sadakati
Ölünesiye ararım
Aidiyetim için nefeslenir giderim

Hoşlanmam
Entrikadan takiyyeden
Kalbin itminanlığında ömür dilerim

Olmasın
Bir ceketim evim
Ben zaten fakirliğin ziyadesindeyim


Yeter ki
Yüreğim yozlaşmasın
Edepten arî olmasın sevgiyi anlasın

Şefkati
Kuşansın hali sarsın
Fırsatçıyı ayıplasın zulmü alkışlamasın

Arsızlığa
Kaygısız olan nazlıya
Arza şırınga edilen soysuzluğa kanmasın

Geceden
Nefeslenilen karara
Azimetle ulaşılır felaha iradem naçarsa

Kalbim
Sahibinden çok uzaksa
Enaniyet delalet içinde ruhu kuşatacaksa

Korkarım
Dönmez bu yüreğim
Nefesin hükmüyle ben ahirimi öncelerim

Kefensiz
Sessiz, kendimleyim
En büyük nasihati bilirim onunla serinim

Nihayeti
Ölümde var olan dirliği
Evrensellik boyunda ki ebedi olan değeri

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:09 AM
Halin sessizliğinde pürmelâl hislerimle!

Bir çöküntünün hız kazandığı bu sinemde
Sonbaharın kuşatan sisi sarmıştı sessizce
Her ne kadar bir uğraş içine itildiysem de
Çaresiz kalmıştım kendi sessiz penceremde

Bir hicran adıydı yaşadığım makûs melalimde
Aşkın sönen küllerinde kalmaz korun renginde
Sevdanın tüm hecelerinde bir serencam içinde
Sinelerden süzülen nağmelerin mızrap izlerinde

Ne kaldı senden geriye her geçen gün eriyince
Umutlarım sensizliğin anlamsız her hecelerinde
Gözlerim ki fer kalmaz uykuya hasret *******de
Seni hatırlarım sensiz kalırım bir nefeslik can ile

Nasıl bir tutku ki bir akıl erse dertlerimde dinse
Senin aşkın ile her bir yanım delinerek te çürüse
Her bircan halime gülse eğlense dalgasını geçse
Sensizlik acısına gark etmese ruhum hissetmese

Ya Rab biliyorum ki beni benden daha iyi bilirsin
Sen ki nelere kadirsin aşkların tek adres gamısın
Sen mutlak olan bir hakikatin iman şahı cenahısın
Sen kalplerin tek sahibi hilkatin banisi yaratansın

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:09 AM
Halin sessizliğinde yürürken!

Kendi
Halimde sessizliğimin
Hırçın dalgalarıyla başa çıkmak adına

Adımlıyorum
Halin ikliminde ahenk için
Vuzuh arıyor ve havsalamı yokluyorum

Temaşa
Ettiğim mekânlar
Soyut bir kavram niteliğinde

Manasını
Kaybetmiş biçimde
Ve karşımda bir hüzünle duruyorlardı

Nefesler
Tükendikçe zaman
Ve içinden çıkılması hayli zor olan bu an

Yozlaşmışlık
Artarak çoğalıyordu
Yaşamak muhakkak bahşedilmiş manaydı

Lakin
Samimiyet, liyakat
Sadakat çok uzaklaşmıştı sinelerden

Etrafımda
Aşina olduğum birçok insan
Hasletlerini oluşturan zan zihinleri kuşatmıştı

Tabi
Olunan, sandıklar marifetiyle
Oy toplanan, hamasi nutuklarla ekranlarda çaka satan

Zihnin
Her yanına demokrasi
Olgusunu anlatan ama içselliğinde yaşamayan

Olunca
İşler kesata el uzatıyor
Ekonomi daralıyor, akıl zadeler boy gösteriyor

Bir
Tebessüm dahi
Masrafsız olduğu halde candan esirgeniyor

Yılar
Geçiyor, asra yaklaşıyor
Can çıkmayınca meziyetler hala devam ediyor

Demokrasi
Havarileri, darbelere geçit veriyor
Kolluk kuvvetiyle birlikte hareket etmeyi örüyor

Elbette ki
Siyaset sadece dil için
Ezber tekrarı haline ve çaresizliğe dönüşüyor

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:09 AM
Hamileler aman dikkat! diyor...

Bekleyen mi, seken mi?
İki seksende bezenen mi?
Okuyan mı?
Halı dokuyan mı?
Çatının karını kürüyen mi?
Buz pistinde raks eden mi?
Rüya âleminde gezinen mi?
Çalışan mı, yatan mı?
Geleceğe korku ile bakan mı?
Doğumdan korkan mı?
Sezaryene dalan mı?
Tezek yakan mı?
Evsiz kalan mı?
Keyfe dalan mı?
Merakta kalan mı?
Mahkûm olan mı?
Sokakta kalan mı?
Bedenini satan mı?
Cenini aldıran mı?
Ufku kararan mı?
Emanet telakkisinde olan mı?
Töreye boğulan mı?
Zinayla suçlanan mı?
İğfal edilen mi?
Peşkeş çekilen mi?
Uyuşturucu kullanan mı?
Kameraya alınan mı?
Dilendirilen mi?
İmren dirilen mi?
Çiçek satan mı?
Köçekçe oynayan mı?
Dadı mı, kadı mı?
Aktör mü, dublör mü?
Pilot mu, hostes mi?
Kontes mi, barmen mi?
Çalgıcı mı, şarkıcı mı?
Kaçan mı, kaçırılan mı?
Yaşlılığıma bağışlayın,
Merak etmiştim de!

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:09 AM
Hamiyetle bakmak!

İnsanız
Bazen nazız
Ve bazen de çok kurnazız

Anlamayız
Hakkıyla dağınığız
Dikkat etmedikçe çok kaygısızız

Kendi
Halimize mazimize
İdrak ederek düşünmek zorundayız

Ayıplamak
Etrafımızda hata aramak
Hezeyanlar içinde nefesleri almak

İster kınarız
İstersekte şevkle ayıplarız
Sukutu dışlarız edeple kelam etmeyiz

Her ne
Dilersen, serbestsin
Yalnızca büyük kelam etme sen bilirsin

Gün olur
Harman savrulur
Bilemeyiz ki kim ne zaman acıyla kavrulur

Sevda
Gönüllerin filizidir
Bilemeyiz kimlerde yeşerir kimlerde kurur

Sabırla açılır
Gönüle muhkemce kurulur
Had tanımaz utanmaya aldırmaz kan akıtmaz

Aş, iş, kış
Tanımaz, kimseye darılmaz
Onun hasreti sevdasıdır, başka bir şey aramaz

Zor bir iştir
Onun taliplisi sabrı bilir narindir
Hasreti mana mefkûresiyle öteleri düşlemektir

Bu ne rüyadır
Ne hülyadır, nazın tandırıdır
Mana hazzını coşkuyla yaşamaktır, onu aramaktır

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:10 AM
Hangi aşktan söz edelim sevgili…

Kulak duvarlarımı sıyırarak
Akustik bir yelpazeyle
Bir nebze dahi olsa sendelemeden
Duruşun hakikatini anlatan
Yüreğimin en mütenahi gizlerinde
Bayrak açan
Bir haykırışı bir vuslatı hatırlatan
Her mısrasında tefekkürün
Tahayyülün batını eve zahirini
Muştulayan kurtuluşun reçetesini
Lahuti bir soloyla nihayetlendiren
En büyüğün kim olduğunu
Kimleri şahitliğe çağırdığını
Firavunun deniz dibinde
Mahkûm olduğu secdeyi
Nihayet gelmeden yapılması gerektiğini
Anlatırken içimde ki her nefes
Ne olurdu her insan anlasaydı oldu
Kopardılar yüreğimizden en sevgiliyi
Onun Cemali için kıraat etmeyi
Anlamayı anlayarak yaklaşmayı
Her belirsiz mızrabı kalem yapmayı
Ne kadar çok isterdim
Ey sevgili sende bulduğum aşkı
Mananın her motifinde nakkaşı
Bulamazsam ona yanarım
Sen can ben bir can
Her ikimizde yüce Haktan
Akseden her ezanı anlamadan
Hangi aşktan söz edelim sevgili

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:10 AM
Hangi kimlik?

Yaratılanlar...
Melekler... Hayvanlar... İnsanlar...
İnsanlar... İnananlar... İnanmayanlar...
Tabi olanlar... Olmayanlar… Karalayanlar...
İnsan olduklarını bilenler... Bilmeyenler…
Maymun neslinden geldiklerini söyleyenler...
İnsanlık için varlıklarını feda edenler...
İnsanlığı ve manayı, katledenler...
Bedeviler... Medeniler...
Akideler... İbadetler...
Örfler... Adetler... Töreler...
Münkirler... Münevverler...
Fanatikler... Yobazlar...
Ön yargısızlar... Hoş görüşlüler...
Din adına bel'amlık yapanlar...
Şirk içinde inandığını sananlar...
İslam’ı vicdan ölçüsü yapanlar...
Dinin emirlerini yadsıyanlar...
Çöl kanunu sayanlar...
Açık-kapalı tartışması yapanlar...
Tesettürü, teferruat sayanlar...
Medeniyet ölçüsünü karıştıranlar…
Konuşmak, paslaşmak, anlaşmak,
Saygı, sevgi, iyi niyet ve hoş görüyü…
Gösterirken, neyi ölçü alacağımızı bilmeyenler…
Polemikler boşluğa nüfus ederler…
Lafazanlar, la halveyi bilmezler…
Alalayanlar, vela kuvvetten habersizler…
Şirki, tuğyanı, âlimi, zalimi karıştırırlar…
Ret ve kabullerini netleştiremeyenler…
Zalimin gücünden, merhamet bekleyenler…
Evrensel mesajı perdeleyenler…
Miracın öznesini görmeyenler…
Hutbenin vedasını özümlemeyenler…
Saç, sakal, etek, elbise, peruk ve masal…
Gönülleri derya sayan bir mihengi…
Hayatını bir değişmez ölçüsü sayıp ve yaşamazsa…
Yapmış, etmiş, bilmiş, sermiş ve göçüp diyardan gitmiş…
Hak ve hakikatler tarumar edilirken…
Refahlarından taviz vermeyenler…
Bedenleriyle zahirleşenler…
Âleme bakarken gözleri kamaşanlar…
*******i, seherleri, içselliği bilmeyenler…
Gülü, bülbülü hu hu dedirten gönül’ü bilmezse…
Kim ne yapmış, niye yapmış, hala bilmiyorsak…
Ümmeti Muhammed’in şurasını yasaklayan bir zihniyet…
Kur’an dağıtsa, kaftan giyse, çarşaf giyse veya tün açılsa ne fark eder…
Hakikatlerden uzak ve gaflete yakın bulunmak, neyi gerektirir.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:10 AM
Hanımlarımız!

Evli erkekler olarak, fedakârlığımızın yanı sıra,
Cefalarımızı da, görmek durumundayız.
Nakarat halinde, hanımlar bizim,
Baş tacımız teranelerini, bir tarafa bırakıp,
Gerçeklerle yüzleşmeyi becerebilmeliyiz.
Evlenirken, iyi ve kötü günde sloganı ve vaadinin,
Her zaman tek taraflı gerçekleştiğini, görebilmeliyiz.
Hımbıl olmamak adına, nelere katlandığımızı bilmeliyiz.
Evlilik müessesesinin, uzun soluklu bir süreç olduğunu,
Bildiğimiz halde, tahammülsüzlük neyimize.
Gül dediğimiz, gülü ikram ettiğimiz,
İkna için diller döktüğümüz,
Hanımlar ne yazık ki bir müddet sonra,
Terakkiyi bırakıyorlar.
Mutat bir yaşantıya, adapte oluyorlar.
Ev işleri, beyin işleri, çocuk işleri,
Eş akraba gezmeleri derken,
Takatsiz kaldıklarından, elbette yoruluyorlar.
Bizler, akşam eve geldiğimizde,
Bir tebessümü dahi çok görüyorlar.
Yıllar ve yollar, bizlerden kaynaklanan anlaşılmaz tavırlar,
Kıskançlıklar, kitaplar ve romanlar ve bazen telefonlar,
Ve hatta çalıştığımız mekânlar, hanımlarımız için,
Önemli bir problem olduğunu bilmeliyiz.
Hanımlarımızın, bizler için fedakârlıklarını görürken,
Şu gerçeklerinde, altını çizmeyi becermeliyiz.
Sevgili hanımlarımız, hayat arkadaşlarımız,
Yatak paydalarımız, gönül dostlarımız,
Neslimizin devamı adına,
Yavrularımızı, bin bir zahmete katlanarak,
Bir müddet sonra bizlere, babalığı tattırırlar.
Onca fedakârlığa rağmen,
İşe gidecek rahatsız olmasın niyetiyle,
Sabaha kadar, çocuklarımıza bakarlar.
Bir zaman sonra, deformasyona uğrayan bedenleri,
Cazibesini kaybetmeye başlar.
İçselliğinde ki cevvaliyeti, bizim ihmalliğimizden,
Baskı altına alırlar. Sadece şefkat ve muhabbetimizin,
Her geçen gün azaldığına şaşarlar!
Teselli olarak, yavrusuna sarılırlar!
Hasret bırakıldığı, sevgi ve muhabbeti,
Çaresizliklerinden başka yerlerde ararlar.
Bu bir kitap, bir radyo, bir manzara, bir teyp, bir dizi,
Bir film ve bazen de, gönül dostları olurlar.
Hayat, asla boşluk kabul etmez deriz,
Fakat özellikle boşluğu bizler bırakırız.
İlgimizi ve sevgimizi, bizleri celbeden, cazip gelen,
Fingirdeyen, lisanı halini arz eden, başka bayanlara,
Bakarak, kimi zamanda konuşarak,
Ve bazen de kaçamaklar yaparak, keyfimizi yaşarız.
Oysaki bu kızlar, masun ve zarif halleriyle,
Bizlerle, evlenmeyi tercih etmişlerdi!
Hanımlarımızın, temel sorunlarının en başında,
Kendilerini, yenileyemediklerini söyleriz.
Fakat asla bu fırsatları vermediğimizden,
Nasıl olacaksa bunu onlardan bekleriz.
Manevi dinamiklerimiz yozlaştığından,
Bu devirlere cevap veremiyor deriz.
Kıyamete kadar, bu evrensel öğretilerin,
Baki kalacağını da, pek ala biliriz.
Hanımlarımız ne olur,
Kıskançlık krizine girmesinler.
Eşlerini asla takip etmesinler.
Onlara güvenmediklerini, alenen söylemesinler.
Bu tavırları, eşlerinin hem gönlünde,
Ve hem de zihninde bitirmesi demektir.
Sevginin, fedakârlığı gerektirdiğini, sürekli söyleriz,
Fakat bunu asla gerçekleştirmeyiz.
Hanımlarımız birde, çoğu zaman,
Evinin öznesini, unutuyorlar.
Unutulan bu özne, başka bir arzı mekânlarda,
Beklentilerini tatmin ediyorlar.
Kayın valideler, çok kıymetli,
Ve saygıdeğerdir muhakkak,
Yalnız her aklına gelenleri, konuşmamalılar.
Misafir olduklarını asla unutmamalılar.
Hanımlarımız, anneleri bir müddet kalıcı olarak,
Geldikleri zaman, maalesef ki,
Tüm ilgilerini onlara hasrediyorlar.
Bir müddet bu duruma sabrediliyor,
Çözüm bulunamayınca, kayınvalide,
Her geçen gün itici olmaya başlıyor.
Bunu fark etmeyen hanımlarımız,
Israrlarına devam etmelerinden,
Bu kez onlarda, itici olmaya başlıyorlar.
Yaşadığımız hayat şartları,
Tahammül sınırlarımızı aşındırıyor.
Sakinliği, kendimizi dinlemeyi, bir başka âlem de,
Gezmeyi, bazen zorunlu kılar.
Kabul edelim veya etmeyelim,
Kalbi ve zihni tekabülümüzü, terakkimizi,
Geliştirmediğimiz müddetçe bu sorunları,
Birileri ve bizler ve çocuklarımız,
Yaşamışlar, yaşıyorlar ve yaşayacaklar.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:10 AM
Hani nerede aşk kimin derdinde?

Artık fark etmez nihayetin görünmesi
Canın süzülmesi, nefesimin tükenmesi
Kefensiz tenin dahi vakidir gömülmesi
Cesetlerin dizilip ibretle nazar edilmesi

Hani nerde dirlik o çok konuşulan birlik
Bir fırsatını bulsak birbirimizi enselerdik
Sefahat uğruna nice canları gömmüştük
Yalanlar içinde yaşadığını sanan sefildik

Hani nerde, aşk kimin emrindeki ilerde
Nefsin derinliğinde gizlenen en kirlerde
Takiyyeler seyri seferde aşk hani nerde
Ölmek kimin derdinde akıbet şu nefeste

Kadındır işte, kandırılır sefilin nefesinde
Hak nerede erdem mi kimilerin derdinde
Zevkin derinliğinde, naraların kederinde
Bir hayatın çeperlerinde ki her gizemde

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:10 AM
Hasret çilesi aşkla bir başka!

Ne çare ki
Elvermiyor işte bu zaman
Kavuşmak dilense de, ten serilse de

Yar sessiz
Kalmakta hala dirense de
Aşk serinliğini terennümle gizlese de

Yelkenlerin
Her açılışında yaşanansa
Aşk, hasretin enginliğini yaşamaksa

Sevda
Susamaksa, rahmeti anmaksa
Dil kurur dudak çatlar gözler kapanır

Görsem
Ne olur ki görmeden sevsem
Hasretin ahengiyle daim meşk etsem

Aşkın
Serinliğinde kıdemleşsem ersem
Sevgiyi özümsesem, şefkati keşfetsem

Sen
Dinmeyen hasretine yakındın
Kelebek kanatlarında yaşanan hazdın

Susuz
Kalamazdın, dalgasız olamazdın
Sen derinliğinde okyanusu yaşayandın

Yar, seni
Anacağım kadar andım tavdım
İnsanım, merakta kalanım, heyecandım

Bıraktım
Artık melalinle, zorunda kaldım
Gönlümün derinliğinde kokladığım aşktın

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:10 AM
Hasret!

Bir yudum suya hasret kaldım,
Bir sokum kuru ekmeği özledim,
Bir zeytini, dört kez katık ederdik,
Bir aş makarna, doyumsuz olurdu.

Taze et bilmezdik, sızgıt olurdu,
Süte hasrettik, kaşar bilmezdik,
Soğanı, ekmeğimize katık ederdik,
Âşık oynardık, met değnek, fırıldak,

Sarı yüz para vardı, ortası da delikti,
Üç bardak leblebi veya çekirdek ederdi,
Soba bazen yanardı, pek çok tüterdi,
Zehirlenmişsin, ölmüşsün, kime neydi.

Can o kadar değersizdi ki, bilinmezdi,
Vah zavallı vah, vadesi gelmiş denirdi,
Hekim kim, nerde bulunur bilinmezdi,
Ateş, öksürük, her zaman refakat ederdi,

Okul mu, evet vardı, giderdik, gelirdik,
Şefkat mi, kimde vardı, hiç göremezdik,
Defter, kalem mi, bakkalın vicdanındaydı,
Beklide haklıydı, çünkü veresiye yazacaktı.

İlk öğretmenimi hatırlamam, iz bırakmadı,
Onunda çocuğu varmıydı, yanında olmazdı,
Bizlere ne öğretti, neleri ezberletti bilsem,
Şükran duyacağım, rahmet okuyacağım.

O zamanlar, bilinmeyenler çoğunluktaydı,
Herkes de bir korku, panik, bir kaygı vardı,
Ahlak en önemli bir değerdi, es geçilemezdi,
Fakat erdemlilik nerdeydi, hiç bilinmezdi.

Gönül, sevgisizse, muhabbete hasretse,
Şefkatten bihaberse, rahmet kesikse,
Muhabbet bilinmez, meşk eksikse,
Su, ekmek te, sevgisiz gönül’e hasrettir.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:23 AM
Hasretim benim…

Ey gurbete ki hasretim,
Sen nerden bilirsin, kini,
Hiddeti, kasveti, birde beni,
Bende ki seni, tutamadığım eli,

O an, sensiz geçen her zaman,
Sinemi kemiren özlemi, seni,
Senin var ettiğin sevgini, elini,
Tutarak, nöbetteyim, seninleyim.

Hasretten beter düşman tanımam,
Sensiz olmam, sevgine kanmam,
Sensizlikte oyalanmam, dalmam,
Zamana, katladığı kine yanarım.

Yetti artık sensizlik, berbattı,
Sinemde bir şey kalmadı, yaktı,
Izdırabım, postallarımdan ıslattı,
Sensizlik bana, seni, sevgini anlattı…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:23 AM
Hasretim olan sevgili!

Bilmeliydin ki senin
Hissiyatınla nefeslenmek
Cihanın rengârenk gülleriyle
Bezenerek hem hal olmak demektir

Baharlarda aşkı anmak
Ve onu doyasıya yudumlamak
Ne kadar mukaddestir bir bilseydin

Her gün duvar başlarına
Bırakılan o bayat ekmekleri
Suya bandırarak yemek bir lütuftur

Suya hasret bir selvi misali.
Korkuya taş çıkartan lav gibi
*******in sessizliğinden ürpermek ne ki

Bilmeyen için aşk ne ki
Bilinen her melalde ki seyri
İdrak için hakikat tercih edilmeli

Durmadan akan suların hikmeti!
Susuzluğun sinedeki açtığı külfeti!
Akletme yenler için olan merak ne ki

Sen ki sahilde şakıyan suların
Hıçkırığında kendini buluyorsun.
Halini bekleyen geceye anlatıyorsun

Sızını cihana haykırıyorsun
Anlaşılır olmak için yazıyorsun
Paylaşım için edeple soluyorsun

Lakin gözyaşların kurumadıkça
Toprak suya hasret kalmadıkça
Çileler sabır ile yudumlanmadıkça

Aşk asla bulunmaz değil mi?
Aşk sizce fedakârlık öyle değil mi?
Melali tevazu ile vakfetmenin emri

Hizmette zaruret keyfiyeti
Seni cezp eder değil mi senin için
Talebe olmak keyfi diplomalı olmak azmi

Sözün kuvveti mesabesinde
Öyle değil mi adam olmakta fevki
Akidede ki mevcut bulunan her şevki

Aşk ile kelimeyi tevkidi
İkrar etmek için vakit vaki sevgiler
Senin için saklı, akıl idrak edenler için katkı
Tefekkür edilmedikçe ruh, insan içinde saklı

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:23 AM
Hasretim!

Senden
Bana kalan
Yalnız dokunuşlarındı

Sen gittin
Ama ellerin
Hala tenimdeydi

Şefkatle
Hasrettiğin
Yumuşak dizlerinde

Nihayetsizce
Senden her an
Öpülmeyi bekledim

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:23 AM
Hasretin çilesinde bahar!

Gel gel artık hiç düşünmede gel
Umudun serinliği üşütmeden gel
Can varken, kalp atarken çık gel
Ruhum teni bırakmadan kalk gel

Yağmur damlası, rahmetin alası
Baharın şakıması kalbin hicranı
*******de o yıldızların kayması
Aşkın anıların sayfasında olması

Beklemek kar etmiyor şu halime
Hasretin acısıyla uykusuz gecede
Sevdanın hülyasında ki sevincime
Gidiyorum artık ben sessizliğimle

Aldırmıyorum artık halin vehmine
Düşüncelerimde ki o bedbinliğimle
Aşkın ruhuma anlattığı hakikatiyle
Vecdin kimliğimde açtığı rahatlığı

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:26 AM
Hasretin öznesi vuslatın payesi sevdaydı.

Asla bilemezdim, sessizliğin bir ölüm kadar
Mecalsiz bırakacağını, umudu karartacağını
Kuraklığın en hazin kıvamını yaşatacağını
Ölümü yavaş ve sakinlik içinde anlayacağımı

Uzaklarda kalan köyler hiç benim olmasa da
Orada yaşayanlar beni katiyen anmasalar da
İçimde uhde bıraksalar selam salmasalar da
Olsun ben sesliğimde onları habersiz ananım

Fistanın güzelliğini, çeşmenin özelliğini gördüm
Örgülerin güzelini süzdüm, halılarında gezdim
Ayranlarını içtim, ovalara bakarak refakat ettim
Çobanın çaldığı kavalı dinledim kendimi geçtim

Bir kızdı, sanki bir nazdı, çalışandı, koşturandı
Etrafından habersiz olandı, sofrayı hazırlayandı
Yüzü kızaran, edep elbisesi giyen, bir gülizardı
Uzaklara bakandı, sevdalısında kalandı, yalnızdı

Umut onun için bir vuslattı, hakikatin aynasıydı
Sabrı bilendi, yufka yürekliydi, gözün bebeğiydi
O bir serinlikti, rahmeti idrak eden bir karanfildi
Hasretin öznesi, vuslatın payesi, derin sevdaydı

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:26 AM
Hasretin sevdasındayım sevgili!

Bilmeliydin ki senin
Hissiyatınla nefeslenmek
Cihanın rengârenk gülleriyle
Bezenerek hem hal olmak demektir

Baharlarda aşkı anmak
Ve onu doyasıya yudumlamak
Ne kadar mukaddestir bir bilseydin

Her gün duvar başlarına
Bırakılan o bayat ekmekleri
Suya bandırarak yemek bir lütuftur

Suya hasret bir selvi misali
Korkuya taş çıkartan lav gibi
*******in sessizliğinden ürpermek ne ki

Bilmeyen için aşk ne ki
Bilinen her melalde ki seyri
İdrak için hakikat tercih edilmeli

Durmadan akan suların hikmeti!
Susuzluğun sinedeki açtığı külfeti!
Akletme yenler için olan merak ne ki

Sen ki sahilde şakıyan suların
Hıçkırığında kendini buluyorsun
Halini bekleyen geceye anlatıyorsun

Sızını cihana haykırıyorsun
Anlaşılır olmak için yazıyorsun
Paylaşım için edeple soluyorsun

Lakin gözyaşların kurumadıkça
Toprak suya hasret kalmadıkça
Çileler sabır ile yudumlanmadıkça

Aşk asla bulunmaz değil mi?
Aşk sizce fedakârlık öyle değil mi?
Melali tevazu ile vakfetmenin emri

Hizmette zaruret keyfiyeti
Seni cezp eder değil mi senin için
Talebe olmak keyfi diplomalı olmak azmi

Sözün kuvveti mesabesinde
Öyle değil mi adam olmakta fevki
Akidede ki mevcut bulunan her şevki

Aşk ile kelimeyi tevhidi
İkrar etmek için vakit vaki sevgiler
Senin için saklı, akıl idrak edenler için katkı
Tefekkür edilmedikçe ruh, insan içinde saklı

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:26 AM
Hasretin umanında bırakılan sevda!

Kuşatıyordu içimi yalnızlığın rüzgârları
Ciğerlerime çektiğim her nefesin sancısı
Yaşanmış aşkların birer tekrarıydı sanki
Izdırap hazzıyla yaşanan güzel sevdaydı

Merak bu kadar mı ayyuka çıkan efkârdı
Zekâ nerde kaldı, bilinmezler deryasıydı
Hasretin umanında bırakılan bir sevdaydı
Ne kadar muazzam bir aşktı, bir yaşatandı

Bilinmeyenler dünyasından sıyıran zamandı
Hazzın bestesi, ahengin güftesi, ne manaydı
Heyecanın zirvesi, şiirlerin esinti kaynağıydı
Yaşanan en güzel mana meşkinin kıvamıydı

Hayat bu vakitler ne kadar anlamlı devrandı
Zorlukları aştıran bir zamandı, aşkı yaşatandı
Revanın hissiyatıyla geçirilen nadide zamandı
Bir sevdaydı, aşkın en güzel yaşandığı bir andı

Kavuşmak elbette bir hayaldi, aşk kalırımıydı
Arasat’ta bırakan bir cihanı hakikatti bir haldi
Merakın muhayyilesinde geçirilen nadide andı
Hasrette koyandı, fedakarlığı anlatan sevdaydı

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:26 AM
Hasretinle senin…

Bekledim yıllarca, hasrettim gelmedin,
Özlemin dağladı, efkârın diyarları sardı,
Mısır püskülleri saçındı seni koklardım,
O an görecektim, gölgeler dahi korkumdu.

Endamın, melalin hayalimin arkadaşı,
Yokluğun unutturdu, bacıyı, gardaşı,
Sen canımdın, bıraktım bin bir uğraşı,
Yokluğunu, an olsun hissetmeyim diye.

Sevdamı, aşk mı bilsem, yanıyorum,
Seni hislerimle arıyorum, dalıyorum,
Dünya âlemden uzağım seni arıyorum,
Hasretinle yatıyorum, sana kanıyorum.

Biliyor musun, gözlerin yüreğimi alırdı,
Bir tebessümün, beni bir başka yapardı,
İçim giderdi, duygularım önüne serilirdi,
Seni içimde görmek, hep gizlemek isterdi.

Bazen korkardım, ola ki kaçıracağım diye,
Sana doyamazdım, bir gün kaybolacak diye,
Kalbim titrerdi, tenim buz keserdi bu an mı diye,
Uyuyamazdım, sensizliğe dalarım kaygısıyla…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:26 AM
Hatırlama…

Herkes unutacak bir gün,
Ben onunlayım kalacağım,
Serilerek acımasız kedere,
Her anımda onu göreceğim.

Unutulmak, hiç anılmak,
Efkârın dirliğini yaşamak,
Hüzünle yatmak, uyumak,
Umuda, rüya ile kanmak.

Sevmedi, hiç denemedi,
Sevildiğini önemsemedi,
Ses vermeden, can gitti,
Ten cansız, yürek acıydı.

Artık anma, hiç hatırlama,
Bir gün bile uyuma, ayılma,
Yüreğinde bir sevgiyi taşıma,
Huzur yaşama, hazzı tatma.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:26 AM
Hayalin avuçlarımda mısralaşırken…

Bilmediğim o baharının güneşini ararım
Seni yalnızlığımın hazanın da bulmuştum
Güller seninle açmıştı, erguvanlar sarkmıştı
Sanki yaşam seninle bozkıra neşe saçmıştı

Bir anda yüreğim yekpareliğin keyfini andı
Umutlarım salkım saçaktı, seninle açmıştı
Yanağıma düşen damlalar yine baharı andı
*******imin karanlığı yine seninle aydınlandı

Aklına geliyor muyum dahi bunu bilmiyorum
Ayak seslerin, klavyeye dokunan naif ellerin
Çayı yudumlarken nefesin senin hissettiklerin
Gecenin sessizliğinde ki gizemlerin o şiirlerin

Boğazıma düğümlenen ayrılığın fısıltıların da
Bir kez yüzüne hasretimi bile söyleyemeden
Giderken hayalin avuçlarımda mısralaşırken
Sessizliğine çekilerek bir umut vermiyordun

Bu aşkın bu sevdanın bu hazzın bu ahengin
Meşkine kanmama hiç bir fırsat vermiyordun
Anılarınla yaşıyordun, silinmezleri anıyordun
Benim için bir meşkin kapısını aralamıyordun

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:26 AM
Hayaliniz…

Mısralarınızı
Okurken,
Yürek titriyor,
Merak uzuyor,
Göz doluyor,
Ufuk kararıyor...
Seçtiğiniz üslup
Anlattığınız dram,
Kışı, kararan günü,
Solan ümidi ve tehdidi
Kibarca inceleyerek,
Tahayyülünüzdeki hali,
Gözler önüne sererken,
Kalbinizde yorulan
Ve savrulan melal,
Kan olarak
Perdeye yansıyor...
Umutlar,
Kursakta kalıyor.
Şirret şah derken,
Zaman boş durmuyor
Ve mat ediyor.
Siz ve halsiz bedeniniz...
Bir nebze dirense de...
Hayaliniz,
Yıprandığı için...
Can olmaya direniyor.
Bu sadece sizi değil...
Size vasıl olan
Herkesi etkiliyor.
Derler ki,
Tebessüm ne zaman
Gamzeleşecek...
Gül kokusu esecek.
Rahmet görülecek.
Mana dirilecek.
Kendinizle
Yeterli olmayı...
Elbette,
Başarıyorsunuz...
Ama bir cansınız.
Sağlıcakla kalınız...

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:26 AM
Hayat aslında meraktır…

Zorun da kaldığımız hayatı yaşarken,
Bilinmeyenler her ne hikmetse öndeydi.
Önümüze serilen, hayat aslında meraktı,
Bazen sorduk ve bazen de hazırı bulduk.

Sevgi yumağı en belirgindi, hatta özneydi,
Şefkat önümüze serilmişti, bizi kuşatmıştı,
Güven, samimiyet, sadakat her zaman vardı,
Yuvamızdı, baba ocağımız, ana kucağımızdı.

Şükürler olsun ki sahipsiz değildik, faniydik,
Geldiğimiz yerden bihaberdik, biçare sabiydik,
Ana şefkatini gördük, onun kucağında büyüdük,
Anasızlığı bilemedik, bilenleri de sahiplenmedik.

Hayat, memat derler, hakikati yakinen bilmezler.
Faniyiz derler, lakin bir faniliği asla yaşamazlar,
Bilgi fakiriyiz derler, kurtulmak gayretine girmezler,
Merak en büyük bir nimettir fakat bunu da bilmezler.

Bilgi ne büyük bir hazine ama kimlere lazım ki,
Hayatı, yaşamak için yaşayanlar anlamazlar ki,
Mukallitlik geçerli bir akçedir, herkeste bulunur,
Buna dahi yabancı kalan, beşer ortalıkta kaybolur.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:26 AM
Hayat ayna diyorlar, doğru mu?

Hayat mı?
Ayna mı?
İnsan mı?
Görmek istediklerimiz mi?
İstemediklerimiz mi?
Nefs mi?
Vicdan mı?
İdrak mi?
Avunmak mı?
Hilkat mi?
Ret mi?
Ahir mi?
Zahir mi?
Nedir Allah aşkına lütfeder misiniz?

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:31 AM
Hayat muamma! Öyle mi?

Niye ki hayat hep muamma?
Kafalar niye kalsın yanılgıda?
Değişmesin mi? Realite nerde?
O vakit sevgi ve sevinç nerede?
Ölüm mü torba tutarmış insana?
Âşıklar ölmeden, ölmeyi yeğlermiş!
Kargaşa niye olsun ki boşu boşuna?
O vakit sual niye, sırat derinliğinde?
İnsan merakıyla devşirir, renk süsüdür!
Aynalar el hak elbette hakikat ölçüsüdür!
Bulutlar hep ağlasa da, haşyetiyle süzülür!
Sevdiklerimiz değil, zannımız bizleri vurur!
Şarkılarda değişir, yalnızca kalan aşklarda!
Hançer asla sevgilinin değil, iblisin elindedir!
Nice sevgililer hilekârlıktan perişan olmuştur!
Aşk ızdırapdır, hasreti ram olarak yaşamaktır!
Ölüm tefekkürü ne büyük bir aşk ve nasihat tır!

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:31 AM
Hayatı sevda adına demleyerek…

Yaşadığım hayatı sevda adına demleyerek
Doyasıya içmek geliyordu ta derinliğimden
Kurduğum düşlerin, çocukça meşgalelerimin
Tebessümünü anlatıyordu, ilk serüvenlerim

Hoyratlığın dur durak bilmez serencamında
Hevesleri dolduruyordum yüreğime acemice
Bilmediğim kutlu yarınların hülya düşleriyle
Kendimden geçercesine, hayatı delercesine

Yalnızlığımın en kadim dostu olan hülyalarım
Hayatın en değerli letafetlerini sunuyordu anın
Esrarlı heyecanların, gizemlerinde ki rüyaların
Versiyonlarını bir bir haykırıyordu yaşantıların

Ulaşamayacağım dileklerim elimin altındaydı
Melalimde onu kokalarken, ellerini tutarken
Kokusunu terennüm eder şefkatine serilirken
Mutluluğumun zirvesinde kalmayı arzulardım

Ağaçlarda şakıyan, heyecanı yaşayan o kuşlardı
Söylediğim şarkılara eşlik eder koro oluştururlardı
Yapraklar sanki meşkin ahengiyle elan coşarlardı
Arzı mekân, olmuştu cennet mekânın dokusuydu

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:32 AM
Hayatın akışında!

Yaratılan
Bir insan olarak
Bu sıfatın kim tarafından

Verildiğine inanarak
Bazen içimden
Şunlar geçmiyor değil sanki

Eğer mükâfat
Ve ceza benim içinse
Helal ve haram
Benim için var edilmişse

Cennet ve cehennem
Bunun için sebepse
Ahirim ve zahirim yalnızca
Beni ilgilendirecekse

Kabir, Arasat, mizan
Yalnızca benim dirliğim içinse

Mahşer gününde
Her bir nefis kendi başının
Çaresine bakmak zorunda kalacaksa

Öyleyse
Bırakın Allah aşkına
Kendi tercihlerimi, hayat felsefemi

Dilediğin yönde
Tespit ederek yaşamak
İmkânına rahatlıkla vasıl bulunayım

Başka bir ifadeyle
Arzın sahibi ve mutlak hâkimine
Evvelin ve ahiri yaratan Rahmana

Cenabı Allaha
Ve onun resulüne dilediğim
Zihniyette itibar ederek inanayım

Çünkü ben
Bir insan olduğuma inanıyorum

İnsanı
Yaratanı tanıyorum
Ve ona iman ediyorum

Sıratı müstakimi
Geleceğim, ahirim ve akıbetim
İçin tek yol olarak kabul ediyorum

Hürriyetin
Ne demek olduğunu
İliklerime kadar çok iyi biliyorum

Bu bakımdan
Akide olarak en son dini mübini
islamı muhtevası bakımından, öğretileri açısından,

Zenginliği noktasından
Ve insanlığın en son dini olduğu
Ruhi itminanlığım nazarından iman ediyorum

Hayat felsefem,
dareyn saadetim olarak
Mütalaa ediyor ve böyle yaşıyorum

Hülasa edersek
Bırakın insanlara tahakküm etmeyi,
Hakir görmeyi aşağılamayı birde kendinize bakın

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:32 AM
Hayatın esrarında bir nefes alırken!

Güzel bir gün görmedim, avaredir gönlüm
Sarf eylediğim sözüm hali anlatsın dilerim
Şimdi kime ne söyleyim kimden ne dileyim
Sabrın güzelliğinde kopan yaprağı dinleyim

Uçan kelebeklerin rengiyle hemhal ederim
Martıların o nakaratlarında azimeti izlerim
Balıkların derinlerde rızk için sabrını bilirim
Ben hederim, kulluk konusunda derbederim

An, zaman içinde Ummanlaşan candı aranan
Bir dirlik olmazsa ne işe yarayacak akan kan
İnsan, kulluğu konusunda noksanlığı yaşayan
Cihan içinde nizamın hasretiyle sancı yaşayan

Dünya, insan için yalan olmayan, birçok hülya
Uykularda gizlenir esrarı teslim olmuş vuzuhla
Zamanın akışında nasibin bulacağı her baharda
Yapraklar arasında anlam bulan renkler arsında

Toprak, ne kadar berrak olan bir hakikati hesap
Nefis ile verilecek anılar girdabında yoktur rahat
Kalk birde kendi haline bak heveslerin kat be kat
Mizan ile bir vuzuh bulacaktır her hakikati azamet

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:32 AM
Hayatın kesitleri!

İşte böyle hocam
Hiç kabullenmekte
İstemeyi reddet sekte
Kader diyelim bizde,
Şiirleşelim kederimizle,
Sen kal kendinle,
Sevgiye hasretinle,
Yalnızlığın deminde,
Ahengin meşkiyle
Mefkûre denkliğinde
Hüznün sitayişiyle
Hazanın esintisiyle
Sayfaların açılmasıyla
Anıların hatırlanmasıyla
Yârin silinmezleriyle
Nakşeden sevginizle
Aşkın kalan nemiyle
Sabrın en çetiniyle
Yine kal be hocam
Sen mürebbiliğinde

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:32 AM
Hayatın yaşanmış olan hakikat kitabı!

Hayatımın kitabı gün ışığı görmeden
Cihanın işleyen anına teşrif etmeden
Nefesin kadrine henüz vakıf olmadan
Kaderin işleyen çarkında öğütülmeden

Benime teslim olmadan geçen zaman
Şefkatin bir sağanak gibi serildiği o an
Batında geçen o ne müthiş bir zaman
İlk gözyaşım, ilk feryadımın çıktığı an

Hak emrinin gereğince hafazan olanlar
Kiramen kâtibin ismiyle adlandırılanlar
En teknik kameraya taş çıkartan kayıtlar
Bir bir kayıt altına alınan geçen zamanlar

Kitabı kebir gereğince yaşanacak emrin
En güzel bir rahmetin sebebi efendimim
Cihanın en güzeli evvelin mübelliği derim
Hayatın bela ahdinde tutulan kanıtı derim

Mahşerin en nedametli haşyetinde ki hali
Sabinin anayı, canın cananı unuttuğu anı
Dövülecek dizlerde ki kalmayacak figanı
Bir hayatın yaşanmış olan hakikat kitabı

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:32 AM
Hazanı halin serencamı!

Yorgunluk
Öyle çöktü ki üzerime,
Uyumak dahi imkânsız şu bedenimle

Gözlerim
Kapalı, kalbim ama seyrinde,
Yatak nafile, yorgan mı kimin neyine

Yıllar
Geçtikçe, derinliğim ahenkleşmeli,
Geçen onca yıl, ahvalimle hesaplaşmalı

Beden
Bitap, göz harap, ne yapsın kalp,
Zihin tarumar, hakikat uzak, sinem harap

Yatakta
Kaç kez döndüğümü bilmiyorum,
Elbette soluyorum, ancak mahvoluyorum

Takat
İflasın eşiğinde, dişlerimi sıkıyorum,
Seher vaktinin, ilk ışıklarıyla kararıyorum

Bir lahuti
Ses geliyor kulağına, rüya mı?
Her mısra iki kez tekrarlanıyor, hülyamı

Öyle bir
Haykırış ki, Zümrüdüanka sabamı,
Beden titredi, zihin kükredi, kalb kanıksadı

Ne oldu
Birden, kendine geldi yorgun beden,
Buhran, tuğyan, sineyi zapt ediyor, yıl geçen

Dimağ boş,
Kalp loş, zihin biçare, nafile gelen,
Nihayetimiz, bir hakikat beklemesen de sen

Aşk iksiri
Kendi sessizlik iklimde
Kalb onun bahşedildiğini terennüm etmeyince

Ruh sessiz
Vicdan hissiz muhabbetsiz
İrada çaresiz teslimiyetin nefeslerinde gidince

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:32 AM
Hazanım…

Attığım her adımda,
Yürüdüğüm her yolda,
Gecenin karanlığında,
Sen yoksun, soluğumsun.

Her anında, kaldırımda,
Sokağımda, varlığımda,
Hayalimde, günlüğümde,
Sen varsın, soluğumsun…

Sazım, nazım, avazımda,
Baharımda, alın yazımda,
Hazanımda, mezarımda,
Sen, her vakit benimlesin…

Sensin adım, hatta bir nefes,
Fark etmez gülüşsün herkes,
Hayalim, halim seninle enfes,
Hayat hattı zatında bir nefes…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:32 AM
Hazanın seyrinde nefeslenmek!

Duymadım duyamadım bir sesini
Hissetmediğim enfes haz nefesini
Bahara ermeyen düşlerimde ki eni
Bilseydin sensizlikte ne çektiklerimi

Bir ömür ki ne kadar yazık gidiyor
Sen ki el vermesen de can çekiliyor
Hazanlar hüznün şarkımı besteliyor
Yalnızlık içinde bir ömür tükeniyor

Bir esen yeldin serinleten heceydin
Mısraların ahengi şiirlerin şevkiydin
Sen başlı başına esrarı bilmeceydin
Hal içinde terennüm eden güfteydin

Duyduğum her şarkıda seni ararım
Seninle hemhal olur atime şaşarım
Akıbetin nihayette bir haşyet bilirim
Aşkın için sensiz hazanda tükenirim

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:32 AM
Hazzı yaşamak…

İster kına, istersen ayıpla,
İster sukut et, ister kelam,
Her ne dilersen, serbestsin,
Yalnızca büyük kelam etme,

Gün olur harman savrulur,
Bilemeyiz ki kim kavrulur,
Sevda bu gönülde yeşeren,
Elbet göreceğiz kim birleşen,

Düştü mü gönül’e had tanımaz,
Gönüllere altınla asla konamaz,
Aş, iş, eş, dost bir mekân tanımaz,
Hasreti sevdasıdır, başka şey aramaz…

Zor bir iştir, onun taliplisi nadirdir,
Onların hasreti mana mefkûresidir,
Ne hülyadır, ne tendir, cilve nazdır,
Mana hazzını yaşamaktır, aramaktır…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:33 AM
Hem öksüz hem de yetimim!

Düşündüm
Kalbimin hem yetim
Ve hem de öksüz olduğuna karar verdim

O vakit
Şöyle derinlerden
Hüznü nefeslenerek ruhuma avdet ettim

Çünkü
Nizama muhtaç nefsim
Bilinçten azade zihnim heder ediyor halimi

Nedenleri
Hissiz olan nazarları
Manadan yoksun kokuşmuşluklar üzüyordu

Cihanın
Mayası mı bozulmuştu
Hiddet ve her adavet haneler konuk olmuştu

Silahirahim
Unutulmaya yüz tutmuş
Sevgi ve muhabbet mazide arananlar olmuştu

Evladiiyal
Tüketmek haricinde
Sırnaştığı her yerde ve ahenksizce karşımdaydı

Yalnızca
Talep eden varlıktı
Varlığın inhisarından habersiz olan bir zavallıydı

Naif hasletler
Gül kokusunun emanetleriydi
Lakin nesilleri yozlaştırmak adına tuğyan “en”di

Müstezaf
Nefesler çaresizlik içinde
Kolay kurtarıcılar aramak peşinde koşan canlardı

Oysaki
Sünnetullaha aykırıydı
Akıl niye insana amadeydi, kalplerin sahibi kimdi

Bilinçsizlik
Asla bir mazeret olamazdı
Çünkü aynı insanlar hevesler, zevkler için koşandı

Düşünmek
Yitik bilginin serencamında
Aranmaya amade olan bahşedilmiş vuslattı, aşktı

Lakin şimdi
Mihmandarım çok uzaklarda
Ötelerin zamanında hasretin tadında ruhum hicranda

Gül kokmayınca
Solgunluk kalbi kurunca
Ruhum yalnızlığında sessizce hıçkırıklara boğulunca

Efendim
Geliyor özlemle aklıma
Lakin kalp bomboş olunca, şekliyet hali kuşatınca

Hicranım
Nüksediyor boylu boyunca
Efendimin kokusu halimde ruhumu hiç kuşatmayınca

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:33 AM
Henüz sen geçmeden!

Şimdi
Ne yapacağımın
Şaşkınlığı hükmünü
Sürdürüyordu hislerimde

Senin fevkalade
Rikkat ölçeğinde gizlediğin
Bakışların
Aklıma geliyordu şimdilerde

Biraz sonra
Asfaltla içselliği bulunan
Ahşap evimizin sokağa bakan

Penceresinden
Seni yakinen görmem
Mümkün olacaktı

Salınarak
Adımladığın bayır aşağı
Asfalt yoldan geçip giderken

Bu hali
Düşünmem bile yüreğimi
Ağzıma getiriyor her nedense

Bu kadar cezbe
Tutulmamın sebebi ne olabilirdi
Hala bir anlam verebilmiş değilim

Gözlerimin
Önünden akıp giden
Uzaklardan
Nazar ederken çok cazip gelen

Neydi
Bir anlayabilsem
Kim bilir ne kadar rahatlayacağım

Öncelikle bizzat
Beyan edemediğim hakikat
Suhuletli duruşunda ki muazzamlıktı

Seni halk eden
Ne kadar cömertlik bahşetmiş

Nisa kimliğinde
Mihenk olarak telakki edilen
Her şey sende
Sanat harikası olarak tablolaşmıştı

Gizlediğin
Gülüşlerinde ki akıcılık
Asla unutulabilir değildi

Yan gözlerle
Etrafını süzmen
Ne kadar harikaydı

Oluşturduğun
Gizem karşısında meftun
Olmamak içten bile değildi

İnsan olarak
Bu değerli can için neler
Feda edilmezdi ki diye
geliyor sinenin derinliğinden

İşte sadece bir sergi için
Aldığım davet sebebiyle bilmeden
Müşterekliğimiz olan
O solonda fark etmiştim sizi

Ebrular için
Ne kadar enfes yaklaşımınız vardı
Daha önceleri hiç fark edemediğim
Güzelliklere şahit olmuştum sayenizde

Sizi tanıyana kadar
Ebru sanatına karşı asla
Sizin zaviyenizden
Bakabilmeyi becerememiştim

Sanata karşı
Bu denli duyarlılığınızı sizinde
Bir sanat harikası olan
Kişiliğinizle özdeşleştiriyorum

Bir gün
Sizin karşınıza
Çıkmaya cüret edebilirsem

Yokluğunuzda
Pencere kenarında
Şimdi içimden geçen her şeyi
Bizzat size aktaracağıma eminim

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:33 AM
Her an misafirimiz…

Nağmeler sevdaları haykırırlar,
Keman genelde tizi yansıtır,
Ud, gamın yüzünü yelpazeler,
Tabur ve ney, dâhilde gezerler.

Bestekâr, güfteyi an be an yaşar,
Nota, öznedir vuruşun resmidir,
Güzel ses, sinenin tebessümüdür,
Müzik ise bir ahenk bütünlüğüdür.

Söylenmemmiş ve söylenemeyen,
Hayatın yaşanmışlarını mısralayan,
Bazen de yaşanamayanları anlatan,
Teklifsiz ve bizim bir misafirimizdir.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:33 AM
Her anın değerinde kaldığı sayfalar!

Hissetmeye başladığım zamanlardı
Melalimden tutup götürdüğü anlardı
Bir zamanlar an içinde kalan sayfalar
Aşkın hazzıyla merakın içine salarlar

İşte o anın değerleri bir başka sanki
Seni senden dahi alarak götürürken
Bir başka sayfalara nakışlar işlerken
Silinmeyeni belirlerken serde derken

Bir umman misali hızla içine çekerken
Dalganın katresinde aciz nefeslenirken
Düşen yaprağın akıbetleri önceletirken
Güneş kaybolup gece mahkûm olurken

Her anın bitecek zamanın zevk ile hazzın
Ahir ve zahirin suyla çölün dikenle gülün
Can için cananın gecede mahın şairliğinde
Sülük ederken hilkatin encamında nefesle

Bir aşk ki onu bahşedene haiz derinliğinde
Nefeslerin anlam içinde meşkin denkliğinde
Kabirlerin serinliğinde akıbetimin haşyetinde
Bir zaman sevdaya hasret kalsam ne olacak

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:33 AM
Her dokunuşun…

Esen meltem rüzgârı
Ellerinin olmuştu
Avuçlarının sıcaklığını
Tenime her dokunuşunda
Senden kalanları yeniden
Nisan yağmuru eşliğinde
Sırılsıklam yaşatıyordu
Yağmur gözyaşların
Esen yel avuçlarındı
Tenimle buluştuğu anda
Hasretimle buluşuyordum
Bu güzel anı yeniden
Tekraren yaşamak istiyordum
Sen meltemim yağmur
Sağanağında seninleydim
Sen benim mihengimdin
Hayatımın terazisiydin
Neşemdin, mesruru yetimdin
Sen benim her şeyimdin

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:34 AM
Her gecenin sabahı…

Uyku tutmayan *******in sabahın da
Akorda muhtaç her bir sazın hazzın da
Yürekten hıçkırıkla fışkıran figanlar da
Sevginin baharın da bitmeyen nazın da

Kalmalıydı her insanda bir bilinmeyen
Deşifre edememeliydi her önüne gelen
Merakın enginliğin de bir sevgiyi bilen
Olmamalıydı her isteyen çekip te giden

Fedakârlığın olmadığı sevgiyi yaşamak
Biriken her bir damla bir gün boğacak
Safa hiç kalmayacak hatırlar donacak
Yapmacık sevdalardır o gün soyulacak

Aranmaz ise bir âdemde şeran edep
Yaşanacakları sormaya yoktur sebep
Terbiyeye muhtaç her bir nefiste ilet
Zevkin harmanın da bulurlar bir izzet

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:34 AM
Her geçen an bir edebi unutan!

Bırakmayın
Bir çaresizliği solutmayın
Yalnız karelerde hukukunuzu sorgulayın

Dağlar ki
Onun eşiğinde nefes alın
Sonsuzluk umuduyla siz asla çırpınmayın

O kadar
Muazzam kalabalıklar ne bu
Kimse kimseden çok habersiz bir soluk şu

Kaybolduğumuz
Her boşluğun nelerdi sorgusu
Gariplik muştusu avunmanın bir korkusu

Her geçen
Gün çekilmez olanlar nelerdi
Halden geçiren gönüllü kölelik kimindir

Esaret
Zincirleri zahir keyfinde gemdir
Esen yeler hissiyatı aralar an’ı mecbur kılar

Ne olusunuz
Dönüp bir kez de tabiata bakın
Sevginizi yalnız hayvana değil insana anlatın

Aidiyetinizi
Sorgulayın ahir için hüküm
Haşyet içinde salınan nefesleri merak edin

Her nerede
Yaşıyorsanız yaşayacaksınız
Sizden arta kalana tefekkürü nazarla bakınız

Mazinizi
Anınızı, idrak için şuurla saklayınız
Varlık içinde bir yokluğu siz asla yaşamayınız

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:34 AM
Her gün aşk uzaklaşırken akıbet yaklaşıyor!

Geçtiğim aynanın karşısında
Her geçen zamanın bıraktığı
Bir tefekkür için umut saldığı
Gitmek için külli irade saydığı
Beklenen ve esrarlı olan sefere
Adım adım çaresiz yakalaşırken
Her gün dökülen saçlarımdan
Çaresiz buruşan yüz hatlarımdan
Gevşeyen omurgalarımdan
Kudreti azalan kaslarımdan
Mazi derinliğindeki anılarımdan
Aşka hasret bahtsız gönlümden
Sevilmeyen haleti ruhi yemden
Hakir görülen indi görüşlerimden
Fazilet addettiğim riyasız halimden
Sevgiye susayan gönül iklimimden
Bir türlü uyku tutmayan gözlerimden
Gecenin halime müdrik sessizliğinden
Yıldızların bakarken umut vazettiğinden
Seher muştusunda dinlediğim saba ezanından
Ruhumun enginliğinde bekleyen bela ahdimden
Ruhuma üflenen namütenahi haz aldığım nefesten
Nefsimin hadsizliğinden manaya hasret muhayyelimden
Bir ürpertinin eşiğinde nefeslenirken akıbetimin haşyetinden
Hakka sığındım, aciz olan bir kuldum, aşka öylece susamıştım
Sevdaları anmıştım, güzellikler içinde semalarda aranmıştım unut diyeni.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:34 AM
Her hevesin bahtı!

Bir uyku
Tutmuyor işte
*******in
Ürpertiyi sunan
Sabahın da

Ahenge
Muhtaç olan kalbin
Akortsuz çalan
Her sazın
Ne çıkar hazan da

Yürekten
İnhisar eden
Susmayan hıçkırıkla
Sinemde
Cereyan eden
Figanlar da

Kıraç
Toprakların
Rahmete bigane
Kalan
Hasret duyulanın

Bir ketumluğu
Yaşattığın
Sevginin baharın da

Umut içinde
Beklediğim selamınla
Bitmeyen nazın da

Kalmalıydı
Her insanda belki
Bir bilinmeyen
Deşifre
Edilemeyen
Hırslarıyla bekleyen
Her önüne gelen

Merakın
Enginliğin de
Nefeslenilerek
Bir sevgiyi bilen

Elbette ki
Olmamalıydı
Dilediğinde
Bırakarak çekip giden

Fedakârlığın
Bulunmadığı
Sevgiyi yaşamak
Biriken her damla
Seni bir gün
Muhakkak boğacak

Safa hiç
Kalmayacak
Hatırlar donacak
Yapmacık
Sevdalardır
O gün soyulacak

Aranmaz ise
Bir âdemde
İlleti edep
Yaşanacakları
Sormaya ne hacet

Lüzumsuzlukla
Uğraşmaya
Yoktur sebep

Terbiyeye
Muhtaç her bir
Nefiste zillet
Zevkin
Harmanın da
Bulurlar bir külfet

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:34 AM
Her ne söylersen…

Kim ne söylerse, elbette kabulümdür.
Derki ecdat, kem söz sahibine aittir.
Neme lazım demiyorum, dinliyorum,
Yeter ki düşünerek söyleyin, bekliyorum.

Her bir insan biliyoruz ki bir âlemdir,
Âlem hakikatti, asliyedir, mükerrerdir.
Bilmelidir gerçeği âdem, şerde ne arar,
Nasihati vardır, tecrübesi asıldır o yarar…

Acizim, muhtacım, başka kime açılırım,
Siz ki düşünen, akleden, gereğini bilensin,
Deldir, nifak, gıybet olamaz hezeyanlarınız,
Hakkı bilirsiniz, siz sadece Hak için varsınız…

Ahmet, Cemal, Ali, Hatice, Betül, Şeyma,
Her ne yaparlarsa, önce bir dinle, suçlama,
Sen bir insansın, sakın yargıçlığa soyunma,
Her bir âdemi beşer, âlemleriyle manalaşır…

Adam mı, hanım mı ne fark eder insandır…
Onlar birer âlemi hakikat, belki ummandır,
Ön yargın, bitmeyen zannın, senin yanmandır,
Kurtaracak olan, iyiliktir, himmettir, sevgidir…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:34 AM
Her ne yapılsa azdır senin için!

Ey benim
Dirliğim, ahirin mürebbisi rehberim
Sen şimdi beklediğine elinle gidersin

Zaman
Değil mi can, içinde kayboluyor insan
İnsan için önemlidir, namütenahi olan

Anlatırdın
Pak yüreğinle melalime nakışlar işledin
Sanat adına varlığına inanan şaheserdin

Anaydın
Canlar için bulunmaz bir kandın, anıldın
Sen hilkatinle tarih sayfalarında yer aldın

Seni
Yaratan, seni insanlık adına hep koruyan
Nesilleri ihtar eden bir ulûhiyetin şanıydın

Farklıydın
Güzellikler, sevdalar, aşklar, yıldızlarlaydın
Sen Ummanların girizgâhı şefkatin bahtıydın

Gülün rengi
Kokusuyla etkilediği her mekânda sen vardın
Sen bir nisaydın, kitabı celilde sürekli anıldın

Zaman
Seni anlatır, bazen Asiye, bazen Meryem diye
Ve bazen de, Hatice, Fatıma, Rabia sesleriyle

Sensiz
Kâinat, yapraksız ağaç, suya hasret olan yürektir
İnsana, adamlığı anlatan ve öğreten bir mihenktin

Düşündükçe
Yaprağını teker teker bırakan bir dal gibi çaresizim
Vuku bulacak nasip karşısında elbet metinim derim

Lakin
Sen, dönüşü olacak bir itminanlıkla ameliyata yattın
Anlatmadın, vasiyet etmedin, sen şimdi hali kuşattın

Anasın
Yârsin, evlat için en vazgeçilmez bir hazinesin bilesin
Yokluğun bile varlığına kefil olup hasenatla anılacaksın

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:34 AM
Her nedense!

Her ne hikmetse

Sizi

Dalı terk eden
Bir yaprak misali

Damlaya hasret
Bir muhayyile gibi

Sessiz çığlığın
Müdavim ölçeği

Gönüllerin
Dinmeyen şevki

Umutların
Haz veren yeşilliği

Gecenin
Tefekkür mefkûresi

Yıldızların
İşaret ettiği adres

Muhayyilesiyle
Mütalaa ediyorum

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:34 AM
Her nefes dikkati oranında muteberdir!

Artık beklenen an gelmek üzereydi
Alınan nefesler bir o kadar hissizdi
Bilinç tamamen sessizliğe çekilmişti
Beden hareketinin ne kıymeti vardı

Yatıyordu işte sessizliğin ahengiyle
Oysaki hangi çilelerin meşakkatiyle
Saadetin merak içinde ki hasretiyle
Gün batışında haslet olan sükûnetle

Muhakkak ki kalmıştı içinde kalanlar
Bir uhde olarak bulunan nice umutlar
Çare için sabır içinde dilenen muratlar
Sessizliğin inde sirayet eden o ağıtlar

Bizi birden badire kendirinden çeker
Dikkat altı harften lakin derinliğinden
Dik derken beş duyu organı hissinden
Kar ilave ederken kattığımız değerden

Beden, zihin, can üç birleşende insan
Bir hedefsiz yaşayan kan içinde kalan
Şuur akıl izan birlikteliğinde manalaşan
Bilinç için koşturan manasında bulunan

Göz hangi canlıda yok ki yalnızca bakar
Bakar kör olmak idrakten uzaksa salkar
Bellek ne işe yarar hilkat kim için sorar
Düşünmek ne soracağını bilmek demek

Habersiz bir hayatın mizanın arefesinde
Bela sözünün evvel emirde verilen ahitte
Ruhun bir hedef için ihsan edildiği birlikte
Terki halinde şu keşmekeşlik zihni hederde

İşte o vakit bitecek nihayetin nefeslerinde
Bilincin terk edildiği evvel muhasebesinde
Kabir haşyetinden sızan letafet sahnesinde
Haşaratın ziyaretlerinde ki emrin zarefetinde

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:34 AM
Her şey bu kadar aşikârken!

Her geçen günü gönderirken
Tayin edilen bir merhalenin basamaklarında
Ne gönderen ve ne de giden ne kadar birbirini anlıyorlardı!

Zamanı anlamayan can
Akışın anlarındaki fevkalade önemli olan “ritmi”
Algılama ve bu manada yakınlaşma mefkûresini bulamayacaktı.

Kalbin sahibinden habersizken
Kalplerin emanetçilerine ne kadar duyarlı kalınırdı
Onlar adına zan ve ön yargılardan ne vakit bir felaha ermek vardı.

Toprağın himmetinde ki berekettin
Suyun letafetinde gizlenen namütenahi değerin
İnsan için tanzim edilen arzın nimetlerinin veriliş serüveni bilinirken!

Nebatata ve havana ta bu denli
Yozlaşan duyarsızlığı her geçen gün tırmandırırken
İçtiğimiz suları hoyratça harcarken kazanç için onları dahi kirletirken!

Mazlumu, mahzunu, masumu
Korumayacak kadar, durumlarına bigane kalarak
Gözyaşlarını görmezden gelerek ahu figanları kulak ardı ettiğimizdir!

Her zerre bir hesap dâhilinde
Yaratılmışken, yapraklar dallarını hazanda terk ederken
Kuşlar iklimlerden sıcak olanı seçerken mekânı terk ederek göçerlerdi!

Ay her zaman ki güzelliğiyle
Her zerreyi hakikati temaşa ederken sunduğu
Semadaki mevcut yıldızlarla güzelliğin estetiğinde ki hikmeti anlatırdı!

Varlık ve yoklukta ki dirliğin
Mekânsal bakımdan bir öneminin olmadığını
Her gün yenilenen ve bir iştiyakla melallerimizde nakşedenler değimliydi!

Tenlerden nüfus eden kokuların
Kalplerde anlam bulan korkuların, nasipteki mananın
Teslimiyette göstereceğimiz gayretin, sevgimizde ki müşahhas gerçeğindi!

Sevmeden, ona erişmeden
Aşkı dileyerek çileler mefkûresiyle sabırla bilenmeden
Nisalar rahmetin mübelliği olan aşk elçileriyken manaya hasret ahval anlar mı?

Ruhun her gün uyurken beklediği
Tenin hissizleştiği, varlığın o an hali terk ettiği bilinirken
Revanlar bizzat senin için her zerrelerini seferber ederlerken sen bilir miydin?

Efendiler efendisi gülün sezgisi
En güzide olan bir ölçüyken, emanetleri için şefkatliyken
Sen sinende Med ceziri yaşadın, ona bir damla, yaprak ve toprak gibi bakmadın!

Sadece zevklerin için ona sarıldın
Sen onu var edildiği manada anlamaktan uzaktın
Elinde mevcut olan varlığın ve seni mahveden hamasi duygularındı!

Sen yalnızlığın içinde kalan
Dili kullanmayan kulağı asla duymayan
Varlığının hükmünün gereği sana sabırla tahammül eden gülistandı!

Sen bilmiyordun ki çiçekler
Onlar için var edilen, aşk için tanzim edilen
Kelebeklerin serencamında zikreden, fikreden ne hoş asudelerdir!

Hissetmek onu becermek
Aşk için gönülleri seferber ederek nefeslenmek
Sevgililer için hak ettiği değeri teslim ederek onu gereğince yüceltmek!

Bilmek onun için tahkik etmek
Neden gerekliliğini idrak ederek tercihi yönlendirmek
Sevgiyi bahşedeni bilerek, hak eden sevgililerden katiyen esirgememek!

En sessiz anlatışı sevginin
Gül içinde gizlenen her nasib olacak zenginliğin
Gönüllerde dirliğin birlik içinde nefeslenmenin zaruretindeki güzelliğidir!

Sen giderken gün terk ediyor
Hazanda yapraklar dalsız yerlerde sürükleniyor
Kanatsız kuşlar dahi şefkat beklerken, sevgilin senden anlayış bekliyor!

Çiçeği kurutursan arı anlamazsan
Rahmetin sebebini bilmeden varlığına meyledersen
Nefsin densizliğiyle heveslerinde ahirin mertliğinde bir hesap yapamazsın!

Sen ancak ruhun ahengini
Vicdanın itminanlığında var olacak her bilincini
Mizanın mezardan geçerek tenin bir hükmü kalmadan manayı bulmalısın!

Sen ancak o vakitte bir saadeti
Dareyni bularak, hilkatin üzere anlam bulan seslere
Asla bigane kalmayacaksın, aşkı ölümün dirliğinde her an buluştur aksın!


Her şey bu kadar aşikârken!

Her geçen günü gönderirken
Tayin edilen bir merhalenin basamaklarında
Ne gönderen ve ne de giden ne kadar birbirini anlıyorlardı!

Zamanı anlamayan can
Akışın anlarındaki fevkalade önemli olan “ritmi”
Algılama ve bu manada yakınlaşma mefkûresini bulamayacaktı.

Kalbin sahibinden habersizken
Kalplerin emanetçilerine ne kadar duyarlı kalınırdı
Onlar adına zan ve ön yargılardan ne vakit bir felaha ermek vardı.

Toprağın himmetinde ki berekettin
Suyun letafetinde gizlenen namütenahi değerin
İnsan için tanzim edilen arzın nimetlerinin veriliş serüveni bilinirken!

Nebatata ve havana ta bu denli
Yozlaşan duyarsızlığı her geçen gün tırmandırırken
İçtiğimiz suları hoyratça harcarken kazanç için onları dahi kirletirken!

Mazlumu, mahzunu, masumu
Korumayacak kadar, durumlarına bigane kalarak
Gözyaşlarını görmezden gelerek ahu figanları kulak ardı ettiğimizdir!

Her zerre bir hesap dâhilinde
Yaratılmışken, yapraklar dallarını hazanda terk ederken
Kuşlar iklimlerden sıcak olanı seçerken mekânı terk ederek göçerlerdi!

Ay her zaman ki güzelliğiyle
Her zerreyi hakikati temaşa ederken sunduğu
Semadaki mevcut yıldızlarla güzelliğin estetiğinde ki hikmeti anlatırdı!

Varlık ve yoklukta ki dirliğin
Mekânsal bakımdan bir öneminin olmadığını
Her gün yenilenen ve bir iştiyakla melallerimizde nakşedenler değimliydi!

Tenlerden nüfus eden kokuların
Kalplerde anlam bulan korkuların, nasipteki mananın
Teslimiyette göstereceğimiz gayretin, sevgimizde ki müşahhas gerçeğindi!

Sevmeden, ona erişmeden
Aşkı dileyerek çileler mefkûresiyle sabırla bilenmeden
Nisalar rahmetin mübelliği olan aşk elçileriyken manaya hasret ahval anlar mı?

Ruhun her gün uyurken beklediği
Tenin hissizleştiği, varlığın o an hali terk ettiği bilinirken
Revanlar bizzat senin için her zerrelerini seferber ederlerken sen bilir miydin?

Efendiler efendisi gülün sezgisi
En güzide olan bir ölçüyken, emanetleri için şefkatliyken
Sen sinende Med ceziri yaşadın, ona bir damla, yaprak ve toprak gibi bakmadın!

Sadece zevklerin için ona sarıldın
Sen onu var edildiği manada anlamaktan uzaktın
Elinde mevcut olan varlığın ve seni mahveden hamasi duygularındı!

Sen yalnızlığın içinde kalan
Dili kullanmayan kulağı asla duymayan
Varlığının hükmünün gereği sana sabırla tahammül eden gülistandı!

Sen bilmiyordun ki çiçekler
Onlar için var edilen, aşk için tanzim edilen
Kelebeklerin serencamında zikreden, fikreden ne hoş asudelerdir!

Hissetmek onu becermek
Aşk için gönülleri seferber ederek nefeslenmek
Sevgililer için hak ettiği değeri teslim ederek onu gereğince yüceltmek!

Bilmek onun için tahkik etmek
Neden gerekliliğini idrak ederek tercihi yönlendirmek
Sevgiyi bahşedeni bilerek, hak eden sevgililerden katiyen esirgememek!

En sessiz anlatışı sevginin
Gül içinde gizlenen her nasib olacak zenginliğin
Gönüllerde dirliğin birlik içinde nefeslenmenin zaruretindeki güzelliğidir!

Sen giderken gün terk ediyor
Hazanda yapraklar dalsız yerlerde sürükleniyor
Kanatsız kuşlar dahi şefkat beklerken, sevgilin senden anlayış bekliyor!

Çiçeği kurutursan arı anlamazsan
Rahmetin sebebini bilmeden varlığına meyledersen
Nefsin densizliğiyle heveslerinde ahirin mertliğinde bir hesap yapamazsın!

Sen ancak ruhun ahengini
Vicdanın itminanlığında var olacak her bilincini
Mizanın mezardan geçerek tenin bir hükmü kalmadan manayı bulmalısın!

Sen ancak o vakitte bir saadeti
Dareyni bularak, hilkatin üzere anlam bulan seslere
Asla bigane kalmayacaksın, aşkı ölümün dirliğinde her an buluştur aksın!

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:35 AM
Her şey sizlerle güzeldir ancak!

“esselam efendim
kısa bir aranın ardından yazılarınızla tekrar kavuşturana sonsuz Ham ederim

her zaman ki gibi,
bıraktığım gibi her şey çok güzel
eyvALLAH yüreğe değen nağmeler her ne kadar işleyemese de...”




Ve aleyküm selam efendim


Yokluğunuzu
Çok arıyorum bilesiniz
Siz hamiyet ve şefkatinizle fevkalade naifsiniz

Kalbi
Muhabbetimi
Lütfen kabul ediniz

Zarafetinizle siz
Suhuletin güzelliğinde nefessiniz

Kelamı hal
Neden gereklidir,
Ülfetle öteler zikredilir

Muhabbet
Bulunmazsa silik duvarlarda
Nem koklanırsa
Şevk mahzunluğu adımlarında naçar kalırsa

Durağanlaşıyor hal
Sukuta davet çıkartarak bakınıyor

Dostların
Soluklarında
Hasreti anarak manalaşıyor…

Selam ve hürmetlerimle
Kalbinizin sahibine emanetimle
Sağlık ve afiyet dileklerimle baki muhabbetle…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:35 AM
Her vakit anılan Leyla’sıyla kalan!

Bir Leyla’nın hicran perdelerinde
Sızan sıkıntıların terennümlerinde
Hasretin nakşettiği o kalan izlerde
Mühletin katresinde alınan nefeste

Vazgeçilemeyen özlemin kederiyle
Sevginin sinedeki her sır hecesiyle
Pervazlarda tutunan muhayyilesiyle
Kanadı al olmuş biçare kuşun haliyle

Dalları terk eden her yaprağın ahıyla
Hasrete pes dedirten şelalenin akısıyla
Yalnızlığı nefeslenen esintim o hilalimle
Toprağın karanlığında sabreden canımla

Bacadan bir hışımla boşalan dumanlarla
Soğuğun iliklerine kadar işlemiş garibimle
Bir sokum ekmeğe hasreti çeken sefilimle
Bacaklarından takati sakıt olan ihtiyarımla

Çene kemiklerini terk eden çaresiz dişlerle
Mühletin azaldığını sunan fersiz gözelerimle
Nefeslerimin yetersizliğinde ki iç çekişimle
Leyla’nın yaşam umudu vadeden özlemiyle

İksirin laf dinlemeyen kalan mücadelesiyle
Kabirlerin sessizliğindeki yeşilliğin enfesiyle
Kanat çırpan kuşların vaaz ettiği sevinciyle
Dallarını henüz terk etmeyen yapraklarıyla

Sesin nağmede hüznü resmeden açılımıyla
Leylanın hülyasındaki güzelliğin rüyasında
Kalan anıların nağmelere akseden farkıyla
Hayatın yıllara hasret olan muhasebesiyle

Muvazene eksikliğinin fark edilemeyeniyle
Bilincin duyguya uyarlandığı o teslimiyetle
Hani nerde yıllara hasret Leylanın ümidiyle
Her bir vakit yenilenen bir şevkin özlemiyle

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:35 AM
Herkes anladı sen anlamadın!

Martılar ağladı
Kelebekler halimden dem aldı
Hüzün yaprakları sararttı anlamadın

Izdırabın
Korlaşan sevdanın
Hasrete müptela hissiyatım erirken

Seni
Andığım an yağmur
Yağmaya başlıyor fersiz gözlerimden

Suç mu?
Sevmek bu kadar
Korkunç mu, gönül akarsa sorulur mu?

Çareyi
Çaresizliğe duçar etmek
Sessizliğe çekilmek ve gitmek olur mu?

Bilemezsin
Hissetmeden çileyi
Göremezsin, heveslerinden geçemezsin

Ömrün
Devranında ki sayfadan
Mefkûreleşen davanın sevdası sorulunca

Her şey
Tek düze ve mücerret
Hakikat sıratta aranacaktır kime ne hacet

Sabır
Bizimledir elbet aşk
Hilkati ekseninde nasibiyle asudeleşecek

Ruhum
Kalbin sahibindedir nihayet
Vicdanım lekelerden temizlenecektir evet

Sen kendi
İkliminde artık seyret
Tefekkür meşkimdir ne büyük bir letafet

Kanaat
Hazinemdir hamd gerek
Nedamet niye gerek, hikmetindedir sebep

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:35 AM
Hevesler kendi ikliminde güzeller!

Seninle kuşandım, baharların hazzını
Kokladığım çiçeklerin, o naif yaprağını
Renkler içinde resmedilen aşk tufanını
Ruhun serencamını kalbin hıçkırıklarını

Neden anlaşılmaz, heveslerin daimiliği
Nefsin, tuval üzerinde resmettiği hayatı
Yaşamak için duygularla olan sağanağı
İradi olmaktadır insanın asıl olan kemali

Ne hal ve nede yar, nasibinde kaygı var
Sinende açılacaktır bahar vehim niye yar
Akideyle anlam bulur en yüce olan aşklar
Ölüm niye var, dirlik gayretinle olacak hal

Kelimelerin anlamları, insan için gereklidir
Sosyolojik badireler ki zaman için sebeptir
Mazi, kimler için şevki sunan, hakikatlerdir
İnsan o hilkati denkliğinde anlamlaşacaktır

İnsan, keyfilik noktasında sınır tanımayan
Zaman, insana insanlığın hadlerini anlatan
O an ve seni senden alacak olan bir zaman
Ruhunla müsaviliği bulunan bir kalb taşıyan

Ne bir şarkı ve nede zamanın devran-ı aşkı
Sinelerin zindanında mahkûm edilen o hazzı
Yazgının rüknüyle tercihlerinle yaşayacağını
Nedamet ile solumanın fayda etmez nisyanı

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:35 AM
Hıçkıran gönlümü ******* avutamaz…

Her gece delinen uykularımın sebebiydin
Kör bir karanlığın içinde hayalini nerdeydin
Kalbim hızla çarparken bile sen uykunlaydın
Kan ter içinde kalırken koşarım sana doğru

Hıçkıran gönlümü ******* asla avutamaz
Kapıldığı sevdanın kadrinden kurtulamaz
Uzatırım yorgun kollarımı kimseyi bulamaz
Kahrımla yoğrulurum yar bunu anlamaz

Sanki yanardağ misali yüreğim kor saçar
Azalan ümitlerimi bir hınçla tavına palazlar
Bitmesin hiç umudun, yüreğinde ki aşkın
Kavuşmasan da sevdana yar duymasa da

Sana bir sitemim yok dertleniyorum işte
Seni enteresan etmese de ilgilenmesen de
Kendini gizleyip bir nebze güvenmesen de
Halim bu sen uykundan taviz vermesen de

Ha ne olur sevmesen de şefkatini esirgeme
Lisanı halinle yüreğime hançerini hiç gömme
Tavır alıp münasebeti kesme bunu düşünme
Özlemesen de merakın eşiğinden sen inme

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:35 AM
Hırs uğruna koparılan güller!

Öyle yanıyor ki şu hadsiz yüreğim
Aşkı arıyor, onsuzluğa dayanamıyor
Kaynıyor kanım, buharlaşıyor canım
Hakikat çardağında dayanmıyor halim

Elbet biliyorum ben benliğimin neferiyim
Zevklerimle elzemim, benden öte biriyim
Nefsimle meşk halinde bilinmezlerdeyim
Şirkte miyim? Tuğyanda mıyım? Eneyim

Halim bu ya yerken, uyurken şu zevkken
Hakkı ötelerken, rahmetten habersizken
Hayallerde gezerken, hülyalara dalarken
Akıbeti hiçlemez, mizanı hedeflemezken

Aşk adına onca takıyeleri, birçok hinlikleri
Hırs uğruna koparılan gülleri, yaseminleri
Bembeyaz gelinlikleri, kefendi bilinmeyeni
İdrakin sefilleri, erdemliğin birçok fakirleri

Ne oldu yani gasp edince, sinsi desiselerinle
Masum insanlara zulmedince, kanına girince
Mendebur terini masum bedene salgılayınca
Avazın çıktığı kadar bağarınca, şeytanlaşınca

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:35 AM
Hicran ah yine hicran!

Gözlerin nazarı
Uzaklardan süsülürken
Sevdamın
Kefeninin biçildiğini
Hissediyorum
Onu hiçbir an
Unutamıyorum

Sen yüreğinde
Onmaz fırtınaların
Dalgasında
Bizar kalıyordun
Hiç bir umut
Bulamıyordun

Yüreğimi
Yoluna serdiğimi
Hissettiğin halde
Hala direniyorsun
Korunmak için
Sevmediğini bildiriyorsun

Hasret çeken
Ruhumun mecaline
Tınmıyorsun
Ağıtlar yaksam
Garip bir eda ile
Gülüyorsun
Sen delisin diyorsun

Salınırım
Bir sevdanın
Dinmeyen
Salıncaklarında
Bir umutla beklerim
Gönlümün
Hicran pınarında

Yalnız senin
Melaline gömülürüm
Evrenin ışığında
Senden uzak kalınca
Bitap kaldığıma
Hiç inanır mısın

Bir kez olsun
Dahi duygularımı
Bağrına basmasan da
Sana asla kırılmam

Sevgini
Dilenmek için
Gönül kapına
Korkma dadanmam

Hatta diliyorsan
Seni ömrümce
Anmam
Yazdığın mısralarını
Bundan sonra
Katiyen okumam

Sen yeter ki
Bir kahır içine girme
Nedametle nefeslenme
Bir sitemde bulunma

Senin
Sevdanla yanmak
Varsa nasibim
Ben elbette hazırım
Kor içinde yanmaya

Seni
Sensizliğinde
Gözyaşlarınla solumaya

Mana içinde
Aşkında kalmaya
Mısralarında yorulamaya

Sevginle
Konuşmaya
Ben razıydım

Sen ise
Hala niye kaçıyor
Kayıpları
Halime yaşatıyorsun

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:35 AM
Hicran filizlenince!

Ne söylesen bir kar etmeyecek sana
Sen uzaklardan uzattığın o umutlarla
Gönlümde yaşattığın hasret hicranıyla
Ben nasıl kızarım sana sen anmasan da

Duyduğum ezanlar yüreğimi ürpertiyor
Ötelerin meclisine ruhumu davet ediyor
İçim gidiyor gözyaşlarım hazır bekliyor
Kalbim öyle bir hasretin acısıyla sızlıyor

Aşk bu dirliğimde arandığım tek umudum
Olsun tüm heveslerim zevklerimde donsun
Beni ben yapan coşkuyla avunsun haz bulsun
Aşk ruhumla mücehhez olsun tenimi unutsun

Ey yar seninle müşterekliğimiz ruhun nizamı
Beden vicdanın yüz akı, edebin hazzın nazarı
Halinden nükseden zarafet ruhumu fetheder
Melalimi dirliğe gark eder hasretin ne güzel

Şimdi teneffüs ettiğim her nefesim seninle
Halime işlediğin en güzide eserin himmetiyle
Tüm hücrelerimin denkliğinde ki meşverette
Ben her vakit seninleyim içime dolan iklimlerle

Bıraktım sinemi dalgaların kuşatacağı zamana
Nasip içinde var olan ruhumu bekleyen mizana
Kanımla zerk eylediğim akidemde ki kulluğumla
Bir vakit buluşuruz yağmurun gözümde kalanıyla

Biliyorum ki sen hürsün rahmet şevkiyle örülürsün
Sen edebin örtüsü gönlümün en nadide bir gülüsün
Ruhumu kuşatan en zarif güftesiyle ne bülbülümsün
Sen bahşeden tarafından tanzim edilmiş abidemsin

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:38 AM
Hicran sarmış…

Kızmıyorum sarhoşa,
Kaybolmuş berduşa,
Kadehte savrulmuşa,
İstesem de kızamıyorum,

Hicran sarmış dolanmış,
Zavallıyı naçar bırakmış,
Sabretmiş ve kitlenmiş,
Kadehle derinlere inmiş,

Biçare hali, zihin melali,
Gelmiyor yâri ve amali,
Dağıtmak, unutmak hali,
Kadehlere ancak mecali,

Ne yapsın, kimi dağıtsın,
Anlayan kim, derdini ansın,
Çaresiz meyi yudumlasın,
Garip bari kendini avutsun…

Dert öyle sert ki bir zillet,
Açılmıyor kimseye bir illet,
Kime niyet, kimine kısmet,
Çaresizsin sukut ile sabret…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:38 AM
Hicranın güzelliğinde yaşanır bir aşk!

Sakladığın nazarların tarumar eylediği halim
Cezbe tutulmuş bir iştiyakla sana yöneliyordu
Seni, sana ait güzelliklerle has gönül bahçeni
Müşahhas bir şekilde görmeyi aşikâr eğliyordu

Edeb sebebiyle seni uzaklardan temaşa etmek
Halin dirliğinde, meraka kulaç açarak yaşamak
Kalbin itminanlığında ruhun ferahlığında olmak
Senin hal güzelliğini kalbinin ritimlerinde anmak

Dillenen gönüllerde filizlenen ülfeti izzet bulmak
Sürurun haz dalgalarıyla bir mesruriyet yaşamak
Ahirin açılan sayfasında mazinin kokusunu almak
Gülü anlamak, renkleriyle boyanıp öyle koklamak

Baharın şevkinde sen varsın çiçekle anlamlaşırsın
Sinenin hasretiyle lisanı hal ile dile gelen mısrasın
Şiirle yaşatılan, unutulmaz bahtiyarlığı yaşatansın
Sen hasetsen özenilen, insanlığa bahşedilen yarsın

Zerrelerin miskalinde, senin kokun an be an alınır
Senden başka ziyadesiyle, kimlerle hasret yaşanır
Aşk sensizlikte sukutu yaşayan çaresiz ne dalgadır
Sevdalar seninle muazzamlığın hazzını sunmaktadır

Semaya uzanan dağların haşmetinde ne sırlar vardır
Gök kubbeden inen o ağıtlar, kimler için niyazı haktır
İnsan hilkatinde bekleyen nasibin gereği muhakkaktır
Aşk, insan kimliğimde dile gelen muhabbetin şarkısıdır

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:38 AM
Hiç bilmeyeceksin!

Ey yar
Nerden bileceksin
Gönül bağımda baş tutan gülleri

Hissiyatın
Şahlanan serencamını
Halin inhisarında dile gelen ahımı

Canım
Nihayette hazanım
Sensizliğin hengâmesini yaşayanım

Sevgililer
Sevgiye hasret gönüller
Kimsesiz şevksiz efkâr nefeslenirler

Cihan
Aşka amadedir
Şefkati bilen gönül niye sessiz elemdir

Muhabbet
Sevgidir, verilendir
Onun uğrunda başlar eğilir hak zikredilir

Bahçende
Gönül hanen güzellikte
Çiçeklerin boynunu bükükse aşk kiminle

Gel etme
Nazı sen heder etme
İfratın bıçkınlığında hali görmeden geçme

Bugün bana
Gün ola harman koyula
Kuzular meşeleşiyor hayırlar tebdili soluya

Hal iklimdir
Mevsimlerin benzeridir
Nasip kalkınca gönül kime havale edilecektir

Zikir elzemdir
Tefekkür hazinendir
Bilgin yoksa o avuntuların devreye girecektir

Mesaj nettir
Ömür müddeti nöbettir
Aşk, kalbin inhisarında demlenen mücerrettir

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:38 AM
Hiç değilse acıyalım!

Hakikaten, çok görmüyorum,
Ancak, sadece acıyorum.
Ne yapsın, nelere başvursun,
Zavallı biçare kalmış!
Kızmıyorum, kızamıyorum,
Sadece hüznümü yudumluyorum.
Rejimin adını alan bir partinin,
Yıllarca, genel başkanı olmuş!
Mazisi belli, badireyi çok yaşadı,
Fakat ahvali çetrefilli,
Yaşı kemale yakın,
Lakin bir türlü eremedi,
Kızmayın zavallıya, inanın çaresizdi.
Kendine göre, haklıdır!
Mücadele ediyor, çırpınıyor.
Ancak ne yapacağını,
Nasıl başaracağını bilmiyor.
Şaşırıyor, biçare kalıyor,
Erdemi dahi terk ediyor.
Zor bir durum, sakın kızmayın,
Sadece tefekkür edin ve ibret alın,
Genç kalmayı başarmakla,
Yüzerek spor yapmakla,
Siyasetin, üstesinden gelinmez!
Ama ne yapsın, öyle zannediyor.
Oysaki tecrübelerini,
Tefekkür ederek, ibret alsa,
Onu, bunu, şunu suçlamadan da,
Siyasetin yapılacağına inansa.
Hemi iftira atmaktan,
Zanda bulunmaktan kurtulacaktır.
Siz yine de kızmayın, yaşlılık,
Kemali yeti terk ederse, betbahlaşır.
Ne yapacağını, kime kızacağını,
Ve nasıl davranacağını bazen karıştırır.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:38 AM
Hiç dinlemedin!

Ne söylesem
Yazımın kışı çevrildiğini
Derdimin halime yaşattığı bizarlığı

Kalpten
Sökün eden hüzünleri
Ruhun mahzunluğunda demlenen anı

Titremeler
Terk etmiyor halimden
Ne söylesem hesabın hak dirliğinden

Kendi
Acizliğimden hemen
Yaşlar boşalıyor şimdi kendiliğinden

Ne gelir ki
Bilsen kimin elinden
Yüreğin sessizliğinde nefes tükenirken

Ömrün
Yaşattığı güzlerden
Zemheriden geliyor sesler sefilliğinden

Kahır mı
Sevmek bu kadar ağır mı
Aşk halin sayfalarında murat aldırır mı

Yârin
Halinde ki gizemin
Bilinmeyen nağmelerde ki bilmecelerin

Raks edişinin
Salındığını görmenin
Rüzgârla nefesinde solmadan koklamanın

Hayatı
Zarafetle dürmenin
Semadan yağmur davet ederek ölmenin

Severek
Hürriyeti dilemenin
Sevdanın kuşatıcılığının hal tanımadığının

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:39 AM
Hiç gelmedin, gelmeyi düşünmedin!

Nerdesin ey sevgili, hangi esen yelsin
Hiç gelmezsin artık, nasıl meşk edersin
Güzellikler içinde sen en güzel payesin
Nerdesin ey sevgili sen şimdi kimlerlesin

Bak artık bahar bitti, hazanım göründü
Okşamadığın yapraklar öylece döküldü
Şiirler hissiz, besteler nefessiz şekillendi
Nerdesin sen ey sevgili kimlerlesin şimdi

Biliyorum ki bu hayat vefasızdır sen bari ol
Sevda yolunda ne olur sen tek seferber ol
Ben tükendim artık bulamam başka bir yol
Sen hiç solmadan, umutlarımın esenliği ol

Bulamadım artık seni ne yelde nede sinede
Sen silinmezler derinliğinde bendesin bende
Ne şiirlerde ve nede bestelerde sen sinemde
Hiç solmayan gönül bahçemde ki serzenişte

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:39 AM
Hiç görmesem de!

Meftun olmuş bir kalbin
Dirliği olur mu şakıyacak
Dinginliğin içinde aşk mı
Kalacak sinede yaşanacak

Ruhumun inhisarı artık ne çare
Duymaz ki melalimi açayım yâre
Gönül pencerenden açılıyor perde
Çık ta gel artık bırakma beni derde

Her gün ellerinle beslediğin o güle
Sesiyle avare olduğun öten bülbüle
Senden sudur edecek bir düşüncene
Hasretim *******inde yazdığın şiirlere

Artık ne çıkar seni gözlerim görmese
Halinden sızlayan hicran hiç dinmese
Ellerin tenimin özlemiyle çileler çekse
Sen asla dert etme kederlerin benimle

Zahir bilirim ki bir ölçüdür kanaat için
Hüccet için şekliyet aranır bilmem niçin
Sen kendin için ihtiyaçlıysan eğer seçin
Hiç merak etmeyin olan haliniz tercihim

Hani hislerimi okşayan bir letafet var ya
Aşk sessizliğin dirliğinde sineye akar ya
Ruhum nefsime nizam etmeden ağlar ya
İşte bu kalbim her atışıyla sevdalısını arar

Sen uzaklardan nazar ederken o hasretin
Ruhun müsaviliğinde ki müşterek ahengin
Cezbeden sensin hisleri fark ettiren nefesin
Sen bir özlenensin hasret için düşünülensin

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:39 AM
Hiç tahkik edilmeyen acı olan gerçekler!

Müşahede ettiğim bazı hareketlenmeler dikkatimi çekiyordu etrafımda.
Önceleri tanış olduğum bazı dostlar bazı sohbetlere iştirak etmeye başlamışlar.

İlgililer bazı tavsiyelerde bulunmuşlar, muhabbetin, feyzin kaçması konusunda.
Aynı gurubun müdavimleriyle ünsiyet peyda etmenin yaraları anlatılmış sohbette.

Bir “dersin” alınmasının gerekleri konusunda nasihatler yapıla gelmiş ve mürit olunmasının gerekçeleri sıralanmış.

Sabah Teheccüt namazından sonra “tefekkürü mevt” tasavvurunu öğütlemişler.

Arkadaşımdan yıllara sâri olarak duyduğum çok farklı bir açılım olduğu kesindi.
Bazı düşünceler benliğimi kuşatıyordu sessizliğin muhayyilesinde sorularla…

Evet, tefekkürü mevt diye, rabıta diye, bir olgu bilmiyordum, daha sonra bunları kelime olarak öğrendim. Fakat ölümü düşünmek, o kadar basit ve kolay mıydı, yolu, yordamı, bu kadar sığ mıydı?

Son nefesimi vermeden, o ana kadar bütün yaşantım, neye, hangi ölçüye göre şekillendi, mihengim var mıydı veya nasıl olmalıydı.

Ruhlar âleminde bulunurken, verdiğimiz söze iman ettiğimiz, evet Yarabbi sen bizim Rabbimiz sin, ahdine ne kadar ve hangi koşullarda sadık kalabildim.

Bunların muhasebesini yapmadan, kulluk bilincini kazanmadan, taklitten kurtulup, tahkike ermeden, günü birlik bir hayatın, sefasını veya cefasını nasıl çekerim.

Çaresiz kalıp, hastalandığımız da, yatağa uzanıp yatarken, her türlü beşeri isteklerimin açılımlarını sağladığım bu yatağı, gün evveli, mecalsiz kalmadan, cazibe merkezi olduğumuz zaman, son nefesimizin mekânı olarak, hiç düşüne bildik mi?

Allah’ın ve sevgili resulünün ve ashabının, müçtehit imamların, tavsiye ve telkinlerine, duyarsız kaldım, en önemli referans ve müstakim olan bu yolu, yol pusulası olarak telakki etmedim!

Hayatımı idame ettiğim sosyal yapı, beni bana bırakmadı, sürükleyip bu hale getirdi, eşim, dostum, çevrem, hep benim gibi yaşıyorlardı diye söylenmem!

Çok canlı ve diriydim, istek ve heveslerim bitmek bilmiyordu, ona yetişeyim, tatmin edeyim derken, kendimi ansızın yatakta buluverdim birden, diyerek figan etmem!

Bunca yıl ve farkında olmadan yaşadığım ömrüm, ansızın nasıl geçmiş anlayamadım ve şu an inanın şaşırdım kaldım, diye feryat etmem!

Şimdi ne düşüneceğimi dahi, bilememenin aczini yaşıyorum, evet bu dünyada işimiz bitti belli ki gidiyoruz, diye kederlenmem!

Ama nereye ve nasıl bir yere, gideceğim hakkında mütereddit olarak, tabuta kefenlenip konacağız, salaca ya konup arkamızdan gelenlere bakacağız, diyerek hayıflanmam!

Tabuttan çıkarılıp üç metre kefenle, bizi hasretle bekleyen ve asla reddetmeyen, sergisi topsak olan, meçhulde derinliği bulunan kabir’e bir çırpıda konacağız!

Ruhumuzun terk ettiği dünya ve nimetlerini, bir mühlet sonra da kefen ve etlerimiz çürüyerek, iskeletimizi bir ati olarak neslimize sunacağız!

Sorgu meleklerine ne diyeceğiz, bilemiyoruz haşyet ve taaccüple şaşırıp kalacağız, kabir âlemi ve azabı neyse onu mutlaka göreceğiz ve öğreneceğiz!

Cehennem çukurlarından olan, bir çukura mı, yoksa cennet bahçelerinden bir bahçeye mi, kapı aralandığını amellerimiz ölçüsünde karar verilerek, mahşer gününü beklemek zorunda kalacağız!

Korku, panik, haşyet duygularını, en büyük azıkmış gibi, hep yanımızda bulacağız. Ve bu duyguların, sadece dünyaya ait olmadığını, çok geçte olsa nihayet anlayacağız!

İmanımızı, amellerimizi, hayırlı evlat ve varsa hizmetlerimizi, çok arayacağız beklide bulamayacağız, fakat tükenmeyen bir ümitle sürekli arayıp duracağız.

Ölümün ne demek olduğunu, ancak o zaman idrak edeceğiz ve en müşahhas biçimiyle öyle anlayacağız ki, fakat bunu anlamakta bizlere bir kurtuluş sunmayacak.

İşte akıl ve izan sahipleri bu aşamaları yaşamadan, hiç vakit geçmeden ve mühlet varken, varlık ve kuvvetimiz, hatta en canlı hislerimiz, bizleri terk etmeden,

Düşünmek, idrak etmek ve bunun, en büyük sermaye olduğunu bilmek, şan, şöhret ve makamların insana asli yet kazandırmadığını deruhte etmek ve anlamak durumundayız.

Ölümü, asıl ve bu tespitlerden yola çıkarak düşünmeliyiz, yoksa ölmüş insanların durumunu, tahayyül etmek, ibret almak için belki uygundur!

Bizimde akıbetimizin, nihayetini bilmemek ve sadece tasavvur etmek ne demek!
Aklederek irdelemek ve bu tespitlerden sonra düşünmek gerek. Gariptir belki, fakat anlayamadığım, taklide müteallik olgular benim için, bir çıkış yolu olarak, görünmüyordu.

Şu an yaşamakta olduğum ve aramakla yorulduğum, problemlere, çözümsüzlüklere, çare olacak bir tek alternatif sunamıyordu. Maşallah, inşallah temennileri, gerekçesiz olduğu sürece, çözümün kendisi olmamalıdır!

Hayatı anlamlı kılmak adına yaşarken, mesnetsiz ve içi boş saplantılara kolayımıza geldiği için niçin bel bağlıyoruz? Düşünün ki, rızkını arayan bir insan, çok az bir sermayeyle ve biraz da borçlanarak, akmaz, kokmaz kanaatiyle,

Sakin bir mahallenin, kuytu bir caddesinde, kira bedeli az olduğu için, bir dükkân tutarak, sermayeyi tuhafiye işine bağlıyor ve nasıl olsa Allah kerimdir niyetiyle, müşteri beklemeye başlıyor!

Geçimini, dükkân masrafını ve ödemek zorunda olduğu borçlarını, buraya gelecek müşterilerden ve kasaya girecek paradan yapacağını zannediyor. Bu tevekkel insan, aynı zamanda namaz kılıyor, tespih çekiyor, dua ve zikir ediyor, hatta boş kaldıkça kitap bile okuyor, hiçbir kötülüğe dahi bulaşmıyor.

Size göre bu insan, ailesini geçindirir, borçlarını öder ve sermayesini muhafaza ederek, müşteri kitlesine ulaşması mümkün görünüyor mu?

Tabi ki mümkün efenim, rızkı veren Allah’tır, nereye gidersen git, rızkın seni bulacak demek, bizlere çözümü sunacak mı?
Peki, öyleyse rızkı aramanın anlamı nerede kalacak?
O zaman demezler mi ki, sünnetullah ne olacak?

Eğer o saf, samimi ve tevekkel insan, piyasayı araştırmaz, pazarda kendine malını satacağı piyasayı bulamaz, müşteri kitlesine ulaşamaz ve rekabet ortamında, kuvvet dengesini oluşturamaz ise…

İşte bu insan, büyük bir şevkle başladığı, oldukça umutlandığı, kendi ve çocuklarının geleceği için, ufuk sandığı, gözü gibi baktığı dükkândan ve dolayısıyla Allah tan umduğunu bulamaz.

Ve bu nedenle, borçlarını dahi ödeyemez, sermayesinin ve emeğinin hakkının ne olduğunu bilemez. Netice olarak bu insan, karamsarlığa düşer, borçların ödeyemeyince panik başlar ve maalesef evinde huzuru dahi kaçar.

Düzlüğe çıkmak ve sükûna kavuşmak için, çıkış aramaya başlar,
Fakat alacaklı durmaz kapıya dayanır ve zili çalar,
Zavallı kaçacak yer arar fakat uğraşmaktan feleği şaşar, takatsiz kalır.

Şevk, cesaret, sevinç ve ümit bu insanın gönül dünyasında alabora olmuştur.
Arkadaş çevresi, boş ver üzülme Allah kerimdir derler, büyük bir imtihandan geçtiğini söylerler, fakat maddi bağlamda başka bir alternatif sunamazlar.

Allah’ın hiç insanı, gücünün yetmeyeceği bir yüke, tabi tutması mümkün değilse ve bizzat yaratan tarafından bu bir vaat ise; İnsanlarda, akıl, bilgi, tecrübe, istişare ve tespitlerden oluşan, kuvvet dengesini, azimetini ve iradesini, sabır ve sebatını bilerek düşünmeli, buna göre de hareket etmelidir.

Nasıl kendini tehlikeden koruyorsa, yani aslanın pençesinden, timsahın dişlerinden, piton yılanının boğmasından, denize düşmekten, sağlam dişini pense ile çekmekten, vagonun altına girerek…

Allah’ın izniyle kaldırırım diyerek, ahmaklığa düşmüyor ve kendini sürekli korumayı biliyorsa hayatımızın bütününde böyle düşünmek ve olmak zorundayız, yoksa tedbirsizlik, tevekkellik ve ahmaklık Allah için, bir imtihan vesilesi olamaz.

İşte bu ve benzeri mantıkla hareket edilince;
Rabıta eyleminde, sürekli mürşidi düşünmek, bizlere ne kazandırıyor ve bizleri nereye doğru sürüklüyor diye sorabilmeliyiz!

Bu dine inananların onca yaşadıkları zülüm ve çektikleri sıkıntılar, sadece bir imtihan vesilesi miydi, bunca zaman farkında olmadan bulaştığımız şirk illetinden, nasıl arınıp, kurtulacaktık, diye soramaz mıyız?

Ukba kelimesi, Dareyn kelimesi bizler için ne ifade ediyor, Allah’ın zatı ve subut’i sıfatlarını, niçin hakkıyla öğrenip ve idrak edemiyoruz? Neden bunlara yabancı kalıyoruz, okumuyoruz, suya, yemeğe ve bir eşe duyduğumuz ihtiyacı, böylesi hayati konularda neden göstermiyoruz?

Oysaki bizlere bu hisleri veren cenabı Allah olduğunu biliyor ve bunu kabul ediyoruz, o zaman neden, onu tanımaktan korkuyoruz? Peygamber efendimizi, hakkiyle tanıyor muyuz, Kuran’ı ahenkli bir şekilde okuyanın, kulağımıza gelen hoş ve güzel sesi haricimde, başka ne anlıyoruz?

Yeryüzünde en çok okunan kitabın, Kuranı kerim olduğunu biliyoruz.
Fakat hiç anlaşılmadan okunan kitabında kuranı kerim olduğunu bilmiyoruz.
Bu yüce kitabın anlaşılmamak üzere indiğini söyleyebilecek hiç kimse var mı?

Anlayanlar, ne yapıyor, neredeler, niçin sesleri çıkmıyor, niçin bunları konuşmuyoruz? Kutbu cihan, gavsı azam diye makam tayin ettiğiniz, fakat hiçbir zaman, benim kendilerinden duymadığım,

Bu mübarek insanlar, onca zülüm ve tahripleri görmüyorlar mı, neden sürekli maslahat gözetiyorlar, şecaat askıya mı alındı, öyle bile olsa niçin, kimsenin haberi olmadı?

Yığınlarca insanlar, intisap edeli yıllar geçmiş, ama hala dar görüşlü, ufku kapalı, önünü göremeyen, fakat sorunları, başkalarına havale ederek,

Kurtulduğunu zannedenler, hat safhada, bunları Allah için benden başka gören kimse yok mu, bu kadar yozlaşma ve erozyon, ne zaman fark edilecek ve önlenecek?

Önderimiz, peygamber efendimizin, her şeyden ziyade, eğitim ve öğretime ne kadar çok önem verdiği malum, bu uğurdaki gayreti ve azmi, niçin dikkate alınmıyor?

Akıl, mantık sadece ticaret ve asvata da, acımasızca kendini gösteriyor, menfaat ve çıkarcılık maalesef fevkine çıkmış, ama hala birileri tarafından her nedense görülmüyor.

İyi niyetli, saf, dayanışma adına, cemaat ve ihvan’ım,
Yani aynı yere intisaplı kardeşim diyerek, teslim olmak için gelen insanların, birileri tarafından aldatıldıklarını görmüyorlar, zira uğraş alanları tefekkür ve zikir!

Enteresandır ama haremlik selamlık ve mahremiyet öyle anlaşılmaz bir hal almış ki, adeta tezatlar odağı olmuş. O kadar farklı ve saklı ki, ilmihal kitaplarında dahi, konu olarak yerini alamayan, haremlik, selamlık bahsi, adeta yarışa çıkmış, koşu atları gibi.

Çok daha elzem ve bir o kadar öneme haiz olan, akaidi bilgileri sollamış, menzilde yerini almış, tesettür giyim diye bir de, yeni pazar oluşmuş!

Bizim, sizin, bacımız dediğimiz hanım kardeşlerimiz, bizlerden öyle kaçarlar ki, yüzlerini, gözlerini takva zannederek gizler kaçırırlar.

Ve hatta seslerini dahi öyle kısarak konuşurlar ki; adeta o an melek zannedersiniz mübarekleri. El, yüz ve gözlerin ve hatta sesin haram olmadığı bir din anlayışını bunlar ne hale getiriyorlar, bilinç nerede kalıyor diye sormak lazım.

Fakat aynı hanımlar, pazardan mutfak masrafını ve kapıdan geçen seyyar satıcı ile pazarlığı veya sütçü ile gayet rahat şekilde ve hiç çekinmeden konuşuyorlar.

İhtiyaçları her neyse onu alıyorlar, bir mağazaya gittiklerinde, çarşı, pazar gezdiklerinde, oldukça rahatlar. Aynı hanımlar resmi kurumlar dediğimiz, mekânlara gittiklerinde ise, merak ve şaşkınlık hat safhada oluyor, çünkü sosyal açılımlar öğretilmemiş, bilmiyorlar ki?

Neden bunlar hiç düşünülmez, geleceğin annelerine kalıcı çözümler üretilemez, her halde çıkmaz sokakta değiliz? Bu insanlara, yön verenler, hedef tayin edenler, maslahat gözetenler, refahlarından taviz vermeyenler, her zaman tazim ve saygıyı hak ettiğini sananlardır.

Ey beyefendiler neredesiniz, nelerle uğraşıyorsunuz, insanların teveccühleri, çocuklarından esirgedikleri hediyeleri, sizleri çok mu meşgul ediyor, diye soramam mı?

Kuran’a, peygambere İslam’a susamış, yıllarca hasıraltı ettiği ne kadar ezilmişliği varsa, gözleri kapalı olarak, daldıkça dalmış.

Ve böyle çaresizlik içinde, aczi yetini sorgularken, ufukta oldukça sakin görünen ve gönül enginliğinde serinleten, fevkalade huzur veren bir limana çıktığında yaratana teşekkür ederek şöyle bir düşünmüş.

Ümmeti olduğu ve yıllarca özlem duyduğu sevgili peygamber efendimiz…
Her zaman kendi nefsini değil, ümmetinin kurtuluşunu ve huzurunu tercih eden, onun için her şeyini vakfeden ve her zaman çözüm üreten, özeli bulunmayan bir insan.

Asliye tinden ve aidiyetinden, taviz vermeyen, teklif edilen dünya ve nimetlerini reddeden, toplumunun her zaman sosyal dengelerini gözeten, her zaman zenginlerle değil, mazlumlarla olan, varlığını suffe sakinleriyle paylaşan, her bir sorunda başvurulan, çözüm mercii olan...

Rahmet peygamberi olarak gönderilen, hepimizin yüreğini fetheden, şefaat cimiz olacağını müjdeleyen, aleyhi selatü vesselam efendimiz. Önderimiz, hiç tereddüt etmeden, uğruna başımızı koyacağımız, o kutlu insanın, kâinatın sonuna kadar, mesajının silinemeyeceği efendimizin, asrıydı.

Fakat o kutlu insanların, yaşadığı saadet asrını, iyice, anlayamadan, özümsemeden, kıyas etmeden, sosyal dengeleri düşünmeden, duyulduğu gibi yaşamaya kalkarsak, hatalarımız, maslahatlarımız gün yüzüne çıkarak sırtarır.

İşte çözümsüzlüğe, keşmekeşliğe, bulanık suda avlanmaya, o zaman kapı aralamış oluruz, o nedenle Allah’ın veli kulları, gecenin karanlığında ki bir yıldız gibi, cazip, çekici ve celbeden olurlar.

Gecenin o kuşatan esrarında, yıldızlar bizler için ne kadar muamma ise, hedefinden sapmadan, fire vermeden vuslata koşuyorsa, Allah’ın veli kulları da, ancak o kadar berrak ve şeffaf, olmak durumundadır.

Olduğunca, züht ve takvayı kuşanarak, dünya ve nimetlerine boğulmadan, efradının felahını temin ederek, en güzel şekliyle Allah resulünün, ilkelerine azimet dekliğinde yaşayarak hal ehli bulunan bir kimlikte, olmak zorunluluğu vardır.

Bu ölçü ve mihengi, kuşanmış olan, muttaki insanları, dareyn saadetine bir muştu sunan, Allahın hanif kullarını, Allah ve resulünün dostları olarak elbette aramalıyız, bağlanmalıyız, nasihat ve tavsiyelerine uymalıyız.

Fakat böyle güzide ve müstesna insanları bulana kadar, hiç boş durmadan ve hatta yorulmadan Cenabı Hakkın lütfettiği, tüm enerjimizi ve asli hislerimizi,

Aklımızı, mantığımızı ve vicdanımızı, duygularımıza teslim etmeden, onun emrine vermeden, gerçeğe koşmalıyız. Bu hedefte olmadığımız an, akıl ve mantığımızı askıya aldığımız zaman, öyle sorunlar çıkar ki, içinden çıkabilmek gayri kabil.

İşte o zaman neden bu hanım bacılar neden bizlerden kaçıyorlar, hiç konuşmuyorlar ve bir hoş geldiniz dahi demiyorlar, diye merak ediyorum.

Bacımız, namusumuz, diyerek onu baş tacı yapmışız, bu insanlar, tasada, sevinçte ve başlarına bir iş geldiğinde, bizim dışımızda, kimlerin kapısını çalacaklar, seyyar satıcının veya sütçünün değil herhalde.

Bir kerecik ağabey nasılsınız deseler, kız çocuklarımız köşe, bucak kaçmayarak, amca nasılsınız diyerek konuşsalar, kardeşlerim ne yapıyorlar diyerek, hatırlarını sorsalar, eksilirler mi, niçin onlara bu adabı öğretemiyoruz?

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:39 AM
Hikmetinde ki esrar mucibince!

Sorma artık ne olur ki sen sorma
Sinemi çaresizliğe biran bırakma
Vehimlerinle yaşama, hiç avutma
Girdabın içinde sensizliği yaşatma

Dalgalar ki katbekat nüfus ederken
Arzdan rahmet sağanağı dökülürken
Her damla ki emri mutlaka koşarken
Yapraklar dallarını çaresiz bırakırken

Sen evvelin ve ahirin hatta akıbetinin
Bir zaman muvacehesince zuhur halin
İtminanlığından uzak solurken zaman
Biteceği bir an nedametin nafile olacak

Bir nefeslik canın belirlenen o zamanın
Merakın katlarında terennümü yaşarken
Hatanın muhakkaklığındaki o mağfiretin
Hikmetinde ki gizemin esrarı mucibince

Nazar etmeyi denesene şefkati bilsen de
Tekebbür içinde nefeslenince sol cenahın
Hiddet sıvayan hissiyatın mahkûm edince
Sende vurursun ki bir diğer canların misali

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:39 AM
Hilmin güzelliği!

Halin
Bendinde ihsan
Eylediği latif serinliğidir...

Muhakkak ki
Tesirin banisi Rab
Mücerret bir hakikattir...

Muhabbet
İçin sevginin ilhamı,
Kalbin nazarı sürur için elzemdir...

Hakkı
Bilen, çileyle
Dirliğe erişen canı edep

Sabırla
Öteler için bilenen,
Vuslat için cehdi bekleyen...

Külfeti,
Nimet bilen,
Meşakkat karşısında

Tebessümle
Gülmeyi beceren
Eren kimliğinde yılmadan giden...

Kalbin
Sahibiyle kelamı
Kadimi hıfzederek

Muhabbetin
Meşkiyle cihanı âlemi
Temaşa ederek filizlenen...

Deşifre
Sanatını, esrarın
Sahanlığını, hakikatin baharını,

Fikrin
Çardağında meşk
Ederek suhulet için yeşeren...

Maksadın,
Hâsıl olan anlamaların,
Niyetle sabit olan kalbi mizanın,

İcmal
İçinde derlenen
Hazin hesabın ürpertisiyle...

Kelam
Eylemek, niyaz
İçin vefayı öncelemek,

Yürekten
Esinlenerek ruhi olgunluğa

Ötelerin
Haliyle nazar ederek
Nefeslenmeyi ziyadeleştirmektir…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:40 AM
Hisler güller misali süzülürler!

Bilir misin
Yılların sinede ezasını
Cefanın çaresiz bir şekilde yaşandığını

Sana
Olan tutkunun coşkusunu
Dalgaların hırçınlığında gizlenen sızıyı

Aşkın
Halsiz bıraktığı anın
Sabrın dirliğinde anlam bulan kanatın

Dilemem
Benliğinde adaveti
Ten ikliminde hâsıl olan zevklerin halini

Derdim
Hedeflediğim gerçeğim
Canı bahşedene hasrederek sessiz gitmektir

Onun
Güzelliğinde gül koklamak
Nisaların serencamını anlamak Hakka koşmak

Gülü
Koparmadan anlamak
Dikeni için hor bakmamak onun esrarını tanımak

Gönlü
Hicrana kaptırmadan
Elemi taktırmadan şefkatin enginliğinde bakmak

Himmetini
Sevgisinde ki güzelliği
Dilediğince nüfus ettirerek hamiyetiyle yaşamak

Lodosun
Hüküm sürdüğü iklimde
Gül aczi yaşar anlamak için birçok çareler arar

Lakin
Hiddetin, vehmin kuşattığı
Yüreği asla anlamaz, renkleriyle kokusunu açmaz

Letafeti
Sunmaz, nazarı bağışlamaz
Sevgi, muhabbet, aşk, himmet ve şefkatle yaşar

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:40 AM
Hissetmeyen hali bilmeyendir!

Söylenme
Sen hasretlikten
Hüznü yudumlamaktan hiç söz etme

Bekleme
Sevilmeyi, şefkati dileme
Sen hasretmediğin eğilmediğin sürece

Güzellik
Cezbedense işte seninle
Sen nefsinle, kalbin kimsesizler elinde

Hevesler
Tercihin seyrinde meyilse
Zevk insan için elzemse düşünmek niye

Canlar
Rahmetin taksiminde
Umutların nasibinde tefekkür ahengiyle

Aşk
Kendi iklimde ki çilede
Meşk muhabbetin ülfet sunduğu sahnede

Ruh
Sensiz sen ondan hissiz
Kalbin zaviyesiz, izanın idrakten nursuz

Yaşamak
Anlamak için ne yapmak
Hakkı hak bilerek batılı zansız bırakmak

Anlamak
Âdem kimliğinde kalmak
Kul olmak için mütemadiyen azmi anmak

Okumak
Emrin sahibinde kalmak
Kalemin hükmüyle defteri hazla yazmak

Hesap
Ar’ı, narı, manayı yoklamak
Külfetin serencamında nimetlerle solumak

Koklamak
Hasreti gülle kuşanmak
Rahmetin mağfiretin mühletin letafetiyle çoşmak

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:40 AM
Hissiyatın enginliğinde bir seyri sefer!

Henüz kişiliğin hiçliğinde herkeste birden
Sevgi yumağı misali şefkat esirgenmezdi
Kimdi bu duyguları yönlendiren, nedendi
Hissiyatın enginliğinden olan seyri seferdi

Sevginin sessizlik içinde sunumu bir güldür
Olmadığı yerde esirgenmeyen tebessümdür
Allah için serdedilirse elbet herkesi güldürür
Masrafsız bir vergidir, dilendiğinde hasredilir

Ne oldu şimdi bizlere ki şefkati hep azalttık
Sevgimizi denizlere saldık, insandan kaçtık
Vefayı ne yaptık, kim bilir ne uğruna sattık
Manasız kaldık, hayâyı attık, zevke abandık

Ne hallere düştük, düşürüldük öyle salındık
İman hakikatinden habersizlerin eline baktık
Hep rahmete sığındık, asliyetimizden kaçtık
Buharlaşan imanımızla şimdi baş başa kaldık

Baka kaldık, şaşkındık, şirkin içinde daldık
Önceliklerimiz zevkimiz, hakikat tehirimiz
Ne derler en büyük handikabımız zavallıyız
Yine bugün birçok masraftayız dünyadayız

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:40 AM
Huzur duyduğum şehir!

Anakentlerden biri olan, ana dolunun,
Parlayan yıldızı, unvan’ını alan…
3916 rakımıyla, yaz ve kış, kar’ı hiç eksik olmayan,
Endamıyla, yakışıklı bulunan Erciyes güneyde,
Yılanlı dağı batıda yer almış…
Hasan dağı ve Ali dağı doğuda, kucaklaşmış…
“Erkilet güzeli bağlar bozuyor” şarkısının mekânı,
Hıdrellez tepesinin, kuş bakışı noktasında...
Pastırma ve sucuk, mantı ve yağlamasıyla…
Son yıllarda ihracat patlaması yapmış…
170 fabrikanın, aynı anda temelini,
Başbakan’a attırarak, gündem oluşturuyor…
Yılan hikâyesine dönen, raylı sistem…
Yamula barajı… Kuzey çevre yolu…
Yeni hava alanı… Viranelik olan beş tepeler,
16.500 konutluk, gece kondu önleme merkezi…
Su arıtma tesisleri… Yeni ota gar tesisi…
35 bin kapasiteli, modern stadyum…
10 bin kişi kapasiteli, kengere merkezi…
Dünyada üçüncüsü yapılan, kent müzesi…
Kıran ardında, Kadir Has ormanı…
Erciyes’e kış mastır planı…
19 Belde belediyesi…
5 merkez ilçesi…
Şehir meydanının, yeniden yapılması…
Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı…
Mazi hatıratları, önemsenerek…
Resterosyon’a tabi tutuldular…
Meşhur, damat Ferit’in vezir hanı…
Kültürlerin, sergi sarayı yapılması…
Merkez caddelerin, trafiğe kapatılması…
Kara yollarına ait bulvarların, kurtarılması…
Özhaseki başkan, yeniden bakıma aldı…
Gelince, derin Süleyman şehre…
Paris temiyim, yoka Londıram’ı…
Diye, sormak zorunda kalmış…
Çok mahalleye, gençlik merkezi yapılması…
Kütüphaneler ve yüzme havuzu yapılması…
Bayanlar, yüzme havuzunun, faaliyete girmesi…
Kayserinin çehresini değiştirerek…
Orta Anadolulun, ticaret merkezi yapıyor…
Daha çok, lakin sabrınızın azaldığını biliyorum…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:40 AM
Hüznüm içime aktı?

Hüznüm içime öyle bir aktı ki, sormayın, yetişmesi için,
Kendisine teslim edilen sabiyi görünce, pürmelâl oldum.
Duramadım, mazi derinliğimde gezerken,
Takati her geçen gün azalan parmaklarımla,
Düşüncelerimi; “atmosfer parkının”
Sakinleriyle paylaşmak istedim.
O açımasızca dövülençocuğun şahsında,
Filistin, Irak, Afganistan,Somali,
Etiyopya ve ülkemin çocuklarının,
Çocuk yuvalarında, pansiyonlarda, yaşadıklarını andım.
Cehalet elçileri, vasıtasıyla idraki kesilmiş,
Şefkati duygusunu kaybetmiş, emanetlerimiz,
Bulunan çocuklarımızın, yaşadıkları, hazin, ibretamiz,
Niteliğinde ki, yüreğimizi çalkalayan bu sahneler,
Efendimizi, gönlümüzün gülünü, gözyaşlarımla hatırlattı.
Oysaki bizlere öyle güzel bir örnek olmuştu ki,
Mescitte hutbe irad ederken, sevgili torunu yanına çıkar,
Kâinatın efendisi dayanamaz, hutbeyi yarıda bırakır,
Sevgili torununu aşağıya indirerek, tekrar hutbesine devam eder.
Rahmet peygamberine yabancı kaldığımız sürece,
Bu ve benzeri trajik vakaları görmek zorunda kalacağız.
Erkek çocukları kesen, kız çocukları hiç acımadan gömen,
Yine gaflet deryasında yaşadığını zanneden biçarelerdi.
Efendimiz, gönlümüzün sultanı, Peygamberimiz,
Maksut için yaşamayı, vuslata koşmayı, o öğretmişti.
Ama şimdi;
Arzı mekânda hayatını idame ettiren bir âdemoğlu,
Yaratıldığı hilkat üzerine hayatını idame ettirmesi aslolandır.
Âdemin sulbü ve meşrebi, sosyal ve psikolojik analiz gerektirir.
Âdem mükellef oluncaya kadar elbette ki masumdur.
Sabiliğin cazibesi bir emanet olarak masum,
Ve şefkate muhtaç olmasıyla bağlantılıdır.
Yaşamak, mutlaka bir adam olmayı gerçekleştirmez.
Adam olmak için kanaat sahibinin niyeti,
Cehdi, idraki ve inkişafı mutlakıyet gerektirir.
Sosyal şartlar kapsamında var olan, yaşanılan mekân,
Çevre ve fiziki alt yapı, güç ve imkânlar,
Tamamlayıcı unsurların, önemli göstergelerdir.
Bilinç; akıl, bilgi, muhakeme ve tecrübe neticesinde oluşan idraktir.
İnsanların, bir düzen dâhilinde, yaşamaları için,
Disiplin ve asayişin asla, ihmal edilmemesi gerekir,
Zira gücün olduğu yerde yarış ve rekabet asıldır.
Kabul ve ret bilinç dâhilinde ve görsel olduğu için,
Tercihlerin farklı olacağı muhakkaktır.
Çünkü zevkler kültürlere göre anlam kazanacağından,
Tercihlerinde farklılığı kaçınılmaz olacaktır.
Doğruyu bulmanın, gerçeğe koşmanın temel koşulu,
Rehber, akıl, bilgi ve tecrübelerdir.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:40 AM
Hüznün mekân tuttuğu gönlüm…

Yaslanırdım anılarımın gölgesinde ki hüzne
Dinlediğim şarkılardan, özellikle tamburdan
Mızrabı vuran sazendenin yüz hatlarından
Sayfalar açardım anılarımın her katresinden

Hüznün mekân tuttuğu gönlümün neşesi
Kaybolmaya yüz tutmuştu, o güne kadar
İçimi kıpırdatan mısraları okuyunca atıldım
Henüz sönmediğimi fark ettim çok aniden

O kadar yumuşak naif bir hitabet sahibiydi ki
Okunuldukça içine alıyordu fark etmeseniz de
Kendini yaşatıyordu, kişiliğiniz buharlaşıyordu
Onun haleti ruhuyesin de hayata bakıyordunuz

Bu kadar etkili olabilirdi ancak her bir yazılanlar
Etkisinden kurtulamıyordunuz, uzaklaştığınız an
Sanki bir akarın girdabına kapıldınız uzaklaşırken
Farkında değildi elbette yazan yoksa yazar mıydı?

Nice gönülleri bu kadar kendine bağlar mıydı?
Farkında değilmiş gibi davranamazdı yapamazdı
Hissetmeye karşı bu nispette duyarsız kalamazdı
Asla savsaklayamazdı, girdabın içinden çıkaramazdı

Bıraktı öylece melaline sevdalının bir umut vermedi
Nihayeti bilinmeyen bir aşk için asla heveslenmedi
Herhangi bir vaat vermedi, yalnız kalmayı tercih etti
Çekilmemi diledi, elbette gereği her neyse yapılacaktı

Çekildik hüzün köşemize demek ki vakit erkenmiş
Katlanan anılarımıza ayrı bir sayfa açtık öyle kaldık
Aşkı bıraktık, sevdaya kapıyı kapattık hale çekildik
Mananın seyri halinde âlemi hakikatle kucaklaştık

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:40 AM
Hüzün içinde nefeslenen esirim!

Sen bilir misin hissizliğin yorgunluğunu,
Kalb ikliminde solgunun umutsuzluğunu,
Çaresiz sukutun sineme hicran akıttığını,
Halimin kuraklığında şevkim kalmadığını.

Düşlerimde, ne kadarda umuda uzansam,
Olmayacak hayaller avuntusunu yaşasam,
Yalnızlık acısını hazanın yaprağına yazsam,
Halimin hazin sayfalarını birde sana açsam.

Kokunla şevki bahara yaslanarak uzansam,
Hasretimin dallarında senin halini solusam,
O an tamamen sessizliğin hükmünü tanısam,
Aşkın umutlarında kalbimin sahibine varsam.

Öyle ömür yaşadım ki halimin o susuzluğunda,
Muhabbetin yıllarca uzağında bağ bozumunda,
Yapraksız dallar yozluğunda korkuları yanında,
Fakirliğin kucağında çaresizliğimin korkularıyla.

Melül melül baktım yıllarca hasretin sancısıyla,
Varlığın bilinmeyen adresine yazında sıcağında,
Bilginin kıtlığında, idrakimin fevkalade uzağında,
Umutların solgunluğunda, avuntunun kucağında.

Ben sana ne söyleye bilirim, bilirim ki sen eminsin,
Ruhunun enginliğinde kalbini nizam eden nefessin,
Hakkı bilen, kanaatle güçlenen sabrın müdavimisin,
Gülün kokusuyla şekillenen bahtiyarın ta kendisisin.

Sana nasıl bu sefil halimi anlatırım çaresiz kalırım,
Haline müdrik olmak için ne bahanelerde dolaşırım,
Uzaklardan nazarımla yaklaşırım ancak sakinleşirim,
O devranında Salih olmak için varlığımdan geçerdim.

Bilirin ve sessizliğimde kendi halimde kelam ederim,
Yazmanın yanıklığını sinemde her zaman hissedenim,
Aşkın ikliminde, adresin mücerretliğinde yine sefilim,
Ben kendi dertlerimle hüzün içinde nefeslen hederim.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:40 AM
Hüzünler besliyor şiiri!

Sinelerde açılan her sayfa
Hakkıyla bilinseydi ki
Ne hikmetleri muştulardı
Hüzün inhisarın şevkiyle
Dem olunca esintiler
Serencamın yelpazesine
Meftun olurlar
Haz hal dilinin
Muhabbeti hasretin
Mecrasında ummalaşır
Sineyi mevcut melalin
Hasredilme mefkûresi
Her ne kadar ki
“En”leri öncelese de
Zevk, hüsranı hayali
Yaşamak zorundadır
Sinenizden neşet eden mısralar
Haz almama sebebiyet vermiştir
Sizi sinenizin yalnızlığında
Ve bilinmeyen o zamanda
Sürur ile seyri halin meşkinde
Salınarak kalmanızı diliyorum

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:41 AM
Irak…

Mazisini bilenler...
Atisini hedefleyenler...
İşgal altın da inile yen...
Âlim ve ulema şehri olarak bilinen...
Asırlarca medeniyetlere başkentlik yapan...
Irak’ın şimdiki haline kimler ağlamasın...
Gözyaşları, çöl bile tanımadı, yıkadı...
Mazlum halkın feryadı Ummanlara açtı.
Annelerimiz, kızlarımız, bacılarımız...
Çaresizlikten nutku durdu, iğfale zorlandı...
Sabi çocuklar şaşırdı, baka kaldı...
Canavarın, tek dişini gören halk perişandı.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:41 AM
Issız kaldırımlar!

İsmini
Kaç kez telaffuz
Ettiğimi bilmiyorum

Yalnızlığın
Fakirliğinde sensiz
Hıçkırıyor halime acıyorum

Vefasızlığın
Kadrini, hukukun
Şevkini diliyor, onu arzuluyorum

Sahipsiz
Sokaklarda ıssız
Kaldırımlarda soluyorum

Hıncım
Mermi olsaydı,
Sıkardım kahrıma anla

Sana
Muhtaç olduğumu
Hayıflanarak hiç anma

Solgun
Yürekte çok
Üşüyorum artık hissetsene

Şimdi
Nerelerdesin
Bir ses verip kelam etsene

Kader
Mahkûmu derler ya
Sen asla onlara inanma

Tercihlerini
Sorgula, heveslerini
Şimdi bir kez daha yorumla

Sen
Sen ol seveni kendi
Zevklerin uğruna yorma

Umutsuzluğu
Solutma sevildiğini
Tefekkür ederek şimdi anla

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:41 AM
Işık ne çare hal kararırsa!

Artık bir fetretin
Çözünürlüğünde aşklar
Yavaşça çözülüyordu sanki
Sinelerde payeyi can olan
Sevgiler hazindir siliniyordu

Sokak lambaları
Işıl ışık aydınlatsa da sokağı
Karanlığın izinden
Hiç bir haber kalmasa da
Vicdanlar kararıyordu
Tükenen sevgisizlikten

Hani bir zamanlar
Çocukluk anılarımızda
Bir oyun vardı
Adı saklambaç olandı
Hatta bir körebe bile oynardık
Duvar kenarların da
Köşe başların da anlatırdık

Korkularımızı
Her türlü sevinçlerimizi
Bitmeyen bir heyecanla
Kalmadı
Artık bir heyecan
Ne de yüreklerde hazır olan
Bir vicdan
Ne kadar yazık

Bizim değerlerimizi
Bize haber dahi vermeden
Şekliyetin ulûhiyet edilmesiyle
Almışlardı bir şekliyle
Bedenlerimiz
Sadece oburluğumuzun
Yüküne amade bırakılmıştı
Ten kokularımız dahi
Müstemlekenin bir esiri
Olmak zorunda bırakılmıştı

Gözlerimiz
Ekranlara kilitli
Parmaklarımız kumandaya
Oysa benim hasretim
Unutulmaya yüz tutan
Esintisi dahi unutulan
Bir sevgiydi

Bizim olan
Ulvi değerlerimizdi,
Örftü, ananeydi, edepti
Hayâ duygumuz fıtridir
Yaratılış hilkatidir
Fakat şimdiler de kayboldu

En kutsal
Değerlerimiz unutuldu
Birden kapı dışarı edilen
Sahi ne oldu
Kültürümüz mü bizler mi

Neden bir nakşeden
Olarak ilk aşklar unutulmaz
Yaşanılan o saflık
Bir gün sorgulanmaz
Oysaki
Ne kadar sofiyane oluşan
Duygulardı
İlk yaşanılan sinelerden
Silinmeyen unutulmazlardı

Saflığın
Her katresinde
Bir iz vardı
Samimiyet
Tabi ki hadsiz olandı
Her taraf
Aydınlık olsa da kararan
Bir yanımız vardı
Oda ne acı ki gönüllerimizdi

Hüzün artık
Her tarafı sarmışken
En yüce değerler
Neden bir özlemle
Ahde vefa olarak hatırlanmaz

Aşk
Bu kadar basit mi
Yalnızca bir zevk mi
Niçin bu hakikat
hiç okunmaz
İbret alınması için
Muhakeme yapılmaz

Bir tefekkür ihtiyacı
Olsun mütemadiyen duyulmaz
Bakıyoruz lakin
Görmekten yoksunuz
Dinliyoruz fakat
Anlamaktan korkuyoruz

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:41 AM
İbreti âlem bir yaşam...

Rahmetli üstadın yaşadığı dönem,
Ve safhalar, âdete birer tablo.
Yaşarken azimeti şiar edinmesi,
Hala yüreğimi sendeler.
Buhran ve kaosun pazarında, bıkmadan,
Yorulmadan, ümitsizliğe kapılmadan,
Kul kimliğinden ödün vermeden,
Rehavete kapılmadan, refahını artırmadan,
İki yorganından birini,
Necip Fazıl ve öğrencilerine vakfeden,
Bir bardak çayı, en büyük ikram kabul eden,
Mürebbilikte taviz vermeyen,
Mutlaka bir hedef tayin eden,
İbadet ve zikirde tahammülü bulunmayan,
Gelecek nesillerin kaygısını, o günden çeken,
Çileleri zenginlik kabul eden bir piri fani,
Sinema ve cazibesinin derinliğinde ki,
Oluşumları görmek ve değerlendirmek,
Gayretini gıpta ile karşılarım.
Diğer manevi önderlerden çok farklı,
Bir çizgisinin olduğunu ve tekabülü,
Ve terakkiyi fevkalade önemsediğini görmeliyiz:

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:41 AM
İbreti nazar ile bir tefekkür!

Küsmesin yıldızlar, insicamı ananlar
Merak muhayyilesiyle bakınan canlar

Hani nerde? Dareyn sevdalısı gönüller
Hak rızası için kenetlenen bu yürekler

Hani ibreti nazar ile tefekkür ederdik
Biz ne fetretlerden geçtik bir neferdik

Kendimizden geçtik, benliğimizi seçtik
Ezbere geçtik, şimdi şekliyeti önceledik

Allah dedik ama asla ne diyor bilmedik
Peygamber önder dedik şefaat bekledik

Bizlere ne emanet bırakmıştı hiçlemedik
Avunmayı seçtik, kolayca rahmet diledik

Hani bir kuvvet dengesi vardı ve o asıldı
Ne hazindir ki terazi kimlerin eline kaldı

Mukaddesat dışlandı, Kur’an aşağılandı
Müslümanlar kimlerin vicdanına saklandı

Bir serinlik veriyorlar, bu fetrettir diyorlar
Ümmeti muhammedin halini anlamıyorlar

Allah kerimdir diyorlar sürekli oyalıyorlar
Kerim olan Allah’ın ne istediğini bilmiyorlar

Bir kurtarıcı bekliyorlar, sadece avunuyorlar
Bugün Allah için ne yap tın’a çare bulamıyorlar

Bu mu Müslümanlık, kimlere kaldı insanlık
Tagutların vicdanların da nasıl çare aradık

Toprak suya hasretken, mümin kanı yetişti
Şahadet mi, kimlerin tercihiydi kime verildi

Benim cancağızım zavallılaştırılan gardaşım
Ne olur bir bak tarihine, hilkatine dindaşım

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:41 AM
İbretle bakmak!

Arzı mekânı temaşa ederken,
Nutkunun durmaması kaçınılmaz.
Nutkun durması, hakikate karşı,
Haşyete,(ürperti) kapılmasıdır.
Haşyet, hissiyatın tüm açılımlarıyla,
İhata altına, bir ahenkle, alınmasıdır.
İhatanın, çekim alanına girmek,
Asli kimliğin, açziyetten biçare kalmasıdır.
Çareler ve prensipler…
Âdemi beşer kimliğinin, müntesiplerine,
Açık ve alenen, olmasına rağmen,
Rahmet halkasının, gereği veçhile,
Merhamet ederek, elçiler göndererek,
Evrensel mesajın, hayat hukukunu,
Pratiğini, bizzat yaşayarak,
Gösteren, bir ahenk bütünlüğünü,
Maalesef, zafiyetlerimizden,
Tercihlerimizden, taklitlerimizden,
Göremez, duyamaz, düşünemez,
Terakki edemez, 'ne derler',
Kimliğinin, müdavimleri,
Konumunu, sürekli muhafaza ederiz!
Kur'an ayetlerine, bigane kalanlar…
Tarihten ibret almayanlar…
Helali, haramı bir birine karıştıranlar…
Nihayetini anlamayanlar...
İşte bu gördüğümüz ve hayret ettiğimiz,
Harika manzara addedilen, Ayetler!
Temenni edilir ki, âdemi beşer kimliğinde,
Bulunduğu, zannında olanların,
Tahkik yeteneğinin, yeniden devreye girerek,
Hareket ve kuvvetin gerçek sahibine,
Kalpten, yönelmeleri beklenir!
Arzın her yeri, manzaradır!
Manzarayı!
Arz ve diğer mahlûkatlar, seyretmezler!
Hak derken, bak derken, yap derken,
Mutlaka, ne olduğunu ve olacağını bilmeliyiz.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:41 AM
İçimde ki deniz...

Engel olamadığım dalgaların
Durduramadığım martıların
Misinayı bekleyen balıkların
Çaresizliğinde ahımı ararım

Deniz değil gördüğüm elbet
İçimde ki denize kitlenmek
Sensiz balıktır suya hasret
Balıksız bir suda can kasvet

Aşiyanın olayım seninle evet
Dünyadan olayım sen terk et
Mecnunu anayım biraz sabret
Mevla’ya yakarıştayım hamdet

Bitecek mi bu hasreti fetret
Gönlümüzde yer etmez nefret
Bilemeyiz her ne olacaktır elbet
Kanaat et şükret bir secde et

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:42 AM
Sendelediğim yıllardı!

Sevgili babam, takatinin son demlerini yaşıyordu!

Kolay değil, yorulmuştu!
İhtiyaç sahibi, olmamıza rağmen, emekli olacağım diyordu!

Konu komşu, akraba ve her bir dost, sakın ha!
Emekli olma diyorlardı!

Henüz neyi düşüneceğimi bilemediğimden!
Sadece bakıyor ve dinliyordum!

Zavallı babam öyle hiddetleniyordu ki, ağzından çıkanı kulağı duymuyordu!
Haklıydı belki.

Günlerden bir gün, sefertasıyla! Yemek götürmüştüm.
Babamı, kan ter içinde görmüştüm!

Sümer bez fabrikasında çalıştığından ve çok saf bulunduğundan!
En ağır işi, samimiyetin ve sadakatin anıtı durumunda bulunan babama vermişlerdi!

O yıllarda sürekli bir iş,
Aslanın, midesindeymiş!

Canım babamda, bir vasıf yok!
Cevvallik, asla bulunmuyordu.
Hamiyet ve hakkaniyete düşkünlüğü bilinmiyordu!

Hak ve hukukun!
Ne olduğunu kestiremiyor!
Zavallı babam, her ne derlerse,
Öylece inanıyor ve yapıyordu.

Acıma hissi bulunmayanlar!
Uyanıklığı marifet sayanlar!
Kendi işlerini dahi, fütursuzca!
Gariban babama, yaptırıyorlardı!

Zavallı babam,
Kan ter içinde kalmaz mı?
İşten geldiğinde,
Kahvaltı dahi yapamazdı!

Gelir gelmez uyur ve yatardı!
Oturduğumuz ev, bir odadan müteşekkildi!
Abdesthane, bahçenin en sonundaydı!
Bir zaman sonra dolan, fosseptik çukuruna!
Bir temizlik yapmak gerekmekteydi!

Çatık kaşlı büyük babam!
Belediye yerine!
Zavallı babama talimat yağdırırdı!

Naçar kalan babam, Yarı uykulu kalkardı!
Bir bizlere bakardı! Ve birde fosseptik çukuruna!
Başı önüne düşerdi! Öylece kalakalırdı!
Annem, haydi efendi, babam kızar derdi!

Babam, sana da, babana da diyerek, bazen sallardı!
Dayanamazdı.
Sendeleyerek kalkardı!
Ağır ve aksak çukurun yanına varırdı!

Eline verilen bir teneke,
Doldur ve boşalt komutundaydı!
Çilekeş babam, naçardı!
Çocuklarının hatırına, hep yapardı!

Bir gün abdest haneye gittiğimde, kömürlüğün önünde bir miktar para gördüm. Öyle oldum ki, sevinçle doldum! Eğilip aldım, etrafa baktım.
Gören kimse olmayınca, Usulca, cebime koydum! Sessiz ve derinden,
Kimseye haber vermeden, Sokağa daldım!

Bir solukta, süratle koşarak, bakkalda yerimi aldım! Bir miktar fıstık ve birde, şeker sucuğu aldım! Birazını yedim ve doğruca, fabrikanın yoluna koyuldum!

Babama vermeliydim bunları…
En çok o hak ediyordu!

Arka sokaktaki mahalle komşumuz Derviş amca!
Hayırdır, bu saatte nereye diyerek, ahvalimi soruyordu!

Babama gidiyorum,
Ona yiyecek götürüyorum!
Öylemi aferin.

Sen oraya kadar yorulma!
Ben onun yanına gidiyorum,
Sakın merakta kalkma!
Senin aldıklarını, kendisine teslim eder anlatırım dedi!
Peki dedim, ona inandım, Nede olsa koskoca bir amcaydı!
Sevinçle hemen yanından ayrıldım.
Hayal etmeye başladım! Yiğit babam, kim bilir nasıl sevinecek diye Merakının hazzıyla yutkundum!

Eve doğru geldiğimde, ablam arkadaşıyla beni arıyormuş!
Azar işittim ve ne olduğunu, merak ettiğimden sordum!

Ketum kesildiler, dudakları dahi hiç kıpırdamıyordu!
Ters giden bir şeyler olduğunu idrak ediyordum!

İliklerime işliyordu! Odaya girdim ki, annem çok celalliydi!
Bileğimden tutar tutmaz, alaşağı etti, biraz çırptıktan sonra!
Nihayet, sual etmeye başladı!

Her şeyi, olduğu gibi bir solukta!
Anlatıverdim korkusuzca…
Derviş amcayla gönderdim babama dedim.

Fakat annem ablama, bunu hemen götür bakkala diyerek, kesin bir talimat verdi! Bakkalın söylediklerine inanacaktı!

Şükürler olsun ki, bakkal, Amca merhamete geldi! Ablama çocuğun bir suçu yok, Olduğu gibi doğru dedi!

Nihayet yeniden evimize geldik ve anneme bilgi verdik! Annem yeniden çırpmaya başlamıştı, Canım çok yanıyordu! Gözyaşlarım, yanaklarımdan
Teklifsizce akıyordu!

Kim bilir, artık ağlayamamam,
Sinemin kireçlenmesindendi!

O bulduğum para, annemin, taksit parasıymış!
Nerden bilirdim, hiç bilseydim, bunları yaşar mıydım?
Hayatımda, ilk kez denk gelen parayı, nasıl harcamalıydım!
Hiç mi babamı sevindirecek, Bir eylem yapamazdım!

Çilekeş babam, eve gelmişti ona bakıyordum!
Hiçbir ses çıkmadı!
Yatağına, yatmaya yöneldi!

Dayanamadım,
Yutkunarak sordum.

Baba sana!
Derviş amcayla, fıstık,
Ve şeker sucuğu yollamıştım!
Aldın mı?
Babam garip bir şekilde bana baktı!

Neden bahsettiğimi,
Sanki hiç anlamamıştı!
Yeniden denedim!
Baba sana… Göndermiştim!

Babam yüzüme bakma gereğini duymadan yatağına uzandı ve yattı!

Duygulandım!
Yorganı kaldırdım!
Baba aldın mı?

Babam ısrarım karşısında dayanamadı!
Gözlerini açarak bir kez daha baktı!
Biraz durakladı! Daha sonra beklediğim meramı!
Bir çırpıda, ben öyle bir şey almadım la noktaladı!

Bir anda içim kan ağlamıştı yüreğim dağlanmıştı!
Amca dediğimiz komşular!
Böyle yapmamalıydı!
O an, o kadar kızmıştım ki, acıma hissim, hasara uğradı!

Artık amcalara!
Ön yargılarımla bakıyordum!

Derviş amca terki diyar etti fakat ben ona hakkımı! hala
Helal etmiyorum!
Çünkü!
Güven duygumu çalmıştı!

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:42 AM
İçinden geçilir zamanın!

Bilesin
Ne baharlar ne muratlar
Beklenirdi derde deva umutlar

Hali
Anlamayan yobazlar
Sevda yolunda davlumbazlar

Davul
Sen ondan anlamazsan
Çık ta dışarıya şöyle serbestçe anır

İman
Olmazsa çekili mi kahır
Sen ahırdaki davarlara idrak ile sarıl

Her
Verilmiş bir can
İçinde dolaşan hikmetten anlamayan

Yaşarken
Anlamlı olmayı
Başaramayan kan içinde bizar olan can

Aşk
Hüccettir bir erktir
Çile onun için en vefalı refakattir

Gül
Manasız mı şakıyor
Durmadan öten bülbül aşiyana bir süzül

Sanat
Durma aşiyana bak ta anlat
Onun içinde şefkat ile çırpınır umuda kanat

Yat
Ölmek için hale bak
Serilecek önüne işlediğin kabahat

Uymak
Ölümle müşterekliği
Düşünmeden pervasızca yaşamak

Anlamak
Hayata bigane kalarak
Hali unutmak, yar için biçare olmak

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:42 AM
İçsel bir sitemin izlerinde giderken!

Müntesibi olunan bir kimliğin sosyolojik serencamından ve uğradığı değişim aşamalarından, asırlara sâri aşağılanmalardan kişiliğin ve kimliğin yozlaşmaya uğramasından, sinelerin buhran içinde nefes almasından hareketle…

Nihayetinde bizler gibi bir insan olan, insanlığı kurtarmak için mübelliği kılınan, varlığını ümmetine adayan ve adların en güzeli olan ve Muhammet diye ebediyete kadar var olacak olan bu insan…

Ne yazık ki artık gereği gibi anlaşılmıyor ümmeti Muhammed nezdinde…
Akidenin güzelliğinde, sinelerin hasredildiği mezbelelik olan ahenklerde…

Getirdiği mesaj evrensek olduğuna göre, müntesipleri nelerin derdinde…
Bidatlerin kuşattığı, serkeşliğin çoğaldığı, maslahatların zirve yaptığı bilinirken…

Bir insan olarak, hissiyatın güzelliğinden beslenen ruhi enginliğe hasretken…
Gündelik bir hayatı yaşmaya mahkûm edilirken, tercihler sana dahi sorulmazken…
Neredeyse insani hasletler “medeni devletlerce” sürekli yok edilmek istenirken…

“Muhammed’e” Ümmetinin anlayacağı bir şekilde, umulanların dehliziyle bir sitem!
O en sevgiliyken, nefislerin en bariz derdiyken, ruhların inkişafıyken anlaşılmıyor!
Akideler maksatlı bir şekilde sulandırılıyor, her şey belirli günler için hesaplanıyor!

Kaç asır geçti! Hani nerede şura ve nerede ümmetin ileri gelen icmâa ümmetleri?
Vuslat kimlerin ve hangi ölçüler saltanatında! Gözyaşı dökenlerin olacaktır derdi!

Hala anlaşılmayan Kuranın okunan ayetleri, sosyolojik olarak açılım bekleyen erleri!
Kılınan namazlarda fark etmez okuyun o vakit İngilizce veya almanca süre ve ayetleri!

Huzura duruyorsun, kulluğunun aczini anlatıyorsun, taleplerin haricinde hiç anlamıyorsun!
O vakit ne söylediğini bilmeyen ve anlamayan için şimdilerde ümmeti Muhammed’e ne demeli!

Bir canı bu kadar zillet içinde taşımak kimlere yaraşır, hangi ölçekte bizler “Muhammedi” anlıyoruz ve bu manada onun bıraktığı emanetler sahip çıkıyoruz.

Milletin bireylerinin vicdanını çaldılar…
İdraklerini uyuşturarak öyle bıraktılar…
Nesil güceniğini maslahatlarla ellerinden aldılar…

Bir zamanlar muvahhit olan bu insanları darp ve şiddetle teslim olacağı şartları sıraladılar! Aksi takdirde bizar ve alenen damgaladılar “bağnaz ve yobaz” hezeyanıyla!

İşte bu sebeple ve içsel bir sitemle “var git Muhammet işine” diye başlık atılabiliyor.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:42 AM
İçselliğimde yol alırken düşündüklerim.

Bir sitem ki geliyor sineden sabretsem de aksederek.

Bir hayat ki hak tanınmış, fırsat verilmiş, nasip edilmiş, evvel ve ahir öncelenmiş, Haktan ve şeytandan olanlar belirlenmiş, elçiler gönderilmiş.

Cihanı arzın sükûnu ve saadetinin temini bakımından kitabı kebirler gönderilmiş.

Mutlak uyulması, akide birliğinde dirilmesi, vahdet için bilenmesi, vuslat için didilmesi, şeytanın lanetlenmesi, enelere taviz verilmemesi akide olarak tayin edilmiş ve böylece yerini almış.

Şirk ve tuğyan o kadar zikredilmiş ki ve sosyolojik olarak sınıflandırılarak insanlığın önüne istifade etmesi ve ibret alması için senetleşmiş.

Bireyin tercih haklarına asla müdahale edilmemiş, yalnızca meşveret edilerek tebliğ silsilesi takip edilmiş.

İnsan bir yaratılan olarak cihanın öznesidir. Ancak mükellefiyet prensibine sadık kaldığı ölçüde de, akide birliğini muhafaza ettiği müddetçe, arzı mekânın efendisi ve en şerefli yaratılanıdır.

Bireyin tercihleri konusunda, ilk yaratılan ve öğretiyle donatılan ve bu prensibe sadık kalarak yaşarken…

Zillet ve isyan adına ilk müdahale ve vehimler iblisten gelerek kanaat ve vicdan tahribe muarız bırakılıyor. İnsani zafiyeti ağır basan o güzel insan kandırılmış oluyor.

Yani ilk asilikten, yaratana başkaldırmaktan sonra bu sayede ikincisi devreye konarak, melekût âleminden insanlığa geçerek icra edilmiş oluyor.

Kim tarafından?

Cenabı Hakka o denli sadık ve bağlı bulunarak aşk konusunda rakipsiz olan iblis tarafından. Sebep üstünlüğü kendinde görmesiyle, teslimiyeti gölgelemesidir.

Bir yaratılan insan olarak, bu sıfatın kimler tarafından verildiğine inanarak bazen içimden şunlar geçmiyor değil.

Eğer mükâfat ve ceza benim içinse,

Helal ve haram benim için var edilmişse,

Cennet ve cehennem bunun için sebepse,

Ahirim ve zahirim yalnızca beni ilgilendirecekse,

Kabir, Arasat, mizan yalnızca beni ilgilendirecekse,

Mahşer gününde her nefis kendi başının çaresine bakacaksa,

Öyleyse bırakın Allah aşkına, kendi tercihlerimi, hayat felsefemi dilediğin yönde tespit ederek yaşamak imkânına rahatlıkla vasıl bulunayım.

Yani başka bir ifadeyle, arzın sahibi ve mutlak hâkimine, evvelin ve ahiri yaratan

Cenabı Allaha ve onun resulüne dilediğim zihniyette itibar ederek inanayım.

Çünkü ben bir insan olduğuma inanıyorum. İnsanı yaratanı tanıyorum ve ona iman ediyorum, sıratı müstakimi, geleceğim, ahirim ve akıbetim için tek yol olarak kabul ediyorum.

Hürriyetin ne demek olduğunu çok iyi biliyorum.

Bu bakımdan akide olarak en son dini mübini islamı muhtevası bakımından, öğretileri açısından, zenginliği noktasından ve insanlığın en son dini olduğu nazarından iman ediyorum.

Hayat felsefem, dareyn saadetim olarak mütalaa ediyor ve yaşıyorum.

Hülasa edersek bırakın insanlara tahakküm etmeyi, hakir görmeyi aşağılamayı.

İlk isyan eden, şirki önceleyen en açık bir şekilde ayan meyan ortadayken neden hala tuğyana, şirke, mezalimliğe, mukallitliğe, müstekbirlere köleliğe insanları davet edersiniz.

Enaniyetleri öncelersiniz, sekülerdik adına mücadele edersiniz, paganlaşmak adına dur durak bilmezsiniz.

Kini, nefreti, hakareti önceleyerek bir kuplaşmaya kapı aralarsınız.

Bu ülkenin insanlarının, yeryüzü mazlumlarının çektikleri zülüm ve işkence revamı daha yetmedi mi?

Sevgi diliyle konuşa bilmek, onu bahşedeni bilmekle orantılıdır.

Öyle değil mi?

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:42 AM
İdrak aidiyetindir muhakkak!

Toprak,
Arzın döşeği serilmiştir yere
Olmaz bir itirazı, yapılan her bir şeye

Çiğnenirsin,
Dökülürsün yinede çok sessizsin
Suhulette sabredersin, gördüğün her şeye

Bereket
Kapısı, tohumların bir yuvası
İnsan ki, husule gelir âdemi beşer mayası

Kıtaların
Anası, denizlerin hırçın dalgası
Hakikatin şahikası, insanın aşikâr manası

Güneşin
Aşkı, ayın sevdası yıldınız ahısın
Dağın odağı, karın, yağmurun mümbit yatağısın

Nebatatın
Membaı, hayvanatın barınağı,
Enaniyetin, tekebbür kimliğin de şahit olanısın

Sabrı halsin
İfşayı sevmezsin, Ona bırakırsın
Kâinatın en şereflilerini iftiharla bağrında yatırırsın

Bir beklentin
Bulunmaz, şekliyete dalmazsın
Çocuğu şefkatle kucaklar, onlara sem hiç kızmazsın

Hazindir ki
Hakikatin izlerini itiraf etmeyiz
Saçarız, pareleriz, günahlarımızı gizleyerek örteriz

Ondan
Besleniriz, mekânın da kayboluruz
Hiç itiraz etmez, asla gücenmez, tebessümü eksik etmez

Hayatın
Manası, anıların bir karesi kabirdir
Ahirin penceresi, mizanın beklentisi haşyet yelpazenesidir

Bedeni
Temizler, iskeleti süzer ve o anı bekler
Nefesler insan ve can kimliğinde kayda giren hazanlar

Ey Hak
Biçare olduğumuz malumundu
Elçiler, nebiler, gönderdin, bizzat ihmal edildin

Eşrefi
Mahlûkat payesi verdin, taltif ettin
Zerrelerin sahibiydin, kâinatın hâkimiydin,

Ama azgın
Bir nefsin sahibi bulunan kullar
Olarak avuntuyduk, sana olan kulluğumuzu hep unuttuk

Sen ki arzın
Ve arşın sahibi, canların banisisin
Bizlerden, rahmetini ve merhametini esirgemezsin

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:42 AM
İftira!

Henüz, idrakin ve inkişafın tarafımdan bilinmeyen yıllardı…

İlkokul ikinci sınıfa gidiyordum.

O yıllar bir başkaydı…

Heyecan ve merakın vazgeçilmez zamanlarıydı…

Kendi halinde, yaşamaya çalışan bir kişiliğim vardı!

Kimseye sataşmaz, bir hinlik yapmaz ruh halindeydim.

Belki böyle olmak zorundaydım, arkamda kimseyi bulamazdım.

Şımarıklığı, hadsizlik yapmayı içime sindiremezdim.

Aynı mahalleden arkadaşlarım vardı, fakat çok farklılardı.

Bir açık kapı gördüler mi, oraya nüfus etmeyi marifet sayarlardı.

Babalarımız aynı iş yerlerinde çalışırlardı, aynı sokakta oynardık.

Yine okulda teneffüse çıkmıştık. Semih diye arkadaş yanıma geldi.

Haydi, gel de şu bakkala gidelim dedi. Sessiz kaldım ve yanına takıldım.

Kalmak zorundaydım, çünkü harcayacak param hiç bulunmazdı.

Semihle bakkala birlikte girdik. Ben kenarda bekliyordum.

Bakkal biraz kalabalıktı, öğrenciler ihtiyaçlarını alıyorlardı.

Ben Semihe bakıyordum. Ne alacaksa, alsa da çıksak diyordum.

Semih her bir şeye el uzatıyor, bakıyordu. Cebine bir şeyler koyuyordu.

İçimden, Semihin ne kadar çok parası varmış, diye geçiriyordum.

Zil sesini duydum. Teneffüs bitmişti, öğrenciler sınıflarına giriyordu.

Ben artık beklemekten sıkılmıştım, asla bir keyif almıyordum.

Fakat Semih yeni tanıştığımız bir arkadaştı, babası da komisermiş.

Öyle söylüyordu, Semihin yalan söyleyeceğine, ihtimal vermiyorduk.

Sınıfta ve okulda ona farklı davranıyorlardı, bu çok fark ediliyordu.

Nihayet Semih, alacaklarını almış olmalı ki, bana haydi gidelim dedi.

Zil sesine ve sınıflara koşan öğrencilere baktığımdan,

Semihin, neler aldığını pek fark etmedim ve ne kadar ödediğini göremedim.

Bakkalın kapısından tam çıkıyorduk ki, bakkal amca Semihin kolundan tuttu.

Yeniden içeriye aldı. Ben şaşkın bir halde, ne yapacaklarını bekliyordum.

Bakkal amca, Semihin ceplerine elini sokarak, saklananları çıkartıyordu.

Bir taraftan da kızgın bir şekilde Semihe bakıyordu. Nihayet durakladı.

Anladım ki ben, arkadaşım Semih, verdiği paradan çok şeyler almış.

Bakkal amca utanmıyor musun çalmaya, bir de öğrenci olacaksın dedi.

Ben bunları duyunca, yerin dibine girdim. Yüzüm kızardı, şaşırdım kaldım.

Ne olacakları bekliyordum ki, Semih fırladı ve beni göstererek söyledi!

Bakkal amca, bunları bana Mustafa verdi. Sen sakla da paylaşırız dedi.

Diyerek, bakkal amcaya beni, bir parmak işaretiyle gösterdi.

Benim nutkum durdu. Donup kaldım. Hiçbir şey yapamadım.

Ve Semih hala konuşmaya devam ediyordu. Benim babam komiser diyordu.

Bakkal amca bir bana ve birde Semihe bakıyordu. Yalan söyleme diye haykırıyordu.

Semih ağlamaya başladı ve babamı istiyorum diye feryat ediyordu.

Ben perişan ve çaresiz olarak akıbetimi bekliyordum. Babamlar duymamalıydı.

Yıkılırdım. Her bir cezayı çekmeye hazırdım, fakat Annemlar duymamalıydı.

Çünkü onlar, bizleri bu konuda, çok hassas yetiştirmişlerdi. Yoksa yıkılırlardı!

Bakkal amca, öğretmenimizi çağırttırdı. Polise haber vereceğini söylüyordu.

Öğretmenimiz, telaşlı bir şekilde bakkala girdi. Neler olduğunu sordu.

Bakkal amcada, olanları bir çırpıda, öğretmenimize anlattı. Öğretmenimiz bir nefes aldı.

Yeniden bizlere dönerek, gözlerimizden bir şeyler arıyordu. Yeniden yutkundu.

Mustafa’yı her zaman, evimin anahtarını vererek, bir şeyler getirmesini istemiştim.

Bu güne kadar takip ettim, en ufak bir şüpheye kapılmadım diyerek savunma yaptı.

Bakkal amca, bende biliyorum bu çocuk şu köşeden hiç ayrılmadı.

Hiçbir şeye elini dahi uzatmadı, zavallı çocuk masun dedi.

Öğretmenimiz, özür diledi ve gerekli cezayı vereceğini söylemişti.

Bana, kimlerle arkadaşlık yapacağıma dair, dikkat etmemi öğütledi.

Komiserin oğlu olan ve benim arkadaşım zannettiğim Semih bir iftira atmıştı.

Hayatım boyunca, yaşadığım bu durumu asla unutamadım. Hüznümü yudumladım!

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:42 AM
İhmal edilen merak!

'İt ürür, kervan yürür'
Söylemini çözüm üretmekte
Problem yaşayanlar veya tahkiki
İhmal edenler olarak değerlendirmeliyiz.

İtin ürümesini
Sadece bir refleks olarak
Algılarsak yanılgımız kaçınılmaz olur.

Kervanın
Her şeye rağmen yürümesi
'verilen komuta kitlenmiş'
Nice mürebbiyelerin hallerini hatırlatır.

Zekâ insan içindir
Peki, insanda ne işe yarar?
Merak ederek öğrenmemizi sağlar.

Merak etmeyi
Ve öğrenmeyi kimilerine
Havale edenler ve bunun ne demek
Olduğunu bilmeyenlerin zekâsı!

Evlerimizin misafir!
Odalarını süsleyen vitrinin içinde
Asla kullanılmayan aksesuarlara benzer!

Mazi ve atisinden bihaber
Bir millet nasıl düşünülmez ise,
Tarihi hakikatleri gizleyen, külleyen
Ve gereksiz gören fertler ve idareciler…

Millet olgusundan
Yoksun renksiz ve mekanikleşmiş
Kimlik erbabı olduklarını mutlaka biliyordurlar.

İşte bunlara sessiz kalanları
Ve alkış tutanları milletimin efradı olarak
Görmek zorunda bırakılmam nedense hüzünlendirir.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:42 AM
İklimi halden!

Boşalttım
Sinemi namludan
Boşalan mermiler misali

Derdimi
Kalbin dinmeyen
Hüznünü dinmeyen çilesini

Sabrın
Baharında açan
Envayı çeşit gül yapraklarını

Çilenin
İkmalinde kokusunu
Hasretin dirliğine yolculuğunu

Katlanan
Asırlarca karlarda
Asudeliğini koruyan beyaz alan

Vicdanı
Toprağın devranıyla
Ruhu semanın haşmet sunumuyla

Dağları
Kemalatın arzıyla
Ummanları ufkun pervazlarıyla an

Zan
Seni senden koparan
Sevgiyi yaralayan kapkara olan han

Fikrin
Netliğindedir sürur
Zikrin meşkinde kalbin ahengi bulur

Zerrede
Gücün gizemi solur
Hareket ve kuvvetin banisi unutulur

Uyumak
Gözleri kapatarak
Zihnin normlarını bulmasını sağlamak

Asıl uyku
Hakikatten azade olmak
Kalbin sahibinden habersizce yaşamak

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:43 AM
İksir-i hayatın eskimeyen sahnesi!

Bekliyordum
Bir sonraki adımın ne olacağını bilmeden
Sessizliğin ikliminde umut için beklerken

Nefeslerin
Derunilik tefekküründe zikredilen niyetin
Sadakat duyarlılığında akdedilen kısmetin

Vaktin
An sahnesinde kalbin ritimlerinde giderken
Hoyratça tüketilen sevginin evvelin kaygısı

Aşkın
Yürek devranında hislerin harmanında kalışı
Çilenin insan kimliğinde kemaliyeti için aşısı

Ruhun
Hafife alınarak ulu orta muhabbet sahneleri
Bizzat banisi unutularak icra edilir bahanesi

Anlamak
İnsan içindir muhakkak lakin idraksiz kalmak
Hayatı gereğince anlamadan öylece yaşamak

Sanatı
Bizzat insanı halk edeni hiç bilmeden solumak
Kadehler eşliğinde nazariyeler içine kokuşmak

Cihanı
Hakk ekseninden uzaklaştırarak zulümle anmak
Sırat çizgisinden feragat ederek güne başlamak

Melanetin
Her çeşidine kılıf uydurarak takiyyeyi tanımak
Feraset konusunda duyarsız kalmayı başarmak

Yaşamak
Hayatın bahtında, hülyaların için ayazı solumak
Kurşuni salonlarda yargıç yozluğuna şahit olmak

Okumak
İstikbalden azade, hınç içinde makamı korumak
Siyaset sahnesinde naçarlığın halini sorgulamak

Yönetmek
Liyakatsiz nefeslerden desiseler için ifşa aramak
Bizar cürümü ihdas eden hasımı dostlukta anmak

Çareyi
Hiç bilmeden çaresizlik için zümreleri koşturmak
Monoton bir hayatı aşk ile anarak yalnız yaşamak

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:43 AM
İksiri hayatım yavaşça eksilirken!

Bilinmez sevdalar bir ok misali vurur
Sineler insicam içinde solurken korku
Haşyet ürpertileri haz içinde eni bulur
Sanılır ki vuslat budur oysa ne olunur

Aşk her kim ne derse desin hali hazdır
Mana terennümüyle ancak o anlamlıdır
Zevkler ne için tartışılır ki idrak kimindir
Kulluk bilinci neden önemli aşk halimidir

Anı halk eden ki canı veren aşkı öğreten
Sevdanın enginliğinde keşifleri serde ten
Ahirin namütenahiliğinde hali ibreti seçen
Cemale aşina için tercihlerinde ısrar eden

Aşk ne fıtri bir hilkati mucip sebep midir ki
Sevda meşkinde nefeslendiren hikmettir ki
Rahmete gark eden ummanın kadrimidir ki
Vuslatın nihayeti maksudun şevki gayesidir

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:43 AM
İlk filizlenen duygular!

Hakikat Karşısında yaram
Ne kadar da ağırmış meğer

Düşündükçe bir şeyler
Yüreğim çok daralıyor
Oysaki hepimiz taptaze
Bir fide olarak yeşermiştik

Esen rüzgârlardan
Uçuşan tozdan
Sanki hepimiz bizardık
Nasiplenmeyi bekledik
Şefkatin engin kanatlarında

Kâh ağladık kâh güldük
Uykularımızın arasında
Anamızın
Sımsıcak kucağında
Çok sıçramışızdır
Mananın kuytusunda

Bilemezdik elbette ki
Neler gelecek başımıza
Ne zaman bir talih kuşu
Konacaktı elan kafamıza

Bitmeyen umutlarımızla
Enginlikte hülyalarımızla
Bizi asla terk etmeyecek
En sadıktı yalnızlığımızla

Bir tutkuydu belki de
İlk yeşeren sevdalarımız
Dayanılmaz meraklarımız
İlk çocukça yaşanan aşkımız

Akan gözyaşlarımız
Anlamsızdı kızgınlıklarımız
Hiç unutulmayacaktı
Gereksiz olan kırgınlıklarımız

Tutkuyla bağlandığım
Avuçlarımızda ki aşkımız
Heyecanın senfonisini
Yaşadığım uçurtmamız

Sevinçle koparttığımız
Papatya gelinciklerimiz
Koparak uçmuştu güzel
Umutlarımız o anılarımız

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:43 AM
İlk pantolon!

O günler, sevgiye hasretti!
Sanki gönüllerde, şefkat tükenmişti!
Hiçbir masrafı olmamasına rağmen!
Her nedense esirgenirdi, ikram etmekten!
Kıyafetlerimiz temiz, ama yamalıklı olurdu!
Yalın ayak gezmek, zorunluluğumuz vardı!
Varsa şayet bir uzun don, büyük bir ikramdı!
Büyükbabamların, bahçesi vardı ama ne mümkün!
Annan ne diyorduk, analık olduğundan, yaklaştırmıyordu!
Ağaçlardaki meyveler bize, biz ise bir çare, arardık!
Yere düşen, kurtlu meyveyi dahi, alamazdık!
Ağacın etrafı süpürülürdü, izleri takip etmek için!
Çaresiz kalırdım, başka bahçelerden ikramlaşırdım!
Kimselerin olmadığı bir vakit, ağaçlara dalardım!
Telaş içinde, ne kadar toplarsam, süratle uzaklaşırdım!
Başka mekânlarda uygulardım, şikâyete kapalıydım!
Annem, çok fena döverdi, oklavayı her şekilde denerdi!
Naylon terlikle vurarak, her tarafımı alalardı!
Yemek istediğimi, meyveye hasret kaldığımı!
Katiyen söyleyemezdim, annem zaten mağdurdu!
Hem babalık ve hem de annelik, yapmaya çalışıyordu!
Beş günlükken annesiz kalmış, üç analıkla yaşamış!
Neler gelmemiş ki başına, kolumu kırılmamış!
Kafası mı yarılmamış, aç mı bırakılmamış!
Odunu geç getirdin diye, sırtı ateşle dağlanmış!
Anne fanilam kirleniyor diyince, keser darbesi almış!
Kime ne söyleyeyim, derdimi kimlere açayım!
Allaha bir İnancımız varmış, sadece onunla paylaşırdık!
Babama çalıştığı işyerinden, adi bir kumaş vermişler!
Annemler sağ olsun, sana bir pantolon, dikelim dediler!
Öyle bir sevinmiştim ki, dünyalara değişmezdim!
İlk defa, bana özel bir şey yapılıyor, kolay mı?
Nihayet, pantolonu giymek kısmet oldu, yakıştı!
Sevincimi paylaşmalıydım, evde kalamazdım!
Dışarıya fırladım, arkadaşlarıma gururla anlattım!
Arkadaşlar, Sümer’in bahçesine gideceğiz dediler!
Haydi, gidelim diye ısrar ettiler, dayanamadım!
Onlara katıldım, tel örgülerden geçtik ve ağaca çıktık!
Bekçi geliyor deyince, atladık kaçmaya çalıştık!
Bekçiden kurtulmak için, tel örgüden geçmeliydim!
Tam geçiyordum ki, duyduğum bir sesle sarsıldım!
İlk özel pantolonum, tele takılmış ve parçalanmıştı!
Orda yıkıldım, pantolonum değil, yüreğim yırtılmıştı!

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:43 AM
İlla ki tercihler tahkik ile anlamlı!

Sineler ki durmaz açılıyor ararda
Farklılıklar sunar kendi kulvarında
Ne varsa serilir bir gayenin adına
Arz edilir merak içinde bekleyene

Nazar ederken o mana sayfalarını
Nefsin demi terbiye ile haşr olması
Kadrin aranması hoş seda kalması
Zevkler uğruna atinin karartılması

O sayfalar ki başka ne kaldı maziden
İbreti hak olması ki verilmiş emekler
Rızayı bari uğruna onca sarf edilenler
Mutlak gidilecektir ahir içindir nefesler

Kime ne diyelim ki gayrı böyle idrake
Kimse gerek duymayınca savrulunca
Tamahı uğruna tercihlerinde yanılınca
Kısmet olmayınca her zaman daralınca

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:43 AM
İllaki edilecek idrak!

Gamı
Neyleyim ki ben
Cananım uzakların ellerinde

Hak mı
Canansız bir gam
Nerede aranırsan isteme çok

İllaki
Çok olan gamdır
Nerede mekân tutmuştur dert

Dert
Tabiî bir illet
Gama ne hacet, sabrınla şükret

Bilinir ki
Canı can yapan
Cananla sinede açan bahardır

Canansız
Bir can kime layıktır
Hayvan zavallı, canana yabancıdır

Şimdi
Sen bir cansan
Muradın olan canana koşmalısın

Öyle ki
Canan yanandır
Melali aşk ile bağlayan bir haldir

Yazık ki
Canansız bir can
Nihayetine onun hasretiyle yanandır

İki can
Birlikte meşke kanandır
Sevda, aşkta kaybolmaktır, inanmaktır

El, dil,
Bel sahibin edebiyledir
Hakikati bilmemek, cehalete sebeptir

Şek
Şüphe bilinmez neye neseptir
Aidiyeti bilmek, akide ile olacaktır

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:43 AM
İnan sen!

Eğer sen
Gıyabımda kızıyorsan
Şikayetleniyor, açılıyorsan
Derdine bir yarende arıyorsan
O zaman bir düşün, seviyor musun

Eğer sen
Onun yokluğundaki halinde
Derinliğinin tüm ahenginde
Şefkatinin her serinliğinde
Onu yudumluyorsan seviyorsun demek

Bilmeliyiz ki
Can, canan, akan bu devran
Sinende han, mekân, zaman
Zahiri terkle manada buluşan
Seven olduğuna muhakkak ki sen inan

Tahılı, başağı, buğdayı, taneyi,
Duvarlarda kuruyan her ekmeği
Yamalığını gizlemeyen bir âdemi
Görürsen, seven olduğuna muhakkak inan

Bilinmeyen
Seven, onu nasib edeni bilir
Bilmek idrakin gereğindendir
İdrak tefekkürle hep birleşir
Tahayyülde ki o meşk halden geçirir

Bir düşün
Seven bilmelisin, istemeyendir
Varlığını, onu için vakfedendir
Görmeden sevmeyi bilenlerdir
Sevgiyi membaından içenlerdir

Siz asla
İnanmayın, sunulan hezeyanlara
Vaatler pareler çulsuz bedenlere
Hülyalara o zanlara, yakarmalara
Onu vereni bilmek, Ona yönelmek demektir

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:43 AM
İnanma!

Eğer seni
Cilven, işven edaların
Tenini kuşatan urbaların

Saçların
Kaşların, endamın
Ayakların, adımların, izlerin

Etkisiyle
Seni seviyorsam
Sen sakın bana inanma

Senden
Seni almak, bakmak
Oyalanmak, bazen yakarmak

Oymamak
Oynaşmak, uzanmak
Maksadıyla seviyorsam inanma

Seni ben
Temaşa etmek
Mektup yazarak heves almak

Diller
Dökerek tavlamak
Yakarmak koklamak, dolaşmak

Niyetiyle
Seni sevdiğimi
Söylüyorsam sakın inanma

Seni ben
Elde etmek için
Soluyorsam sana kızıyorsam

Hiddetle
Bağırıyorsam
Sana hesap soruyorsam

Sana
İnanmıyorsam
Sevdiğimi ne kadar
Söylesem de sen bana inanma

Seni ben
Hülyam, rüyam, enem için
Beden beklentim, zevkim için

Sende ki
Masumluğu, saflığı
Yakalamak, almak için seviyorsam

Sana
Ne söylersem, söyleyim
sakın sen bana asla inanma

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:43 AM
İnanmak mı!

Nasıl
İnanayım sana
Bir zamanlar terk ettin yalnızlığa

Yüreğim
Kan revan içinde
Kalsa da sen hiç aldırmıyordun bana

Ne kadar
Sana anlatsam da
Hiç anlaşılmamıştık biz her nasılsa

Şimdi
Çıktın karşıma
Haydi, vakit tamam hasretine yaslan

Diyorsun
Değişikliği fark etmiyorsun
Hayat boşluk tanımaz ne zannediyorsun

Hüzün
Hislerin devranıdır
İnsan ömrünü tefekkür içinde yaşatır

Sanma ki
Hayat sadece bir aşktır
İnsan zaman içinde kendini bulacaktır

Hevesler
Başaksız bir samandır
Hasat içinde gayretin bereketi olacaktır

Tutku
Ne bir aşktır ne de meşk
İnsan ruhuyla ilelebet muvazene bulacaktır

Muhabbet
Ön koşulsuz saf yüreği
Yaşamak için sabır dergâhında ki kanaati

Haz ile
Terennüm ederek
Vuslatın izdüşümlerinde anlamı yakalayacaktır

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:43 AM
İnanmayacağını bilsem de!

İşte böyle ey can

Sonunda başardım sanırım

Sevdanın mefkûresinde yaşadığım

Çaresiz bir şekilde esrarı tavaf yaptığım

Heyhat ki hiç anlaşılamadığım hicranın

Sızısıyla bir mecnun misali yaşadığım

Hasret öyle bir noktaya getirdi ki

Sanki bir deli sıfatını hak edercesine

Tek suçumuz yalnızca sevmek olmuştu

Her bir suçluluğa hazırdım evvel ahirde sanki

Demek ki böyle bir şeymiş sevmek hissiyatı

Nerden bilirdim,

Hayatımda ki bu halin yaşanacağını

Kime ne söyleye bilirdim ki ne beklerdim

Acınarak sevgiyi tatmak zorunda bırakılan

Belki bir çaredir diye kelamı esşirgenen

Bir selamın dahi çok görülen olmak var ya

Ne acı bir sızıdır lakin olsun

Bu kadarına da razıyım ben yeter ki histir kendini

İzlerini, nakşedenini güzellikler içinde ki halini

Hiç göremeden dahi sevmeye heveslenmek

Ne demek bu garipliği kimlere anlatmayı denemek

Ah o mana hazzını yaşamak var ya sanki okyanusun

Derinliğine dalış yapan bir hederin oksijeni gibi

Çölde kuruyan bir kuyudan suya umut bağlamak gibi

Kuşların kanadıyla dertlere çare olmaya adanmak gibi

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:43 AM
İnce bir sızı mefkûresiyle terennüm!

Kuytu bir yamaçta unutulan baharın nazıyla
Nüfus ediyorsun, kalbimin engin serinliğine
İnce bir sızı mefkûresiyle terennüm ederken
Beni alıyorsun, sessizce kendi derinliğine

Bir gülümsemen, yüreğimde her ne varsa
Sana doru akışı başlıyor, beklemesem de
Hüzün, en kadim dostum iken terk ediyor
Sevimci serdediyor, bülbüller gibi şakıyor

Bir anda her şeyi unutuyorum, sevginle
Gün doğmuş, güneş batmış kim derdinde
Günümü gün ediyorum nadide hasretimle
Yeniden yaşıyorum sanki bütün neşemle

İnsanız işte, bir tevekkellik var her nasılsa
Avuturuz kendimizi bitmeyen hülyalarımızla
Kavuşamadığımız özlemlerimizi yaşarken de
Mutlu oluruz her halimize, yetiniriz kendimizle

İşte elbet bunda saklıdır bir zanaattır kanaat
Hamdet her halinle şükret, işleme bir kabahat
Ey âdemi mutlak, senin asliyendedir her hikmet
Bir insan olduğuna şükret, mükellefliği hazmet.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:43 AM
İnleyen yüreğimle!

Söyleyemem
Sakladığım gözyaşlarımı
Sana hissettiremem seni ben üzemem

Bilemem
Sana karşı hislerimin
Yüreğimin mümtaz köşesinde ki sevgin

Her gün
Seninle uyandığım düşlerim
Kalbimde sessizliğimde yalnız nefeslenirim

Ayalin için
Gösterdiğin gayretin
Çaresizliği sen kendini vakfederek önledin

Hamiyettin
Hizmet için sevk edilen güldün
Kurak iklimleri şefkate gark eden nadideydin

Ötelediğin
Duyguların vakti bekliyor
Nasib olacak hükmün hikmetini sabırla diliyor

Hak için
Nefesler feveran ediyor
Aşk için hevesler manada zarafete bürünüyor

Tevhidin
Yiğit nefeslerle sessizliğin
Muhasebesi icmal ediliyor rıza için sabrediliyor

Hanenin
Annenin, kardeşlerinin
Nafakası için yaşamayı yüksünmeden azmi seçiyor

Okumak için
Zaman şimdilik seni daraltıyor
Her yana koşmak yetmiyor gözyaşların nasıl geliyor

Dişlerini sıkman
Çare adına müşkülatı yudumlaman
Bir duruşun, sessiz haykırışın, çileyi aşkla sarışın

Saygımı
Sana olan hürmet kaygımı
Sessizliğimde mütemadiyen kalmamı icbar ediyordu

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:44 AM
İnsafla nazar edilse!

Evet, artık bir şekliyle
Her gün görüp temaşa ettiğimiz
O en güzel meşherlerden daha güzel

En muhteşem
Saraylardan daha muhteşem
En muhtevalı kitaplardan daha muhtevalı

En mevzun
Ve muntazam sistemlerden
Daha muntazam, en şaşaalı mesire yerlerinden

Daha büyülü
Ve hemen her zaman
Taptaze ve rengârenk hâliyle şu yeryüzü

Ona bir manada
Cennetlerin izdüşümü
Firdevslerin sihirli koridoru da diyebiliriz

Bütün o cazibedar
Derinlikleriyle insani duygularımıza
Akseden birbirinden farklı tecelli dalga boyundaki

Güzelliklerin
En enfesleriyle başlarımızı döndürmekte
Ve gönüllerimizi hakikat aşkıyla coşturmaktadır

Eğer insan
Tabiat ve hayata ait hususiyetleri
Biraz ön yargısız, biraz da insafla tetkik edebilse

Görüp duyduğu
Bakıp mütalâa ettiği canlı-cansız
Her nesneye karşı öylesine derin bir hayranlık duyacaktır ki

Müşahede ettiği şeyleri
Bir daha ve bir daha temaşadan
Kendini alamayacak; belki de, bir sevdalı gibi

Sürekli varlığın özüne
Ulaşma hülyalarıyla oturup kalkacaktır
Oturup kalkacak ve her yeni tetkik, yeni tahlil,

Yeni terkiple varlık
Ve eşyanın ötesindeki hakikatlerin/hakikatin
Meraklı bir araştırıcısı ve âşık bir keşşafı hâline gelecektir

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:44 AM
İnsan mıyım?

“Bosna''da, Filistin''de, Irak''ta çok çok uzaklarda
yere düşen çocuk bedenlerinin görüntüsüyle
kanal değiştirenlerdenim...
Bazen iktidarda bazen muhalefetteyim...
Ellerim kan içinde beklemedeyim...
İnsan mıyım ben?
Şimdi siz söyleyin.”diyorsunuz…

Bende diyorum ki…
Siz öyle bir insansınız ki
Ey yüce insan ve hanımefendi…
İnsanlığın ne olduğunu
Bilen erenlerdensiniz...
Öyle olmasaydınız şayet,
Hiç sorar mıydınız?
Siz, yüreğinde sevgi
Hilkatiyle verilen bir abitsiniz...
Siz, acıyı hissederek yaşayan,
Sızının serencamında tavlanan,
Sabrı ve metaneti
Yudumlayan bir topraksınız...
Siz, evrenselliğin her merhalesini
Deşifre edecek kadar
Yürekli bir mürebbiyesiniz...
Siz, namertliğin hasmı,
Mertliğin yufkasısınız...
Siz, hayatın her katresinde
Yaşanan entrikaları,
Zaten ulvi kimliğinizin size sağladığı
Engin mazi denkliğiyle sağlamıştınız...
Siz, atisine sırt çevirmeyen,
Her arzusuna paye
Vermeyen bir dervişsiniz...
Siz, bir canın gözünden
Süzülen her damlasınız...
Siz, anaların anası, vuslatın seyyahı,
İşaret taşlarının girizgâhısın...
Siz, insan değilseniz ki,
Kalmışsa bir insanlık,
Durmasınlar sizden utansınlar...

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:44 AM
İnsan tuğyan içinde aşkı arayan!

En mübariz olan hasletler kurutuluyor
Tefekkür adım adım insanı terk ediyor
Hisler tarumar oluyor vicdan kararıyor
Zaman insan için sanki yerinde sayıyor

Aynalar boy boy duvarlarda boy ölçüyor
İnsan, suretine bakıyor halinden geçiyor
Vehimler içinde bir adalet taksim ediyor
Zanlar ne hazindir ki finali galip bitiriyor

Mutlak hükümler azimetle itibar bulurlar
Ruhsatı ihsandan uzaklaşanlar kullanırlar
Vakti kuşanmak, seherlerden önce başlar
İnsan, rızayı bari için yaşar hizmete koşar

Sineler fetihlerden azat edilince ne yapar
Hurafeler içinde, sen düşün bahar mı açar
Ekranlar sabi zihinleri tuğyan içinde oyalar
Kan akar, husumet azar, insanda ona bakar

Maksat içinde maksat vardı kitabı celil kaldı
İdrakler için, asırlarca ümmetçe anlaşılmadı
Şuralar kalktı o tavaf anlaşılmaktan uzaklaştı
İnsanlar akidelerinden soyutlanarak kandırıldı

Her adımda bir cami söyle cemaat şuuru hani
Hatim indirmek kolay, o an yazan hüküm fani
Zevklerin içinde yapılıyor, heveslerin içtiması
Efrat melülleşiyor azimete hiç rağbet olmayalı

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:44 AM
İnsandır beşer!

Her insan
Beşer olarak doğar
Ama her beşer
İnsan olmaya
Muvaffak olamaz
İnsan
Beşer olmaktan
Kurtulamadığı sürece
Kim olduğu önemsizdir.
Her insan
Adam telakkisindedir
Ancak adam değildir
Adamlık mükellefiyettedir
Mükellef kimliğini bilmektir
Bilmekten öte idraktir
İnsanı kâmil olmak
İnsanlığın muradıdır
Hakikat idrakine ermektir
Adamlık kemaletledir
Kemal hilkatin sebebidir
Aidiyetin müsebbibidir
Abit olmanın gereğidir
Zahidin her daim meşkidir
Arifin vazgeçilmez hasletidir
Kulluktan sadece beklenendir
Aşkın pınarında serinlemektir
Sevda diyarında beslenmektir
Sulbün âdemi mutlakıyetidir

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:44 AM
İnsanlar neden tahakküm etmeyi severler!

İnsanı insan olarak vasıflandıran Kur’anın hakikatleridir.
En son peygamberin nübüvvetidir, rahmet için seçilmesidir.

Kronik bir aşkın kurbanı olan iblis, enaniyet tercihi sebebiyle lanetin muhatabı olmuştur, dolayısıyla Esfele safilin yolculuğuna çıkmıştır.

Âdem a.s ise bir insan olarak itaatin ve teslimiyetin gereğini ifa ederek kendileri için uygun görülen haller dairesinde kaldıkları sürece, mükâfat için müjdelenen kullar olarak vasıflandırılmışlardı.

Tahakküm etmek bunu dilemek iradi olarak, kemalattan uzaklaşmayı marifet telakki etmiş bir nefsin erbapları tercih ede gelmişlerdir.

Nefs ancak terbiye edilirse vuzuha kavuşur, itminan olur, hakkı bulur, manasına kavuşur.

Terki veya reddi ise tahakkümün yolunu açarak hırsın itibari kaps****** dâhil olur.

Bu zaman dâhilinde ceberut kesilerek mutlak kazanma ilgasını aralar.

En az üzülen insan en çok bilen insandır denir, lakin ne kadar biliyorsan o kadar da derdin defi için, iyiliğin tesisi için gayret gösterilmedikçe hiçbir anlamı kalmamaktadır.

Bir anlamda müstekbir kavramı bunun için açıklayıcı sebeptir.

Müslüman bir inanan olduğu için, rahmetin sebebini bilendir.

Tahakküm hiçbir Müslüman’ın vasfı olamaz ve olmamalıdır.

Mukallit, tahkik etmeyen olduğu için nefsiyle problemi izafi olarak gidermeye çalışan biçaredir.

İman asla ve herhangi birilerinin inhisarında olamaz, velev ki bu bir baba, bir anne, bir eş bir hami hiçbir zaman fark etmez.

İnsan hür olduğu ölçüde bir vasviyet kazanır, aklını, izanını, merakını, zekâsını birilerinin tekeline bıraktığı müddetçe sadece vitrinleri süsleyen maket mankenler mesabesindedir.

Kadın bir nisa olarak en güzel bir şekilde tanzim edilmiş, insanlığın öznesi seçilmiş,

Mutlak hüküm karşısında erkeklerle eşit görülmüş ve hatta özellikle yüceltilmiş en ulvi varlık sebebimizdir.

Bir toprak, bir yağmur, bir başak gibi… Onsuz her şey ona hasret gibi…

Bu bakımdan bazı devletler her ne kadar İslami ve Kur’ani yönetim tarzından den vursalar da, bunun hakikatlerle bağdaşmadığını mutlaka görebilmeliyiz.

İslam dini, Kur’an hükmü zulmü yasaklarken, kim buna cüret ederse zalim olur.

Zülüm sadece şiddet değildir elbet, haklarının gaspıda buna dâhil olandır.

Kur’anı sosyolojik sebepleri ve ayetin nüzul sebebini bilmeden ahkâm kesmeye kalkarsak sadece lafazanlık yapmış oluruz.

Oysaki bu dahi bir lüzumsuzluktur.

Yani zaruretle, kemali yeti mutlaka bir birinden ayırmalıyız. İllet nedenini bilmeliyiz.

Vucubunun ve sıhhatinin gereğini deruhte etmeliyiz.

Yoksa sadece lafı güz arlık için bir uğraş verirsek manasından uzaklaşırız.

Yani hukuku biliyoruz zannıyla, şeri hukuku zedelersek bizzat hukuku biz tahrif etmiş oluruz.

Dolayısıyla hukuk adına söz söylemeyi bir marifet telaki edenler, kişilik haklarına saygıyı, bireysel inancı, manevi tahribata meydan vermeden anlaşılır olmayı başarmalıdır.

Saki baş tacı edilen bir kuşu kaçırmadan, ürkütmeden anlatmayı başarmak gibi…

Saygı yalnızca hak edenlerindir. Sevgi rahmet sebebiyledir. İzzet ikram nimeti veren içindir.

Hareket ve kuvvetin tek sahibi canı bahşedenindir.

Kur’anı anlamadan, itikadı bilmeden, efendimiz aleyhi selamı hissetmeden ekâbirliği öncelersek sadece kendini avutan biçare olarak kalırız.

Çaresizlerin çaresi Cenabı Hakken, Nuh a.s oğlu eve hanımı, Lut a.s hanımı bizzat inanmayı reddederken, Firavunun hanımı
Asiyenin halini bir düşünelim.

Mal ve her mülkün sahibi yüce yaratandır. Sahibi olduğunu zannedenler, Karunlar, Firavunlar gibi zanna kapılsalar da hesap onları bırakmayacaktır.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:44 AM
İntihar eden kadın!

Telsiz konuşmaları hız kazanmıştı, garip şeylerin habercisiydi.
Santral memurunu aradım, hayırdır diyerek sordum.
Efendim; bir ihbar aldık ve arkadaşlara çıkış verdim.
Nedir durum Ahmet çabuk söylesene diyerek çıkıştım.
Müdürüm, serken mahallesin de bir evde tüp kokusu binayı sarmış,
Deyince Ahmet, tahmin ettiğim, ihtimal dâhilin de zehirlenme vakasıydı.
Şoför durumuma vakıf olunca, aracı çekti ve hazır bir vaziyette bekliyordu.
Santral görevlisine ihbarı saat kaçta aldığını ve çıkan ekibin şu an nerde olduğunu,
Öğrendikten sonra, en kestirme yoldan ve ekiple aynı anda olay mahallindeydik.
Bina sakinleri çok telaşlı ve içerde üç tane küçük çocuğun olduklarını söylediler.
Anormal derecede gaz kokusu her tarafı sarmıştı.
Kapıyı kilitliydi, açan yoktu.
Merkez mahaller de polisler bizlere yardımcı olurlar.
Mesela kilitli kapıları, polis nezaretiyle açılması sağlanırken,
Merkez haricinde ki, müdahalelere jandarma nezaretiyle neticelendirirdik.
Bu olay mahallin de kapı kilitli, polis müdahale edemiyor, jandarmanın gelmesi,
Bir saatten fazla sürer, peki ne yapacağız dediğim de polislere, bizim yapacak
Bir şeyimiz yok, sorumluluğu alamayız dediler.
Bina sakinleri çaresizler…
İçerde mahsur kalanlar, kaderleriyle baş başalar, yani o anda bir canın kurtarılması
Kolluk görevlilerce önemsenmiyordu. Başımızı beleye sokamayız diyorlardı.
İşte o an, biten zaman kanaatiyle, bizzat kendim müdahalede bulunarak,
Kapıyı bir şekilde açtık.
Görünen manzara korkunçtu!
Zavallı genç bir bayan yerde ağız üstü ve perişan halde yatıyordu.
Zavallı üç çocuk, mecaller kesik ve çaresizlerdi.
Şükürler olsun henüz yaşıyorlardı.
Kucağımıza alarak, eğilmiş bir vaziyette dışarıya çıktık.
Çocuklara, oksijen takviyesi yapmaları, talimatını vermiştim.
Yeniden arkadaşlarla içeriye girerek, biçare kadını kucaklayıp,
Dışarıya fırlamıştık.
Kadın sapsarı kesilmiş, hareketsizdi. Oldukça zayıftı.
Fakir bir aile olduğu belliydi.
Bayana ilk acil müdahaleyi bizler yaparak, oksijen takviyesi,
Dizlerin kaldırılması, suni teneffüs vesaire derken bayanda,
Bir hareket görüldü, çok mecalsizdi, şaşkındı.
Ambülâns hala gelememişti.
Ben yeniden eve girerek, neden’i arıyordum.
Milangaz özellikle açık bırakılmış,
Biçare bayan kasten canına kıyacakmış.
Eşi veya bir kimsesi etrafta görülmüyordu.
Kılavuz aracına bindirerek, hastaneye yetiştirmiştik.
Gün boyu takip ettik, hepside kurtulmuşlardı.
İşte o gün, stresten tamamen sıyrılmıştım.
Vicdanımın rahatladığını. İliklerime kadar hissettim.
Yardımın, iyiliğin, fedakârlığın, bir can kurtarmanın,
Kurtarmanın sevincini, riske girmeme rağmen yaşıyordum.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:44 AM
İrade kimindi can bir emanetti!

Yavaşça çekiliyordu canın en muazzam iksiri
Ne kadar sessizdi, nezaketin en kıdemlisiydi
Veda ederken hissettirmemeyi tercih edendi
O yalnızca emre amadeydi, erenlerin piriydi

Çaresiz kalmak kötümüydü, kimdi halk edeni
Kuvvetin sebebi, hareketin nedeni kim verendi
Nihayetinde bir hücreydi, emri nerden bilecekti
O hilkatini bilen, ona göre şekillenen bir neferdi

Can ne içindi, neden insan dendi, sebep neydi
Melekler yetmez miydi, insücinsler ne haldeydi
Neydi istenenler, bilinmeyenlerde gizlenenlerdi
Aşk adına güzellikti, semanın yaratılması emirdi

Niyetler belirlendi, secdeler edildi biri seçilmişti
Kimdi? Ne için hederdi! Kimler için isyanı seçti?
Kimlerin kanına girdi? Kandırmayı illa telkin etti
Hayâ perdesi nerdeydi, yapraklar niye seçilmişti?

Hakikat nerdeydi? Neden emirler örtbas edilmişti?
Nihayette ihlal edilen bir emirdi niye yeksan edildi?
Biz her zaman bu serencamla günah işlemedik mi?
Neden azabımız tehir edildi? Neden günah fişlendi?

Ruh neydi? Nefis kimindi? Mühlet ne zaman bitecekti?
Kabir bekleyendi? Toprak paklayandı? Mizan neydi?
Arasat ne demekti? Şefaat niçindi? Zevk kimimleydi?
Tercih eden kimdi? İrade kimindi? Can bir emaneti!

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:44 AM
İsimsiz mektup!

Bir mektup aldım, biraz şaşırmıştım...
Biliyoruz ki artık mektuplar, bir iletişim için gereği kadar kullanılmıyor.
Şaşkınlığım bunun içindi.
Zarfı getiren postacı, mektubu bıraktı ve çekti gitti.
Doğrusu merak etmiştim, kimden geldiğin. İşimi bir müddet durdurup, zarfa yeniden baktım. Kimden geldiğini bileyim diye.
Fakat ne mümkün,.....? Den başka bir şey yok.
Daha çok meraklandım.
Zarfı uygun bir biçimde açarak, içindeki yazılı bulunan pusulayı çıkarttım.
Kâğıt özenle seçilmiş, açık pembe renginde, mısralar ise çok özenle yazılmıştı.
Mısralar nezaketi öyle bir işlemiş ki, çok duygulandım.
Yeniden bir kez daha mısraları okumaya başladım.
Satırlar, kişiliğimi deşifre etmiş bir kimlikten geldiği o kadar belliydi ki,
Beni bu denli kim tanıya bilir'i düşünmeye başladım.
Duygu yüklüydü, hasret ve özlemi vurguluyordu.
Beni çok uzak diyarlara götürdü.
Hala merak ederim, o isimsiz mektubun yazarını.
Çok üzülürüm, gafletimin neresinde bir kapı araladım, bu yürek sahibine diye…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:44 AM
İsteme benden…

Yapma ne olur isteme benden,
Sensizliğin asude kederinden,
Serinden, çok derinden ağlarken,
İstem sen sevgini ne olur benden.

Sevginin emaneti olmaz, satılmaz,
Onsuz hayattın hiç birine katlanmaz,
Kalpten alınmaz, iadesi asla olmaz,
İstendiği zaman, isteyene katlanılmaz.

Sen gittin, teninle yittin, beni bitirdin,
Sevmedin, bunu bilmedin, terk ettin,
Gelmedin, gelemezdin, emanete ettin,
Sensizliğin huzurunu keşfettim, dirildim.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:44 AM
İstemesem de sızıyor işte!

Yok, artık bir önemi kalmamıştır
Ne sana ve nede bir sızlanmana
Nede o vicdan azabını yaşamana
Arkana dahi sakın dönüp bakma

Artık senin sevgini hasrettim ona
Sensizliği acı içinde unutmaya dek
Sevda sızısında kıvranma mı gerek
Bir elenti içinde ki aşk ne verecek

Beni tenden edip aşk ile öldürecek
Hazanında hüsnü aşk mı yaşatacak
Habersiz seyri halde ne haz katacak
Kendi halinde kalacak yâri unutacak

Sen bana yaşatmadığın bir aşkı yaşa
Acılar içinde sızlanma merakta kalma
Beni bedbinlikte yaşattın sen yaşama
Seni sen yapan değerlerle haz ile yaşa

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:44 AM
İstesem de sana dokunamam ki

Sanki bir şuur kaybını yaşıyorum
Yavaş yavaş çekilen idraklerimde
Hayat bir tozpembe can çekilince
Kim ne dersin boş ver be denince

O an sinsi bir intiharın eşiğindeyim
Zaman durmuş hayalim nihayetmiş
Bir nerdeyim diyebilecek kadar imiş
Bütün hülyalar yavaş yavaş sönmüş

Kalan her bir an sonrasındaki nefes
Artık çaresizdir herkes alır şakın ses
Merak içindedir meçhulün peşindedir
Hazan seyrinde vah vahlar o an dizilir

İşte o an beni kuşatan göçebe ıssızlığı
Hilkatin adresini gösterirken bir sığlığı
An be an yaşarım, bir hazanın kuşattığı
Aşikârdır muhayyilemde bomboş kaldığı

Yazgılar karamıdır beyaz mı hiç bilemem
Tefekkür gerektiren işin derdine girmem
Ben zevki sefa için beklerim ar’ı neyleyim
Hayat edeb için saklanırım meyledemem

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:44 AM
İsteyemem yârim üzülmesin yeter!

Geliyor işte istemesem de yaşlar
Hissiyatımda dinmeyen yakarışlar
Sinemde dalgalanan hazzı aşklar
Yâr derdiyle sessizlikte haykırışlar

İsteyemem onu üzecek arzuhalleri
Sinemde durmayan dalganın ahını
Yüreğimde kanayan sevda yarasını
Gizlerim her vakit yâri üzmesin diye

Bir mendil kokusundaki yakarışları
Sessizlik içindeki haklı haykırışları
Muhayyilemde oluşan o bakışlarını
Dilemem yâri üzmesini isteyemem

Bizarım elbette hem de bir bilsen
Sessizlik içindeki aldığım nefesten
Hissiz kalan tenimdeki hareketten
Çaresizliği yaşarım kendi halimden

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:45 AM
İşaret taşlarıydı aradığım bir gerçek!

Bir yorgunluğun adımları yaklaşıyordu
Cana şevk katan iksir yavaşça çekiliyor
Tükenen mühleti sessizce hatırlatıyordu
Bir zamanlar gelinen adres ki anlatıyordu

Ne kalmıştı kalan bir zamanın arefesinde
Nefesler ki her biri kuvvetin mesabesinde
Hikmetin evvelinde ahirin katresi renginde
Nefesler tükenince enler eneyi terk edince

Bilinmeyen her cümle anlam için zorlanınca
Maksat ki hâsıl olsun diye mealli anlatılınca
Bir kutlu mirası edep telakkisinden sıyırınca
Mananın hazzı kalmayınca can bizar olunca

Neyleyim ki artık bu vakitten sonra çaresiz
Her aşiyana duyulan manasız çalgıya sessiz
Bir üflenen ki bir hicranın sesi ki o kimsesiz
Mana ahengiyle nefessiz hal diliyle şüphesiz

Derinlerden bir çağrı ki nasıl anlatılır bilinse
Hakkın sesi ki mühleti nefeslerce idrak edilse
Pak sineler huzura çıksa nasın icması netleşse
Akıbet için nefesler bir anlamı hak için tükense

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:45 AM
İşte bir köy…

Aşkı çocukluk sırrıdır.
Saflığın pınarıdır.
Bilginin fakirliğidir.
Medeniyetin beşiğidir.
Tabiatın sevgisidir.
Törelerin banisidir.
Umutlarım ummanıdır.
Kızların utangaçlığıdır.
Köy has bir anadır.
Sürekli fedakârdır.
Sabırda bir ummandır,
Heyecanda vuslattır,
Acemiliğin tadıdır,
Çıraklığın ilk adıdır,
Vakarın tek pınarıdır,
Mertliğin harmanıdır,
Namertliğin hasmıdır.
Şehirlerin anasıdır,
Şehirler ondan hâsıldır

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:45 AM
İşte böyleydim…

Sevgiye hasret bu gönlüm
Yatağında divaneliğe akarken
Buhranın katresini yaşardım
Aldığım her bir nefeste nefsim
Hırs basardı, hiddetsiz olmazdı
Gücün zorbalıkta prim yaptığı an
Zevkimin dorukluğunu yaşatırdı
Arzum menzile elan ulaşmalıydı
Umutsuz fukaralar kaçışırlardı
Ceylan gözlü kızlar tutsağımdı
Harami en yakın arkadaşlarımdı
Mazlum ayaklarımın altındaydı
Gasp sonsuzluk heyecanımdı
Tekebbür hadsiz en yakınımdı
Şan şöhret aradığım özellik ti
Kibir büyük seçiciliğim bilinirdi
Midem en değerli muhayyilemdi
Uçkurum güzellerde soyulandı
Erenler halkın en şedit erleriydi
Allah derlerdi beni tanımazlardı
En büyük ilahım şahmeranımdı
Her istediğini yapan tapandım
Ancak onunlar halkı oyalardım
Her hafta bir yarış başlatırdım
İnsanları düşünemez kılardım
Çocuk kalbinde inancı silerdim
İşte böyleydim seni tanımadan
Tanıdıkça seni şerrime utandım
Gelemem huzuruna çok inledim
İnlerin en derinliğinde geceledim
Senin varlığın hakikatine yaratılan
Zerrelerin dirheminde bulunan
Bir toz olmayı başarırsam o zaman
Ancak rahatlarım huzura çıkmaktan.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:45 AM
İşte ne yaparsınız halin dili anlaşılmazsa!

Bazen ki sormuyor değilim kendi melalime
Çekil artık hazır un huzurundan çok sıkma
Tahammül bırakmaz isen canı cihanda olsa
Yetti artık be bircan artık çokta daraltmasan

Sanki duyar gibiyim serzenişlerinize uyarım
Sizler ki zerre rahatsızlık vermekten bizarım
İşte ne yaparsınız ki budur benimde melalim
Yeter ki sizler kızmayın ben sinemi kapatırım

Biliyorum ki siz çok farklı kuşaklarda cansınız
Kuşak farkımızdan zenginliğinizi sunanlarsınız
Bu kuytu köşesinde nefeslenene ne şefkatsiniz
Siz ki efkârı umum iyenizle eşrefi mahlûkatsınız

O an ve bir zaman bitecek olan hayatımın sesi
Enginliğin içinde ki nefeslenen sevdanın kalesi
Aşkın tek adresi hazzın payesi nefsin terbiyesi
Dillerin edeb içinde ki seyri halin bizzat ta tarifi

Edep noktasında bizarım bilgi konusunda acizim
Bilinmeyenler meşgalesinde ne utanmaz cahilim
Şiir yazmak yorum yapmak almak nede hadsizim
Sizlerin himmetine muhtaç olan zavallı bircanım

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:45 AM
İşte öyle bir ahenk!

İnsanların da hayvanlar gibi,
Rızkları, ecelleri, biçimleri,
Düşünce ve davranışları,
Güven ve korkuları,
Dost ve düşmanlıkları,
Barış ve savaşları,
Görecekleri, duracakları,
Karşılaşacakları olayları,
Belirlenmiş ve bir programa göre,
Evren mesaj da, düzenlenmiştir.
İnsan ve hayvan, bir yaratılan olarak,
Kendi âleminde, incelendiğinde;
Hakikat, gün gibi açığa çıkacaktır.
Bu âlemin, zaruri olan ihtiyaçların,
Kaderlerinin, benzerlik oluşturduğu,
Fakat nitelik olarak, işlev ve görevlerin,
Amaç, arzu, duygu ve hedeflerin,
Fevkalade ayrı olduğu, anlaşılacaktır.
Artık ayan ve beyan olan, bu farklılık,
Yeryüzünün efendisi ve mükellefi,
Sorumluluğu kabul eden,
Ne yapacağını bilen, olduğundan,
Yöneticilik vasfı, bulunduğundan,
İnsanı, farklı kılan, hayvandan ayıran,
Mükerrem ve üstün yapan, bir özelliktir.
Fakat bilmeliyiz ki, bazı hayvanlar,
Hatta haşarat diye, nitelendirilen böcekler,
İnsanoğlundan daha zeki ve bilgili oldukları,
Yetenekleri takip edilerek gözlenmiştir.
Öyle ki, tüm insan âlemi bir araya gelse,
Bilim ve teknolojilerini birleştirse bile,
Bunların başardıklarını,
Asla, gerçekleştirememekte,
Tekniklerine, ulaşamamakta,
Kurdukları düzenin bir benzerini,
Hazindir fakat eşini inşa edememektedirler.
Hayatlarını, bizlerle yaşamalarına rağmen,
Onlarda, asliyetlerinden bir taviz, göremeyiz,
Hilkatlerinin gereğini, sadakatle uygularlar,
Gıdamıza, ilaçlarımıza, katkılarını esirgemezler.
Dürüstlüğün, emeğin müdavimleri olarak,
Bazıları, hayatımızın vazgeçilmezleridir.
Arı, karınca, termit, örümcek, kelebek,
Akrep, güve ve yarasalar gibi!

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:45 AM
İşte yetiyor be ne dersen de!

Uçtu işte her ne kadar çok sevsem
Hayatımı yollarında bir hasır etsem
Her ne diyorsa onunla tek yetinsem
Zindan dilesem gün yüzü görmesem

Onun gözyaşlarında baharı beklesem
Mısralarında şekillenip, şevke gelsem
Ömrüm boyunca bir günde görmesem
Onun kelamıyla yetinsem hal eylesem

Beni sevmesin sinesinde yer vermesin
Bir gün bile olsa, melale hal eylemesin
Dilediği ile neşelensin, cihan onu ansın
Beni ömrü billâh anlamasın, bakmasın

Mısraları yetiyordu bana, anlamasa da
Manasına kana kana, onu anlasam da
Olsun buna hiçbir zaman aldırmasa da
Tek kalayım onun hep satırları arasında

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:45 AM
İzlerin nedametle anılacak!

Sende kıy ne olacaksa
Bırak git hal solacaksa
Muratlar dondurulacak
Aşk manasız kalacaksa

Sen ki evvel emirde iken
Halin seyrinde meraktan
O hevesle koklayacaksan
Kime kalacak anılacaksan

Bir fırsatını verme el âleme
Kal kendi esenliğin şevkine
Halim ne olacaktı gafilliğiyle
Kapılma ne derler cahilliğine

Sen seni bahşeden hikmetine
Damarlarında dolaşan mesele
Tefekkür et kendi derinliğinde
Bizzat iradenle tercihte etsene

Bir zaman seni boşayacak olan
Anın korkusuyla panik yaşayan
Akideden uzaklaşan tende olan
Urbasız kalıp edepten uzaklaşan

Bilesin ki seni şikâyet edecekler
Melalin nedametle izi sürecekler
Ahirin için bekleyip dillenecekler
Vaadinle yüzleşen neticelenmeler

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:45 AM
İzlerin serabında adımlarken!

Sinemi
Kuşatan aşkının
Derbederiyim şimdi kederliyim

Dertliyim
Sevdanın yüceliğinde
Baka kalan sana doyamayandım

Haykırmak
Figana yatmaktır arzum
Sana yaklaşıp kavuşmaktır muradım

Kahrımla
Ben demlenirken
Tarafından duyulmayan feryadım

Çaresiz
Uçan kuşlaradır
Düşen yapraklaradır el hak sanadır

Artık
Çok uzakta bulunsa da
Ne olur bir kez olsun dönüp te bakma

Kalbinde
Katlanan sevgini sakla
Hasretini kucakla bir hicrana kapılma

Senden
Halime zuhur edenlere
Sen hiç aldırma sinene de sakın bakma

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:45 AM
İzlerinin şevkinde yaşasam da yeterdi.

Hayatımın sayfaları arasında salınırken
Hazanın katları, hicran sızıları fazlaydı
Ağlamayı asla arzu etmediğim hiddette
Göz pınarlarımdan sessizce süzülüyordu

Sol yanımda dinmeyen bir sızı sarsarken
Dişlerim sıkılmaktan, erimeye başlamıştı
Hiddet kasırgam met cezir hazzındayken
Tenime serpilen dalgalarla gelen hatıralar

Martıların figanı, kadırganın nisyanı vardı
Senden arta kalan zavallı kaldırımlar ardı
Sensizliğin serencamında şaşkın kalanlar
En yakınlarım olmuşlardı, dert ortağımdı

Senden kokular salan her bir şeye razıyım
Sen hiç yanımda olmasan da aramasan da
İzlerinin şevkinde yaşasam da yeterdi bana
Sen rahatsız olma benim garipliğime bakma

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:45 AM
Kaçsanda…

Sen ağlarken akşamın
karanlığında
Hüznünü sessizde olsa
Salıyorsun
Mekânın bir katresinde
bulunman aslolandır
Yiğit bir yüreğe sahipken
Kaçmak niye
Hapsettiğin saçların güneşe hasret
Eteklerin savrulsa bile
aldatan insandır yarından kime
Gönülden silinen her güzel
itiraf edilmese de
Aşk hissiyatındır yanılamazdı
Gönül sızısı sızar çatlaklardan
Sen haykırmaktan da kaçınsan
Sevgiye hasret yürek susuzdur
Su bulunmayan toprakta kurur
Hazırlanan her gelecek
Bilinmez ki nasıl bitecek
Meramını hapseden nice gönül
Toprakta geçen onca ömür
Canını acıtan her esen
Gülü hatırlatır birilerine
Metanetinde ki asudelik
Denkliğinde ki benliği
Değil insanların
Bülbülün dahi mertliğinedir.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:45 AM
Kadın olmak, erkeğe adanmak niye?

Kadın olmak diyorsunuz...
Bir ömrü bir erkeğe adamak…
Niye öyle...
Sevmiyorsan niye adamak...
Seviyorsan ne demek adamak...
Bir erkek değil mi?
Nihayetinde o da bir insan...
Aynı kadınlar gibi...
Bazen sevilmeyi...
Bazen de sevmeyi beklerler...
Niye kadınlar gül ile anılırlar...
Erkekler hurdalıkla niye...
Kalp sorunu mu var...
İnsan olmaları sebebiyle
Sorumluluk açısından eşittirler...
Birbirlerine emanettirler...
Hani diyorsunuz ya...
Göz kamaştıran nesneyi...
Her ikisi içinde geçerli...
Aşağılanmanın en şedit olanı...
Bir kadın tarafından hakir görülmektir...
Ahde vefaya kim sadık kalmadıysa...
Bu ikisinin de ceremesidir...
Kadın...
Kâinatın öznesi olmaktır...
Kadın...
Neslin en zarif toprağıdır...
İffet onun vazgeçilmez aynasıdır...
Erkek gülünün kıymetinden bihaberse...
Gülün ne gibi bir suçu bulunabilir...
Bir yağmur gibidir...
Bir başağın en zarif ölçüsüdür.
Her yiğide, yiğitliği yakıştıran
En yüce cengâverdir...
Kadın olmak işte böyledir...
Kızmadınız bana değil mi?
Ey güzel insan, sevgili hocam...

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:46 AM
Kahkaha…

Uzaktan,
Anlaşılıyordu…
Arkadaş,
Zevkin,
Doruğundaydı…
Attığı,
Kahkaha,
Ortalığı çınlatıyordu…
Herkesi,
Bir şaşkınlık,
Almıştı, şaşkınca,
Bakışıyorlardı…
Âlemden geliyormuş…
Öğünerek söylüyordu…
Kadehi,
Her kaldırışında,
Gözlerinden,
Yaş boşanıyordu…
İri kıyım biriydi…
Pala bıyıklıydı…
Göbeği,
Biraz sarkıktı…
Gülmekten,
Gözünde yaş,
Kalmamıştı…
Aniden fenalaştı…
Kızarıp morarmıştı,
Dili boğazına akmıştı…
Soluksuz kalmıştı…
Yaka düğmesini açtılar,
Kalb masajı yaptılar…
Ağzından nefes verdiler…
Hiçbir hareket kalmamıştı…
Sanki orada betonlaşmıştı…
Yapılan her uğraş nafileydi…
Arkadaş, kalbine yenilmişti…
Bir anda o mekân buz kesildi…
Nefesimizin, ritimleri belirsizdi…
Hayalimiz aniden tükenmişti…
Bilinmeyenler, sefere başlamıştı…
Ölüm aniden gelmişti, beklemiyordu…
Neşesinden kahkaha ile yetinmiyordu…
Katılarak gülüyordu, yaşlar durmuyordu…
Gözlerden boşalıyordu, bir şey yapamıyordu…
Oysaki gözyaşları, bir rahmetin tecellisiydiler…
Hak adına seferber olurlar asla duramazlar…
Nefsin aracı yapılamazlar, seyirci kalırlar…
Çaresizlik içinde çırpınarak, manasız akarlar…
Hak vaki olduğunda, göz ve yaş onda buluşurlar…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:46 AM
Kahrımın demi…

Kuşatan aşkının, derbederiydim,
Kederliydim, dertliydim, erdim.
Sevdanın yüceliğinde sallandım,
Sana doyamadım, baka kaldım…

Haykırmak, figana yatmak arzum,
Sana yaklaşmak, kavuşmaktayım,
Kahrımla demlenirken, feryadım,
Kuşlaradır, yapraklaradır, sanadır.

Uzakta bulunsan, ne olur bakma,
Kalbinde katlanan sevgini sakla,
Hasreti kucakla, hicrana kapılma,
Senden zuhur edenlere hiç bakma…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:46 AM
Kal sessizce aynadaki halinle!

Nasıl bir
Çaresizliğe gark ettin ki
Melalim sefilliğin hüznünde ağlar

Ne kadar
Aransam gelmez şu bahar
Sen beni meftunu aşk eyledin ey yâr

Dökülen
Her damlaya aşk mahzun
Yokluğun insicamın çaresiz mahkûm

Sevdan
Yollarında hicranım sökün
Aşkına amade hasretine avareyim yâr

Sen ki
Gıyabi nazarı bana çok görme
Hicranım dinmez sen hiç kulak verme

Hakir
Görerek halimle alay etsen de
Unut beni hiç bir imkânı yok desen de

Mahkûmum
Neylersin yine sen bilir misin
Vicdan nedir acısıyla bir nefeslenirmisin

Aşkın
ilgası için tefekkür eder misin
Nasip olması için niyaz nedir hiç bilir misin

Bir zamanlar
Sevmek sevilmekten çok evladır
Diyordun hikmetin tecellisinden çok habersiz

Sendelerken
Bu halimi, bir mecal bırakmadın
Aldığım nefeslerde mütemadiyen hüznü yaşattın

Bir gün
Hüzün melalini kuşattığı anda
Sen artık asla çıkma ortaya alış yalnız kalmaya

Ne aşka
Nede gözlerden akan bir yaşa
İtibar etme, hislenme, ayna karşısında sessizce

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:46 AM
Kalan bir izin hazzında yaşarken!

Ruhuma gecenin matemi doldu sanki
Nice geçmiş zamanlardan kalan iz gibi
Ezeli merhaleler ebedin giderken seyri
Bircan içinde soluyan nerde halin rengi

Üryan gelindi neler bilindi şimdi tenden
Kalacaktı izler misali nefesten her gelen
Kefenlenen her beden sevda için gelinen
Maksut için bir aşkın nihayeti beklenirken

Eneyi önceleyen misali sevda beceremem
Zevkim için halimden zahire hiç geçemem
Manasız kalmaya asla tahammül edemem
Hadsizlik edemem vefayı hiç kaybedemem

Bir kez sevdim aşkın baharında seyir seçtim
Görmesem de esintisiyle yetindim şükrettim
Manamın şevki dedim hazzı ile endam ettim
Onsuz hazan misali hüznün ahına meylettim

Şimdilerde çaresizim zindan içinde soludum
Gün güneş ki zevalde ışığın hasretini çektim
Umutlar besteleyip güfteleri seçtim perimdin
Sen unutmayı seçendin gizlenen bir nefestin

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:49 AM
Kalan sayfalarmış!

Meğer
Hayat bir masalmış
Gün gören çok yaşamayan canmış

Mazi
İbrete amade
Nefes ömür sahifelerinde naz ende

Çile
Külfet dertse
Sabrın devranında aşkın hizmetiyle

Nimet
Dilin sayesinde
Elin aidiyet hesap edilmesiyle sende

Yüreğin
Kan için tende
Nefsin serilecek bir gün senin önüne

Keşke
Nedamet içinse
Vakit muvazene için hakkın emrinde

Tesadüf
Lekedir akidede
Hareket ve kuvvetin yegâneliği biline

Ne derlerse
Akılda verirlerse
Öncelikle kalbin sahibini dinle seninle

Heveslenme
Zevklerinle sen serilme
Zulmün mukadderatında bak kim dinle

Azap
Senin davetinle
Şarap keyfiyet içinde ne arar üzümde

Sarhoşluk
Halde bedbinlikse
Kalbin çekilir sessizce kendi iklimine

Ömür
Senin için şerefse
Mizan sahnelenecek sen beklemesen de

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:49 AM
Kalan şu günlerimde halimin adısın!

Sana bu hazzı bahşedene kurbanım
Senin manan seyrinde bir girizgâhım
Melalinin karşısında ne bedbin canım
Görünmez halinin içinde hayıflananım

Mısraların o ki idrakim zatımı anlatıyor
Beni melalimde koparıyor sana katıyor
Yaşadığım ana bilsen ne anlam katıyor
Yeni sayfalar refakatiyle ati hatırlatıyor

Senin sessizliğin bir evrim derinliğinde
Mevcudatın her haline sevginin dilinde
Kutlu bir aşkın enginliğinde ki seyrinde
Kalan nefeslerimin gülü bahar şevkiyle

Bilmelisin ki tutuldum aşkın ile doldum
Oysaki ne kadar habersizde bir kuldum
Senin meşkine savruldum mana buldum
Sefilliğimden duruldum sana ram oldum

Ne kadar muazzam mısralar yazarsın ki
Seni dinlerken ne bedbinlik içindeyim ki
Sanki yeniliyorsun melalimdeki dirliğimi
Ne umutlar salarsın ki sanki uçanlar gibi

Senin mana zenginliğin karşısında halim
Perişanlığın katresinde ki zavallı melalim
Sevdan ile divaneyim ne kadar hadsizim
Şefkatinin esiriyim himmetinin nefesiyim

Hiçbir şey talep edemem bunu biliyorum
Yalnız sevdiğini söylemeni ki dilemiyorum
Halim için zaman ayırmanı da istemiyorum
Sensizliğimle seni sevmeme izin ver diyorum

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:49 AM
Kalbi nazarınızla!

Halinizin
Güzelliğinden
Sakince temaşa ederek,

Yaprağın
Dalları mahzunluğa
Gark ederek teker teker,

Kendi
Serencamında,
Hilkatinde ki halini bekleyen

Nasibin
Umuduyla,
Kalbin huzuru süruruyla

Ummanların,
Düşünde ufkunda ki
Kadim sevdasının kalbi

Nazarlarıyla
Giderken, Sahip
Olduğunuz pak yüreğin,

Acizliğime
Hassaten kıymet
Atfederek lütuf bahşetmesi

Karşısında,
Kelamın seyrinde ki
İhataların vuzuhunda,

Sevgi
Ve muhabbet adına,
Sizin mefkûreyi sevdanıza,

Hürmet ve baki selamlarımla…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:49 AM
Kalbi serzenişler sana!

İstemesem de
Bir gün nasıl olsa gideceksin
Zamanın çığlıkları hali sarhoş ederken

Yoksul
Hayallerin sarılmalarında
Gece kanarken gözlerimi silmeyeceksin

Kuşatılmış
Sokakların çirkin suratlarını
Durma bir an evvel sal üstüme hazmedesin

Kırılsın
Tüm düşler, aşklar kuytulaşsın
Salarım yalnızlığımı düşlerinin eteklerine

Asık
Suratımla nazar ederim *******e
Buğulanan yüreğimle akıtırım gözyaşlarımı

Anlamsız
Bakışlar sarsa da bu gözlerimi
Biliyorum bir gün seslenmeden gideceğini

Bilmektesiniz ki
Çaresizim ben ey haykırışlar
Martılar, gecenin karanlığında umut arayanlar

Yüreğimden
Boşalan mısraların güftesini
Sizinle paylaşıyorum bahtsızlığımın her çilesini

Çaresizliğime çareyi
Demek ki hak etmemişim sevgini
Aşk yalnızlığın kaderi, çilenin hanesiymiş meğer

Kimliğimde ki
Hengâmeler yamaçlarda inlemeler
Sabrın ülfetiyle hal ikliminde azimle direnmeler

Bırak yalnız kalayım
Aşkın kıvamında ben halde yanayım
Kalbi anlayım, ruhuma açılayım, ölümü anayım

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:50 AM
Kalbimin rengarenk çiçeğiydin!

Sessizliğimi
Ne kadar içime akıtsam da
Bir çare sunmuyor perişan halime.

Düşüncelerimin
Ritminde, kalbimin solgun haliyle,
Ruhumun prangalar eşliğinde yozluğa sürüklüyordu.

Korkuyordum
Sana açılmaya, meramımı
Anlatmaya, gözlerinde canlanmaya,

Şefkatine uzanmaya
Çünkü günlerdir aranıyordum
Arkandan, yüreğimde nakşettiğin

Sevginin izlerinde
Senden kalan solumaların
Hasreti bağrımı hazin bir şekilde sızlatıyordu.

Saadet hanemizde
Hazanın sararmışlığı o kadar
Bariz bir şekilde görünüyordu ki,

Yüreğimden
Akan damlalar, dalı terk eden
Yaprak misali sinemi hicrana gark ediyordu.

Ne olmuştu
Bizlere, solgunluğun izlerinde,
Nefeslerin üşümeleriyle sevginin eksikliğine!

Bir zamanlar
Yılların hasretini deruhte
Etmek için bir solukta, kalbin vuzuhuyla,

Ruhumuzun
Süruruyla şefkatin sağnağında
Sabahlara denk usanmadan muhabbet eder giderdik.

Aşkın sayfalarında,
Halin nizamıyla umuda açılan
Tefekkür yolculuğuna çıkardık seninle gururla.

Mutluluğumuz
Mülahaza götürmez kıvamıyla
Bulutların nazarıyla kanatlanırdık beraberce.

Mali varlığımız
İki kilimden müteşekkil
Sayılacak kadar pek çok zayıftı.

Güz
Kapıya yaklaştı mı?
Ürperttiler kuşatırdı sol yanımı.

Senin
Halime vakıf olman sebebiyle,
Hamiyetini ruhumun enginline sererdin.

Babanın evinde
Alışa geldiğin safahatını
Bir gün olsun dillendirmeyen edeptin.

Her gün
Düşlerim yüreğimin
Naçarlığına kapı aralıyorsa da

Sen benim vazgeçilmez
Muhabbet elçimdin, kalbimin rengârenk
Çiçeği, umutlarımın vesilesi muhakemesiydin.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:50 AM
Kalbinde olmasın bir dert!

Git artık
Şimdi nereyi diliyorsan git
Bir kez olsun ardına bakmadan çek git

Sen hiç
Gelmemişçesine
İzlerin solmuşçasına kokun unutulmuşuna

Feveran
Eylesem ne yazar
Artık senin dirliğinde açmayacak baharlar

Hazanlar
Solan yapraklar
Sinemde demlenecektir hicran şarkılar

Senden
Arta kalan efkârım sızlar
Lakin artık sen vermişsin çoktan bir karar

Karlar
Benim üzerime yağar
Ayazlar benden başka kimin işine yarar

Kaldırımlar
Yine düşlerime daldırırlar
Feri azalan lambalar bilsen ki neler anlatırlar

Aç bir insan
Aşka susamış olan her kan
Sevda bendini bulamayan çaresiz kalır her can

Sen oyalan
Boyalarında mayalan
Kalmasın melalinde bir merak içinde nefes alan

Yanarım ben
Ruhumu bir kez olsun
Hissederek dinlememiştin sen ve seninle giden

Ne varsa
Sarf et, kalbinde olmasın dert
Bıraktın sen sineme bir illet ne diliyorsan sabret

Yeter ki
Sen bir kez olsun şükret
Benim gibi ezayı soluma bilinmez nerdedir hikmet

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:50 AM
Kalbini gözlerim…

Evet, haklısın sen yoruldun,
Soldun, soludun, korundun,
Şefkat kanatlarınla onurdun,
Gönüllere kondun, yoruldun.

Kim istemez ki, seni anmayı,
Seninle sararıp, seninle solmayı,
Hep seninle kalmayı, bakışmayı,
Sende yok olmayı, sana konmayı.

Bu nasıl bir söz, dersin bilirim,
Ben kalbimi, senden iyi bilirim,
Sendeki gizemleri, nerden bilirim,
Kalbini gözlerim, orda filizlenirim.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:50 AM
Kaldı ki sen beni sahipleneceksin!

Ey yaşamak için sarıldığım şu hayat
Bilmekteyim ki, mahşerin eşindeyim
Dimağlarda kalmadı artık tahammül
Bir bardak su için kopan arsıza bakın

Kime kaldı ki kimler için seferdeyken
Bir milletti ki, aynı nefesle şekillenen
Enlerden yalnızca bir efendimizi seçen
Onu şefaati için yerlerde sürünen eren

Kime kaldı taht Hak rızasını önceleyen
Kelamullah için, seferden sefere giden
Rahmetin sebebini bilen onu küpelenen
Arzı âlemde Hakkın aşkıyla şahlanan can

Ne devasa bir çınardın sen âlemi cihanda
Divana durulurdu el pençe bir aman diye
O nesil ki bir zevki sefalar içindedir rezilce
Mukallitlikte ısrar ederler ki bir kepazelikle

Bir toprak ki bereketin ilgası heyhat yine
Sanki ölü toprağı serpilmiş tüm bedenlere
Hani erenler nerede, abitler kimin emrinde
Talan edilen cihanın seyrinde haya nedere

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:50 AM
Kaldırım taşları…

Kaldırımda hedefsiz adımlıyorum,
Taşlar, yılların hicranını anlatıyor,
Yalnızlığım da, bana refakat ediyor.
Sanki kaldırım taşları beni anlıyordu.

Esiyor, kabanımın yakasını kaldırdım,
Rüzgâr yakayı hiçlemedi, içime daldı,
Şöyle bir dolaştı, tenimi yokladı, okşadı,
O da bulamadı, nasıl bilirdi gönül cefamı.

Tenim ürperiyor, dişlerim ritim vuruyor,
Nefesim kesiliyor, boğazım, dilim kuruyor.
Ayakkabım sağ olsun tik, tak ses veriyor,
Kaldırım sessizliğime acıyor, öyle bakıyor.

Zavallı bir kedi, ses veriyor ağacın dalında,
Ben kaldırım da, kedi ağaçta, yar yamaçta,
Perdeler açık, camdan bakan halimize acır,
Kaldırım da biçare gezerken hep içim karışır.

Teneke sesi geldi kulağıma tıngırdıyor,
Teklifsiz her halde, her tarafı mesh ediyor,
Sessiz sokakta bir ritim tutuyor, şakıyor,
O anki yalnızlığımı benden alıp götürüyor.

Sevmek, acıyı meşk içinde bilmek, içmek mi?
Gönül vermek, sevilenin de bilmesi demek mi?
Hep vermek mi, çile çekmek mi, yanmak mı?
Yalnızlığında dahi haz almak, onu yaşamak mı?

Ey sevenler, gönül verenler, aşkla yananlar,
Bir sızı duymayanlar, cefadan haz alanlar,
Gün’ü, gece, geceyi gün niyetiyle yaşayanlar,
Aşk, muhatabını kendine amade kılar, Onu yaşar.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:50 AM
Kalınca çaresiz demlenirim sessiz!

Gül hazin sümbül perişan ki ey can
Maruzatın ne hikmettir ki hali hazan
Canan için soluyan Hak için konuşan
Meramı halinden bizarı mahkûm olan

Aşkın için ilk haleyi tedrisatın kıymeti
Edebin her safhası mutlak ki bilinmeli
Adabı halin dili seçilip hareket edilmeli
Mananın kadri bilinip şevk hissedilmeli

Nezih bir çiçek ki kadrini bahşeden bilir
Kim bilir melalinde ne hikmetler gizlidir
Nazarı hal ile aşkın dilidir şevki verendir
Ne kadar azizdir ki sevilmeyi hak edendir

Olsaydım ki endamı nazarında bir toprak
Zerreyi mutlak rahmet hilkatinde solumak
Renklerinde boyanmak konun ile uyumak
Hazzını yudumlayarak halinde ram olmak

Sen ki terk etmemi söyleyen, unut diyen
Şaşkınlık için sürekli eriyen sukutu seçen
Halimi haşyetin hicranında yalnız titreten
Aşkın serencamındaki bir nasibi bekleyen

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:50 AM
Kalmadı bir arzum...

Sen arzın mekânın da deniz sahilinde
Gönül hücrende çıktığın seyri seferde
Yüreğinde dinmez fırtınaları yaşarken
Farkında olmadan ruhumu bağlamıştın

O vakitler iğdelerin kokusu sarmıştı
Kuytu bir sığınak olan gönül hücremi
Umutlar aşikâr olmuştu baharı aşinanın
Saçların mıdır yüzümü okşayan hallerin

Hala mayıs sarhoşluğunu yaşayan haziran
Muştu sunar çeperlerinde ki her gizemden
Sana ram olmuş bir hasretin enginliğinde
Perişanlığıma yanar ağlarım bahtsızlığımda

Sevmeni bekleyemezdim dilenmez ki bu
Olursa ancak yürekte yanan bir al tortu
Seni sana bırakmayan en hicrandır olgu
Yaşarsın aşka hasret, sevdaya nedamet

Kalmadı bir arzum söndü tüm umutlarım
Yüreğimde ki neşet eden aşkı sarmaladım
Gönül mahzenimde, güne hasret bıraktım
Kapağı mıhladın açmamak üzere kapattım

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:50 AM
Kalmadı mecali halim lisan hal eylemeye

Uyanacağın ne ilk gece, ne son gece olacak
Yazgılar okunsa ne olacak aşk son mu bulacak
Gözler kamaşacak, ten bezirgânlığı yaşayacak
Akacak gözlerden kan akacak yaş kalmayacak

Muhabbet bittikten sonra odan soğusa ne olacak
Her haneyi saadeti anlamlaştıran aşkı muhabbet
Yüreğinde kalmayınca duvarlar anlam mı katacak
Yüreklerde bir heyecan, meşkin hazzı mı kalacak

İnsanın en güzel hasleti sevebilen olmasıdır haldir
Olmayınca kalbi nazarda bir sevgi gönül ne olacaktır
Etekler uçsa, dizler dermansız kalsa da nihayetsizdir
Ay dahi doğsa, yıldız her an olsa aşk hengâmesidir

Sen korksan da, yüreğinin sızısıyla yansan da uyu
Rüyalarına gömül, hülyalarınla öğün hiç bizar olma
Terden sacların ıslansa, gözlerin uykudan açılmasa da
Kapanan duvakların bir hayâyı edep olsa da sen uyu

Artık kalmadı mecali halim sana dili lisan eylemeye
Yüreğimin sızısını bildirmeye, mısralara gömülmeye
Cihanı hakikatin arzına sunamaya, bir gül koklamaya
Yalnızlığım da solmaya, nihayetimle donmaya başladım

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:54 AM
Kalmasın cihanı arzda kimse aşksız…

Ruhumun acısından dağılan hem canım
Düştükçe vurulan melalim, aşksız talihim

Ağlarım her gün kalmasın kimseye canım
Mekânsızım artık bulutlarda yaşamaktayım

Kalmasın kimseye mahzunluk ben buradayım
Aşk acısını yaşamaktayım bedenen hurdayım

Her bir ezaya hedef olmaya bugünden razıyım
Kalmasın cihanı arzda kimse aşksız ben hazırım

Yaratan azimüşşan neye muhtaçtı ki elifi yarattı
Elifin yüreğinde aşk için, şevk niçin hesaplanmalı

Her bir ayette aşk aranmalı, divaneliğe kanmalı
Cemal hasretiyle yanmalı, ten fersiz bizar olmalı

Âdemi mutlakta zuhur edecek en nadide aşklar
Hak rızası nerede, meşk kimlerde edilen vaatler

Güle hasret muratlar, ten kokusunda boğulanlar
Miski amberden uzaklaşanlar, hırsı ile soluyanlar

Değil mi hilkate aykırı koklanmalı, koparılmamalı
Gülün kokusuyla kalınmalı, ancak onunla salınmalı

Her bir iştigalde hak rızası aranmalı ona bulanmalı
Dervişi kâmil olunmalı, hakikatlere sarılıp kalınmalı

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:54 AM
Kalmayan tahammülün figanı!

Tahammülün artık anlamsızlığını
Seni düşünmek zorunda bıraktığın
Hiç bir an vicdanen sızı yaşamadığın
Hayalinin dalgalarında dalganı geçtiğin
Bir mahzunluğu yaşattığın zaman anladım

Kırgınım artık sevdaya sinemi anmasa da
Deryalarda kuraklığı yaşamama sebep olunca
Kederler sinemin olmazsa olmazlarından olunca
Her dert alana bir çare umuduyla yaklaşılıyorsa
Ne önemi kalacak ki derbederliğin iklim kulağında

Dileyen sevsin sevgi için hayatiyetini feda etsin
Benim melalimde ki bizarlığın zerresini yaşamasın
Hezeyanlaşan aşkların kaygılarında asla uğraşmasın
Görmeyen hislerin muştusuyla bir umutla yaşamasın
Bıraksın aşkları tahammülü olanlar yaşamaya baksın

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:54 AM
Kan fışkırıyor…

Sabah namazı için hazırlık yapıyordum…
Her ne kadar dikkat etsem de, bazen ahşap kapının sesine, engel olamazdım.
Gül bahçesindeydim. Güller o kadar canlı ve renkliydiler ki, kıyamadım.
Aslın da sadece bir buse alacaktım. Ama yinede acıdım, dayanamadım…
İşte o kapıdan çıkan meşhur ses, gül bahçemde ki çiçeklerimi uyandırmıştı.
Her bir gül, gözlerini açarak, sesin geldiği yöne bakıyorlardı.
Orada beni görünce, yataklarından fırlayarak, bana sarılıyorlardı.
Artık sesler çoğalmıştı ve güller ayağa kalkmışlardı…
Toprak, çok hastı, dayanamadı oda güllere sarıldı.
Bir sıra ile abdestlerimizi alınca, namazlarımızı ifa ediyorduk.
Nihayetin de biraz ders çalıştık, mütalaa yaptık ve gün için programı sıraladık.
O sabah toprak ve gülleri, bülbül gibi şakıyorlardı. Evde kalmamı istiyorlardı.
Peki, maden ki çok istek var, çaresiz bizde uygulayalım dedik.
Zaman ilerliyordu, saat 10.00 civarındaydı.
Evimizin toprağı, hanenin bir öznesiydi.
Cömertti, fedakârdı, hoş görülüydü bir hizmet ehliydi.
Toprağın gülleri ise birbirinden güzel çiçeklerdi.
Belki sadece ben, bir kaktüs görünümündeydim…
Çiçeklerin annesi, kahvaltı hazırlığı için müsaade istedi.
Bizde o zaman çiçeklerle alış veriş için, aracımıza bindik…
Hanemizin eksiklerini ve ihtiyaçları tedarik edecektik…
Nihayet bitirdik ve hanemize hep birlikte keyifle döndük.
Pencerenin önünde refikamı gördüm, telaşlıydı, işaretler yapıyordu.
Halinden anladım ki, ter bir durum var ve hemen evimize koştum.
Sevgili refikam kapıyı açtı fakat görünen durum çok sakattı.
Bileğini, diğer eliyle kapatmıştı ve kıvranıyordu.
Çok mu vahim dediğim de, evet bıçak kaydı ve bileğime oturdu dedi.
Kan çok akmıştı. O zamanlar, cep telefonu da yoktu.
Bizler gelen kadar, beklemek zoruna kalmış can yoldaşım…
Süratli bir şekilde arabaya binerek, hastanenin acil servisine gittik…
Muayene derken, yara ağır olduğu için bizi çok uğraştıracak dediler…
Her ne hikmetse hasta bakıcı, bir uyuşturucu kullanmadan, dikeceğini söyledi.
Niçin diye sorduğum da, beklide karnında ki çocuğa bir zararı dokunur dedi…
Ben çaresizdim, sevgili eşim daha da çaresizdi.
Yeter ki çocuğa bir zararı dokunmasın, ben acıya katlanırım dedi.
Ve hasta bakıcı çok zor olacak fakat çaresiz yarayı dikmek zorundayız dedi.
Ve yarayı dikmeye başlamıştı.
Sevgili refikamın gözlerinden yaş boşalıyordu.
Benim içim yanıyordu, o yaşlar yüreğimi yakıyordu.
Hayli bir zaman geçmişti ve nihayet gözyaşları eşliğinde dikiş bitmişti.
Bu ahval bizleri biraz yormuştu, yinede Cenabı Hakka hamd ederek oradan uzaklaştık.
Evimize gedik ki, her biri ayrı güzellikte olan çocuklarımız, meraktan usanmışlardı.
Bizleri pencereden görünce, bir solukta dışarıya fırladılar…
Olan her bir şeyi çocuklarla paylaştık ve onlara da anlattık.
Nihayet kahvaltıya sıra gelmişti lakin hiç iştahımız kalmamıştı.
Çocuklarımız mağdur olmasın diye hep birlikte, sofraya oturarak…
Çok keyifli bir kahvaltı yaparak, bir kısım programı iptal etmiştik.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:54 AM
Kapatsam da gözlerimi çaresizim!

Kapatayım mı artık geceye gözlerimi
Karanlıklar refakatiyle apak düşlerimi
Çaresizlik içindeki bitmez gezintilerimi
Hasreti küplendireyim bir katre misali

Tahayyül hazzıyla tek sacların diplerine
Yıldızlarla da olsa yalnız düşmeyi isterim
Nefeste süzülen umuda yaslanmak dilerim
Hasret düşerse baharıma hazanla gülerim

Kaldır başını bir kez ne değişecek ki dilsen
Uçan kelebekleri, bülbülleri, şakıyan nefesi
Kalmaz kimseye, kısmet olmayınca sevgisi
Can içinde ki halin bin bir nevi olan çeşnisi

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:54 AM
Kapı zamanında vurulmalı!

Tak tak tak
Annem oğlum katla
Bir kapıya bak diye nida edince

Besmele
Zikrimle, merak içinde
Kapının hiddetli cehliyle araladım

Üç polis
Simaları yılgınlıktan keyifsiz
Kapının önünden araba çalınmış dedi

Haberin
Var mı yı peşinden ekledi
Uyku sersemliği desem yaşlılığıma versem

Bir türkü
Muvazenem zuhur etmiyor
Polisleri pür dikkat dinlerken anlamlı gelmiyor

Gecenin
Yarısında vaziyet gülünç geliyor
Hangi arabadan bahsediyorsunuz diyesim geliyor

Henüz
Bir şey söylemesen
Bizimle karakola gelmeniz gerekiyor failler için

Deyince
Sabahı beklememek niye
Diye içimden geçirmiyor değildim olan garipliği

Nihayet
Çaresiz karakola geldik
Nahoş bir atmosferde nefes nefese sorgu edildik

Nezaret
İçinde el ense edilenlerin
Perişanlığını, acizliğini ibret içinde seyreyledik

Üç çocuk
Üçü de bir birinden kaçık
Bali keyfiyetinden evvel emirde olmuşlar sanık

Bu zavallılar
Müdavim olmuşlar nara kolda
Polisler aczi soluyor bunların dinmeyen heveslerinden

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:55 AM
Kar yağıyor…

O kadar sessiz
Ve yumuşak ki!
Her tarafı kaplıyor,
Bir karartı bırakmıyor.
Tenime ve içime
Bir ferahlık veriyor…
Bembeyaz taneler,
Bana konuyor.
Bir abartı,
Yapmacık tavırlar yok,
Olduğu gibi çok sade…
Kıyafetimi,
Tenimi ve yüreğimi
İhya ediyor.
Bir beklentisi yok,
Cilve naz yapmıyor.
Tende ağırlık oluşturmuyor,
Asla yormuyor.
Kendini fark etmem için,
Şekilden şekle girmiyor.
Her gün bir kıyafete,
Saç bakımına ve makyaja.
Asla ödün vermiyor,
Sade ve yalın geliyor.
Kar, kendi halinde,
Yağmaya devam ediyor…
Evlerden çıkan çocuklar,
Kayıyor, oynuyorlar...
Kardan adam yapıyorlar,
Kar hiç alınmıyor…
Atlar, arabalar, hayvanlar,
Ve yayalar onu çiğniyor…
Hoş görüsü galebe çalıyor,
Öylece salınıyor.
Ağaçları, dalları, çatıları,
Ve minareleri unutmuyor.
Ne derler ki demiyor,
Tevazuu kuşanıyor geliyor.
Kimseler asla seslenmiyor,
Onu zorunlu misafir ediyor.
Kalbimiz ahengini oluşturan,
Anlam katan sevgi,
Bir karşılık beklemeden,
Eneyi öncelemeden,
Kimselerden
Bir şey beklemeden,
Kendiliğinden!
Fedakârca yaşanmazsa, o sevgi olmaz!

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:55 AM
Karanlık…

Karanlık her tarafı kaplamıştı,
Sema siyahtı, yıldız ışığı vardı.
Işıklar uzaktı, içimde kaldılar.
Yüreğimi, karanlıkta bıraktılar.

Hasretim ışığa, yalnızca umuda,
Bir kapı açılmıyor, gönül ufkuma,
Her taraf karanlık, içim daha yanık,
Hasret umuda, gönül sevdaya kanık.

Yol karanlık, duvar kayık, zihin bulanık,
Adımlıyorum nereye ama asla bilmiyorum,
Ben karanlığa, gece bana öylece sarılıyorum,
Bilinmeyen her şeyi, doyasıya solumaktayım.

Aşk mı, elbette, hem de nasıl bir karanlık,
Her an çekim artıyor, benliğini parçalıyor.
Sakince alıyor içine, bedenini uzaklaştırıyor,
Manalaşıyor, sevda haz alıyor, aşk yaşanıyor…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:55 AM
Karanlıklar prensi…

Derken yeter artık usandık kaldık
Mazi denen her şeyden uzaklaştık
Bidatlere tabi olduk takıldık kaldık
Ne aradık, kimi bulduk bakakaldık

Tasallutu milletin büyük belası saydık
Yıllar geçtiği halde, bir kurtulamadık
Diktalara kala kaldık, mayo hoşlaştık
Atiden uzaklaştık, izimle re bulaştık

Milleti millet yapan unsurlar nelerdi
Hani kültür birliği, dil, din, örf adetti
Bir seküler kültüre taptık dini sattık
Kimlerin kursağın da, takıldık kaldık

Her yerde bir bayrak, lakin idrak yasak
Tarihini dışlayan efradın fikri, pis pasak
Pravakatörler gizli tuzak, efrat yutacak
Zavallı milletim hüzün’ü yudumlayacak

Sen, sana biat eden uşakların alanlarda
Bir cahiliye kültürü vardı bir zamanlarda
Ladini naraları ayyuka çıkmıştı panayırda
Lat, Menat, Uzza adına bir helva tadında

Unutma ki gafil, cahil, karanlıklar prensi
Mutlak her hareketin vardır elbet arifesi
Silikonlar vadisi, zilletin, rezaletin tepesi
Elbette ki sen hesaplayamasın nihayetini

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:55 AM
Karar verirken!

Sen
Unut beni
Unutmak
Zorundasın
Israrını yenilerken

Birden
Çaresizler geldi
O an aklıma
Ürperdim
Kendiliğinden

O vakit
Sanki sen
Hükmünü
İcra eden bir
Giyotindin kararını
Hızla boynuma
İndirirken

Pek
Anlamak
İstemiyordun
Her ne sebepse
Gönlümün hicran
Akıtan dilinden

Değil mi
Her zaman
Güller
Koparılmaz ya

Her
Vakit çiçekler
Gibi nisalar
Solmazlar ya

Yalnızca
Onlara acınmaz
Onların hüznü için
Yanılmaz ya

Artık yok
Olmaya yüz tutmuş
Bir canın kalan
Zamanın da

Sen
Tut ki dilini
İndir yüreğine
En büyük darbeyi

Kim
Takardı ki
Senin sineden
Konuşan o dili

Bırakma
Sakın
Sevginden
Kalıcı olan
Hiçbir izini

Unut
Çek git
Bir daha asla
Hatırlatma
Bıraktığın
O acı kederini

Seni
Hiç sevmedim
Sevmediğimi de
Söyledim

Sana
Asla olmaz dedim
Deli sin’i de ben
Ekledim

Çok
Sabrettim
Olmaz diye
Çok direndim
Sen beni anlamak
İstemedin

Seni
Uzaklardan
Yansıyan halinle
Bilmelisin ki
Çektiğim çaresizliğe
Mahkûm ettim

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:55 AM
Karşılığı olmayan bir aşk yasta!

Ne sızıyla
Geldi işte ta içimden
Diyesim geliyor ki ah şu sinemden

Çıkma
Sen Bir daha yoluma
Hale girerek beni aşktan soğutma

Yeniden
Denemek bir daha sevmek
Sineyi gale almadan esenliğe ermek

Melali
Aşkla yenilenmek
Hazza ermek ızdırabı terennüm etmek

Yağmur
Olsan da sen artık
Bir damlanın güzelliğinde halime yağma

Sine-i hal
Toprağımı sakın ha
Billahi sen tasarrufunla asla ıslatma

Git artık
Bu kez sende oyalanma
Anılarda aranma bir kez olsun anma

Ne diyeyim
Şimdi senin gıyabında
Karaları kuşanıp hayatımı sarartınca

Mezarlıklara
Hasret bırakıp hali salınca
Aşk kelamını unutturup sen saklayınca

Senin olsun
Artık aşkın hayatı sevda
Uğrunda boğulanlara bakınca halim darda

Sahraların
Sıcağında suya hasret kalınca
Bir sevgi olmayınca aşk karşılık bulmayınca

Mahzunlaşır
Sinem, hislerim ürperir
Çare tahtında sabırla kanaate lüzum edilir

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:55 AM
Katrede kaybolarak esrarını koruyan!

Damlalar düşüyor arzı mekânın eline
Bir ahenk içinde aradığı hoş asudeliğe
Rahmet esenliğinde ki hilmin şevkine
Teslimiyet meşkinde mana güzelliğine

Evvelin mutlaka vaki olacak seyir hali
Ezelin namütenahiliği ebedin hakikati
Acizliğin idrak içinde ki keşif zenginliği
Aşkın illaki saadeti muhayyile gayreti

Muhakkak ki canız lakin çok avunanız
Acı çekerken haykırır sabırdan kaçarız
Hicranın naifliği ki hal içinde elzemken
Sızılardan yüksünür salkımları da yeriz

Manayız aranmalıyız nerede o davamız
Aşk için yanarız sevdalardan ki yakınırız
Derdin derinliğinde ki hikmetten korkarız
Vehimlere dalarız teslimiyetten uzaklaşırız

Zaman kendi içinde harman olan o anlam
Emrin karşısında mutlakıyette heder olan
Nihayetin haşyetiyle mücehheze kuşatılan
Katrede kaybolan anlarda esrarını koruyan

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:55 AM
Kaybolan insanlık!

Dertleniyorum bazen
Kendi halimde düşünürken
Otobüs duraklarında beklerken
Ayaz kesen simaları temaşa ederken

Oysa biliyorum ki bunlar
Bizim olan kanlar canlı insanlardı
Her birinin haline yansımış kaygılar
Ne olacağı belirsiz ilzamlar kanaatler

Çocuğun ellerinden tutan
Aylarca karnında taşıyan can
Kanından kan bağışlayan yüce insan
Ne olmuştu menzile yetişmek için unuttu

Aracın kaptanı asık suratlı
Gençler birbirlerinde farklı anlı
Duyarsız bir kimliğin sanki içinde saklı
Yaşlının karşısında görmemek içinde katlı

Her ne kadar tercih etmesem de
Bir şekliyle gönderiyorlar iş halinde
Yeşile hasret yaşadığım bu melalimle
Suda buluna ülfet nerede verilen değerde

Bulvarların kullanım hakkı
Biliyoruz ki insanın kudretinde saklı
Sırnaşlık arsızlık geceden kalanda farkı
Zavallı görevlilerin nahoş görünen efkârı

Bir heyecandır hız tutkunu
Basıyor gaza yutuyor bak salkımı
Yanında manitası onun dinmez çakası
Motosikletlinin kanlar içinde yerde yatışı

İnsanız işte merak kesildik
Yerle yeksan olan gence nazar ettik
Hareketsiz eklemler mesnetsiz şekilsiz
Kan revan içinde nefessiz yatıyordu hissiz

Hız tutkunu genç duyarsız
Kaskom var beyler bedelini alırsınız
Yaşanan hadise karşısında şaşar kalırsınız
İnsan mı bu konuşan genç diye hayıflanırsınız

Kız ağlıyor bir panik yaşıyor
Ölen insan için değil arkadaşına yanıyor
Sen üzülme baban halleder diye tembihliyor
Yerde yatan bedeni terk eden ruhuyla bakıyor

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:57 AM
Kaybolan o yâre…

Yüreğimi kuşatan bir hüzün
Katmer karası namertliğiyle
Her nereye gitsem gölgemdi
Yeter artık demem yetmiyordu

Ekmeğimdi, aşımdı, kaşığımdı
Uykumdu, rüyamdı, hülyamdı
Asmaları budadığım bıçağımdı
Gülünü kokladığım kaçağımdı

Razıydım susuzluğa, gıdasızlığa
Onsuz geçireceğim her bir ana
Akan zamana, kaybolan o yâre
Hala yanarım ki bigane halime

Aradım yıllarca, ancak bulamadım
Sahilde, gecede, hazanın seyrinde
Yarsız kaldım soludum, boğuldum
Kendi kendimden o zaman korktum

Ne kadar cani olduğumu anladım
Kaçar mıydı yoksa birden sessizce
Kim bilir nerelerde, hangi gönülde
İşte şimdi yine hüzün benim içimde

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:57 AM
Kaygı ve zan!

Sevgili babamı ve garip olan gelinini, ben evde bulunmadığım zaman, oldukça rahat bir şekilde gagalardı, babam annemden çekindiği için, onun olmadığı zaman bana içini dökerdi, hatun zaten hiç şikâyette bulunmazdı!
Annem benden çok çekinirdi, babamdan değil de benden korkardı, yıllarca tespit ettiğim yanlış ve hissi, nefsi tavırları çekilecek gibi değildi.
Bir keresinde, eğer babama bir daha bağırdığını görürsem ve hizmetinde kusur edersen, seni bir daha anam diye saymam, bunu bilesin diye kızmıştım!
Benim böyle bir hakkım olmadığını biliyordum, ama babam için yaptıklarımın, şahsımla alakası olmadığından, bu nedenle zulüm sayılmayacağına inanıyordum!
Çünkü annem her şeyin tazesini, iyisini kendine ayırır, kalanını babama ikram ederdi, bununla da yetinmeyip, onu uşağı gibi çarpıp azarlardı, bu yüzden babam sürekli mazlum durumundaydı.
O nedenle, çocukluğumdan itibaren gelişen ve bu konularda, kronikleşen hassasiyetim, bir kadının bu anam dahi olsa, sesini yükseltmesine, pervasızca davranmasına, asla tahammülüm yoktu, mutlaka hanımefendi olmalıydı, olmasa dahi, olmaya çalışmalıydı.
Aksi takdirde kadınsız bir hayatı tercih etmek zorunda kalırdım.
Epey sonra öğrendim ki, annemle, kaynanam biraz atışmışlar, sebepte eşim halı dokurken, bazen annesi de yardıma gelirdi, annem gariptir fakat istemezdi.
Kayın validem sabretmiş dayanamamış, efendisine durumu izah etmiş, bana anlatılan bunlar.
Bunlar doğru bile olsa, kayın pederin böyle davranmasını asla gerektirmez ve böyle bir üslûp hatasını da, kesinlikle affettirmez, tüm bunlardan daha da önemlisi!
Kayın pederler, hiçbir suretle talak talebinde veya teklifinde bulunamazlar, onların böyle bir hakları bulunmamaktadır, bu nedenle bazen böyle gelişen müessif olaylar, sinemizde silinmeyen izler olarak kalacaktır.
Eşimle oldukça güzel bir şekilde anlaşarak, huzur buluyordum, fakat bazen annem ne hikmetse, sudan bahanelerle huzursuzluk çıkartıyordu.
Bazen bahçede çalışırken yanıma geliyordu, gelininin olumsuz davranışları olduğunu söylüyordu.
Oysaki benim olmazsa olmaz kanaatim, eşimin haklı gerekçeleri dahi olsa, anneme ve babama katiyen sesini yükseltemez ve hürmette kusur edemez, bunu ima olarak dahi gösteremez.
Bana uygun bir zamanda meseleyi izah eder ve ben müdahaleyi gerekli gördüğüm vakit yapardım.
Gariptir ama eşim, annem hakkında hiç şikâyette bulunmuyordu, bana şikâyette bulunan sürekli annem oluyordu.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:57 AM
Kefen yalnızca seninle, onunla serinle!

Nihayetinde verilen bir mühletti
Nereye kadar, ne zaman bitecekti
Asla bilinmeyen bir sır perdesiydi
Hayatın değirmeninde bir eriyendi

İşte böyle hayat, bilinmeyende kat
Kalk ey âdemi mutlak yeter de kalk
Seni nihayetin ne olacak bir eğil bak
Hayat kimlere kalmış hilkatin maksat

Hiç acır mı bu hayat sana asla avunma
Kimleri öğütmedi, kalan ibret sayfasına
Bir kefen yalnızca seninle onunla serinle
Kimseye küsme, keşke diyerek yerinme

Hareket ve kuvvetin, her zerrenin sahibi
İnsan denen hakikatin banisi, tek hamisi
Beşere can bahşeden, mevcudatın hâkimi
Aşk için, güzellik için hayatı tanzim edeni

Bir meraka salmalıdır, zekâ hasleti bulunanı
Davranış bozukluğunu dışlayan, adam olanı
Yaratılış sırlarını, onca bilinmeyen esrarları
Kaldır kalbinden çıkart zevki sefa harikasını

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:57 AM
Kelam hak tefekkür muhakkak!

Nedense
Bazı yaşlara hasredilir aşklar
Zevki kuşanan bakışlar merak için yakarışlar

Sevmek
Bahşedileni idrak etmek
Hilkatin rengiyle aklıselimle yürüyebilmek

Erdemli
Olmak ve bunu başarmak
Nedamet solumadan sabır ile kanaati anmak

Cazip
Cezbeden değil hevestir
Bilmeden yürümek nefesler için yetersizdir

Kalbin
Vuzuhu elzemdir
Hakikat için merak etmeyen zekâ fakiridir

Akıl
İnsan için bahşedilmiştir
Bilgiye ulaşmayan aşkı nasıl anlayacaktır

Veren
Bellidir, halk edendir
Kâinatın yegâne sahibi, nizamın hâkimidir

Zaman
Ömür için biçilen kaftandır
Kullanmayı bilmek adamlıkla müsavi olandır

Âdem
Kuldur, aşk uğruna iblis
Hüsrana uğrayan bühtandır ve aşkla anılır

Kıskançlık
Kul için haktır arî olan zandır
Cemal için nedamet duyulması hırsın katıdır

Azimet
Kulluk noktasında ihsanda
Fevri davranışlar ihlasla hiç bağdaşmamakta

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:57 AM
Kelamı hal eylemeye…

Billurun baharında bülbüller ses verirken
Gaflet uykusundan silkinme, gönül kafesin
Sevginin hasretiyle kurusun, bir sefil olsun
Kargalar aşina olsun, baykuşlar buluşsun

Korkundan ürker olduk kelamı hal eylemeye
Halin tarumar, zihnin çelik zırhlı bir duvar oldu
Gönlün kapalı, dilin yaralı, mecalin soluk kaldı
Hicran sana, hüzün bana, sitem dilimin oldu

Neylersin, kimlerle derinliğine seyredersin
Kalmadı bir şevkin, diyarı uzaktan şefkatin
Seni senden uzaklaştıran tedirgin melalin
Anlaşılmayan halin seninle kalan gizemlerin

Hayat niye yaşanır ki ey nazı Güzin bir can
Aşkın sevdası olmayacaksa yaşanmayacaksa
Her vakit kaçılacaksa, azaptan korkulacaksa
Af niye vardır, mağfiret kimler içindir bir candır

Tez kızar alevlenirsin, hoşgörüyü bilmezsisin
Sen kimsin bir hâkimisin yoksa bir melekmisin
Kendine güvenmeyen bir dilber mi sen nesin
Perişanlığın hengâmesinde gezen seyir misin?

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:57 AM
Kelimeler ile bir sefer!

İnsan
Ruhunun ahdinde manayı arayan
Yaşayarak, anlamaya çalışan can

Ne bilinir
Hikmetin muvazenesi nerden bilinir
Bir şüpheyle o tahkike hemen gidilir

O vakit
Kalbi, bir itminanlık serinliğe erdirir
Hedeflerde yeniden gözden geçirilir

İrade
Ne ile değerlidir, neden önem verilir
Uzun soluklu yolculuğa onunla gidilir

Nefs
Bir kafes içinde şekillenen her heves
Tercihler girdabında alınacaktır nefes

Ten
İskeletimi örten asli bir kefen cazip gelen
Hedefsiz bedenle mütemadiyen çürüyen

Kader
Senin tercihlerinde tecelli edecek haber
Nasip olacaktır muhakkak külli bir defter

Zan
İnsanı insan olmaktan uzaklaştıran an
Kanı anlamsızlaştıran çok acı bir dram

Kan
Hayatın devamı için mutlakıyeti bulunan
Akide ile anlam kazanan, kutsal sayılan

Ölüm
Ürpertiler içinde sen asla durma ki dövün
Öteler için hiç hazırlığın yoksa acı bir gün

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:57 AM
Kelimeler seninle başka oluyor!

Gözlerin
Gözlerimi ziyaret ettiğinde
Ruhumda bir coşkunun izlerini aralamıştım

Yüreğim
Ziyadesiyle ivme kazanıyor
Hislerin dalgalar misali halimi kuşatıyordu

Seninle
Konuşmak, lisanı anlamlaştırmak
Yüreğin enginliğinde senin sevginle nefes almak

Yıllar
Dile gelen tüm anlar
Vaktin, mücerret tecellinin inkişafıyla karşı karşıyaydı

Gözlerimi
Kuraklığında fersiz bıraktığım
Arayışlar, umut dirliğinde sessizce yakarışlar duyuluyordu

Anlamıştım
Sende ben vardım bende sen
Yapraklar sararsalar, dallar mahzun kalsalar değişmiyordu

Halimde
Husule gelen sevinç başkaydı
Sinemde engin bir genişlik yelpazesi vücut buluyordu

Kuşlar
Misali uçmak, aşiyanı solumak
Muhabbetle yılara hasret demlediğim sevgimi konuşmaktı

Zariftin
Naif bir sezgiydin, güzeldin
Sözlerin, kelamı kâmildi, vuslat senin hilkatinde vardı

Kopardığın
Avuçlarında tefekküre daldığın
Ve sessizliğinle anlamlaştırdığın darcığın fevkalade berraktı

Kelimelerin
Bu kadar lahuti bir ahenkle beyanı
Karşısında sukuta mecbur kalmam acizliğimin devamındaydı

Anlamak
Onun için yaşamaya gerekçe aramak
Sevgiyi, hak edildiği müddetçe yozlaştırmadan kalbe ulaştırmak

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:58 AM
Kendi halimde şöyle bir düşünürken!

İnsan olmak ve bu şerefe nail bulunmak ne büyük bir nimettir.
Şükrü asla mümkün olmayan en büyük değerdir.

Fazilettir, payedir, şereftir, hilkattir.
Böyle bir itminanlığa haiz olmak için muhakkak ki bir eğitim şarttır.

Eğitmen öncelikle kim olduğunu bilen, hilkatin ve aidiyetin idrakinde vakıf bulunan, mükellefiyetin ve emanetin ne kadar önemli olduğunu bilen bir şuurun sahibi bulunmalıdır.

Aksi takdirde manasızdan habersiz bir kişilik ne kadar verimli olabilir. Öncelikle kendisi bizzat bir eğitimden geçmelidir, hakikat nedir muhakkak bilmelidir.

Hülasa edersek mazisiyle kahretmeyen, geleceğiyle paganlaşmayı öncelemeyen, objektif bir düşünme usulünü özellikle tercih eden bir mürebbiye ve eğitici olmalıdır.

Güven, sadakat, fedakârlık, görgü kuralları, edebin ziyadesi, faziletin değeri, şahadetin gereği, vatanın teminatı, vicdanın, izanın, halin izahı ve vuzuhu için en önemli dayanağı manevi alt yapıdan geçmektedir.

Manevi alt yapısı olmayan bir insan, sorumsuz bulunandır, keyfiyetine göre davranışı önceleyendir.

Bir insana fayda sağlamak adına, öncelikle onu anlamak için gayret, sükûnet ve sabır gerekmektedir.

Bilmekteyiz ki hiddeti önceleyenler bilgi bakımından yetersiz kişilerdir.
Şiddet heveslileri ise konuşma dilinden yoksun cahilliği öne çıkmış kimselerdir.

Bu kişilerin genel temayülü, isteklerini sevgi diliyle değil kargaşa ortamını tercih ederek elde etmek meyilleridir.

Aslında bu insanların en büyük problemi bire bir kendileriyledir. Kendi sineleriyle barışık değillerdir. Husumet, haset, riya, tekebbür, zülüm, hiddet, şiddet, aldatmak, inkâr etmek temel tercihleridir.

Çünkü nihayetinde kime hesap vereceğini, bir nefeslik can olan akıbetini, mahşerin haşyetini nerden bilecekler ki, bilgi ve mana muhayyilesi bunların en son veya asla istemedikleri tercihleridir.

İnsanlık tarihinde en bariz olan iki husus ön plana çıkmıştır.

Ezel ve ebet, Hak ve ret, vicdan ve nefs, zalim ve mazlum, müstekbir ve müstezaf, Rab ve tagut tercihleridir.

En ufak bir paha karşılığında dinini satanlar, farkında olmayanlarda çabası tabi ki.

Müstekbirlerin, ilahlık taslayanların en çok tercih ettikleri insan kitleleri, hürriyetini ve kutsallarını enaniyeti sebebiyle yer değiştiren betbahlardır.

Bu grup insanlar Allaha kulluk problemi yaşamaları nedeniyle kula kulluğa mecburdurlar çünkü rızkın banisi olarak önderlerini bilirler.

O kutsarlar, en yüce ilanını yayarlar, bir kurtarıcı payesi vermeyi de ihmal etmezler. Körpe dimağlara en büyük ve kurtarıcı telkinini dayatırlar.
Reddedenleri alaşağı ederek orada boğmayı göze alacak kadar sefil ve gaddarlardır.

Ezbercilik kültürü olmazsa olmaz sanılan bir bühtandır. Zira mantığın, izanın, tahkik yeteneğinin kullanılmaması istenmektedir.

Sebep gönlü, ufku kapalı bir nesil için seferberlik ilan ederek kulluk ve kölelik sürecini daimileştirmektir.

Cennet vatan diye dualar ettirilirken, bir taraftan talanın ve işgalin sahibi olan müstekbirlerin conilerine vatandaşların bir kısmı kullandırılarak seks servisi verilmektedir.

En galiz küfürler dinselliğe edilmektedir. Allahın adı anılarak işlenen küfürün haddi hesabımı vardır. Kim yetiştirdi bu çulsuz hainleri.

Bir sütçü imam niye vardı, bir gazeteci Tahsin ne diye kurşun sıktı, niye Antep’e gazi payesi verildi, neden Erzurum’a dadaşlar şehri dendi ve birçokları.

Muasır medeniyet seviyesine ulaşacağız diyerek İslami değerleri, Kur’ani hükümleri, en son peygamberi hiçe sayacaksak, dışlayacaksak…!

Bu tercihlerinizin hepsi de sizin başınıza çalınsın, Cenabı Hak sizler neyi hak ediyorsanız onu sizlere yakınlaştırsın, akıbetinizi idrak etmeniz için fırsatlar versin.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:58 AM
Kendimi dinlerken…

Bekliyorum, kendimi dinliyorum,
Bazen dalıyorum, soluklanıyorum,
Yaşadıklarım film şeridi zihnimde,
Sevinci, hüznü yaşatıyor bugünlerde.

Neşeyi, zevki, eğlenmeyi öncelerdim,
Nerden bilirdim, bir gün terk edeceğini,
Çekip gideceğini, dahi gelmeyeceğini,
Perişanlığımı bugün hiç görmeyeceğini,

Kalmaz ise caziben, kim seni neylesin,
Vefamı, kim kaybetti nerde bulacaksın,
Kendi içine dalacaksın, oraya bakacaksın,
Ne arıyorsan, bulamayacaksın bakacaksın.

Cazibe şekliyeti boyar, seni böylece oyalar,
Ne yapsın o, kendini dileyene sadece koşar,
Zevk doyumsuzdur, her zaman farklılık arar,
Mecali’ne kadar nefsine konar ve sana bakar.

Sen kendinden geçtin, hilkatini, aidiyetini biran,
Reddettin, bilmek istemedin, kendin de değildin,
Ancak bunları sadece sen istedin, sen tercih ettin,
Caziben çöktü, takatin kalmadı, artık zavallılaştın.

Ne yani bir kez daha mı yaşayacağım bu hayatı,
Nerde bulacağım şimdi elim de bulunan imkânları,
Parayı, zevkimi yaşamayı, hayatın tadını çıkarmayı,
Dedin, bilmek istemiyordun, kuvvetin gerçek kaynağını.

Her zerrenin sahibi bulunan, kâinatın hâkimi olan,
Ne vakte kadar yaşayacağımızı, bizlerden gizleyen,
Uyarıcı gönderen, ibretlerle nefsimizi ikaz eden,
Öncelikle gücünü azaltıyor, sana acıyor, hala uyarıyor.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:58 AM
Kendinden habersiz bir densiz!

Aniden
Bir hiddetin içinde
Kendini bulan nedenini bilmeden soluyan

Reddi mirası
Sanki bir marifet sayan
Hala izanı kapalı olan anlamsız konuşan

Hakk nedir
Niye söylenir çileler çekilir
Onun yolunda bir engel kimlerin zevkidir

Paganlaşmak
Ki nasıl beşerin tercihidir
Dünyevileşmek uğruna akıbetler ötelenir

Tamam,
Mademki tercihin buna meyil
Kaldır kollarını al başını ne ibretlik seyir

Nakarat
Halinde durmayan sefil
Salyalarınla seril hakaretinle çamura gömül

Ne mukallit ki
Öyle bir tahkiye edendir
Rejimler ancak bu kadar delil içinde şekil

Şekliyette
Heves saldı devasa bir nesil
Bir emniyet mi kaldı yasama budandı vekil

İki mücadele
Başladı sıfatlar şartlandı kaldı
Bir ılımlı İslam lakabı kalıcı olarak mı takıldı

Layt laiklik
Sınıfta kaldı ezberciler şaşırdı
Bir despotluk gösterisi şimdilerde başını aldı

Senin tercihin
Elbette senin en değerli şevkin
O vakit ki niye gücenirsin hiddet için elverirsin

Bilmez misin
Sen kimin derdisin nereye gidersin
Aklı başında kelam etmek için hiç düşünmez misin

Seni sana
Bıraktım artık çünkü korkaksın
Arı umursamayan ne betbah arsız bir bühtansın

İnsanlık tanımazsın,
Hakkaniyeti hiç bilmezsin zansın
Sen kendi kendine mücadele eden sefih yaratıksın

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:58 AM
Kendinlesin üzülmeyeceksin!

Artık
Bir daha üzülmeyeceksin
Kararan bulutları davet etmeyeceksin

Kahır içinde
Gözyaşlarının refakatiyle
Hüzün bahçesinde yüreğini dinleyecek

Önüne çıkan
Engel ve bahaneleri
Dişlerini sıkarak sabırla öğütmeyeceksin

*******inde
Düşlerin ürpertisiyle
Seni senden uzaklaştıran kederin demiyle

Baş başa
Kalacaksın anmayacaksın
Arkana dahi dönüp bakmadan yaşayacaksın

Sevdayı
Hazan mevsimin kadrine
Aşkı darağaçlarının bilinmeyen hikâyesine

Zindanların
Ah çektiren derinliğine
Hıçkırıkların görünmeyen hazin kederiyle

Dertlerin
Suskunluğumdaki hecenin
Seni sana bıraktığımın kararındaydı elin

Çekip giderim
Diyarları deşifre ederek
Bin bir türlü bilmeceleri çözecek hederim

Kendi halinde
Ömrün keder güftesiyle
Nağmelerin yarenliğinde ıssız *******imde

Yalnızlığın
Hayatın bahtsızlığının
Acıların, ızdırabın hicranı anlatan yaprağın

Sakin sokakların
Sahilde ki mümbit kumların
Hırçın dalgaların klarnette ki hüzün nefesin

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:58 AM
Kırlangıçlar aşk yolunda sazendeler…

Gamlı hazanın seherinde biçare bırakırken
Gönül dilimden tek anlayan naif bülbüldü

Kalmadı gönül bahçemde açacak bir gül
Ey kaçan sevgili sen dilediğin yere süzül

Gelmez oldu aşiyandan neşet eden ahenk
Ey şakıyan bülbül, açan gül aşk sizde denk

Ağla yüreğim ağla sen aşk derdinde kalma
Esintiye kapılma, sevda kokusuna aldırma

Rıhtımdan kalkan gemiler hasreti perdeler
Çırpınan kırlangıçlar aşk yolunda sazendeler

Ey kaptan durma tez elden çal bir sirtoyu
Gönül silkelesin, bırakmasın aşk kokusunu

Okyanuslara salınan, balıklarda aranan aşkı
Gönülde bıraktığı nakışı dinmeyen haykırışı

Ya Rab bilmekteyim ki her halimle seninim
Kalmadı bir mecalim şemi aruzu neyleyim

Yanan bu kalple nasıl geleyim aşkı neyleyim
Senin Cemalini seyredeyim hakikate ereyim

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:58 AM
Kızmak kifayetsiz sukut erdemse!

Âdem mi adamlığa ulaşmayan canı mı bilmem
Sürekli saldırısını kusuyor şefkatsizliğinden
İdrakten yoksun sefilliğinden paye hedefken
Mücerret hakikatleri görmekten azade iken!

Her kelamında husumet var, arlanmaz nazar!
Önüne gelen hezeyanları durmaksızın sıralar!
Sorarım adama bunun düşmandan ne farkı var?
Sükûn ve istikrarı tarumar etmek içinde yanar!

Dirlik için birliğin onun içinde hoş görünün şiarı
Kalbi anlayan sazendenin hicran içinde yakarışı,
Devletin derinliğinde ki soysuzluklara sırtlarını,
Dayandılar yıllarca, şuursuzca, onursuzca acısa?

Yasayı, yasamanın devranında oluşan bezirgânlığı
Bir türlü anlamıyorlar, halkın içinde ki o yılgınlığı,
Milletin, vatandaş oymağında ki bariz tutsaklığını,
İlelebet tebaalık için sıralar takiyyeler yumağını!

Zahirde görünen adam kimliğinde kelam ede gelen!
Tarihin o sayfalarında ibretten hayli azade gerilen,
Mazur halka tepelerden söz eden, arlanmaz halden,
Hilkatinde ki çamurdan habersizken etrafı kirleten!

Sivil insiyatifi, rütbelilere tercih eden kendiliğinden,
Nizam edilen, deklareyle dillendirilen, edep bilmeden,
Yargı adına, yerlere serilen aslıda fevkalade sefilken,
Anlamıyorlar halin dilinden, idrak kapalı ne gelir elden!

Sukut etmek ve sabır dilemek halime çok acı verirken,
Arlanmazlığın haddi ihmal edilirken, çile dillenir kinden,
Kin yobazlığın derdiyken, husumet vehmedin kederiyken,
Vakti, nefes içinde gizlenen akdi, ruhi mevzuatı derinden,

Nefeslenirken, talan edilen nizama bakarken hüznümden,
Böl, parçala, yut taktiğinde ki devşirmelerin izleri hepten,
Zindan, karalar içinde nurlanan insani hasleti olan azından,
Hasretle terennüm ederken, sürur içinde meşk edilen can…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:58 AM
Ki Sen…

Sen…

Bilmelisin ki

Zaman asla avutamaz

Mümkün olmasa bile

Seni unutturamaz…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:58 AM
Kifayet etmiyor!

Ne söyleyim
Nasıl gerekçe göstereyim
Keyfiyetim, mazeretler içindeyim

Enlerim
Dinmeyecek heveslerim
Aşkı nerden bilirim hissiz nefesim

Yar için
Vakti nöbetteyim
Serzenişler için her vakit bencilim

Sevmeyi
Varlıkla hissedenim
Cazibende benliğimin hep esiriyim

Enaniyetim
Hedef mahiyetindeyim
Dirliği nerden bilirim birliği hiçlerim

Dostları
Varlığıyla tercih ederim
Sıfatın hükmünde çıkarımı düşünürüm

Ölüm mü
Kime sorsam hayrette
Mezarlar içinde kabir kimin derdinde

Azap
Soyut bir kavram
Zahir ve mücerret benim halimi anlar

Felsefe
Her kim ne söylerde hisse
Düşünce, varlık içinde ki var olan hece

Nizam eden
Tekebbürü bilen şaibeden
Kanun özgürlüğü öteleyen hazin bir dem

Hakkı
Teslim eden insanı bilen
Kulluğun gerekçelerinde nizam edilendir

Ona kul olmazsan
Sen bilsen veya bilmesen de
Sana hükmeden şartlara kulluk yapacaksın

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:59 AM
Kim bilir!

Bugün, o değerlerimiz,
Yok, edildiği için,
Kıymet ifade ediyor.
O değerlerin var olduğu,
Dönemler itibariyle,
Bir cihan imparatorluğu,
Hakikati gerçeği haykırıyordu.
Zulmetmeyen,
Hak dağıtan,
Hak adına savaşan,
Onun adına yaşayan,
Düşünceye saygıyı,
Vazgeçilmez sayan,
Bunu, her halükarda,
Dikkate alan ve önemseyen,
Bir evrenselliğin, sembolüydü.
Devşirmelerden, müteşekkil,
Bulunan, Yeniçeri ocağı,
Müntesibi, isabetli bir kararla,
Tebdili mekân yapmış.
İtalyan bir köyüne, yerleşmiş.
O İtalya ki, bir vakit,
Müslüman kanını sömüren,
İslam’ın adından dahi, rahatsız olan,
Binlerce masun Müslüman’ı, katleden,
Şimdilerde, medeni devlet diye bilinen,
Böyle bir ülkeye gidip yerleşmesi,
Kim bilir belki, isabetli bir tercihti,
Devletin başına adeta bela olan bu ocak,
Savaşlarda gösterdikleri başarı kadar,
İç ve dış işlerde ve zayıf gördüğü noktalarda,
Asileşmeyi ve baş kaldırmayı ihmal etmemiştir.
Nihayet bu meşhur ocağın,
Dağıtılmasına karar verilmiştir.
Bu bakımdan isyanlarda,
Katledilenlerden olmayarak,
Bu mekâna yerleşen kültürümün ecdadı,
Bugün dahi bizleri gururlandırıyor.
Çok görmek istedikleri mehteran için,
Geç bile kalınmış.
İstanbul öncelikle olmak üzere,
Bursa, Ankara, Kayseri, Konya,
Büyükşehir belediyesi sayın başkanlarına,
Durum intikal ettirilirse,
Gerçekleşeceğine kesinlikle inanıyorum.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 10:59 AM
Kim bilir…

Kimi zaman melodiler,
Bazen tarihi mekânlar,
Ardıçlar, meşeler, çınarlar,
Hasret kaldığım hakikatler…

Anlatır sazende meramını,
Mızrap tele anlatır efkârını,
Tel, perdede bulur anlamını,
Perde, güfteye akseder hicranı…

Gönül yarasıdır, belki sırdır,
Belki, yaşanmayan bir kahırdır,
Bazen bir mısra, hatta notadır…
Kalb, meramını yazdığı satırlardır…

İnsan gariptir, bazen bir haldir,
Kim bilir, neler yaşıyor gizlidir,
Bazen bir seldir, bazen şelaledir,
Yüreğini açınca, her bir ses gelir…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:01 AM
Kim bu adam!

Onu kim görevlendirdi?
Hangi görevleri tevdi etti?
Kimlerle görüşmesi söylendi?
Ne kadar yetki verildi?
PKK yı kim icat etti?
Kimler mali destek verdi?
Milletin başına bela etti!
Yetmedi, birde yurt verdi?
Kimler verdi?
Yeryüzü müstekbirleri?
Güya terör örgütü saydı!
Türkiye de yargılananlara sınırını açtı!
Yasamaya şifreli talimat verdi!
Anayasa değiştirildi?
İdamdan vazgeçildi?
Ama Saddam idam edildi?
Demokrasi vaat edildi?
Talana kılıf giydirildi!
Halkın malı yağma edildi!
Din İslam mı, ateşlendi!
Mezhepçilik körüklendi?
Mabetler çiğnendi!
Mücahideler iğfal edildi!
Canilere peşkeş çekildi!
Üstelik bunlardan yardım dilendi!
Şeref, haysiyet, onur parafendi!
Milletin sinesi, mahkûm edildi?
Kimler tarafından!
Medet umduklarımızdan!
Medet uman, uşaksa!
Patronun keyfine mahkûm!
Patron zulmüne mahkûm!
Zulüm şerre mahkûm!
Şerden gelen, rahmet saçar mı?
Beklemek, neyi bilerek,
Dilemek, gönlü açarak,
Neyi kimden istemek?
Bilindiği ölçüde anlamlıdır…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:01 AM
Kim derman olacak senden gayrı!

Anlatamam ki
Artık kimseye çaresizliğin acısını

Ne sineye
Ne sevdayı anlamayan o nefese

Melülleşerek
Titreyerek alınan her bir nefese

Aşiyan içinden
Şakıyarak gelen o hilkati seslere

Ne heyhat ki
Yerin altında olan kümeleşenlere

Ne gökyüzünde
Seyri halde gezinen batını hallere

Ne *******in
Sineyi karartan esrar perdelerine

Ve nede
Halin katresinde olan aşk zedelerine

Ta uzaklardan
Duyulan o sedanın enfes nağmesi

Teni terk eden
Ruhların, haşyeti yaşatan sahnesi

Her merakın
Makûs zuhuratta bulunan arifesi

Mizanın yaklaşması
İle hesabın açıklanmasının merakı

Ey Hak sen bilirsin
Biliriz ki her nefsin hâkimi sahibisin

Her şeyi
Zerreyi en iyi bilen Rahmanı Rahimsin

Sen en kudretli
Bir hâkimsin bir rahmetsin, sen gaffarsın

Halimi bilen
Sabrı veren, güzelliği bahşeden Rabbimsin

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:01 AM
Kim inanırdı!

Günlerce
Özlemin susuzluğunda
Umudun izlerini hıfzederken

Senden
Arta kalan olmasaydı
Şimdi kim inanırdı

Dirliğimi
Güneşin haşmetinden
Korurken

İçime serinliğe
Gark eden esintiyi
Ne güzel müjdelerdin.

Çare adına
Ne varsa sen sabırla
Şükrederek benliğimde ki
Hiddetimi yenerdin.

Yeter artık
Diyeceğim an
Sen papaklarınla
Dudaklarımı okşardın sus diye

Her zaman
Şu gerçeği işlerdin
Satırlarında, gönlünü sakın
Hiddetin ellerine teslim etme.

Sinende
Barındıracağın kin
Çekirge misali en bereketli
Fikri başaklarının başlarını yok eder.

Kalan
Saptan asla
Bir unu, bulguru
Elde edemezsin.

Sen gönlünde
Çiçeklerin açmasını
Ve solmamasını istiyorsan

O vakit sinende
Asla şiddet ve hiddete
Bir kapı aralamayacaksın.

Biliyorsun ki
Yağmur her zaman
Canlar için bir berekettir.

Lakin bazen
Afete dönüştürmek
Senin elinde olan tercihtir.

Afetlerde
Ne kadarda cana mal olsa
Nedamet için
Yine bir tercih değildir.

Hareket ve kuvvetin
Sebebi zikredilmelidir derdin.

Senden
Kalan mektupları
Okuyunca içim içime sığmıyor

Hissiyatım
Sanki coşuyor
Hicran her yanımı kuşatıyor.

Ah
Tamburi cemil efendi
Hacı arif efendi hislerini
Ne kadar güzel dile getirmişler

Sazların
Dillerinde, gönülleri
Fetheden nağmelerinde.

Ellerimde kokladığım
Senden kalan mektuplar olmasaydı
Kim inanırdı kalbime işlediğin güzelliklere.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:02 AM
Kim istemez ki...

Yarınları kim beklemez ki,
Hangi gönül aşk istemez ki,
Hayalin kıvamı, son katredir,
Aşkın nöbetini hazla içmektir…

Değil mi, özlemi hakikat kılan,
Kavuşmanın hülyasıyla yakan,
Gözyaşlarıyla çok manalaşan,
Kıvılcımıyla yüreği tutuşturan…

Yürekleri dağlayan bir figan,
Hadsiz bir sınırla cihanı yakan,
Bazen ağlatan, sineyi bağlayan,
Yaşanandır aşk, engel tanımayan,

Roman bitse de konusu dinmez,
Yanan yüreğin kokusu kesilmez,
Bakış tekse, temaşaya hiç yetmez,
Zaman tükenmez, aşk asla bitmez…

Tek seferde görülen bir düşte olsa,
Kalbin penceresi o an aralanmışsa,
Güneş, yalnız yüreğini ısıtmışsa,
Bir gam değil, her an unutulsam da…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:02 AM
Kim istemez sevgiyi…

İstemez miyim mavi bulutların olmasını
Gönüller de kaybolan sevgiyle dolmasını
Aşk için, Hak için, sevda için hep akmasını
Cihanı yaşanır kılmasını, insanlığı anmasını

Şükürler olsun ki yine yağan bir yağmur var
Unutulan bulutlar, bu sayede bize hatırlatırlar
Damlayla sevgiyi akıtır, yürekte kiri paklarlar
Rahmetin hazzını yaşatırlar, sevgiyi hatırlatırlar

Bir gök, bir deniz, bir yıldız, her sırrı mutlakta
Feza da yaşanan aşkta, anlamayan kursaklarda
İdrakten uzak ahvalde, kalmayan mana derinliğinde
Bir sevgi bulmak, uçmaktır, yaşamaktır, hakikattir

Gönlünüz pak sürurunuz temiz, olmasın mı sevgi sizde
Ne hazindir fakat bulunsa da sevgi anlaşılmayan haliniz
Siz fedakârca hasretseniz, kim fark edecek mana habersiz
Gönül sevgisiz, siz halsiz ben ise keyifsiz bulutlar sanki siz

Açın yüreğinizi, dağıtın hengâmenizi, katın âleme sevginizi
Bir bulut, bir yıldız, bir deniz, bir şarkı, bir asudeyi aşk gibi
Katın kendinize kâinatı, cihan aşklarını, sevgiye hasret ruhları
Anlam katın, manalaştırın, hakikatleri yaşatın onlara anlatın

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:02 AM
Kime anlatırım senden gayrı!

Senden
Başka kime
Anlatırım bilmiyorum

Yılların
Yorgunluğunu,
Ruhumun bizarlığını

Kalbin ziyanını
Hissiyatımın perişanlığını

Kendimi
Alamıyorum seni anmaktan

Senin
Sıcaklığının
Hazzını yaşamaktan

Sevginin
İkliminde kurumadan

Dalgaların
Hıçkırıklarını anlamadan

Müstesna
Halimde sana kanmadan

Hasretin
Zindanında nefes almadan

Duvarların
Arkadaşlığına sığınmadan

Rüzgârdan,
Yağan her bir damladan

Senin
Sürurunun haberini almadan

Yalnızlığın
Fakirliğinde ağlamadan

Seni anılarınla
Sabahlara dek yaşamadan

Aşkınla
Solmadan ömrü kurutmadan

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:02 AM
Kime ne diyebilirim!

Bir zamanlar gelmiştim işte
Çaresiz o nefeslerin izlerinde
Şefkate muhtaç bir badirede
Kimliğin şekillenme sürecinde

Bir gün gitmek içindi her halde
Bilinmeyen şu hissiyat ikliminde
Merak içinde alınan her nefeste
Bir gün karşılaşılacak o haşyetle

Kim ne söylerse kişiliğin sayesinde
Öğrenilen bilginin muhakemesinde
Hiç merak edilmeyince öyle gidince
Beklenen akıbette mizan hasretiyle

Bir sabi iken şefkatle nefeslenirken
Bilinçsiz bir eda ile o nazarı dilerken
Her bir şeyde ezelin izlerini sürerken
Ne bilir o bir çocuk denirken giderken

Neye muhtaç değildim ki beklerdim
Beni bahşedeni derinliğimde bilirdim
Bir çaresizlik sanılan himmeti dilerdim
Ben kendimleydim rahmeti öncelerdim

Oysaki kadri bilen ten içinde bedendim
Ahirim için koşulların nasibi içindeydim
Gözyaşları içinde debelenen gelecektim
Sessizlik çığlığında içselliğimde beklerdim

Kim kimliğim masumiyetim bir nefisliyim
Kime ne söylerim ben kendimle dertliyim
Muhakkak ki sabrı dilerim sevgi beklerim
Rahmet için nefeslenir böyle meşk ederim

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:02 AM
Kime ne diyelim!

Her nedense
Bazen sormuyor değilim
Kendi gönlüm elverdiğince

Neden istemezler
Güven ve istikrarı birileri diyerek
En akil görünen kepazeleri seyrediyorum

Küreselleşme derler
Bir kalıcı itiraz asla ve kata olmaz
Ortadoğu projesine ekonomik açıdan ses çıkmaz

İşgal kuvvetleri
Dünyanın gözü önünde katleder
Kadın, kız ve çocuklar hunharca öldürülürler geçiştirilir

İsrail her gün katleder
Birleşmiş milletler öyle seyrederler
Güzellik yarışması diyerek defilelerde kızları üryan ederler

Bir takım ahmakları
iş adamı kimliğiyle oralara davet ederler
Her bir yanı mayolu mankenlerin resmiyle mücehhez ederler

Halkın kimlik kişilik örf
Ve kültürel değerlerini hep göz ardı ederler
Sonra sırıtarak onlara ne derler bağnaz geri kafalı der giderler

Şimdi milli haslet, rahmet
Ve bereket bununla mı ala olacak niyet
Varlık uğruna, heveslerin zuhuruna, zevklerin oluruna der giderler

Nasıl sormayayım, eğer
Bu zilli yeti reddetmek bağnazlıksa öyleyim

Ahlaki değerlerimi,
İffet hasletlerimi ortalığa
Deşifre etmem neden gerekli diye düşünürüm

Benim olan, bize ait bulunan
Edebin, adabın terk edilmesine peki ne demeli
Kime ne söylemeli, idarecilere ne demeli karışıklık içinde nefeslenmeli

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:02 AM
Kime ve neye olduğunu bilerek!

Kulluğumu,
Kime ve neye karşı
veya kimde köleliğe dönüştürmeyi

Müşahhas
Bir şekilde, aklın,
İrfanın, izanın, tafsilatın
Harmanında ki çıkan hasatın,

Evrenselliğinde
Anlaşılmayı bekleyen
Kur’anın, sünnetin, icmanın, kıyasın,

Sosyoloji
Devranında, zaman
İçinde ki mücerret hakikatin

Dirliğinde
Ve ruhun kalbi
Nizam etmesiyle, azimeti,

Dirayeti,
Kanaati, avuntuların
Hengâmesinde ki darlığa

Mahkûm
Etmeden ihsanı
Halin kadrinde anlamaktır...

Hiçliği,
Acizliği, heder
Kimliği, takiyyeden azade dili,

Cihanın
müstekbirlerine
Karşı değil, derdin dermanı,

Kalbin
Ayanı, ruhun
İkliminde ki membaına

Tevdi
Edilerek, hasretin, çilenin
Bereketi hissedilerek yürümenin muazzamlığıdır...

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:02 AM
Kimi bekler…

Aksın sular,
Açılsın yaralar,
Ağlasın analar,
Yağsın yağmurlar,
Kalsın, o sevdalar,
Yaksın, o hicranlar,
Sevinsin, o gidenler,
Sevmeyi bilmeyenler,
Çaresiz bekleyenler,
Hayırda direnenler,
Kabulle sevinenler,
Gülüp de es geçenler,
Yok, yapacak bir şey,
Bilinmez ki yapılacak ne,
Efkârla kapanan güzellikler,
Bilsek ki, neyi, kimi bekler.
Kaderini yaşayacak melekler,
Bizleri bekler, onlar nöbetteler.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:02 AM
Kimi…

Kimi dertten,
Kimisi neşeden,
Kimsesizlerden,
Kimi,
Terkedilmişlikten,
Kimisi,
Sevgiye hasretten,
Kimi,
Dinmez beklentilerden,
Kimsi,
Takip eden kederden,
Kimi,
Terk edilenlerden,
Kimisi,
Sevgililerden,
Kimi,
Yaşanmışlardan,
Kimisi,
Yaşanacaklardan, içer,
Kimi kaçar,
Bazen yanar,
Kimi bakar,
Diğeri takar,
Kimi asar,
Kimi karanlığa kaçar…
Kızın,
Nazın,
Kirazın,
Birazın,
Ölçüsünü bulmak, asıldır…
Eri,
Yâri,
Yeri,
Merdi,
Namerdi,
Bilmek, asliyeyi hakikattir…
Aşk,
Meşk,
Şek,
Denk,
Ahengini bulmak mutlaktır…
Ana,
Baba,
Ata,
Zevkin önündedir, destur gerekir…
Yar,
Kar gibi,
Ar,
Nar gibi,
Hayâ toprak gibi olmalıdır…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:02 AM
Kimler ki suçlayanlar!

İnsan düşündüğü, tahkik
Ettiği ve kimliğini tanımladığı ölçüde,
Bir kıymet bularak, bilgi seviyesini artırır.

Elde ettiği bilgilerle,
Hayatını idame ettirirken,
Bireylere ve diğer canlılara zarar
Vermeden ve elinden geldiği ölçüde,

Yardımı esirgemeyen,
Evrensellik statüsüne haiz bulunmak
Zorunda olan en değerli âdemi beşerlerdir.

Bu hasletleri terk ederek
Veya reddederek yaşadıklarını varsayanlar
Tuğyan, isyan, nisyan içinde bulunmalarına rağmen

Tatmin aracı olarak
Kendilerine göre amaçlar edinerek
Hülya ve rüyalarının gerçekleşmesi uğrunda,

Yaptıkları her bir icraatın,
Kendi tatmin silindirlerinde sıkışarak,
Nara atmalarına veya kuytu mekânlarında günah çıkartırlar.

Bu ve benzer uygulamaları,
Değişik isimler altında uygulamaları,
Genel manzarayı asla bir değişikliğe uğratmaz

Sadece
Tabelalaşmamak
Gayretinde bulunmalarıdır.

Gücün olduğu yeri
Ellerine geçirmek, temel bir gayedir.

Gücün bulunmadığı mekânları
Sadece ikametgâh olarak kullanırlar.

Çünkü üreme merkezleri
Karargâh görevini icra ederler.

“En güçlü silah, korkusuz insandır”
Sloganını, iliklerine işleyecek kadar, tekrar ederek,
Liyakat olgusunu bu manada, sembolize etmeyi marifet sayarlar

Kullanılmak adına bulunmazlıkları vardır!
Kullanıldıkları ölçüde, kümelenmeyi başarırlar.
Sığınma
Siyasetini uygulamada,
Üzerlerine kimse toz konduramaz.

Sığındıkları yerde
Ve o yerin hukuki açıklarını,
Acilen ezberleyerek, bastıkları zeminin
Sağlamlaşmasını acilen ve şeklen sağlarlar.

Hülasa edersek
Her bir örgüte kim yardım etmiyor ki
Diye sormak zorunda bırakılmam, acı veriyor bana.

Dışarıda düşman arayanlar,
İç âleminden habersiz olanlardır diyorum.

Güven ve huzur
Ne yaptığını, neden yapacağını
Ve kim için uygulayacağını bilenlerin olsun.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:03 AM
Kimliğinden habersiz densiz!

İnsanın
Düşüncesini okumak
Ve keşfederek bunu başarmak
İnsan materyalini deşifre eserek hükmetmek

Amansız
Hastalıkları bilmek
Kâhinleri emekliye ayırmak
Bilinmeyenleri, bilinen yapmak arzın derinliğine inmek

Ahir
Ve zahiri netleştirmek
İnsan hayvan zulmeden, gasp eden
Parçalayan, fitneyi, manaya galebe çaldıran olmak

Tekebbürünü,
İnsanlığa itaat için sunan
Milletleri desiseleriyle kandıran
İslamiyet’e her zaman saldıran, müminleri terörist sayan

Nisaları
Keyif âleminde kullanan
Güçsüzleri, kul ve köle yapan
Kocasının yanında, karısını soyan, zulmetini kusan insan

Hamileye
Acımasızca süngü sokan
Minareleri bombalayan, mabetleri yıkan,
Yakan, hiçbir mahremi tanımayan, arza medeniyet! sunan

Keşfedilerek,
İnsanın düşüncelerini okuması
Robotlaşması mı yoksa diye aklıma gelmiyor değil
İnsanlık için, fayda, hizmet, himmet düşüncesi bulunmadıkça

Her kimyasal deney
İnsanlığın aleyhine sonuçlanacaksa
Katliamlarının sonucunda, kadehleri tokuşturulacaksa
Tahayyülümde hüzün kabuğunu solumama bir kez daha neden oldular

Amansız
Hastalıkları bilmek
Kâhinleri emekliye ayırmak
Bilinmeyenleri, bilinen yapmak arzın derinliğine inmek

Ahir
Ve zahiri netleştirmek
İnsan hayvan zulmeden, gasp eden
Parçalayan, fitneyi, manaya galebe çaldıran olmak

Tekebbürünü,
İnsanlığa itaat için sunan
Milletleri desiseleriyle kandıran
İslamiyet’e her zaman saldıran, müminleri terörist sayan

Nisaları
Keyif âleminde kullanan
Güçsüzleri, kul ve köle yapan
Kocasının yanında, karısını soyan, zulmetini kusan insan

Hamileye
Acımasızca süngü sokan
Minareleri bombalayan, mabetleri yıkan,
Yakan, hiçbir mahremi tanımayan, arza medeniyet! sunan

Keşfedilerek,
İnsanın düşüncelerini okuması
Robotlaşması mı yoksa diye aklıma gelmiyor değil
İnsanlık için, fayda, hizmet, himmet düşüncesi bulunmadıkça

Her kimyasal deney
İnsanlığın aleyhine sonuçlanacaksa
Katliamlarının sonucunda, kadehleri tokuşturulacaksa
Tahayyülümde hüzün kabuğunu solumama bir kez daha neden oldular

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:04 AM
Kitabeleşen taşlar!

Mezarlıkta
Yürüyorum ve hissiyatımı
Kaplayan bir hüzünle etrafıma bakıyorum

Can’ı
Dikili sütunlar,
Canan’ı yazılı satırların

Anlamak
İçin sinemde yozlaştığını
Vefa kılmadığını barizce görüyorum

Hayatı
Terk etmeden yaşanılan
Anıları asla yansıtmadığını fark ediyorum

Hiç biri
Yaşanılanları anlatamıyor
Bakıyorum etrafıma üç, beş dikili taş

Ve gelen
Ziyaretçilerde sükûnet
Ve derinlere dalmış kalp ile tefekkür
Haznelerinde adımladıklarını müşahede ediyorum

Arzın
Stadında oynayan
Ve gülenlerin, yaşamanın
Manasını bildiğini iddia edenlerin

Bilenlerin
Bilmeyenlerin farkı var mı diye
Bir kez daha bakıyorum lakin göremiyorum

Gözlerimin
Bu vakit terbiye muhtaç
Olduğuna kanaat getiriyorum

Silinmez
İzlerin abidesine bakarken
Hayatı bir roman misali karşımda buluyorum

Hayatın
İçinde yaşamış olan insan
Şimdi kabirde neler olacaklarını
Beklerken yine asliyetin hükmünü hatırlıyor

Mezarlıkta
Bitap halim ufkumu sardı
Ve sarstı dünya ve nimetlerini

Beni
Kul olmaktan alı koyan
Sebeplerini, bir anda sorguladı

Nedametimi
Ve hislerimi silkeledi
Fakat ne kadar nafile olduğu gerçeğiyle

Zahir
Her zaman sanki
Bir ahtapot gibi sararak

Kendi
Görevini ifa ediyor
Şimdi açziyetimin hıçkırması kifayet etmiyor

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:04 AM
Kopardın aldın!

Kopardın, hiç acımadın,
Gözyaşlarımla ıslanmadın,
Bakmadın, yaklaşmadın,
Kalbime, kendini bıraktın.

Mademki, bir gün gidecektin,
Bilecektin güvendirmeyecektin,
El verip ümitlendirmeyecektin,
Acıyı, sevmeyi de bilecektin.

Git, gitme diyemem, bilemem,
Kalbine giremem, seni göremem,
Kalbimde ki sensin, ama sevemem,
Kimlere dâhil olacağını bilemem.

Neydi suçum, ney üflüyordum,
Nağmeleri sana, gönderiyordum,
Halimi demliyor, güfte yapıyordum.
Kalbimde ki sevgini notalıyordum.

Seni suçlayamam, dahi kıyamam,
Kızmak ne demek, hiddetlenemem,
Of bile demem, asla deneyemem,
Seni, içimde ki sevgini incitemem.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:04 AM
Koparıp attın!

Yapraklar yavaşça terk ettiler,
Bir müddet süzüldüler, gezdiler,
Nereyi istiyorlarsa, oraya indiler.
Sen, hiç acı duymadan koparıp attın.
Oysaki bir yaprak dahi, yumuşacıktı,
Ayrılırken dahi, naifliği bırakmazdı,
Birden kaybolmazdı, halince salınırdı,
Sen, ne yaptın, yaraladın, kanattın.
Dizimde yatardın, gözlerime bakardın
Ellerimi avuçlarında sıkardın, öperdin.
Belimi kavrayarak, kendini bırakırdın.
Neler yaşadığımızı, ne çabuk unuttun.
Birazcık önem versen, kahretmesen,
Anılarımıza gölge etmeden, maziyi yaşasam,
Hülyalarında, rüyalarımda, her anımda,
Yaprak olmayı başarsan, nezaketi bırakmasan,
Senin zahirini kaybettim, yeter ki hayalini,
Sevdam için, dallardaki yaprakta yaşasam.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:04 AM
Kopartılan gül!

Hırs
Onun melalini
Kuşattığı için artık
Kimseyi göremez olmuştu

Hıncıyla
Durmadan vuruyor
Kan beynine sıçramıştı

Hırsı
O an tavan yapmış
Mantık donmuş kalmıştı

Nutku
Çaresizliği yaşamış
Akıl, tersinden başlamıştı

Heyecan
Bir anda sıçramış
Anne soluk soluğa kanmıştı

Adavet
Yaşayan perişanmış
Çocuk hırpalanmış yatmış

Koşmaktan
Mecalsiz kalmış
Figanını anlatacak aranmış

Kime,
Derdini dinleyeni bulamamış
Nefes alamamış öylece kasılmış

Çocuğun
Suçu, bir gül koparmakmış
Üç kişi, kovalamakla da kalmamış

Çocuğu
Hiç acımadan, darp etmişler
Kan revan içinde yere sermişler

Annesi
Feryadı duymuş
Çok koşmuş ayak bileği
Orada burkulunca acıyı unutmuş

Annesi
Çaresiz kalmış
Yürüyememek adına sızlanmış

Çocuk,
Sokağın ortasında
Hareketsiz bir şekilde yatıyormuş

Ancak
Soluk alamıyormuş
kalb atışı ve nabzı orada durmuş

Delik
Bir kalple yaşayan çocuk,
Elinde sıkıca tuttuğu o bir gülle

Ortada kalmış
Annesi feryat etmekten
Kendi gülünü kaybetmekten

Boynu
Bükülmüş bir vaziyette
Gözyaşlarının dirliğinde niyaz etmiş

Sen ki
Her şeyi var edensin
Her kalbin sahibi olan mutlakıyetsin

Yıllar
Sonra umutsuzluğumda
Sen beni çocuğumla sevindirmiştin

Şimdi
Çok erke bir yaşta
Hikmetini bilmediğin zamanda

Bir gül
Bir emanet olarak
Tevdi ettiğin yavrumu benden aldın

Biliyorum
Her şey senin
Her zerre ancak seninle kaimdir

Benim
Bu kadar mahzunluğun
İçinde nefes aldığımı sen biliyorsun

Kulunum
Senin yolunda yolcuyum
Nedametimle ben ancak sana sığınırım

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:04 AM
Kor gibi sevdan var…

Sana gecenin akustik güzelliğini sunan
Geceye anlam katan, onu manalaştıran
Hâkimi mutlak’ın güzellik için yarattığı
Yıldızları, melalin için indirmek isterdim

Sensizliğin hengâmesin de sırdaşlarım
Aldığım her nefeste onu içime çekerim
Sensiz içimde doğan özlemi nefeslerim
Anlarım onların yalnızlığını yalnızlığımla

Ona şiir okuyorum, şarkılar söylüyorum
Adeta onlarla çocukça düşler yaşıyorum
Ama sen hala benim düşlerimi bilmiyorsun
Name salıyorum kırlangıcın çatalkuyruğunda

Ne ister neyi özler umutsuzca beklediğim yar
Çocukluksa yaptığım rengârenk bilyelerim var
Mutluluksa hayatta keşfedilmeyi bekleyen var
Umutsa bir bak, gökyüzün de ne yıldızlar var

Kısacık bir ömürde bekleyen kim bilir neler var
Bir nefesin kadrini bilensin, onu kaça alabilirsin
Sensiz bir güne bir yenisini sen ekleme ne var
Benim içimde tükenmeyecek kor gibi sevdan var

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:04 AM
Korkarım hüznü anarım!

Sorarım
Karanlığa korkunun sebebini
Yıllara sâri önümüze konan engelleri

Hüznün
İklimimde şefkatsiz güleri
İcbar edilen keyfiyet nedeniyle hiçliği

Ne yâri
Ne yazılmayan mektupları
Hasret muştulayan özlem soluklarını

Kalmayan
Nesillerde süregelen edebi
Hani nerde dedirtecek kadar kepazeliği

İnsan
Kimliğinde ki hedefsizliği
Günübirlik zevklerin kuşattığı ahenksizliği

Şimdi
Yüzüm dağlara hasret
Gözlerim dirliğinde ki aşka mukavemet

Hezeyanım
Edebiyat içinde bir külfet
Hissiyatım solgun, yorgun şevksiz elbet

Korkarım
Güzelim korkarım ebet
Gayri nizami hukuka kimler ediyor rağbet

Bir gecede
Soluksuz hecelerle sebep
Yargıçlıkta kalmadı artık billahi bir ülfet

İhdas
Edilen kanunlar kime dert
Milli irade nerede görmüyorlar tek düzeler

Hortum
Zaviyesinden yapılır tespitler
Vehimler nedeniyle devleti şikâyet ederler

Cumhur
Halk, ey hizip bir dön sen
Kendi halindeki ucubeleri izan adına bırak

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:04 AM
Korkarım!

Ben
Sana anlatamam
Sessiz kaldırımlara anlattığım kadar

Sana
Düşlerimde ki sevdayla
Seslenemem, çekilirim kuytu kenarlara

Korkarım
Anlayama cağından
Müteredditlik yaşayacağında çekinirim

Yazdığın
Hissiyatını anlattığın
Tefekküre meftunum ben onunla doluyum

Hislerim
Sürgün, uzaklarda üzgün
Hasretin güzelliğinde ki ahengin dirliğinde

Mütemadiyen
Satırlarında arandığım şevkin
Hazzın imtinalığında teneffüs ettiğim hayalin

Baharı
Bembeyaz papatyaları
Rengârenk gelincik zarafetini yudumluyorum

Gökyüzünde
Turnaların gezginliğinde
Umudun dinmez hasretiyle sana olan hislerimle

Yalnız
Kendimle senin özleminle
Sessiz iklimlerde derlediğim hüzzam bestemle

Seslenirim
Ovalara, dinleyen dağlara
Yüreğimden sökün eden hıçkırıklarla yalnızlığımda

Sana
Layık olmayan bedbinliğimde
Sensiz çaresiz soluduğum hislerimin yaşattığı hüzünle

Denkliğim
Niteliğinde gördüğüm naifliğin
Sana ait olan muhabbetli ülfetin benim tek çaresizliğim

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:04 AM
Kur'an ve (Evren paşa)

Kur'an ve evrensellik...
Evren ve dünya...
Dünya ve Evren paşa!
Evren paşa ve Ku'ran...
Kur'an ve paşanın hatmi...
Ahir ve zahir, kişide zafiyetler...
İrticai mahkûmiyetler...
Teganniler, takiyyeler...
Tekbirler, salâvatlar ve niyazlar...
Arz da bir mekân olan çamlı köşkte...
Saygı, korku, telaş ve kaygı cumhurbaşkanına...
Rahmet ve mağfiret talebi, diyardan göçene...
Hiç değilse, ahiret olgusunu kabullenme...
Yeniden dirileceğini, bir hesap vereceğini bilme...
Hiç yoktan ehveni şer diyerek, kabullenme...
Hazırunu ve fani’nin eşini serinletme...
Gönülleri dünya tabiliğinden bir nebze geri çekme...
Şan, şöhret, makam, servet ve kuvveti temaşa etme...
Din dünya işlerini, yönlendiremez, yetersizdir deme...
Sadece ama sadece vicdanlara hapsetme...
Aklı, bilimi, tahkiki, laisizmle şekillendirme...
Hür düşünceyi ve fikir üretmeyi altı oka mahsus etme...
Anlamayı, anlaşılır bulunmayı ön yargıyla reddetme…
Sol ve sağ fraksiyonlar sanki zembilden geldi deme…
Her defasında siyasi kadroları ve partileri suçlama…
Gizli bir oturumla devleti ve milleti kurtaralım kararını verme…
Yıllarca onca dökülen kanları görmemezlikten gelme…
Sıkıyönetim komutanlıklarını adeta sembolleştirme…
Yetersiz kalıyorlar diyerek, milletin efradı olan askerlere…
Onbaşı, çavuş, astsubay ve subay komutanlara emirler verme…
Zalimi, âlimi, mazlumu, mağduru, yetimi, fakiri farksız görme…
Maddeyi, manayı, mantıki, tahkiki, düşünceyi bir çırpıda silme…
Millete ve devlete, görsel basın marifetiyle, el koyma…
Milletin seçtikleri siyasileri, ciplerle bindirerek tutuklama…
Siyasileri hüzne boğma, aşağılama ve hakir görme…
Divanıharp marifetiyle yargılanmalarına karar verme…
İhtilal yaptığı kuvvet komutanlarının sorgulanmalarını engelleme…
Ah anneler, babalar, kocalar ve bacılar…
Niye onca kan dökülmesini daha önce engellemediler…
Seyrettiler, korumalarla gezdiler, kışlalarda bezendiler…
En büyük bir nasihat olan ölüm, herkesi eşit yakalar…
Ayrıcalık yok, özel bir muamele yok, kimsenin garantisi yok…
Azrail, ecel, güzel ve cazibeler bir anda faniyi terk ettiler…
Mevlitler, hatimler, fatihalar mezarda ve toprakta kimleri yakalar…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:04 AM
Kurşuni sokaklarda!

Londra sokaklarında
Olanlardan habersiz şekilde
Dertli sineler, yol almaya devam ederler

Bunlardan ikisi
Karar almışlardır kendi aralarında

Atlamayacaklardır hiçbir
Kapıyı ve her eve sokacaklardır
Ellerindeki mukaddes davetiyeyi

Bu niyetle
Çalarlar her bir kapıyı
Ve yaparlar çağrılarını
Mütebbessim bir çehre
İle yaparlar gerekli olanı

Dedikleri gibi
Atlamazlar hiçbir haneyi
Aynen karar aldıkları gibi

Kimisinden o anda
Alırlar tepkilerini, kimisinden ise
Sonradan gelecektir davetin neticesi

Kimi için
Bu davet bir mekân beraberliği
Manasını taşırken,
Kimi gönül için de

Âhiret
Beraberliğine vesile olan
Bir tanışmanın başlangıcı olacaktır.

Küçücük davetiye
Belki de bazı sinelerin
Yamaçlarında bir kartopu
Gibi yuvarlanmaya başlamıştır bile

Çığa ne zaman
İnkılâp edeceğini kestirmek
O esnada imkânsızdır

Neyse onlar
Tohumlarını atarlar toprağa

Bakalım kaçı boy
Verip de selâma duracak
Kaçı sinesinde
Nice başağı barındıracaktır

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:05 AM
Kuşatan esrarın nefesleriyle!

Bir kasvet var
Derinliğimin sessizliğinde
Şevki baharımın umutsuzluğunun hazanında

Yüreğim daralıyor
Gözlerim mecalsiz bakıyor
Zihnim bir abluka altında hürriyeti bekliyor

Ne su ve nede aş
Oysaki midem bomboş
Başım ağrı içinde, sancıların derdinde nahoş

Kalbim şevksiz
Ruhum acizliğinde fersiz
İzanım dirliksiz, dilim muhabbetsiz ve hissiz

Zaman yoruyor
An kendi derdinde akıyor
Can bizarlık içinde şefkatsiz hederliği içinde

Temaşa edenler
Nedense merak içinde sual ederler
Devasız derdin halimi kuşattığından habersizler

Gözler nöbette
Kalb vaaz edilen süreyi beklemekte
Ruhum bezginliğin sahifelerinde şevksiz nefesle

Ömrüm halinde
Ruhum lekelerin hengâmesinde
Nefsim ürpertileri hissetmeden hüküm vermekte

Aşk nura amade
Sevda hakkın yolunda asude
Ülfet kendi sahnesinde, hak eden canı gözlemekte

Ölüm uykuyla
Hakikat kitabı celil sayfalarında
Gül dikeniyle anlaşılmayınca haysiyetim çok fukara

Anlaşılmadan yaşamaksa
Hezeyanlarım halin kayıtlarıysa
Vuslat umutların damlasında, yamaçlar dik olsa da

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:05 AM
Kuytu enginliğinde bakışların!

Her bir yudumla
İçime çektiğim yalnızlığı
İçerken

Serinliğin
Gecesinde bakıp
Öylece kalmaktayım

Yüreğin
Bir kez süzülürse
Martılar eşliğinde
Her gelen vapur
Gölgesinde
Seni anmaktayım

Demir parmaklıklar
Şahidimdir
Ama susuyorlar

Gözlerimde küllenen
Umutlara
O an salınarak
Yıldızlar sarkıyor

Hüznün
Nağmelerinde kalarak
Senin
Yokluğunu anlatıyor
Gökyüzü hıçkırarak

Uykusuz yüreğine
Bir yastık
Olmayı dilerken

Kiraz dudaklarından
Süzülen
Kelam bir şiirken

Sen
Hiç hüzün bulutlarından
Kurtulamıyorsun

Uzaklarda
Acıların içinde
Sabır elbiseni dikerken

Sen kaldır artık
Vuslat türkülerini
Kirpiklerinden

Ayazlarda bekleyen
Yüreğime
Bir kez olsun sarıl

Dağların
Kuytu enginliğinde
Bıraksın seni kahır

Sarıl be gülüm
boş ver sen
Kime hasretsen
Yeter ki ona sarıl

Sen
Baharlara
Gülümseyerek
Bakıp şakıdığında

Karakışların
Kendiliğinden
Seni
Terk edeceklerdir

Yüreğini
Darağacın karartısından
Koruduğunda
Karanfillerin
Menekşenin
Huzuruna kavuşacaksın

Umuda tutunmuşken
Güllerim yansın
Senin avuçlarında

Bırakmasın
Senin melalinde
Kalıcı bir iz
Sen istemede

Karanlıklarımda ki
En değerli
Yoldaşımdı mısraların

Hafızamdan silinsin
Yüreğimi terk etsin
Hep sensiz günlerim

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:05 AM
Lisanı kalb ile söyleme…

Ansızın dalgalarının arasında çırpınırken
Sen geliyordun aklıma, naçar kalsam da
Niye bu kadar bağlanmak nice bocalamak
Ümitsiz bir hayale kapılmak, aşk yaşamak

Anladım ki senin iradeyi azmin halata bağlı
Yüreğin tutsak, dilin aşk şarkıları mırıldasa da
Aşkı dalgalar da yaşasan, gecende yorulsan da
Sen dili perişansın, yüreği prangalar da olansın

Her zerreni sarmışsa bir duvar sen hücrende kal
Salma bir nefesi gülizar, yazma bir mısrayı nazar
Eyleme yüreği aşk için yanan gönülleri umut verme
Lisanı kalp ile söyleme, hali ahvalin itirafında kalma

Senin yüreğini sarmışsa çelik zırh, biçare figansın
Mısralarında acıyı yaşatan en nadide hengâmesin
Ne bir gül, ne de bir orkidesin, sen saksıda kalansın
Sen kendini, hayalini, hülyasını yaşayan bir efsanesin

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:05 AM
Maç ve karakol!

Öğrencilik yıllarımdı!
Henüz orta ikiye gidiyordum!
Okullar arası maç, turnuvası vardı!
Hocalar, bir takım oluşturdular!
Benim gibi zavallıyı da, takıma aldılar!
Antıraman, müsabaka derken, birlik oluşturdular!
Her hafta bir okulla, yarış başlattılar!
Takım iyiydi, kenetlenmişti, okulda ün yaptılar!
Her bir oyuncu arkadaş, hırs yapmaya başladılar!
Çalım ve çaka onların, vazgeçilmezleri oldular!
Dersleri asmayı, bir marifet saydılar ve yapmadılar!
Kız arkadaşlara, hava atmaya başladılar!
Kızlar aksine, öğüt almışçasına kaçıyordular!
Arkadaşlar, iyi top oynuyordu, velâkin!
Nezaket kurallarını asla önemsemiyorlardı!
Kaba davranıyor, yapmak zorunda bırakılıyordu!
Bazen de ne hikmetse, çarpıp azarlıyorlardı!
Maçtaki kıvraklığını, ilişkilerinde yansıtmıyorlardı!
Oysaki az bir gayret, bunlara ilgiyi artıracaktı!
Finale kaldık ve şampiyonluk maçını yapıyorduk!
Çincin bağlarında ve Çalışkanlar ortaokulunda!
Saha, okulun tam karşısında ve toprak bir mekânda!
Öğretmenler ve tüm öğrenciler, katkı için geldiler!
Maçı önde götürüyorduk, birden sahaya polisler!
Hızlı bir şekilde, kimseyi dikkate almadan girdiler!
Zorla maçı durdurdular, ben ve birkaç arkadaşı!
Sorgusuz, sualsiz alıp, bu vaziyette karakola götürdüler!
Bizler şaşkındık, neler olduğunu bir türlü anlamadık!
Hiçbir çaremiz yok, gitmek zorundaydık!
Hocalar, denemelerine rağmen, başarılı olamadılar!
Araca bindirerek, doğuca dört yol, karakoluna götürdüler!
Her nedense, bir hoca dahi birlere, refakat etmediler!
Karakola çıktık, sıraya dizildik, sorgulanmaya başladık!
Bilmediğimiz ve görmediğimiz bir adamı, hangimizin,
Dövdüğünü sordular! Anlayamıyorduk! Bilmiyorduk!
Zayıf ve esmer olan polis, küfrederek copu çıkarttı!
Eğer kimin dövdüğünü söylemezseniz, copu yersiniz dedi!
Bakıyorduk, ne yapacağımızı bilmiyorduk, şaşıyorduk!
Diğer bir polis, çocuklara yazık, bilmiyorlar bırak artık!
Deyince, copu elinde bulunan polis, ona küfretti!
Zavallı polis, korktu ki, sadece sessizliği tercih etti!
Ellerimizi açmamızı emretti, bir çırpıda copu silkeledi!
Ağlayan, sızlayan çoğaldı fakat ben, elimi çektim!
Polis daha çok kızmıştı, bak bir daha yaparsan,
Hiç acıman suratına patlatırım, diye tehdit savurdu!
Bir suçumuz yok, niye zulmediyorsun deyince!
Hiç acımadan ve gaddarca suratıma, copu yapıştırdı!
Dengem bozuldu, şuurum kayboldu, polisi ittim!

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:05 AM
Maç ve karakol! 2

Zavallı adam, diye feryat edince, komisermiş geldi!
Bağırmayın çocuklar, ne var bunda dedi!
Yediğiniz iki tokat veya cop diye söylendi!
Duramadım atıldım, bir suçumuz olmadığını,
Neden burada olduğumuzu, bilmediğimizi haykırdım!
Ağlıyordum, haksızlığa tahammülüm, kalmamıştı!
Haydi, yüzlerinizi yıkayın da, gönderelim sizi dendi!
O kadar şaşkındık ki, lavabo yerine, nezarete yönelmişiz!
Nihayet yüzümüzü, sırayla yıkadık, aşağıya inmemiz söylendi!
Merdivenlerden inerken, koca bir âdem, kanlar içinde,
Yerde yatıyordu! Ağzı, burnu kan revan, kaşı, açılmıştı!
O zalim polis, eğilerek yaralıya, bunlar mı yaptı dedi!
Zavallı adam, hayır, bunları hiç tanımıyorum dedi!
Nihayet bizleri salıverdiler, merak ettim polise!
Maçın ortasında, niye almak gereği duydunuz deyince!
Bizim sınıfta okuyan, fakat pek sevilmeyen İsa!
Soruşturma yapan polislere, yardımcı olmak amacıyla,
Babası da bekçilik yaptığından, bu arkadaşlar!
Kimlerin yaptıklarını, görmüş olabilirler demiş!
Beni ve diğer dört arkadaşı, acımadan işaretlemiş!
Hiçbir suçumuz bulunmadığı halde, onca yaşadıklarımız!
Henüz öğrencilik yıllarımızda, iliklerimize nüfus etti!
Bu anlayışta bulunan polisler, şefkatten haberdarlar mı?
Devletim ve ülkem adına, daha o yaşta kaygılanmıştım!

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:05 AM
Mahkûm nefesler!

Sen
Özleyemem
Pek diyordun

Kâbusların
Eşiğinde
Sabahlarken

Her
Halimde
Değişikliği
Yaşarken

Hislerime
Müdahale
Edemiyordun

Bazen
Unuttuğunu
Dahi düşündüm

Martıları
Seyrederken
*******i
Yazarken

Sukutun
Girdabına
Mahkûm
Hayallerim

Gecenin
Karanlık
Göğsünden
Besleniyordu

Dağlara
Yaslanırken
Seyrettiğim
Bulutlar

Seni
Anlatıyordu
Hayalinle
Yaşatıyordu

Hoyrat
Ellerin
Pençesinde
Makûs melalim
Gönül
Mevsimlerim
Senin
Sevdanı
Arıyordu

Kör
Kuyuların da
Kuruyan
Umut
Bekleyişleri

İklimleri
Değiştiren
Hercümerç
Hayallerim

Toprağın
Şefkatini
Ararken
Yağan
Yağmurlar

Senden
Şarkılar
Mırıldanıyordu
Nağmelerinde

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:05 AM
Mahrum bırakan bir sevdayı yaşadım!

Ne olurdu ki bir kez aynı hislerle
Nefes alıyor, seni dalgalar eşliğinde
Şarkıların hazan kokan nağmelerinde
Sirtolarını çalan gemilerin güvertesinde

Emirganın güzelliğindeki çiçeklerde
Şevkle öterek şakıyan kuşların seslerinde
Konan kelebeklerin kanatlarında ki renklerde
Çocukların umut saçarak nazar eden buselerinde

Simitçinin son sattığı simit sevincinde
Kuşların yavrusuna götürdüğü av sevinciyle
Martıların yılmadan arandığı tutkunun şevkiyle
Bestelerin mazi derinliğinde sazendenin nefesinde

Hissetmek istiyorum öyle diliyorum
*******i gün gibi yaşayan hal ehli gibi
Nihayetimin merakında demlenen bir abit gibi
Aşkın yangısında solumaktan yılmayan bir arif gibi

Gittiğimiz ve dilediğimiz yol belli
Kurban olmak için can kimin derdi sanki
Davaların hazzıyla şevk veren aşk ne güzeldi
Yalnızca onun için can verilir vakfedilir candan geçilirdi

Zaten gelemezdi ondan ne isterdim ki
Yalnızca sevdiğini söylemesi tek yeterliydi
Ömrüm boyunca hiçbir zaman görünmeseydi
Yalnızca yazdığı mısralarla meramını beyan etseydi

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:05 AM
Mahrum bıraktın!

Ne olurdu ki
Bir kez de olsa
Aynı hislerle

Nefes alıyor
Seni
Dalgalar eşliğinde

Şarkıların
Hazan kokan
Nağmelerinde

Sirtolarını
Çalan gemilerin
Güvertesinde

Emirganın
Güzelliğindeki
Çiçeklerde

Şevkle
Öterek şakıyan
Kuşların
Seslerinde

Konan
Kelebeklerin
Kanatlarında ki
Renklerde

Çocukların
Umut saçarak
Nazar eden
Buselerinde

Simitçinin
Son sattığı
Simidin
Sevincinde

Kuşların
Yavrusuna
Götürdüğü
Av sevinciyle

Martıların
Yılmadan arandığı
Tutkunun
Şevkiyle
Bestelerin
Mazi derinliğinde
Sazendenin
Nefesinde

Hissetmek
İstiyorum
Öyle diliyorum
*******i
Gün gibi yaşayan
Hal ehli gibi

Nihayetimin
Merakında
Demlenen
Bir abit gibi

Aşkın
Yangısında
Solumaktan
Yılmayan
Bir arif gibi

Gittiğimiz
Ve dilediğimiz
Yol belli
Kurban
Olmak için can
Kimin derdi
Sanki

Davaların
Hazzıyla şevk
Veren aşk
Ne güzeldi

Yalnızca
Onun için
Can verilir
Vakfedilir

Candan geçilirdi

Zaten
Gelemezdi
Ondan
Ne isterdim ki

Yalnızca
Sevdiğini söylemesi
Tek yeterliydi

Ömrüm
Boyunca
Hiçbir zaman
Görünmeseydi

Yalnızca
Yazdığı mısralarla
Meramını
Beyan etseydi

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:07 AM
Mahşeri vicdanın nefesleriyle Gül!

Ey canı canan hak aşkıyla konuşan
Nefsinin terbiyesi için asla yılmayan
Azmi soluyan vakarı kollayan koşan
Akıbetinden habersiz olmayan coşan

Biz ne demiştik neleri beyan etmiştik
Kontrolsüz heyecanı asla öncelemedik
Ya sabır dedik sukut ettik hep şükrettik
Niyaz ile tesiri diledik sevgi dilini seçtik

Ey ismiyle müsemma olan Allahın kulu
Rahmet esintisinden hal ile kokan gülü
Gönüllerin süruru seçmenlerin gururu
Tevazuun koşulu Anadolulunda olgusu

Gönlümüz seninleydi çünkü hak senindi
Nihayet ki hep bilinendi hayretler niceydi
Mahşeri vicdan nefesleriyle hep şenlendi
Demokrasi güllendi, laiklikte güçleniverdi

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:07 AM
Maksada hasıl olmak!

Hayatın,
Canın, kalbiyle barışık yaşayan
İnsanın muhabbet için, dostluğun tesisi için,

Ahde
Vefanın hassasiyeti için,
Müşahhas kimliğin zarureti bilmem ki niçin?

Kalp sahibinin,
Emanetçi nefsinin,
Vehimler iradenin ve idrakin
Vuzuhunda nizam edilince,
Sevgi ve muhabbet çiçekler misali gönüllerde filizlenecektir...

Hareket
Ve kuvvetin yegâne sahibi,
İmtihanın her safhası, vuslat için sabrın,

Gayretin,
Ümmeti muhammedin hicranı
Asırlarca süregelen taassup ve
Zanların icrasıyla ayrışmalar yaşanıyor...

Sizlerle,
Dost ve kardeşçe,
Zafiyetlerden arî kimliğin
Hassasiyetiyle kelam etmek,

Niyaz için
Sebebi öncelemek,
Fani dünyanın letafetlerini
Tefekkür zenginliğinde hülasa etmektir maksadım...

Haddi zatında ne yazarım ve ne de şair...

Ben kendi
Hiçliğinde devranı yaşayan
Ve halini anlatan, Hakın rızasına
Sebep olmak için uğraşan, yarım asrı devirmiş bir insanım...

Hülasa
Edecek olursam,
Ömrümce melalimde demlediğim
Serzenişlerimi, bir âlemin emanetçisi olarak sadede paylaşmaktır...

Bu vesileyle
Günlük kırk beş site
Ve değerli dostlarla hem hal etmek,
Niyazlarında serinlemek ve müşterekliği nefeslenmektir...

Abdi acizim,
Haddimi bilirim, heder
Bir kimliğin serencamında

Sararan
Yaprakların damarlarında
Ben vaktimi beklerim ve size
Duyarlılığınız sebebiyle, sağlık ve afiyetler dilerim,
Hürmet ederim, niyaz eylerim ve huzur ve afiyetle selam eğlerim...

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:07 AM
Mana buharlaştı aşk anlamsızlaştı!

Mana buharlaştı aşk anlamsızlaştı!

“soru sormaya kaldırırım tahtaya,
öyle süzülür ki yürürken erkeklerin
gözü açılır, tüm dikkatleri tahtada,
yunus emre kime aşık derim?
valla bilmiyorum hangi sınıfta acaba” diyorsunuz?


Haklısınız amma velâkin
kimseye anlatamazsınız
anlaşılmaz bir hocasınız
ağdalı edebi soransınız
hocam siz nerde yaşıyorsunuz
nasıl bir hissiyattasınız
aşktan anlar mısınız
manayı arar mısınız
siz sevdalı bir insan mısınız
öğrencileri hiç anlamazsınız
şiire bir heyecan kattınız
siz yine dertleri hatırlattınız
öğrencilerinizle baş başasınız
idareden yanasınız
gençliği hiç anlamazsınız
nedir sizin maksadınız
karınları hep doyruldu
kıyafetlere boğduruldu
şefkatten gözler şaşıdı
manayı kimler aradı
ekranlara sıralandı
eğlence adına ar kalktı
herkes göbek atmaya başladı
köçekçe sidiler yok sattı
babalar yorgunluktan uyukladı
anneler bunu bir marifet sandı
aşk bitpazarında piyasa yaptı
duyanlar aptallaşarak yarıştı
sevgili hocam mana buharlaştı

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:07 AM
Mana muhayyilesiyle yazılanlar!

Ey meçhulümde ki güzel insan;
Sizin için elbette kıymetlidir zaman,
Niteliklerinizde görülüyor bakınca her an,
Mısralarınızda bir başka işleniyor bu zaman,
Sizin serencanımızdaki şekillenen onda yaşanan,
Mananın ahengiyle yaşadığınız size özel her an,
Sizi o kadar cazip kılıyor ki, tefekkürde ki bu an,
Kim bilir ne haldesiniz, nasıl bir tahayyüldesiniz?
Dilerim ki yaratandan, dilekleriniz size nail olur?
Huzur ve itminanlık her daim sizlere yakın bulunur?
Mesruriyet paydanız, melaliniz sürurla payidar olur?
Edebi kimliğiniz, mısralarda ki derinliğiniz bir damla olur?
Okuyucularla en kısa bir zaman da buluşur, bir ibret olur?
Mana muhayyilesiyle yazılan güzel mısralarınız şaheser olur.
İlgi ve teveccühünüz için, size müteşekkirim, selam ederim.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:07 AM
Mazlum için bir karar…

Gökyüzü bulutların hiddetiyle
Güneşi gizliyordu, gri bir tondu
Uzak diyarların gelen sakinleri
Havanın metaneti hissediyordu
Lakin çaresizdi bir kez gelmişti
Satmak için getirdiği her bir şeyi
Asvatasını yapmadan gidemezdi
Karar vermişti her şeyi satacaktı
Hareketli bir köşeye sergi açmıştı
Ne yapsın haklıydı mal görülmeliydi
Derken sakince beklerken su aldı
Kuruyan boğazını acıkan midesini
Islatmalıydı ne yapsın ki zavallıydı
Gelen üç adam yerden malları aldı
Para vereceklerini sandı oyalandı
O üç adam gözden kaybolanlardı
Neden sessiz kalmak zorundaydı
Dalyan gibi adamlardı ne yapardı
Bel kuşaklarında asılı kama vardı
Nihayet dayanamadı aniden bağırdı
Duyanlar şaşkın kaldı etrafa bakındı
Tacir yerlere yatıyor figan ediyordu
Gasp edildim hiç sahip yok diyordu
Feryadı duyanlar bir şey yapmalıydı
Şehrin ulularına haber tez ulaşmıştı
Bir araya gelen şehirde ki ekâbirler
Zavallı tüccarı dinledi karar verdiler
Sakin ol korkma senin olan verilecek
Diyerek zavallı taciri teskin etmişlerdi.
Aynı zaman da yeni bir karara vardılar
Her kim bu şehre ticaret için gelir ise
Onun canı ve malı güvende olacaktır
Her kim karara uymazsa yakalanacak
Halkın önünde alenen teşhir edilecek
Verilen ceza meydanda uygulanacaktır.
Diyerek cahiliye döneminin erdem kokan
Henüz nübüvvet mührü bulunmayan
Ama herkes tarafından eminlikle anılan
Aminenin Abdullah oğlu muhammendin
İçinde bulunduğu şeref kattığı karardı
O tarihi kararın tek adı Hilfulfudul kaldı.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:07 AM
Mecburdum!

Günlerden Perşembe, yıl 1995, yöneticilik yaptığım bölge şefliğine, kümbet bölgesinin şefliğini yapan, Mak. Müh. Yusuf Bey geldi.
Biraz şaşırdım, mesai dâhilinde ve bölgesinden hayli uzak sayılan bir mekâna, zatımı ziyarete gelmişti! Her neyse, hoş, beşten sonra Yusuf beyin sıkıntılı olduğunu gözlemledim.
Hayırdır Yusuf bir durum mu var diyerek kelam ettim. Hemen bekliyormuş gibi ağabey hiç sorma, durum kritik demez mi! Haliyle daha çok şaşırdım!
Nedir mesele diyerek yeniden sordum!
Ağabey Yakup Yamanı, yanıyorsun değil mi dedi.
Elbet te tanıyorum, senin baş şoförün değil mi dedim. Evet, ağabey doğru dedi.
Peki, ne olmuş dedim.
Bu adam servise çıktığında, liseye giden bir kız çocuğunu, müşterilerin indiği bir anda, sıkıştırarak korkutmuş ve cinsel istismara yönelmiş.
Zavallı kız çocuğuna, bir kimseye söylersen seni, rezil ederin diyerekten tehdit etmiş!
Bu kız, korkusundan birkaç kez çıkmak zorunda kalmış ve artık dayanamadığından, ağlayarak bana konuyu anlattı.
Ben gizlice takip ettim, gerçekten tehdit ediyordu.
Çaresiz kaldım ve ne yapacağımı bilemediğimden sana geldim dedi!
Bak Yusuf durum tehlikeli, seni ezer geçer, sen şimdilik sessiz kal, ben mutlaka bir çaresini bulurum, diyerek yolcu ettim.
Yüzüm kızardı!
Hiddetim arttı!
İçim kan ağladı!
Körpe bir kız çocuğuna, bu zulüm, nasıl yapılırdı!
O gece uyuyamadım!
Bir strateji geliştirmeliydim.
Bir gün sonra, icradan sorumlu daire başkanı, teftiş yapmak maksadıyla ziyaretime geldi. Aramız oldukça iyiydi, çalışmalarımı takdir ederdi!
Öğle saatleri olduğundan, yemek ikram ettim, radyo da hüzzam bir eser çalıyordu, biraz sesini açtım, bu durumdan keyif aldı.
İçimde kanayan yarayı, ilmi siyasetin ritmik vurgularıyla, teneffüs etmeye başladım.
İlk olarak, mevzua girmeden, ilgili kızın ismini zikrederek, kanaatini sordum.
Konuya vakıfmış, fakat hiç beklemediğim bir üslupla, …miş ki, sen kendi bölgene bak, başka şeylerle ilgilenmeyi bırak deyince!
Öyle bir afalladım ki, gözlerine hiddetle baktım.
Aniden kalkarak, kapıyı çarparak, mıntıkayı terk etti!
Diğer gün ve sabahleyin saat 8.30 da öyle bir telsiz anonsu geldi ki, hiddet bin parçaydı! Yardımcısı olan zavallı Nurullah beye, Mustafa beyle, derhal kümbet harekete, gelin dedi. Tabii olarak Nurullah beyde şaşırdı!
Daire başkanından çok korkardı!
Bir araca binerek, ilgili mekâna intikal ettik.
Daire başkanı adeta kükrüyordu!
Kümbet bölgesinin eksiklerini, peş peşe sıralıyordu!
Nihayet kümbeti bitirdi ve gelelim besinse bölgesine dedi!
Zavallı Yusuf zaten silkelendiğinden perişanlaşmıştı! Bir kelime dahi söyleyemedi!
Bay başkan, sakın ha, hadsizlik yapma ve beni kimseyle karıştırma, dün belsin bölgesindeydin, neden orada eksiklerimi, benim yüzüme söylemedin.
Ben sana bir zarf attım ve sende bu zarfa düştün, ben ne olduğunu anlatmadan, sen bizzat abesle iştigal ettin.
Bakın sizin asla bir saygınlığınız yok, saygıyı katiyen hak etmiyorsunuz.
Seçilmiş bir insan, sizi bu makama getirdiği için, saymak zorunda kalıyoruz.
Bizzat müdahale etmen gereken, mazlumu koruma gayretini esirgerken, bir de haklıymış gibi edepsizce bağırıyorsun.
Bakın şu anda sizi dövmemek için kendimi zor zapt ediyorum deyince, arkasına dahi bakmadan, kapıyı süratle çarparak ayrıldı gitti.
Beni genel sekreter yardımcısına şikâyet etmiş!
Hayatta, asla bir rızk endişesi duymuyordum. Çalıştıktan sonra, sıra semere gelsin!
İlgili makama vardım ve dinledim.
Genel sekreter yardımcısı, bakın Mustafa bey, daire başkanınız olan Ahmet bey, sizi gıyabınızda oldukça methediyor.
Dürüst, harbi, çalışkan olmasına rağmen, kızınca gözü bir şey görmüyor diyor.
Lütfen biraz daha itidalli olalım, olmaz mı dedi!
Peki, neden kızdığımı, söyledi mi diye sordum, bir şeyler anlattı fakat pek anlayamadım dedi. Duramadım, sizin liseye giden kız çocuğunuza, bizde çalışan bir şoför, sarkıntılık yapsa ne yaparsınız dedim.
Gerçekten böyle mi dedi, bende aynan böyle diyerek karşılık verdim.
Şoför işten atıldı ve ilgili daire başkanı bir müddet sonra görevden alınmıştı.
Oysaki ben, kız çocuğunu dahi hiç görmemiştim!

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:07 AM
Meftunum!

Zarafetine
Gizlediğin nefesine
Nisa kimliğinde ki edebi haline

Sabrın
Dirliğinde ki çilene
Seni sende alan zalimin çarkına

Çıkar
Uğruna solgunluğa
Çaresiz kalışına sessiz soluğuna

Naifsin
Sen payeler şevkisin
Özelsin, hususen yetiştirişmişsin

Annenin
Dilinde özlemsin
Babanın en müstesna varlığısın

Sakinsiz
Hiddet nedir bilmezsin
Hükmün sahibine iltica edensin

Anlamazlar
Senin halinden
Annesi dibindeyken vehimlerden

Doğan
Bebek ikliminden
Edebin derinliğinde ki tefekkürden

Hilkattir
Senin varlığın aşktır
Lafügüzaflar içinde ibretlik sanattır

Ak aktır
Kara beyazın aksıdır
Kebir günah için taliplisini bulacaktır

Maslahat
Kimlerin işidir
Müçtehit nefesleri çok derilerdedir

Fukaha
Şekliyet için midir
Mizan düşünen için hükmü verecektir

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:07 AM
Mekânın sakinleri…

Arzı mekânın sakinleri
Bilinmeyenlerde
Filizlenirken
Tek ihtiyaçları
Rahmetin membaından
Neşet eden şefkatin
Tenimizi sarması
Sinemizi kuşatmasıydı
Bunun adı sevgiydi
Bu güzel hasletin sahipleri
Hep verenlerdir.
Sevenler
Hiçbir karşılık
Beklemeyenlerdir
Sevmeyi bilmek
Hakikate erişmektir
Sevenler inananlardır
Kandıranlar
Sevgiyi yabancı
Konumun dalardır
Sevgiyi tanımayan
Aşkı tatmayandır.
Aşksız bir yaşam
Bilmem ki kimlere aittir

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:07 AM
Melalden serzenişler!

Efkârımın
Derinliğinde
Sendeleyerek
Dalmışken

Parmaklarım
Klavye
Marifetiyle
'…com da
Sayfanızla
Karşılaşmamı sağladı

O
Derinlemesine
Nazar
Eden
Gözleriyle
Karşılaşınca

Hissiyatın
Derinliğinde
Çaresiz
Dalmaya
Koyuldum

Bakarken
Çölün
Bakir iklimini
Yaşıyordum
Sanki

Panik
Ve kaygı
Mıntıkayı
İlgilendirmiyordu

Vuslat
İçin
İçsellikte
Kapıyı
Aralıyordu

Yemen
İkliminde
Filizlenen
Bir kimliğin
İzleri

Mihenk
Oluşturuyordu

Eminlik
Ve öz güven
Yazmadan
Fışkırıyordu

Yalın
Ve yalnızlık
Hüznü
Çağırmıyordu

Masumiyet
Keyfiyetini
Sunmuyordu

Derin
Temaşa etmek
Önemi hatırlatır

Önem,
Hissiyatın
Ahenginde
Kendini bulur

Bulamazsa
Şayet
asliyet sorgulanır

Böyle
Derinlikli bakmak
Kimliğimi
Korkutur

Satırlarınızda
Akseden
Sadelik ve derinlik

Hicranı
Sılayı
Gönlümün
Zatıma mahsus
Hallerini sızlattı

Sizleri
Kutlamak
Haddimize değil

Gıpta
Nazariyle
Teşekkür etmek
İstedim

Huzur
Ve itminanlık
Sizlerle olsun

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:07 AM
Memnuniyetle.

Efendim size
Çok teşekkür ediyorum.
İlgi duymanız,
Yakın görmeniz
ne kadar güzel.
O kadar yazanlar arsında
hususen zaman ayırmanıza
Minnettarım.
Yalnız bilmenizi dilediğim
Bir husus bu can,
Edepten habersiz,
Hayâdan nasipsiz,
Bir hiç olmasına rağmen
Yazmaya cüret eden zavallı
Yarım asırlık bir insan
Olduğumun bilinmesidir.
Talebiniz olan
Katkıyı ifa etmek
En büyük keyfiyettir.
Günümüzde
Mütefekkiri anmak
En büyük haslettir.
Saygıyı hak eden bu insanlar,
Arzı mekânın
Sakinlerinin zihinlerinde
Bir Hak tohumunu
Yeşertmek için
Hayatlarını vakfettiler.
Bu insanları yâd etmek
Bir rahmet vesilesidir.
Hiçliğin müntesibi
Olmam hasebiyle,
Zatım gibi bir naçizin
Dağarcığı ne olabilir ki.
Ancak yinede
İmkânlarım ölçüsünde
Talebinize amadeyim.
Memnuniyetle.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:07 AM
Merak edilen halim!

Mukallit
Bir kimliğin
Müntesibi
Ve müdavimi olarak

Hissiyatımın
Çetrefilliğini
Sizlerle
Paylaşmam

Atmosferde
Soluklanmam
Ve kimliğimi
Kınamamdı

Bu manada
Soruyorsunuz
Peki

Sevgili
Revanım

O
Sadece
Sevdi
Ve
Teslim oldu

Bizzat
Dost gayesiyle
Telakki
Ettiğim

Bu anlamda
Önem verdiğim
Lakin

Yaşamak
Zorunda bırakıldığım
Sukutuhayaller
Beni solladı

Sanki
Dengem
Kayboldu
Kişiliğim buharlaştı
Teneffüs ettiğim
Hava karbon
Monoksitleşti

Emanetlerim
Biçare
Bir ahvalle
Birbirlerine
Masumca bakıştı

Çünkü
Mahzunluk
Onları kuşatmıştı

Yakın
Olduğum
Tedrisat için
Koştuğum
Âdemi beşer

Mukaddesatın
adını kullanan
Molozlarla

Hemhal
Olurken
Şahit olduğum
Pervasızlıkları

Bir dönemler
Nutkumu
Durdurmuştu

Şaşkınlığımdan
Sadece
Bakıyordum

Feragat
Etmiştim
Gruplardan
Cemaatlerden

Tahkiyeciler den
Oldukça
Uzaklaştım
Böyle sandım

Kütüphaneme
Sil baştan
Eserleri yeniden
Okumaya
Koyuldum

Çocuklarımın
Fazla olması
Yıllardır
Yalnız
Kalmamdandır

Birlik
Konusunda
Asla
Bir problem
Bulunmamaktadır

Sadece
Derinliğimdeki
Mevcut
Bana ait
Keşmekeşliğimi

Efradıma
Yansıtmadan
Yaşamak
Sanatını
Okuyorum

Kim
Bu âdem
Ne arzu eder

Buralarda
Ne gezer
Derseniz
Beyanlarımın
Gerçekliğidir

İmtihanım
Bitmedi
Yaşamaktayım

Manevi
Şahsiyetinizi
Sevmem

Saygı
Duymam
Ve özelimi
Paylaşmam

Âlemde
Olan ama
Görünmeyen

Birbirini
Bilmeyen
Hadsizlik
Yapmayan

Edebi
Adabı
Bir zırh gören

Ne zaman
Ne olacağını
Bilmeyen

Atmosferde
Her an
Bağlantı
Garantisi
Bulunmayan

Bir rüya
Veya
Ütopyasını
Yaşayan

Yaşananlara
Şahit
Bulunanlar

Kişilerin
Bilinmeyenleri
Şayet
Önemliyse

Tetikleyici
Görev merak’ındır

Kolaylık
Olması adına
Beyanlarım

Zannı
Yenmek adına
Arzuhallerimdir

Bir
Beklenti ise
Sadece
Cenabı Hakkadır

Paylaşılanlara
Şahitlik
Tarafınızdan
Kabul buyrulursa
Eğer

“Dost bir ağızdan
Neşeli tavsiyeler”

Zatıma
Hasredilmiş
Bir ikramdı

Efendimiz s.a.v.
Hayatınızı,
Rüyalarınızı
Özel dünyanızı
Ziyade eylesin

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:08 AM
Merakın ummanın da kalan umutlar!

Olmasaydı neşeyi muhabbet gülmek mi?
Simanın envayı çeşidine bürünmeyi dilemek mi?
Geçmeyen ne ki, baki kalan şu gök kubbede?
Mazi derinliğinden gelen ayak seslerine inmek mi?

Ne bahtiyarsın ki görebiliyorsun, gizlemiyorsun!
Yegâne bir yol olduğunu içtenlikle itiraf ediyorsun
Duyulmayan çığlıkları dahi bir bir deşifre ediyorsun
Yaşların serinliğine dalarak bir seyri hal ediyorsun

Yalnız beklemek mi şahit arzı cihanın sakinleri nerde?
Sana umut ilga eden yağmurlar, martılar hani nerde?
Eteklerin uçuştuğu karanlık *******in eşsiz sakinliğinde
İçilen meylerin kadeh izlerinde, sinelerin gizemlerinde

Sana bahşedilen her emanetin, senden alınan sürenin
Hiç bilmediğin gizemlerin, senden habersiz gelişmelerin
Merakın ummanın da kalan umutların bıraktığın aşkın
Yaşanamadığıdır dilenen metanetin, kalınan çaresizliğin.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:08 AM
Meramı halim neden anlaşılmaz ki!

Meramı halin serdedilmesi lüzumu haktır
Anlaşılır olması muhakkak ki zorunludur
Bir merakın refakatiyle sayfalar niye açılır
Melaller neden salınır kaygılar niye vardır

Bir lisanı dil ki mazisi edebin ta kendisiydi
Ne cevherler latif olan zenginlikler devretti
Nesil yozlaştı şaşkındı mazi ki anlamsızlaştı
Ebetten nasıl bir esenlik kaldı neler anlaşıldı

Olmaz ise bir hali arzın dilinde merak edilen
Mealler sayfalar acep ki neden şuan gelinen
Bir idraki şevkiyle nefeslenen geçmişi seven
Tefekkürün meşkiyle merak ederek öğrenen

Her safhanın hatta kıtanın mısranın anılanın
Anlam içinde esrarı hakikat sebebi hikmetin
Sinlere nakşeden sanatın kalan bir muradın
Nasip mucibince idrake sirayet eden mananın

Dilerdim ki her kelimeyi sadeleştirip yazayım
Ne büyük bir hazine ki nasılda onsuz kalayım
Ben onunla anlamlıyım baharım aşkı hazanım
Hiç değilse yazmayı bırakayım nefesle anayım

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:08 AM
Meşk ahengi

Sazlardan tambur,
Kıdemli bir sazdır.
Mızrap her dokunuşunda,
Mutlaka bir dinleyici bulur.
Bu sazın ahengine vakıf olanlar,
Dağarcığında yelpazelenen,
Fikri ve keyfi zindeliği,
Özel iklim kuşağında,
Terennüm ederler.
Derinliklerinde!
Silinmezleri bulunan,
Muvazene denkliğine,
Ulaşmış kimi üstatlar,
Meramlarını, nameleri,
Terennüm ederek paylaşırlar.
Nameleri ancak,
Kulak terbiyesini, ikmal etmiş,
Hissiyat sahipleri deşifre ederler.
Üstadın saza, sazın tele,
Telin mızraba,
İhtiyacı her ne kadarsa...
İşte böyle bir meşk ortamını,
Mutlaka aramalıyız.
Cemil Meriç dünya görüşüyle,
Estetik anlayışıyla,
Azimete sarılışıyla,
Tavizsizliğiyle, hissiyat,
Derinliğinde, gezmesiyle,
Bildiğini zannedenleri,
İnkişafa ve idrake çağırmasıyla,
Hürriyeti, zilli yeti, keyfiyeti,
Rikkat ölçeğiyle, ayırmasıyla,
Dününce dünyasına,
Yeni ve farklı yaklaşımlar sunmasıyla,
Küfrün ve karanlığın yeni sürümlerini,
Tarif ederek, münevverleri uyarmasıyla,
Gönüllerde, Nakşeden bir iz olarak,
Kalmayı başarmıştır.
Tarihine, milliyetine ve dinine,
Bu kadar yabancılaşan insanlar,
Ne tamburdan ve nede,
Tamburun nağmelerinden,
Süzülen meramı anlarlar.
Düşüncelerimiz ve fikirlerimiz,
Ne zaman anlam bulur?
Âdem-i hakikat kimliğine haiz olan,
Aklı, iz’ anı ve irfanı fonksiyonel çalışan,
Dinleyiciler bulduğumuz zamandır.
Eğer bunlar, bahsi mevzu değilse,
Ne söylerseniz, atmosferde kaybolacaktır.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:08 AM
Mezarlar içinde açılan sayfalar!

Onca
Yaşadıklarımız, acıyla
Neşesiyle zenginliklerimizdir

Oysaki
Henüz yaşarken farkına
Varamadığımız nakşeden izler oluşmuştu

Efkârın
Bulvarında adımlarken bu izleri
Zaman mefhumu durmuşçasına yeniden yaşarız

Yaşanmışlar, ancak
İbret alınırlarsa anlam bulurlar
İbret alınması için, kayıtlara girmesi aslolandır

Aşkların örüldüğü
Sırların gömüldüğü mezarlarda
******* misali asudeliğiyle haşyeti yaşarlar

Aşkı, sırrı, mezarı
Ve geceyi yaşayanlar olarak
Yazarsak şayet gelecek adına anlaşılır oluruz

Kuş ve ağaç
Gül ve diken, su ve balık dünyada
Gezegenler ise kozmik âlemde yol alıyorlar düşünülürse

İnsan denen
O muhteşem varlık
Her ikisinde de yol alıyor, hükmün sahibi bilinirse

Yaşadığımız yılların
O zaman dilimindeki farkı ne kadar anlaşılırdı
Bunun gerçekliğini, efkârımızın derinliğinde solumak dilenir

Hafızam da
Silinmezler bölümünde bulunan
Çaresiz kaldığımız hıçkırıklarımızla demlenen feryadımızdır

Bir duruşu
Olmayanlara isyanımızdır
Himmeti, hizmeti, nimeti karıştıranlara, reddimizdir

Konuşmak
Koklaşmak, barışmak, yarışmak
Kaygısıyla gafletimizin en bariz yansımalarıdır

Manasını
Kaybetmiş bedenler
Bila istisna mekanikleşmişlerdir, monoton betonlaşmıştır

Mekanikleşen
Bu bedenler, mezarlara da,
Manzara keyfiyetiyle bakmayı asla ihmal etmezler

Oysaki
Mezarlar, zahirin
Bittiği nihayetle anlamlaşan mekânlardır

Ruh kalp için vardır
İnsan onun nizamı için bahtiyardır
Ufki darlık yaşayan can düşünelim kimlere lazımdır

Aşk onunla
Sevda o yolda hali anlatır
Güller koklanır, iklimler böylece çok anlamlaşır

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:08 AM
Mıhlandım…

Duygulandım,
O anda…
Seni andım…
Uzaktan gelen,
Hüzzam
Bir şarkı,
Beni
Anlatıyordu…
Diyor ki sanatçı,
Ömrüm,
Seni sevmekle,
Nihayet bulacaktır…
Yalnız,
Senin,
Aşkın ile
Ruhum,
Solacaktır…
Dayanamadım,
Orada
Mıhlandım…
Kalakaldım…
Kalbim titredi,
Hislerim,
Kenetlendi…
Seni,
Sensizlikte,
Bir anıt misali,
Meydanlarda,
Yeniden yaşadım…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:08 AM
Mısralar halinde şekillenip güfteleşen şiirler!

Bir tanem hiç bilir miydim aman veririr miydim?
Senin sessizlik içinde fark ettirmeden üzülmene
Sen görünmezlerde seyir halinde sanki sezendin
Nerden bilirdim, hiç hissettirir miydim, bilseydim

Ancak bilmelisin ki hasretti sineden dile gelenler
Mısralar halinde şekillenip güfteleşen tüm şiirler
Gönül titremeden, dil kitlenmeden her süzülenler
Efkârın harmanıydı sensizlikte çekilen tüm çileler

Benden soğumana sebep olacak tüm şiirler yırtılır
Hatta silinip atılır, bilmelisin ki mutlaka unutulur
Meğer nasıl şiirlermiş ki sende tesirini sürekli artırır
Seni benden uzaklaştırır, hüznü yaşatır, hep ağlatır

Ha dilim dursaydı, sinem kurusaydı yazar mıydım?
Bir daha şiir yazmayı bırakırdım, daha yazmazdım
Sensiz hiç olamazdım, melaline hasret kalamazdım
Seni hiç görmesem de üzülmene sebep olamazdım

Oysaki senin için yazdım, hasretineydi tüm kahrım
Sen beni hiç anlamadın kayıplarda garip yaşayandın
Çaresizdim, ne yapmalıydım, şiirlere ancak dayandım
Ama bilmeden seni uzaklaştırdım, bir selamınla anladım

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:08 AM
Mısralar yazılırken!

İnsanız
Neyi ve nasıl
Anladıklarımızla bizler farklıyız

Şiiriler yazılır
O an hislerin dirliğinde
Neler saklıdır asla bilinmez

Her
Yazılan bir şiir
Nihayetinde kısa bir hikâyedir

Kim
Bu mısralardan etkilenir
Kim silinmezlerinde derlenir yazan için bilinmez

Eren olmak
Ruhi iklimde
Ahengi bulmakla ilintilidir

Veren olmak
Bahşedenin dirliğinde
Nefes almayı becermektir

Abit olmak,
Köleliğe kulluk
Ekseninde ram olmaktır

Zakir olmak
Uzvu azanın haşyete
Soyunarak uykuyu unutmasıdır

Ben
Kimliğimde derbeder olan
Hederlikte bir bent oluşturan

Abdi aciz olarak
Çalışmalarımı gönül dostlarına
Paylaşım olarak beyan ediyorum

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:08 AM
Mısralarda gizlenen güzel bir güldün…

Sen benliğimde yeşeren bir filizken
Kuraklığı yaşayan bu sinem hederdi
Gülü bilmeyen, şefkatten habersizdi
Seninle bereketlendi, bu bir hakikatti

Nasıl söylesem ki, sevda haznesinden
Aşkın çekim kuvvetinden habersizdim
Yaşadığını zanneden, ne garip sefildim
Mana ahenginden yoksun derbederdim

Sen birden dikkatimi çektin, cezbedendin
Mısraların da gizlenen ne güzel bir güldün
Erdemli olmayı seçendin süzülen kelebektin
Rengârenk bir neşeydin, sevinci yeşertendin

İşte ben ancak o zaman estetikle tanıştım
Nezaketi anladım, naifliği kokladım yaşadım
Hakikate seninle yaklaştım, irfanla tanıştım
Kimliğimden utandım, şimdi faniliği anladım

Oysa herkes gibi nihayet bende bir candım
Aşkı evlilik sanırdım, sevdalananlara acırdım
Ağlayanı kınardım, nağmeden hiç anlamazdım
Sanki şehrin kirlerinden beslenen bir kuraktım

Sen beni yeniledin, hazzın demine kandırdın
Ahengi keşfettim, meşke meylettim, sezdim
Seninleyken kendinden geçen bir fakir haldim
Senin tahayyülün karşısında eriyen bir candım

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:08 AM
Mızrabın dilinden olunca!

Mızrap
Öyle vuruyor ki,
Ta derinlerdekini uyandırıyor,

Kabuk
Tutan yarayı ayırıyor,
Her dokunuşunda hali kanatıyor…

Telden
Perdelerden vurdukça,
Halde biriken efkârı harmanlıyor

Meramı
Dalgalarıyla anlatıyor
Seven kalplerde vuzuhu aralıyor

Yüreğim
Bir mayın patlayacak,
Ancak melodiler onunla kalacak

Umut
Kalmadı gideni arayacak,
Hiç olmazsa nağmelerde haz yaşasak…

Elden
Gelmeyeni serzenişi
Sinemde demlediğim hislerimi vuruyor

Hissiyat
Ürperti içinde ağlıyor
Mecal kalmıyor, hasret çekip anılıyor

Ne diyelim
Kime ne söyleyelim
Hikmetin neticesini biz nerden bilelim

Sabredelim
Sabırla kahvemizi içelim
Nağmeler eşliğinde sevdayı yâd delim…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:08 AM
Mızrap sızlatıyor…

Mızrap öyle vuruyor ki,
Ta derinleri uyandırıyor,
Kabuk tutan yarayı arıyor,
Her dokunuşunda kanatıyor…

Mızrap bu tele vurdukça,
Telde biriken gamı, hicranı,
Ses dalgalarıyla eko yapacak,
Seven kalplerde vuzuh bulacak…

Yüreğim bir mayın patlayacak,
Ancak melodiler onu bulacak,
Umut kalmadı gideni arayacak,
Hiç olmazsa nağmelerde yaşasak…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:08 AM
Mihengim...

Sahilin sessizliğinde,
Mehtabı yaşarken;
İçtenliğin ve zarafetin,
Dalgaları kuşatmış görüyorum.
Öyle bir duruşun var ki,
Cazibeler yumağı olmuşun,
Aldığım nefeste kokluyor,
Verdiğim solukta sana konuyorum.
Gördüğüm her yerde,
Seni görüyor ve öylece yudumluyorum.
Uyanık iken rüyaya,
Aç iken suya kanıyorum.
Issızlığın serinliğinde,
Seni terennümle anıyorum.
Benliğimi bitap ettin,
Sineme gülleler attın,
Takatsiz bırakıp, hicrana kattın.
Duygularımın zirvesinde,
Anılarımın gölgesinde,
Öyle mesrur haz, yaşıyorum ki,
Sana, Müteşekkir kalıyorum.
Dalgalar yüzeyde kasvetli,
Derinler sakin sinemdeki,
Hislerim seninle kaim,
Görünüşüm aldatmasın sakın.
Kışın güneşi arar yazın,
Serinliğine dalarcasına,
Seni hissetmezsem,
Hayıflanıyor kalıyorum.
Ritmin vurguladığı,
Meşkin sorgulandığı,
Ahenk derinliğinde,
Sinemdeki bakire,
Mertliğimde ellerimi,
Sana açıyorum.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:08 AM
Milli milliyetçilik!

Vuslat yolunun yolcularından bir olan.
Yaşantısında azimeti esas alan,
Fedakârlığı, haslet sayan,
Çalışmayla asla yorulmayan,
Asrın üstadından feyz alan,
Keyfiyeti noktalayan,
Metaneti vurgulayan,
Kuvvet dengesini şart koşan, bir âdemoğlu olarak;
Askerlik günlerinde, rahat bir görevde bulunurken,
İçtima, eğitim ve tatbikatlara katılamaz,
Gereği gibi askerlik yapmadığına inandığından,
Vakit namazlarını ihtimam gösterip kılarken,
Askeri elbiseyi, hak etmedim kanaatiyle çıkarır,
Sivil bir kıyafetle eda etmek durumunda kalırmış...
-----------Yine kamu görevini ifa ederken;
İşlerinde oldukça başarılı bulunur.
Kanaat önderlerinden ahvali sorulur.
Hakikatlerle sürekli yoğrulur.
Efkârı ümumiyesini, izaha koyulur.
Üzerine yazmak için bir yaprak kâğıt,
Tedarik ederken, kalem olduğu halde,
Asla kullanamaz, çünkü nevi şahsına ait değil!
Devleti deniz, insanlarıda... riz yerine asla koyamaz.
Böyle idrak sahiplerinin, sinesini pas tutmaz.
Zafer İslam’ın diyerek nara atanlar,
Hırslarını alamayıp etrafa saldıranlar,
İslam’ın zafere ihtiyacı olduğuna kananlar,
İslam zaten muzafferdir…
Müslüman olduklarına inananlar,
Zatı muhteremin milliyetçiliğini biraz etüt etseler.

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:08 AM
Münacat!

*******in mağrur sessizliğinde,
İleri geri gezerken,
Kasvetin sardığı benliğimde,
Bir ah çeker dalar giderim…
İrkilirim! Yalnızlığımın…
Sis çeperlerinde… Dayanamam…
Üflerim neyi, naz ile…
Kendimi, nağmelerde ararım.
Ahengin meşkine, gark olurum.
Deva ararım.
Yâri sevmenin, gönül vermenin,
Şerde direnmenin ve yalnızca
Ona yalvarmanın, gururu bulunmaz…
O hacet kapısıdır…
Seni dinlemekten, kat’a yorulmaz…
Ne yaptığını, neden yaptığını,
Zorunda kaldığını, pişman olduğunu,
Gönül sesinden, hiç üşenmeden,
Acaba demeden, ona anlatmalısın…
Öyle bir kapı ki seni,
Senden daha iyi bilen.
Sana hayat veren.
Yakin olan, takip eden
Ve bir mühlet veren,
O zamana kadar, rızkı eksilmeyen,
İradene yönelten, yalnız bırakan,
Tercih veren, cezayı erteleyen,
Hatanı gizleyen, teklifsiz veren,
Bire on teklif eden, mesaj gönderen,
Zulümden kurtaran ve imkân veren,
Böyle müthiş bir kapı…
Dünyada yaşamak,
Elbet yetmez, çünkü ahiri var,
Ahirden bihaber olmak,
Bizatihi zahirleşmektir…
Hayatı anlamlı kılan,
Bir dünyayı tanımamak!
Mekanikleşmektir…
Manaya bigane kalanlar,
Maddede buharlaşan,
Beşeri Biçarelerdir…
Biliyoruz ki nimetin,
Kahrını külfet çeker…
Kişi ektiğini biçer,
Hak ne vakit tecelli,
Eder elbet bekleyeceğiz…
Gecenin sessizliğinde,
Kozmik bir âlemde,
Gezegenler süzülürken
Ve herkes uyurken,
Sen secdeye kapanan,
Seccadesi ıslanan ol,
Sabret, hamdet…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:09 AM
Müşahhas bir ölçü!

Çok söylemişlerdi
Fedakârca dil dökmüşlerdi
Sakın ha uzak dur o kızdan diye

Lakin ne hikmetse
Hiç aranmayan bir kişiliğimle
Nasibin olacak hükmü muvacehesince

Sabrın dirliğinde
Varlığımın nedeni idrakince
Bir tevekkülün verdiği teslimiyetle

Birçok imkânın
Melalime sağladığı kederle
Hissiyatın ne kadar feryat etse de

Bir çare yoktu
Sinemle hemhal olacağım
Bu manada vaat edilen felaha kavuşacağım

Sırf bu sebeple
Niyetime aldığım bir değerle
Meşveret ederek nihayete erecektim

Kalbimin sahibi
Sinemde gizlediğim niyetimi
En müşahhas bir şekilde tek bilendi

Niyetim ona
Kalbimin sahibi Allaha
Rahmeti sebebiyle hududu ihlal edemezdim

Ruhsat ve azimet
Fevkalade aşikâr olarak
Hukukun bilinmesi adına akaidin netliği vardı

Nasıl olsa affeder
Diyebilen yüreklerde sevgiler
Kim bilir ki bu kanaatlerinde ne kadar samimiler

Aklı, kalbi veren
En yüce sevgili olması gerekirken
Ruhi iklimimizde verdiğimiz sözün kadrince
Nefesim müddetince
Mazim ve ahirimin ahengiyle
Ürperdiğim sevgiliden uzak kalmak halinde

Sevginin ve aşkın
Ruhun hengâmesinde ki hazzın
Mükellef olduğumuz mücerret bir aklın

İmanı hakikatin
Tola re edilen maslahatların
Vicdani netliğinde var olan itminanlığın

Güzelliği içinde
Nefeslerin birleştiği değerde
Gerçekleştirilen bir öğüdün hükmünce

Hayatın seyrinde
Ahirini bağlıyacak olan hakikatçe
Dile dile bildiğin müddetin nasibi hak edince

İnsan adamdır
Darmadağın olmayan varlıktır
Nerden geldiğini ve nereye gideceğini bilendir

Hükmün sahibi Allah tır
O yegâne olan tüm varlığın tek sahibidir
Ondan gelindi ve yine muhakkak ona dönülecektir

Bir insanı aldatan
Sadece kendini avutan ahmaktır
Sevgiler buna göre vakfedilerek verilmelidir

Her insan beşer olarak
Dünyaya gelir lakin her beşer insan değildir
İnsan olmak için kalbin sahibine teslimiyet gereklidir

Gülü sevmek için
Cihanın efendisinin öğretilerini
Evrensellik ve sosyal anlamda idraki gereklidir

Kızı, nazı, hazzı
Bahşeden yüce mübelliğin
Emir ve öğütleri ölçüsünde değerini bilmelidir
Arzı cihanda iyiliği tavsiye ederek, kötülüklerin men edilmesi gereklidir

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:09 AM
Nağmelerin dilinde, sazların telindesin.

Sensizliğin her katresinde ki derinlikte
Hazzın kıraçlığında, hasretin esaretinde
Nağmelerin dilinde, sazların her telinde
Güftelerin gizeminde her zaman varsın

Sen benim ilk yaşadığım aşk olacaksın
Biliyorum saklanırsın, anlamsız bulursun
Ne yapacağını şaşırır bakınarak durursun
Soğumak için çırpınır, esrarın ressamısın

Parmakların perdelere basarken aranırsın
Sen anlamlı olmak adına yarışan nefessin
Sen ne güzel bilmecesin, hep sabredensin
Sevmeden sevilebilen en güzel bir esintisin

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:09 AM
Nağmenin güzelliğinde sessizce!

Yoksun
Ne yapsam ne yazsam
Mısraların diliyle anlatsam da yoksun

Haşyetin
Ürpertisiyle güne başlarken
Sen yine yoksun, güneş nazar etse de

Güller
Tebessümle gözümü öpseler de
Bülbül şakıyarak beni davet etseler de

Sensizliğin
Her katresinde ki derinlikte
Hazzın kıraçlığında, hasretin esaretinde

Nağmelerin
Dilinde, sazların her telinde
Güftelerin gizeminde her zaman varsın

Sen
Benim ilk yaşadığım aşk olacaksın
Biliyorum saklanırsın, anlamsız bulursun

Ne
Yapacağını şaşırır bakınarak durursun
Soğumak için çırpınır, esrarın ressamısın

Parmakların
Perdelere basarken aranırsın
Sen anlamlı olmak adına yarışan nefessin

Sen
Ne güzel bilmecesin, hep sabredensin
Sevmeden sevilebilen en güzel bir esintisin

Derinliğime
Hazzı salan şahesersin
Sevda adına hale bahtiyarlık sunan nazsın

Aşkın
Muhabbet ikliminde ki tadısın
Nazarınla edebin güzelliğinde çok manidarsın

Sabırla
Yol alan, kanaati bilen yârsin
Sen gönlü mesruriyete gark eden bir cansın

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:09 AM
Naif varlığımız çocuklarımız!

Ah o çocuklar
Gönül imbiklerimiz…
Medarı iftiharımız, sevgi yumağımız…

Neşe kaynağımız,
Sürekli teselli sığınağımız…
Şefkat pınarımız, oyun arkadaşımız…

Yalnızlık
Dostumuz, sır perdemiz,
Canımız, ciğerimiz, beden parçamız,

İlk öğrencimiz,
Aynı zamanda veli nimetimiz,
Bereket kapımız, sabır taşımız,

Nesep banimiz,
Atiye suhuletle yatırımımız,
Gönüllü hizmetçileriz, bizim deriz,

Onlara
Asla kıyamayız, nazını çekeriz,
Bigane kaldıklarımızı, yaşasın isteriz.

Her an
Seferber oluruz, yorulmayız,
Canı dahi, onlar için seferber ederiz.

Bizim gülden
Emanetlerimiz, hayat güvencemiz,
Yaşam sevincimiz, bazen de kederimiz,

Gözlerinden
Damlayan bir yaşla hüzünleniriz
Yüreğimizi delen hicran mızrabıdır.

Filhakika,
Canımızdan ziyade severiz,
Efendimizi biliriz, onu örnek alırız.

Rahmet
Tecellimiz deriz, öyle inanırız.
Şefaatine nail olmak için sabrederiz,

Çocuk
Sevgisini onunla bir yaşarız,
Çocuklar ve peygamber efendimiz,
Ancak onu anlamakla ahenkleşerek muhkemleşiriz…

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:09 AM
Nakşeden İzler (Anı roman 1)

Oldukça sıkıntılıydım! Hüznümden adeta solduğum bir sonbahar mevsimiydi.
Canlılığın muştusu olarak bilinen yeşil çimenler soluyor, ağaçlar,yapraklarını makus talihine boyun eğmiş bir eda ile, sarartıyor ve dalından bırakıyordu.
Patikalara dökülen ve serpilen yapraklar, damarlarımda dolaşan kanın ve soluduğum oksijenin, bir gün yetersiz olabileceğini anlatıyordu.
Yokluk sıkıntısını aşmak niyetiyle savaş verdiğim günlerdi! Böyle bunaltıcı zamanlarda ufkumun karardığını hissettiğim çok olmuştur.
Hayatı manalı yaşamak gayesiyle durmadan koştuğum ve bilinmeyenleri aşmak adına çırpındığım yorucu ve çileli yıllarımdı!
Çözüm bulmakta zorlandığım düşüncelerin, içimi kararttığı vakitlerde, ruhumu rahatlatacak şartları arardım.
Bulunduğum mekandan, uzaklaşmak istediğim zamanlar, gönlüm dost arar, meşk etmek arzulardı.
Yine efkarımın acımasızca, benliğimi kuşattığı bir gündeydim.
Üç ev ilerimizde kiracı olarak oturan ve inşaat işlerinde çalışan duvarcı ustası İbrahim vardı.
Ara sıra onu arardım, evinde ise ziyaretine giderek muhabbet ederdim.
Ustanın öyle bir çehresi vardı ki!
Yaşadığı yılların yorgunluğunu bakışlarından, tecrübesini tespitlerinden, gönül sıcaklığını, samimiyetinden anlıyordum.
Yüzünden hiç eksik etmediği tebessümü,beni her zaman rahatlatıyordu. Can dostum olmuştu,artık arkadaşımdı.
Yine böyle bir akşamda ziyaretine gittim. Kapıyı açtı,beni karşısında görünce sevindiğini fark ettim.
Geleceğimi tahmin ettiğini, çayı dahi demlediğini söyleyince, gözlerine hayretle baktım. İçimi okumuşçasına, gönlümün dost aradığını anlamışçasına, beni ziyadesiyle memnun ettiğini, içimde gizledim söylemedim.
Sohbet koyulaşıyor,sardıkça sarıyordu, şahsımda gördüğü hususiyetleri sıralıyor, övünçle bahsediyor beni utandırıyordu.
Birden yeni mahalle meydan camisinin hocasını, tanıyıp,tanımadığımı sordu ve peşinden ekledi.
Çok muhterem ve muttaki bir insan,özellikle tanımanı isterdim dedi.
Hayır tanımıyorum, hocalarla,camilerle yakınlığım pek yok, yıllardır istemeden soğudum. Yine sen anlat dinlerim hususiyetlerini dedim.
Neden camilere,hocalara uzaksın,diye aniden sorunca!
Biraz şaşırdım ve yutkundum.
Birden çocukluğumda aynı camide yaşamış olduğum ve yıllarca etkisinden kurtulamadığım, hicran dolu sırlarımı, içimden sökülerek alınan camii sevgisini, hüzünlenerek tekrar yaşamaya ve anlatmaya başladım.
Beş,altı yaşlarındaydım.
Annemden defalarca dinlediğim, fakat ne olduğunu bilmediğim, ama her zaman merak ettiğim;
Oğlum; senin göbeğini, meydan camisinin bahçesine gömdük.
Onun için sen ibadetlere ve mabetlere çok düşkünsün, bu yaşta ve gecenin zifiri karanlığında, sabah namazına camiye, gidiyorsun, aferin diyerek öper ve uğurlardı.
İşte içimde camiye karşı böyle ilgi ve sevgi varken, mahallemizde ki çocuklardan, bir grup olarak,beş,altı kişi, öğle namazına yakın bir zamanda, sure ve dua öğrenmeye gidiyorduk.
Suphaneke den başladık.
Fakat ezberlediğim halde (S) harfini, bir türlü hocanın istediği gibi çıkartamıyor,ezilip,büzülüyordum.
Diğer çocuklar (S) harfini, rahat bir şekilde çıkartıyorlardı.
Belki de onun için, hoca onlarla daha fazla ilgileniyor ve fark edilir derecede, şefkatli davranıyordu.
Arkadaşlar Hocam;
Mustafa duayı çok iyi biliyor, fakat dili peltek! olduğu için sizin istediğiniz gibi, söyleyemiyor dediler, ama nafile.
Hoca dilini düzeltene kadar git, düzeltince gel, o zaman okursun dedi ve camiyi terk etmemi söyledi. Öyle şaşırdım ki, bir şey söyleyemeden camiden çıktım ve ağlayarak,soluk soluğa eve geldim.
Kaskatı kesilmiştim.
İçimde fışkıran cami sevgisi, bir anda ve hiç istemediğim halde, yüreğimden sökülerek, haksız bir şekilde alındığından donup kaldım.
Yıllarca camilere olan ilgimi, sevgimi sakladım, bir sır olarak içime attım.
Müezzinin okuduğu ezan sesleri, kulağıma gelince, içim yanarak sırrımı hatırlar, acıyla terennüm eder, ezanı tekrarlar dururdum.
İşte bu nedenle, camilerle,hocalarla samimiyeti, yıllar önce kaybettim ve bir daha da kuramadım.
Ayaza,fırtınaya,doluya bakarak hislerimi sorguladım,göz yaşlarımı yıllarca hüzün içinde yudumladım.
İbrahim usta, can kulağı ile dinliyordu ve birden haykırdı; Allah kahretsin böyle insanları, nasıl hoca yaparlar böyle basiretsizleri dedi ve ekledi.
Yaşıyor mu o hoca diye, birden hışımla sordu? Hocanın ne durumda olduğunu, bilemiyorum, fakat oğlunun düğünlerde rakı içerek, şarkı söylediğini biliyorum dedim.
Peki usta neden sordun, meydan Camisinin hocasını tanıyıp tanımadığım merak ettim, anlat ta dinleyelim dedim.
İbrahim usta, inan bak samimi söylüyorum, seveceğin, saygı duyacağın ve çok hocadan,farklı yönü bulunan bir insan diyerek sözlerine başladı.
Ben hafızam da nakşetmiş bulunan hoca portresinden, farklı bir hoca profili duyunca, tabii olarak meraklanmıştım.
Duramadım, ustaya sordum; peki ne zaman tanıştın böyle bir insanla ve nasıl müspet kanaate vardın diye, hemen sordum.
İbrahim usta, anlatmaya başladı.
Bir cuma namazı için meydan camisine gitmiştim, tanıdıklarım hoca duvar ustası arıyordu, bizde senin ismini vermiştik, görüştünüz mü dediler.
Bende hayır henüz görüşmedik, fakat namazdan sonra konuşabiliriz dedim.
Cuma namazını kıldık, camiden çıkarken hoca, usta, müsaitsen tanışıp konuşalım diyerek koluma girdi ve söze başladı:
Evinin bahçe duvarının yapılacağını ve bir haftadır beni bulmaya çalıştığını, emeğimin hakkını fazlasıyla vereceğini ifade ederek, işi almamı ve hiç vakit kaybetmeden başlamamı söyledi.
Hocayı dinlerken süzüyordum, gönülden konuşuyor ve net ifadeler kullanıyordu, samimiyetten gelen sıcaklığı da etrafımı sarıyor, gönlümü ikna ediyordu.
Hoca o anda adeta içimi fethetti.
Etkilendim ve hiç tereddüt etmeden kabul ettim, hocam sen hiç merak etme hallederiz inşallah dedim.
Ertesi gün hoca efendi ile camide buluşarak evine gittik.
Kapının önünde taş yığınını, kumu, çimento paketlerini görünce,vakit geçirmeden ve yardımlaşarak hemen harcı kardık, bismillah diyerek duvar örme işene başladık, evellallah üç gün içinde duvarı ördük bitirdik.
Fakat bu üç gün içinde, o kadar sıcak ilgi ve samimiyet gördüm ki, şu zamana kadar hiçbir yerde görmediğim kadar!
Kendimi onlardan biri zannettim, üç,dört tane kızı,iki tanede oğlu vardı,hepside birbirinden edepli ve hizmetkardı. Kızları dışarıda bahçe kenarında, erken saatlerde halıya oturuyorlar,son derece hızlı ve istekli dokuyorlardı.
Her zaman önlerine bakıyor ve bana bir şey ikram ederlerken yüzleri kızarıyordu. Kendi aralarında konuşurlarken, seslerini hiç duyurmuyorlardı.
Düşündüm, benim kız kardeşlerim köyde yaşıyorlar, babam son derece sinirli,abilerimde ondan farksız, annemin ağzında dili yok,oldukça rahatlar.
Üstelik halıda dokumuyorlar, böyle olmasına rağmen; bacılarımın çemkiren, ukalâ, buyruk tutmaz ve şımarık birer huysuz kız, olmalarını anlaya bilmiş değilim diyerek, İbrahim usta biraz soluklandı ve sonra yine devam etti.
Bizim aile sevgiden, şefkatten,muhabbetten sanki bihaber, ahenksizlik hat safhada, asabiyet, adavet istemediğin kadar bol.
Fakat hoca efendinin ailesinde ve her nedense haddinden fazla huzur ve güven bulunuyor, bunun sebebi, hikmeti ne olabilir diye çok merak ederek düşündüm.
Sanki mutlak talimat verilmiş gibi, hiç aksatmadan sabah kahvaltısı, öğle yemeği, hemen arkasından çay ve meyveler.
Bu mükemmel düzen, ahenk ve eksilmeyen bereket, o kadar dikkatimi çekti ki; ey Allah’ım, sonsuz şükürler olsun diye hamd ettim.
Hoca efendi emeğimin karşılığını hiç ihmal etmedi, beklemediğim miktarda beni memnun etti.
Çalıştığım günlerde bana eşlik ederek, gönlümü sohbetleriyle zenginleştirdi.
İşte onun için; Allah bilir ki, seni sever ve sayarım, bulunmadığın ortamlarda her zaman seni örnek gösterir ve gıyabında muhabbetle yad eder, anarım.
İşte hocanın evinin duvarını örerken, hemen aklıma sen geldin ve keşke hocanın kızlarından birine talip olsa da, mutlu bir yuva kurmak nasip olsa, diyerek içimden geçirdim.
İşte onun için sordum sana; ne dersin,düşünmez misin böylesi şahit olduğum güzelliği, paylaşmak istemez misin diyerek yine bana sordu.
Sen daha layıksın böyle güzelliğe tek başına kalıyorsun, kendin için neden düşünmüyorsun, diyerek karşılık verdim.
Nerde bizde o şans, tek başıma karar vermem mümkün değil, çünkü bizim köy adetlerinde sıralama vardır.
Beklemek zorundasın,aksi davranış töreye karşı gelmek olarak anlaşılır, bunun bedelini ödemek, çok ağırdır düşünemezsin bile.
Sen kişilik ve karakter bakımından sevdiğim, muhabbet beslediğim bir kişi olarak, evinizin de tek oğlu bulunduğun için, senin ihya olmanı istedim dedi.
Böyle samimi bir itiraf karşısında ne diyeceğimi bir an bilemedim, hem sevindim, hem de şaşırdım, ne söyleyeceğimi düşünürken, açziyeti yaşadım.
Hemen toparlanıp bu sevgiye layık olmaya çalışacağım, teşekkür ederim, bahsettiğin aile hakikaten çok ilginç ve farklı bir yapıda hoş insanlarmış.
Allah hanelerinin bereketini ve kısmetlerini açık etsin, yaşantı bakımından maneviyat yönümü oldukça zayıf olarak görüyorum,o bakımdan kendimi bu aileye uygun görmüyorum.
Çünkü; aramızda yaşantı ve anlayış farkı oldukça fazla, ayrı dünyalarda yaşıyoruz diyebilirim.
Ayrıca içimde bulunan manevi boşluk hat safhada, bizlere zor kısmet olur, böylesi güzellikler, hayırlısı olsun diyerek mevzuu kapattım.
O akşam; enteresandır ama rahatlamış bir keyifle ve dalaştım, efkarımı dağıtmış ve mutlu olarak İbrahim’e teşekkür ederek ayrıldım.
Doğruca hızlı adımlarla evimize geldim.
Gönlümün sevincini, paylaşmak istiyordum,ama kiminle!
Ne yazık ki; yine sinemin derinliğine serpiştirdim.
O yıllara kadar, nasıl çalışarak okudum ise,yine çalışıyor ve okuyordum,sanat okulunun metal işleri bölümünde ikinci sınıfına devam ediyordum.
Ne hikmetse annem, sürekli evlenmemi isteyerek,oğlum ölmeden önce mürüvvetini göreyim diyerek beni her zaman sıkıştırıyordu.
Kendi ölçeğine göre,kızlara bakıyor,gözüne kestirdiği bir kızı görünce,bana dahi sormadan, kendi kendine karar veriyor ve gereğini yapmaya çalışıyordu.
Eve geldiğim her fırsatta,akrabalarımızla,mahalle komşularımızla, ne zaman bir araya gelsek bu mevzuyu açıyor ve kendine mutlaka bir destek arıyordu.
Önceleri utanıyordum, zamanla sıkıldım, bıktım, ve annemi kırmadan izah etmeye çalışıyordum, fakat nafile çünkü annem biran önce netice almak istiyordu.
Usul hatasında bulunuyor ve farkında olmadan beni üzüyordu.
Anne şu anda evlenmeyi düşünmüyorum,düşündüğüm şartların oluşması lazım;
ısrarcı olmayın,diyerek, gönlünü almaya çalışıyordum.
Ama gayretlerim maalesef nafileydi, annem bildiğini okumaya devam ediyor, yılmıyor ve yorulma bilmiyordu.
Güneş ile Kar’ın uyuşmazlığı her ne ise, bende annemle o kadar farklı yapılarda insanlardık,bunu ben biliyordum fakat,annem anlayamıyor,veya anlamak istemiyordu.
Ama annem yılmıyordu kafaya koymuştu bir kez, mahallemizden, akrabalarımızdan, tespit ettiği kızların özelliklerini,güzelliklerini bana anlatıyordu.
Her birini de çok methediyordu,bununla da yetinmiyor,ayrıca gönlümü ikna etmeye çalışıyordu,bir anne olarak belki de haklıydı.
Her nasılsa kızları bir şekilde tespit ederek, annesi ile birlikte evimize davet ediyor ve gelmelerini sağlıyordu,bu manada benimde yakından ilgilenmemi ve daha duyarlı olmamı istiyordu.
Tabi olarak içimden gelmiyordu,onun için daha çok canım sıkılıyor ve kaçacak bir yer arıyordum,yeni konuklar gelmişler ise,hoş geldiniz diyerek hemen,diğer odaya geçiyordum.
Artık evimiz benim için, sıkıcı gelmeye başlamıştı,ben neler düşünüyordum, fakat zavallı annem dağarcığındaki hayaliyle karar veriyor yaşıyor ve kendini avutmaya devam ediyordu.
Yine benzer günlerin birinde,misafirler gelmişler,hoş geldiniz,dilerim iyisinizdir diyerek,müsaade isteyip hemen odama geçtim.
Bir müddet sonra odamın kapısı vuruldu,yine annem zannederek, anne müsait değilim, çalışıyorum dedim.
Fakat kapı açıldı, baktım ki gelen misafirlerin kızı,çok doğal bir tavırla bulunduğum odaya girdi.
Annesi olduğu halde,hiç çekinmeden ben senin için gelmiştim,birlikte oturalım mı şayet sakıncası yoksa,konuşur sohbet ederiz ne dersin demesin mi!
O kadar çok şaşırmıştım ki,fakat belli etmem uygun olmazdı, oturun siz bilirsiniz, fakat derslerim çok fazla sizinle hiç ilgilenemem gücenmez sıkılmaz iseniz buyurun oturun, nasıl olsa oda müsait,oturacak yerde var, diyebildim.
Senin yanında olmam, benim için yeterli bir sebep,kesinlikle sıkılmam demez mi! hoppala diyerek hayıflandım tabi birazda üzüldüm. Zira bu kadar samimiyetin, gerekçesi ne olabilirdi,niçin gerekliydi demek zorunda kaldım,fakat belli etmemeye çalıştım.
Aman Allah’ım bu nasıl iş,aman Mustafa durum kritik,bir bahane bul hemen sıvış,haydi hiç durma topluma karış diye, içimden geçirdim, saatime birkaç kez baktım,hemen hatırladım ki,kara Mehmet’le buluşup dolaşacaktık.
Hayırdır niçin saatine çok bakıyorsun,benden kaçmak için, bahanemi arıyorsun demez mi, kızcağız!
Kusura kalmayın,anlayışlı olduğunuz belli oluyor,sizinle oturmak çok keyifliydi, ama arkadaşımı bekletmek istemiyorum, siz sanırım annemi ziyarete gelmiştiniz, bir insanı bekletmek hoş bir davranış olmaz değil mi, diyerek müsaade istedim ve arkama dahi bakmadan ayrıldım.
Ayrılırken annemin yüzünü bir görmeliydiniz!
Şaşkınlık,kızgınlık,kırgınlık hepsi mevcuttu.
Fakat hiç önemli değildi, çünkü, bunların hepsi benden sakıttı, demlediği çayı hışımla,bir solukta midesine akıttığını, tahmin ediyorum.
Böylelikle bir badireden, zorda olsa kurtuluyordum.
Evimizden uzaklaştıkça annem aklıma geliyordu ve gülmekten kendimi alamıyordum,eve dönünce annemle yaşayacağım finali, çekinerek bekliyordum ve maalesef böyle atlatıyordum o sıkıntılı günleri.
Okul dışında,çalıştığım iş yerinde müsait zamanlarda,bulduğum her boşlukta, okumaya çalışıyor, araştırıyor, yeni çevreler, ediniyordum.
Yalnızlığımda sürekli düşünüyor, *******e dost gözüyle efkarımı açıyordum, mehtaba sırlarımı anlatacağım diye,soluk soluğa kalıyordum.
Hayatımda; yaşadığım tüm gerçekleri, izlerini taşıyarak tecrübe ediniyor,sabırla bileniyor, sebatla azmediyor, metanet ikliminde, filizlenerek kendimi yetişiyordum.
Hayatın kendisi için,bilinçsizce harcadığım, boş zamanlarımı düşünüyor, hayıflanıyor ve acısının iliklerime kadar, nufus ettiğini biliyordum.
Gayenin olmadığı,hafızanın mesnetli bilgilerle dolmadığı, kalbin ihtiyacı olan, sevgi ve şefkate doymadığı,itminanlık bulmadığı her an meşkuk tur.
Bilinçsiz bir yaşayış ne kadar,karanlık ve manasız ise,bunların farkına varmakta, bir o kadar doyumsuz ve berrak oluyordu.
Farkı yakalayan, keyifle haz alıyor,içi sevinç doluyor,farkına varamayan için, değişen bir şey olmuyor,her şeye Fransız kalıyordu.
Kara Mehmet’i anmışken; fazla esmer olması sebebiyle, isminin ön takısı olan (kara) deyimi, arkadaşlar tarafından eklenmişti,yoksa Mehmet Muçhan olarak bilinirdi.
Son derece muzip, oldukça duygulu, araştırmayı seven, mesnetli bilgileri kuşanmış, kalender karakterli, güler yüzlü, alçak gönüllü, gür saçlı, kalın kara kaşlı, nazik tatlı dilli, hoş bir insan olmasının yanı sıra.
Yokluğu her zaman yaşamış, lakin şikayetçi olmamış sinesinde gizlemiş,yaşayış tarzı onu çok tutumlu yapmış,aldığı aile terbiyesi özellikle imam hatip ve ilahiyat kökenli olması nedeni ile;
Yıllarca kızlara olan uzaklığı,yüreğinde derin yaralar açmış, ama fırsatını bulup bir türlü açılamamış,zaman içinde bu tecrübe edilmemiş,bakir kalan duygular, kişiliğinde derin yaralar açmış, bu bakımdan zafiyetler oluşturmuş.
Kendini cezbeden, yetişkin tanıdık bir kızla karşılaştığı zaman,çok farklı bir insan olur,yerinde duramaz adete coşardı, konuştukça kendini alamaz,kızla ilgili merak ettiği ne varsa,ardı ardına sorular sorarak, hep anardı.
Bende, son derece doğal karşılayıp,anlamaya çalışırken,yüreğini kuşatan duyguların,derin izlerini rahatlıkla görebiliyor,çoğu zaman üzülüyor,bazen de kararsızlığı yüzünden kızıyordum.
Evlerindeki; kendine ait yalnızlığını her zaman görüyor ve hassas bir kişiliğe sahip olduğundan,kitaplarının arasında kayboluyor, yanlış anlaşılmaktan korkarak, dertlerini paylaşamıyor,aile dayanışmasından mahrum kalıyordu.
Her uğradığımda evlerine çok kısa bir zaman otururdum, öyle gerekiyordu, ortam müsait olmuyordu ve daha sonra birlikte ayrılarak mekan değiştirir, sokakları adımlayarak, caddelerin derinliğine dalardık.
Müşterek bir hedef doğrultusunda yol almanın heyecanını haz alarak,yaşayarak sıkıntılarımızı paylaşır,oldukça keyif alırdık,vakit ne çabuk geçmiş pek anlamazdık.
Dini konulardan uzak kalmam ve bilgisiz olmam nedeniyle, sorduğum soruların cevaplarını içimdeki boşluğun derinliğini bildiğim için, kanarcasına pür dikkat kesilerek dinliyor, hasretle deruhte etmeye çalışarak, bilmediklerimi dost arkadaşım Mehmet Muchan dan öğrenmeye gayret gösteriyordum.
Çünkü beyhude geçirdiğim,onca yılların içimdeki engin bir denizin hırçın dalgaları arsında,gecenin zifiri karanlığında şimşeklerin çakmasıyla bir ferahlık getireceği umuduyla aydınlık için,kurtuluşa koşmam gerekiyordu.
Zaman denen mefhum dur durak bilmiyordu,akıp gidiyordu,görevlendirildiği hedefine doğru, tereddüt etmeden, acaba demeden, yılmadan, yorulmadan,yeter artık diye söylenmeden.
Hasret kalmışçasına,yüreği yanarcasına,sevgiliye koşarcasına, kaygılardan, zanlardan sıyrılmış bir şekilde.
Emin olmanın hazzını yaşayarak,vakarında tevazuu kuşanmış bir eda ile, bilinmeyenlerden uzak iklimlerde,gizemleri sunarak, akıp gidiyor.
Giderken de, hayatımızdan harf,hece, kelime ve mısraların, anlam bütünlüğündeki, satır aralarını, düşünme fırsatı olarak sunuyordu.
Romanlardan kahramanını buluyor ve seçercesine alıp götürüyor, dolayısıyla bizzat kendisi, romanların konusu oluyordu, her şeyin anlamını bulduğu bir zaman diliminde.
Sanat okulu son sınıfında,okumaya çalışırken,öğrenci hareketleri,hat safhaya gelmiş,sınıflarda derslerin yerini, çoğu zaman,olaylar ve konuları almıştı.
Bulaşmadan,dalaşmadan,kokuşmadan,üç,beş arkadaş kenetlenip,aynı hedef doğrultusunda yoğunlaşmış,istikbale bakıyorduk.
Tereddütlerin başını aldığı,belirsizliklerin haddini aştığı günlerin sıkıntısı, hat safhaya gelmiş,her gün olay,baskın,polis kovalaması alıp başını gidiyordu.
Okul çıkışlarında dava birliğinin sağlanması adına,zorla fatih derneğine götürülmek istenmemiz, bizim acilen çözüm bulmamızı gerektiriyordu.
Zira,son senemiz olduğu için,mefkureci öğretmenler derneğine giderek, üniversite imtihanına hazırlık için kursa başlamıştık bila bedel.
Sınıf ve kurs arkadaşım Mustafa; son derece sakin,oldukça mülayim, ufku açık, sevgi dolu,esnaf kültürünü kuşanmış,yokluğunda aranan,özlenen güzel huylu, hayır öğütlü bir arkadaşımdı.
Yani parantezi biraz daha açacak olursak,özetle;
O da benim gibi yıllarca,en doğal hakkı olan,baba şevkatinden,ilgi ve desteğinden mahrum kalmış, en çok ihtiyaç duyduğu anlarda bile,onu yanında bulamamış maalesef.
Sevgili annesi her zaman, bu boşluğu doldurmaya çalışmış,dolayısıyla en annesi Mustafa’nın en yakın dost ve dert ortağı olmuş,
Fakat çocuğun gönlünde oluşan ve beklenen, babanın hal,tavır,nasihat,muhabbet ve cesaret boşluğunu hiçbir zaman anne dolduramaz.
Sevgili dedesi ve anneannesi,engin tecrübeleriyle,çocuk psikolojisini özümsemiş, bir mürebbi vakarıyla,Mustafa’nın yetişmesinde, en temel mihenk taşları olmuşlar,sabrı,sadakati ve kanaati ihmal etmeden zihnine yerleştirmişler.
Amcası Hacı efendi de; babasının iş ortağı olarak, Net kuru temizleme ismindeki, mütevazı dükkanlarında,başlarında bulunmuş,bilgisi,becerisi nispetinde yardımcıları ve hamisi olmuş.
Mustafa’nın esnaf kültürünü kuşanmasında,insanları yakından tanımasında, tecrübe kazanmasında,katkıda bulunmuştur.
Mustafa’nın kişiliğinin oluşmasında,katkısı olanlar,kimlik sorununu aşmış,hayatı anlamış, kimselerden olmaları gerekir ki;
Genç, fidan gibi, gönlü açık, sahavetli, hayırlı işlerle iştigal eden,kötülüklere bulaşmayan,şerden her zaman uzak kalmayı başaran, vatana ve millete hizmet etmeye duyarlı, hassas,duygusal,edebi yönü fark edilen,
Toplum tarafından kabul gören ve teveccüh gösterilen,gıyabında hayırla yad edilen,duyarlı ve haklı olduğu konularda, metaneti, şecaati ve sabrı bir solukta terennüm eden,
Herkese bizim Mustafa Yalçın dedirten ve fakat; insanlar tarafından çok zor başarılan,bir vizyonu hak ederek, sergilemenin huzurunu,her an şükrederek yaşıyor olmalı.
İşte aynı sınıfta yan yana otururken, dedim ki Mustafa ya; her gün böyle olmayacak,bir şeyler yapmamız lazım,inisiyatif kullanmak durumundayız.
Oda tamam ama ne yapabiliriz deyince,o zaman seyret dedim ve sınıfta ayağa kalkarak, öğretmenin henüz gelmediği bir vakitte masasının arkasına geçip,masaya sert bir şekilde vurarak dikkatleri üzerime çektim.
Herkesin bana baktığından emin olunca,arkadaşlar şu andan itibaren, bu sınıfın başkanı ve sorunlusu benim,itirazı olan varsa,şayet yüreği yetiyorsa beni okul çıkısında, kapıda beklesin görüşelim dedim.
Sınıftaki arkadaşları süzdüm,bir dakika kadar bekledim, hiç bir ses çıkmayınca başkanlığı otomatikman üstlendim.
O günden sonra okul çıkışlarında,mazereti olan her arkadaşa izin veriyor ve istekli olan arkadaşları,fatih derneğine götürüyor,mana ve maksatlarını öğrenmeye dolayısıyla anlamaya çalışıyordum.
Biraz devam ederek,kuvvet dengesinin kaynağını bulmaya ve şahsımda oluşturmağa çalışıyordum,bu ara Mustafa’yı rahatlıkla kursa gönderiyor ve benim içinde not almasını söylüyordum.
Günlerden Cuma idi,o gün birkaç ders önemsiz olduğu için,evde yarım kalan işlerimi yapmak niyetiyle sınıftan ayrıldım.
Okulun kapısından çıktım giderken,okul duvarında oturan bir kaç arkadaşı gördüm,selam vererek,ne yapıyorsunuz burada diye hatırlarını sordum.
İçlerinden Yozgatlı Abdullah, bugün komünistler okulu basacaklarmış, bizler de arkadaşları toplamaya çalışıyorduk,sen nereye gidiyorsun,haberin yok mu diye sordu.
Benim haberim yok,her zaman olduğu gibi palavradır inanmayın dedim.
Abdullah inan ki bak gerçekten basacaklarmış, haber doğru deyince, ben inanmıyorum, işlerim yoğun olduğu için gidiyorum dedim.
Ayağa kalkarak koluma girdiler,ısrarla omuzlarıma ellerini koydular.
Gardaş; eğer sende gidersen, bizim yapacağımız bir şey kalmıyor,bur da kalmamız manasız,çünkü bizim güvendiğimiz insan sensin.
Eğer sende gidersen ne diye bekleyelim, bizde çekip gidelim, yoksa sadece dayak yeriz,ama sen kalırsan okulu kurtarırız dediler bir solukta.
Baktım ki oldukça ciddiler,yapacak bir şey kalmadı,istemediğim halde, kalmak zorunda hissettim kendimi,madem ki öyle tamam kalıyorum dedim.
O zaman burada beklemeyelim, okulun içine girelim de,etrafa bakalım dedim, ve okul bahçesinde ilerleyerek idari binaya yaklaşıyorduk.
Bir grubu okulun yan tarafında toplu halde bekliyor olarak fark ettik,baktık ki takriben, yirmi beş, otuz kişilik sol grup, tabi olarak karşılaştık,yanlarından geçerken Abdullah, karşı gruptakilere ne bakıyorsunuz lan, oros...çocukları demezmi.
Ortalık öyle karıştı ki, bir anda vuran vurana,bizim sayımız onların beşte biri,bir ara Abdullah’ın ensesine yönelen, bıçak darbesini fark ettim.
Oğlanın bıçak tutan bileğini, öyle bir yakaladım ki,kolumu kırıldı,parmaklarımı bilemiyorum,bağırarak yere yattı,kıvranıyordu.
O an şaşkınlık içinde, savunma yaparken,kulağıma öyle bir taş geldi ki, feleğimi şaşırdım,gözümün önünde şimşekler çaktı,elimi kulağıma attım bir baktım ki, ılık bir kan,gözüme çarptı işte o zaman şuurum bozuldu ve tepem attı.
Artık haleti ruhu yem bozulmuştu, önüme kim gelirse gözüm görmüyor,vurdukça vuruyordum,baktım ki önümde kimse kalmamış.
Karşı sol grup, idari binaya kaçmış, öyle bir haleti ruha sahiptim ki,o kapıyı zorluyor içeriye girerek,takatim bitene kadar vuracaktım.
Kapıyı açamadım,döndüm arkama baktım ki ne göreyim,bizim adamlarımız diye bildiğimiz öğrenciler,okulun bahçe duvarının dışında,rast gele taş atıyorlar.
Daha çok canım sıkıldı,lan ****ler dövüş meydanını bırakıp ta, neden idari binaya taş atıyorsunuz,binalar ne zamandan belli, komünist oldular,diye bağırdım.
Epey bir vakit geçtikten sonra, ekipler halinde polisler geldi.
Tabi ki bu ara kaçanlar kaçtı,ben kaçmamıştım,üç kişi polislerle gelip, benden davacı olduklarını söylediler,her taraflarında darp izleri mevcuttu.
Polislere bunları tanımadığımı,sınıf başkanı olduğum için,sınıf defterini teslim ettim ve merasim için burada beklemekteyim dedim.
Bazı yerlerimde bulunan kan izlerini sordular,top oynadığımız için farkında olmadığımı söyledim,fakat şikayetçi olanlar, ısrarla davacı olduklarını söylediler.
Polisler artık yapacağımız bir şey yok,darp izleri ve şikayetçide çok, karakola götüreceğiz seni dediler.
O an içimi burukluk sardı ve gariplik hissiyatının hakim olduğu fırtına içimi sızlattı, fakat yapacağım hiç bir şey yoktu.
Ekip aracına binerek karakola doğru ekip otosu hareket ettiğinde görebildiğim her kez bana bakıyordu.
Nihayet karakola gelmiştik.
Davacı olan fakat, benim tanımadığım öğrenciler şikayetlerini dile getirip,polise yazdırdılar, üçü birden rapor almak için hasta haneye koştular.
Bana bir şeyler sordular,cevap verdim dinlediler,yazdılar fakat ne yazdılar bilmiyorum okuma fırsatını vermeden hemen imzalamamı söylediler,imzaladım.
Yarın mahkemeye götürülmek üzere,saat 17.45 civarında mahkeme saatine kadar nezarete bekleyeceğimi söyleyerek bu gün kendilerinin misafiri olacağımı ve kalacağım mekan olarak nezareti gösterdiler,içeriye girerek üzerime kapıyı killediler.
Nezarete girdim,acayip bir koku,her taraf pislik içinde,demir parmaklıklar var, fakat camları kırık,ayaz,rüzgar,kar savruluyor,soğuk mu hat safhada.
Üç tane çocuk yaşta hırsız yakalamışlar,yüzleri donuk,yere uzanmış yatıyorlar, sanki orada devamlı konuk, yer yok ki oturacak, alalım bir soluk,saatlerce dikildik durduk, tabii bu arada da haylice solduk.
Saat 23.45 i gösteriyordu,gelen giden çok, ama göstermiyorlar ki bilelim, soran hangi konuk.
(devamı nakşeden izler 2de)

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:09 AM
Nakşeden İzler (Anı roman 10)

Gözlerinden uyku akıyordu zavallıların, böyle işin en can alıcı vaktinde çalışan birey, zinde ve görev bilincinde, rızkının peşinde olamazsa, başarıda o nispette zayıf olur elbette.
Böyle bir insan, o saatte gözüne ilişen önemli bir parayı bulsa, inanıyorum ki gözleri fal taşı gibi açılır, uyku falan kalmaz, bunun sebebi nedir illaki belli.
O an bulunan para, her anda kaybolur, yok olur, ter dökmeden, emek vermeden elde edilen her şey bir şekilde buharlaşır.
Dolayısıyla acıkmayan bir insan, oburluğundan eline geçen her yiyeceği, hiçbir sınır tanımadan yiyebiliyorsa, böyle bir insanın irade ve istidat duyarlığı kaybolmuştur.
Binaenaleyh bu gazetecilik mesleği araştırmayı, tahmini, refleksleri, bilgiyi ve en önemlisi de hızı çok sever.
Plan, prensip ve iş disiplini dahilinde zor günleri aşmıştık, çalışan arkadaşların maaşları, günlük giderler ve kira parasını şimdiye kadar kimseye söylemediğim!
Fakat şu an sizlerle paylaştığım, sevgili eşimin göz nuruyla ilmek ilmek,her sırasında besmele çekerek!
Sabahları erkenden kalkarak, beni yolcu ettikten sonra, aile bütçemize katkıda bulunmak için,oturup dokuduğu halıyı satarak karşılıyordum.
Bunu kimse bilmiyordu, ne yiyoruz, nasıl geçiniyoruz, masrafları neşelik de karşılaşıyoruz kimse tarafından merek edilerek sorulmuyordu, zannedilen ise çalışan herkese gazeteden maaş geldiği veya karşılandığı noktasındaydı.
Oysa ki hiç alakası yoktu, ne maaş, ne gazete hiçbir şey yoktu, sadece reklam alınırsa onun bir kısmı veriliyordu.
Daha önceleri İstanbul dan belirli sayıda gazete geliyormuş, fakat bunu da yasal olmadığı gerekçesiyle ana bayi engellemiş, çünkü taahhütleri öyleymiş.
Ben abone sayısını artırmak için çok çalışıyordum, bir Java motorum vardı, on iki ay üzerinden hiç inmezdim, bu bakımdan oldukça hızlı ve dakiktim.
Cenabı Hakka şükürler olsun ki, 150-200 olan abone sayımız 1200 adeti bulmuştu.
Her gün okurumun eline gazetem ulaşsın diye, 11adet olan abonemi, mağdur bırakmamak maksadıyla, motorumla her gün bu11 gazeteyi her gün Taksana götürürdüm.
Bu götürdüğüm gazetelerin, benzin masrafını karşılaması mümkün değildi, fakat ben gazeteyi götürürken şu düşünceyi taşıyordum.
Sıladan, gurbetten, dünya insanlarından sıcak haberleri maksatsız bir ölçüde yazan, çözümler sunan, aynı zamanda eğiten bir mektup veya dostlardan geleceği merakla beklenen haberler ve hareket yelpazesinin bir pusulası olarak telakki ediyordum.
Gazetemiz adeta şaha kalkmıştı, sosyal ve kültürel amaçlı hediyeler vermeye başlamıştı.
Bunlardan halı seccade, battaniye ve üç aşamalı, oldukça güzel kalarmatikler, bunlar aynı zamanda kupon karşılığı verildiği için, fiyatının çok altında okuyucuya ulaştırılıyordu.
Dolayısıyla oldukça hareketli ve yoğun bir şekilde çalışıyorduk, şehrimizdeki gazetecilerin gündemine girmiştik, başarılarımız konuşulmaya başlamıştı.
Ben birkaç gazeteden teklifler almıştım, beraber çalışalım diye fakat bu tekliflerden daha çok beğendiğim, ana bayilik yapan ve Burçak dağıtımın sahibi olan Mustafa beyin şahsıma iltifatta bulunmasıdır.
Dünya gazetesinin temsilciliğini almamı teklif etmesi ve ısrarcı olması benim için önemli bir olaydı.
Teşekkür ederek teklifini geri çevirdim, çünkü biz bu işleri görev ve hizmet bilinciyle yapıyorduk.
Başka türlü izahı mümkün olabilir mi, hiçbir kazancı olmayan, masrafları cebimizden çıkan, böyle bir işe kimler sahip çıkar ki!
Halı seccadeler gelmişti, üç renkti, en çokta yeşil rengi tercih ediliyordu.
Fakat o rengin sayısı sınırlıydı, tarafımdan yapılması gereken, çuvalların ağzını tam açmadan, sıraya giren herkese, rengini dahi görmeden, kısmetine düşeni almasını sağlamaktı, böylece gayet güzel ve uyumlu gidiyordu, itirazlar kesilmişti.
Bu konuda o kadar titiz davranıyordum ki, bacım dahi geldi, o da herkes gibi kısmetine düşen rengi alarak ayrılmıştı.
Yine bir gün dağıtım devam ediyordu, gürültü duyuldu, elemanlara hayırdır ne oldu diye sorunca, sırayı ihlal ederek öncelik ve ayrıcalık isteyen, biraz tanıdığım, kentimizin elektrik kurumunda çalışan, Abdullah isminde mülayim görünen, aslında hiçte öyle olmadığını hareketleriyle ispatlatan bir insan tanıdım.
Konu neymiş bu beyefendi kardeşimiz, istediği rengi almak durumundaymış, sebepte kendisi bu davanın insanıymış, yani olay bu kadar basitmiş.
Dinledim, sakinliğe davet ettim, örnekler gösterdim, hala ikna olmuyordu,çuvalın içinden beğendiği renge bakarak alacakmış, kabul etmem mümkün değildi, şimdi gidinde başka bir gün, daha sakin olarak gelin dedim.
Fakat ne mümkün, ikna olmuyordu, ben kişilik olarak kavgaya, gerginliğe müsait yapıda bir insan değilim, sakinliği ve huzuru daha çok severim.
Baktım ki insanlar galeyana gelecek, adamı tepeleyecekler, dayanamadım müdahale ettim, derhal burayı terk et, yoksa aşağıya atarım seni diye bağırdım.
Adam şaşırmış olmalı ki, gözlerime baktı ve hiç seslenmeden bir adet halı alarak, kafasını sallayarak bunu unutma, sana gösteririm der gibi kafa sallayarak ayrılıp gitti.
Bizim arkadaşımız olduğunu söyleyen bu enteresan insan, bize göre yanlış tutumuna göz yumulmadı diyerek selamı ve konuşmayı yıllarca kesti, bir mecliste karşılaşırsak bile hala kinle,husumetle bakıyor.
Ne enteresandır ki, bu insan yıllarca, Hak geldi, batıl zail oldu diyebiliyordu, ne hazindir ki, ben samimiyetine kesinlikle inanmıyorum, böyle bir insanla paylaşacak, ortak bir paydam bulunamazdı.
Gazetenin genel merkezinden İstanbul’a davet edilmiştik.
Her ay mutat olarak, il temsilcileri toplantısı yapılıyordu, o nedenle de epeydir gitmediğim fetih ve dünya kenti olan şehre yine gidiyordum.
Terminalden otobüsle ayrılmıştık, yanımda oturan arkadaş, kalabada bulunan kireç fabrikasında çalışıyormuş, elektrik mühendisi olduğunu öğrendiğim bu insan, orta boylu, biraz kumral ve konuşmaya müsait bir yapıya sahipti.
Epey sohbet yaptık, bazen uyukladık, zamanla çaylarımızı yudumladık, yolda seyir halindeydik.
Aracın kaptanı iki koltuk önümüzdeydi, arkasında oturan bayanla öyle sulu bir sohbete dalmıştı ki, tüm yolcular dikkat kesilmiş onları dinliyorlardı.
Aracın arka koridorundan bir adam geldi ve şoföre doğru yönelerek,ön kapının basamağında ayakta duruyordu, niçin orada durduğunu doğal olarak merak ediyordum, bu yüzden dikkat kesilerek bakıyordum, mavinden ikinci kaptan olduğunu duyarak öğreniyorum.
Bu arada araç aniden öyle bir sarsıldı ki, ön kapının orada duran ikinci kaptan, kolunu ve başını şiddetli bir şekilde ön göğüse çarptı, tabi olarak yaralandı ve kanın aktığı ön koltukta oturanlar tarafından görüldü.
Bu arada aracı sıkıştıran olmamış, önüne çıkan yokmuş, lastik patlamamış, çukur çıkmamış, peki ne oldu da araç böyle aniden sarsıldı, diye merak ederken!
İkinci kaptan kızarak geldiği yöne doğru ilerliyordu, tabi meseleyi tahmin etmemiz çok zor olmadı.
Meşhur kaptan bey, ikinci kaptanın boşta olduğunu anlayınca, direncini ölçmek için böyle bir eyleme kalkışmış, ne diyelim kaptanların duyarlılığını böylece panik yaşayarak anlıyoruz.
Haliç köprüsüne doğru yaklaşıyoruz, hava oldukça sisli, yerler çiğ düşmüş yaş ve tabi olarak kaygan, bizim kaptan için bu tehlikeli durumlar hiç fark etmiyor, sağ olsun arkasındaki bayanla, sohbete devam ediyordu, gülüyorlar, kahkaha sesleri geliyordu.
Artık sabrım kalmadı çok rahatsız olmuştum, ayağa kalktım şoföre ve bayana müdahale edecektim, kendine gelmelerini söyleyecektim, yanımdaki arkadaş, Mustafa bey gel boş ver, zaten az bir yolumuz kaldı dedi.
Kararlıydım, birilerinin keyfi uğruna, daha fazla rahatsız olamazdım, önümüzdeki koltuktan tutarak ilerliyordum ki, birden şoförün feryat ederek bağırdığını ve otobüsü durduramadığını fark ettim.
Kaptan arkasında oturan enteresan bayanla, yaptıkları muhabbetten dolayı dikkati dağınıktı, bu sebeple haliç köprüsünde kitlenen, trafik kazalarını hiç fark etmemiş, çok geç kalmış.
Frene dokunmuş ama ne mümkün, araç durmuyor kayıyor, hızda zaten mevcut, mübarek sanki kör gibi vardı, demir yüklü kamyona arkadan güm diye vurdu.
Şiddet ve sarsıntı oldukça fazlaydı, ön camlar kırıldı, direksiyon eğildiği için kaptan sıkışmış bağırıyordu.
Yol boyunca şoförün konuştuğu, fakat kimin nesi olduğu belirsiz bayanın, ağzı kanıyordu,fakat bu arada bağırarak terliğini arıyor, yolculardan ağzı, burnu kanayan, kolu kırılan oldukça fazlaydı, takriben kırk civarında araç birbirine girmişti.
Devrilen, deposu delinen, can çekişen, araçların altında kalan, çok sayıda insan vardı, aman ha sigara yakmayın benzin ve mazot depoları patlar diyerek anons yapıyorlardı.
Benim en çok dikkatimi çeken, seyir halindeyken, kimseyi umursamayan, kaptanla lâkırdı yapan bayanın, bir anda şoförü en büyük hain ilan etmesiydi.
Şoför can çekiştirirken, kemerinden aşağısına direksiyon kitlenmiş kıvranıyordu, yardım istiyorken, yol arkadaşı meçhul bayanının, bunları gördüğü halde, umursamadan sarsıntı nedeniyle, şoförün yanına düşen terliğini almak için, benden yardım istemesiydi.
Kaptanın feryadını duyarak, ben ne yapabilirim diye düşüneceğine, hiçbir öneme haiz olmayan terliğinin derdine, düşmesine ne demeliydi.
Dayanamadım, bağırıp durma behey kadın! Eğil ve dizini kır, terliğini şu aradan al, demek durumunda kaldım.
Fakat seyir halindeyken, bir hanımefendi gibi olabilseydi, tabi ki bende hiç tereddüt etmeden, terliğini alır kendisine verirdim.
Elimizden ne geliyorsa esirgeyemezdik, herkese yardıma koştuk, daha sonra kaza mahallisinden ayrılarak, gazetenin top kapıdaki, genel merkezine gitmek için, hedefime doğru yöneldim.
Ben genel merkezi iyice tanımak ve kanaat sahibi olmak için geziyordum,elimi yüzümü yıkadım yemek haneye çıktım ve çok şaşırdım.
İnsanın midesiyle alakalı bir mekanda bir tebessümü, neşeyi veya hoş geldiniz, nasılsınız demek hasletlerini hiç göremedim, adeta buharlaştığını, rafa dahi kalkmadığını yakinen gördüm.
İnanır mısınız, kadavra salonuna mı geldim acaba, diye kendime soru yönelttim, buz gibi bir mekan, muhabbet hiç yok, sanki bunlar dilleri yabancı insanlar, bakımsız odalar beni daha çok hayali sukuta uğratmıştı.
Toplantı vakti gelmişti, bizleri bir salona aldılar, salondaki atmosfer, diğer yerlerde gördüğüm kadar, soğuk değildi, tam tersi bir oluşumdaydı, umduğumuz kadar olmasa da kadavra salonu kadar da değildi.
Sadece bir fark vardı, ilk tespitlerim çalışanlar üzerindeki kanaatlerimdi, ikinci tespitlerim ise idarecilerden oluşan kadrodan ibaretti.
Yine bir çok soru ünlem işaretleri, bir anda zihnimi işgal etmişlerdi.
Gazetenin genel merkezindeki toplantıyı, sahibi durumundaki yönetici Mustafa Karahasanoğlu yönetiyordu.
Ülkü Kumral, Halil Gölve, Necdet Kutsal, Hasan Maden ve bir çok isimlerini yazamadığım yazar bulunmaktaydı.
Mustafa Karahasanoğlu bey açış konuşmasını, tespit ve tavsiyelerini yaparken en çok dikkatimi çeken, mimik ve ifade şekliydi, sanki karşımızda Erbakan hoca oturuyordu onu dinliyorduk.
Başarılı olan il temsilcilerine, söz hakkı veriliyordu.
Kendi illerinde ne gibi bir çalışma yapmışlar ki böyle bir başarıyı yakalamışlar, bu açıdan çalışmaları hakkında, anlatımları sağlanarak diğer temsilciler bilgilendiriliyordu.
Anlatılanların temsilcilere örnek olması ve çalışma prensipleri tarafımızdan özetleniyordu.
İl temsilciliğinde Kayseri, başarı sıralamasında üçüncü şehir seçilmişti.
Mustafa Karahasanoğlu bey özellikle, Kayseri temsilciliğinin, benden önceki tiraj durumuyla ve şimdiki durumun mukayese edilemez, olduğunu söylemesi, beni ayrıca sevindirmişti.
Ve benin için en önemlisi de başarı sıralamasında, ilk iki sırayı paylaşan il temsilcilerinin açık hesapları bulunurken,üçüncü olan Kayseri temsilciliğinin açık hesabı bulunmuyordu.
Bu rahatlık içinde, gazetenin daha çok başarılı olması için, yaptığım tespitleri ve temsilciliklerdeki temel problemleri sıralamıştım, haklı bulundum bu nedenle ilgililer notlarına kaydettiler.
Bizler için çok verimli bir toplantı olmuştu, artık ayrılma zamanı gelmişti.
İstanbul da ikamet eden ve amcamın oğlu olan yaşıtım Mehmet, sağ olsun her gittiğimde yakinen ilgilenir, elinden geleni esirgemez ve böylelikle beni ihya ederdi.
Mehmet beni top kapıdan uğurladığında Mehmet’i ve anılarımı düşünüyordum.
İstanbul’a ilk gelişimdi, Osman ağabeyimin düğünü vardı, o nedenle davetliydik, sevgili babam tek amcalarıydı.
Babam rahmetlik amcamın, iki yaş büyüğüydü, fakat amcam, babamın her işine yıllarca koşturmuş ve bu bakımdan da, babalarının hatırasına olan hürmeti, her zaman gösterirler ve bu konuda kusur etmezlerdi,ayrıca amcalarını da çok severlerdi.
Akşam düğüne gidecektik, vakit çoktu, biraz yorgunluk hissettim, Mahmut paşadaki dükkanın arka bölmesine uzandım, biraz uymuş olmalıydım ki, gürültü ve gülme seslerine uyandım.
Dışarıya çıktım, baktım ki bizim Mehmet ve dükkan komşuları beraberce mum tablalarını kırmaya çalışıyorlardı.
Kalınlığı sekiz santimden aşağıda olmayan, kırk çarpı otuz ebadında bulunan, mum kütlesine vurarak, kırmaya çalışıyorlardı.
Hararet oldukça fazlaydı, iki kişi denedi kıramadı, elleri acımış olmalı ki, ovalıyorlardı.
Orta yaşlı biri beni göstererek, Mehmet’e kim olduğumu sordu, amcamın oğlu Kayseri den düğünümüz için geldiler dedi.
Adam çok uyanık birine benziyordu, ana doludan gelen yiğitler sıkı olurlar, birde arkadaş denesin demez mi!
Ben zaten şaşkınlığımdan onlara bakıyordum, ne yaptıklarını anlamaya çalışıyordum.
Böyle bir teklifi hiç beklemiyordum, Mehmet bana şöyle bir tereddütle baktı, sen bilirsin dercesine sessiz bir şekilde kaldı.
Mehmet’in o masum hali olmasaydı, kesinlikle denemeye kalkmazdım, fakat neye mal olursa denemeye karar vermiştim, hedefim olan mum tabağına yaklaştım, nefes aldım, gücümü topladım, bu arada hiç kimseden çıt çıkmıyordu.
Gücümüm yoğunlaştığı kolumu, dolayısıyla bileğimi tereddütsüz bir şekilde, var gücümle öyle indirdim ki, insanlar daha da şaşırmış vaziyette bana bakıyorlardı.
Maalesef mum kırılmıştı, Mehmet bana sarılmıştı, bende hiç bozuntuya vermeden köşeme çekilmiştim.
Kimseye söylemiyordum fakat, bileğim ve elim iyi ağrımıştı, hiç sevinememiştim, bir müddet sonra ağrı azaldı ve böylece unuttuk gitti.
Akşam dükkanı kapatmıştık, herhangi bir mağazaya giderek Mehmet’e takım elbise alacaktık, birkaç yere baktık, sonunda bir yerden, beyaza yakın olan bir renk beğenerek, pantolonun hazır hale gelmesini bekledik ve nihayet aldık.
Düğün bitmişti, sabah Mehmet beni Ataköy plajına götürmek istiyordu, benim denize girmek adına ilk tecrübem olacaktı.
Olur gidelim diyerek ayrıldık, nihayet plaja girdik, üzerimizi değiştik, benim tenim hiç güneş görmemiş olduğundan, adeta bağırır gibi ortadaydı, fakat bu kimin umurundaydı.
Bu benin denize ilk girişimdi, fakat yüzmeyi biliyordum, yılana sarılmamak için öğrenmiştim, samırsaklı ırmağında, oysaki yüzmeyi öğrenmek oldukçada basitmiş.
Öğrenmek için ne yapmıştım, Ahmet’ten, Mehmet’ten yardım istememiştim.
Su yüzünde yüzerken gördüğüm, beyaz fıs fıs diye bilinen, beyaz eşyaları korumak maksadıyla aralarına konan, suyun batırmaya gücünün yetmediği nesneyi, karnıma kemerle bağlayarak, kendimi suya atmıştım.
Öyle yüzüyordum korkum yoktu, saatlerce sudan çıkmıyordum, yorulmuştum dinlenmek niyetiyle sudan çıktım ki, karnıma bağladığım fıs fıs yoktu.
Şaşırdım kaldım, ne zaman çıktığını hiç fark etmemiştim, hemen tekrar suya daldım ki, yüzmeyi aslanlar gibi öğrenmiştim ve buna da çok sevinmiştim, dolayısıyla kendime olan güvenimi tazelemiş ve ayrıca kuvvetlendirmiştim.
Plajda rasgele yüzüyorduk, ilk defa bayanları plaj kıyafetiyle görüyordum, ama inanın hiçbir cazibesi bulunmuyordu, rahatsız bile oluyordum.
Böyle kendi halimde yüzerken, sırtımdan birisi aniden bastırınca, ilk defa deniz suyunu yutmak zorunda kalmıştım.
Deniz suyu, biraz tuzlu ve balık kokusunu içinde barındırıyordu, yutmak zorunda kalanlar için, hiçte keyifli olmayan bir durumdu, rahatsız olmuştum, böyle gafil avlanmak, benim hiçbir zaman tarzım değildi.
Sağ olsun amcazadem Mehmet zahmet buyurmuş ve beni sırtımdan suya batırmış, içimden tamam canın sağ olsun diyerek yüzmeye, o unutana kadar, devam ettim.
Suyun içinden giderek ters döndüm ve Mehmet’in göbeğinin altına geldim, belini kavrayarak onu dibe çektim ve bir müddet sonra bıraktım.
Mehmet çok korkmuş olarak dışarı çıktı, birazda su yutmuş tabi.
Misafir olduğum ve birazda yufka yürek taşıdığımdan, onun kadar acımasız davranamazdım, fakat ilk tecrübem olduğu için bu olayı hiç unutamam.
Artık vakit gelmişti, Kayseri’ye dönüyordum, yanımda hürriyet gazetesinin muhabiri olduğunu söyleyen bir arkadaş oturuyordu, birlikte seyahat ediyorduk.
Gecenin bir vaktinde gözlerimi nispeten dinlendiriyordum, saat 03.45 gösterdiği bir zaman diliminde, araçta bir hareketlilik olduğunu, kulağıma gelen farklı ve ahenk siz seslerden fark ettim.
Göz kapaklarımı aralayarak bir baktım ki, ters yönde duran bir araç, yolun ortasına usulsüz durmuş, üstelik uzun farlarını yakmış ve böyle bir vaziyette, el kol hareketleri yapıyordu, telaşlandık, bir şeylerin ters gittiğini anladık.
Nihayet otobüs durdu ve biz araçtan aşağıya indik, el ve kol hareketleri yapan adamın, şaşkın bir vaziyette işaret ederek gösterdiği istikamete doğru yöneldik.
Aşağıya baktık ki ne görelim, karanlık olmasına rağmen, bir yolcu otobüsü, yolun kayganlığından, takriben 70-80 metre derinliği bulunan ve oldukça keskin olan bu uçuruma, takla atarak bir çırpıda yuvarlanmış ve sonunda gideceği bir başka yol olmadığından, en dip kısımlarda bulunan sıra selviler dediğimiz, kavak ağaçlarına dayanmış ve böyle bir vaziyette en nihayet durabilmiş.
Aşağı kuytu yerden gelen seslere göre, bağıran, ağlayan, aracın altında kalan ve ölen, o kadar çok insan var ki, ne yapacağımızı şaşırdık kaldık.
Böyle vahim ve hazin olaylar karşısında, neler yapabileceğimizi öğreten, herhangi bir sivil savunma kursu almamıştık.
Bu bakımdan çaresizlik hat boyuna çıktı, aşağıya inenin tekrar yukarı çıkması mümkün görünmüyordu, çünkü aşırı dik ve bir o kadarda kaygan olan toprak yapısı, çamur olduğundan ayaklar, yer tutmuyordu.
Karanlıktan pek fark edilmiyordu lakin, o kadar hızlı ve dik uçuruma, otobüs yuvarlanırken, şiddet ve sarsıntıdan doğal olarak tüm camlar kırılmış.
Dolayısıyla, camın boşalttığı çerçevelerden dışarıya fırlayan insanları, farklı yerlere savrulmuş cesetleri görüyorduk.
Ayrıca canı yanan, yaralanan, en yakınını kaybeden insanların feryatları, yüreğimizi dağlıyor, içimizi burkuyordu.
Bu dramatik durum karşısında, tereddüt etmeye fırsat dahi bulamadan, yuvarlanarak aracın yanına geldim, fakat durumun aşağıda, çok daha vahim olduğunu, yakinen görerek öğrendim, bu halde ben ne yaparım telaşına düştüm.
Yardıma koştuğumuz arkadaşlarla,yaralıları bir taraftan yukarıya gönderiyoruz, diğer yandan cesetleri bir kenarlara çekerek, aracın makaslarının altında sıkışan, bu nedenle de çok acı çektiği için bağıran, yaralının yanına doğru eğildim.
Yaralı yan vaziyette yatıyordu, aracın makası kaba etine oturmuş, kıpırdaması mümkün değildi, öylece bağırarak duruyordu, tek bir çözüm gözüküyor, oda aracın kriko marifetiyle kaldırılmasıydı, fakat ne mümkün, nasıl kaldıracağız, kriko aklımıza geliyor, getirtiliyor ve deneniyor fakat son derece yetersiz kalıyor.
Dört kişiyi buraya görevlendirdik, yukarıdan kamyon ve araçlarda ne kadar kriko varsa hemen aşağıya getirmelerini bağırarak söyledik.
Çok acele ederek,yaralıları yukarıya taşımaya çalışıyorduk, fakat o kadar çok zorlanıyorduk ki, gücümüz ve takatimiz kalmıyordu, ayaklarımız durmadan kayıyordu, ama yinede yılmadan bu işi, hakkıyla başarmaya çalışıyorduk.
Hala yukarda şaşkın bir vaziyette bekleyenlere,sesleniyorduk neden hala bakıp duruyorsunuz, niçin yardıma koşmuyorsunuz ve neyi bekliyorsunuz diye kızınca, üç beş kişi dayanamadı aşağıya indi, yardıma muhtaç o kadar insan vardı ki.
Saatler geçtiği halde, maalesef ambulans ve kurtarma ekiplerinden, hiç kimseler yoktu, yaralıları diğer küçük araçlarla sevk ediyorduk, tekrar aşağıya indim, ve bir arkadaşla, sekiz civarında cesedi kenara çektik.
Aracın makasının altında kalan, yaralının sesi kısılmıştı, lakin iniltisi hala duyuluyordu, fakat bu arada yardıma koşan, elinden geldiğini esirgemeyen insan sayısı, diğer araçların durmasıyla daha çok artmıştı.
Belirli yerlere krikolar ve halatlar takılarak, oldukça hassas bir şekilde, dengeli hareketlerle, aracı kaldırarak, yaralı insanı kurtarmayı ve aracın altından çıkarmayı başarmıştık.
Bu duruma o kadar sevinmiştik ki, bizlere moral bakımından adeta ilaç oldu, cesetlerin durumunu bir anda unuttuk, anladığım kadarıyla yolcular kıyafetlerinden, genel olarak dar gelirli ailelere benziyordu, öğrendik Kahramanmaraş’a gidiyorlarmış, çoğunun kıyafetleri yöresel izler taşıyordu.
Üç saatten fazla bir zaman diliminde orada kalarak, kazazedelerin yardımına koşmaya ve derman olmaya çalışmıştık, biraz faydamız olduysa, ne mutlu bize, en azından vicdanen acı çekmekten kurtulmuştuk.
Boşa söylemediler herhalde”iyilik yapmak, vicdanı acı çekmekten kurtarır “diye;
Hürriyet muhabirinin, aşağıya inmeye tenezzül etmeden, sadece bakması ve hiçbir yardımda bulunmaması, çok garibime gitmişti ve beni oldukça düşündürmüştü.
Kayseri ye nihayet geldiğimde, telefonla haberin özetini izah ederek, olay haberin, ilk olarak bizim gazetede çıkmasını başarmıştım.
Böyle görevli olarak, şehir dışına çıktığım zamanlar, büromuzda çalışan görevli arkadaşlar, gazeteyi bayiden alarak, abonelere dağıtımını yaparlardı.
Yine bir gün elleri boş olarak, gazeteyi almadan gelmişler, “hayırdır gazete mi gelmemiş” diye sordum, hayır gelmiş fakat, bayi sahibi Mustafa bey, bir gün ödemeyi geciktirdik diye, gazeteyi vermiyor dedi.
Peki neden ödeme yapmadınız diyerek sordum, abonelerden paraları toplayamadık, onun içinde bayi ye ödeme yapamadık dediler.
O zaman daha çok canım sıkıldı, ben buradayken sorun yaşanmıyor, ayrılınca problem başlıyor, bunu bana nasıl izah edeceksiniz, söyler misiniz dedim ve cevaplarını dahi beklemeden, hemen hızlı bir şekilde bürodan uzaklaşarak, motoruma atladım ve ana bayi ye bir solukta vardım.
Gergindim, içeriye hızlı ve sert bir şekilde girdim, iki kişiydiler konuşuyorlardı, selam verdim mukabelede bulundular, gözlerime baktılar, önce seslenmedim mevzuları bitsin diye, lakin ısrarlı bakışları müdahale etmemi kaçınılmaz kıldı.
Mustafa beye, siz nasıl ve hangi mantıkla, 1250 aboneye ulaştırılan bir gazeteyi, komik bahanelerle elemanlara vermiyorsunuz ve böylelikle dağıtımına engel oluyorsunuz diyerek sözlerime devam ettim.
Benim şehir dışında olmam nedeniyle, elemanlar ödemeyi bir gün geciktirmişler, bu günlük bir gazetenin verilmeme nedeni sayılamaz, sizi bu tavrınızdan dolayı kınıyorum diyerek konuşmama devam ettim.
Sakın bir daha böyle bir tutuma şahit olmayayım, aksi taktirde şu ana kadar gelişen ve müspet olarak seyreden hukukumuzu, gözden geçirmek zorunda kalırım, deyerek gazeteyi ücretini ödemeden aldım ve oradan hızlı bir şekilde ayrıldım.
O günlerde son derece kararlıydık ve birilerine karşıda, bir o kadar ön yargılıydık, fraksiyon çatışmaları çok ön plandaydı.
Bizim gibi düşünmeyen her kim varsa, zavallı, tebliğe muhtaç, kalb gözleri kapalı insanlar alarak telakki ederdik, çünkü bizlere öğretilen bunlardı, inanıyorduk.
O kadar enteresan ki, bir kimse içkimi içiyor, altın yüzük mü takıyor, bayanlar açık mı giyiniyor, hemen yargımız kati ve çok kesindi.
Namaz kılmıyor mu, haremlik selamlık uygulamıyor mu, kağıt, tavla veya okey oynuyor görüyoruz işte tamam yargımız kesindi.
Bizim dışımızda kalan insanlara, böyle çarpık bir düşünceyle bakmamızı, kimler önerdi, bu kanaat bizlerde nasıl oluşmuştu, yalnızca bizim söylemlerimizin doğruluğunu neye göre, tespit ediyorduk, ayet-hadis deniyordu ama biz bilmiyorduk.
Bizim insanlara şu veya bu şekilde diyerek, ön yargıyla bakmamız, onlardan uzak kalmamız, bizlere ne kazandırıyordu, hala merak ederim.
Asabiyet ve gerginlik dışında, tefrikaya sebep olan bu nevi davranışlar, bir ilahi din öğretisi olabilir mi, o zamanlar ağabeylere inandığımızdan pek anlayamıyordum.
Bizim insanları dinlemeden, sosyal ilişkilere girmeden, ne demek istediğini ve ne düşündüğünü bilmeden, tercih etmek en doğal hakkı olduğu halde, bizim düşüncelerimizi paylaşmıyor diyerek, onu haksız görmemiz ne ile alakalıdır.
Bizim insanları yargılama hakkımız var mı, böyle bir hak bize verilmiş mi, sürekli başkalarını mahkum ediyoruz fakat, şunu da biliyoruz ki, hiç kimsede mahkum olmak istemez, buna rağmen en az yaptığımız şey iç muhasebemizdir.
Yani, aklımızı, izanımızı, tecrübemizi, mukayesemizi, muhakememizi, insan olabilmek sürecindeyken, elde ettiğimiz bilgileri değerlendirmez isek!
Bunun nedenli önemli olduğunu bilmeden, merakı ve öğrenmeyi askıya alırsak, başkaları daha iyi bilir diyerek, düşüncelerimizi bir şekilde dondurur isek!
Hayat ve nizam ölçüsünü, çok değişken ve farlı yazan yazarların kitaplarından, belirli kalıp ve ölçülerde okuyarak, bulunduğumuz şartları tanımadan, gelişim ve değişimleri özümsemeden, uygularsak!
Nasıl bir hayatın, bizleri beklediğini görmek için, zorlanmaya asla lüzum yoktur, zira bu denli açık bir tehlikeyi göremeyenin, basireti kapanmıştır, dolayısıyla böylesi kronik kişilerden, ne bağ olur ve nede bahçe. İlahi adaletten uzak, bir hayalin peşinde olduğumuzu, hiç düşündük mü, hayır çünkü bizim için düşünenler var zaten.
İşte böyle garip ve anlaşılmaz olunca, birey kimdir, kul nasıl olmalıdır, hak ve yetkilerimizin sınırlarını nelerdir?
Bunları tespit etmeden, yaşadığımız hayatın koşullarını tanımadan, inancımızın gereklerini anlamadan yaşıyor isek?
Bilgisizliğimizden kuşkular ve zanlar peşimizi asla bırakmazlar, dolayısıyla iliklerimize kadar bizleri kuşatarak, bizim tek yol pusulamız olan, akıl, mantık, idrak böylece dumura uğrarlar.
Bir zamanlar haremlik selamlık, en katı biçimiyle uygulanırken, futbola ve dolayısıyla topa farklı anlamda yaklaşırken, bayanın sesi haramdır diyerek, peşin hükümlü karar alırken, ne oldu da birden bire, bu tavırlardan vazgeçtik?
(devamı nakşeden izler 11 de)

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:10 AM
Nakşeden İzler (Anı roman 11)

Şimdi stadyumlarda, bayanlara özel ilgi ve alaka göstermenin, futbol takımlarının, yöneticiliğine soyunmanın ve bizzat futbol oynamanın dolayısıyla çocuklarımızın oynamalarını teşvik ederek bu duruma gelmemizi nasıl izah edeceğiz ve ne şekilde yorumlamalıyız?
Bu konuları daha önceleri bilmiyor muyduk, veya yanlış mı yorumluyorduk, bunlara benzer o kadar çok değişimler var ki, kime ne demeliyiz, ağabeyler nasıllar?
Binaenaleyh sosyal yapıyı, mutlaka en güzel biçimiyle analiz etmeliyiz, bu çok önemli sosyal konuyu ihmal edersek veya önemsemez isek, bunun faturasını ödemekte çok ağır olacaktır.
İnsanları anlamsızca yokuşa sürmenin, bu manada hedef göstermenin, yok olmadı sil baştan demenin, bizim sucumuz yok, suç başkalarının demenin, ne kadar manasız ve mantıksız olduğunu izah etmeye dahi gerek yoktur.
Dava diyerek partilere bağlanırsan, mahkum olmanda, yok olmanda hiçbir zaman uzak değildir, konjoktör önemlidir?
Partileri siyasi bir kuruluş olarak tanıyıp, oyunu da tercihlerine göre kullanırsan, aldanman veya hayıflanman bu nispette olur.
Yok daha çok bel bağlarsan, bir gün elbette bel fıtığı olacağını da bilmelisin, böyle bir durumda dahi seni, doktora götüreninin bulunmayacağını bilmelisin.
Hayatta her şey, kuvvet dengesine göre irtibatlıdır, cazibe çoğu kez güzelde, kuvvetlide ve varlıklı insanda anlam bütünlüğüne ulaşır, bunlar sende kalmayınca, hiç durmaz hemen kaçar!
Yok bir ulvi dava sahibiysen, kaybeden veya kapatılan siyasi partiler, senin davanın yok olmasına, sebep olacak bir gücü, asla bulamayacaklardır.
Çünkü bir dava sahibi olmak, siyasi bir partiye üye olmakla hiçbir alakası yoktur, davanın ne olduğunu bilmeyen ve sahibi olmayı beceremeyen insanlar, bir dava zannederek siyasi partilere sahip çıkarlar.
Bu seviyede bulunan insanlarda, kendilerini dar kalıplara mahkum ederler, siyasilerin yanlışlarına, meşruiyet kazandırmak için, her şeyi göze alırlar, siyasi tercihini değiştirdiğin vakit, seni hemen hain ilan ederler.
Bunca yozlaşmış, kokuşmuş, ahlakı açıdan soysuzlaşmış bir sistemde, hoş görü, sabır, fedakarlık, tebessüm, dürüstlük, en manalı olan, büyük bir değerdir.
Bizlere düşen, önümüze sunulan oluşumlardan, ilgimizi çeken hangisi ise, onu hakkıyla araştırarak, kendi kanaat ve tercih hakkımızı, bizzat kendimiz kullanarak, sorumluluğuna da katlanmamızdır.
Canımıza sahip çıktığımız gibi, paramıza kıymet verdiğimiz gibi, tercihlerimizi ve kanaatimizi de, bu anlamda önemsemez isek, bu ne yaptığımızı veya ne yapacağımızı bilmiyoruz demektir.
Böyle yapıda bulunan, o kadar çok insan var ki toplumumuzda, insanın üzülmemesi, hayıflanmaması elbette içten bile değil.
Bu bakımdan da yılmadan, umursamazlık yapmadan, bu insanlara ufuk kazandırmak, tefekkür ve düşünce odaklarını, kendi asli ihtiyaçları kadar, önemsemelerini sağlamak, toplum öncülerine, mütefekkirlere ve yazarlara düşüyor.
Çok yoğun geçen bir gündü, bu bakımdan oldukça yorulmuştum, büroda işler yoğun olduğu için, eve saat 20.30 civarında gitmeye karar vermiştim.
Motoruma binerek, Erkilet bulvarından ilerliyordum,Sümer bez fabrikasını henüz geçmiştim, önümde beyaz renkli, fort marka bir otomobil ilerliyordu.
Atatürk lisesinin oraya yaklaşırken, sağa dönmek için sinyalini yaktı, bende tabi olarak sol şeride geçmek niyetiyle ilerliyordum.
Önümde sağa dönmek için, sinyal veren aracın şoförü, direksiyonu aniden önüme kırınca, bir anda çaresiz kaldım. Motorun frenine bastım fakat ne mümkün, kayarak vardım ve o hızla, aracın arkasında bulunan tampona çarptım.
Bu çarpmayla motordan fırlayarak, havada taksinin üzerinden iki veya üç takla atarak, kaldırımın üzerine düştüm, kulağıma bir annenin feryadı geliyordu, ama ben çarpmanın şiddetiyle, kendimde olmadığım için, hayal gibi geliyordu.
Kollarımdan, bacaklarımdan tutmuşlar, bu vaziyette araca bindirirlerken, kendime geldim, iyi olduğumu söyleyerek, hastaneye gitmeme gerek olmadığını belirttim. Yalnız karşımda hiç tanımadığım, çırpınan bir adam dikkatimi çekti, bu kişi ısrarla hastaneye gitmemizi, tavsiye ediyor ve böyle olmasını istiyordu.
Meğer arkasından çarptığım aracın sahibiymiş, sağa dönmesi gerekirken neden karar değiştirdiğini ve hangi sebeple tekrar sola döndüğünü sordum.
O dizlerine vurarak, suçsuzluğunu anlatmaya çalışan adam, bak gardaşım, sana kurban olayım ki, benim hiçbir suçum yok, önüme aniden çıkan, şu yaşlı teyzeye çarpmamak için, sola kırdım deyince, tamam onunla geçmiş olsun ve Allah hayırlısını versin diyerek onları gönderdim.
Ayağa kalktığımda, müthiş derecede kaval kemiklerim, bileklerim ve kasıkların ağrıyordu, motorun öyle enteresan duruşu vardı ki, devrilmemiş, amortisörler dikelmiş, adeta göreve hazırım der gibi bekliyordu.
Arkadaşların yardımlarıyla, motoru elimizde götürerek eve gelmiştim, fakat hiç bir şey söylemeden yatağa uzandım, ağrılarım çok fazlaydı, belki de kendimi dinleyince sakinleşirim, kanaatiyle sessizce yatıyordum.
Cenabı Hakka şükürler olsun ki, sakat kalmadan iki,üç gün sonra yeniden çalışmaya başlamıştım.
Askerlik vazifemi yapmamıştım, tecillide olmadığıma göre, beş yıl geçtiği halde, arayan, soran olmaması benim garibe geliyordu.
Belki basın mensubu olduğumu bildiklerinden, mühlet tanıyorlardır zannıyla, düşündüğüm oluyordu, beklide böyle düşünmemin hiç alakası bulunmuyordur!
Fakat sürekli olarak, ne zaman çağrılacağımı düşünmek, ve bu kaygılarla yaşamak, benim tarzım değildi, sırf bu nedenle araştırmaya ve durumumu netleştirmeye karar vermiştim.
O günlerde İstanbul’dan gelen ve misafirim olan Mehmet Maden bey, aynı zamanda gazetemizin, yayın, dağıtım ve pazarlama müdürüydü.
Son derece beyefendi, bir kişiliğe sahipti, aslen Konyalıymış, mesleği de edebiyatçı ve yayıncılık işleriyle de uğraşıyormuş, akşam fakir hanemizde yemeğimizi yedik, sohbet ediyorduk.
Kapının zili çaldı, açtım karşımda küçük kayın biraderim Ali’yi görünce sevinerek hoş gedin dedim. Alinin yüz ifadesi, mahcup ve endişeliydi, eve girmedi ve Mustafa ağabey, babam seni evimizde acele bekliyor dedi.
Hayırdır Ali, bu saatte neden bekliyor bir, problem mi var deyince, ağabey inan ki ben hiçbir şey bilmiyorum, sadece bana söyleneni yapıyorum, fakat biraz sinirli olduğunu gördüm dedi.
Ali şu anda misafirim var gelemem deyince, Ali eğer siz şimdi gelmezseniz, babam buraya geleceğini söylememi istedi dedi, bu duruma çok şaşırmıştım!
Neden bu saate bekleniyordum, niçin ısrarla gelmem isteniyordu, çok merak ediyordum, fakat icbar edilmeye de müsait bir kişiliğe sahip değildim.
Peki Ali babana gelemeyeceğimi söyle, buna rağmen gelmek isterse, buyursun gelsin, onu bekliyorum dedim ve Aliyi uğurladım.
Fakat keyfim kaçmıştı, şaşkınlık hoşlanmadığım halimdi, bu durumu çok gizleyemedim, misafirimize de durumu kısaca özetledim.
Hanıma sordum, haberim yokken herhangi bir şey odumu diye, kendiside meraklandı fakat, ne olduğundan haberinin bulunmadığını söyledi.
Sabah kahvaltımızı yaptık ve misafirimi terminalden yolcu ettim.
Daha sonra süratli bir şekilde, kayınpederim olan sevgili Mükremin hocamın, beni beklediğini düşünerek, sabaha kadar beni rahatsız eden çok önemli meseleyi öğrenmek ve vuzuha kavuşturmak niyetiyle evlerine vardım.
Zile bastım, kapıyı baldızım Emine açtı, hocamın evde olduğunu öğrenince içeriye girdim, selam verdim ve sedire oturdum.
Hocamı, şimdiye kadar hiç görmediğim ve şahit olmadığım bir gerginlikte buldum, kayınvalidem de yanı başında oturuyordu.
Hocama, hayırdır inşallah buyurun sizi dinliyorum dedim.
“Biz kızımızı bunun için mi sana verdik” deyince beynimden vurulmuşa döndüm, hemen benim bilmediğim veya benden saklanan bir meselemi vardı, endişesiyle ne olmuş, hayırdır dedim.
Benim eşim, ehlim, zevcem olan ve emanetimde bulunan, ve bu sebeple de hayatımı kaygısızca paylaştığım bir insan olarak!
Her şeyini benimle paylaşması gerektiği halde, annesine, babasına, benden gizlediği herhangi bir derdini mi paylaşmıştı, eğer böyle yaptıysa bu durum benim için affedilmez bir hataydı.
İçimden inşallah böyle bir şey olmamıştır diyerek temenni ediyordum, çünkü eşimi seviyordum, ondan memnundum.
Hocam titrek bir sesle,yutkunarak kızıma soğan ve çemen ekmek yediriyor muşunuz, bunu ben asla kabul edemem, diyerek konuşmasına devam etti.
Onun için sana iki şık söylüyorum, birincisi; hemen annen gilden ayrılacak ve başka bir eve taşınacaksınız!
İkincisi de; şayet bunu yapmaz isen, kızımı hemen getir ve bana teslim et deyince, daha birçok şaşırdım!
Asabım bozulmuştu, sen bu kanaate nasıl vardın, bunları kızın mı anlattı sana, yoksa yanında oturan şu hanımın mı diye sordum?
Ben kızımı hiç görmedim, onu hiç dinleme fırsatı bulamadım ve bunları da nereden öğrendiğime gelince, bu sadece benim bileceğim bir konudur dedi.
Ayağa kalktım, kayın pedere yönelerek seni uyarıyorum, ben yaşadığım müddetçe, bir daha anamı ve eşim olan kızını, bu şekilde ağzına almayacaksın, bunu bir daha denersen, sana çok farklı mukabelede bulunurum, bunu sakın ola ki unutma, dedim ve kapıyı sert bir şekilde çarparak, oradan uzaklaştım.
Kafam, dimağ durmuştu, adeta duman olmuştum, sağlıklı düşünemiyordum, eve geldim, konuyu farklı bir şekilde araştırdım, kimsenin bir şeyden haberleri olmadığını anladım ve rahatladım.
Ehlime bir müddet sonra, baban bana bu teklifleri yaptı ne dersin deyince, üzerine hiç bir zaman toz kondurmadığı babasına.
Kararlı ve oldukça emin bir tarzda, olacak şey mi bu, ne saçmalık, demesine içimden çok sevinmiştim ve hala bu günkü gibi hatırlarım.
Annemden şüpheleniyordum biraz, sabırlı, ehli salat ve hoş görülü değildi.
Sevgili babamı ve garip olan gelinini, ben evde bulunmadığım zaman, oldukça rahat bir şekilde gagalardı, babam annemden çekindiği için, onun olmadığı zaman bana içini dökerdi, hatun zaten hiç şikayette bulunmazdı!
Annem benden çok çekinirdi, babamdan değil de benden korkardı, yıllarca tespit ettiğim yanlış ve hissi, nefsi tavırları çekilecek gibi değildi.
Bir keresinde, eğer babama bir daha bağırdığını görürsem ve hizmetinde kusur edersen, seni bir daha anam diye saymam, bunu bilesin diye kızmıştım!
Benim böyle bir hakkım olmadığını biliyordum, ama babam için yaptıklarımın, şahsımla alakası olmadığından, bu nedenle zulüm sayılmayacağına inanıyordum!
Çünkü annem her şeyin tazesini, iyisini kendine ayırır, kalanını babama ikram ederdi, bununla da yetinmeyip, onu uşağı gibi çarpıp azarlardı, bu yüzden babam sürekli mazlum durumundaydı.
O nedenle, çocukluğumdan itibaren gelişen ve bu konularda, kronikleşen hassasiyetim, bir kadının bu anam dahi olsa, sesini yükseltmesine, pervasızca davranmasına, asla tahammülüm yoktu, mutlaka hanımefendi olmalıydı, olmasa dahi, olmaya çalışmalıydı.
Aksi taktirde kadınsız bir hayatı tercih etmek zorunda kalırdım.
Epey sonra öğrendim ki, annemle, kaynanam biraz atışmışlar, sebepte eşim halı dokurken, bazen annesi de yardıma gelirdi, annem gariptir fakat istemezdi.
Kaynanamda bir sabretmiş, iki sabretmiş dayanamamış, efendisine durumu izah etmiş, bana anlatılan bunlar.
Bunlar doğru bile olsa, kayın pederin böyle davranmasını asla gerektirmez ve böyle bir üslûp hatasını da, kesinlikle affettirmez, tüm bunlardan daha da önemlisi!
Kayın pederler, hiçbir suretle talak talebinde veya teklifinde bulunamazlar, onların böyle bir hakları bulunmamaktadır, bu nedenle bazen böyle gelişen müessif olaylar, sinemizde silinmeyen izler olarak kalacaktır.
Eşimle oldukça güzel bir şekilde anlaşarak, huzur buluyordum, fakat bazen annem ne hikmetse, sudan bahanelerle huzursuzluk çıkartıyordu.
Bazen bahçede çalışırken yanıma geliyordu, gelininin olumsuz davranışları olduğunu söylüyordu.
Oysa ki benim olmazsa olmaz kanaatim, eşimin haklı gerekçeleri dahi olsa, anneme ve babama katiyen sesini yükseltemez ve hürmette kusur edemez, bunu ima olarak dahi gösteremez.
Bana uygun bir zamanda meseleyi izah eder ve ben müdahaleyi gerekli gördüğüm vakit yapardım.
Gariptir ama eşim, annem hakkında hiç şikayette bulunmuyordu, bana şikayette bulunan sürekli annem oluyordu, hanım ise yüzleşelim diyordu, yine bir gün anacığım madem ki böyle diyerek çağırdım gelinini, haydi her ne olduysa anlat bakalım dedim.
Annem ben sana daha önce anlattım, bana güvenmiyor musun diyerek çıkıştı, anacığım elbette güveniyorum fakat, birde gelinini dinleyelim diyerek ısrar ettim, hanım anlattı olayı, hangisi doğru şimdi söyle anne deyince, gelinin anlattığı doğru demezmi
Mesele vuzuha kavuşmuştu, annem enaniyet inden, sudan sebeplerle, huzursuzluğu neden çıkarttığını, mütefekkir ve alim şehit Seyit Kutup ne güzel analiz yapmış ve demiş ki!
“Analar erkek evlatlarını everdikten sonra, onları gelinlerinden kıskanırlar, gerekçe olarak, büyüttüğüm, gözüm gibi baktığım oğlumu, elin kızı elimden aldı ve kendine bağladı, kanaatiyle iç mücadele başlatır!
Yetersiz olduğunu anladığı zaman efendisine, inandırıcı olmak için nüfus etmeye başlar, beyini kendi safında göremezse, onu da düşman ilan eder, daha da olmadı, herkesin kendine tabi olmasını sağlamak ister, başarana kadar huzursuzluğu devam ettirir, daha da olmadı mı, oğlundan da vazgeçerek onları dışarı attırır, fakat tüm bu eylemlerinde kendini sürekli haklı görür”
Zatım ve sabırlı ehlim Allah’a şükürler olsun ki, bu tespitlerin hepsini en acı haliyle, yaşamak durumunda kaldık ve tecrübe olarak sinemize silinmeyen bir izi nakşederek koyduk.
Gazete temsilciliği ve dağıtım hizmetleri gayet güzel gidiyordu, askerliğimi henüz yapmadığım için, ne zaman çağrılacağım belli değildi, işlerimi bir program dahilinde yürütebilmem ve ileriye dönük hesaplarımı, düzenlemem maksadıyla, askerlik meselesinin netleşmesi gerekiyordu.
Normal süremden beş yıl geçtiği halde ne hikmetse çağrılmamıştım, askerlik şubesine giderek neden bu zamana kadar geciktirildiğimi öğrenecektim.
Askerlik şubesinde muhatap olduğum şahıs, kaydımın olmadığını söyleyince, bu nasıl olur demek zorunda kaldım.
Fakat bazen böyle olabildiğini söyleyerek, takip edeceğim prosedürü izah etti, yani ben askere gitmek için baş vurmasaydım, ne arayan var, ne soran fakat ben buna duyarsız kalamazdım.
Nüfus müdürlüğünden kütüğümü çıkartım ve gerekli evrakları alarak askerlik şubesine yeniden gittim.
Mart ayının üçüncü gününde, Ankara zırhlı tümende olacağımı, mızıka sınıfına gideceğimi, ve o nedenle de evraklarımın hazırlanacağını, dolayısıyla bir müddet sonra, yeniden uğramamın, daha isabetli olacağını ifade ettiler.
Mızıka sınıfı dikkatimi çekti, benim mızıkayla ne ilgim olabilirdi, ilk aklıma gelen ağıza götürülerek üflenen bir alet olmasıydı, merakımdan duramadım araştırdım ve askeri bando bölüğüne verilen bir isim olduğunu öğrendim.
Askere gideceğimi ve ne zaman gideceğimi, öğrenmem benim için çok önemliydi, dolayısıyla her şey netleştiği için oldukça rahatlatmıştım.
Evimizde sevinçle karışık tatlı bir hüzün, baş göstermeye başlamıştı.
Sevgili ehlimin yükü oldukça fazlaydı ve bir o kadarda kutsaldı, çünkü neslimizin devamı niteliğinde bulunan, muhabbetimizin tezahürü sayılan ve bizlere bir emanet olarak bahşedilen, daha da önemlisi, bir anne olmanın ve babalık sıfatını kazanmamın müjdesini taşıyordu.
Artık kendimi,ehlimi ve işlerimi askerlik günüme kadar hazırlıyordum.
Gazeteyi, dolayısıyla temsilciliği yeni askerden gelen, temiz ve iyi bir arkadaş olarak tanıdığım, Mustafa Öztürk kardeşime teslim ederek bırakacaktım, o bakımdan onun yetişmesini bekliyordum.
Yaptığım araştırma ve tespitler neticesinde eşimi, babasına askerden dönene kadar teslim edecektim.
Maksat eşimin daha rahat ve huzurlu bir ortamda, yolumu beklemesini temin etmekti, çünkü biliyordum ki annem, burnundan fitil fitil getirir, ona hayatı zindan ederdi.
Babamın bana ve gelinine dert yanmasını katiyen istemez, arbede çıkartırdı.
Annem saf, duygusal, hisleriyle hareket eden, fakat genellikle yanılan bir kişiliğe sahipti, akletme, düşünme, mukayese ve muhakeme yapmak her zaman son tercihi olurdu, başka bir çözümde yoktu, böyle yaşamak durumundaydık, zira evin bir oğluydum.
Ehlimi babasının evine teslim etmek fikrini de, rahmetlik Hacı Hasan Efendi bak oğulum, kız evladı babasının evinde emin olur, huzur bulur ve kaygısız oturur.
Fakat senin olmadığın bir mekan zaten ona dar gelir, bu babasının evi dahi olsa, ama o mekanda laf söz olmaz.
O bakımdan biz tavsiye ederiz ki, kız evladı askere giderken, eğer babanız ve anneniz bakıma muhtaç değillerse, bırakın babasına, orada sizin yolunuzu beklesin, diyerek tavsiyede bulunmuştu ve bende öyle yaptım.
Zaten annemin bir çok tavır ve hareketlerine sınır getiriyor, kısıtlıyordum, bulunmadığım bir mekanda, babam zaten zavallı, kendine faydası yok, ehlim garip bir kuş ne yapabilir.
O nedenle ben, geleceğimi ve aile yuvamı, çok sağlam temellere dayandırarak, şekillendirmek ve istediğim seviyeyi yakalamak zorundaydım, bu sebeple de keyfiliğe, asla pirim verilmemeliydi, böyle düşünüyordum.
Biraz yağmur atıştırıyordu, motorla eve gelerek, evrakları aldım ve muhtara gitmek için dışarıya çıktığımda, annem arkamdan bağırıyordu, oğlum gitme hava bozuk ıslanırsın diye, anacığım sen merak etme, hemen gider gelirim diyerek, arkama dahi bakmadan muhtarın evine geldim.
Motorumu çalışır vaziyette bırakmıştım, ufak bir problem vardı, bu nedenle bazen çalıştırmak zor oluyordu, bujilerin değişme zamanı gelmişti artık, fakat bunu gerçekleştirmeye henüz fırsat bulamamıştım.
Muhtarla işimi bitirdikten sonra, motorun yanına geldim ki, maalesef stop etmiş, uğraştım çalışmadı, oradan geçen gencin birine, rica ederek yardımcı olursan, şu motoru iterek çalıştıralım dedim, sağ olsun beni kırmadı ve yardıma geldi.
Motoru her zamanki gibi, vitese takarak itmeye başladık, her zaman olmasa da bazen, denemek zorunca kaldığımız bir uygulamaydı, genelde netice alırdık.
Motoru bir müddet ittik çalıştı fakat, öyle bir hızla çalıştı ki motor, benim üzerine atlayarak binmem, bir türlü mümkün olamadı, zira çok hızlı bir şekilde koşmama rağmen yinede binemedim.
Yüz metre kadar, motorun direksiyonunu ellerimle tutarak, bırakmadan ve çok hızlı bir şekilde, koşmaya devam ederek, atlaya bilir miyim diye onunla koştum.
Lakin motor beni, sürükleme noktasına getirdiği an, dayanamadım ve motoru bıraktım, ağız üstü yere düştüm, yine duramıyordum, o hızla yerde yüz üstü vaziyette, otuz metre kadar maalesef sürüklendim.
Motor hızını almamış olmalı ki hala, aynı hızda devam ederek, kaldırımın kenarına öyle bir çarptı ki, adeta şaha kalktı ve daha sonra hüzünlü bir biçimde, yere yan yatarak yuvarlandı ve motorun haşmeti, beş paralık olmuştu.
Zavallı motorun sesi kesilmiş, ön teker jantı ikiye katlanmış, amortisörlerin dikey ve yatay özelliği kaybolmuş, boyunları bükülmüş bir vaziyette adeta pes etmişti, çaresiz bir şekilde bekliyordu.
Bir kendi durumuma ve birde motorun durumuna baktım, enteresandır belki fakat, ikimizde tarumar olmuştuk,Yarabbi kusurum mutlaka vardır, fakat ben yine sana sığınıyor ve hamd ediyorum diyerek boynumu büktüm ve şükrettim.
Motoru, annemin ve ehlimin ısrarları sonucu, daha da önemlisi, askere gidecek olmam nedeni ile, marangozluk yapan Ahmet usta, diye bildiğimiz bir ademe pazarlık sonucu anlaşarak satmıştım.
Satış sonucunda aldığım senetlerini, ben askerde olacağım için, ticaretle uğraşan Yunus enişteme verdim.
Maddi darlık yaşıyordu, senetleri tahsil etmesini ve sermayesine katarak, çalıştırmasını konuşarak fikir birliğine vardık, ayrıca ben istedikçe, asker harçlığımı da göndererek hesabıma yazacaktı.
İşlerimi yetiştirdiğim, Mustafa Öztürk arkadaşıma teslim ettim, bu şekilde gazeteyi, güvendiğim bir kişiye bıraktığımdan, haylice rahatladım.
Böylece askere gideceğim günleri beklerken, bu arada eksiklerimi gidermeye çalışıyordum, annemi gelini konusunda, ikna edemedim fakat, fazla direnemedi zaten bildiğimi yapacağımdan, anlayışlı olmasını istedim.
Ehlimi babasının evine götürerek, tekrar onlara teslim ettim ve ben yokken nasıl ve hangi hudutlarda yaşayacağını, kimlere gidebileceğini, hiç bir kimsede yatamayacağını ve benzeri konuları işleyerek anlattım.
Bu verdiğim talimatlara, harfiyen uymasının gereğinin ne olduğunu izah ettim, ben kalbi olarak, ehlimin samimiyetinden emindim.
Vedalaştım en yakınlarımla, kendi hanelerinde, zira beni yolcu etmeye gelmelerini istemiyordum, sade bir yolcu olarak valizimi aldım ve terminale gitmek için aheste bir şekilde dolmuşa bindim.
Biletimi gün evveli almıştım, otobüs yerini almıştı, sükunetle yolcuları bekliyordu, hazırlığımı yapmıştım, sakalımı kestim, saclarımı dört numaraya vurdurmuştum.
Nihayet Ankara ya geldim, fakat nedense keyfim yoktu, hiç bir yeri gezmedim, hemen teslim olayımda meseleyi biran önce anlayalım.
Dolayısıyla askerliğin havasını, bir an önce soluklanırsam, meseleleri unutabilirim düşüncesiyle, Etimesgut’a gidecektim, yani meşhur 12 Eylül harekatını yapan, zırhlı tümene asker olarak varacaktım.
Etimesğut’a geldim, benim gibi gelen başka askerlerde vardı, ben bu yuvaya kendimden emin bir şekilde, peygamber ocağı diyerek, kutsallık atfederek geliyordum, bu vatana hizmeti Allah’a ibadet olarak görüyordum.
Kapıdan içeriye girdim, nereye baş vuracağıma bakıyor ve düşünüyordum ki, bir onbaşı beni hızlı bir şekilde çekti ve sırtımı ağaca yasladı, dirseğini çenemin altına dayayarak, peş peşe sualler sormaya başladı.
O kadar enteresan ve hazin bir durumdu ki, sanki bir zanlıyı kıs kıvrak yakalamışlar, sıkıştırarak itirafta bulanmasını ve gerçek maksadının açığa çıkmasını istiyorlardı.
Etrafıma bakınıyordum, bir taraftan cevap vererek, durumu anlamaya çalışıyordum, aksi taktirde onbaşıyı al aşağı ederek tekmeleyecektim.
Kimsenin durumu benden farklı görünmüyordu, demek ki buranın durumu böyleymiş diyerek, içimden geçiriyordum fakat, tahammülüm kalmamıştı artık, sıkılmaya başlamıştım.
O kadar çok konuşmanın arasında, Kayserili olduğumu söyleyince, onbaşı Kazımı tanıyor musun, diyerek bana soru yöneltti.
Kendimi bu badireden, bir vukuat işlemeden kurtarmak düşüncesiyle, hiç tanımadığım halde, evet tanıyorum demek, zorunda bırakılmıştım, onbaşı doğru söyle yoksa, sonun çok kötü olur diyerek, tehdit dolu edayla yeniden sordu.
Anlama özürlü müsün tanıyorum dedim, duymadın mı, diye emin bir vaziyette tekrar ifade edince, onbaşının biraz gevşediğini hissettim, çağırtıyorum bak karışmam dedi, tamam sen çağır gerisine karışma dedim.
Orada birinin Kayserili olması benim için yeterliydi, onun beni tanımaması mümkündü, fakat ben her halükârda onu tanıdığıma ikna ederdim, zira reddetmezdi, edemezdi, bu fırsatı ona asla vermezdim, aldığım riskin gereği buydu, öyleyse bunun üstesinden gelmeliydim.
Her şeyden ziyade kendime olan güvenim tamdı, o bakımdan böyle kararlı olmam, beni kuvvetli kılıyordu.
Merakla bekliyorduk, hem şehrimizi, benim rahatlamamın veya tam tersi olarak, yalan söyledin diyerek, çarptırılacağım cezanın, mümessili olacaktı, bu hiç tanımadığım hem şehrim.
Onbaşı benim rahat oluşum karşısında, etkilenmiş olacak ki, durmuyor anlatıyordu, Kazım çavuşun nizamiyeden sorumlu olduğunu, albayın yakını bulunduğunu, dolayısıyla onun himayesinde bulunan askerin, yaşayacağını anlatıyor.
Bir anda beni ağaca yaslayarak ve bir zanlı yakalamış gibi sorular sorarak, ufkumu tarumar eden onbaşı gitmiş, onun yerini bir insan evladı almıştı, oldukça mülayim, aklı başında sorular soran biri gelmişti.
Korkunun ve torpilin, bir insanı bu kadar değiştireceğini ve aynı anda, çift kişiliği yaşatacağını, ne kadar düşünsem de, bu denli bariz şahit olacağıma asla beklemezdim.
Hafif kilolu, çakı gibi, uyanık olduğu uzaktan fark edilen, Kazım ismindeki çavuş, bir onbaşıyla bize doğru geldiği görününce, yanımdaki onbaşının kendine çeki düzen verdiğini fark ettim.
Zatım için düşündüğüm, çavuş Kazımı hiç tanımasam bile, ruhlar aleminde tanıştığımızı biliyordum, dolayısıyla onun beni tanımaması, benim için pek fark etmiyordu, nasıl olsa benim kendisini tanıdığıma, ikna edeceğime hiç şüphem yoktu.
Yanımıza iyice yaklaştılar, çavuşun yüz ifadesi oldukça sertti, başında duran kepini ani bir hareketle eline aldı ki, karşımda kimi göreyim, sanat okulu bando takımında birlikte çalıştığımız Uğurdu.
Ne kadar şaşırdıysam, Uğur ne yapıyorsun burada, dediğimi hatırlıyorum, tabi sarılıp, kucaklaştık ve beni alarak o mıntıkadan uzaklaştık.
Askerlerin saçları hep ikiye kesiliyordu, berberi çağırdı ve kibar bir şekilde saçlarımı kestirdi, şayet burada kestirmez isem, bölüğümde zor durumda kalacağımı ifade etti, birde çay ikram ederek, eski günlerimizi yad ettik.
Bir müddet sonra beni, çavuş talimgahına götürdü, oradaki çavuş ve onbaşılara sıkıca tembihledi ve merak etmememi,yine geleceğini söyleyerek ayrıldı.
Çavuş eğitimi görecekmişiz, fakat yine problem çıktı, mızıka sınıfında bulunanlar çavuş veya onbaşı olamazlarmış, eğitim bitince subay ve astsubaylarla birlikte çalışırlarmış.
Tank taburu dördüncü bölüğe kaydettiler, sıramızı bekliyorduk, akşam saat 20.15 civarında görevli askerler, bizleri sıraya dizerek soğuk ve rüzgarlı bir akşamda, askeri elbiselerimizi almamız için, deponun önüne getirdiler.
Çok rüzgar vardı, oldukça üşüyorduk, bu yetmiyormuş gibi, çavuş ve onbaşılardan, ağza alınmayacak basitlikte, argo küfürlerde duyuyorduk, dört yıldır içmediğim sigarayı, arkadaşların ısrarı ve ortamın bulanıklığı sayesinde, yeniden yakarak ve öksürüklerin refakatinde nefeslenmiştim.
Depolardan kıyafetlerimizi aldık, doğruca banyoya götürüldük, oldukça kısa ve bir o kadar da tazyikle, nasıl banyo yaptığımızı, anlamadan askeri kıyafetleri giydik.
Kıyafetlerimiz o kadar enteresan oldu ki, tanıştığımız ve yanımızda bulunan insanları tanıyamaz hale geldik.
Her kez durumun vahametini anlıyor ve birbirimize daha çok yakınlaşıyorduk, yani askerlik bu ana kadar beni hiç açmadı, oldukça basit, görevli askerler birbirleriyle sürekli çatışıyor, küfürleşiyor, gücü olan dilediğini yapıyordu.
Koğuş kalk taliminden sonra, önüne gelen toplu halde, mıntıka temizliği yaptırıyordu, dört yüz on beş kişi mevcuttu, yemekhane yetersiz geliyordu, su, tuvalet problemi bulunuyordu.
Eğitim alanına gittik, oldukça uzaktı, sabah koşusunu ve kültür fizik hareketlerini, yaptıktan sonra içtima, hazırlığına başlanmıştı, bölük astsubayı teftişini yaptıktan sonra, bölük komutanı beklenecekti ve tekmil verilerek eğitime başlanacaktı.
On beş gün geçti, gözümüz açıldı, epeyce bir şeyler öğrenmiştik, çavuş ayağa kalktığı zaman, nasıl bir komut vereceğini seziyordum.
Çaya hasret kalmıştık, karavanada kaynatılan çay, suyu bittikçe su ilave edilerek, ücret karşılığında tekrar erata satılıyordu.
(devamı nakşeden izler 12 de)

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:10 AM
Nakşeden İzler (Anı roman 12)

Fakat bir demlemeye mahsus çay, defalarca kaynatılıp servis yapılıyordu, toplanan paraları kimlerin paylaştığı ve nasıl bir vicdanla harcadıklarına tercüme gerekmiyordu.
Bir ağacın altında, İbrahim isminde uyanık olduğunu zanneden, himmet dedeli olduğunu, hiç sormadan söyleyen, arkadaşla oturuyorduk.
Bu İbrahim’le tanışmamızda, benim için çok enteresan olmuştu, çarpıp azarlamıştım ve bir daha yakınımda dahi, seni görmeyeyim diyerek ikazda bulunmuştum.
Askerliğimizin ilk günlerinde, yemekhanede topluca oturuyorduk, benim yanıma yaklaştı, ön dişleri altın kaplama, göz rengi yeşile yakın, ilk aklıma gelen çalgıcı veya çingenemi olduğu idi.
Tanıştık, kaç atış yaptığımı sordu, anlayamadım, daha bölükle atışa gitmemiş tik ki, atış yapılsın, bu arkadaş benden önce gelmedi ki, atış yapmış olsun.
Sen nerede ve ne zaman atış yaptın dedim, buraya teslim olmadan deyince, nasıl yaptın diye yeniden sordum, maksadını anlamaya çalışıyordum, bet teresine gittim, orada işimi hallettim deyince, bu salağın en çok önem verdiği meselenin, uçkuru olduğunu anladım o an anladım fakat, çok canım sıkılmıştı.
İlk tabirim lan sen dangalak mısın, senin ne yaptığını,niçin yaptığını merak eden mi var, sakın bir daha benimle böyle densiz konuşma demiştim, bu çocuktan gıcık kapmıştım.
Daha sonraki günlerde, baktım ki durumunu düzeltiyor, bana yakın olmak istiyor, bende acıyarak ses çıkartmamıştım.
Ağacın altında oturuyorduk, dedi ki: büyük revirde hemşehrimiz anbulans sürüyormuş, kıdemliymiş yanına gidelim, ziyarette bulunmuş oluruz deyince, bende uygundur tanışalım diyerek, o istikamete doğru yöneldik.
Revire vardık, hem şehrimizi sorduk ve onu bularak tanıştık, hoş kalender, ezilmişliği çehresinde barındıran, dahili dertlerini yansıtmayan bir insandı, izzet ve ikramda bulundu, hasret kaldığımız çayı ve kahvaltıyı onun sayesinde içerek ve yiyerek gidermiştik.
Bir anlamda acemi olduğumuz için, rahat oturuyorduk, bilmediğimiz bir konu olursa, hem şehrimiz bizleri uyarır diye umuyorduk.
Bir çavuş yanımıza yaklaşarak, saat 20.50 civarında, arkadaşları merak etmezler mi diye sorunca, hem şehrimiz vallahi bilemiyorum, misafirim oldukları içinde seslenemiyorum demesin mi, anladık ki bir şeyler ters gidiyor, fakat çok geç kalmıştık.
Biz acemi bir askerlerdik, nasıl olsa hemşehrimiz herkesi tanıyor diyerek, rahat oturuyorduk fakat, durum öyle değilmiş.
Mahcup olduk, onunda fazla üzülmemesi için, sen merak etme biz gereğini yaparız dedim ve müsaade isteyerek, teşekkür ettik ve oradan ayrıldık.
Biz gereğini yaparız diyerek,aslında çok büyük bir laf ettik, fakat neyi, hangi mazeretlerle yapacaktık, bölük koğuşa çıkmış, yat komutu biz bulunamadığımız için verilemiyormuş, bölük askerleri bizleri aramışlar bulamamış, firar ettiğimize dair kuşkuları bir hayli yoğunlaşmış.
Yanımda bulunan İbrahim titriyor, parolayı bilmiyoruz, koğuşa oldukça uzak bir mesafedeyiz ve ayrıca parala bilmeden, oraya nasıl ulaşacağız, koğuş binasına varsak bile, nöbetçilerden nasıl kaçacağız, bu ihtimallerin hepsi başımıza iş açacaktı.
Zorluklar, insanları her zaman güçlü kılar, öğretisiyle hareket ederek, bir şekilde aşmamız ve en az zararla telafi etmemiz gerekiyordu.
Sinsi ve gizli bir şekilde karanlıkları tercih ederek, apar topar ilerliyorduk, düşünmeye çalışıyordum fakat, İbrahim durmadan panikliyor ve şimdi ne yapacağız diyerek, sızlanıp duruyordu.
İbrahim sus, canımı sıkma, koğuşa sağ salim çıkarsak, ben ne söylersem, sen doğru olduğunu teyit et ve gerisine karışma dedim, ama ne söyleyeceğimi ve nasıl bir mazeret bulacağımı hiç bilmiyordum.
Birileri gibi ağlamayı ve sızlanmayı, katiyen tercih etmiyordum, çünkü benim böyle, basit bir tarzım bulunmuyordu, gerektiği taktirde, lüzumu ölçüsünde riski her zaman üslenmesini bilmişimdir.
Nihayet kamufleler dahilinde, nöbetçileri atlatarak, koğuş binasının kapısından içeriye girebilmiştik, ilerliyorduk, soluk soluğa kalmıştık, bizleri arayanlarla karşılaştık, vallahi durumunuz çok vahim, tüm bölük soyunmuş vaziyette, kaç saattir sizleri arıyor ve bekliyorlar dediler.
Ben onlarla hiç konuşma gereği duymadan, bölük çavuşu bana gizli bir görev vermişte ve ben o görevi, harfiyen yerine getirmiş bir asker edası ile çavuşun önüne vardım ve dikildim çakı gibi durdum.
Herkes ayaktaydı, çıt dahi çıkmıyordu, ne olacağını merakla bekliyorlardı, çavuş Kayserili, anlat bakalım neredeydiniz, diyerek sordu?
Fakat çavuşun bizi sorgularken, çok alaycı bir tavrı vardı, benim anladığım ve yüz hatlarından okuduğum şuydu, sen ne söylersen söyle, asla kurtuluşun yok, şapa oturdunuz edasıydı.
Sözlerime komutanım, siz bizlere sürekli olarak, botlarınızı veya keplerinizi çaldırdığınız veya kaybettiğiniz zaman, bölüğün şerefinin, beş paralık olacağını ve böylelikle bölüğe, en büyük saygısızlığı yapacağımızı söylemiştiniz.
Biz İbrahim’le gezerken, bir asker kafamdan kepimi aldı ve çok süratli bir şekilde kaçtı, bu şekilde ve kepsiz gelemeyeceğim için, kaçan askeri takip ettim, bu askeri havan taburunda buldum.
Bölük çavuşlarına, şikayette bulunarak kepimi aldım, askeri dövdüler, bana da bölük çavuşuna selam söyle, çakı gibi asker yetiştirmiş, tebrik ederim ve en kısa bir zamanda onun ziyaretine geleceğimi söyle dedi, diyerek sözlerimi bitirdim.
Bölük çavuşu İbrahim’e dönerek, doğrumu söylüyor diye sordu?
İbrahim komutanım doğru söylüyor aynen böyle oldu deyince, bölük çavuşu kasaturayı çıkarttı, ellerimize yavaş sayılacak bir şekilde, birer tane vurarak seni kutluyorum, bölüğün şerefini kurtarmışın, ama çok geç kaldığın için sana, bir kasatura mükafatı verdim diyerek, meseleyi bu şekilde neticeye kavuşturdu.
O kadar rahatlamıştım ki, içim içime sığmıyordu.
Günlerimiz çok hızlı geçmiyordu, spor, yürüyüş, marş, selam, sağa-sola dönüş, tekmil ve silah eğitimi aynı hızda devam ediyordu.
Nöbet tutmak, en çok sevdiğim görevlerimin arasında geliyordu, kendi halimde efkarımı *******le paylaşmak, şiir yazmak beni çok rahatlatıyor, tüm stresten arındırıyordu, işte bu zaman askerlik benim için bir mana ifade ediyordu.
Silah eğitimi, günümüz teknolojik şartlarından uzakta kalarak, çok eski olan ve savaş mazisi bulunan Kırıkkale tüfekleriyle sağlanıyordu.
Marş söylemekten, selam durmaktan, dönüş yapmaktan, ot toplamaktan, taş toplayıp taşımaktan, daha sonraki haftalarda aynı taşları, eski yerlerine getirmekten, kulağıma gelen bol küfürden, en çok kullanılan ruh ve hoca kelimelerinden bıkmıştım.
Bir vukuata bulaşmamak için, zekamı askerliği özümsemek yerine, manasızlığın hat boyuna çıktığı bir mekanda, anlam ifade eden konularla ilgilenmeye başlamıştım.
Güneşin altında, susuz bir mekanda, sineklerin bol olduğu bir tarlada, ot toplamak ve öğle yemeği olarak bulgur pilavı ve turşu yedirmek, askerin tahammül eğitimine tabi tutulduğu hissini veriyordu.
Lakin anlam bütünlüğünü bulmak mümkün değildi, bu nedenle sabretmekten bıktım, başka çözümler üretmeye başladım.
Askerliğin en çekilmez olduğu durumlarda, ben sürekli ziyaret bahçesinde veya izin alarak tercih ettiğim mekanlara gidiyordum, yani bir anlamda kafama göre tümen içinde takılıyordum.
Bu son derece zor başarılacak ve bir o kadarda riski barındıracak tehlikeli bir konuydu, dolayısıyla herkes cesaret ederek tercih edemezlerdi.
Hafta sonlarında kıdemli askerler, onbaşı ve çavuşlar Allah muhafaza kendilerini mürebbi görerek, keyifleri nasıl isterse o şekilde davranıyorlardı, sende emir kulusun, reddetme gibi bir tercihin yok, elbisesini mi yıkattıracak, içkimi aldıracak, keyfi hizmetinde emir erimi yapacak hiç belli olmazdı.
Ben vatan hizmetine talip olmuştum, bunu kanun emrettiği için yapmalıydım, fakat çok daha da önemlisi de, burayı Peygamber ocağı diyerek öğrenmemiz ve bu nedenle, çağrılmadan kendi isteğimizle gelmemizin, başka bir sebebi olamazdı.
Maalesef burada, hayali sukuta uğramam, çok geç olmadı, bölük komutanının içtima alanında, askerlere dönerek ****** çocukları diyerek bağırmasını, nasıl izah edeceğiz, eğer o alanda bir tek ****** çocuğu varsa, oda bizzat ve zaten kendisiydi.
Başımıza komutan olarak, görevlendirilmiş bu müsveddenin, taşıdığını genlerinin odağını ve kimin tohumu olduğunu hala merak ediyorum.
Üst teğmendi, onun için puşt kelimesi, son derece yetersiz kalıyordu, tabur komutanının gözüne girmek için, gece geç saatlerde, Reolara bindirilerek, kara yollarından veya başka resmi kurumlardan inşaat ve başka malzemeler çalınıyordu!
Eğitim alanına, zatıalilerinin talimatlarıyla, yazlık oturma yeri ve kapalı kamelyalar yaptırılıyordu, komutan rahat edecek ve misafirlerini ağırlayacak diye.
Ne yazık ki, askerin biri aracın arkasından düşerek, beyni parçalanmış ve eğitim zayiatı olarak tümeni terk etmişti.
Yazlık yerler yapılmıştı bitmeye çok yakındı, fakat tabur komutanı, bölüğün duyacağı bir şekilde bağırarak, bölük komutanını azarladı ve günlerce uğraştığımız, güneşin altında ne emekler vererek yaptığımız yerler, bir günde yerle bir edildi ve onca malzeme heder oldu gitti.
Biz bunları kimlere anlatacaktık, mümkün mü anlatmak, on başı namaz kılıyor diye, garibanları koruyor diye, pusu kurdular tüfeğini çaldılar, hapse attırdılar, bunları yapanlar bölükte sözleri geçen, köpeklerle çiftleşmek için peşinde koşan, rahatlıkla akşamları içki içen, vatan ve millet sevgisinden yoksun bulunan, İzmir ve İstanbul da yaşadıklarını söyleyen azmanlardı.
Bunlara yurttaş, dindaş vatanın asker evlatları diyebilirler birileri, fakat ben hiçbir şekilde bunları tedaviden geçirmeden, normal bir insan statüsünde bakamam.
Gariptir belki fakat, genelde bu sıfatta bulunan insanlar, askeri kışlalarda kuvvetti ellerinde bulunduruyorlardı, tabi ki böylece adeta saltanat sürüyorlardı.
Yazdığım şiirler askerde çok işime yarıyordu, bölükte ki tahakküm sahipleri, yazdığım şiirleri, benden isteyerek kendi nişanlısına veya eşlerine yazıyorlardı.
Yemekhanede oturuyorduk oldukça sıcaktı, sürekli terliyorduk, bölük çavuşuna Hasan abi bir bardak su içebilir miyim dedim, hassi...tir lan git ve komutanım diyerek yanıma gel dedi, bu tavır o kadar zoruma gitti ki!
Kalktım ve sert bir şekilde, komutanım su içebilir miyim dedim, oda iç dedi, fakat ben içmiyorum diyerek yerime oturdum.
İçimden Mustafa, eğer bu çavuş Hasandan, hıncını alamazsan yazıklar olsun sana, dedim ve o gün bu stresle günümü geçirdim.
Tabur test olacaktı, o bakımdan herkes tüm kıyafetlerini yıkamak durumundaydı, ben zaten temizdim fakat ortalıkta görünürsem, biri çıkar al şu işleri de hallet derse işim kötüydü, reddetmek beni daha çok zora sokardı.
Yemekhanenin önüne çıktım, beş kişi aralarında konuşuyorlardı, oraya doğru yöneldim, henüz üç dakika geçmeden, arkamdan yüzüme biraz sert tokat geldi, kim lan bunu yapan, diyerek arkamı döndüm ki, bizim sanat okulundan cart tin diye lakap taktığımız, arkadaşım olmasın mı!
Sarıldık kucaklaştık, hal hatırdan sonra, beni götürmeye gelmiş, çavuş talimgahında çamaşırhaneden sorumlu on başıymış, sağ olsun izin istedi, beraberce mekanına gittik, benim tüm kıyafetlerimi, yıkadı, ütüledi ve yemeğimi getirdi, yedik daha sonra muhaberede hemşehrilerimiz var, hadi oraya gidelim de, seni onlarla tanıştırayım iyi arkadaşlar dedi.
Sevindim olur diyerek oraya vardık, tanıştık ve aklıma hemen çavuş Hasan geldi, bir şekilde hıncımı almalıydım ondan, yoksa rahatsız oluyordum.
Dedim ki hem şerim, bana müsaade ederseniz, geçici bir müddet kıdemli astsubay, Mustafa Eren olacağım dedim, hayırdır dediler olayı kısaca anlattım, bu fırsatı değerlendirmem lazım, diyerek onları ikna ettim.
Kabul ettiler fakat, çok sıkıntılı olacağını belittiler, ben her sıkıntıya razıyım dedim ve bizim bölüğü bağlattırdım.
Tank çavuş Hasan Sağlam buyurun komutanım dedi, bende Hasan evladım, bölüğünüz askerlerinden Mustafa Cilasun ve Musa Usanmaz diye iki askerin, ziyaret bahçesinde, anne ve babaları sabahtan belli bekliyor, hemen onları buraya gönder, bekliyorum dedim.
Emredersiniz komutanım, derhal göndereyim dedi ve telefonu kapattım, aradan beş dakika geçti yeniden bağlattım, oysaki kırk beş dakikada gelemezler, fakat bulamayacağını bildiğim için, aynı tekmili tekrarladı oğlum henüz gelemediler ne yaptın dedim.
Komutanım araştırıyorum, bulmaya çalışıyorum demez mi, lan zevzek geri zekalı, senin bölüğünde ki askerden haberin yok mu, komutanım yanlış anladınız, elbette haberim var, hemen gönderiyorum dedi ve ben telefonu kapattım.
Bir müddet sonra yeniden arayarak, küfür dışında ağzıma gelen hakareti yapmıştım ve dolayısıyla oldukça rahatlamıştım, fakat beraber olduğumuz arkadaşlar, bu duruma katılarak gülüyorlardı.
Akşama yakındı, teşekkür ederek arkadaşlarla vedalaştım ve ziyaret bahçesine vardım, Musa’yı gördüm yanarak beni arıyormuş, ona merak etme durum kontrolüm de, ben ayarladım bu durumu deyince, yapma ya Allah aşkına nasıl yapabildin, gerçekten mi söylüyorsun diyerek defalarca sormuştu.
Musa da benim yaşlarımda evli ve iki çocuğu olan iyi, fakat oldukça çekingen bir arkadaştı, cesareti yok denecek kadar azdı.
Musa dan ayrıldım, çavuş talimgahın oradan bölüğe gidecektim, çünkü nereden geliyorsun denince rahatlıkla söyleyecektim.
Gidiyorum fakat yol bitmiyordu, hiç görmediğim yerler karşıma çıkıyordu, uzaktan bir kulübe gibi görünen yere yaklaştım, iki tane asker, tüfeği bana doğru yönelterek, parola sordular.
Baktım ki durum oldukça kritik, oğlum ne parolası siz kafayı mı yediniz, alay komutanının şoförü Yunusla beraber geziyorduk, komutanın hanımı çağırdı oda hemen ayrıldı, bende buradan bölüğüme gidiyorum deyince, peki biz nereden bilelim doğru söylediğini dediler.
Öğrenmek çok basit, telefon açar sorarsın dedim, o zaman tamam tertip biz seni görmemiş olalım, şuradan nereye gidiyorsan çekip git dediler.
Fakat ben bu yolun nereye gittiğini bilemiyordum, askerlerde soramadım, çünkü açık vermeyeyim diye.
İlerliyordum fakat nereye gideceğimi bilemiyordum, içimi bir ürperti sardı lakin metin olmam gerektiğini biliyordum.
Metanetimi korumak adına, tek yardım isteyeceğim, kulu olduğuma inandığım, Allah’a gönlümü açtım, içimden geldiğince dua etmeye ve ezberimde ne kadar sure varsa su içer gibi okuyordum.
Zırhlı tümen olması sebebiyle, tatbikatların tanklarla yapıldığı, ayrıca yabancı misyon şeflerinin, nezaret ettiği bir mekan olması, daha da önemlisi bizlere anlatılan bilgilere göre, o meşhur 12 EYLÜL harekatının tapıldığı, bir tümen olması nedeniyle, arazisi de o anlamda oldukça geniş olduğundan, gözümün aldığı alan, yüksek tepelerin olduğu ve her şeyin tam net görülemediği için, sanki meçhule doğru yol alıyordum.
Acemi bir askerdim, gizli paniğim o yüzdendi ve öylece ilerliyordum derken, yorucu olan uzunca bir yoldan sonra, fark edilebilir bir yeşil alan ve daha yüksek bir tepede binaları gördüm.
Çok sevindim lakin, bir koşuşturmaca dikkatimi çekiyordu, burası herhalde çok önemli bir yer diye içimden mırıldanıyordum ki, yaklaştıkça üst rütbeli komutanlar olduğunu, hemen fark ettiğim an, daha da çok heyecanlandım!
Fakat durmuyor ilerliyordum, bir başka seçeneğin olmadığını da biliyordum, ne olacaksa olsun diye içimden geçiriyordum.
Tahmin ettiğim kadar, tabur içtiması yapılmış, komutanlar karargaha geliyorlardı ve dolayısıyla bu binada o meşhur çamlı köşk olmalıydı, yani tümen komutanının mekanıydı.
Hiç istifimi bozmadan, nizami bir biçimde selam vererek, aşağıya doğru ilerliyordum, kıyafetim yeni temiz ve ütülü olduğundan zannederim ki, karargahta görevli askerlerden biri zannederek, hiç kimse bir şey sorma gereğini bile duymadı.
Komutanları geçince, koşarak tabur yemek hanesine, yemek almaya gelen, bölük askerlerinin arasına karışarak, kendi bölüğümün askerlerinin arasına karıştım, yemek ekibindenmişim gibi yaptım.
Arkadaşlarım beni fark edince, özellikle İbrahim, nerdesin herkes seni arıyor, bölük çavuşu burnundan soluklanıyor, fena halde sana kızgın, haberin olsun dedi.
Tabi durumun çok vahim olduğunu hissettim, fakat İbrahim’e çaktırmadım, sanki oda telaş memuruydu!
Bölüğe geldik, oldukça haşin ve gaddar olan Hasan çavuş, gür bir ses tonu ile bağırarak, Kayserili gel buraya dedi, fakat tüm bölük ona bakarak, olacakları merakla bekliyorlardı!
Alaycı bir tavırla söyle bakalım Kayserili, sen nerdeydin, bölük seni aradığı halde izine rastlanmadı, nerede olduğunu bir bilen kimse çıkmadı, yaklaş ta askerliğin kaç bucak olduğunu göstereyim sana dedi.
Komutanım beni çavuşum gönderdi, çavuş talimgahından, çamaşırhane sorumlusu arkadaşım geldi ve onunla, çavuş talimgahına gittik dedim, lakin yüksek bir ses tonu ile hangi çavuş gönderdi dedi.
Çeçen çavuş, diyerek karşılık verdim ve hemen çeçeni çağırttı oda geldi, çeçen çavuşa, bunu sen mi gönderdin, diyerek kızgın bir edayla sordu, çeçen çavuş benim yüzüme baktı, sabahki olayı bir an hatırlayamadı ve cevap vermekte geç kaldı.
Hasan çavuş bana dönerek, hani ne oldu Kayserili derken, Çeçen çavuş tamam hatırladım, doğru ben göndermiştim ve sana da söylemiştim diyerek çıkıştı, bu arada oh be elhamdülillah, diyerek oldukça ferahlamıştım.
Hasan çavuş ulan Kayserli, yine yırttın hadi gözümden kaybol dedi ve ben tabi ki oradan hemen kayboldum, fakat içim içime sığmıyordu, yüreğim serinlemişti.
Normalde askerlik, oldukça önemli ve hatta zevkli, yirmi yaşına kadar, herkes den ve her bir yerde dinlemek zorunda kaldığın, askerlik muhabbetini, tüm açıklığıyla ve bir solukta öğrenmiş oluyorsun.
Fakat ne zaman görev dışında, yani erbaşların keyfe keder istek ve talepleri seni buluyorsa ve de yapmak zorunda bırakıyorsa, işte o zaman bir yolunu bulup stresten kurtuluyorsun, tabi ki riskinin de oldukça çok, olduğunu bildiğin halde.
Zira aklın yolu birdir, ne yapacağını, nasıl yapacağını ve ne zaman yapacağını hesapladığın vakit, çok bir meselede kalmıyordu zaten.
Mesela bir örnek verirsem, daha da iyi anlaşılacağını umuyorum.
Bir gün bölük, oldukça ciddi bir şekilde, sayım yapılarak toplandı, tabi bizde tabi oluyoruz, fakat nereye gideceğimizi bilemiyoruz.
Sıraya girdik, daha sonra çok uzun olan, yorucu bir yürüyüşle, bazen uygun adım ve bazen marşlar eşliğinde ve çok sıcak bir günde, sivri sineklerin serbest atış yaptığı bir mevsimde, hafif çamurlu ve otların hür büyüdüğü bir mekanda, bölük çök diye bir ses duyuldu.
Merakla bekliyorduk, fakat sinekler fırsat vermiyorlardı, düşünmeye bile.
Çavuş tiz bir ses tonuyla, bölük haberiniz olsun, bu gördüğünüz otlar, bugün yolunacak ve bu gördüğünüz alan, tamamen temizlenecek demesin mi!
İşte o an, mutlaka bir çözüm bularak, ziyaret bahçesine intikal etmem lazım diyerek, hızlı bir şekilde kararımı verdim ve zemin yoklamasına başladım.
Bir miktar otları toplayıp kucakladım ve uzak bir yere atmak için yürümeye koyuldum, gittiğim yerde üç, beş askeri gözüm kesti.
Kimseye çaktırmadan dikkat kesildim, bizim bölüğün askerleri değildi, selam verdim ve hangi bölükten olduklarını öğrendim, havan bölüğünden olduklarını söylediler, hepside benim gibi acemi askerlerdi.
Cebimde her zaman hazırda tuttuğum, not yazılmış kağıdı çıkartarak, telaşlı bir şekilde, tertip biraz önce ziyaret bahçesinden geldim, şu arkadaşın annesi, babası ziyaret bahçesine gelmişler ve saatlerce bekliyorlarmış, bölüğü burada yazıyor bir yardımcı olursanız sevinirim dedim ve yanlarından istikametimi değiştirerek, hızlı adımlarla ayrıldım ve başka bir yoldan bölüğe karışarak otları yolmaya koyuldum.
Bir taraftan da onları gözetliyordum, ne zaman gelecekler diye, hiçbir şey yokmuş gibi bölük askerleriyle konuşarak, bazen de şakalaşarak, içimden gizlice neticeyi bekliyordum.
Takriben yarım saat sonra, Kayserili diye çağrılmaya başlandım, fakat bu çağrılmayı hiç duymuyordum, çünkü kağıdı getiren askerlerin gitmesini bekliyordum.
Onların uzaklaştığını görünce, yeni duymuş gibi irkilip, çavuşun yanına doğru yürümeye başladım, buyurun komutanım beni istemişiniz dedim.
Çavuş biraz gülerek, lan Kayserili seni anan kadir gecesi doğurmuş aslanım, ben ne yapayım, hadi gözün aydın ziyaretçilerin gelmiş memleketten, seni bekliyorlarmış, hediyeden bizi mahrum bırakma, akşama geç kalma kaybol dedi.
Ziyaret bahçesinin yolunu tuttum, fakat oldukça uzakta bulunduğu için, hızlı bir tempoda oradan uzaklaştım.
Nihayet oraya ulaştım, tabi ki ziyaretçim yok biliyorum, sivil vatandaşları seyretmek bile yetiyordu, rahatlamak için, bu zorlayan psikoloji, beni çözüm bulmaya zorlamıştı ve hamt olsun ki, yine ufak bir gayretimle vukuatsız atlatmıştım.
İşte bu ve buna benzer durumlarda, mutlaka bir çözüm bulmuşumdur, tabi bu benim zeki olduğumdan değil, gayret ve zamanlama noktasında sabretmem ve tevekkel olmamdan kaynaklanıyor zannediyorum.
Bir insan askere neden gitmek ister, tabi bir çok sebep sıralamak mümkündür, fakat en önemli unsur, temel bir görev olması, kendini tanıması, müşterekliği tatması, vatan müdafaasında seferber olması, bunun içinde eğitim alması, daha kaba bir ifadeyle, yaşadığı toplumda adamdan sayılması denilebilir.
Fakat, askerlik o kadar farklı bir meslek ki; anlaşılamayan, meşkuk, monoton ve birazda basit ve hatta teknoloji oldukça geri kalmış, basit bir eğitim masası, ezbere dayalı eğitim vesaire, bunlar o günün şartların da böyleydi, bugün nasıl bilemiyorum!
Şefkati, sevgiyi, nefreti, övgüyü, mananın mantıksızlığını, tahakküm ve disiplinin ifrat noktalarını, güvenin en fazla olması gereken yerde, tedbirin önemini daha iyi anlıyorsun, hele gurbeti öylesine yaşıyorsun ki, sanki aile fertlerinden ilk defa ayrı kalıyorsun vallahi sormayın gitsin.
Yeni ve bir yıllık evliğim, yirmi dört yaşın da evlendim, eşime hasretim, çocuğum olacak merak içindeyim derken, akşamın bir satın da,19,30 civarın da bölüğün yemek hanesin de, Kayserili telefonun var demesinler mi, öyle şaşırdım ki, hala etrafıma bakınıyorum, gerçekten mi diye!
Ne bakınıyorsun haydi durma koş çabuk gel dediler.
Tabi şaşkınlığı üzerimden attıktan sonra, ahizeyi kulağıma tuttum alo buyurun diyerek, kulağıma gelen sesi tanımaya çalışıyordum, çünkü aile efradımın beni aramaları mümkün değil gibiydi.
Mustafa ben Mustafa dayın, nasılsın iyi misin, nasıl gidiyor askerlik dedi.
Dayı hamt olsun alıştık, aramanızı beklemiyordum onun için şaşırdım diyerek karşılık verdim.
Mustafa dayım, havacı ve kademeli, kıdemli bir astsubay olarak görev yapıyordu.
Sürekli şehir, şehir tayinle gezdiğinden pek sık görüşemezdik, birde dayım asker olduğundan herhalde, oldukça ciddi ve sert bir yapısı vardı, nedense yanına pek yaklaşamaz idik.
Zeki dayım da, karacı bir ast subaydı, lakin kara takım diye bildiğimiz, halktan biri gibi sıcak ve ilgiliydi.
Yine de itiraf etmek gerekirse, arayan ciddi dayımdı, Mustafa sana müjdeli bir haberim var, gözün aydın bir kızın dünyaya gelmiş, tebrik ederim seni, Allah analı, babalı büyütsün dedi.
Bende bu nazik davranışından dolayı, kendisine teşekkür ederek, sevincimi onunla paylaştım, asker ocağında böyle hayırlı bir haber, insana farklı ve garip bir duygular yaşatıyor.
Allah herkese nasip etsin ve bu haberle merakla beklediğim çocuğum, sağ-salim dünyaya gelmiş ve sevgili eşimde selametle kurtulmuş, ve ben böylece baba olma mutluluğuna erişmiş oldum.
Benim yüzünü dahi göremediğim biricik kızımım ismini, babası olarak ben koyacağım dediğim için, yirmi bir gün isimsiz kalarak, dağıtım için izine gelmemi bekliyordu, kolay mı ilk çocuğum onun ismini, güzelce araştırarak koymam gerekiyordu, böyle düşünüyordum.
Kayın pederim hoca olduğu için, sekiz çocuğunun ismini koyduğu gibi, sayısız bir çok çocuğun da ismini koymuştur, içimde ki gizli kanaat benim çocuğuma, babamın isim koyması uygundu.
Lakin, canım babam böyle işlerle pek alakası olmayan, kendi halin de, saf tevekkel, hinliği hiç olmayan canlı bir tarihti, hatıralarını bilmem kaç kez, defaten dinlemişimdir, hatıralarından birisini anlatmaya başlayınca, arkasını ben getirebiliyordum.
Aslan babamın böyle bir hissiyatı olmadığından, benim devreye girmem kaçınılmazdı, babam adına böyle düşünüyordum ve öylede yaptım.
Dağıtım iznine gelmek için, tümene otobüsler gelmiş onlara binerek ayrılacaktık, tümenden elli kilometre uzaklaştığımız halde, tekrar çağrılırız kaygısı içimiz de hakimdi, zira muazzam bir baskı uygulamışlardı.
Daha sonra bu duygunun yok olduğunu fark ettik ve sanki askerliği bitirdik coşkusuyla sılaya, yuvama kavuşacaktım, kolay mı bu!
Gönlümün sultanı güzel Kayserime gelince, daha çok rahatlamıştım, sanki hiç ayrılmamış gibiydim, inzibatlar terminalde indiğimizde gözümüze çarpmasa, daha da iyi olacaktı, lakin onlarda verilen emirleri ifa ediyorlar, ne yapabilirlerdi!
(devamı nakşeden izler 13 te)

Mustafa Cilasun

GooD aNd EvıL
10-01-2008, 11:11 AM
Nakşeden İzler (Anı roman 13)

Bir dolmuşa binerek, mahalleme dolayısıyla onca yıllarımın geçtiği, evimize doğru merakla ve tabiî ki sevinçle gidiyordum.
Merak ediyordum çünkü, annem eşimi kendi ailesinin yanına bırakarak, askere gitmeme pek razı olmamıştı, bende biliyorum ki, birtakım insanlar annemi boş bırakmazlar fit verirlerdi.
Annem de zavallı, çok düşünmeden hemen inanır ve tavır alırdı, kendi asık suratı yetmiyormuş gibi, ayrıca zavallı babamı da devreye sokarak ve bana tavır almasını sağlardı.
Babamı masum görüyorum, başka bir seçeneği yoktu, zira annem onun iflahını keserdi.
Hele bir annemin sözünü tutmasın, annem çarpıp azarlar, bin pişman ederdi, ne yapsın geçinmek zorunda, sabır etmeseydi, kırk yıllık bir evlilik devam edebilirimiydi!
Babamın da fevkalade hataları vardı, aile sorumluluğu pek yoktu, bir aile reisine düşen görevleri çok önemsemezdi, belki bunları çok idrak edemediğindendir, beklide iyi yetiştirilmediğinden, daha da önemlisi kendini muhasebe etmesini çok bilemediğindendir.
Ama her ne olursa olsun, nasıl olursa olsun benim babamdır, hem de aslan babamdır, kundura tamircisinin yanın da çırak olarak çalıştığını anlatırdı, iyi dikiş diktiğini fark ederdim, babam çocukluğun da muzipmiş.
Sırf seyredip gülmek için bir gün, evlerinden yoğurdu ve bir tutam acı biberi alarak, gizlice suyu çekilmiş dereye iner, orada yayılmakta olan dananın yanına yaklaşır, elinde ki yoğurdun içine kattığı acı biberi, dananın ağzına burnuna sürer.
Dana siyah olduğundan beyazlanıyor fakat, zavallı dana nefes aldıkça, genzine çektiği acı biber, tıksırmasına sebep olduğundan, her nefes alışında mutlaka şiddetli bir biçimde hapşuruyor muş.
Babamda dananın karşısına geçmiş katıla, katıla gülüyormuş, böyle içten gülmenin sebebini merak eden, arkadaşı yanına yaklaşarak hayırdır ne yapıyorsun, diye sorduğunda, danayı güzellik seansına tabi tutuyorum demiş.
Yine annemden dinlediğim babamla ilgili bir anısın da, 50-60 lığ yıllar yokluğun çok olduğu yıllardı, borç harç piyasaya yeni çıkan bir gazocağı alırlar evimize, iki sokak arkamızda oturan komşularımızın gazocağı, çok pompalandığından patlamış, evlerine ve çocuklarına hayli zarar vermiş.
Bu olayı duyan babam çok içerlemiş, evimize gelir gelmez, borç,harç alınan gazocağını bir eline, diğer eline de keseri alarak, annemden gizlice kuytu bir yere çömelerek, gazocağını kırıp parçalamak niyetiyle, defalarca gaz ocağına vurur.
Annem sesin geldiği yöne doğru yaklaşarak, duruma vakıf olmaya çalışıyormuş, bunun farkına varan babam, daha çok gizleniyor lakin, annem uyanıktır durumun vahametini hemen anlıyor.
Annemin içi gidiyormuş, kolay mı borç harç alınmış, gaz ocağını elden gidiyor görünce, daha parası dahi ödenmemiş olduğundan, dayanamıyor ve Allah ciğerine inmeler insin, ömrün kesilsin, olmaz olasıca, başıma nerden çıktın, hiç gazocağı kırılır mı, tefi dürül esice diyerek hayıflanır.
Babamda duruma bakar ki çok vahim, bir solukta hemen cevaben çocuklarım mı ölseydi, öyle daha mı iyi olurdu söylesene diyerek işin içinden çıkar, annem o an söyleyecek pek bir şey bulamadığından bakıp kalır.
Fakat gazocağı, babamdan yediği keser darbelerinden, ocak olmaktan çıkmış, babamda maksadına ulaşmanın huzurunu, gizli bir biçimde yaşamış, babam için yemek pişmiş, pişememiş onun sorunu değildi.
Duygusallık, sevgili babamda çoğu kez mantığın önüne geçiyordu, fakat o bunun hiç bir zaman farkında olamıyordu veya olmak istemiyordu.
Sevgili canım anacığıma da pek kızamıyorum, çünkü aile sorumluluğunu tek başına yüklenmiş ve bir çok zorluklara rağmen, aklının yettiğince ufak,tefek hatalara rağmen, üstesinden gemliye gayret ediyordu.
Bir garibin tarifini yapsalar, annem bunun tam muhatabıydı, beş günlük iken annesini kaybetmesi, babasının en çok bu günlerde sahip çıkması gerekirken, sevgi, şefkat, ilgi maalesef anneme hiç gösterilmemiş, ama diğer hanımından olan dayıma, fevkalade ihtimam gösteriliyormuş.
O günün yokluğun da bulurlarsa sütü, anneme değil de dayıma içiriyorlarmış, hatta annem kız evladı olduğun için midir nedir bilemiyorum, adeta tamamen dışlanmış ve annesinin akrabalarına kaçak, göçek giderek en çok ihtiyaç duyduğu sevgiyi onlarda arıyormuş.
Böyle katı şartlar da yetişen bir insan, özellikle kız evladı ne kadar başarılı olabilir, ilk okulu ikinci sınıfta terk etmiş ve analık elinde her şeyden mahrum olarak yetişen, gariban bir kız evladı.
Hürriyetine kavuşmak adına, babam bir kurtuluş olmuş, lakin yeni evlenen insanlar o yıllar da kaynana, kaynata hizmetinde bulunmadan, kendi evlerine, müsaade olmadan ayrılmaları mümkün olmazmış, hülasa istemediğin kadar çile bol.
Ben ailemin tek oğulları olduğumdan, annem doğal olarak, askere giderken gelinlerini, yanlarına bırakmamı istiyorlardı, annemle hayata bakış frekansımız ve mihengimiz, aynı ölçekte olmadığından, farklılığımız bariz bir şekilde, kendiliğinden ortaya çıkıyordu.
Mesela ben yalan,yanlış konuşana, davranış bozukluğuna şiddetle karşı olan, her şeyin bir güven ortamında, olması gereğine bütün yüreğiyle inanan, yaşantısını bu ölçekte tutamaya azami gayret sarf eden, bir karakter yapım mevcuttur.
Annem ise işine geldiği gibi davranan, toplumun sosyal koşullarını dikkate almayan, aman bugün varız yarın yokuz diyebilen, ahiret’e çok hata bırakan, kulluk noktasın da biraz duyarsız olan zavallı bir insandı.
Onca yıl annemi babama karşı, ailemize karşı, topluma karşı daha duyarlı bir hanımefendi olması, saygın bir kişiliğe sahip olması için, ne kadar gayret gösterdiğimi, bir Allah ve bir de ben bilirim, çoğu kez arkadaşlarımın annelerine gıpta ederdim, bunu da maalesef içime atarak kimseyle paylaşmazdım.
Özellikle toplumun ileri gelenleri dediğimiz, alim, arif ve hal ehli olan değerli insanları tavsiyelerine uyarak, askere giderken zevcemi kendi babasına emanet etmiştim, bu kararımdan asla pişman olmadım, annemin duygusallığını bir biçimde anlıyordum fakat;
Sevgi ve şefkatin dorukta olduğu, bir ailede yetişen,
Maneviyatın ön planda tutulduğu, ortam zenginliğinde filizlenen,
Güven ve emniyetin hiç, ihmal edilmediği bir ailenin kızını,
Allah’ın bir emaneti olarak, nikahımın altına aldığımdan,
Bir eşi ve efendisi olarak, neslimin emniyeti ve selameti için,
Toplum önderlerinin tavsiyelerini, asla ihmal edemezdim.
Evlendiğimizde annenlerle birlikte oturuyorduk, ne çektiklerimizi bir Allah bilir, birde sevgili zevcem, kimselere anlatamazdık yaşadığımız onca sıkıntıyı, çünkü bunlar bizim aile sırlarımızdı ve kimi, kime şikayet edecektim.
Ama zevcemle kendi aramız da o kadar mutlu ve huzurluyduk ki, yapılanlar bizleri çok üzüyordu fakat, bizleri asla yıldırmıyor aksine daha çok yakınlaştırıyordu.
Haşlanmış bir patates ve birde kuru soğan, bizlere fazlasıyla yetiyordu, aksine sevgili ehlim, kendi ailesinin mutfaklarında her şeyin en iyisini yiyerek yetişmişlerdi.
Bir gün dahi hayıflandığına şahit olmadım ve ailesine hiç bir gün sırrımızı vermedi, evimizde fazlasını buluyormuş gibi davranarak, beni her zaman onu re etmiştir.
Her kez tarafından sayılan ve sevilen bir hanımefendi olduğundan, kendisinin gıyabında her zaman gıpta ile bakmışımdır.
Çünkü benim bu denli sevenlerim bulunmuyordu, insanların sevgilerini kazanmayı ehlim kadar başaramıyordum, bu bakımdan Allah’ın benim için bir lütfü olduğuna inanarak, dünya ve ahiret arkadaşım olarak gönlümde, her zaman yerini korumayı bilmiştir.
Allah anne ve babasından razı olsun, benim izzet ve şerefimi benden daha iyi ölçüde ve hassasiyetle muhafaza ediyor.
Bir ikinci tercih şansım olsaydı eş için, hiç tereddüt etmeden sevgili eşimi yine tercih ederdim, bu itirafı en kalbi duygularımla yapıyorum.
Tabi bu satırları yazarken, ilk defa olmak üzere, benim için fevkalade özel olan sırlarımı, sizlerle paylaşıyorum.
Çünkü sizler benim için bilinmeyenlersiniz, yani daha açık bir ifadeyle, bu satırları kim okur, kim okumaz bilemiyorum, yalnızca okurlarıma bir hatırat olması dışında, sosyal ve psikolojik olarak bir katkı sağlayacağı kanaatiyle yazıyorum.
Sevgili eşim bu itirafları duysaydı, belki de bizim özelimizdi diyerek gücenir veya hizmetini sunmaya daha gayret ederdi bilemiyorum.
Ama yinede ben, bu kadarına bile layık olduğuma inanmıyorum, meltem rüzgarının esintisinde yetişen bir fidanla, lodos rüzgarında yetişen bir fidan arasında, ne gibi bir fark var ise, sevgi ve şefkatte eşim meltemi, ben ise lodos rüzgarını temsil ediyorduk, bu bakımdan!
Kendisinin bana gösterdiği tahammül ve bitmeyen sabrı, ben mümkün değil gösteremezdim, zor anlaşılan bir kişiliğe sahip olduğumu biliyorum, onun için defalarca kendisine teşekkür ediyor, satırlarımda saygı ve şükranlarımı sunuyorum.
Hani daha önce sizlere, satırlarımda bahsetmiş olduğum, lakabı kara Mehmet olan, can dostum bir arkadaşım vardı ya hatırladınız mı, ilahiyat fakültesi mezunuydu, şu sıralar Erzurum’un Oltu ilçesinde müftülük yapıyor.
İşte bu hal ehli arkadaşım Mehmet bir zamanlar bana demişti ki, Mustafa gardaş, sana bir şey şöyleyim de kızma sakın, olmaz mı demişti, estağfurullah Mehmet’im ne demek kızmak, haddime mi demiştim ve gözlerime bakarak, seninle bu dünyada geçinen bir hanım, mutlaka cennete girer demişti.
Tabi ki kızmam demiştim fakat, doğrusunu isterseniz içimden biraz da bozulmuştum, kendisine belli etmeden, neden diyerek duramadım sordum, bana dedi ki: sen her şeyin adil olmasını istiyorsun ve hemen sinirleniyorsun ve tahammülün çok az demişti, beklide haklıydı, ama bana göre;
Her insan sorumluluğunu bilmeli, haksızlığa, yalana, ihanete hiç tahammülüm yoktu, bunu da elimde olmadan ve istemeden yüz hatlarımdan belli ediyordum.
Belki biraz duygularımı gizleyerek, biraz tahammül göstererek ve bir müddet zamana bırakarak, böyle davranma yolunu tercih etsem, belki birilerinden daha çok kabul göreceğim.
Fakat böyle bir erdem ve fazilet benim becerebildiğim bir iş değildi, bazen böyle yapabilmeyi becersem, diyerek hayıflandığım olmuştur.
İşte askerden dağıtım iznine gelirken, merakımın temel nedeni, annemlerin bana karşı tavrıydı, sevgili babamın masum olan, fakat annemin dolduruşuyla asık duran yüzü, benim en önemli kaygı nedenlerimdi.
Eşimi babasının evinden alarak, bizim eve getireceğim, durum nasıl olacak acaba diye, kaygılanıyordum tabi olarak.
Evliliğimin birinci yılı dahi dolmadan, biran önce geleceğimi düşünmek sebebiyle, çocuklarımın her zaman başın da bulunmak için, işimi kalıcı yapmak kaydıyla ve tüm bunları şekillendirmek niyetiyle askere gitme gereğini duymuştum.
İsmini yirmi bir gündür koymayı geciktirdiğim, biricik ve tek göz ağrım çocuğuma nihayet kavuşacaktım, tabi çocuğumun annesi sevgili eşime de.
Kolay mı evlendikten sonra, eşimden ilk defa ayrı kalıyordum, yirmi dört yaşıma kadar hiçbir kadına yakın olmamıştım, uzuvlarımın haysiyetini ve onurunu korumuştum, her ikimiz de ilk defa karşıt cinslerimize yakın olmuştuk.
Asker ocağın da eğitim yaparken, güneşin altın da yanmıştık, ilk defa asker elbisesiyle eşim beni görecekti.
Asker olmamın yanın da, cazip olan hiçbir tarafım bulunmuyordu, zira harçlığımız az olduğu için, maalesef bir asker hediyesi dahi alamamıştım.
Nihayet evimize gelmiştim, her zaman olduğu gibi annem açmıştı kapıyı, umduğumdan daha iyi karşıladı, canım annem işi rast gelsin, hemen babama seslendi, İsmail efendi bak oğlun geldi diyerek, babam da sevinerek geldi ve hemen ellerini öptüm, sarıldık hal, hatır sual ederek biraz sohbet ettik.
Babasına emanet olarak bıraktığım, ehlim ve çocuğumu almak için, müsaade isteyerek evimizden ayrıldım, kayın pederimin evinin yolunu tuttum, nihayet evlerine ulaşarak, orada da hoş beş yaptıktan sonra, izin isteyip kendi evimizin yolunu tuttuk.
Kızımı maşallah nur topu gibi buldum, fevkalade sağlıklı ve bir o kadar da güzel mi güzeldi, masum bir yüzle etrafına bakınıyordu, yanaklarını nazik bir şekilde okşadım ve ilk defa kendi parçamı öptüm.
İsminin ne olacağının kararını vermiştim, anlam itibarı ile namusunu, iffetini muhafaza eden, haya sahibi manasına gelen ve ayrıca Hz.Fatma ve Hz.Asiye annelerimizin, halk tarafından konmuş sıfatları olması sebebiyle.
Çevremde duymadığım, bizim sülalemiz de hiç kimsede bulunmayan, Betül ismini çocuğuma isim olarak, sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet getirerek, usulüne uygun bir şekilde koydum.
Nihayet bir asker çocuğu olarak dünyaya gelen, yirmi bir gün isimsiz kalarak bekleyen, sevgili kızıma kavuşma bahtiyarlığına bulmuştum Allaha hamt olsun.
Şöyle bir üşünüyorum, haya ve edep timsali hayat arkadaşımın, çok utanacağından, asla sesini dahi çıkaramayacağını, ağrıdan, sancıdan dişlerini kitlenmiş gibi sıkacağını, en son noktaya gelene kadar, annesine dahi durumunu söylemeyeceğini, tahmin ediyordum.
Kuytu bir köşe çekilerek, her bir kimseden kaçınacağını, en çok ihtiyaç duyacağı anlarda dahi, yanında bulunamadığım, o ızdırap dolu günleri hatırladığımda, hala bir sıkıntı çekerim.
İtiraf etmeliyim ki, hiçbir zaman eşim kadar duyarlı olamadım, belki benim bu özrüm sevginin, şefkatin izinli olduğu, bir aile ortamında yetişmemden kaynaklandığını, bazen düşünmüyor değilim.
Tabi bayanların yaratılış itibarı ile, biraz daha duygusal olduklarını, geleceğin annelerinin sevgi ve şefkatte, fedakar olmalarının kaçınılamazlığı, ayrıca unutulmamalıdır.
Kayın pederim, saygın, hafız ve bir imamken, bir çok çocuğun ismini koymuşken, kendi evinde bir emanet ve misafir olarak kalan, kendi öz kızının çocuğuna, kendi torununa bir isim koyamamak durumunda bırakılması, tahmin ediyorum ki, çok üzülmüş ve canını da sıkmıştır, bende üzülüyorum lakin!
Belki böyle katı kararlar almak durumunda kalmamın tek nedeni, ömür boyu güvenebileceğim ve bir yastığa baş koyduğum, iyi ve kötü günlerde tereddüde, kuşkuya kapılmadan bir güven ortamında, her şeyimi paylaşacağım, sevgili ehlimin tavrını daha yakından tanımam adına gerekliydi.
Vermiş olduğum talimatlara bağlılığını, yokluğumda sadakatini, kendi annesi babası dahi olsa, tercihlerindeki duyarlılığını mutlaka bilmeliydim.
Efendisinden aldığı talimatların, her zaman önceliğini koruyacağını, bilmesi ve bunu tereddütsüz uygulaması, benim için kaçınılmaz bir gözlem olmuştu.
Şükürler olsun Allah’a ki, sevgili eşim bu süreçten de, alnının akıyla çıkmıştır, kendisine gıyabında teşekkür ediyorum.
Geleceğimizin kararlarını alırken, şimdilik tek yavrumuz olan, sevgili kızım Betül ve olacak çocuklarımızın, bir aile saadetinde filizlenmelerini, ancak bir güven ve fedakarlığın şart olduğu, muhkem bir aile teşekkülünde mümkün olduğuna, tüm kalbimle inanıyordum.
Hayat felsefem bana bu ölçüleri veriyordu, mutlaka uygulamak durumundaydım, bir başka seçeneğim yoktu, bunlardan taviz verseydim inanın kendime saygım kalmazdı, zira hayat felsefem böyleydi.
Her şeyin açık ve net olması, dürüst olunması, her ne yapılıyorsa maliyetine katlanılması, lüzumsuz lafazanlık ve gereksiz yorum yapılmaması ve mutlaka bir güven ortamında bulunulması, yüreğimin asla vazgeçilemezlerindendi.
Yaşadığım hayatın her safhasında, uyguladığım bir ölçüdür bu, dostlarımı bu ölçeğe uyanlar oluştururlar, bu ölçüden taviz veren kişilerden, kalpten ve onları kırmadan içten içe uzaklaşırım, bizzat istemesem de böyle gelişiyordu.
Etrafımın dostlarla sarılmasını her insan gibi bende isterim.
Çünkü insan, insanlar içinde yaşarken bir anlam ifade eder, yalnız bir insan, insan olduğunun çoğu kez, farkında olamayacağı gibi, hiçbir kıymeti, manası ve önemi olmayacaktır, çünkü bu bir vakıadır.

İnsan sığınan, el açan, konuşan, yerinen, sevinen, iradesini kullanan, karar veren, düşünen, tahkik eden ve bir tek mükellef olan, müstesna donatıları bulunan Allah’ın bir dizaynıdır.
Eğer bir insan sabrı, tahammülü, hoş görüyü, sevgiyi, şefkati, tevazuu, şecaati, gösterme de, zemin ve zamanı iyi kullana biliyorsa, bilmeliyiz ki bu insan, dost zengini olan bir insandır.
Arif ve ilmiyle amel eden insanlara konuyu izah etmeye gerek var mı, işte bende olamayanlar da bunlardır.
Terbiye edilmemiş bir nefsin sahibi olarak, fazileti bulmaya çalışmak,durmadan aramak temel bir düstur olması cihetiyle, manasızlığa koşmak adına.
Cahil ve züğürt bir insanın, ya çıkarsa diye dağlara çıkıp define armasına benzer, daha sonra da, suyu, azığı ve dermanı kalmayarak, umutsuzluğa doğru yolculuğa çıkarak, buhran karşısında düştüğü açziyet!
Temel sorun aklın bilgiye, bilginin tecrübeye, tecrübenin, uygun bir zamana, zamanında tahammüle ihtiyacı bulunmaktadır.
Anlamak, idrak etmek, hissetmek ayrı birer meleke olduğu gibi, farklı ve fakat ayrılmaz birleşenler olduğunu da unutmayalım ve her birinin derinliği farklıdır.
İşte insanlar, bu üç derinlik noktasında, sürekli anlaşılamaz olurlar, ve böylece lüzumsuzluğu paylaşırlar, lakin bunun pek farkında olamazlar maalesef.
Hayatımızı bir hiç mantığıyla, idame ettirmeye, ne kadar çalışırsak, çalışalım yinede bir hiçtir, zira maksattan uzak, anlamsızlığa giden bir yol, manasız bir yoldur.
Ama maksattan maksuda giden her yol, derinlik ifade eden, manalı bir yoldur.
Yaratılmış her şey, her canlı ve kozmik alem, kendilerine verilen mühlet içinde hiç sapmadan, bir ahenk zenginliğinde yollarına kararlılıkla devam ediyorlar.
İnsan yaratılmışlar içinde, tek başına irade sahibi olduğu için, kabul ve ret kararlarını, aklı, bilgisi ve tecrübesiyle iradesini kullanarak verecektir.
Zaten bir manada beyhude geçmiş onca yıllar, mürebbisiz, pusulasız ve manasızlık içinde, adeta insanın içini karartan, hayıflandıran ve bazen de utandıran, geçmiş koca bir zaman, kayıp yıllar olarak karşımada adeta bir şecerem gibi duruyor.
Bizlere bir çırpıda şer gibi, görünen nice olaylar, netice itibarıyla hayır olarak, karşımıza çıkarlar, iyi bir muhasebe ve derin bir tefekkür, bunu anlamak için yeterli sebeptir, her ne başımıza geliyorsa, buna bizzat bizim sebep olduğumuz vakidir.
İnsan olarak akıl, bilgi, tecrübe ve muhakeme seçeneklerimizi kullanarak, dağarcığımızda bilinenleri, mutlaka çoğaltmak zorundayız.
Hafızamız da bilinmeyenler, çoğunluğu teşkil ediyorsa, hatamız, yanılgılarımız, heyecanımız, paniğimiz bizleri neticeye değil, hüsrana götürdüğünü, geç fakat nihayetinde anlarız, lakin iş işten geçmiş olur.
Düşünmek ama neyi hangi bilgiyle, hangi sınırlarda, bunun mutlaka netleşmesi gerekmektedir.
Bir olaya müdahalemiz gerektiğinde, hangi ölçülerde, kuvvet, bilgi, tecrübe temel bir unsur olduğu muhakkak, fakat şartlarını yerinde ayarlayamazsan, istenilen neticeyi asla alamazsın.
İşte sabır, sebat ve metanet daha temel bir unsur olarak karşımıza çıkıyor.
İnsan o kadar harikulade yaratılmış ki, her şeyin bir şeye ihtiyacı olduğunu, haber veriyor ve en bariz bir şekilde, ayan, meyan ortaya koyuyor, yeter ki biz kendimizi dinlemeyi bilelim.
İnsan kendini tanıdığı ölçüde, saygın, vakar, alçak gönüllü ve hizmet perver olur, bu ölçülerde bulunan bir insan, tekebbürü, hırçınlığı ve ukalalığı sinesinde asla barındıramaz, böyle mükemmel bir insanın, gücün ve kuvvetin, kendinde bulunan her şeyin, mutlak bir sahibi bulunduğunu bilmemesi mümkün değildir.
Enaniyet sahibi insanlar, elinde bulunan her vasıtayı, varsa başarıyı kendi zatıyla, kaim olduğunu zannederek, yanılgılarını her fırsatta kusarlar ve şahsiyetlerini pazarlamayı ve her panayırda anılmayı vazgeçilmezleri olarak görürler.
Beşer hükmünde bulunan kendi aveneleri alkış tutarak, makamlarını ve paylarının artması noktasında, tüm enerjilerini sarf ederek, safahatlarının sürmesinin temininde gayret gösterirler, aynı zatlar kuvvetin bulunmadığı zeminlerde, kendilerini pazarlamayı ihmal etmezler, işte bu nevi yaratıklar, asli yet kaygısında bulunmayan biçare gafillerdir.
Terbiye edilmemiş, tedavi görmemiş bir gönül neler istemez ki, dolayısıyla istekler ayrı, bunların yerine getirilmesinde, meşruiyetin aranması daha bir ayrıdır.
Yaşantımızı idame ettirirken, temel bir unsur olarak neyi ve hangi ölçüleri baz alıyoruz, rast gele yaşanılan bir hayat, kimler tarafından kabul görüyor, kabul gösteren mekanların ölçü olarak ele aldıkları değerlerin, derinliğinde neler gizli olduğuna bir bakalım.
Adrenalin yükselişini sağlayan, her bir şey meşruiyet ölçüsünde, makbul olacağını katiyen unutmayalım.
Anlaşılabilir olmaktan çıkan, makul ölçüleri zorlayan, karanlık, gizli, bulanıklığı içinde barındıran, sinsiliği temel gaye edinen, fıtratı zorlayan her hal ve davranış, paniği, merakı, heyecanı hat safhayı çıkartan zihniyetler, dikkatlice ve derinlemesine etüt edilmelidir, zira saf, sübyan gençlerimiz malzeme olmaktan kendilerini bu simsarlardan kurtaramazlar.
Aldandık, aldananlardan olduk, neyin, kimin bilinmeyenleri o kadar çok bulunuyor ki sinemizde, meçhulden sahile çıkmak için kürek çektik, adeta onca yıllar, çok acılar yaşayarak geldik.
Bir babanın oğlum, yavrum demesini, bir talimat vermesini, kucağına almasını, bağrına basarak yanaklarımdan öpmesini, yıllarca bekledim.
Arkadaşlarıma hep gıpta ile bakmışımdır, annesi, babası tarafından, sevgiyi, şefkati daha da önemlisi sahiplenmeyi, idrak ederek yaşıyorlar ve bunun gururunu taşıyorlardı, ben ise onlara bakarak yutkunur dururdum, kimselere açılamazdım bir kil gibi içime yatırıyordum seren canımı.
Minarelerden bir sala sesi duyduğumda, içim gider ve bir insanın toprakla buluşacağı, beklide henüz hazırlanmamış o yüzü soğuk mezara konacağını, yaşarken kendisi için her zaman, bir muamma olan gerçeklerle karşılaşacağını, düşündükçe hayıflanmadığım an, hiç mümkün olamamıştır.
Bizlere bir emanet olarak verilen, her şeyimizi imtihan kaygısından, uzak bir şekilde geçirdiğimiz, onca yılların telafisi, tarafımızdan ne kadar mümkün, bu meçhul sürenin belirli bir mühleti var mı, bunun garantisi böbürlenmemiz dışında, nerededir bir bilen var mı?
İmtihan sathının dahi bir gün, hallaç pamuğu gibi yok olacağı, savrulacağı bir günde, satıh gibi yaratılmış bir insanın, ne hükmü olabilir, kime kalmış, ne kalmış hoş bir seda dışında, yedi ceddimin hikayelerini, Kuran o kadar nezih ve ibretle anlatıyor ki, hissetmemek ne mümkün, duyguları paslanmamışlar için.
Seven, şefkati sinesinde barındıran her insan, bir gün mutlaka gerçekleri fark edecektir, çünkü bu duygunun membaı ilahidir, bir masrafı yoktur ve bila bedeldir.
Yaratanın rahmet ve mağfireti o kadar ulvi ve geniş ki, her yanımızı kuşatıyor olması ve bunun farkında olmamamız son derece normaldir.
Bir hiç iken her türlü rahmeti donanmış, korunmuş olmak izah için çok yeterli bir sebeptir. Evlenmeye karar verdiğimde eğer ben evlenirsem, bekar kimse kalmaz demiştim, sebeplerine gelirsek, o kadar perişan ve ayrışan kanaatler vardı ki, ayrıca elde maddi bir varlığın olmaması, babam ve annem gariban zavallı, dünürcü olduğumuz aile saygın ve maneviyat zengini, her iki aile karşılaştırıldığında ortaya çıkan fark beni kaygılandırmıyor değildi.
Her şeye rağmen, evin babasıyla bir hukukumuz vardı, anlaşılamaz değildik, kerimesinin kararı çok önemliydi, zira benim yetişkin bir kız için, cazip gelecek hiçbir özelliğimin bulunmadığına inanıyordum.
O yıllarda hasret kaldığım camiye ve cemaate müdavimdim, imamlara yakınlığım artmıştı, her konuyu can kulağı ile dinliyordum, tavsiyelerini tüm imkanlarımla uyguluyordum, doğru olarak öğretilen her şey uygulanmalıydı, öyle inanıyordum.
Kimin ne söyleyeceğini bilemiyordum, nasıl bir tavır alacaklarını pek önemsenmiyordum, dini yaşamanın, takva sahibi olmanın zaten zor olduğunu, peygamberlerin bile dışlandıklarını, nefsinin, heva ve hevesinin peşinde koşanların, kabullenemeyeceklerini bildirmişlerdi.
Bizde tavizsiz bir biçimde, kim ne derse desin hiç önemsemeden, başım da papak, pantolon yerine şalvar, yakasız ve şalvarın üzerine inen bir gömlekle dolaşıyordum, hatta camilere giderken papağımın üzerine bazen sarıkta bağlıyordum.
Tabi ki sakalımda var, böylesi bir damat adayının, cazip bir tarafı bulunur mu, tereddütler sinemde hat safhadaydı, acaba nasıl bir durumla karşılaşacaktım bilemiyordum.
Ablamlar aynı binada oturdukları için, onlardan soruyordum, görebilmeyi istiyordum, bir akşam salça kaynatırken görmüştüm, beni fark edince hemen uzaklaştı, abisi Ramazanla biraz sohbet ettik, patates közlemesi yedik ve birde çay içmiştik ne hikmettir bilemiyorum ama hepside lezzetli gelmişti.
Ama şükürler olsun o anı yaşamak dahi bizim için yetiyordu, hiçbir zaman bir birlerini görmemiş, iki yetişkin insan kaderlerine rıza göstermişler, teslim olmuşlar,
hayır murat etmişler, ivit ivit araştırmadan, kuşkuya kapılmadan bir birlerine muştu sunmuşlar, bundan daha güzel bir şey olabilir mi.
Beni mahcup bırakmayan, utandırmayan, hiç tanımadığı halde bu riski göze alabilecek kadar cesur olan, sevgili hayat arkadaşım sevginin en güzeline layıktır.
O kadar zordur ki bu kararı verebilmek, yekinen tanımadan, huyunu suyunu bilmeden teslim olmak, teslimiyet olgunluğunun derinliğinde yatıyordur.
Bir insanda bulunan liyakat zenginliğini, hafife almanın bir manası ve mazereti bulunamaz, böyle önemli bir olguyu hafife almak, kişilik zafiyeti olarak karşımıza çıkar, bunu umursamayan kişi bir çok mevhumu da önemsemez.
Hareketli günlerin yoğunluğun da, mütevazı manada nişanımız oldu, bir araya gelmeden akrabalar arasında, nişan şerbetimiz ve yüksüğümüz akşama doğru geldi.
Artık resmen nişanlandık ve nikahlandık, dolayısıyla rahatça nişanlımı ailesinin yanında görebilirdim, nihayet tanıştık, konuştuk hamt olsun aradığım tüm özellikler zatında mevcuttu, hiçbir kusuru yoktu, endamı, edebi ve hizmeti fevkalade güzeldi.
İçim içime sığmıyordu, huzur ve sürur doluydum, Allah anne ve babasından razı olsun, bu zamana kadar korumuş, koklamış, eğitmiş adap ve edebi öğretmiş, mümin bir kerime olarak vakti saatlerini bekliyorlarmış daha ne olsun.
O kadar dünürcü gelmiş, mahcup olarak eli boş dönmüş, yanlarına dahi hiç çıkmamış, zorladıkları zaman içerden kapıyı kilitlemiş, gitmek istememiş vaktini beklemiş ve bir gün öyle bir vakit gelmiş ki;
Tam dört beş yıl önce, bahçe duvarlarını ören, duvar ustası İbrahim’in, hizmet ve terbiyelerinden etkilenerek, bir akşam bana övgüyle bahsettiği, malum hocanın kızları olan, içlerinde en güzeli ve çalışkanı bulunan.
Hiç tanımadığım halde ve habersizce dört-beş yıl geçtik ten sonra, bana kısmet olacak bir kız evladının, kimsenin asla düşünemeyeceği, böyle muazzam bir hesabı kim yapabilir ve kimin aklına gelir, dolayısıyla kime niyet, kime kısmet meşhur sözünü boşuna dememişlerdir.
İşte bunun için, hinlik yapmadan, hilkati zorlamadan, imkanların ölçüsünde kanaat ve tevekkel olmayı küçümsememeli, bu hatayı yapan bir insanın, sadece kendini küçülteceği el an bilinmeli.
Art niyet, ön yargı, bizlerin sürekli yanılmasında, temel bir sebeptir, daha da önemlisi zanlarımızla kanaat oluşturuyorsak, kaybetmemiz de kaçınılmaz olacaktır.

Nakşeden izler kitap çalışmasının, şimdilik bir kısmını sizlerle paylaştım. Dilerim sizleri sıkmamışımdır. Çalışmaların devamının geleceğini beyan ederken, huzur ve itminanlık sizlerle olsun.

Hayatımın silinemeyen zenginlikleri;
Yaşadığımız hayatın silinmezleri, her birimizde farklı,
Hissiyat kulvarında tezahür ederler…
Onca yaşadıklarımız, acıyla, neşesiyle zenginliklerimizdir.
Oysaki henüz yaşarken farkına varamadığımız nakşeden izler…
Efkârın bulvarında adımlarken, bu izleri,
Zaman mefhumu durmuşçasına yeniden yaşarız.
Yaşanmışlar, ancak ibret alınırlarsa anlam bulurlar…
İbret alınması için, kayıt’a girmesi asıldır…
“Aşkların örüldüğü, sırların gömüldüğü,
Mezarlarda, ******* gibidir.”
Aşkı, sırrı, mezarı ve geceyi yaşayanlar olarak,
Satırlara yazarsak, anlaşılır oluruz…
Kuş ve ağaç, gül ve diken, su ve balık dünyada,
Gezegenler kozmik âlemde yol alıyorlar…
İnsan denen varlık, her ikisinde de yol alıyor, düşünenler için.
Yaşadığım yılların, farkına varamadığım gerçekliğini,
Efkârımın derinliğinde solumak…
Hafızam da, silinmezler bölümünde bulunan,
Naçar kaldığım feryadımdır…
Bir duruşu olmayanlara isyanımdır…
Himmeti, hizmeti, külfeti, nimeti karıştıranlara,
Suizan edenlere reddimdir…
Konuşmak, koklaşmak, barışmak, yarışmak,
Kaygısıyla gafletimin yansımalarıdır…
Manasını kaybetmiş bedenler, mekanikleşmişlerdir…
Mekanikleşen bedenler,
Mezarlara da, manzara keyfiyetiyle bakarlar…
Oysaki mezarlar, zahirin bittiği mekânlardır...
Bu ahval üzerine, hali lisanımla paylaşmak,
Paslaşmak ve anlaşmak beyanı halimdir.
Bir canım, gönül efkârımı ancak sizlere açarım...

Nakşeden izler kitap çalışmasının, şimdilik bir kısmını sizlerle paylaştım. Dilerim sizleri sıkmamışımdır.
Çalışmaların devamının geleceğini beyan ederken, huzur ve itminanlık sizlerle olsun yemenisiyle…Mustafa CİLASUN

Mustafa Cilasun